Ana SayfaArşivSayı 75Ekim Devrimi: Tarihsel Devrimcilik mi, Politik Devrimcilik mi?

Ekim Devrimi: Tarihsel Devrimcilik mi, Politik Devrimcilik mi?

Ekim Devrimi: Tarihsel Devrimcilik mi,
Politik Devrimcilik mi?

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Marksizmin tarihsel ilbançosu

Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılı vesilesiyle yapılan tartışmalarda bir yandan Lenin’in düşüncesinin evriminin tarihi ele alınırken öbür yandan Lenin’in düşüncesinin içinde bulunduğumuz güncel konjonktürle bağının kurulmaya çalışıldığı görülüyor. Bu çabalar, bizi kuşatmış bulunan konjonktürün önümüze koyduğu devasa sorunlar karşısında ‘Ne yapmalı’ sorusuna yanıt almayı amaçladığı için önemsenmelidir, ama yapılması düşünülen şeyin bilinci ile bu bilincin gerçekle ilişkisini birbirinden ayırmak gerekiyor. ‘Ne yapmalı’ sorusuna cevap almaya çalışanlar, içinde bulunduğumuz konjonktürde ideolojik tabakayı delerek, bu tabakanın altında bulunan gerçekliğe ulaşmaya çalışırken aynı zamanda bilinçleri de bu gerçeklikle karşı karşıya geliyor. Tarih, bu çabaların tarihsel sürece nasıl havale olacağını, öznelerine bırakmadan, kendisi halledecektir. Tarih kendi mecrasında akmaya devam ederken, onun sürecine müdahale etme imkânına sahip olmayan özneler, yine de çabalarının tarihin akışına etkide bulunacağını sanabilirler. İşte bundan sonrası, tarihsel olarak tarafları oluşmuş bir tartışmada, seçilen tarafın teorik-politik mevziinden, seçilen tarafın argümanlarıyla tartışmaya dâhil olmaktır. Lenin, “İki Taktik”te, alınacak tutumların tarihe nasıl havale olacağını tarihçilere bırakmak gerektiğini ve tarihçilerin bunların nedenlerini araştırmak için zamanlarının olacağını söyler. Tarih, tasnifleme işini kimseye bırakmadan kendisi halleder. Politika söz konusu olduğunda ise Marksizmle ilgili tasnifleme çoktan yapılmıştır. Her ne kadar bireysel kalemler tarafından dile getirilse de, bazı ayrımların, kavram ve kategorilerin, onlara bağlı kelimelerin kullanımında, biz Marksizmi ilgilendiren, Marksizm içinde alttan alta devam eden bir mücadelenin izlerini bulabiliriz. Bazı Marksistlerin Marksizm üzerine yürüttükleri Marksizmi anlama ve onun kavramlarını uygulama tarzları, bu iç mücadelenin yakın ama Ekim Devrimi dolayımıyla gerçekleştiği için uzak bir yansısıdır. Bitimsiz olan bu mücadele her daim güncel olmaya devam edecektir.
Lenin, Bolşevikler ve Menşevikler arasında gerçekleşen ayrımın, eski bir sorunun biçim değiştirerek kendisini yeni koşullarda üretmesinden ibaret olduğunu ifade ediyor. Açık ya da örtük bir biçimde, Marksizm adıyla bilinen tarihsel yapı üzerine yapılan tartışmalar Lenin’in ifade ettiği ayrımlar üzerinden gerçekleşiyor.
Ekim Devrimi’nin deneyiminden gerekli dersleri çıkarmak için bir araya gelmiş olanların basit, gerçekleştirilebilir bir amacı var. Her şeyden önce Marksizme ilgi duyulmasını, en azından Marksizmin okur kitlesini genişletmeyi amaçlıyorlar. Ancak bu tepeyi aştıktan sonra asıl varmak istedikleri stratejik bir hedef de var; Marksizm adına yazılmış tarihin eleştirel bir bilançosunu çıkarmak. Marksistler iki yüzyıla yaklaşan bir tarihsel deneyime sahip olarak elbette Marksizmin tarihsel bilançosunu çıkarabilirler. Marksizmin geride bıraktığı tarihsel birikim kendilerine bu olanağı sunuyor. Ancak bu yöndeki çabalar, gerek Marksizmin iç devrimci dinamiğiyle ilişkilenme gerekse de Marksizm dışındaki ezilen devrimcilikleriyle ilişkilenme sorunundan muaf değildir.
Bu gerçek sorunun çözümü ya da sorunun uygun biçimde ortaya konulması için Marksizmin doğuş koşullarına kadar gitmeye gerek yok. Gidilemeyeceği için değil, gidilebilir ve gidilmelidir de, fakat Lenin bu dönüşün önünde aşılmayacak bir engel olarak var olmaya devam ediyor.
Marksizm, kuruluşundan itibaren çok farklı aşamalardan geçti. Ezilenlerin başarı ve bozgunlardan oluşan mücadelesine katılarak onların trajedilerini paylaşmasının yanında ezilenler hareketi içinde gerçekleşen bölünmelerle birlikte kendi iç bölünmelerini de yaşadı. Gerileme evresine giren Marksizmin bir daha belini doğrultamayacağını düşünenlerin ona uygun ölüm biçimleri tasarladıkları zamanlarda Marksizm, ölümünü ilan edenlerin hevesini kursaklarında bırakarak, yaşama tutunmayı başardı ve her defasında yeni bir atılımla ayağa kalkmasını bildi.
Marksizmin tarihi bu açıdan bir iç kopuş tarihi olarak ele alınabilir. Marksizmin içinde gerçekleşen kopuşlar aynı zamanda yeni bir kuruluş olarak vuku bulmuştur. Devrimcilik, Marksizme içsel bir olgudur ve bu nedenle Marksizm kendi içindeki devrimci dinamikle ilişkilenmenin yanında dışındaki devrimcilikle de ilişkilenme arayışında olagelmiştir. Onun içindir ki, Marksizm devrimcilikten uzaklaştığı her dönemde bu tür yönelime karşı bir devrimci tepki geliştirmiş ve bunu uygun bir biçimde ifadelendirmiştir. Marx-Engels, teorik politik mücadelelerini, kendi adlarına hareket edilen partide gelişen reformist uzlaşmacılığa karşı politik devrimcilik adına başlattılar. Lenin, ideolojik politik mücadelesini Marksizmin devrimcilikten uzaklaşmasına karşı yürüttü. Lenin’in Marksizmin devrimci diyalektiğini yeniden kurma çabasını, Mao, kendi pratiğinde derinleştirerek sonuçlarına ulaştırdı. Lenin’in tanımlayıp yorumladığı Marksizm, İkinci Enternasyonal’de temsil edilen resmi Marksizm anlayışının dışında konumlanmakla kalmıyordu, bizzat bu Marksizme karşı cihat ilan ediyordu. Mao, resmi Marksizm anlayışı tarafından tanınmayan, daha sonra Leninizm olarak ifade edilen Marksizmin tezlerini savunuyordu.
Marx-Engels’le başlayan kopuş süreci, Lenin’le geri dönüşü olmayacak şekilde kesin bir nitelik kazanırken, Mao, yaşanan kopuşu daha da derinleştiriyordu. Marx-Engels, işçi hareketi içindeki devrimci dinamiklerle ilişkilenmenin yanında diğer devrimciliklere yönelik duyarlılık geliştirirken, Lenin, Marksizmi işçilerin dışındaki diğer ezilen toplumsal kesimlere açıyordu. Mao, Lenin’in gerçekleştirdiği açılımı yoksul köylüler nezdinde somutluyordu. Marx-Engels, Manifesto’da komünistlerin hedeflerine ancak mevcut toplumsal koşulların zorla yıkılmasıyla ulaşacaklarını belirtirken, Lenin, mücadelenin temel sorununun iktidar sorunu olduğunu açıklıyordu. Mao, “iktidar namlunun ucundadır” diyerek Lenin’i tamamlıyordu.
Marksizmin kurucularının metinlerinde, ifade edilen görüşlere karşıt ifadelerin de olduğu açıktır. Hatta Marksizm içindeki baskın eğilimin, bu görüşleri bir araya getirerek bütünsel ifadeye kavuşturmuş olanların düşünceleri olduğunu da söyleyebiliriz. Dolayısıyla Ekim Devrimi vesilesiyle yapılan tartışmalar, Marksizm tarihinde gerçekleşen iç kopuşla beliren ayrım, kavram ve kategorilendirilmesi yapılmış bir tartışmanın devamı olmak durumundadır. Aksi halde skolastik bir tartışmadan öteye gidemez.
Tarihselcilik kıskacında politika
“Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” diyen Lenin, Marksist devrimcilerin önüne sadece iktidar sorununu değil aynı zamanda tarihsel devrimcilik ve politik devrimcilik arasında bir tercih sorununu da koymuştur. Bir ayaklanmaya katılmak ya da devrime önderlik ederek onu zafere ulaştırmak Marksist devrimcilerin hangi rolü oynayacaklarına bağlıdır. Marksist devrimciler eski düzenin tasfiyesinde burjuvazinin yamağı rolünü mü oynayacaklar, yoksa devrimin politik önderi rolünü mü?
Bu sorunun öneminin farkında olan burjuvazinin saflarımızdaki akıllı temsilcileri, iktidar mücadelesinde geriye düştüğümüz koşullarda, ezilenlerin arasında Marksizmin borusunun ötmediği bir dönemde, Marksizmi savunma adı altında Lenin’in devrimci öğretisine saldırıyorlar. Marksizm ortaya çıkışından itibaren çatışmalıdır ve bu durum kendisini sürekli yeniden üretmiştir. Marksizm kendisine karşı sadece güçlü bir direnişi, saldırıyı ya da eleştiriyi değil aynı zamanda revizyonist girişimleri de harekete geçirmiştir. Bu saldırılar her zaman Marksizmin dışında başlayıp Marksizmin içinde sona ermiştir. Marksizm revizyonist girişimlere karşı kendisini kendi içinde savunmak durumunda kalmıştır. Dışarıdan başlayan saldırının Marksizmin içine geçtiği ve Marksizmin revizyonizm tarafından kuşatıldığı görülmektedir. Bu, içeriden karşı saldırılara yol açan ve bölünmelerle sona eren bir iç mücadeledir. Ellen M. Wood da Marksizmin geriye düştüğü bir dönemde mazeretçi bir biçimde İkinci Enternasyonal’in teorik revizyonist tezlerini dillendiriyor: “Sınıf mücadelesi Marksizmin çekirdeğidir. Birbirinden ayrılmayan iki anlamda bu böyledir. Marksizme göre tarihin dinamiğini açıklayan şey sınıf mücadelesidir ve devrim sürecinin son hedefi sınıf mücadelesinin öteki yüzü ya da sonuç ürünü olan sınıfların ortadan kaldırılmasıdır.(…) Bu tarih görüşünün ve bu devrimci hedefin oluşturduğu ayrılmaz birlik Marksizmi diğer toplumsal dönüşüm anlayışlarından ayıran başlıca özelliktir ve bu birlik olmaksızın Marksizm olamaz. Bu önermeler söz edilmeye bile değmeyecek kadar açık görünebilir ama yine de Marksizmin yirminci yüzyıldaki tarihinin bu ilkelerden yavaş yavaş uzaklaştığına tanıklık ettiği ileri sürülebilir. Marksizmin perspektifleri gitgide daha çok iktidar mücadelesinin güdümüne girmiştir(…) başkaldırma eylemini, iktidar mücadelesi için mümkün hatta gerekli bir yol olarak kabul eden devrimci hareketlerde de önemli sapmalar meydana gelmiştir. Yirminci yüzyılda Rusya’da ve Çin’de gerçekleşen büyük devrim hareketlerinin tarihsel koşullar nedeniyle iktidar mücadelesini ön plana çıkarmak hatta bir bakıma özellikle de Çin örneğinde başlıca mücadele etkenleri olarak halkı ya da kitleleri, işçi sınıfının önüne koymak zorunda kaldıkları söylenebilir.” [1]
Aslında Wood’un kategorik ayrım çizgileri çeken değerlendirmesi daha önce Otto W. Kuusinen ve Kautsky tarafından yapılmıştı. Kuusinen, Çin Komünist Partisi’nin proleter unsurlara gerekli önemi vermemesinden yakınırken, Kautsky de Lenin’i hamile bir kadını dokuzuncu ayda doğurtacağına beşinci ayda doğuma zorlamak için şiddet araçlarını kullanan sabırsız bir ebe olmakla suçluyordu. Kautsky ve Kuusinen’in halefi olan Wood endişelenmekte haklıdır. Lenin ve Mao ile birlikte Marksizme başka bir anlayış hâkim olmuştur.
Felsefede öznenin belirsizliğini ya da olmaması gereken özneyi belirtmek için özne yerine etmen sözcüğü kullanılırken onun tali olan etkilerini belirtmek için de etken ifadesi kullanılır. Böylece özne ve etkileri merkezden dışlanmış oluyor. Wood da Lenin ve Mao’nun işçi sınıfının önüne koydukları ‘halk’ ya da ‘kitleler’in yani ezilenlerin hem politika pratiğinin hem de tarihin öznesi olamayacağını ifade etmek için onlardan etmen şeklinde söz ediyor. Wood, lafı dolandırmadan Marksizmin işçi sınıfının ideolojik dünya görüşü olduğunu, Leninizm diye bilinen ideolojik politik akımın reddedilmesi gerektiğini, sadece Leninizmin değil aynı zamanda Marksizmin tarihsel koşullar nedeniyle önüne koymak zorunda kaldığı dönemin Marksizmden sapma olarak mahkûm edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Wood, Marksizmin ezilenlere açılmasının karşısında konumlanmakla kalmıyor; açıkça Marksist devrimcilere burjuvazinin yamağı rolünü oynamalarını salık veriyor. Wood, geri ülkelerde mücadele yürütüyor oldukları halde iktidarı almayı reddetmek yerine işçi sınıfının önüne halk ve kitleleri koyup iktidara yürüdükleri için Lenin ve Mao’yu eleştiriyor. Bununla da kalmıyor, Ekim Devrimi ve Çin Devrimi Marksizmden sapma olarak mahkûm edilmeli ve politik iktidar mücadelesi gerçek mücadele hedefi yapılmamalı, iktidar reddedilmeli, başlangıçtaki Marksizme dönülmeli diyor; fakat buna rağmen, bu akademisyenin “Sınıftan Kaçış” eseri Marksist devrimcilere teorik referans olabiliyor. Marksist devrimciler pratiklerini Wood’un argümanlarıyla savunuyorlar.
Peki, bu akademisyenin yerli yersiz değindiği ve Marksistlere yön tayin ettiği başlangıçtaki Marksizm ne türden bir anlayışı vaaz ediyor? Wood’a göre, Marksizm tarihsel yaklaşımın ifadesidir ve temel iç görüsü toplumsal varlığın tarihsel bir olgu olduğunu ifade ediyor olmasıdır. Buna göre tarihsel değişim süreci, her biri diğerinden farklı olan toplumsal biçimin birbirinin yerini almasından oluşur ve bu farklı aşamalardan oluşan gelişim süreci bir tarihsel ilerlemedir. Tarihsel ilerlemeye göre feodalizm yerini kapitalizme o da yerini sosyalizme bırakır. Her aşama bir önceki aşamanın sunduğu temel üzerinde oluşur.
Wood için kapitalizm, kendisinden önceki feodal topluma göre ilerici, gerçekte devrimci bir toplumsal gelişmedir. İktisadi gelişmeyle sonuçlanmakla kalmamış, sadece burjuvazi için değil çalışan insanlar için de siyasal ilerlemeye yol açmıştır. Çalışan insanlar süreç içinde toprağa ve feodal efendiye olan bağlılıktan kurtulurlar. Kırsal yalıtılmışlıktan çıkarılmış, fabrikalarda ve kentlerde bir araya toplanarak ufukları açılmış, bilinçli insanlar toplumsal ilişkiler geliştirirler ve en sonunda da modern sanayide çalışan sınıf olarak siyaset dünyasında boy gösterirler. Kısacası kapitalizmin feodalizme göre ilerici olduğu kabul edilmelidir. İşçi sınıfı burjuvaziyi tarihi ilerletmesi ve eski üretim ilişkilerinden arta kalan kalıntıları tasfiye etmesinde desteklemelidir. Üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte burjuvazi de sınıfsal çıkarları gereği gerici konuma düşecektir ve işçi sınıfı işte o zaman tarihsel misyonunu oynayacaktır. Wood için işçi sınıfı kapitalizme karşı tek devrimci sınıftır. Marksist düşünce ve ideoloji, kapitalizmin bağrında gelişmekte olan yeni üretici güçlere denk düşen düşünce ve ideoloji olarak, işçi sınıfının bakış açısını ifade etmektedir.
Wood’un düşüncesinin Hegelci kökeni açıktır. Wood’un tarih konusundaki yorumunu Marksizme mâl ettiği Hegel için ilerleme, kusurludan kusursuza doğru ilerleyen bir dizi aşamadan meydana gelir. Fakat kusurlu salt soyut biçimde kusurlu olarak alınmamalıdır; karşıtı olan kusursuzu tohum olarak kendi içinde taşır. Bunun diyalektik olduğu söylenebilir, ama sonuçta Hegelcidir.
Marx’ın bilimsel bilgi tarihini gerçek tarihe indirgeyerek, epistemolojik tarihsel ilerleme anlayışını gerçek tarihe uyarlayarak yorumlayan Wood için bir tarihsel devrimcilik vardır. İşçi sınıfı, sanayi proletaryası üretimden gelen gücünü gericilik karşısında ilerlemeden yana kullanmalıdır. Tarihsel ilerleme bilimsel ilerleme olduğu için işçi sınıfı, mücadelesini bu temelde yürütmelidir.
Tarih biliminin vargılarıyla güncel tarihin edinimini ayrıştırmadan anlayan Wood’un tarih anlayışında işçi sınıfının politik misyonu ile bilimsel vargılar özdeştir. Bilim ve işçi sınıfını öteki ezilenlere karşı öne çıkarmakta bir sakınca görmeyen Wood için bilim ileriyi gösteriyorsa işçi sınıfının görevi tarihsel ilerlemenin temsilciliğini yapan burjuvazinin yanında konumlanmaktır.
Bilimsel açıklamalarla politikanın birbirinden ayrıştırılmasına karşı duruş sergileyen ve politikayı bilimin basit bir teknik uygulaması olarak kabul eden Wood için sınıf politikası bilimsel belirlemeler temelinde tayin edilmelidir. Buna göre, köleci toplumda köleleri değil feodalleri desteklemek, feodalizme karşı da isyan eden köylüleri değil üretici güçleri geliştiren devrimci ve ilerici burjuvaziyi desteklemek gerekir. Tarihsel devrimciliğin misyoneri olan burjuvaziyle yan yana yürümek bilimsel devrimciliğin şanındandır. Sıkı bir tarihsel ilerlemeci olan Wood ileriyi, uygarlığı temsil eden burjuvazi ile birlikte geriyi temsil eden ezilenleri ezmekte bir sakınca görmez. Maksat tarihin ilerlemesini hızlandırmak ve kapitalizmin organik bileşeni olan proletarya ile burjuvazinin nihai hesaplaşmasını geciktiren eski kalıntıları aradan çıkarmanın koşullarını oluşturmaktır.
Wood’un Marksistlere yön tayin ettiği “Başlangıçtaki Marksizm” esasında İkinci Enternasyonal’in tezlerinin güncellemesinden başka bir şey değildir. Şayet geçmişte daha gerilere gidecek olursak, henüz burjuva düşüncesinden, idealist felsefeden ve burjuvazinin devrimci politikasından kopuşunu gerçekleştirmemiş, kendisini egemen ideoloji denilen egemen sınıf düşünüşünün mantığına kaptırmış, Fransız burjuvazisinin gerçekleştirdiği devrimin ışıltılarından gözleri kamaşmış Marx-Engels’in geride bıraktıkları anlayışı önceleyerek ekonomist konumdan toplumsal varlığın çatışmalı yapısını değerlendiren, Marksizmin kavram ve kategorilerini Hegelci tarih felsefesi zemininde yorumlayan bir Marksizm buluruz.
Hegel’in öznel ruhundan fazlasıyla esinlenmiş olan Wood tarihsel toplumsal sürecin çözümlenmesinde Hegelci diyalektiği Marksist yöntem olarak kullanmayı denediğinde, Marksist tarih bilimi bir kenara çekilerek susmuştur. Konuşan, Hegel’in tin felsefesidir. Her şeyi tarihsel açıdan düşünen ve Marksizme Hegelci tarihselcilik mikrobunu bulaştıran Wood, Hegelci düşünceden devraldığı ilerleme fikrini Marx’a atfedip Marksizmi bir tarihselcilik biçiminde yorumlarken sadece feodalizm karşısında değil, günümüz ezilenleri karşısında da Marksizmi burjuvazinin sınıf konumlarında savunuyor.
Lenin ve devrimci politikanın imkânları
Marksizmin devrimci diyalektiğini yeniden kuran Lenin, Woodgil Marksistlerin dört elle sarıldığı tarihsel devrimcilik şablonunun dışında, felsefi materyalizm ve devrimci politika tutumuyla Marksizmin teorik konumlarını ifade ediyordu.
Lenin, işçi sınıfını üretim tarzı içindeki rolü çerçevesinde gören ve siyaset her zaman itaatle ekonomiyi izler diyerek kendilerince Marx’ın ekonominin belirleme anlayışını savunan ekonomist konumlarla arasına kesin bir ayrım koyar. Kentlerdeki işçilere öncelik veren, öteki ezilenleri ikincil konumda gören anlayışlara karşı Lenin, işçilere yönelik baskılar ile öteki ezilenlere yönelik baskılar arasında bir öncelik sonralık ilişkisi kurmadığı gibi diğer ezilen kesimlerin devrimciliği karşısında işçi sınıfı devrimciliğine imtiyaz tanımaz.
Lenin’e göre işçi sınıfının üretim tarzı içindeki konumu ile baskı altındaki konumu arasında doğrudan bir ilişki kurulamaz. İşçi sınıfının ekonomik konumunu salt bir sınıf olarak güçlendirici pozisyonda tutmak, tüm çelişkileri sömürüye bağlamak politik açıdan uygun değildir. Marksist politika açısından uygun olan pozisyon, yaşamın ve eylemin en çeşitli alanlarında gerçekleşen ezilme ve baskıları bir bütün olarak görmektir. İşçilerin öteki ezilenlerle ortak sorunlara sahip olması, mücadelenin burjuvaziye karşı değil devlete karşı olmasını gerektirir.
Lenin, devrimci politika alanını, bütün sınıf ve katmanların devletle ve iktidarla ilişkisi olarak belirliyor. İşçilerin sadece işçi kimlikleriyle bağ kurulmasının Marksizmin hem devrimci politikası hem de ideolojisi açısından uygun olmadığını, uygun olan ilişkinin, bir bütün olarak ezenlerle ezilenlerin karşılaştığı alanda kurulması gerektiğini belirtiyor.
Lenin, açık ve net bir şekilde, işçi sınıfının rolünü üretim tarzı çerçevesinde anlayanlara karşı çıkıyor. Siyaset ekonomiyi izlemeli diyen, ekonomik mücadeleye politik boyut kazandırmayı savunan, fabrikalarda ve sanayi alanlarında örgütlenerek sendikalar aracılığıyla işçileri eğitmeyi esas alan yaklaşımlara karşı ezilenlerin devrimci iktidar aracılığıyla eğitilmesini ve politik iktidar için politik devrimciliğin esas olduğunu belirtiyor.
Tarihsel devrimciler, gerçekleşecek devrime burjuvazinin önderlik etmesi gerektiğini, işçi sınıfının da burjuvazinin demokratik devrimi tamamlamasında burjuvaziye yardımcı olmasının gerekli olduğunu savunuyorlar. Tarihsel devrimcilere göre Marksist devrimcilerin görevi ilerici burjuvaziye dışarıdan eleştirel destek vermektir, yani Lenin’in deyimiyle burjuvazinin yamağı rolünü oynamaktır. Buna karşılık Lenin Marksist devrimcilerin ezilenleri birleştirerek devrime önderlik etmekle ve burjuvaziye karşı savaşarak devrimi nihai zafere ulaştırmakla görevli olduklarını savunuyor.
Lenin bunları savunmuştur, fakat onun düşüncelerini eski sorunsalın içinde ve o sorunsalın ayrımları üzerinden gerekçelendirdiğini de ifade etmek gerekiyor. Lenin’in politika pratiğini temellendirdiği kavram ve kategoriler onun yaklaşımıyla çelişir vaziyettedir. Yaşanan uyumsuzluğun farkında olmasına rağmen, Lenin, başından itibaren bilinçli bir şekilde eski sorunsalı reddetmiş değildir. Lenin’in teorik konumları ile politik tutumları karşılaştırıldığında bu çelişkiyi görmek mümkündür. Lenin, Marx’ın eserlerinde bilim ve devlet üzerine yaptığı saptamalarla, kendi yaklaşımını eski sorunsal içinde fakat karşıtlık temelinde, reddiyeler üzerinden geliştirir. Örneğin, devrim yapabilecek koşullara sahip olduğunda majesteleri burjuvazinin önden buyurması gerektiğini savunurken, Lenin kendi dışında devrime vekâleten atanmış bir misyoner tanımaz.
Lenin, “Nisan Tezleri”nde Bolşevizmin eski tezlerinin aşıldığını açıklıyor. Buna göre, Bolşevikler yaşamın gerçek hareketinin gerisinde kalmış ve yeni sorulara eski sorunsalın cevaplarını vermiştir. Bu anlamda “Nisan Tezleri” Lenin’in, parti içinde yeni sorunları eski terimlerle ele alan ve görevlerini tarihsel devrimcilik üzerinden saptamaya çalışan Bolşeviklere karşı verdiği teorik politik mücadelenin ürünüdür. Lenin için eski formüller aşılmıştır. Artık tartışma yeni zeminde ve bağlamda yeni formüllerle yürütülmelidir.
Olayların içinde yaşayan Lenin için politika nesnel gerçekliğin içinde yapılır. Bu anlamda politikacı konjonktürün dışında yer alan, kafasındaki fikri dışarıdan zorla nesnesine kabul ettirmek isteyen bir özne değildir; o, kendisinin de içinde yer aldığı güç ilişkileri içinde hareket eden, kendine yer açmak isteyen karşıtının kendisini tanıması için eylemde bulunandır.
Lenin için konjonktürde gerçekleşen olaylar zorunluluk alanının dışındadır. Onun için de devrimci özne, konjonktürde uygun gördüğü eylem tarzını seçmekte serbesttir: “Sosyal-demokrasi kendi elini kolunu bağlamaz, eylemlerini daha önceden tasarlanmış herhangi bir planla ya da siyasal savaşım yöntemiyle sınırlandırmaz; partinin elinde bulunan güçlere denk düştüğü sürece bütün savaşım araçlarını benimser.” [2] Bir politik konjonktürde geçerli olan taktik tutum başka bir konjonktürde geçerli olamaz. Yeni durumda tam o sırada geçerli olan tutumu benimsemek gerekir, çünkü her şey geçicidir ve akış halindedir. Bu akışın içinde yer alan politikacı için soyut doğru yoktur. Doğru her zaman somuttur. Onun için de görevler somut duruma uygun saptanmalıdır.
Lenin’in politik tutumlarında yaşanan anlık değişiklikler gözlerden kaçmamıştır. Öyle ki sırf bu nedenle onu pragmatizmle suçlayıp Machiavelli’ye benzetenler yanında, ilkesiz kuralsız olarak kınayanlar da olmuştur. Olaylara dışarıdan bakanlar ve politikayı bilimin uygulaması sananlar için Lenin kendi fikirlerine dahi sadakat göstermeyen faydacı biridir. Lenin’in muarızı yaşanan durumu şöyle ifade ediyor: “1920 ortalarında Lenin’in önceliği devrimci enerjinin küresel düzeyde serbest bırakılmasıydı. Toplumsal aşamanın kaçınılmaz aşamaları hakkındaki fikirler onun için solmuştu. Ne kadar kaba olursa olsun devrim yapmak… Bir teori kurmaktan daha iyiydi… daha önceden ilan ettiği politikalara yakın durduğu zaman bile değişken olması itibarı ile Lenin’i anlamak zordu… Herhangi bir pratik siyasi hedefi göz önünde bulundurduğunda, Lenin’in kendi Marksizm’ine üstünkörü muamelesinin biçimi budur… Kendi temel fikirlerine bağlı kalmaktan hoşlandığı halde sadakati mutlak değildi.” [3]   
Lenin’e göre içinde bulunulan toplumsal gerçeğin kavranabilir hareket yasalarının olmasıyla aynı toplumsal gerçekliğin içinde bulunulan andaki oluşu bir ve aynı değildir. Bunlar birbirinden farklıdır: “Somut tarihsel durumda geçmiş ve geleceğin unsurları iç içe geçer(… )fakat bu bizim gelişmenin belli başlı dönemlerini mantıki ve tarihi olarak birbirinden ayırmamızı kesinlikle engelleyemez.” Somut tarihsel durumda geçmiş ve geleceğin iç içe geçmiş unsurlarını ayırmak, tasniflemek ve belirlemelerde bulunmak bilimin işidir. Bilim bunları birtakım nedenselliklerle açıklar, fakat aynı tarihsel somut durumun, içinde bulunulan dönemi politikanın konusudur. Politik dönemleştirmelerle bilimin belirli bir tarihsel dönemi incelemesi farklıdır. İçinde bulunulan dönem tarihe havale olduktan sonra bilimin konusu haline gelir. Tarihçilerin, diyor Lenin, bu dönemi incelemeleri için zamanı olacaktır, önemli olan içinde bulunduğumuz anda ne yapacağımızdır. Somut konjonktürde soyut tartışmalara yer yoktur.
Lenin, içinde bulunduğu anın tarihle doğrudan bir ilişkisinin bulunmadığının farkında ve içinde bulunduğu anın tarihe nasıl havale olacağını öngörmeden eylemde bulunuyor. Şimdi ve gerçek olandır politikanın nesnesi ve politikacı anın sonrasına uzanmamalıdır. Politikacının işi, içinde bulunduğu gerçek durumu kavramaktır. Bu anlamda Lenin kendi güncel varoluş koşullarında, somut bir şimdiki zamanda gerçekleşen olayları kendi pratiğinde nasıl yaşıyor ve görüyorsa öyle ifade ediyor. Güncel durumu yaşayan Lenin tam o sırada takınması gereken tavrı takınıyor. Bu, Lenin’in gerçeğe teslim olduğu anlamına gelmiyor. Aksine Lenin, üzerinde etkide bulunacağı gerçeğe teslim olmadan, gerçeği dönüştürmek için, gerçekle birlikte hareket ediyor.
Devrimci politikayı tarihsel devrimciliğin mantığına göre kavrayıp tarihsel sürecin ilerleyen akışına ayak uydurmak olarak anlayanlar karşılarında tutarsız, ilkesiz bir Lenin görüyor ve ona tutarlılık kazandırmak için onu koptuğu sorunsalın ayrımları üzerinden yeniden tarif ediyorlar. Gerçekte Lenin’in berisinde konumlanan bu iyi niyetli Lenin yandaşları, Lenin’in pratiği karşısında teoriyi önceleyerek tutarsızlığı gidermeye çalışıyorlar, ama bunu Lenin’in pratiğini teorileştiremeden yapmayı deniyorlar. Gerçekte sorunu çözmekten ziyade eski sorunsalın sınırlarını, ayrımlarını yeniden üretiyorlar. Lenin’in muarızlarıyla aralarındaki fark Lenin eleştirmenlerinin sağ elindekini bunların sol eline almış olmalarıdır. Lenin’in pratiği ile söylemi arasındaki uyumsuzluğu gidermeye çalışanların anlayacağı dilde söylemek gerekirse Lenin, konjonktürde bilinçli özne olarak eylemde bulunurken ne tarihin akışına ne bilimsel kavramlara ne de konjonktürün kendisine teslim oluyor. O, bilinçli bir politik özne olarak konjonktürde kendine alan açan bir politik devrimcidir.
***
Kopmak, alışılagelmiş düşünce kalıplarının dışında düşünmek, olayları başka türlü bir işleme tabi tutmak zordur. Lenin’in saldırı ve savunma üzerine analizleri bunun nedenlerini, kökenini ortaya koyar. Değiştirmek ve dönüştürmek aynı zamanda kendine karşı devrimci olmayı da gerektirir. Dönüştüreceği yapının kurucu misyonunu üstlenen Lenin tarihsel devrimciliğin sınırlarının dışında davranıyor. Bu anlamda Lenin’in yaptığı politik devrimciliktir. Althusser’in Marksizmle politika arasındaki ilişkiyi Lenin’in kurduğuna dair saptaması doğrudur, Lenin politik Marksizmin kurucusudur. O, tarihin devrimci misyonunu yerine getirmek anlayışının dışında, konjonktürde partisinin elindeki imkânları kullanarak kitleleri politik iktidar için seferber eden bir politik devrimcidir.
Eski düzenin tasfiyesi ya da statükonun ve vesayet rejiminin yıkılması yerine demokrasinin tesis edilmesi için burjuvazinin liberal ya da laik kanadının peşine takılanlar burjuvaziyi cesaretlendirme yarışına girişebilirler. Birimler değişse de özünde hiçbir şey değişmemiş ve bu hep böyle olmuştur; burjuvaziyi cesaretlendirip demokratik devrimi tamamlaması için desteklemek. Bunlar için Lenin Marksizmden sapmış, kapitalizmin gelişmediği, işçi sınıfının oluşmadığı koşullarda dolayısıyla da sosyalizme geçişi sağlayacak güçlerin gelişmediği bir evrede devrim yapan bir maceraperesttir. Gerçekten de Lenin,  Marx- Engels’in yakın çevresinden biri değildir, bu çevrenin dışında yer alır. Kendi yoldaşları tarafından bile Tatar kökenine gönderme yapılarak Rusluğu kabul edilmeyen biridir. Lenin Marksizme başka türden bir yaklaşımı hâkim kılmış ve Marksizmin merkezinde bir politik devrimcilik örneği sergilemiştir.
Sonuç olarak
Lenin önderliğinde gerçekleşen Ekim Devrimi’ni ve onun açtığı alanda kendini var eden diğer devrimleri tarihsel ilerlemecilik şablonunun dışında ele almak ve yeni terimlerle ifade etmek gerekiyor. Lenin’in pratiği ve Ekim Devrimi, Lenin öncesi sorunsalın kavram ve kategorileriyle ele alınıp tanımlanamayacağı gibi eski sorunsalın ayrımları üzerinden de temellendirilemez. Bu açıdan ne Lenin’in pratiği tarihsel devrimciliğin misyonunu yerine getirmektir ne de Ekim Devrimi sosyalizm ideasının kusurlu bir gerçekleşmesidir. Ekim Devrimi bir Marksist komünist devrimci olan Lenin önderliğinde gerçekleşen bir ezilen devrimciliği ve ezilen devrimidir. Ekim Devrimi ezilenlerin şu veya bu burjuva kliğinin peşine takılmadan, devlete ve ezenlere karşı başarılı bir mücadele yürüterek iktidar olabileceğinin kanıtıdır.
“Her sorun bir kısır döngüdür” diyor Lenin ve devam ediyor: “Bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkalardan meydana gelen sonsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tamamı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, belirli bir anda en önemli halkayı, onu elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok güvence veren halkayı bulmaktan ve ona olabildiğince sıkı bir biçimde sarılmaktan ibarettir”. [4]   Lenin belirli bir anda bu halkayı tutmayı başarmıştır.
Ekim Devrimi ile başlayan, Çin Devrimi ile devam eden ezilenlerin kudret mücadelesi, zayıf halkalarda mücadele yürütenlerin tarihsel politik mirasıdır. İktidar mücadelesinden geriye düştüğümüz bir dönemde, Lenin’in yaklaşımını sonuçlarına ulaştırmak için vuruşarak ilerlemek gerekiyor.
Ekim Devrimi, yarattığı tarihsel ve politik birikimle Marksist devrimcilerin gerisinde değil önünde duruyor.

[1] Ellen Meiksins Wood, Sınıftan Kaçış: Yeni Bir Hakiki Sosyalizm. Çev.: Şükrü Alpagut, Akış Yay., s. 19-20

[2] Lenin, Ne Yapmalı, Çev.: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, s. 55

[3] Robert Service‘den aktaran, Alex Callinicos: Yeniden Lenin: Bir Hakikat Siyasetine Doğru, Çev.: Cumhur Atay Otonom Yay., s. 35

[4] Lenin, Ne Yapmalı, Çev.: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, s. 177

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar