Çin: Sorun mu Çözüm mü?

Çin: Sorun mu Çözüm mü?

27 Kasım 2021 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin diplomatik misyonu tarafından “Bu Bir İlandır” ibaresiyle yayınlatılan “Yüzyıllık Büyük Parti Hâlâ Gençliğini Korumakta ve Güç Birliği ile Yeni Yüce Davalara Doğru Yol Almaktadır” [1] başlıklı metin Çin Halk Cumhuriyeti ve Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) girdiği yeni dönemi, partinin yüzüncü kuruluş yıldönümüne bağlayarak ilan etti.

Bir dönemdir, özellikle Xi Jinping’in ÇKP Genel Sekreteri ve Çin Devlet Başkanlığı’na geçişi ile birlikte ÇKP’nin sosyalizm iddiası ve Marksizm üzerine vurguları güçlenmiştir. Çin’de üretilen metinler aracılığıyla Marksizm üzerine yürütülen tartışmalara katılma girişimleri gizleniyordu. Yine Çin’de “Marksist Eğitimin Yaygınlaştırılması”, Marksist klasiklerin parti örgütlerine ve kadrolarına dağıtılarak bunlar üzerine düzenli tartışmaların yapılmasının sağlanması, Xi Jinping’in makalelerinin parti örgütlerinde tartışılması, “Yolsuzlukla Mücadele Kampanyası” gibi geniş kapsamlı ideo-politik hamlelerin yapıldığı biliniyordu. Biçimsel görünmekle birlikte simgesel önem taşıyan ve önceki dönemlerde aşınan ideolojik alanı güçlendirme amacı taşıyan, parti üyelerinin birbirlerine ‘baba, patron, abi, kardeş’ gibi hitaplar kullanmasını yasaklayan ‘Yoldaş Kuralı’ getirilmişti. Tüm bunlar “Çin’e Özgü Sosyalizm”in, “Xi Jinping Düşüncesi” olarak ifade edilmesinin bir çerçevesi olarak ele alınabilir. Yine de bu yaklaşımlar ve ‘sosyalizm’ iddiası, reform ve dışa açılmanın güçlenerek devam ettirilmesi konusunda bir çekince olduğu anlamına gelmiyor. Hatta Xi Jinping’in, 20 Nisan 2021’de ABD’nin ilan ettiği Ticaret Savaşlarına ya da Çin’in resmi ifadeleriyle ‘Üçüncü Dünya Savaşı’, ‘Yeni Soğuk Savaş’ tehdidine karşı Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nun Çin’deki muadili olan Boao Forumu’nda açılış konuşmasında dinleyicileri şaşırtan (!) açıklamalar yapmasına da engel olmuyor. “Ekonomik küreselleşme çağında, dışa açıklık ve entegrasyon önlenemez bir tarihsel yönelimdir. Duvarların dikilmesi veya ayrışma ekonomik yasalara ve piyasa ilkelerine aykırıdır” [2] . Öyle ya, Batılıların ‘Yeni Mao-Otoriter Diktatör’ olarak andığı ‘sosyalist’ Xi Jinping, Batılılara küreselleşmeyi ve kapitalist iktisadi normları hatırlatıyor, bu işte bir terslik olmalı, değil mi?

Bu gerilimin ötesinde basında yayınlanan ilandan öğrendiğimize göre ÇKP’nin Kasım 2017’de toplanan 19. Kongresinin 6. Genel Kurulunun aldığı “Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Partinin Yüzyıllık Mücadelelerindeki Büyük Başarıları ve Tarihsel Tecrübeleri Hakkında Kararı”nda [3] , Xi Jinping Mao ve Deng Xiaoping’den sonra ÇKP tüzüğünde adı geçen üçüncü lider oldu. “Xi Jinping “Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi” belgesiyle, Mao 1945’te “Yeni Demokratik Devrim Kararları” ile, Deng Xiaoping ise 1981’de “Reform ve Dışa Açılma Kararı”yla ÇKP tüzüğüne girmişti. Bu seferki toplantıda kabul edilen ‘karar’ ÇKP tarihindeki üçüncü karardır ve “on ısrar” ile Partinin asırlık mücadelesinin değerli tarihsel deneyimi özetlenmiştir. Partinin liderliğinde, halkın üstünlüğünde, teorik inovasyonda, bağımsızlık ve proaktiflikte, dünyayı kucaklamada, yenilik ve ilerlemede, cesaretle mücadele etmekte, birleşik cephede, öz devrimde ısrar eder.” [4]

ÇKP kendi tarihsel deneyiminde dört adet “Yüce Sıçrama” tespit ediyor. “Yeni Demokratik Devrim; Sosyalist Devrim ve İnşa Dönemi; Reform, Dışa Açılma ve Sosyalist Modernizasyon Dönemi; ve Çin’e Özgü Sosyalizmin Yeni Çağı”. Kendisini “Marksist bir iktidar partisi” olarak tanımlayan ÇKP, tarihsel başarılarında da Marksizme atıfta bulunuyor: “Toplantıda, Partinin yüzyıllık mücadelesinin tarihsel öneminin Çin halkının geleceğini ve kaderini temelden değiştirmesinde, Çin ulusunun yüce yeni canlanması için doğru yolu açmasında, Marksizmin güçlü bir şekilde canlılık göstermesinde, dünya tarihinin gidişatını derinden etkilemesinde ve zamanın ön saflarında yer alan ÇKP’yi yaratmasında yattığına dikkat çekilmiştir” [5]

Kuşkusuz ideo-politik bir tarih değerlendirmesidir bu. Temel belirlemesini ise “Bugün dünya bir yüzyılda görülmeyen büyük değişikliklerden geçiyor ve Çin ulusunun büyük yüce yeniden canlanması geri dönüşü olmayan bir tarihsel sürece giriyor” [6] şeklinde özetliyor. Xi Jinping’in “Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm Düşüncesi”nin rehberliği bu belirleme için temellendirilmektedir. “Bir Kuşak Bir Yol” gibi ticari ve stratejik projeler ve Çin’in ekonomisinin gelişim seyretmesi de karar içinde ele alınmıştır.

Ana yönlerini özetlediğimiz kararın Çin’in güncel yönelimlerini ve ideo-politik yaklaşımını ifade eden temel bir çerçeve sağlama özelliği bulunuyor. Burada esas olarak ÇKP’nin tarihi ele alışında gördüklerinden öte görmediklerine dikkat çekilmelidir. Mesela “Büyük Proleter Kültür Devrimi” ve Mao’nun devlet döneminde devrimci pratiği görülmez. Çin Devleti’nin kurumsal varlığı ve ÇKP önderliğine kesin bir vurgu yapılırken kitlelerin bu sürece nasıl katıldığı, etkin olarak yer alıp almadığı anlaşılmaz ya da kitleler yok sayılır. Ana akım kalkınmacılara benzer şekilde yoksulluğu azaltma başlığında ekonomik göstergelerin edilgin bir parçası olarak kabul edilir kitleler. Esas olarak odaklanılan, Çin’in dünya-tarihsel sahnede kendi iç istikrarını ve modernleşmesini sağlamış güçlü bir aktör olarak yerini almasıdır. Bu son politik odaklanma yabana atılamaz, özellikle de ABD ve Batı dünyasının karşısına rakip bir güç olarak çıkıldığı koşullarda.

ÇKP yüzyıllık tarihinde hem Marksizm aracılığı ile Çin ezilenlerinin kurtuluş mücadelesinde hem de bu mücadele aracılığıyla Marksizmin bütünsel yapısına çok önemli katkılar sağlamıştır ciddi yenilgilerle birlikte. Marksizmin Marx’tan Mao’ya devrimci diyalektiği ezilenlere doğru genişleyen yapısı başlı başına bir katkıdır. Yine Kültür Devrimi ile iktidarda bulunan bir komünist partisinin kitlelere dayanarak devrimi sürdürme girişimi biriciktir. Sonuçları bakımından yaşanan yenilginin büyüklüğü bu durumu değiştirmez. Öte yandan Marksist devrimciliğin hanesine yazılamayacak olan bir başarısı daha vardır ÇKP’nin: Sosyalizm deneyimlerinin birbiri ardına yıkılmasının ardından ayakta kalmayı başarmış, iktidarını sürdürerek güçlenmiştir. Küba gibi olumsuz jeopolitik konumunu olumlu politik itkiye çevirerek devrimci varlığını sürdüren ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin özgül koşullarda varlığı Çin’in mevcut haliyle ölçek olarak karşılaştırılamaz. Çin gibi devasa bir ülkenin ve nüfusun jeopolitik konumuyla Batı dünyasının normlarına katılmama iradesi bile mevcut haliyle dünya tarihsel bir önem taşımaktadır.

Politik Devrimci Hüküm

1980’li yılların başında Peru gibi Çin’e uzak bir ülkede, Çin Büyükelçiliği’nin bulunduğu sokağın telefon direklerine ölü köpekler asılması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Bu ne anlama geliyordu? “Ölü bir köpeğin yerliler için halkı tarafından ölüme mahkûm edilen bir zorbayı simgelediği açıklanıyordu.” [7] Perulu Maoist devrimci parti, PKP ya da yaygın bilinen adıyla “Aydınlık Yol”, Deng Xiaoping’in Çin’i “Reform ve Dışa Açılma ve Sosyalist Modernizasyon” diye ilan edilen dönüşüme doğru sürüklemesine Mao’nun devrimci girişimlerine (özellikle Kültür Devrimine) ve bu anlamda Marksizme bayrak açmasına politik karşılığı pratik olarak vermiş, bunu ‘ihanet’ olarak tanımlayıp hükmü koymuş oldu. Bu güçlü simgeselliğin hükmü geçerliliğini koruyor. Çin’in komünist devrimci hattan uzaklaşmasının miadı genellikle 1976’da Mao’nun ölümünden sonra yaşanan gelişmelerle başlatılır. Bu tarihi simgesel olarak kabul etmek mümkündür. Mao’nun ölümünden önce reel politik gerekçelerle geri çekilmeler yaşanmış olmakla birlikte Çin’in devrimci politik iktidarı korunmuştu. Öte yandan Deng Xiaoping, Mao hayattayken Kültür Devrimi döneminde dışlandığı ÇKP’deki üst düzey konumuna dönüş yapmıştı. Mesela “Üç Dünya Teorisi” olarak bilinen Çin’in dış politikası ile ilgili kötü ünlü jeopolitik yaklaşımı Mao hayattayken 1974 yılında Birleşmiş Milletler’in 6. Özel oturumunda açıklayan da Deng idi. Kültür Devriminin son faslında 1971’de sol kanat ciddi zayıflamalar yaşamıştır ve tasfiyeye uğramıştır. Diğer nedenler bir yana politik olarak yaşanan yenilginin bu tasfiyeler sonucunda hızlandığı söylenebilir.

Arif Dirlik’in özenle ifade ettiği gibi “politik bir lider olarak Mao ile politik bir ilke olarak Mao’yu birbirinden ayırmak yararlı olur” [8] . Politik lider olarak Mao devrim öncesinde ÇKP ve devrim sonrasında Çin Halk Cumhuriyeti dönemlerinde önderlikte bulunmuş, parti içi mücadelelerde taraf olmuş, tüm bu süre zarfında devrimci politikada ısrarlarını koruyan bir Marksist olarak gerçek sınırlamalar içinde hareket etmek durumunda kalmıştır. Kültür Devrimi öncesinde yüksek sesle gerekirse tekrar dağlara çıkıp mücadeleyi yeniden başlatma iradesini göstereceğini söyleyen de, Sanghay Komüncüleri’ni gerçekçi olmaya çağıran da, Çin’e ziyarete gelen bir devlet başkanına onu devirmeye çalışan komünist devrimcilere verdiği desteği hatırlatarak onların başarısız olmasından hayıflanan da, Nixon ile masaya oturan da bu Mao’dur. Politik ilke olarak Mao ise koşulsuz bir komünist devrimciliği ifade eder ve özellikle iktidar döneminde kitlelere başvurmaya cüret edip devrimi derinleştirmeyi sürekli gündemde tutan Mao’dur. Bu anlamda 1927’de köylülerle buluşan Mao ile 1966’da “Burjuva Karargâhlarını Bombalayın” diyen, Mao’nun sürekliliğidir.

Politik ilke olarak Mao’dan yola çıkarsak bugünün Çin’i gerici bir politik iktidarın hüküm sürdüğü bir devlettir. Üstelik bu gerici iktidar devrimin Çin’ini ciddi bir mücadele vermeden ele geçirmiştir. Tarihsel nedenler ya da koşullar bir yana Kültür Devriminin politik yenilgisi de tam burada belirmektedir. “Kapitalist yolcu”lara karşı seferber olan kitleler tam da “kapitalist yolcu”ların iktidarı ele geçirdiği kritik anda onlara karşı devreye girmemiştir. Onları harekete geçirecek komünist devrimci önderlik de ÇKP gibi dev bir örgütlülük içinden çıkmamıştır. Politik bir lider olarak Mao’nun bu durumdaki sorumluluğu yok sayılmaz.

Tarihsel Probleme Politik Çözüm Arayışı

20. yüzyıl sosyalizm deneyimleri temel bir sorunla yüz yüze kaldılar: Devrim sonrası sosyalizme geçiş için inşa problemi diye ifade edilebilecek bu problem yeterli derecede gelişmemiş üretim güçlerinin olduğu ülkelerde gerçekleşen devrimlerin Marksist devrimcilerin sosyalizmi inşa yönündeki girişimlerine zorunlu sınırlar çekmesiydi. Devrimlerin hemen akabinde ilk yıllarda hızla gelişen üretim güçleri, sürecin ilerleyen evrelerinde önce durağanlaştı; sonra gelişme hızında kapitalist dünyanın gerisinde kaldı. Tarihsel kapitalizmin varlığını sürdürebildiği koşullarda kapitalizmin üretim güçlerini geliştirebilme kabiliyetini koruması sorunun sadece tarihsel olarak geri üretim güçlerine ve üretim ilişkilerine sahip olunan ülkelerde devrimlerin gerçekleşmesi ile sınırlı olmadığını gösterdi. Bugün, artık sorunun, politik devrimler yoluyla komünist devrimcilerin iktidarı ele geçirdikleri ülkelerin tarihsel geriliği ile sınırlı olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Tüm politik devrimler, tarihsel gelişmişlik seviyeleri ne olursa olsun üretim güçlerinin tahribi koşullarını da beraberinde getirdiği için, sosyalizmin inşasının tarihsel devrim ile politik devrimin senkronize bir şekilde gerçekleşeceği varsayımını ciddi bir şekilde sarsmıştır.

Dolayısıyla sadece geri üretim güçlerinin bulunduğu ülkelerde değil, kapitalist üretim tarzının üretim güçlerini geliştirme kabiliyetini tarihsel olarak sürdürebildiği koşullarda devrim sonrasında sosyalizmin inşa sürecine giren bir ülke D. Losurdo’nun yaptığı “gelişmekte olan ülke” sınırlamasının ötesinde evrensel bir zorunlukla karşı karşıyadır. “Eğer gelişmekte olan bir ülke günümüzde üretim araçlarını radikal biçimde devletleştirerek kapitalist pazara kapılarını kapatırsa, sofistike teknolojilerden mahrum kalır ve üretici güçlerin gelişmesi sorununu kesinlikle çözemez. Günümüzde var olan koşullarda eğer teknoloji ve modernleşme sürecinin diğer bazı önemli unsurları ithal edilmek isteniyorsa kapitalist dünyaya karşı az veya çok ödün vermek kaçınılmazdır.” [9]

İktidarı ele geçirmiş komünist devrimcilerin yüz yüze kaldığı problem iktidar koşullarında üretim güçlerini geliştirmenin ya da başka bir deyişle modernleşmenin yollarını bulma zorunluluğu ve bu toplumun tarihsel toplumsal olarak belirmiş olan ihtiyaçlarını karşılama yeterliliğine sahip olma koşullarını sağlama gereğinin, devrimci bir politika ile birleştirilmesiydi. Yıkıcılık ile kuruculuk arasında yaşanılan gerilimi çözmek devrimci tarzda bir modernleşme, kapitalist modernleşmenin dışında ve ötesinde modernleşme yolunu açmak Marksist devrimcilerin iktidar pratiklerine de tarihsel sınırlar çekmiştir. Tarihsel sınırların bulunduğu koşullarda kaçınılmaz olan politikadan çözüm arayışları üretmektir: “Sosyalist iktidarda bulunan komünistler, tarihin ana kanalında hareket eden üretim güçleri ve ilişkilerinin ‘doğal’ karşılığı olarak teşkil edilen devletlerin yöneticilerinden farklı olmak zorundaydı. Buna zorunluydular, çünkü üretken güçlerin yetmezliği onları sürekli sıkıştıran bir temel etmendi. Bu açığı, çapraz politika içinde kitlelerle kuracakları canlı bağlarla gidermek durumundaydılar. Kitlelerin canlı desteğini, ekonominin örgütlenmesini ve dikey kurumlaşmayı birlikte götürmek durumundaydı komünist devrimciler. Bu zamana kadar bunun başarılı örneği görülmedi.” [10] Keskin bir bıçak sırtında hareket etmek durumunda olan sosyalist iktidardaki komünistlerin ciddi dersler çıkarılacak girişimleri kayıtlıdır.

Mao’nun Yolu: “Devrimi Derinleştir”

Mao önderliğindeki ÇKP, 11 Ekim 1949’da devrimi başarıyla iktidara taşıdıktan sonra bir dizi tarihsel ve politik soruna çözüm üretmeye çaba harcadı. Devrimin ilk yıllarının Çin’i bir bakıma ölçeği genişletilmiş bir ‘kızıl siyasi üssü’ andırıyordu. Afyon Savaşları’ndan beri Çin üzerinde uygulanan Batı sömürgeciliğinin derin izleri; Japon işgalinin ve uzun süren savaşın getirdiği yıkım; kırsal alan ile kentler, kıyı bölgeler ile iç kesimler arasındaki uçurum ve emperyalist tehdit komünistlerin karşılarında buldukları hızlı çözüm gerektiren tarihsel ve politik sorunlardı. Ve devrimin ilk yıllarının yüksek motivasyonu bu konuda güçlü bir destekti. 1956 ile birlikte Yeni Demokrasi’den Sosyalizme geçildiği ilan edildi ve sosyalizmin inşası gündeme geldi. Çinli komünistler özellikle inşa meselesinde daha önce Sovyetler Birliği’nin açtığı yoldan ilerlerken onun tıkanıklıklarını da gözeterek kendi özgül problemlerini bu arada keşfettiler. Aynı zamanda Sovyet deneyiminin bir eleştirisini de ortaya koydular. Diğer yandan art alanında Sovyet deneyiminden ayrışmanın bulunduğu farklı yaklaşımlar oluştu.

Mao, sosyalizmin inşa edilişinde üretim ilişkilerinin kültürel sonuçlarından memnun değildi. Sorunun ele alınışındaki temel farklılık teorik temelleriyle 1956’da parti içinde belirdi. “Mao’nun partideki yoldaşlarıyla ayrı düşmeye başlama noktası felsefi perspektiften kaynaklanır. 1960’lardaki Kültür Devrimiyle sonuçlanacak olan ayrılık ilk olarak Komünist Parti’nin 1956’daki 8. Parti kongresinde Çin’in Sosyalizme (Yeni Demokrasiden) geçişi başardığı ve ileride komünizme geçileceğini ilan etmesiyle ortaya çıktı. Bu kongre ayrıca Çin Devrimi’nin bir dahaki aşamasının baş çelişkisini de çok ileri düzeydeki üretim ilişkileri (sosyalizm) ile üretim güçleri arasındaki çelişki olarak formüle etti. “Baş Çelişki”yi saptama yönündeki bu uzlaşmayı ‘çelişkiyi çözme’ yöntemi konusunda görmek mümkün olmadı. Çelişki farklı fraksiyonlar tarafından farklı şekilde yorumlandı. Mao çelişkiye devrimci bir yorum getiriyor ve onu üretim ilişkilerinin dönüştürülmesi yoluyla toplumu yeniden devrimcileştirerek çözmek istiyorken, diğerleri üretim güçlerini onları destekleyen üretim yeteneğinin çoktan ötesine geçmiş olan üretim ilişkilerine uydurmak için geliştirmek taraftarıydı. İlerideki yirmi yıllık süreçte radikal Maocular yollarına devam ettiler. Mao’nun 1976’da ölümünden sonra parti alternatif yorumu tercih ederek önem sırasını üretim lehine değiştirdi. Hatta 1956’dan sonra gündeme gelen üretim ilişkilerinden de geriye döndü” [11]

Kültür Devrimi üretim ilişkilerine öncelik veren ve üretim ilişkilerini sınıf mücadelesi ekseninde yorumlayarak kitlelerin devrimci sürece aktif katılımını sağlamayı amaçlayan, böylece devrimi derinleştirmeyi hedefleyen sosyalist devrimcilerin iktidar pratiğidir. Aynı zamanda bu KP’nin sosyalist modernleşmeyi de sağlama girişimidir. Mao’nun Kültür Devrimi boyunca ısrarla ifade ettiği “sosyalist yol”  ile “kapitalist yol” ayrımı da yine iki farklı modernleşme tarzı arasındaki radikal farkı belirginleştirmek amacını taşır. “Maocu kalkınma ideolojisinde merkezi yere sahip ‘kendine güven’ gibi bir slogan sadece bağımlılıktan kaçınmayı içermiyordu. Aynı zamanda halkın kalkınma sürecine aktif katılmasını istiyordu. Bu sloganın toplumsal içerimleri de derindi. Daha önceki (Kapitalist ya da Sovyet Sosyalist) kalkınma kavramlaştırmalarında marjinalleştirilmenin aksine ‘kendine güven’ halkı, kalkınmanın hem harekete geçirici gücü hem de sonucu olarak görür.” [12]

Diğer yandan sürecin coşkusu ile görmezden gelinenler şimdi daha net görülebilir. Mao sosyalizmde ya da özelde Çin’de toplumsal ilişkilerin önceliğini vurguluyordu ancak bununla ilgili genişletilmiş bir analiz üretmedi. Üretim güçlerinin gelişiminde de belirgin bir duraklama yaşandı. Sonuç olarak tüm ağırlık politikanın sırtına yüklenirken gerçeklik sınırlarını zorlayan bir volontarizm ortaya çıktı.

Mao tüm sorunlarına rağmen devrimci gerçekçiliği de elden kaçırmamaya çalışıyordu. Kültür Devriminin zirvesinde Şanghay Komünü önderleri Çang Cun Çiao ve You Ven Yuan ile yaptığı üçlü toplantıda devrimin dış ve iç sınırları olduğunu hatırlatıyordu önderlere. [13]

Dünyasal olarak yükselen devrimcilik durumunun gerilemesi, jeo-politik sınırlamalar ve içeride yaşanan durgunluğun etkisiyle geri çekilmek durumunda kalındı. Bir anlamda Mao’nun Kültür Devriminin tamamlanmamış / tamamlanamaz olduğu, sosyalizmin inşası sürecinde birden çok tekrarının gerektiğini savunması da bu zorunlu geri çekilişin sınırlarını ve risklerini görmesinin ve mücadelenin olabildiğince sürdürülebilirliğini sağlamanın çabasıdır: “Bugün görevimiz parti içindeki sağın bir bölümünü devirmek (sağın tümünü devirmek imkânsızdır) daha sonra belki yedi ya da sekiz yıl sonra kötülük şeytanlarını ortadan kaldırmak için yeni bir hareket başlatmak daha sonra da tekrar tekrar yeniden başlamak gerekecektir.” [14]

D. Losurdo’nun dikkatle ortaya koyduğu durumu yabana atamayız. “Ekonomik iflasın belki de daha önemli bir nedeni vardı. ‘İleriye Doğru Büyük Sıçrama’ ve ‘Kültür Devrimi’ sloganlarının, kitlelerin gözünde kutsal anlamlarını yitirebileceği olasılığının dikkate alınmamasıydı. Sürekli olarak ve sonsuza dek kitleleri harekete geçirmek olanaksızdır. Kitlelerden sürekli fedakâr davranmalarını, nefislerinden feragat etmelerini, özveri ve kahramanlık göstermelerini bekleyemezsiniz. Böyle bir çağrı kural değil istisna olmalıdır.” [15]

Evet, Mao sorunları kitleleri sürekli hareket halinde tutarak devrimci temelde çözmeyi amaçlıyordu. Ama bir yenilgiden bahsediyorsak Soğuk Savaşın ağır koşullarını, Sovyetler Birliği ile yaşanan gerilim ve sınır anlaşmazlıklarını, ekonomik ve bununla birlikte teknolojik ambargoyu da göz önünde bulundurmalıyız. Tüm bunlar Kültür Devrimine tarihsel sınırlar yanında politik sınırlar da çekiyordu. Kitlelere dayanmak bu sınırları aşmanın en avantajlı devrimci seçeneğiydi.

Kültür Devriminin yenilgisi ile onun esas yürütücüsü olan partinin sol kanadı ciddi bir yıpranmaya uğradı ve tasfiyeler yaşandı. Her geri çekilmede olduğu gibi bu geri çekilmede de eksilmeler yaşandı. Kültür Devriminin hedefinde olan “kapitalist yolcu”lar sınırlanmış olmakla birlikte yeni koşullara uyum sağlayarak ve özellikle teknik kadrolar olarak tekrar partide yer buldular.

“Kültür Devrimi veya daha kesin olmak için Kültür Devriminin dayandığı Devrimci Maoculuğun şimdiyle ilgili söyleyecek sözü var mı?” diye soruyor Dirlik ve olumlu cevap veriyor: “Şu sıralar modernite içinde Maocu alternatiflerin reddedilmesi, kapitalizmin radikal alternatiflerinin toptan reddedilmesinin bir parçasıdır. Kapitalizm içindeki dönüşümler onun egemenliğine karşı daha önceki sosyalist tehditleri anlamsız hale getirmiş olabilse de, kapitalizmin hâlâ kapitalizm olduğunu ve aynı dönüşümlerin acil çözümler bekleyen sorunlar ürettiğini ve hâlâ da üretmeye devam ettiğini hatırlamamız gerekir… Geçmişin devrimci meydan okumalarını hatırlamak, kapitalizmin ideolojik hegemonyasını yenmek için gereklidir. Ama geçmiş sadece ideolojik nedenlerle önemli değildir. Özellikle devrimci Maoculuğun toplum vizyonu… çağdaş kapitalizmin sorunları ile mücadelede sürpriz biçimde anlamlı olabilir.” [16]

Çin Kapitalizmi Kültür Devriminin mi Eseri?

Ya da Şimdinin Teolojisine Başvurmak!

“Devrimler amaçlarına ulaşmayı başardıklarında bile trajik olaylardır, başarılamayan bir devrim, belleklerde yalnızca devrimlerin kaçınılmaz olarak ortaya koyduğu çıplak baskıların ve zulmün hatıralarını bırakacaktır. Bu örnekte Kültür Devrimi, başarısız olduğu için kapitalizmi tarihsel olarak meşrulaştırmış ve aynı zamanda devrimin beyhudeliğini göstermiştir. Tarihsel bellekte kalan ise milyonlarca insanın boşu boşuna maruz kaldığı zulümdür.

“Meseleyi burada, bugünlerde hep bırakıldığı yerde bırakmak bugünün ideolojisinin tuzağına düşmektir. Bu ideoloji, bugünün teleolojisi içinde öncekilerden farklı tarihsel sonuçları tasavvur eden geçmiş alternatiflerin anılarını silmeye çalışır.” [17]

Kültür Devrimi ile Çin’in bugününde ifade edilen “Çin’e Özgü Sosyalizm”in birbirleri ile bağlantılı ele alınışlarının farklı biçimleri bulunuyor. ÇKP “geçmişin alternatifinin” üzerini örtmek için resmi tarihini oluşturmuş durumda. Kaçınılmaz olan aynı siyasal coğrafyada yaşanan ve birbirinden kategorik olarak farklı, uzlaşmaz karşıtlıklar taşıyan politikaların ve modernleşme projelerinin kronolojik ardışıklığı üzerinden karşılaştırmasını yapmaktır. Ancak mesele sadece kronolojik öncelik sonralık meselesi değildir, ideo-politik ve tarihsel farktır. Bir tür şimdinin teleolojisine başvurularak Çin’in mevcut başarılı modernleşmesinin hayata geçirilmesinde Kültür Devriminde nedensel kaynaklar aranıyor. Kültür Devriminin yenilgisi sosyalizmin inşasında devrimci seçeneğin yadsınması için kullanıma sokulurken bugünün Çin’ine de politik meşruluk kazandırılması için işlevlendiriliyor. Ya da Çin’in “kapitalizmsiz kapitalizmi”nin (Zizek) kökleri Kültür Devriminin dizginsiz radikalizminde bulunuyor.

Aydınlanma karşıtı bir muhafazakâr ve politik gerçekçi olan J. Gray’in yaklaşımı devrime kategorik olarak karşı olmasının yanında modernleşmeyi mekânsal bir karşıtlık üzerinden farklı biçimlerde ele alışıyla bir örnek oluşturur. Gray, Kültür Devrimini Batı modernleşmesinin bir varyantı olarak kabul eder ve Aydınlanmaya dayanan kökleriyle ütopyacılığın eseri olduğunu savunur.

“Batılı görüş Stalincilik ve Maocu rejimi de Aydınlanma’nın evrensel bağımsızlık ülküsüne adanmış bir rejim olarak gördü. Tekrar Asya’ya özgü zorbalığı Batının özgürlük ve ilerleme ülküsüne dönüştürmekte gerekli bir evreydi. Yine Çin Komünizmi ancak feci suçları artık yadsınamaz olduğunda Doğuya özgü despotluk biçimi olarak kınandı. O zaman Maocu rejimin suçları pek de modern Batılı ideolojisini uygulama girişiminin sonuçlarından çok geleneksel barbarlığın izleri olarak görülebildi. Maoculuktan vazgeçildiğinde Batılı görüş bunun reddini Batılılaşma sürecinin başlangıcı olarak yorumladı. Oysa aslında Sovyet sisteminin çöküşü örneğindeki gibi tersiydi. Mao sonrasındaki Çin bir Batılı ideolojisini bir diğerini benimsemek için değil, herhangi bir Batılı örneğine borçlu olmayan bir kalkınma yolunu açmak üzere reddetti… Çin’in bir Batılı ideolojisini yaşama geçirmek için uğraştığı dönem sona ermişti.” [18]

Liberal tutarsızlığı sergilemek açısından başarılı olsa da Gray’in yanıldığı nokta her yere nüfuz etmiş Batı ideolojisi gözlüğüyle bakmasıdır. Bunun olumsuzlanması bir şeyi değiştirmez. Diğer yandan bugün ÇKP’nin izlediği modernleşmede başarıya rağmen oluşan ideolojik boşluk, topluma yayılan ulusal kibir ve geleneklere dönüş olarak Konfüçyüsçülük ile doldurulmuştur. Ama bu Doğulu bir alternatif modernleşmenin göstergesi değil aksine Çin modernleşmesinde ihtiyaç duyulan pratik ideolojiyi sağlamak içindir. Konfüçyüsçü uyum toplumu mitinin canlandırılması da gayet modern bir anlam taşır.

Zizek ise çok daha başka bir perspektiften yola çıkıp Çin’in “kapitalist gelişmesi”nin kaynağını Kültür Devriminin içinde buluyor: “Çin’de yayılmakta olan elbette küresel kapitalizmin dalgalar halinde hareket eden vebasıdır. Önce geleneksel dayanışma ağı kademe kademe tahrip edilmiş, ardından istikrarlı toplumsal ilişkiler feci şekilde parçalanmıştır. Kültür Devriminin gerçek işlevi bu değil miydi? Bazı saf solcular Kültür Devrimi ve Maoculuğun mirasının genel anlamda dizginsiz kapitalizm, onun da bir karşı güç gibi davrandığını, onun en berbat aşırılıklarını engellediğini, asgari düzeyde toplumsal dayanışmayı muhafaza ettiğini öne sürerler. Peki tam olarak aksi olduysa? Kasıtsız, bu yüzden daha da insafsız bir ironiyle Aklın Kurnazlığı’yla geçmiş gelenekleri acımasızca imha eden Kültür Devrimi sonrasında gelen kapitalist infilakını yaratan ‘şok’ olduysa?.. Tarihin müthiş ironisi, geleneksel toplumun kumaşını yırtmak suretiyle hızlı kapitalist gelişmenin ideolojik koşullarını oluşturanın bizzat Mao olmasıdır.” [19]

Zizek, pek sık kullandığı bir ifadeyle, “devrimsiz devrim” arıyor olmasın? Adını hak eden hangi devrim istikrarlı toplumsal ilişkilere dayanmıştır ki? Kültür Devrimi binyıllardır birikmiş toplumsal eşitsizliklere duyulan tepkinin izlerini taşır ve yıkıcı boyutu muazzamdır. Zizek’i cezbeden ‒kuşkusuz kasıtsız! Aklın kurnazlığıyla‒ olsa olsa şimdinin teleolojisine kapılmaktır ve bunu sağlayan da yenilmiş bir devrimden bahsetmesidir. Bir devrimin yenilgisinin sonuçları kestirilemez ve devrimler kasıtsız da olsa bu tarz bir sorumluluk sınamasına sokulamaz. Aklın kurnazlığına kapılıp bu işlem yapıldığında ise kasıtlı bir karşı devrimcilik çıkar ortaya, çünkü bu mantık hiçbir devrimci girişime izin vermez.

Kültür Devriminin sosyalist projesinin kapitalizm için bireyci figürler yarattığı fikri olsa olsa tarihsel analizi ifrazata götürmektir. Bu, oldukça yüzeysel olarak, bugünün Çin’inin yönetici kuşağının Kültür Devrimi kuşağı olması ile ilişkilendirilir. Kültür Devrimi sadece geleneksel ideolojilere değil kapitalist modernleşmeye de ve ‒hatta bir aşırılık olarak‒ onun temel bileşeni sayılan liberal bireycilik ideolojisine de kesin bir olumsuzlama ile tavır almış, kolektif eylem ve bilinci harekete geçirmeye öncelik vermiştir. Mao sonrası ÇKP’nin yürüttüğü proje ise tam da Zizek’in ifade ettiği biçimde “kapitalist yoldan modernleşme”dir ve burada parçalanan Kültür Devriminin görece başarılı olduğu toplumsal dayanışma biçimleridir.

Modernleşen Çin: ‘Sosyalist’ Kabuk, ‘Kapitalist’ İçerik

Çin’in başarılı modernleşmesi tarihsel sosyalizmin mi yoksa kapitalist modernitenin mi hanesine yazılacak? Sosyalizm deneyimlerinin içeriğinde tarihsel bir modernleşme olduğu reddedilemez. Hem Sovyet tarzı dikey modernleşmeye hem de kapitalist modernleşmeye reaksiyon olarak Mao dönemi modernleşme pratiği başarılı olamamıştır. Sovyetler Birliğinde yaşanan üretim güçlerindeki tıkanma ve gelişmenin yavaşlaması, Çin’de de büyük kitlesel seferberliğe rağmen vasatı aşamamıştır. Politik yenilgi tarihsel sonuçlar vermiştir. Mao sonrası Çin ise üretim güçlerini geliştirerek tarihsel ilerlemeyi sağlamış olmakla birlikte bu modernleşmeyi politik bir gericilikle hayata geçirmiştir.

Komünistler iktidarları içinde kapitalist ekonomik tedbirlere, devlet kapitalizmi olarak yorumlanabilecek yöntemlere başvurmuştur. Ancak bunları sosyalizmin inşası için zorunlu tavizler olarak görmüşler, hiçbir zaman ilke olarak kabul etmemişlerdir. Temel kriter olarak komünist devrimcilerin iktidarda olması belirlendiğinde, ÇKP iktidarına yönelik ifade edilebilecek olan parti içinde komünistlerin iktidarı kaybetmesiyle birlikte tarihsel yönün de tartışmalı olmasıdır. ÇKP’nin modernleşme sürecini yöneten önderliğinin Marksist olmaması politik konum açısından belirleyicidir. Öte yandan tarihsel konum, sosyalizm deneyimlerinin sonuçları belirsiz tamamlanmamış bir biçimidir. ÇKP, sosyalizm deneyimlerinin ardı ardına gelen yenilgisinden çıkmayı başarmıştır. Bunun ne pahasına olduğu ise ayrı ve kritik bir politik meseledir.

Bu gelişmeyi kaydetmede egemen olan çizginin temel tezlerine yakından bakalım. Deng Xiaoping’in iktidara yerleşmesinden sonra 1979’da ÇKP’nin 11. Merkez Komitesi’nin 3. oturumunda “Sınıf Mücadelesi En Önemli Unsurdur” tezinden “Ana Görev Ekonomik Gelişmedir” tezine geçilir. Jiang Zemin 1997 yılındaki 15. ÇKP kongresinde bu tezin ana yönlerini şöyle ifade eder:

“Sosyalizmin ana görevi üretici güçleri geliştirmektir. Özellikle başlangıç evresinde mutlak öncelik verilecek üretici güçlerin geliştirilmesine yoğunlaşmak daha da önemlidir. Ekonomide, politikada, kültürel alanda, sosyal etkinliklerde ve Çin’deki yaşamın diğer cephelerinde farklı çelişkiler vardır. Ülke içi ve dışı faktörlerin etkisiyle uzun bir zaman belli bir ölçüde sınıf çelişkileri var olmaya da devam edecektir. Fakat toplumdaki ana çelişki, halkın maddi ve kültürel alanlarda artan gereksinimleriyle geri kalmış üretim arasındaki çelişkidir. Bu çelişki Çin’de sosyalizmin inşasının başlangıç evresinde ve toplumsal faaliyet alanlarının hepsinde ana çelişki olarak kalacaktır. Sonuç olarak hepimizin ekonomik gelişmeyi, tüm partinin ve ülkenin tamamının asıl görevi haline getirmeye ve diğer tüm faaliyetlerin bu amaca bağlı olduğundan ve bu amaca hizmet ettiğinden emin olmamız gerekmektedir. Ancak bu ana çelişkiyi ve ana görevimizi doğru anlarsak, tüm toplumsal çelişkileri netçe ve açıkça inceleyebilir, kontrol edebilir ve onların çözümünü gerçekten hızlandırabiliriz. Gelişme mutlak prensibimizdir. Çin’in tüm problemlerinin çözümünün anahtarı, gelişmemizde yatmaktadır.” [20]

ÇKP’nin ana görevi bu ekonomik gelişmeyi sürdürmek ve kontrol etmektir. Sosyalist bir kurumsal çerçevenin, devlet örgütü aracılığıyla tüm toplumsal alanda kontrol kurması açısından çarpıcı bir durumdur bu. Diğer yandan bu kurumsal çerçevenin içeriği yani toplumsal düzeyin yapısını hangi yöne zorlayacağı, kapitalist ilişkilerin kontrolü hangi düzeyde zorlayacağı cevaplanması gereken zor sorulardır. Çin ‘kapitalizmi’nin kendisini saran ‘sosyalist’ kabuğu kırmak için iç ve dıştan zorlamaların olduğu biliniyor. Başarılı modernleşmenin etkileri paradoks yaratıyor. Çin tarihsel ilerlemeyi sağlarken aynı zamanda tüm kontrol çabalarına ve mekanizmalarına karşın güçlü bir kapitalist sınıf da biçimlenmiş durumda. Aynı zamanda gerici bir Han şovenizmi de diriltiliyor. Kuşkusuz bu yönelimlerin ufkunda ya da gerisinde Marksizm aramak beyhude bir çaba olur.

Üretim güçlerinin geliştirilmesi zorunluluğu, üretim güçlerini kapitalizm sınırlarında ve onun politik hegemonyası ya da ideolojik çerçevesi ile birlikte ele almayı gerektirmez. Kitleleri bu sürece dahil edemeyen / etmeyen Çin önderliği onları modernleşmenin yarattığı etkiler içinde kontrol altında tutmayı tercih eder. Bir bakıma Çin Devleti’nin ikili kontrolü de burada belirir. Toplumsal antagonizmaları burjuvazi lehine kontrol ve burjuvazinin siyasal iktidarı ele geçirmesine karşı kontrol altında tutulması. Dolayısıyla Çin’in başarılı modernleşmesi esas olarak devlet kontrolüne dayanır. Modernleşme tarzının getirdiği olağan sorunların çeşitli kampanyalarla karşılanmaya çalışılması ÇKP’nin son yıllarda izlediği bir politikadır. Yolsuzluğa ve yozlaşmaya karşı kampanya, bireycilik eleştirisi, bunun örnekleridir.

Arif Dirlik’in “Global Modernite” kavramı ile ifade ettiği modernitenin tarihsel biçimi, Çin’in yarattığı karmaşayı anlaşılır kılmada faydalı olacaktır. Bu nedenle ‘global modernite’ tanımlamasına uzun bir alıntı ile başvuracağız:

“ABD’nin peşinden örüntülenen kapitalist modernitenin araçsallığını içinde taşır ve bu örüntüyü toplamları ABD’nin politik, askeri ve kültürel güçlerince boyunduruk altına alması için globalleştirmeye çalışır. Fakat, öte yandan, ironik olarak bu modernite paradigmasının mekânsal yayılması kapitalist modernitenin çelişkilerini evrenselleştirerek, sosyalizm de dahil olmak üzere, o toplumların geçmişleri ile kapitalist modernite arasında oluşagelen çelişkileri kapitalizmin aile içi çelişkileri şekline sokar. Bunun en önemli sonuçlarından biri Avrupa merkezli modernitenin farklı zamansallaştırmasının (modern-ilkel, geri, modern öncesi ya da geleneksel gibi) farklılıkları yeniden mekânsallaştırması haline sokmasıdır. Yarattığı farklı modernlik mekânları modernitenin kendisi ile çelişen kültürel iddialarda bulunur. Bu yeni durum, eski dönemdeki Avro-Amerika’nın koruyuculuğunu yaptığı hegemonik modernleşmeye karşı yeni çoklu ya da alternatif modernlik mekânları (ya da zamansallık tanımlamaları) taleplerinde ifade bulur. Avro-Amerkan modernite paradigması ya olmamıştır, gayet tabii, öte yandan modernite üzerinde kültürel hak iddiaları sıkça unutulur ki hem genellikle geçmiş çalışmaların mirasıdır hem de karakterini bu çatışmalardan almıştır. Fakat çok az kişi inkâr edebilir ki, sermayenin globalleşmesinde başarılı oyuncular olan toplumların içinde yeni bir güçlülük ve iktidar duygusu uyanmıştır. Bu da hemen kaçınılmaz olarak kültürel bir sermayeye, global modernleşmenin kültürel tekdüzelik baskısına karşın kültürel olarak farklılığı talep eden bir kültürel hak iddiasına dönüşmektedir. İşte bu koşul, bir teklik olarak ‘global modernite’ olarak tanımladığım durumdur. Farklılıklar, alternatifler veya çoklu modernite değil tek bir modernitenin içindeki çatışmaları (çelişkileri) temsil eder.” [21]

Modernleşmede başarılı oyuncu olan Çin bir yandan kapitalizmin aile ilişkilerine dönüşen geçmiş sosyalizm deneyimini “Çin’e Özgü Sosyalizm” olarak öne sürerken aynı zamanda güçlü bir özgüven kazanmış ve iktidar duygusunu pekiştirmiştir. Bu, ‘tek modernite’nin içsel gerilimleri ve çelişkilerini ifade eder. Dirlik’in çizdiği sınırlarda ‘global modernite’ Avro-Amerikan modelinin ideolojik hegemonyasının olmamışlığının ancak modernleşmenin uzamsal olarak kapitalizmin tarihsel varlığıyla yayılmasının bir sonucudur. Öyleyse bu daha geniş bir perspektif açar. Kapitalizmin tarihsel varlığı üretim güçlerinin gelişimini sağlayabildiği sürece modernleşme düzeyinde yapısal bir belirleyicidir. Tarihsel sosyalizmler politik koşulları devrimcilik yönünde çekmedikleri oranda bu sınırın dışına çıkamaz; olsa olsa kapitalist modernleşmenin bir versiyonu haline dönüşürler.

Yersel olarak başarılı modernleşmeler ideo-kültürel hak taleplerinde bulunurlar ancak bu kapitalist modernitenin etki alanını ve kapsamını genişletir. Geleneksel ideolojiler buna göre yeniden form kazanır. Hatta devrimci politik bir güçten yoksun sosyalizm dahi bu kuşatmadan kaçamaz.

Çin devasa nüfusu ve jeopolitiği ile Batı dünyasının karşısında hak iddiasını ortaya koyabilen bir örnektir. ‘Liberal demokrat’ Batı ideolojisinden ve politikasından kendini ayrıştırmayı “Çin’e Özgü Sosyalizm” iddiasıyla ortaya koyarken partili kurumsallık esas olarak kapitalist modernleşmenin yürütülmesinin sürekliliğini sağlamaya dönük işler. ÇKP’nin işlevi de burada belirir: modernleşmenin yarattığı toplumsal çatışmayı kontrol altında tutmak.

Modern olan ile geleneksel olan arasında ideoloji düzeyinde kurulan sahte karşıtlığa prim verilmemelidir. Çin’de Konfüçyüsçülüğün yükselişi bu sahte karşıtlığa dayanan alternatif modernleşme iddiasının bir sonucudur. Ancak asıl işlevi ihtiyaç duyulan ideoloji açığını karşılamaktır. Zizek’in Zhang Weiwei’den aktardığı şekilde “yükselen Yeni-Konfüçyüsçülük, Uygulamalı Hümanizm, Yeni-Uhrevi Tinselciliğin reddi ve bu dünyada iyice ahenkli yaşama odaklanmak bireyciliğin ve totaliter merkezileşmiş düzenin aşırılıklarından kaçınan ve kendi kökenlerine karşı sadakat ile diğer kültürlere karşı açıklığı birleştiren organik bir yaklaşım, gerçekçi olmayan ilkelere sarılmak yerine pragmatik bir yaklaşım, insan haklarını sadece siyasi ve kişisel özgürlükler olarak değil aynı zamanda bütün maddi ve tinsel gereksinimlerin karşılandığı güvenli ve tatminkâr bir yaşam hakkı olarak holistik kavranmasıdır.” [22]

Böyle bir geleneksel kültürün Çin’in başarısı ardında yatan neden olduğu ileri sürülür. “Çin’in birkaç on yıldır ekonomik mucizeyi gerçekleştirmesini sağlayan bu Konfüçyüsçü geleneğe duyulan sadakat olduğudur: hızlı toplumsal ve ekonomik kalkınma istikrarla birleştirilmiştir. Özetle alternatif modernleşme geliştirmeyi başarmıştır. Rekor hızla kapitalist modernleşme süreciyle iştigal ederken, toplumsal antagonizmaların infilaklarına meydan verilmemiştir.” [23] Bu tam da global modernite içindeki farklılık iddiasıdır. Ardında yatan ise gelenekselin ne derecede modern olduğunu ortaya koyar. “Ekonominin kapitalist dönüşümü sırasında ekonomik eşitsizliklerin hızla büyüdüğü süreçte Çin’li yetkililerin istikrar ve ahenk saplantılarının esasen tek bir anlamı vardır: Sınıf Mücadelesi Yok, Özgür Sendika Yok.” [24]

İktidarın ÇKP’nin elinde bulunması ya da ekonomik gücü siyasi güce çevirecek olanaklardan yoksun burjuvazinin ÇKP liderliğini kabul etmesi kaydedilen gelişmeye bakılırsa Çin burjuvazisinin lehine olmuştur. ÇKP mevcut haliyle burjuva olmayan bir partidir ancak toplumsal antagonizmaları üretim güçlerini geliştirme amacıyla burjuvazi lehine kontrol altında tutmayı üstlenmiştir. ÇKP’nin kapitalist işletmeleri de kapsayan devasa örgütlülük ağı bu kontrolü oldukça etkin olarak sağlar.

Sonuç

Kolay çözüm yok! Ezilenler binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde iktidar oldular. Büyük başarılar ve yenilgiler yaşadılar. Marksizm bu tarihin içinde geçtiğimiz yüzyılda tüm ezilenler tarihi içinde en başarılı deneyimlerin oluşturucusudur. Ne var ki, arkadan gelen yenilgilerin büyüklüğü de zaferlerin büyüklüğü ile orantılıydı. Şimdilerde yenilmiş ezilenlerin yine ütopyacılığın ipine sarılması gündemde. Gerçek deneyimleri ve sorunları Marksistçe üstlenmek yerine kurgusal ideallere sarılınarak geçmişin avuntusuna sığınılıyor ve bu ‘Marksizm’ sanılıyor!

Çin kendi tarihsel deneyimi içinde büyük kavgalara girme cüretini gösteren Mao gibi bir komünistin önderi olduğu ÇKP önderliğinde zaferi de yaşadı yenilgileri de. ÇKP bugün komünist bir önderlikten yoksun. Çin’de ezilenlerin komünizm davasını güdenler açısından politik yenilginin görünür olduğu koşullarda sosyalizmin tarihselliğinin yenilgisine son nokta koyulmadı henüz. Bu nedenle “Çin söz konusu olduğunda kapitalizmin restorasyonundan bahsetmek sorunu yüzeysel ele almak anlamına gelir”. [25]

Kimi zaman ezilenlerin kurtuluşu için verilen mücadelenin büyüklüğü gözden kaçırılıyor. “Söz konusu olan kapitalizm sonrası bir toplum inşa etmektir. Bunu yaparken de kuracağımız toplumu eleştirel olmayan basmakalıp bir ütopyanın renklerinde görmekten vazgeçmemiz gerekmektedir.” [26] Marksizmin bütünsel yapısı buna muktedirdir.

Losurdo’nun gayet gerçekçi olarak işaret ettiği gibi şimdilerde bolca ortalıkta dolaşan sözde açıklamaların tuzağına düşmemek gerekiyor. Ve ek olarak, Çin konusunda muarızlıktan kaçınırken muhafızlığa da soyunmamak… “İdealist içerikli sözde kavramlar yerine Mao’nun en üretken yıllarında kullandığı öğrenme kavramını kullanmamız gerekiyor. Söz konusu olan kapitalist toplum sonrasında inşa sürecinin nesnel çelişkilerle dolu karakterini ve daha inşa sürecinde olduğumuzu idrak etmemiz gerektiğini vurgulamaktır.” [27]

Herhangi bir sosyalizm deneyimi kadar Çin’in mevcut ‘tarihsel sosyalizmi’ de öğrenme sürecinin kapsamındadır. Bu “Çin’e Özgü Sosyalizm” tezini kabul etmek anlamına gelmez. Kesin bir politik karşıtlık konusu olması da bunu değiştirmez. Çin bugün sadece üretim güçlerinin geliştirilmesi için kapitalizme başvurması ve bunu başarıyla sürdürmesinin kimi gözleri kamaştırması ile değil bu sürecin sorunları ve ağırlığıyla da dikkatleri üzerine toplamaktadır. “Öğrenme sürecinin başarısı kesin güvence altında değildir. Ne çelişkilere ve çatışmalara ne de yenilgiye uğrama tehlikesine karşı bağışıklık vardır. Bu ise sonuçlanmamış uzun bir süreç olacaktır.” [28]

Öyle ya da böyle Çin yoluna devam ediyor. Boylu boyunca tarihsel kapitalizmin sularına demir atması da olasılıklar dahilindedir. İçeride komünist devrimci mücadelenin şimşeklerinin çakması da… ÇKP tarihi parti içi mücadelelerle doludur. Bugün naif bir görüş olsa da parti içinden komünist kadroların çıkması olasıdır. Ya da Çin’in tam ahenkli toplum iddiasının ötesinde, ellerinde Mao alıntılı posterlerle protestolara katılanların ve komünist kadrolarla ezilen kitlelerin buluşmasının yaratacağı devrimci patlamaların yaşanabileceği kolayca düşünülemez. Devrimin Çin’inde “Doğu Kızıldır” marşı okunurdu. Yeniden şafağın kızıla boyanması er ya da geç umulandır. 



[1] Milliyet Gazetesi, 27 Kasım 2021.

[2] Xi Jinping’ten aktaran Philip S. Golup “Çin’in ABD’ye Karşı Finansal Kozu”, Le Monde Diplomatique Türkiye, 6 Aralık 2021, Sayı 23.

[3] Milliyet Gazetesi 27 Kasım 2021.

[4] A.g.e.

[5] A.g.e.

[6] A.g.e.

[7] N. Shakespeare, Guzman’ı Ararken, Çev: Murat Çeliker, Nisan Yay., İstanbul 1997, s. 9

[8] A. Dirlik, Global Modernite ve Sosyalizm, Der: Veysel Batmaz, Salyangoz Yay., İstanbul 2006, s.239.

[9] Domenico Losurdo, Tarihten Kaçış, Çev: Coşkun Erdemir, Yordam Yay., İstanbul 2018, s. 80.

[10] Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Çapraz Politikası”, Teori ve Politika 82, Kış 2021, s. 27.

[11] Arif Dirlik, “Mao Zedung ve Çin Marksizmi”, Çev: Suat Kardaş, Marksizm Ötesinde Marksizm içinde, Yay. Hazırlayan: Yavuz Alogan, İmge Yay., Ankara 2005, s. 245-46.

[12] A. Dirlik, Kriz, Kimlik ve Siyaset, Çev: Sami Oğuz, İletişim Yay., İstanbul 2009, s.21.

[13] Mao Zedung, Seçme Eserler VI., Kaynak Yay., İstanbul 2000, s.394.

[14] A.g.e., s. 362.

[15] D. Losurdo, Tarihten Kaçış, a.g.e., s.60

[16] A. Dirlik, Kriz, Kimlik ve Siyaset, a.g.e., s. 42

[17] A. Dirlik, Global Modernite ve Sosyalizm, a.g.e.

[18] J. Gray, Kara Ayin, Çev: Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2013, s. 68-69

[19] S. Zizek, Umutsuz Olma Cesareti, Çev: Ilgın Yıldız, Eksik Parça Yay., İstanbul 2020, s.144-45

[20] Jiang Zemin’den aktaran: D. Losurdo, Tarihten Kaçış, a.g.e., s. 79.

[21] A. Dirlik, Global Modernite ve Sosyalizm, a.g.e., s. 81-2

[22] S. Zizek, Umutsuz Olma Cesareti, a. g. e., s. 128

[23] A.g.e., s.128

[24] A.g.e., s. 136

[25] D. Losurdo, Tarihten Kaçış, a. g. e., s. 64

[26] A.g.e., s. 75

[27] A.g.e., s. 89

[28] A.g.e., s. 123

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar

Çin 2013