Ana SayfaGüncel Yazılar1 Kasım Sonrası Mücadele

1 Kasım Sonrası Mücadele

 

Son birkaç yıl içinde birçok ezber bozuldu. CHP ve geniş “laik” yığınlar “türban”ı sorun olmaktan çıkardı. Türkiye solundaki anti-PKK damarı çatladı. Türkiye solu, örneği çok az da olsa, muhalif Müslümanlarla tanıştı. “Çözüm süreci” ile şovenist milliyetçilik büyük bir bozunuma uğradı ve bu tepki devlete kapılanan yığınların hareketi olarak billurlaştı. Kürdistan Özgürlük Hareketi, tartışmalı da olsa Türkiye’nin batısında ideolojik kanallar açtı, dahası batıdaki Kürtlerin büyük çoğunluğuna erişmeyi başardı. Bunca şey olurken ideolojik ezberlerin sallanmaması mümkün müydü? Ezberde direnenlerden, örneğin, TKP üçe bölündü. Vatan Partisi çalkalandı. Devrimci gelenekten hareketler, kendilerini HDP limanına atıp bu anafora kapılmaktan kaçınabildiler. İdeolojiler varsın dağılsın, yeter ki fırtınalar eksik olmasın!

1 Kasım seçimleri, bu eğik düzlemin unsurlarını belirginleştirdi.

*

Devlet dışı muhalefet yükseldiğinde, istikrarsızlık, aynı anlama gelmek üzere, devletsiz kalma korkusuna kapılmış ve bu korkuyla uyuşmuş kitlelere dayanan devletin eli artık daha rahat. Tayyip’in kumandasındaki devletin 1 Kasım ile yetineceği beklenmiyor. Şimdiden başkanlık sistemi tartışmaları açıldı. Emperyal arzu ve hevesleri duvara çarpınca dikkatleri daha da umutsuz bir hırsla içeriye yönelecektir.

Tayyip devleti, kararsız istikrar döngüsünü gören Kemalistlerin nişangâhındaydı bir süredir. 1 Kasım, salınımın yüksek dalgasında bir moment olarak kaydolunca, “rahat duruşa” geçildi. Ancak bu durumun uzun süreli olmayacağı açık. Salınımın alçak dalgaları kısa sürede görünecektir.

AKP, “kaos olur!” diyordu. Gerçeği söylüyordu. “Kargaşada Tanrı fakirden yanadır” sözü bu defa haklı çıkmadı. Fakir henüz yeterince fakir değil. Suriye’deki gibi bir iktidarsızlık ve kaos ortamında devletin merkezinde devrimci bir özne ortaya çıkmadı. Türkiye’nin merkezinde devrimci öznenin emareleri yok. Bırakalım devrimci özneyi, oy veren kitlelerin aklını karıştıracak devlet içi bir alternatif bile yok. 7 Haziran’da AKP’nin istikrarsızlaştırıcı yönünü fark edenler tereddüt içindeydi. 1 Kasım’da ise “en kötü istikrar bile istikrarsızlıktan, devletsizlikten iyidir” diye düşünen yüzergezer kitleler, oldukça politik bir kararla, en yakın istikrar odağı olan AKP’ye tutundular. Bu kitlenin yüzergezer özelliği her şeye rağmen, politikleşen havanın bir göstergesi olarak ele alınmalıdır. Kısa süre önce devleti tehdit eden bir harekete oy verebilenler, bir anda devlete dönebiliyor demek ki.

HDP’ye oy veren Türkiyelilerde “AKP seçimle geriletilebilir, hukuk onlar için de işler” türü konformist anlayış yaygındı. Moral bozukluğu da bu nedenle. Bu anlayışın sahipleri HDP’nin, Kandil’le ilişkisini kesmediği için kabul görmediğini savunuyor. Bu anlayış Kürt Devrimci Öznesini ayrıştıramıyor ve dikkate almıyor. Onlara göre, Kürt Hareketi makul davransaydı, seçim süreci sonunda AKP’nin suçlarının farkında olanlar ile ittifak içinde, bir rüya gerçekleşebilirdi! Kürt Hareketinin 40 yıllık mücadele tarihini, bağımsız eylemini görmemek ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bu anlayış sahipleri HDP ve CHP’nin 7 Haziran’da “iyi salladık” sözü ile ifade olunan geleceği arzuluyor. CHP’yi politik bir ittifaktan çok, AKP’nin kara kalabalıklarına karşı ortak kültüre sahip, ayarları düzgün bir kapitalizmin unsuru olarak görüyorlar. Kürt Hareketi ve AKP’ye karşı laik, batılı ve rasyonel muhalefet sadece eylem olarak değil, bu vizyon farkı ile de iki ayrı ontolojik bütün. AKP’nin kendi hukukuna sığmayan yağmacılığı makul görünmezken, örneğin kurumsal devletin, hukuka uygun yağmacılığı kabul görüyor. Yeter ki düzenin istikrarı sağlansın.

Devrimci olmak ve olmamak, bağımsız ideolojiye sahip olmak ve olmamak şeklinde özetlenebilecek bu ontolojik ayrım yanında teknik, taktik bir fark da söz konusu. HDP’nin Kandil’e mesafe alması ve düzenin hukukuna bir adım daha yaklaşması, kendini bu hukukla sınırlamayan devlet aygıtı karşısında elindeki bir silahı daha bırakmak anlamına gelir.

 

Türkiye’nin batısında mücadele

Gezi ile başlayan süreç, bir konjonktürel dönem kapandı. 1 Mayıs 1996 ile Mayıs 2013 arasındaki kesif karanlıktan sonraki iki yıl önemli bir politikleşme ile geçmişti. İki yıllık mücadele dönemi, 1 Kasım 2015 seçimleri ile düşmanın sağlam bir duvarına çarpıp sekti. Gezi’den bu yana yerel düzeyde yükselen hareketin, yapısal düzeyde etkileyici bir kuvvet olmasına imkan tanınmadı. Gezi’nin, kitlesel ama bir yapıdan yoksun devinimi kendine HDP içinde bir yer buldu, ancak içinden, sürekliliği sağlayacak, bir güç olduğunu hissettirecek bir özne çıkaramadı. Varlığını sürdürebilme kudretine sahip olan bu amorf yapının, bu varlığı öznelik seviyesine çıkaracak uzuvları yok. Bu açıdan kitlesel mücadele politikasının da sınırları göründü. Bu sınırlara erişilip orada duruldu. Kürt Hareketi ile olan ontolojik farka karşın “tarihsel devrimci diyalektiğin” işlemesi sonucu ortaklaşılan laik, batılı, rasyonel sol hareket ile HDP çatısında oluşan ittifak için sınır yüzde 13 oldu. Devletin hukuk, şiddet, medya, para ve benzeri birçok aracına karşın, “doğal hak”ka dayalı bir mücadelenin sonunu da işaret ediyor bu moment. Bir sonraki mevzi ancak bir özne ile kurulabilir görünüyor. Öznenin yokluğunda, özneliğin gereği olan araçlar yaratılamıyor, kullanılamıyor. 1 Kasım’la gelen istikrar daha kısa olacaktır. Ancak devrimci özne yokluğunda, yaşanan krizler kendi içinde çözülecektir.

 

Kültürel mücadeleye karşı politik mücadele

Teori ve Politika sayfalarında teori ve pratiğin örtüşmez nitelikleri sürekli vurgulandı. Felsefi olarak tutucu şekilde materyalist, bilimsel olarak tarihsel determinist olmanın gereği anlatıldı. Ancak pratikte hiçbir ideolojik formun, hiçbir politik tutumun ilkesel olamayacağı belirtildi. Politik ilkesizlik, kaba bir pragmatizmden değil, politik zamanın bilinmezliğinden kaynaklanıyor. Eylem anında, bilinçaltının bilinemeyeceğinden, hatta bilinmesinin eyleme aykırılığından kaynaklanıyor bu.

İlkeli politika bugün moral bozukluğu içinde kendini reddetmeye varıyor. Sahte ilkelere değil, gerçek güçlerin gerçek mücadelesine dayalı bir politik anlayış, fırtınanın dinmesini beklemek yerine bu fırtınada kendi gemisini yürütecek rüzgarlar aramalıdır.

Kültürel, romantik tarzın politikada anlamsızlığını, hatta yanıltıcılığını bir kez daha gördük. Sessiz kitleler kültürel yakınlığa göre değil, politik duruma göre hareket ediyor. Mahir, Deniz demek, “Barış!” sloganları atmak bir şey kazandırmıyor. Laik, aydınlık yüzlü gençler demek kendini kandırmaktır. Aydınlanmacılığın koca bir yalan olduğu, politik olarak kaskatılığı ortada. Bunlar ancak ileri ivmelenmiş bir hareketi tahkim etmekte, sürdürmekte işlevli olabilir. Gezi’nin altyapısındaki tema olan Aydınlanma politikleşemedikçe, ideolojik kaldıkça körlükle maluldür. Politikleştiğinde ise artık eski Aydınlanma olmayacaktır o.

Politikleşmenin örneği ve tehlikesi ise bir başka olayda açığa çıktı. Kürt Hareketi sınırları dışında arayışlara girdi: Liberal sol ile ittifak ve özyönetim. Yani ideolojik, kültürel muhafazakarlık dışında arayışlar. Karşılaştırma yaparsak, CHP hiçbir zaman kendi sınırlarını zorlayıp adım atmadı. Türkiye devrimci hareketi de aynı şekilde politik olmaktan çok kültürel ve ideolojik olma seviyesinde kaldı. Politik olmanın kolay olmadığı, içinde varoluşsal tehlikeler barındırdığı ortada. Varlıksal kayıplar vermek, bedel ödemek kolay değil. Önerilen, var olan ağır koşulları hesap etmemek ve var olan kültürü yıkmak değil. Bu, politik olmaktan çok, olsa olsa anti-politik bir karikatür olur.

Önerilen şey, var olan kültürel zemin içinde dayanak noktaları bulup öncelikle donuk ideolojik ezberi yerinden kımıldatmaktır. Laik/Aydınlanmacı kültürel ezbere bel bağlanmamalıdır. Bunun alternatifi karşı-devrimci, pragmatist, devletli ideoloji değil, bağımsız ve devrimci bir ideolojik bütündür. Görev, halihazırda var olan tüm ideolojik ayrımları dikey olarak bölmek, ayrıştırmaktır. Şartlar 1996 – 2013 arasındaki döneme göre daha ağır; verilecek emek, ödenecek bedel daha fazladır, ancak kazanım da o ölçüde gerçek olacaktır. Türkiye devrimci hareketi var olacaksa, 71’de olduğu gibi ideolojik ve zamanla kültürel bir kopuşla ayağa kalkacaktır.

Kaypakkaya’nın işaret ettiği yolun yeninden döşenmesi, zenginleştirilmesi imkanı belirmiştir. 1 Kasım, Türkiye’nin devrimcileri için gerçek bir mücadelenin ihtimalini koymuştur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar