Ana SayfaGüncel Yazılarİlkeci Laikler ve Konjonktürel Laikler

İlkeci Laikler ve Konjonktürel Laikler

 

 

 

Laiklik tartışması, depremlerin dünyayı boynuzları arasında taşıyan öküzün hareketiyle olduğu tartışmasına benziyor git gide… Öküzün neyin üzerinde durduğu sorusuna sıra gelmiyor bir türlü. Hatta, görüşler, aslında öküzün, boynuzları arasında tuttuğu dünyaya dayandığını ileri sürmeye kadar götürülüyor.

Mesele, maddi koşullarını ve sonuçlarını yaratmaya muktedir bir ideolojinin ideoloji olarak öne çıkması veya gerilemesi olarak alınıyor.

Oysa mesele, bir gerçek gücün öne çıkması veya geriletilmesinden ibarettir ve ideoloji, buna bağlı olarak ele alınmak durumundadır.

*

İçinde bulunduğumuz konjonktürde, ilkeci laik ile konjonktürel laik buluştu. Çok değerli olan bu buluşmanın öncesi ve sonrası arasında epeyce fark var, ama bunun şu konjonktürdeki davranışımız açısından bir önemi yok.

Burada, gözden yitmemesi için, ilkeci laik ile konjonktürel laikin anlayış farkının vurgulanması amaçlanıyor.

Laikliğin belirtisi

İlkeci laikler kolayca teşhis edilebilir. Cumhuriyetin kazanımlarından, dinin gericiliğinden, akıl ve bilimin aydınlatıcılığından, insanlığın evrensel değerlerinden bahseden birinin ilkeci laik olduğuna hükmedebiliriz. Bunlar arasındaki alt-ayrımlar sonra gelir. Cumhuriyetin kazanımlarının sınırlılığından, burjuvazinin bizzat ihdas ettiği evrensel değerlerden çark ettiğinden falan bahseden birinin ilkeci laikin sosyalist türünden olduğunu anlarız.

İlkeci laikler samimi ve belki biraz da saf insanlardır. Komünizme, devrime inanırlar, ama laiklik uğruna 28 Şubat generallerinin “asker partisi”ni desteklerler. Mustafa Kemal’i desteklemelerinin ise lafı bile edilmez. İlkeci laiklik, TC’nin salt İskilipli Atıf Hoca’yı asmasını esas almak değildir. İlkeci laiklik, TC’nin Dersim operasyonlarını da onaylamak durumundadır.

İlkeci laikler saf insanlardır ve “dinci gericiler”in de “laik” burjuvaziyle birlikte modernleşme denilen tarihsel sürecin içinde olduğunu, ihtilaflarının modernleşme sürecinin şu veya bu rotada gitmesiyle ilgili olduğunu akıllarına getirmezler. Tayyip’lerle Atatürk’lerin arasındaki mesafeyi olduğundan çok görürler.

İlkeci laikler, laik öleceklerine inanırlar; devrime, sosyalizme, komünizme de samimiyetle inandıkları gibi… Ama şu laiklik denilen nesnede bir bit yeniği olduğunu bir türlü akıllarına getirmezler.

 

Laikliğin mantığı

Laikliğin ilkesi basittir. Bilim, akıl, insanlık, ulus adına ortaya çıkan ve politik olarak örgütlenen bir topluluk, o zamana kadar egemen olan, ve Tanrı ve din adına hakimiyet iddiasında olan bir başka topluluğu egemenlik koltuğundan dışlamak için yürüttüğü mücadelede, “din adına politika yapılamaz” ilkesini uydurdu. Gerekçeleri de pek sağlamdı! Din, aklı ve bilimi dışlayan bir olguydu, ve toplumların iyi ve başarılı yönetimi için insanın aklını ve bilimi kullanması gerekiyordu.

Dinin, politika iddiasında bulunamayacağı, aklı ve bilimi kategorik olarak dışladığı görüşü ile pek yüce ve kutsal bir mefhum olarak kirli dünya işlerine bulaştırılmaması görüşü arasında ayrım inşa etmeye çalışanlar, ya kendilerini pek akıllı, muhataplarını pek bön sanıyorlar, ya da aslında kendileri, sandıkları kadar akıllı değiller.

Laiklik geçerliğini şu ifadede yansıyan mantığa dayandırmaktadır: “Bu ülkede Kürt kökenli en az iki cumhurbaşkanı oldu, daha ne istiyorsunuz…”

Laikliğin özel ve dar anlaşılmış tezinin bu olduğunu söylemiyoruz; söylediğimiz, laikliğin kendini mümkün kılan mantığının, başka bir bağlamdaki önermesinin bu olduğudur. Dar ve özel anlaşılmış laiklik tezi, bundan şu kadar farklıdır: “Dine inanan cumhurbaşkanı da oluyor bu memlekette, daha ne istiyorsunuz.”

Bir kimseye, kendi özneliğini, eşdeyişle kimliğini bulduğu bir ideolojik yapıya politika yapmayı yasaklamayı, politika alanında o kimlikle yer almasının yasak olduğunu nasıl anlatabiliriz hakikaten?

Burada, yaygın Türk liberal solculuğunun Kürt gücüne dayanarak politik akıl yürütmesi örneğinden birini görmüyorsunuz. Bir Türk’e, Türk kimliğinden utanmasını, bu kimliği gizlemesini önermek gibi bir şeyden söz ediyoruz.

(Türk kimliğinin ezmeyle özdeşleştiği ve bu yüzden iğdiş edilmesi gerektiğini söyleyenlere, Kürt kimliğinin de PKK’ye kadar eziklikle özdeşleştiğini ve bu kimliğin de hiç cazip olmadığını söyleyebiliriz.)

İlkeci laik, kendini sadece dinsellikle sınırladığını söyleyecektir. Gerçekte, tezini din ile sınırladığını söyleyerek, minder dışına çıkmaktadır. Din, akıl ve bilim dışıdır ona göre. Peki, kendi değerli ilkelerinin “hayattaki en gerçek yol gösterici” olduğunu nasıl kanıtlayacaktır laik? Kendi gücü dışında hiçbir kanıt koyamayacağından emin olabiliriz. İlkeci laik, yumruğunu indirmiş ve dinsel politika iddiasındakileri çökertmiştir, ardından da bunu laiklik ilkesi olarak taçlandırmıştır. Çünkü aynı laikin, mensup olduğu dışındaki bir ulus ya da toplum formunun politika hakkına ilişkin aynı tavrı aldığı görülmemiştir. Aklı ve bilimi edinmiş bir ulusal özne bir kez ortaya çıkmıştır, tarih-dışı kalmış ulusal topluluklara buna uymak düşecektir sadece.

Aynı yaklaşımın sonucu olarak, ilkeci laik, örneğin Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığının varlığına da ilkesel olarak karşı çıkamaz. Bu kurum, devletin dini kontrol etmesi için oluşturulmuştur ve TC’nin tarihinde başarılı da olmuştur. Diyanet İşleri, laikliğin tarihsel bir uygulamasıdır ve bu arada, tıpkı hakim ulusun madun ulusallıklara karşı konumunda olduğu gibi, Alevilik türünden inanç oluşumlarına uysalca uyum yükümlülüğü düşecektir.

*

Peki, bizim bu mantığa karşı konumumuz nedir?

Biz öncelikle bu mantığın çatışkılı yapısını ortaya koyarız. Mantığın, üzerinde yükseldiği temel önermenin (ulus, akıl, insanlık veya bilim adına politik hakimiyet), reddettiği temel önermeyle (din adına politik hakimiyet) tamamen aynı statüde olduğunu, ve reddin, bir dış faktöre, tamamen güce dayandığını gösteririz.

Laikliğin mantığının, dinsel toplum düzenlerini karanlık ve cehaletin yuvası, laik toplumları aklın ve bilimin uygulanması sayesinde, özgürlüğün, uyumun ve adaletin cenneti gördüğünü anlatırız. Laik toplumların cehennemi örneklerini anlatmaya gerek duyulmayacağını umarız. Ve bu mantığın, laik toplum düzenlerinden, liberal kapitalist uygarlıktan kopamayacağını gösteririz. Laik tez, liberal kapitalist uygarlığı ancak ilerletmeyi savunabilir.

Sonra da, bu mantığı kendini geçerli kılan güçle birlikte, mücadele eden veya etmeye hazır ezilenler açısından değerlendiririz. Ezilenlerin devrimci davasının gerekleri dışında bir konumun doğrusunu kabul etmiyoruz. Ezenlerin dinini de, ulusu, aklı ve bilimini de reddederiz. Eş anlamda, ezenlerin laikliğini de dinselliğini de reddederiz. Ezilenlerin ise, mümkünse bütün öğelerle kudret mücadelesi vermesini güderiz. Ama mücadele etmeyen ve etmeyecek ezilenle ilgilenmeyiz.

 

Laikliğin tarihsel sahibi

Laikliğin, burjuvazinin bir kesiminin temsilcilerince geliştirildiğini kimse reddedemiyor.

Laik burjuvazinin, dinsel ideolojiyi edinmiş egemen kesimlerle mücadelesi sırasında kullandığı bir ideolojik ve politik mücadele aracından başka bir şey değildir laiklik. Burjuvazi bu mücadelede, dinsellikle özdeş gördüğü kesimleri, politik hakimiyet alanından tamamen dışlamak için, dinselliğe politika yapmayı yasakladı.

Burjuvazinin temsilcileri, bu yasağı kan ve ateşle uyguladılar. Burjuva laikler, bir dönem geçtikten sonra, artık din adına politika savunusunun ilke olarak geri çekildiğinden, Kilise’nin bir iddiası kalmadığından emin olduktan sonra, laiklik ilkelerini yumuşattılar.

Bu, akıllı bir politikacının yapacağı şey değil miydi? Bir politikacı kendine yel değirmenlerini rakip görecek değildi ya!

Ama yel değirmenlerini düşman görenler ve burjuvazinin gücüne yaslanarak dincilere atıp tutanlar, bu sefer burjuvaziye gönül koydular. Neymiş; burjuvazinin laikliğinin bir sınırı varmış, burjuvazi tutarlı laik değilmiş! Gerçekçi burjuvaziye ütopiklerin serzenişi!

Burjuvazi, başka kesimlere politika yasağı getirmekle meşguldü artık. Laikliğe ilişkin mantığını bu konularda da uygulamaya başladı.

Bu uygulamaların başında, politikayı şiddetin kategorik olarak dışında bir alan olarak tanımlamak gelir. Devlet şiddeti dışındaki her türlü şiddeti politika-dışı kabul eden, şiddet uygulayanı insanlık dışına çıkaran ve ezilenlere, kendi koyduğu alanda politika oyunu oynama izni veren de laik –veya dinsel- burjuvaziden başkası değildi. Kendini bilene, aklı başında olana, tutarlı olana ne denir!

İlkeci laik sosyalistler bu tarihsel seyri görmezden gelirler.

 

Laikliğin mülk iddiasındaki kiracıları

Sosyalizm, bu tarihin hiçbir yerinde kurucu olarak bulunmuyor. Ama sosyalistlerin genel olarak bu tarihe iliştirilmiş bir konum almaya çalıştıkları görülüyor.

Burjuvazinin temsilcileri, hakimiyet mücadelesini uygarlık kuranlara özgü bir kapsamda inşa ettiler. Bilimsel, ideolojik, felsefi, politik, hukuki, estetik, her alanı mücadele konusu ettiler.

Bu engin tablo karşısında sosyalistlerin gözleri kamaştı, burjuvazinin değişim, dönüşüm ve hatta devrim söyleminin büyüsüne kapıldılar. Kendilerini sadece, burjuvazinin tezlerini en ileri götürenler, en tutarlı savunanlar olarak misyonlandırdılar. Mantık gayet basitti; burjuvazinin “devrimci” temsilcilerinin savunduğu her şeyi edinecek ve burjuvazinin feodalizme karşı mücadelesine sonuna kadar destek sunacaklar, ardından burjuvazinin koyduğu ama yeterli güçle uygulamadığı ilkeleri silah edinip bu kez burjuvaziye karşı mücadele yürüteceklerdi. Bağdaki, dağdan gelenlerce kovulmaya çalışılmıyordu, bağın kenarından gelenler bağa sahip olmaya çalışıyorlardı.

O sıralarda din, feodallere yapışık bir öğe olarak görülüyor ve dinin, feodalizmle birlikte “doğal” yollardan tarihe gömüleceği sanılıyordu. Sonraki gelişmeler gerçi bu şablonu darmadağın edecekti, ama olsundu, ilkelerin savunucusu sosyalistlere maddi gerçekler vız gelirdi.

Sosyalizm bir öğreti olarak kendini bundan başka tanımlamaya ihtiyaç duymayacaktı. Üzerinden geçen iki yüzyıldan sonra bile sosyalizm tablosunun ana rengi hâlâ budur.

Bu anlayışa göre, sosyalizm, burjuvazinin evrensel değerlerini ve ilkelerini en iyi şekilde uygulamaya indirgenmiş bir öğretiden ibarettir. Laiklik de bu öğretinin elbette önde gelen ilkelerinden biridir.

Marksizm, çelişkili yönler barındırmakla birlikte, baştan beri genel sosyalizm anlayışından ve burjuvazinin felsefi ve politik teorisinden kopma eylemiyle tarih sahnesine girdi. Marksistler, bir fikri savunmak için burjuvazinin kafasına ve birikimine muhtaç olmayı reddetmek durumundaki bir tarihsel diyalektiğin üzerinden ediniyorlar varlıklarını.

 

İlkeci laikliğin zorunlu yolu

Bir sosyalist, eğer hakikaten kapitalizmden bambaşka bir uygarlığın savunucusuysa, laikliği neden savunduğunu, burjuvazinin temsilcilerinden farklı olarak anlatmak zorundadır. Hileye kaçmadan ama; “en ileri …”, “tutarlı …”, “özgürlükçü laiklik” falan demeden…

İddia edersek karnımız ağrımaz; laikliği burjuvazinin dilinden farklı bir dille savunabilecek sosyalist babayiğit yoktur. Çünkü, ilke mertebesine çıkarılmış laiklik, kendini, burjuvazinin temsilcilerinin mantığına, epistemolojisine başlangıcından sonuna kadar raptetmiştir. (İlkeci laikin dogmatik bir şekilde tanımadığı tarihsel laikliğin bu nitelikte olması gerekmediğini vurgulamak gerekli.)

Sosyalizmi, liberal burjuvazinin ortaya koyduğu evrensel değerleri uygulamaktan ibaret olarak gören sosyalistlere uğurlar olsun, burjuva uygarlık katarındaki konforlu koltuklarında…

Tarihi, burjuvazinin ilerlettiği ve son aşamadan önce kendilerinin devralacağı bir bayrak yarışı olarak gören sosyalistlere uğurlar olsun.

Konjonktürün laikliği

Politika, laiklerin genel epistemolojisinden tamamen farklı olarak, bilimsel veya ideolojik ilkelerin uygulanması işlemi değildir. Dolayısıyla, ideolojik olarak anlaşılmış laiklikle bir konjonktürde politik olarak belirmiş laiklik arasında herhangi bir ilkesel bağ bulunmamaktadır. Deyim yerindeyse, her konjonktürde dünya ve içindeki özneler yeniden kurulur. Bir olaya basit bir tutum alışın koca ve köklü örgütleri çatırdatma örnekleri bu yüzden yaşanır.

Türkiye’nin –Batısının- içinde bulunduğumuz konjonktüründe, ezilen kesimlerle solcu ve sosyalist kesimler, laiklik teriminin simgelediği bir çatı üzerinden mücadele yürütüyor. Laiklik ilkesiyle hiçbir bağ kurmaya ihtiyaç duymadan, Marksistler, dinsellik dayatan devlete karşı ezilenlerin sloganını haykırırlar.

Laiklik ilkesiyle hareket eden sosyalistlerle ve öteki toplumsal kesimlerle birlikte hareket etmek, koşullara uyarlanmak Marksistlere düşecektir. Marksistler laik konjonktüre tereddütsüz girecek, omuz omuza olduklarıyla ortak mücadeleye halel getirmeksizin, konjonktürden ilkeci laikler olarak çıkmamanın uğraşını da vereceklerdir. Konjonktürün ilkesi, devlete hakim olan güce direnmek, o gücü geriletmek ve o güçten mevziler kazanmaktır.

Bu, varsın laiklik adıyla olsun!

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar