Ana SayfaArşivSayı 34Postmodernizm Üzerine

Postmodernizm Üzerine

“Marksizmin bilim temelini reddedenlerin doğal olarak güç kazandıkları bir evredeyiz.”[1]

Althusser, Marksizmin tarih bilimi öncesi ideolojik sorunsaldan koparak “bilimsel teori içinde Tarih-Kıtası’nın ortaya çıkışını” ‘epistemolojik kopuş’ olarak adlandırır.

Jameson, modernitenin kopuşundan (kopuş ve süreklilik diyalektiği)[2] bahsetmektedir, ancak Althusser’in söz ettiği kopuş, ‘tarihsel’ bir kopuş değil epistemolojik kopuş “bilimsellik öncesi bir sorunsalın bilimsel bir sorunsala dönüşümünü belirleyen kopuş”tur[3]. Kopuşa hiçbir öznellik yüklenmemiştir.

Tarih felsefesi Marksizmden önce vardı ve ondan sonra da varlığını sürdürdü. Ancak “Marksizmin yeniliği, onun daha önce olmayan bir bilimi oluşturması ve temellerini ondan almasıdır.”[4]

Son yıllarda postmodernizm tartışmaları, Marksizmi ‘modernizm’ ile ‘postmodernizm’ arasında tutum almaya zorlamıştır. Postmodernizmin ‘anti-ütopyacılığı’na bir tepki olarak Aydınlanmacılığa ve ütopyacılığa (umuda) sarılan dar-Marksizm[5] postmodernizmin tarihsel ilerlemecilik eleştirilerine karşı da modernist tarih yazımını Marksizme rağmen sahiplenmektedir. Post-Marksizm ise postmodernizmin argümanlarını kullanarak Marksizmin artık geçerliliğini yitirdiğini, aşılması gerektiğini öne sürer.

Modernizm ve krizi

Foucault, genel olarak moderni, bir takvim üzerinde kurulmuş olarak daha naif bir “premodern”den sonra gelerek ve daha sonra esrarengiz ve sıkıntılı olan bir “postmodern” tarafından takip edildiği bir dönem olarak tanımlanmasına karşı bir tavır olarak algılamaktan yana. Modern tavır, “Baudelaireci modernlik, gerçekliğe saygı duyan ve onu bozan özgürlüğün pratiği ile gerçeğe olan sonsuz dikkatin birleştiği bir uygulamadır.” [6]

Fredrick Jameson postmodernizmin tarihi dönemleştirme üzerine bir çelişkisinden bahsetmektedir. “Modern-olmayan, kaçınılmaz olarak modern-öncesini” ima ederken “postmodern bir gelecek bile tanımlar görünmemektedir”.[7] Bu yüzden Jameson “modernite kavramının göründüğü bütün bağlamlarda kapitalizmi koymayı” önermektedir. Geç kapitalist dönemin postmodernizmini de, Jameson geç modernizm olarak adlandırmaktadır.

David Harvey de postmodernistlerin karmaşık olan tarihe göreli olarak basit dönemleştirmeler yapma çabasının sadece ne tür bir modernizme tepki gösterdiklerini anlamakta faydalı olduğunu belirtiyor. Örneğin, Aydınlanma projesinin “eğer doğru biçimde resmeder ve temsil edebilirsek dünyayı kontrol altına alabiliriz” düşüncesine…[8] Ona göre, “Modernizmin uzun tarihi ile postmodernizm adını taşıyan akım arasında, farklılıktan çok daha fazla süreklilik mevcuttur.” [9] Harvey postmodernizmi modernizmin bağrında özgül bir kriz olarak olarak görür.

Kriz, modernizmin üst-dillerinin, üst-teorilerinin, üst-anlatılarının yorganının gerçeğe büyük gelmesinden, gerçekteki önemli farklılıkların üzerini örtmesinden kaynaklanır.

Postmodernist, yorganı kaldırmış, “modernistin, karmaşık ama yine de tekil bir gerçekliğin anlamını daha iyi kavramasına izin veren perspektivizmine karşıt olarak, radikal biçimde farklı gerçekliklerin nasıl bir arada varolabileceğine, birbirine değebileceğine iç içe geçebileceğine ilişkin soruları ön plana çıkarmıştır.”[10]

David J. Denby modernizmin krizini, Aydınlanmanın pozitivist nedenle yozlaşmasından kaynaklı değerler ve yönelimler krizi ve pozitivist tarih yazımının (epistemolojik) krizi olarak tanımlamaktadır.[11] 

Bugün, modernleşme dönemi sonrası yeni bir döneme girildiği yönünde genel bir oydaşma vardır, ancak modernizm, ideoloji olarak halen egemenliğini sürdürmektedir. İdeolojiler tarihsel dönemlerle ortadan kalkmazlar: Örneğin hümanist ideolojinin tarihte tekrar tekrar ortaya çıkması gibi: “Umutla teorinin kesiştiği yükseliş dönemlerinde, ‘zorunluk’ ve ‘kaçınılmazlık’ pratiğin bilinci haline gelebiliyor… Yenilgi ve gerileme dönemlerinde ise ‘hümanizm’ unsuru öne çıkıyor.”[12] Krize Aydınlanma ideolojisinim krizi olarak bakmak anlamlıdır. Epistemolojik kriz tartışmaları ise önemli teorik kaynaklar sunmaktadır. Postmodernistlerin ampirist, pozitivist tarih yazımını mahkum etmek üzere dikkate değer eleştirilerde bulunduğu ancak kendi sorunsallarının da tarihselcilikle malul olduğu ya da epistemolojinin tamamen reddine vardığı kabul edilmelidir.

Özne Sorunu ve “şimdi”nin ontolojisi

“Postmodern teolojik proje, aklın kudretini terk etmeksizin, Tanrı’nın hakikatini yeniden ileri sürmektir.”[13] Aydınlanmanın aklı kendi kendini yadsıyacak ve başkalarına boyun eğdirmek için basit bir araç haline gelecekti.

Jameson; Hegel ve Heidegger tarafından[14] Modern Çağ’ın başlatıcısı olarak kabul edilen Descartes’ı Heidegger üzerinden okur. Descartes, özne-nesne ayrımının başlatıcısıdır ve öznelliğin temsili olarak cogito’yu ortaya atmıştır. Bu anlamda öznelliğin temsilinin gücüne dayanan modern düşüncenin başlatıcısıdır.

Heidegger de özne ve nesne arasında temsil ilişkisi kurar. “Heidegger’in temsil dediği şey nesnenin özel bir şekilde inşasıdır.”[15] “Temsilin nesnesinin algılanabilir olarak inşası, biçimsel olarak, bu algının gerçekleşebileceği varsayılan bir yer açar: Özne olan şey işte bu biçimsel ya da yapısal yerdir, ve hiçbir türden öz ya da töz değildir.”[16] “Bilinç ya da özne, ancak nesne(l) dünyanın dolayımı ve bunda nesne(l) dünyanın momentinin tarihsel olarak üretilmesi yoluyla temsil edilebilirler.”[17]

Jameson, Heidegger’in Descartes’ın tezini ters çevirerek kurduğu materyalist teziyle (öznenin nesneyi değil, nesnenin özneyi yarattığı sonucuna ulaşan modernitenin temsil olarak doğuşunun açıklamasıyla), ‘öznesiz ve ereksiz bir tarih’ önermesine varır. “Bilinç temsillerin ona ve onun için yapıldığı bir şey olduğu sürece, bilincin, kendi-içinde-bir şey olarak, temsil edilemez olduğu anlamına gelir.”[18] “Bilinç hiçbir şekilde temsil edilemez ise modernite anlatısı, öznellik kategorileri etrafında örgütlenemez.”[19]

Modernizme göre tarihin bir ‘özne’si ve ‘amacı’ vardır. Modernizm; geçmiş, bugün ve gelecek arasında ‘özne’ye ve amaca göre bir ilişki (diyalektik ya da süreklilik) kurar.

Postmodernizm için şimdi’nin ontolojisinden başka bir gerçek yoktur.

‘Merkezsizleşmiş özne’ (kimlik) ya da benlik duygusu bu uzam alanında (şimdinin ontolojisi) sürekli yeniden oluşur. Bir kimliğin diğer kimlikten hiçbir ayrıcalığı olmadığı gibi, aynı kimliğin sürekli yeniden oluşması onun geliştiği ya da olgunlaştığı anlamına da gelmez.”[20]

Postmodernizm ‘modernizmin özne’si yerine ‘merkezsizleşmiş’ ya da ‘parçalanmış’ özneler koyar: belirsiz bir özne ya da özneler.[21]

Tarih bilimi ve postmodernizmin konumu

Tarih Kıtasını bilimsel bilgiye açmış bir yapı olmasına karşın, Marksizmin kurucu ve sürdürücüleri pozitivist etkilenmelerden uzaklaşamamıştır. 1920’lerde Batı Marksizmi pozitivizme savaş açmıştır. Ontolojik verilerin doğrudan ele alınıp kavramlaştırılması, varolanın yansıması ve burjuvazinin onaylanması olacaktır. Özne kategorisi Marksistler tarafından, devrimcilik adına, teorik ve politik olarak edinilmiştir. Bu tarihsel idealist yaklaşımı Marksizm alanına ilk taşıyan Lukacs’tır. Günümüze gelinceye kadar, tarihsel idealizm, Marksizme derin bir şekilde nüfuz etmiş bulunuyor.

‘Proletaryanın öz bilinci’, tam da Jameson’ın modern düşüncenin yanılsaması olarak eleştirdiği ‘kendinde şey olarak temsil edilen özne’yi işaret etmektedir. Ve böylece, “Modernist projeye şekil verecek ve onu yönlendirecek olan burjuvazi mi olacaktı, işçi hareketi mi?”[22] naif sorusu tarihsel meşruluğunu kazanmıştır.

Modernist öznelliğin temsili, yani kendi gerçekliğini bilen ve yaratan özne kategorisinin reddedilmesi gereklidir. Yukarıdaki soru, özneye vurgu yaparken öznenin politik olarak ‘an’da ilerici ya da gerici konum alıp almadığını tartışmamaktadır.

Postmodernizm tarihsel determinizmi (yasalılığı) yadsır. Ancak postmodernizmin karşısında Aydınlanmacılığı savunan Marksist akım da bilimsel determinizmin yerine felsefi determinizmi koyarak nedensellikten de, insan özgürlüğü anlamına gelen olumsallıktan da kaçmamış oluyor. Bu akım, bilimi postmodernistin yaptığı gibi reddedemiyor; tarih bilimini felsefeleştiriyor.

68 olayları bazı Batı Marksistlerince kaçırılmış son bir fırsat, “50’lerin sonu 60’ların başında ortaya çıkan Yeni Sol’un, sol coşkunun son soluğu”[23] olarak ya da “teoriyi pratiğe geçirmek için hayali bir son şans”[24] olarak değerlendirilmektedir. 

1960’ların sonundan başlayarak Marksist teorinin, postmodernizm, yapısökümcülük ve post-Marksizmin yoğun eleştirilerine maruz kaldığı ortamın oluşmasına bu pratik yenilginin yol açtığı yine bu Marksistlerce paylaşılan bir görüştür. Postmodernizm ya yenilgiden umutsuzluğa kapılmış entelijansiyanın teorik-politik yönelimi ya da Marksizmin işçi sınıfı vurgusu yerine 60’ların politik arenasında ‘farklı kimlik’lere yapılan vurgunun entellektüel mirası olarak görülmektedir.

Lyotard’ı 19. yüzyılın üst-anlatılarından biri olarak kabul ettiği Marksizmi terk ederek postmodernizme ulaştıran süreci, 1950’lerde Cezayir sorunu ile ilgilenirken, Marksizmin, Cezayir’in “saf olmayan konumu”nu tahlil edemediği, Cezayir’in özgüllüklerini yakalayamadığı kanaatinin başlattığı ileri sürülmektedir..[25] Lyotard üst-anlatıları, ‘özne’nin eylemlerinin değeri olarak “Özgürleşme Miti”ni ve ‘özne’nin bilgilerinin doğrulunun garantisi olarak “Doğruluk Miti”ni reddetmektedir. Modern çağ bitmiştir; yerini alan postmodern çağda artık Aydınlanma düşüncesinin ‘ilerleme’ fikri ve kurtuluş anlatılarının bir değeri kalmamıştır.

Postmodernizm için, ‘saf olmayan durum’, ya da bizim terminolojimizle ‘gerçek gerçek’ dışında bir gerçeklik yoktur.

“Bu dünya deneyimimizde karşılaştığımız her şeyin bir yorumlamadan ne eksik ne de fazla olduğu anlamına gelir; dünya üzerindeki şeyler kendi öznel değerlerimiz itibariyle yorumlanır ve bu yüzden, bilinebilir olan tek dünya bir farklılıklar dünyasıdır.”[26] 

Harvey, “deneyimin ‘bir dizi arı ve ilgisiz şimdilere indirgenmesiyle’ (…) ilerleme fikrinden sakınan postmodernizmin, bir yandan her türlü tarihsel süreklilik ve bellek duygusunu terk etmesini, bir yandan da tarihi yağmalaması ve oradan ne bulabilirse onu şimdinin bir boyutu gibi massetmesini”[27] tehlikeli bulmaktadır. “Postmodernizmin retoriği tehlikelidir, çünkü ekonomi politiğin ve küresel iktidar koşullarının gerçekliğiyle yüzyüze gelmekten kaçınır.”[28]

‘Şimdi’nin ontolojik gerçekliğinden başka bir gerçekliği kabul etmemek tarih biliminin reddiyle sonuçlanmaktadır, çünkü ‘an’ bilime kapalıdır. Böyle bir yaklaşımın politik uç vereceği de şüphelidir.[29]  

Tarihselcilik ve yeni dönemde Marksizm

1989’da “sosyalizm deneyimleri”nin yıkılışıyla birlikte dar-Marksist odaktan gelen cılız çığlıklara rağmen Marksizmin ölümünün ilan edildiği bir dönemden sonra tekrar “ölen” Marksizmin hiç değilse hayaletinin yardıma çağrıldığı ya da canlandırılmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.

2000’li yıllarda, “‘komünist geleneğin’ olmasa da Marx’ın yeni bin yılın arifesinde söyleyecek sözünün olup olmadığı”[30] tartışılmaya başlanmış ve Derrida’nın şu sözü son zamanlarda hayli ün kazanmıştır:

“Marx’sız olmaz, Marx’sız bir gelecek olamaz, Marx’ın hatırası ve mirası olmadan hiç olmaz: Her koşulda bir Marx gerekir. Dehası, ya da en azından hayaletlerinden birisi gereklidir.”[31]

Bu durum, Marksizmin teorik gücünün hala bir çekim merkezi olduğunu gösteriyor.

Tabii ki Fredrick Jameson’un ifade ettiği gibi yardıma çağrılan “bugünkü (…) Marksizmler (siyasal hareketler olduğu kadar, entellektüel ve teorik direniş biçimleri olarak da), modern dönem, ikinci aşama ya da emperyalizm çağında gelişen Marksizmlerden farklı olacaktır.[32]

Tarihselci epistemolojiyi, Aydınlanmacı Marksistler, postmodernist Marksistler ve post-Marksistlerin hepsinde birden izlemek mümkün.

Postmodernist dönemselleştirmeye göre, zaten Marksizm 19. yüzyıla sıkışıp kalmış modernist anlatılardan biridir. Anlatılara inanmamak söz konusu da olsa yapıbozum imdada yetişebilir.

Jameson, Marksizmin, kapitalizmin iç çelişkilerinin bir bilimi olduğunu, kapitalizmin krizinin teorileştirilmeye uygun ve sistemik olduğunu ve bu krizlerin üstesinden, sistemin genişlemesi ve yeni tip metaların üretimiyle geldiğini ifade ediyor. Ona göre, çeşitli post-Marksizmler de “kapitalizmin yeniden yapılandığı ve devasa bir biçimde genişlediği konaklarda” ortaya çıkarlar.[33]

Douglas Kelner’a göre, “tam da kapitalizmin çeşitli krizlerinin kapitalist sistemi belli şekillerde (emperyalizm, örgütlü kapitalizm, devlet kapitalizmi, refah devleti, tüketici toplumu, ulus ötesi kapitalizm, teknokapitalizm vb.) kuvvetlendiren yeni hayatta kalma stratejileri ortaya çıkarmış olması gibi, Marksizmin krizleri de periyodik olarak Marksçı teorinin gelişmesine ve iyileşmesine yol açmıştır. Gerçekten de, Marx’ın tarihsel materyalizmi doğal olarak tarihsel bir teoridir ve tarihsel materyalizmin kategorileri, yeni tarihsel koşullar ve durumlar ortaya çıktıkça revizyona ve geliştirmeye gerek duyarlar.”[34]

“Kapitalist bir toplumda yaşıyoruz ve kapitalist bir toplumda yaşadığımız sürece Marksizm varlığını sürdürecektir.” [35]

Biri Marksizmi kapitalizmin çelişkilerinin bilimi olarak görmektedir; diğeri için Marksizm tarihsel bir teoridir. Biri postmodernist tarafta diğeri Aydınlanmacı tarafta durmaktadır.

Marksizmin çağıyla ilişki kurmasının uygun bir şeklini Metin Kayaoğlu vermektedir:

“Marksizm tarihsel olarak ‘modernleşme’ diye adlandırılan dönemde ortaya çıkmıştır ve modernleşmenin birtakım özelliklerini barındırmaması düşünülemez. Hatta bu istenir de. Çünkü Marksizm, tarihsel olarak çağının ötesini geçemez ve politik niteliği ancak çağıyla ilişki kurmakla mümkün olabilir. Modernizm Marksizmde tarihsel-olan dışında bir varlığa sahip olmamak gerekir.(…) Tanımı gereği modernleşme boyutları, etkileri, unsurları çıkarıldığında geriye kalan hala tanınabilir niteliğiyle Marksizm olmalıdır; çünkü Marksizm, her üç bileşeninde de tarih-aşırı temel boyutlara sahiptir.”[36]     

 

[1] Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”; Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995 içinde, s. 22

[2] Jameson, tarihsel zamandaki aynı ‘an’ın iki ayrı algı biçiminden bahsediyor. ‘Devrevi’ olan algısal örgütlenme radikal bir kopuş hissinden oluşan bir tarih bilinci; tipolojik olan bütün döneme gösterilen dikkat ve ‘modern’ dönemin geçmişteki bir dönemle benzer olduğu hissinden oluşan tarih bilinci olarak tanımlanıyor. Süreklilik ve kopuş diyalektiği belirliyor. Buna göre postmodernizm süreklilikten çok kopuşları vurguluyor. Geç kapitalizmde zamansallıklar şimdiye indirgenmiştir; yeni bir diyalektik an, kopuş ve dönemin diyalektiğini varsayar. “Burada söz konusu olan, devamlılıkların öne çıkarılması, geçmişten şimdiye bağlantısız geçiş üzerindeki ısrarcı ve değişmez dikkatin yavaşça radikal bir kopuşun bilincine dönüşürken, aynı zamanda bir kopuşa gösterilen güçlü dikkat, kendiliğinden kopuşu bizatihi bir döneme dönüştürdüğü ikili bir harekettir.”

[3] Louis Althusser, Marx İçin, Çev.: Işık Ergüden, İstanbul 2002, İthaki Yay., s. 43

[4] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 17

[5] ” ‘dar-‘ ile, Batı’da varlığını sürdüren ve son birkaç onyılın belirginleşen krizli ortamında Marksizmin sorunlarına belli bir tarzda tepki gösteren ve belirgin olarak teorik bir akım olduğu söylenebilecek, ama sınırlarını çizmenin her zaman kolay olmadığı genel ve yer yer heterojen bir eğilim kast ediliyor.” M. Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001-Kış 2002

[6] Michel Foucault, “Aydınlanma nedir?”, Çev.: Eda Özgül, Özlem Oğuzhan, Toplumbilim 11, Temmuz 2000, s. 72  

[7] Fredrick Jameson, Biricik Modernite: Şimdinin Ontolojisi Üzerine İnceleme, Çev.: Sami Oğuz, Ankara 2004, Epos Yay., s. 202

[8] David Harvey, Postmodernliğin Durumu, Çev.: Sungur Savran, İstanbul 2003, Metis Yay., s. 137

[9]Harvey, a.g.e., s.41

[10] Harvey, a.g.e., s. 56

[11] David J. Denby, “Aydınlanmanın Krizi Modernizmin Krizi mi?”, Çev.: Lerzan Caner Taşçıer, Toplumbilim 11, Temmuz 2004, s. 95

[12] Yılmaz Sezer’den aktaran: M. Kayaoğlu, “Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”, a.g.e., s. 22

[13] Harvey, a.g.e., s.57

[14] Hegel için teknik uygarlık, hukuk devleti ve akılsallığın önceliği anlamına gelen Modernlik, Heidegger için artık totaliter deneyimler, doğanın ve insanın teknik sömürüsü ve varlığın unutulması anlamına gelmektedir. Her ikisi içinde bir 17. yüzyıl filozofu olan Descartes, bu çağın ilk gerçek ürünüdür. (Tülin Bumin, Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, İstanbul 2003, Yapı Kredi Yay.)

[15] Jameson, a.g.e., s. 47

[16] A.g.e., s.48

[17] A.g.e., s. 47

[18] A.g.e., s. 44

[19] A.g.e., s. 55

[20] Yılmaz Sezer, “Tekelci Emperyalizm Döneminde Marksizmin Krizi”, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001-Kış 2002, s. 45

[21] Yılmaz Sezer, Teori ve Politika’nın 24-25. Sayısındaki “Tekelci Emperyalizm Döneminde Marksizmin Krizi” adlı yazısından bu yana F. Jameson okuması yapıyor. Sezer‘in, derginin 32-33. Sayısında yer alan “İlk Günah ve Aydınlanma” başlıklı yazısında kapitalizmin tekelci evresindeki Aydınlanmanın ‘insan modeli’nin postmodernizm ile emperyalizmin tekelci evresinde dönüşüme uğradığı; ‘özne merkezli akıllardan’ giderek tekelleşen ‘özne merkezli akıl’a yönelindiği ifadesi hem özne kategorisini yanlış koymakta, hem de “İdeolojinin ne insan doğasına, ne tarihsel bir özneye, ne de ekonomik yapıya indirgenemeyeceğini” göz ardı etmektedir.

[22] Harvey, a.g.e., s. 43

[23] Andrew Levine, Marksizmin Geleceği Var mı?, Çev.: Ali Çakıroğlu, İstanbul 2004, Aykırı Yay., s. 49

[24] Ken Post, “Bir Orta Yaş Krizi”, Çev.: Özgür Yakupoğlu, Teori ve Politika 32-33, Güz 2003-Kış 2004, s. 119

[25] Ronaldo Munck, Marx@2000>, Çev.: Yalçın Yusufoğlu, İstanbul 2003, Kitap Yay., s.180

[26] Jon R. Snyder’den aktaran Ken Post, a.g.e.

[27] Harvey, a.g.e., s. 71

[28] Harvey, a.g.e., s. 138

[29] Ali Osman Alayoğlu, “Barbarlar ve Asiler” başlıklı yazısında (Teori ve Politika 26, Bahar 2002) Baudrillard örneğini verir. 11 Eylül’de belli bir konjonktürde devrimciler ile aynı saflarda yer alan Baudrillard yanlış bir sistematikten ‘uygun’ bir politik tavır doğmasının örneğidir.

[30] Ronaldo Munck, Marx@2000>, a.g.e., s. 180

[31] Aktaran Stuart Sim, Derrida ve Tarihin Sonu: Postmodern Hesaplaşmalar, Çev.: Kaan H. Ökten, İstanbul 2001, Everest Yay., s. 46

[32] Fredrick Jameson, “Gerçekte Var Olan Marksizm İçin Beş Tez”, Çev.: Ercüment Özkaya, Teori ve Politika 5, Kış 1997, s. 71

[33] Fredrick Jameson, a.g.e., s. 65

[34] Douglas Kellner, “Marksizm Ömrünü Doldurmuş mudur?”, Çev.: Sina Güneyli, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001- Kış 2002, s. 154

[35] A.g.e., s. 179

[36] M. Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, a.g.e., s. 34

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar