Ana SayfaArşivSayı 11Ekim Devriminin Yolundan Yolun Ayrımına: Troçki

Ekim Devriminin Yolundan Yolun Ayrımına: Troçki

Nevzat Yaşar

“Bilmek, ‘sağlıklı insan aklı’ ile algılanan gerçeklerin hiç de güvenilir olmadığını anlamakla başlar”                                                                  

K. Marx

Bazı eylemler ve onlara kaynaklık eden fikirler, gelişmelerin yaşandığı an’dakinden daha etkili olduklarını, tarihin ilerleyişi (zaman) içinde kanıtlar. Süreçlerin sonuçlarını görerek değerlendirmeler yapma şansı olmayan özneleri, sürecin sonunda yerli yerlerine koyarak tarihe kaydetmek ve onlardan dersler çıkarmak, her zaman objektif olmayı gerektirir. Aksi taktirde “Sezar’ın hakkı Sezar’a” verilemediği gibi, değerlendirmelerin kendisi de “sakatlıkla” malul olur.

Tarihsel sorunlarda, yol ayrımları ve kilometre taşları üzerine bugünden yöneltilen dikkat, post fectum nitelikten dolayı olguları nesnel bütünlüğü içinde değerlendirmemize imkan verir. Kuşkusuz, yapılan bu değerlendirmeler, okullu geleneklerin gölgesinde kalmadığı ölçüde bir objektiflik kazanabilir. Yoksa yazılanlar, var olan “kargaşa” içinde ayrıntıların yeni bir tekrarı olmaktan öteye geçemez.

Bu yazıda, sorunun ‘bilinen’ ama bilindiği ölçüde anlaşılmayan bir boyutunu ele almaya çalışacağız. Bilinen diyorum; zira herkes sosyalizm tarihini kendisince ‘biliyor’. Ancak bu ‘biliniyor’ olma, tarihi gerçek anlamda anlaşılır kılmıyor, kılamıyor. Her şeye rağmen süreç, bütün geleneklerce, yeniden incelenerek anlaşılmaya muhtaç durumdadır. Sürecin birçok sorunu yaşanıldığı an’da kalmadı. Sorunlar, tartışılarak günümüze kadar geldiği gibi, tarihin ilerleyişi içinde defalarca yolumuza çıkacaktır. Troçki’nin siyasal düşünceleri ve pratiğinin (ardıllarını da içine alarak) halen tartışılıyor olmasının bir nedeni de budur.

Gerek Troçki ve onun başında bulunduğu gelenek, gerekse de Troçki’yi tasfiye eden gelenek açısından bakıldığında tartışma halen kapanmış değil. Keza her iki kesim ve sonrasında takipçileri arasındaki bölünme ve ayrılıkların iz sürücüleri de bizi sağlıklı ve süreci anlaşılır kılan bir sonuca götürmüyor. Nihayet tarih, birçok kehanetin yanlışlığını, komünistlere yüksek bir fatura ödeterek kanıtladı.

Eğer, yirminci yüzyılın sonunda, sosyalizm deneylerinin, gelişmenin yeni ve kaçınılmaz bir evresine merdiven dayadıkları ileri sürülmeyecekse, son iki bin yıllık insanlık tarihinin konumuzu ilgilendiren en az son yüzelli yıllık kesitini, hem de defalarca ve didik didik edercesine, geriye sararak, seyretme – inceleme zahmetine katlanacağız. Çünkü, komünizmin gelecekte de aynı akıbeti yaşamamasının sırrı, bu yüzelli yıllık filmin karelerinde saklı.

Resmi çizgilerin takipçileri[1] geçmişe yönelik değerlendirmelerinde —iradelerinden bağımsız olarak—, geçmiş tarihsel kesitlerdeki muhaliflerin argümanlarını kullanıyorlar. Yalnız bu olgu bile, süreçlerin yaşanıldıkları kesitle sınırlanarak çözülmediklerinin yeterli kanıtıdır.

Öte yandan, geçmiş süreçlerin muhaliflerinin ardılları ise, yaşanılan süreçlerin kendi teorilerini doğruladıklarından bahisle argümanlarına daha bir ‘sıkı’ sarılıyorlar. Böyle olunca da, kökenleri dünde kalan farklılıklar ortadan kalkmış gibi görünse de, sonuçlar üzerinde sağlıklı bir değerlendirme yapılamıyor. Bu durum, —yeni bir fırtınayla dağıtılıncaya kadar— etkileri onyıllara yayılacak bir tasfiyeciliğe dönüşecektir.                                                                                                                              

RSDİP’in 30 Temmuz – 23 Ağustos 1903’te yapılan 2. Kongresindeki saflaşma ve akabinde gerçekleşen ayrılık, ne Troçki’yi, ne de Menşevikleri Rus Sosyal Demokrat İşçi (komünist) Hareketinin dışına atıyordu.[2] Nitekim, daha sonraki birlik girişimleri de (görüş ayrılıklarının derinliğine ve birlik denemelerinin başarısızlığına rağmen) bu olguyu destekliyor.

Troçki’nin partiyle görüş ayrılıkları esas olarak iki noktada toplanabilir: Birincisi, Lenin’in hazırladığı parti tüzüğüne (bu nedenle Leninist parti modeline), yönelik eleştirileri; ikincisi, köylülüğe biçilen role yönelik eleştirileri. Bilindiği gibi Troçki, devrimde köylülüğün rolünü küçümsüyordu. 1917 yazına gelindiğinde bolşeviklerin sürece müdahalede ulaştıkları güç ve köylülerin devrim karşısında takındıkları tavrın Lenin’in öngörülerini doğrulaması, onun bu konulardaki düşüncelerinin değişmesinin de nedeni oldu. Ve Troçki (grubuyla birlikte) yeniden RSDİP’e katıldı.

Şimdi biraz geriye giderek Troçki’nin 1903 yılında ileri sürdüğü itirazların üzerinde duralım.

1904’de yazdığı “Politik Görevlerimiz” başlıklı broşüründe, Lenin’in parti konusundaki anlayışının sonuçları hakkında şöyle yazıyordu Troçki: “Partinin iç politikasındaki bu metodlar ileride göreceğimiz gibi, parti örgütünün (profesyonellerden oluşan kesim- N. Y.) partinin kendisi, merkez komitesinin parti örgütü ve sonuçta bir diktatörün merkez komitesi yerine geçmesine neden olacaktır, daha da ötesinde, ‘halk dilsizleşirken’, komiteler ‘politikalar’ koyacak ve kaldıracaktır.”[3]

Troçki, 1916 yılına kadar, bu görüşlerine dayanarak, “Bolşeviklerin tecrit edilmiş sekter bir grup olduğunu savundu”. E. Mandel bununla şu sonuca ulaşır: “Sonuçta Troçki her türlü ikameciliği temelden reddetmek ile dönemsel olarak ortaya çıkan devrimci krizlerin başarıya ulaşması için proleter öncü örgütün gerekliliğini tam olarak kavramak arasındaki senteze oldukça geç, 1917’den itibaren varabildi.” (abç)[4]

Tartışılan ve Troçki’nin karşı çıktığı şey, “proleter öncü örgüt”ün gereksizliği değil, gerekli olan örgütün niteliği ve biçimidir. Partinin örgütlenme biçiminin sonuçlarına yönelttiği eleştiri, dayanaklarını yanlış yer ve kaynaklarda bulsa da, esasta doğrudur. Dayanakları yanlıştır; çünkü, Troçki’ye göre, öncelikle böyle bir örgüt kitleselleşerek, öncüsü olma iddiasında olduğu, işçi sınıfını kucaklayamaz ve bundan dolayı da “sekter bir örgüt” olarak kalır.

Oysa, bir örgütün kitleselleşmesi ile onun yapısının biçimi arasında, her zaman doğru bir orantı yoktur. Koşulların o örgütün, amaçlarını gerçekleştirmesine elverişli olup/olmaması gibi, birçok iç ve dış faktör bunda rol oynar. Gerçekten de birçok “sekter grup” bazı verili koşullarda kitleselleşebilir. Keza tersten, örgütün yapısal niteliğinden bağımsız olarak, bazen komünist örgütler de, bu niteliklerine rağmen kitleselleşemeyebilir.

Parti konusunda Lenin’in tezleriyle, Troçki’nin tezlerini karşı karşıya koyduğumuz zaman, birincinin tezleri, Rusya’nın özgül koşullarında örgütsel sürekliliği (ikincinin itirazlarıyla malul olmakla beraber) garanti altına alınmış bir örgüt prototipi çizer. Komünist bir örgüt için fırtınanın çıkacağı güne kadar hazırlanmak ve bu süreçte varlığını kesintisizce sürdürmeyi garanti altına almak esastır. Yani 1900’lerin Rusya’sında bu, başlangıç ve çıkış noktası olarak alınmak zorundaydı. Çünkü, büyük ve son kavgada belirleyici olacak olan “güç” budur.

Lenin şöyle der: “Genel olarak, örgütlenme derecesi açısından, özellikle örgütlerin gizlilik derecesi açısından, aşağıda verilen kategoriler kabataslak ayırt edilebilir: 1) devrimcilerin örgütleri; 2) mümkün olduğu kadar geniş ve çeşitli işçi örgütleri (işçi sınıfının, belli şartlar altında öteki sınıfların belli unsurlarını da içine alacağını, ispatı gereksiz olarak kabul ettiğimden, burada kendimi işçi sınıfıyla sınırlıyorum). Bu iki kategori partiyi meydana getirir.” (Mayıs 1904)[5]

Bu, partinin bel kemiğini oluşturan “profesyonel devrimciler”in, profesyonel devletle mücadelede, partinin zaferinin garantisi olarak görülmesinin —sınıf mücadelesinin sürekliliğini sağlamanın— formülasyonudur. Bundan, “‘ekonomistlerin’ aşırı uca gittikleri”, “konuların doğrusunu açıklamak için insan(ın) diğer yöne çekmek zorunda”[6] kalmasının etkisi olsa bile, tarihsel dönemle sınırlı kalmayan bu anlayışın, Troçki’nin eleştirilerinin (en azından devrimden sonrası için geçerli olmak üzere[7]) doğru olduğu sonucuna götürüyor bizi.

Ernest Mandel, Alternatif Olarak Troçki adlı eserinde, Troçki’nin yukarıda aktardığımız “örgütlenme konusundaki tutumunu en azından beş kez değiştirmiş”[8] olduğunu belirttikten sonra, —ki Troçki’nin bu konudaki tutarsızlıklarına daha sonra yeniden döneceğiz— şöyle der: “Troçki (…) Lenin’in Ne Yapmalı kitabındaki tezlerini somut —ve dönemle sınırlı tarihi bağlamından çıkararak, evrensel bir karaktere büründürmekle ona haksızlık etmiş”tir.[9] (abç)

Oysa gerçekte, ‘Ne Yapmalı‘daki parti modeli, SSCB’nin yıkıldığı 1980’lerin sonuna kadar, SBKP’nin şahsında yaşamıştır. Nitekim Mandel kitabının daha 48. sayfasında şöyle yazar: “46’lar beyanatının metni SBKP’nin 1988’deki 19. Parti Konferansında yapılan, özetle Sovyetler Birliği’nde 1924’den itibaren Sovyetlerin her türlü güçten yoksun kaldığı ve parti içinde demokrasinin bulunmadığı sonucuna varan değerlendirmenin 65 yıl önce yazılmış hali gibi okunabilir.”

Aslında yalnızca bu tesbitin kendisi bile, sürecin 65 yıldır aynı biçimde işlediğini gösterir. Öyle ya, bu eleştiriler 65 yıldır tekrar ediyorsa, demek ki sistem bu süreci aynı işleyiş tarzında yaşamıştır. Şimdi 1923 yılında yazılan ’46’ların beyanatı’na dönelim: “Partinin, sekreterler ve ‘acemiler’, yukarıdan atanan profesyonel parti görevlileri ve toplumsal yaşama hiçbir şekilde katılmayan parti kitlesi olarak, gittikçe artan ve artık üstü örtülemeyen bir şekilde bölündüğünü gözlemliyoruz. (…) Yerel parti komiteleri ve Merkez Komite artık parti ve onun içindeki geniş kitleler tarafından seçilmemektedir. Tam tersine, partideki sekreterlik hiyerarşisi, gittikçe artan ölçüde, konferans ve kongrelere katılacak delegeleri belirlemekte, bu toplantılar da, gittikçe artan ölçüde, bu hiyerarşinin emirler verdiği toplantılara dönüşmektedir.”[10]

Aslında bu satırlar Troçki’nin (1904’de), “ileride göreceğiz” dediği sonuçtur. Ancak Troçki bu sefer partinin içinde hem de Merkez Komitesindedir. Oysa 46’ların beyanatı türü eleştiriler daha önce de gündeme getirilmişti. Maksim Gorki devrimden yedi hafta sonra şunları yazıyordu:

“İktidar, sovyetlere sadece kağıt üzerinde, hayalde geçti, yoksa gerçekte değil. (…) İşte, ‘Tüm İktidar Konseylere!’ sloganı olaylara böyle yansıdı ve böylece gerçekte ‘Tüm İktidar Bir Avuç Bolşeviğe’ sloganına dönüştü. (…) Konseylerin önemi çoktan kayboldu, rolleri bitti (…) Sovyetler Cumhuriyeti’ymiş. Boş laf bunlar! Gerçekte oligarşik bir cumhuriyet, birkaç halk komiserinin cumhuriyeti söz konusu. Yerel sovyetler hangi bakımdan değişime uğradılar? Bolşevist askeri devrim komitelerinin ya da yukardan atanan komiserlerin yumuşak başlı, edilgen uzantıları haline geldiler (…) Sovyetler çöküyorlar, güçsüzleşiyorlar ve demokrasi saflarında sahip oldukları inanırlığı her gün biraz daha yitiriyorlar.”[11]

İncelendiğinde de görüleceği gibi, sovyetlerin, eğer Bolşevikler çoğunluktaysa bir esprisi olduğu kabul edilmektedir. Aksi taktirde, “şüpheli, oportünist, neredeyse karşı devrimci kuruluşlar”dır. Nitekim Stalin de, “Biz kesinlikle çoğunluğa sahip olduğumuz sovyetlerden yanayız” diyordu.

Troçki’nin MK’da yer aldığı dönemde muhaliflere, Lenin’in 1903’lerdeki muhaliflere yönelttiği argümanların, iktidar olmuş versiyonuyla cevap vermesi nedensiz değildir.

İktidarın “Askeri Devrimci Komite” tarafından ele geçirildiği 1917 yılı 25 Ekim’inde (7 Kasım) toplanan 2. Sovyet Kongresi öncesi şöyle diyordu Troçki: “İktidarı ele geçirmekle Sovyetler 2. Kongresi’ni çakıştırmak istemenin, kongrenin tek başına iktidar sorununu çözümleyebileceği gibi çocuksu bir umutla hiçbir ilgisi yoktur. Sovyetler biçimini putlaştırmaya hiç mi hiç meraklı değiliz.”[12] (abç)

1918 yılından itibaren sosyalizmin inşa sürecine ilişkin tartışmalar da başladı. Sürecin ilerleyişi farklı görüşlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Mayıs 1918’de yapılan 1. Ekonomik Konseyler Kongresi’nde, Parti’de Demokratik Merkeziyetçiler, doğru bir biçimde, emek sürecinin Taylorist yöntemlerle örgütlenmesine karşı çıkıyorlardı.

8 Mart 1921’de yapılan 10. Kongrede, bürokrasiye karşı mücadele bayrağını ilk açan grup olarak, İşçi Muhalefeti oluştu. İşin ilginç ve en önemli yanı, partinin MK’sının da bürokratlaşmanın olduğunu kabul etmesiydi. İşçi Muhalefetiyle Parti MK’sının düşünceleri, bürokrasinin nedenlerinde farklılaşıyordu. Merkez Komite, bürokratlaşmanın Rusya’nın yoksulluğundan ve kültürel geriliğinden kaynaklandığını ileri sürüyordu. İşçi Muhalefeti’nin düşüncelerini ise, grubun önderlerinden Aleksandra Kollontay şöyle ifade ediyordu: “Bürokratizm kitlelerin inisiyatifinin olumsuzlanmasıdır… Bürokrasi yoksulluğumuzun bir sonucu olarak doğmamıştır… Düşünce özgürlüğü olmadan, hangi özinisiyatiften bahsedilebilir? (…) Özinisiyatif ancak bağımsız düşünce üretmede ortaya çıkabilir. Biz, kitlelerin özinisiyatifinden, sınıfa bu inisiyatifin verilmesinden, eleştiriden korkuyoruz ve kitlelere artık güvenimiz kalmadı. Bürokratizm tam olarak buradan kaynaklanıyor.”[13]

Muhalefet bunların yanında; sosyalist demokrasinin ilkelerinin uygulanmasını, partiye işçi sınıfı dışından katılanların ayıklanarak bir ‘temizlik’ yapılmasını, Partinin demokratikleştirilmesi amacıyla bütün merkez organlarda işçilerin çoğunlukta olmasını ve atama yerine seçimlerin uygulanmasını, talep ediyordu.

Burada bir not olarak şunu belirtelim; bu kongrede alınan bir kararla, hizipler yasaklandı, 5 kişilik bir Merkezi Denetim Komisyonu kuruldu. MK’ne 3 tane sekreter atandı ve bunlara, kendi üyelerini Parti’den atma yetkisi verildi.

1923 yılında, aralarında eski İşçi Muhalefeti’nin birçok üyesinin de olduğu, İşçi Grubu adıyla yeni bir muhalefet oluştu. Muhalefet yayınladığı manifestoda, Parti MK’sının işçi sınıfını yalnızca kendisinin temsil ettiği şeklindeki düşüncesi eleştirilerek şöyle deniyordu: “Biz, içerisinde Bolşevikler’in, Anarşistlerin, Sosyalist Devrimciler’in ve diğerlerinin olduğu bir işçi sınıfına sahibiz. Bunlara karşı nasıl davranılmalıdır? Burjuvaziye karşı tek bir ilaç vardır, o da tasfiyedir. Fakat işçi sınıfına böyle davranılamaz. Burada ikna tek geçerli ilke olmalıdır.”[14]

Burada muhalefetin tezlerinin üzerinde durmadan, Troçki’nin bu muhalefete karşı ileri sürdüğü argümanları ele alalım: “Daha da kötüsü; Troçki, Rusya Komünist Partisi’nin 10. Kongresi’nde ‘İşçi Muhalefeti’ni, ‘sanki partinin kendi (!) diktatörlüğünü —bu diktatörlük bir süre işçi demokrasisinin geçici atmosferi ile çatışsa da— ilan etme hakkı yokmuş gibi, işçilerin temsilcilerini seçebilme hakkını partinin üstüne çıkarmakla’ suçlanmıştı.”

Devam eder Mandel: Troçki’nin “… sınıfın parti, partinin parti liderliği (Lenin’in ifadesiyle oligarşi) tarafından ikame edilmesini, politik ve özellikle toplumsal sonuçlarını düşünmeden, her yönüyle haklı göstermeye çalıştığı bir gerçektir.”[15]

Yukarıdaki olguların ışığında Troçki’nin 2. Kongredeki eleştirilerine dönebiliriz.

Troçki’nin esas endişesi, ‘sıkı’ bir hiyerarşik yapılanmayla örgütlenecek olan Parti’nin kitleselleşemeyeceği; böyle bir örgüt kitleselleşecek olsa bile, o anda var olan kurmayının denetimi kimseye vermeye razı olmayacağıdır. Nitekim sürecin partinin gelişimine izin ve olanak verdiği andan itibaren, Troçki, partinin içinde, hem de MK’sındadır. Bundan dolayı da kendisinin partiden atıldıktan sonra ileri sürdüğü birçok eleştiriye, aslında partinin MK’sında olduğu zaman cevap vermiş oluyordu. Eleştirilerinin konumundan kaynaklanmadığı, yani sorunun basit bir kariyer sorunu olmadığı ne kadar gerçekse, kendisinin iktidardaki etkisiyle ters orantılı olarak demokrasi savunucusu olduğu da bir o kadar gerçektir.

1936’da yazdığı İhanete Uğrayan Devrim adlı eserinde şöyle der: “Muhalefet partilerinin yasaklanması, arkasından hiziplerin yasaklanmasını getirdi. Hiziplerin yasaklanması, yanlışsız liderden başka türlü düşünmenin yasaklanmasıyla sonuçlandı. Partinin polis marifetiyle monolitikleşmesi, her türlü iffetsizliğin ve bozukluğun kaynağı haline gelen bürokratik dokunulmazlığa yol açtı.”[16]

Yaşamının sonuna kadar bu satırların Lenin’in düşünce sistemiyle (en azından parti anlayışı anlamında) uyuşmadığını kanıtlamaya çalışan Troçki, bu eksende Stalin’in partideki hakimiyetine karşı bir mücadele yürütür. Oysa yukarıdaki satırlar, ‘Leninist Parti Teorisi’nin kendisi ve sonuçlarıdır. Ama Troçki, anlayışın kendisini eleştirmez, sonuçları yadsımaya çalışırken, nedenler çukurundan bir türlü çıkamaz. Bu çukurdan çıkma yerine, sorunun daha az önemli ve öze ilişkin olmayan yanlarına dayanmaya çalışır.

Bunlarla da yetinmeyen Troçki, Stalin’in “yeni Anayasada partinin rolüne ilişkin olarak Amerikalı bir gazetecinin sorusuna”[17] verdiği bir cevaba ilişkin şu yorumda bulunur: “Gerçekte ise sınıflar türdeş değildir; iç uzlaşmazlıklarla kaynarlar ve ortak sorunlarda çözüme varmaları, eğilimler, gruplar, partiler arasındaki iç mücadeleden başka bir yolla değildir. Belli nitelemelerle ‘partinin sınıfın parçası’ olduğunu teslim etmek olanaklıdır. Ama sınıfın —kimi geriye bakan, kimi ileriye— birçok ‘parçası’ olduğuna göre, hep aynı sınıf birden fazla parti yaratabilir. Aynı nedenle bir parti değişik sınıfların parçalarına da dayanabilir.[18] Bir sınıfa tekabül eden bir partinin siyasal tarihin tamamında örneği yoktur —kuşkusuz polis görüntüsünü gerçeklik olarak kabul edecek olmazsanız.”[19]

Bu düşüncelerini 4. Enternasyonalin Geçiş Programında (1938’de) şöyle ayrıntılandırır: “Sovyetler, önceden belirlenmiş bir parti programı ile sınırlanmış değildirler. Kapıları tüm ezilenlere ardına kadar açıktır. Bu kapılardan mücadelenin genel akımına kapılmış her tabakanın temsilcileri geçer. Hareket ile birlikte genişleyen örgütlenme kendi bağrında tekrar ve tekrar yenilenir. Proletaryanın bütün politik akımları, en geniş demokrasi temelinde Sovyetlerin önderliği için mücadele edebilirler. Bu nedenle sovyetler sloganı geçiş programının doruk noktasıdır.[20] Ve ekler: “Bir zamanlar burjuvazi ve kulakların sovyetlere girişi yasaklandığı gibi, şimdi de bürokrasi ve yeni aristokrasiyi sovyetlerden atmak gereklidir. Sovyetlerde yalnızca işçilerin, tabandaki kollektif çiftçilerin, köylülerin ve Kızıl Ordu askerlerinin temsilcilerine yer vardır. “

“Sovyetlerin demokratikleştirilmesi, sovyet partilerinin yasallaşması olmadan imkansızdır. İşçiler ve köylüler kendi özgür oylarıyla hangi partileri sovyet partileri olarak tanıdıklarını ortaya koyacaklardır.”[21]

Bu anlayışların, doğru veya yanlışlıklardan bağımsız olarak, Lenin’le ilintilendirilebilmesi mümkün değil. Bunları, iktidardaki KP’nin MK’sında yer alan Troçki’nin düşünceleriyle bağdaştırabilmek de mümkün değildir. 14 Haziran 1918’de Merkez Yürütme Kurulunun, Menşevik ve sağ S. D.’lerin Sovyet’ten atılması kararını verip diğer sovyetlere de bu karara uymalarını tavsiye etmesine, bu iki partinin dışında kimse karşı çıkmadı.

Lenin, Nisan 1920’de kendilerini ‘ilke muhalefeti’ diye adlandıran Alman “sol” komünistleri’nin tezlerini eleştirdiği “Komünizmin Çocukluk Hastalığı, ‘Sol’ Komünizm adlı eserinde şöyle der:

“Liderler, parti, sınıf, yığınlar arasındaki ilişkiler ve öte yandan proletarya diktatörlüğünün ve onun partisinin sendikalara karşı tutumu, bugün Rusya’da somut olarak şöyledir: diktatörlük, sovyetler içinde örgütlenmiş ve son kongresinde bildirildiğine göre (Nisan 1920), 611000 üyesi bulunan Komünist (Bolşevik) Partinin yönettiği proletarya tarafından gerçekleştirilmiştir. (…) Biz, partinin ölçüyü aşan bir genişlemesinden korkmaktayız. (…) Her yıl kongresini toplayan partiyi, kongrenin seçtiği 19 üyeden kurulu bir Merkez Komitesi yönetir (son kongreye, 1000 üye bir delege göndermiştir); Moskova’daki günlük çalışmalar, Örgütlenme Bürosu ve Politbüro diye bilinen, MK tarafından seçilen ve her biri MK’nın beşer üyesinden kurulu bulunan daha da küçük komiteler tarafından yürütülür. Bu, öyle görünür ki, en alasından ‘oligarşi’dir. Ve bizim cumhuriyetimizde, Partinin Merkez Komitesinin direktifleri alınmadan, hiçbir siyasal sorun ya da örgütlenme sorunu, bir devlet kurumu tarafından çözüme bağlanamaz.”[22]

Daha ileride Lenin, “‘yığınlarla’ bağlantılar kurmanın sendikalar aracılığıyla yeterli olmadığını kabul ediyoruz” der ve ekler: “Devrimin gidişi içerisinde pratik faaliyetler, partili olmayan işçi ve köylü konferansları gibi kurumların doğmasına yol açtı…”[23] Kuşkusuz bu türden kurumlar, partisiz kitlelerin, toplumsal politikaya katılamayan kesimlerinin kendilerini ifade edebilmeleri için bir kanal olmadılar, olamazlardı da.

Çünkü Lenin’in deyimiyle, “sınıflar politikalarını partileri aracılığıyla yapar, partileri ise onların önderleri yönetir”, sürecin kendisi ‘toplumsal üretim sisteminde’ ve üretim araçları karşısında, insanların konumunu giderek aynılaştırıyorsa; bu, en azından sürecin, toplumsal yapının değiştirilmesi süreci olduğu kabulüne götürür bizi. O zaman; ya, bu ‘partili olmayanlar’ın konferansları politikanın etkisiz araçlarıdır ve birer emniyet sübab’ı olarak düşünülmüşlerdir, ya da, işlevsiz kurumlardır. Nihayet sonuçta bu kurumların politik – toplumsal yaşamda hiçbir etkileri olmadı.

Troçki 26 Temmuz 1920’de Komintern’in ikinci kongresinde yaptığı konuşmada şöyle der: “Bugün Polonya Hükümetinden bir barış önerisi aldık. Bu gibi sorunlarda kim karar verecektir? Halk Komiserleri Konseyi’miz var, ama onların da bir ölçüde kontrol edilmesi gerekiyor. Kontrol eden kim olacak? Şekilsiz, dağınık işçi sınıfı mı? Hayır. Parti Merkez Komitesi bu öneriyi tartışmak ve nasıl cevaplandırmak gerektiği konusunda bir karar vermek üzere toplantıya çağrılmıştır. Eğer savaşı devam ettireceksek, yeni tümenler oluşturacak en iyi askerlerin bulunmasını isteyeceksek, kime başvuracağız? Merkez Komite’ye. MK tüm yerel parti komitelerine komünistlerin cepheye çağrıldığına dair haber yollayacak. Aynı durum (…) tüm diğer sorunlar için de geçerlidir.”[24]

Demek ki Halk Komiserleri Konseyi’nin pratik politikadaki yeri MK’dan sonradır. Bundan dolayıdır ki, SSCB sözkonusu olduğunda dünya kamuoyunda bilinenler, hükümetler değil SBKP’nin Genel Sekreterleridir. Her türden politika da, dönemin Sekreterinin adı üzerinden ilişkilendirilir.

Parti hukukunun —tüzüğün gereklerinin uygulanması anlamında— her zaman uygulanmadığı bilinmeyen bir sır değildir. Kruşçev, 20. Kongrede okuduğu raporda bunu ayrıntılı biçimde açıklar. Kruşçev, MK üyelerinin, ancak MK’nın yedek üyeler ve Parti Denetim Komitesi üyelerinin katıldığı genişletilmiş oturumlarında atılabileceğinin 10 ve 17. Kongreler tarafından karar altına alınmış olmasına rağmen, 17. Kongrede seçilen ve sonra partiden atılan hiçbir MK üyesi için böyle bir toplantı dahi yapılmadığını belirtir.[25] Oysa neredeyse her kongrede, yapılan bu türden yanlış uygulamalar olduğu vurgulanıyor ve bu doğrultuda kararlar alınıyordu.

Troçki ve grubunun partiye kabul edildiği 6. Kongrede şu kararlar alınıyordu: “Partinin en alt basamağından en üst basamağına dek bütün yönetim organları seçimle iş başına gelecektir.” Bundan 4 yıl sonra Stalin ‘Partinin Görevleri Üzerine’ yaptığı konuşmada (2 Aralık 1923’de) şöyle diyordu: “Ukrayna örgütünün temsilcisini MK’ya rapor verirken dinledim. 130 hücreden 80 hücrenin, il komitesi tarafından atanmış sekreterlere sahip olduğunu söylüyordu.”[26]

Parti’nin kuruluşundan, SSCB’nin yıkılışına kadarki yaşamında bunlar gibi bir dizi örnek gösterilebilir. Ancak Troçki, eleştirilerinde bunların kaynaklarının kurutulması noktasında çözüm üretmez, üretemez. Çünkü onun perspektifinde, eleştirdiği (Stalin’e aittir dediği) anlayışın kendisi vardır. Savunma iddiasında olduğu anlayış da, kendisini dışlayarak dışarı atan anlayış da aynıdır: Leninist Parti Teorisi!

Lenin’in oluşturduğu parti teorisi, meşruluğunu burjuva devletin izin vermemesinden dolayı, yasadışılıkta bulur. Yapılanma bakımından ise, ‘sıkı’lığı ile işlev kazanır. Lenin’de, partinin iktidara yürüme süreciyle, iktidarda olması arasında kategorik bir ayrım yoktur. Hatta denilebilir ki, muhalefet örgütü olduğu dönemde parti, hiziplere değilse bile, Menşevikler gibi fraksiyonlara karşı daha toleranslıdır.

Her ne kadar, 10. Kongrenin bazı özel koşullarından dolayı hiziplerin yasaklandığı ileri sürülse de, aslında bunlar teorinin ‘orijinal’ halinde de zaten yoktur. Parti, örgütlenmesinin kaynağı, içinde doğduğu toplumsal koşullar olmasına rağmen, yarattığı koşullara göre yeniden şekillenme gereği duymaz.

Hiyerarşik yapılanması açısından Parti’ye bakıldığında, aslında MK’sının değiştirilebilmesinin —esas eğilimin ötesinde— olanaklı olmadığı görülecektir. Örneğin, bir temizlik hareketiyle üyelerin dörtte biri bir anda kapıdışarı edilebilir.[27] Bu, Stalin’in deyimiyle “Evin efendisinin temizlik yapmasıdır.”

Üyelikten atmaların genel olarak, MDK’ca yapıldığı biliniyor. Oysa bırakın sıradan Parti üyelerinin parti hukukuna göre atılmış olup olmamalarını, bu komisyonun üyeleri bile gelişigüzel atılabiliyor. Üyelikten atılanların bir hak arayışında bulunmaları ise mümkün değil.

1938’de MDK başkanı olan Ernestoviç Rudzutak’ın hikayesini burada belirtmekle yetinelim. 1887 doğumlu olan Rudzutak, 1905 yılından beri parti üyesidir. 10 yılını Çarlık zindanlarında geçirdikten sonra 1920 yılında MK üyeliğine seçilir. !924’de Ulaştırma Bakanı, 1926’da ise Başbakan yardımcısı ve Politbüro üyesi olur ve daha sonra MDK başkanlığına getirilir. 1938’de MDK başkanı iken tutuklanır ve 20 dakika süren bir duruşmanın sonucunda ölüm cezası verilerek idam edilir. Oysa, Partiden atılmasının bile, MK ve MDK genişletilmiş ortak toplantısında görüşülerek kararlaştırılması gerekirdi.[28]

Troçki’nin yukarıda irdelediğimiz görüş ve düşüncelerinin dışında kalan en önemli argümanlarından birisi de, tek ülkede sosyalizmin tam zaferinin olanaksızlığı konusundaki söylemidir. Bence bu, onun tarihsel olarak yerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaz. Çünkü nihayet kendisi de sosyalizmin SSCB şahsında dönüşümleri bağrında taşıdığını teslim eder ve bundan dolayı da, SSCB’nin ‘dejenere olmuş bir işçi devleti’ olduğunu tekrarlar durur. Ona göre “Sovyetler Birliği Ekim Devriminden bir işçi devleti olarak çıktı. Sosyalist gelişme için gerekli bir ön koşul olan üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti, üretici güçlerin süratle gelişmesi olanağını yarattı. (…) Geri ve yalıtılmış bir işçi devletinin bürokratlaşması ve bürokrasinin kadir-i mutlak bir ayrıcalıklı kasta dönüşmesi, tek ülkede sosyalizm teorisinin, yalnızca teoride değil bu kez pratikte de ortaya çıkan en ikna edici yalanlamasıdır”

Oysa bu söyleminde tutarlı değildir. Bundan dolayı da SSCB’nin önünde iki seçenek olduğunu ileri sürer: Ya bürokrasi gittikçe dünya burjuvazisinin işçi devletindeki organı haline gelerek yeni mülkiyet biçimlerini devirecek ve ülkeyi kapitalizme geri sürükleyecek, ya da işçi sınıfı bürokrasiyi ezerek yolu sosyalizme açacaktır.” (abç)[29]

Yani neredeyse ortada, geçiş aşamasında bir durum söz konusudur. Oysa geçiş aşamaları uzun sürmez, güçler dengesi, sorunu bir biçim ve yönde çözer, tıpkı 1917’de olduğu gibi. Bu sefer ikili bir iktidardan da bahsedilmez. Yaşamın kendisi “bir tarafa” yardım edecektir. Ve bir kehanette bulunur: “Eğer Batı’da devrimle felce uğratılmazsa emperyalizm, Ekim Devriminden doğan rejimi silip süpürecektir.”[30]

Emperyalizm, bir devrimle felce uğratılamadı ve “rejimi” de yok edemedi. Troçki’nin ardıllarından bazıları, ‘rejimi’ devlet kapitalizmi olarak tanımlayarak yollarına devam ettiler. Oysa eğer gerçekten Troçki’nin tesbitleri doğru olsaydı (veya doğru kabul edilseydi) bile, SSCB’de köklü dönüşümlerin yaşandığı 90’lı yıllara kadar bu değerlendirmelerin gerçeği ifade edebilmesi için ‘dondurmak’ gerekirdi. Çünkü, parti açısından, yürümenin tarzında hiçbir değişiklik söz konusu değildir.

Sonuç olarak, “Tek ülkede sosyalizm”in inşası ve/veya tam zaferi tartışmalarında, komünizm anlamında tam zaferin ‘tek ülkede olanaksızlığını’ bir yana bırakıyor ve inşanın, bedelleri ağır da olsa olanaklı olduğunu düşünüyorum.[31]

Bir siyasal hareket olarak, Troçki’nin kurucusu ve önderi olduğu 4. Enternasyonal(ciler) olarak nitelendirilen akımı, Lenin’in kurduğu Bolşevik geleneğin bir alt türü (ya da Lenin sonrası kuşağın bir versiyonu) olarak nitelendirmek gerek. 1917 öncesi öngörülerinden imtina etmesi, “(Menşevikler’le de birlik olmayacağını anladıktan sonra), Troçki’yi en iyi bolşevik yapar.” (Lenin)

Troçki’nin bolşevik politikaya yönelttiği eleştirileri, sosyalist politikanın genel ‘kusurları’ içindeki tartışmalar kapsamında değerlendirmek gerek. Nitekim kendisi de, muhalefet oldukları dönemde savunduğu bazı politikaların, kendisinin ve muhalefetin tasfiye edilmesinden sonra, Parti tarafından uygulanabildiğini söyleyecektir.[32] Bu, bazen partiye üye kaydetmeler / atılmalarda da olduğu gibi birçok sorun ve konuda kendisini gösterir. Her kesimin kendisini destekleyenlerden üye kaydetmeye çalışmasının anlaşılmaz bir yanı yok. Örneğin Troçki’nin ardılları Ekimin kadrolarının tasfiye edildiğini iddia ederlerken, kendisi özellikle genç kuşakların partiye üye kaydedilmelerini savunmuştu.

Troçki, partiden atıldıktan sonra, 1933 yılına kadar, genel olarak taraftarlarının Stalinist partilerde muhalefet olarak kalmasını savunur.[33] SBKP’de ise bir muhalefetin doğup büyümesini bekler. Bu, aslında halen kendisini, düşünsel olarak partiden ayırmadığının kanıtıdır. Çünkü ona göre, kriz politikalardan ziyade, önderlik krizidir.

1923’de 46’ların beyanatında şöyle ifadelere yer verilir: “Partiyi felce uğratan (…) parçalanmaya yol açan yanlış liderliğin etkilerini görüyoruz”, “bozulan parti liderliğinin sonucu olarak”.[34] 4. Enternasyonalin geçiş programında ise bunu iyice formüle eder: “Şimdi artık her şey proletarya, yani esas olarak proletaryanın devrimci öncüsüne bağlıdır. İnsanlığın tarihsel bunalımı, devrimci önderliğin bunalımından ibaret hale gelmiştir.”[35] Ona göre bu boşluğu, 4. Enternasyonalin seksiyonları, onun da şahsında kendisi dolduracaktır. Bu iddia rakibi Stalin tarafından da kabul görür. Stalin Bolşevik Partisi Tarihi’nde şöyle der: “Parti içindeki anti-Leninist bütün öğeleri çevresinde toplayarak, partiye karşı, parti liderliğine karşı, parti politikasına karşı bir muhalefet programı düzenledi. Bu programa, muhalif kırkaltılar deklarasyonu adı verdiler.”[36]

Lenin’in ‘vasiyeti’nde de, krizin Troçki’yle Stalin arasında patlak vereceği belirtilerek, aslında sorunun kaynağına işaret edilir. Şöyle der Lenin: “Bugünkü MK’nın iki önde gelen önderinin bu nitelikleri[37] farkında olunmadan bir bölünmeye yol açabilir ve partimiz bunu önlemek için adım atmazsa bölünme beklenmedik bir şekilde gelebilir.”[38]

Bu yönüyle bakıldığında, Troçki partinin (Leninist) işleyiş tarzının sonuçlarına, bu sonuçlar kendisini dıştaladığı için karşı çıkışa yönelmiş gibidir. Stalin’in bu anlamda “partideki rejim Lenin zamanında kurulan rejimdir” demesi, Troçki’nin eleştirilerini Lenin’e yöneltmez. “Parti hiyerarşisi, Lenin’in ölümünden sonra, doğal ayıklanmaya benzer bir süreç içinde, Stalin’de kendi önderini buldu. Stalin, despotik bir kişilik ve kesin ilkesizliğe dayanan yetenekleri ile, tekelleşmiş iktidarı kullanmaya en uygun kişiydi.”[39]

Troçki kendi pratiğiyle, —parti içindeki mücadeleyi kaybetmesi yeterli delildir— iyi bir Bolşevik -Leninist olduğunu kanıtlayamadı. Ancak bunun kendisi de, onun gelenekten kopmasına yol açmaz. Öte yandan, kurduğu hareketin ve seksiyonlarının durumu, onu, 1904’te Lenin’in parti teorisine yönelttiği eleştirilerinin, hedefinin ortasına oturtur. Gerçekten de, 4. Enternasyonal ve şubeleri, birer “sekter örgüt” olarak kalırlar.

Bir yürüyüş tarzının ve duruş biçiminin sonuçlarına, nedenlerinin üzerinden atlayarak karşı çıkmak, sonuçlara yöneltilen eleştiriyi etkisizleştirir. Troçki kendisinin de içinde yer aldığı nedenlerle hesaplaşmadan, karşı çıktığı sonuçlar konusunda bir türlü tutarlılığa ulaşamaz. Oysa sorun, bu sonuçları yaratan nedenleri bir eleştiriye tabi tutarak yolun düzeltilmesinde düğümlenmiştir. Bu bilinen sonuçlara yol açan, hatta, ötesinde onları belirleyen, sürecin içinde yer alan insanların iyi ya da kötü niyetleri değildir.

Düşüncede, “her küçük ayrılık, eğer üzerinde ısrar edilirse, ön plana konulursa, herkes bu ayrılığın bütün köklerini ve dallarını araştırmaya başlarsa, büyük bir ayrılık haline gelebilir.”[40] Bu ayrılıkların, nereden itibaren farklı bir düşünceler sistemine dönüşerek ayrı bir sınıfı temsiliyete gideceğinin hakemi, an’daki piramidin tepesiyse eğer, süreç her zaman ‘hain’ler üretecektir. Çünkü, ‘politikaları oluşturan ve kaldıranlar’ nihayet ‘komitelerdir’.

 

 



[1]Kendilerini, iktidarda olan KP’lerin (teorik-politik-pratik) bütün miraslarının devamı olarak görenleri bu deyimle (kendilerini belirli bir tarihle sınırlandıranları, sınırlandırdıkları tarihsel kesit içinde bu kapsamda) değerlendirmenin yanlış olmadığını düşünüyorum

[2] Ernest Mandel bu durumu şöyle açıklar: “RSDİP’nin bölünmesi geçici idi ve 1906 yılındaki Stokholm Kongresinde ortadan kalktı. Bolşevikler ve Menşevikler iki ayrı partiden çok, açık fraksiyonlardı.” (E. Mandel, Alternatif Olarak Troçki, Çev.: Ayşe Köleli, Yazın Yay., İstanbul 1992, s. 99).

[3]Aktaran, E. Mandel, a.g.e., s. 99.

[4]E. Mandel, a.g.e., s. 23.

[5]Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri (Partimizdeki Bunalım), Çev.: Osman Güler, Günce Yay., İstanbul 1979, s. 69.

[6]Lenin, “22 Temmuz (4 Ağustos) 1903 Program Üzerine yaptığı konuşmadan…”, RSDİP’nin Görev-Program-Taktik-Tüzük Tezleri, Diyalektik Yay., İstanbul 1994, s.196.

[7]Öncesini şimdilik tartışmaya açık bırakıyorum. Bu konu, ayrı bir çalışmayı gerektiriyor.

[8]E. Mandel, a.g.e., s. 98.

[9]E. Mandel, a.g.e., s. 100.

[10]E. Mandel, a.g.e., s. 49.

[11]Aktaran Oskar Anweiler, Rusya’da Sovyetler, Çev.: Temel Keşoğlu, Ayrıntı Yay., İstanbul 1990, s. 280.

[12]Aktaran O. Anweiler, a.g.e., s. 260.

[13]Aktaran, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3, İletişim Yay., s. 686.

[14]Aktaran, a.g.e., s. 686.

[15]E. Mandel. a.g.e., s. 111-112.

[16] Troçki, İhanete Uğrayan Devrim, Çev.: Ayla Ortaç, Köz Yay., İstanbul 1980, s. 89

[17]Stalin verdiği cevapta, Sovyetler Birliği’nde sınıfların ortadan kalktığını, dolayısıyla farklı sınıflar olmadığından, var olan tek sınıf olarak, proletaryanın da kendi partisinin olduğunu belirterek; birden fazla partinin kurulmasına ve yeşermesine elverişli bir zemin olmadığını belirtiyordu. Burada, iki şeyi birbirinden ayırmak gerek; birincisi farklı sınıfların (1936’da) var olup olmadığı; ikincisi, bir sınıfın farklı kesimleri için, farklı partilerin varlığının öngörülüp/öngörülmediğidir. Troçki, sorunun birinci kısmına karşı çıkmaz. Şöyle der: “Eğer Sovyet toplumunda ‘sınıflar yoksa bile bu toplum en azından kapitalist ülkelerin proletaryasından çok daha heterojen ve karmaşıktır ve dolayısıyla da birden fazla partinin beslenebileceği elverişlilikte toprağı sağlayabilir.” (a.g.e.) Ve bundan dolayı SSCB’yi ‘dejenere bir işçi devleti’ olarak değerlendirir.

[18]Bu konuda Geçiş Programı‘nda (Çev.: Zeynep Gök, Kardelen Yay., İstanbul 1992) SBKP hakkında şöyle der: “Bürokrasi içinde her türlü görüş mevcuttur; gerçek Bolşevizmden (Ignace Reiss) tam faşizme dek (Fedor Butenko).” (s. 40).

[19]İhanete Uğrayan Devrim, s. 214.

[20] Geçiş Programı, s. 34.

[21]A.g.e., s. 42.

[22]Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yay., Çev.: Muzaffer Erdost, Ankara 1991, s. 40.

[23]Öncesinde Devlet Denetim Halk Komiserliği olarak çalışan kurum, Lenin’in bahsettiği bu süreçte ‘İşçi ve Köylü Denetlenmesi’ olarak şekillendi ve üyeleri ‘Partili Olmayanların Konferanslarında’ seçilecekti.

[24]Aktaran E. Mandel, a.g.e., s. 111.

[25] Ayrıntılı bilgi için bak.: Bitirilmemiş Devrim (Hazırlayan: Tarık Demirkan), Amaç Yay., İstanbul 1988.

[26]Muhalefet Üzerine, Cilt:1, Çev.: İsmail Yarkın, S.N. Kaya, İnter Yay. İstanbul 1993, s. 22.

[27]Mart 1921’de 10. Kongreden sonra Parti’nin 170 bin üyesi üyelikten çıkarıldı. Bundan üç yıl sonra ise, ‘Lenin Kaydolması’ ile yeniden 240 000 üye alındı. Bu alma ve atılmalarda ölçü, varolan MK’nın temayülleridir. Troçki bunları açıklamaz. Bir yandan ‘eski Bolşeviklerin’ tasfiye edildiklerini ileri sürer, öte yandan ‘gençlerin kaydolmalarına’ engeller çıkarıldığından yakınır. Oysa, 1925’li yıllara kadar, neredeyse İl Komitelerinin hepsinin sekreterleri 1917 Ekim Devrimi öncesi üyelerdir. Ki bu Parti tüzüğünde yer alan bir yaptırımın (maddenin) uygulanmasıdır.

[28]Bitirilmemiş Devrim, s. 110.

[29]Geçiş Programı, s. 40.

[30]İhanete Uğrayan Devrim, s. 183.

[31] Bu konudaki argümanlarım için, Teori ve Politika‘nın 7 ve 8. Sayılarında ‘Sosyalizmin Tarihsel Sorunları Üzerine 1-2’ başlıklı yazılara bakabilir.

[32]”Parti kongresi tarafından prensip olarak onaylanmış bulunan minimalist beş yıllık plan, yerini, temel öğeleri olduğu gibi, dağıtılan sol muhalefet platformundan alınan yeni bir plana bıraktı.” (İhanete Uğrayan Devrim, s. 35)

[33]Troçki’nin sekreteri, onun kendisine 1933 Temmuzunda şunları açıkladığını yazar: “Nisana kadar tüm ülkelerde (KP’lerin) reformdan yanaydık, yeni bir partiyi gerekli gördüğümüz Almanya hariç. Şimdi bunun tam karşıtı bir tutum alabiliriz; Bolşevik partinin reformunu istediğimiz SSCB hariç, tüm ülkelerde yeni partiden yanayız.” (Aktaran E. Mandel, a.g.e., s. 66)

[34]Aktaran E. Mandel, a.g.e., s. 49.

[35]Geçiş Programı, s. 13, 14.

[36]Bolşevik Partisi Tarihi, Çev.: Süleyman Arslan, Bilim ve Sosyalizm Yay., Ankara 1976, s. 330.

[37]Lenin, Troçki ve Stalin hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Stalin yoldaş, genel sekreter olduğundan beri elinde sınırsız yetki toplamıştır ve bu yetkiyi her zaman yeterli dikkatle kullanabileceğinden emin değilim. Diğer yandan Troçki yoldaş, Haberleşme Halk Komiserliği sorununda MK’ya karşı mücadelesinin gösterdiği gibi, yalnızca göze çarpan yeteneğinden dolayı temayüz etmemektedir. Kişi olarak bugünkü MK’daki belki de en yetenekli insandır, fakat, kendine aşırı güven duymakta ve işin saf idari yanının fazlasıyla üstünde durmaktadır.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ans., 3. Cilt, Ek s. 162)

[38]A.g.e., s. 162.

[39]Isaac Deutscher, Bitmemiş Devrim, Çev.: Orhan Koçak, Belge Yay., İstanbul 1990, s. 57.

[40]Lenin, Bir Adım İleri …, a.g.e., s. 58.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar