Ana SayfaArşivSayı 74Marx’ın Düşüncesinin Oluşumu ve Dönüşümü

Marx’ın Düşüncesinin Oluşumu ve Dönüşümü

Marx’ın Düşüncesinin Oluşumu
ve Teorik Dönüşümünün Uğrakları

Hegel ve Feuerbach

 

Vedat Düşküner

Marx’ın düşüncesinin oluşumunun teorik tarihsel sorunlarını anlamak için, Marx’a geri dönmek, ardında bıraktığı şantiyelere giderek, düşüncesinin evrimini eserlerinden takip etmek gerekiyor.
Teorisinin epistemolojik sorunun nesnesi olabilmesi ancak, Marx’ın teorik sorunsalına bağlı olarak mümkündür. Marx’ın teorik kavramlarının bizzat Marx’a uygulanma işleminde Marx’ın teorisi nesnesini sınarken kendisi de nesnesi tarafından sınanır olur. Bu işlem sadece Marx’ın birlikte olduğu felsefelerle ilişkisinin ne olduğu teorik sorusunu sormak dolayısıyla Marx’ın farklılığını açıklamak için değil, aynı zamanda, Marx’ın teorik düşüncesinin tarih yazımı için de geçerlidir.
*
Marx’tan önce doğa bilimleri üzerinde duruluyordu, onu da insan öznesi konusundaki ideolojik felsefeler tamamlıyordu. Marx’la birlikte, o zamana kadar, burjuva ideolojisinin egemenliği altında bulunan Tarih kıtası bilimsel bilgiye açılmış oldu.
Bununla birlikte, Marx’tan önce de sınıflar mücadelesinin varlığı kabul ediliyordu. Marx, burjuva tarihçi ve iktisatçılarını eleştirip kendisini onlardan ayırmakla birlikte, bunu kabul eder ve yeni olarak ne yaptığını açıklar.
Bu anlamda Marx olmayan bir şeyi icat etmiş değildir. Teorisini kurduğu nesne, onun keşfinden önce de vardı. Peki, Marx’ın katkısı ne olmuştur? Kendi nesnesinin sınırlarının tanımı, koşullarının varoluş biçimlerinin sonuçları, söz konusu nesneyi kavramak ve üzerinde etkide bulunmak için yerine getirilmesi gerekenlerin bilinmesi ve gerçekliğinin kabul edilmesini sağlamak olmuştur.
Felsefi materyalizme göre, her bilgi, düşünce dışında var olan bir nesnenin bilgi biçiminde yeniden üretilmesi ise, Marx, materyalisttir. Çünkü Marx, bilincin önceliğini sadece bilgide değil, bilincin kendi içinde de reddeder ve bilgi süreci karşısında gerçek sürecin önceliğini savunur.
Marx’ın burjuva ideoloji dünyasından kopuşunu olanaklı kılan bilim kategorisidir. Kopuş, ideoloji ve felsefe alanında bir mücadeleyle başlayıp Tarih biliminin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Yorumsamacılar için bilimin çatışmalı yapıya sahip olması ve mücadeleyle kurulması mümkün değildir. Bu nedenle onlar için Marx’ın tarih üzerine yaptığı çalışmalar bir bilim değil, tüm öznel düşünceler gibi kendi içinde çelişkili düşüncelerdir.
Marx’ın teorisinin çatışmalı yapıya sahip olması ve mücadeleyle kurulmuş olması bir tesadüften ziyade, Marx’ın kurduğu bilimin nesnesine organik anlamda bağlı bulunan zorunluluğun sonucudur.
Marx’ın teorisinin tarihi bunu kanıtlar, Marx’ın yaşamı da bunu doğrular. Hegel ve Feuerbach’tan yola çıkan Marx, teorik konumuna hem içeride hem dışarıda uzun bir mücadele verdikten sonra ulaşabilmiştir. Bu konuma ancak, burjuva ideolojik felsefesinden koparak, burjuva ideolojisinin teorik oluşumlarıyla kendi konumu arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi zihinsel olarak yaşadıktan sonra ulaşabilmiştir.
Bu anlamda, Marx’ın teorik düşüncesinin tarihi ikili bir geçiş tarihidir. Bir yandan tarih ideolojisinden Tarih bilimine geçiş, öte yandan felsefi idealizmden hümanist materyalizme geçiş, tarihselci ampirizmden sonra da yeni bir felsefeye geçiş…
Marx’ın teorisinin kuruluşu, kendi öznel dünyasında yeni bir teori bulan Marx’ın edinimi değil, Marx’ın da aktörü olduğu teoriler tarihi alanında gerçekleşen teorik bir olay olarak açıklanmalıdır. Teorisi, teoriler tarihi alanında, belirli bir sosyo-politik konjonktür zemininde ve teorik-ideolojik konjonktür içinde üç kaynaktan doğan devrimci bir sonucu ifade ederken, Marx’ın teorik düşünce tarihinde gerçekleşen epistemolojik kopuş, anlamını, teoriler tarihi alanında bulur.
*
Althusser’in teorik anlatımına kavuşturduğu anlayış, Marx’ın teorisi içindeki idealist ögeleri ayıklar. Marx’ın kurmuş olduğu teoriye aykırı ögeleri bilincinde barındıran Marx’a karşı Marx’ın teorisini savunur.
Althusser, Marx’ın gerçekleştirdiği kopuşa öznellik atfetmiyor. Ona göre, epistemolojik kopuş “bilimsellik öncesi bir sorunsalın bilimsel bir sorunsala dönüşümünü” ifade ediyor[1]. Kopuş, Tarih Kıtasının bilimsel bilgiye açılmasıyla oluşan teorik bir süreçtir. Bilim kategorisinde yaşanan kopuş, kendisinde felsefi bir devrim barındırır. Tarihle kurduğu ilişkilenmeyi düşünmeye zorlayarak felsefenin pratiğini alt üst eder. Felsefe pratiğinde yaşanan bu alt üst oluş devrim niteliğindedir. Kopuş ve devrim arasındaki fark, geri dönülemezlikte yatmaktadır. Tarih biliminin kurulması kopuştur; felsefede yaşanan ise devrimdir. Ancak her devrimde olduğu gibi felsefi devrim de karşı-devrim tehdidi altındadır. Burjuva ideolojik felsefesinin müdahalesi de bu noktada yaşanır. Burjuva ideolojisinin dışarıdan başlatmış olduğu saldırı Marx’ın teorisinin içine geçerek teoriyi içerden kuşatır ve onu burjuva ideolojisinin baskın eğiliminin düşünce mantığı yönünde tanımlayıp yorumlayarak, sadece Marx’ın teorisini revize etmekle kalmaz, nesnel açıdan Marx’ın teorisi içinde burjuva ideolojisine teorik zemin sunma rolünü de oynar.
Althusser, teorik anti-hümanizm tezini bu alanda öne sürüyor ama, ilgili makalesinde[2] hümanizmden adeta tüm sorunlar ondan kaynaklanıyormuş gibi söz ediyor ve hümanizm ifadesini geniş anlamıyla kullanıyor. Bu biçimiyle hümanizm ifadesi genel bir durumu ifade etmenin ötesinde özel bir açıklama sunmuyor. Örneğin, Marx her zaman bir insan felsefesini savunmuşsa, bu zaman ve savunmanın sınırları nasıl belirlenecektir? Sadece epistemolojik kopuş öncesi için mi geçerli olacaktır, yoksa kopuş sonrasını da kapsamakta mıdır bu ifadeler? Elbette, Althusser’in makalesinde bu ayrımları belirtik kılan unsurlar bulunuyor, fakat anlatıma bağlı olarak oldukça geniş zamanlı belirtilmiş ifadelerdir bunlar. Dolayısıyla konunun anlaşılması için hümanizm ifadesinin sınırlarını daraltmak, Marx’ın birleştiği hümanizmi belirtmek gerekiyor. Marx, genel anlamda, hümanizmle birleşmediği gibi, genel olarak hümanizmden kopmuş da değil. Marx, Feuerbach tarafından teorik anlatımına kavuşturulan hümanizmle önce birleşmiş sonra da bu ideoloji felsefesinden kopmuştur. Marx’ın teorisi kategorik olarak hümanizm dışındadır. Bu onun indirgenemez niteliğidir.
Şu halde, Althusser’in Marx İçin adlı eserinde belirttiği ayrımları takip ederek, Marx’ın düşüncesinin oluşumu ve teorik dönüşümünün tarih yazımı girişiminde bulunulabilir.
*
Althusser’in onsekizinci yüzyılın ideal filozofu olarak tanımladığı Feuerbach, “yabancılaşma teorisi”yle genç Marx’ı felsefi bilincinde yaşadığı çözümsüz çelişkiden kurtarır.
Feuerbach, kendini Hegel’i altüst etmeye adamıştır; bunu ilan eder ve fiilen de gerçekleştirir. Marx, Feuerbach’ın başarısı için şunları yazıyor: “Hegelci diyalektik karşısında ciddi, eleştirel bir davranışa sahip ve bu alanda gerçek buluşlar yapmış tek kişidir, kısacası eski felsefenin gerçek yeneni odur”[3]. Marx’ın eski felsefenin yeneni ilan edip övgüler dizdiği Feuerbach, spekülatif felsefenin eleştirisinde Hegel’i kelimenin tam anlamıyla altüst etmeyi başarır ve bu eleştiri altüst etme terimine kesin anlamını verir. Söz konusu alt üst etme kendisini, düşünce-varlık, idea-doğa, felsefe ve felsefe olmayanın ilişkisinin altüst edilmesi, özne ile yüklemin ters çevrilmesi, tersyüz olmuş bir anlamı yeniden kuracak biçimde anlamın tersyüz edilmesi olarak ifade eder.
Feuerbach’ın eleştirisi Hegelci sorunsalın içinde gerçekleşir. Hegelci sistem üzerinde çalışan Feuerbach, bu sistemin içinde kalarak, onun kavramlarını kullanarak yapar bunu. Altüst etme Hegelci sistem içinde gerçekleştiği için ona hiçbir şey eklemez. Spekülatif altüst etmeyi tersyüz ederek onu kendi hakikati içinde yeniden kurar. Bu eleştiri Hegel’in ötesine değil, berisine, onsekizinci yüzyıla özgü düşünce izleklerine dönüşü ifade eder.
Feuerbach’ın eleştirisi, bir dizi kavramla birlikte, Hegelci düşüncenin temel nesnesi olan tarihi de eksiltir. Feuerbach tarih diye felsefe ile din tarihinden söz eder; bunlar, onun yabancılaşma teorisinden doğan biçimlerin yansımalarıdır.
Feuerbach, Alman İdealizminin sorunlarına çözüm getirmek amacıyla, bunları Hegel eleştirisi üzerinden yeniden ele alır. Kantçı ayrımları Hegelci ideaya benzer biçimde düşünerek sorunları çözmeye çalışır. Ve Kant’ı aşarak Hegel’i altüst ederek sorunları çözmeyi başarır. Kantçı saf akıl ve pratik akıl ayrımını insan ve yüklemlerinde çözer. Kantçı bilimsellik sorununu, fenomenal nesneyi numenal nesne biçiminde düşünerek yani insanın özü ilan ettiği dinin var oluşuna dayanarak çözer. Marx, Feuerbach’ın çözümünü benimseyerek onu kendi Hegel eleştirisi olarak sunar: “Hegel her yerde ideayı özne, gerçek özneyi de yüklem durumuna getiriyor.[4]” Marx çözümü özetliyor: özne ve yüklemi tersyüz etmek.
Feuerbach sorunsal değiştirmediği gibi Hegelci sorunsalın yapısında da değişiklikte bulunmaz, sadece kavramların yerini değiştirir. İnsan kavramı Kantçı aşkın öznenin ve Hegelci ideanın yerini alır. Bu anlamda, Feuerbach felsefesinin temel kavramı insandır. O, onsekizinci yüzyıl felsefesinden devşirdiği çözümleri insan kavramı altında dile getirir. Alman İdealizminin felsefi sorular için ürettiği çözümlerin yerine kendi formüllerini koyarak, Klasik Alman Felsefesinin sonunu ilan eder.
Feuerbach sırasıyla kendisini materyalist, rasyonalist ve hümanist olarak ilan ederken, onun nazarında bunlar, insan öznesinin yüklemleridir. İnsanın şucu ya da bucu olması için önce var olması gerekir. Feuerbach felsefesinde insan temel ve önsel bir konuma sahiptir.
Marx’ın gençlik döneminde benimsediği, günümüzde de Hegel’in gerçek eleştirisi olarak dillendirilen Hegel’in altüst edilmesinin anlamı buradadır. Bu eleştiride ‘aşma’ ilerlemeyi değil uygunluğu ifade eder. Bu eleştiri Hegel’e karşı çıkarılsa da, onun sınırları içinde soyut idea kavramının yerine konulan ve “somut somut” denilerek yüceltilen insan kavramı altında dile getirilir.
Marx’ın gençlik döneminde benimseyip savunduğu ve politika pratiğine temel aldığı hümanizm, Feuerbach tarafından formüle edilmiştir. Feuerbach için insan sadece bir idea değil, teorik temeldir. Genç Marx, düşüncelerini bu teorik temel üzerine kurar.
*
Kaldırım taşından söz edercesine, insandan somut somut şekilde söz eden Feuerbach Felsefesi, teorideki gerilemesi sayesinde, Marx’ın politik yaşamında ilerici bir rol oynar. Feuerbach’ın, felsefi sorular için onsekizinci yüzyıl felsefesinden ödünç aldığı kavramları ele alış tarzı, onun hem özgünlüğünü hem de darlığını yansıtır. Onun bu dönemin felsefesiyle kurduğu ilişki kendi içinde bir yanılsamayı barındırır. Geleceğin biçimini aşılmış bir dönemde arar. Bu bir ütopik yanılsamadır ama, geçmişi canlandırmak için gereklidir ve esas rolünü de bu sayede oynar. Feuerbach, sorunsalı özdeşleştirmesi sayesinde, geçmiş dönemde, felsefi sorunların gerçekleşmiş çözüm örneklerini, insanın içine düştüğü açmazdan kurtarmak için günceller. Mevcut sorunlara geçmişte çözüm sağladığı için geçmişin güncellenmesi mevcut sorunları gerçek sorun olmaktan çıkarır.
Alman Felsefesinin geniş içeriği sorunlara çözüm üretmekten ziyade, bu sorunların üzerini örtme işlevi görür. Alman İdealizminin çözümsüzlüğü karşısında Feuerbach, onsekizinci yüzyıl felsefesinin içeriğine ve çözümlerine başvurur. Bu içerik aktarımıyla Feuerbach tüm sorunları çözdüğüne, insanları idealist felsefenin açmazlarından kurtardığına inanıyordu. Feuerbach’ın insan felsefesinin çözümlerine tabi olan Marx, Alman filozoflarının kendi düşünceleriyle Alman gerçekliği arasındaki bağı düşünmediklerini söylediğinde, gerçek bir soruna temas etmekle birlikte, kendisi Feuerbach’ın yabancılaşma teorisi içinde düşünmekteydi.
Marx’ın politik anlamda dillendirdiği bu çözüm, eski sorunları biçimsel açıdan çözerken kendi sorunları karşısında tam bir çözümsüzlük paradoksuna düşmekten kurtulamaz. Feuerbachcı biçim içinde kendi var oluşuna görünürlük kazandıran Marx, kendisi için var olamaz. Kendisi için var olmak istediğinde ise Feuerbachcı görünümde var oluşunu gerçekleştiremez. Bu çözümsüzlüğüyle Feuerbach, sadece Marx’ı değil, tüm genç Hegelci hareketi, onsekizinci yüzyıl insansever filozoflarının teorilerine tabi kılar. “Kafalarında sürekli olarak geçmişin anlamını evirip çeviren Mosses Hess ve öteki genç Hegelciler, tarih felsefesinin rakipleri ve kurulu düzeni yorumlayan hukuk felsefecileri bir eylem felsefesi önermişlerdi. Feuerbach’a gelince, o da geleceğin felsefesi için bir manifesto yayınlamıştı.[5]” Bu ütopik yanılsama, güncel politik sorunlara geçmişin çözümlerini felsefi manifesto biçiminde sunarak, çözümsüzlüğü çözüm olarak kabul ettirir.
Güncel sorunların kavranmasını olanaklı kılan teorik gerileme, sorunları çözmemiş olmasına rağmen, sorunları altüst ederek, çözüyormuş gibi görünmelerini sağlar.
Feuerbach felsefesinin ‘dar’lığının farkında olan Engels, “Hegel’le karşılaştırıldığında Feuerbach’ın yoksunluğu bizi şaşırtır[6]” diyerek, Feuerbach’da nelerin bulunmadığına dikkat çeker. Engels, sonuna kadar haklıdır, Feuerbach bilimlerde materyalist ama tarihte idealisttir. Çünkü o, Hegel’den tarihi ve diyalektiği silmiştir. Bunun yerine, insanın özü teorisini koymuştur.
*
Feuerbach’ın aksine Hegel, tarihi bir süreç olarak düşünür ve bunu aşılmış olanın içerilerek aşılması biçiminde ifade eder. Bu tarih anlayışı, teolojik olduğu, bir amacı izlediği söylenerek reddedildiğinde ama diyalektiğe sahip çıkıldığında, Hegelci sorunsalın dışına çıkılmaz. İdealizm suçlamasıyla Hegel’e yöneltilen eleştiri, Hegelci sorunsalın yapısında herhangi bir değişiklik meydana getirmez. Çünkü, Hegelci diyalektik, yadsımanın yadsıması kategorisinde teolojiyle özdeştir. Bu özdeşlik nedeniyle de, diyalektiğin yapısı sorunu, diyalektik üzerine yapılan tüm tartışmaların merkezinde yer alır.
Hegelci tarih anlayışını teolojiden soyutlayan Feuerbach, bu felsefi önermenin anlamını darlaştırarak, tarihi, öznesi olan bir yabancılaşma süreci olarak açıklar. İnsanı da, tarihin öznesi olarak tanımlar. Marx bu önermeyi devralır ve, tarihin insanın yabancılaşma süreci olduğunu ilan eder.
Oysa Hegel’de işler tam olarak böyle yürümez. Hegel’de Tarih bir yabancılaşma sürecidir, ama bu sürecin öznesi insan değildir. Eğer, Hegelci tarih anlayışı içinde bir özne aranacaksa bu özne insan değil Tin’dir. Daha kesin konuşmak gerekirse, bu özne Tarihsel halklardır ya da Tin’e dönüşmüş ideanın kendisidir. Hegel’de Tarih insanın yabacılaşması değildir, Tin’in yabancılaşması olarak ideanın yabancılaşmasıdır. Hegel’de yabancılaşma süreci Tarihle başlamaz çünkü tarihin kendisi mantığın yabancılaşmasından başka bir şey olmayan ideanın doğada yabancılaşmasıdır.
Hegel’de bu öznesiz yabancılaşma sürecinin bir öznesi vardır ama, bu özne, bu sürecin teolojisinin kendisidir. Onu idea olarak kuran kendine yabancılaşma sürecindeki ideadır.
Hegel’in yabancılaşma sürecinin her uğrağında, doğada ve mantıkta yabancılaşma sürecinin hiçbir öznesi yoktur. Bu yabancılaşma sürecine hiçbir özne atfedilemez; ne varlık, ne de halk sürecin öznesidir. Yabancılaşma sürecinin tek öznesi, kendi teolojisi içinde sürecin kendisidir.
*
Hegel’in öznesiz yabancılaşma süreci, idealist bulunarak ve maddecilik adına reddedildiğinde, bu ayrım bizi Marx’ın yoluna değil Feuerbach’ın hümanist yoluna yönlendirir. Materyalizm adına, Tarih insana indirgenerek insan özne ilan edildiğinde Hegelci diyalektiğe ne kadar sahip çıkılırsa çıkılsın, bu, bizi, Feuerbach’ın ötesine değil, Hegel’in berisine, Feuerbach’ın sorunsalının içine sürükler.
Feuerbach’da bir süreç olarak tarih teorisi olmadığı gibi diyalektik de yoktur. Tarihten, antropoloji içinde insanın yabancılaşması olarak söz edilir. İnsanın yabancılaşması da, insan özüne indirgenmiştir. Kendi içine döngülü ilişkide, nesneler üretim süreci olarak emek kavramında bulunmaz. Feuerbach’da sadece insan ve yüklemleri vardır. Bu yüklemler, kendilerini nesnelerde nesneleşerek var ederler. İnsana kendi özünü yansıtan bu özne nesne ilişkisinde anlam ters yüz edilir. Tanrı’nın nesnesi olduğuna inanan insan, gerçekte Tanrı’da kendi özünü bulur.
Süreç olarak tarih bu yansıtıcı ilişki alanında ortadan kaybolur. Kendine ancak insan bireylerinin kendi özünü gerçekleştirmesinde yer bulur. İnsanların gerçekleşmeyen özlemleri gelecekte gerçekleşeceği için Feuerbach’ın tarih anlayışı özlemlerle dolu bir ütopyadan ibarettir.
Dolayısıyla, insanın yabancılaşması da gerçek dönüşümlere dayanmaz. Feuerbach’da yabancılaşma anlamın soyutlanmasıdır. Anlamın ters yüz edilmesi düzeltilmiş bilinç anlayışına bağlıdır, gerçekleştiği yer bilinç alanıdır.
İnsanlığın kurtuluşunu insanlığa bilinç taşımakta bulanlar ve bunu ideoloji teorisi olarak benimseyenler, insancıl felsefe ideolojisinin özlemlerini Marx’ın anlayışı olarak dillendirdiklerinde, pratikte, yorumsamacılarla aynı alanda yer alırlar. Ve ilkece, bu ideoloji anlayışının Marx’ın teorisiyle herhangi bir ilgisi yoktur. Engels bu anlayışı benimsedikleri dönemi, ‘Hepimiz Feuerbachcıydık’ diye anlatmıştır.
*
Teorik temel olarak insan felsefesini benimseyen Marx; “Radikal olmak şeylerin kökenine gitmek anlamına geliyor. Ama insan için kökü insanın kendisidir[7]” cümlesiyle kendi konumunu özetler. Marx için insan bir tabula rasa değildir; “İnsan dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil, insan dünyası, devlet, toplum anlamına gelir.[8]” Din, ergen olmayan insanın ters çevrilmiş bilincidir, bu yanlış bilinci düzelterek onu kendi ayakları üzerine dikmek gerekiyor.
Genelde bu tür ifadeler Kantçı anlayış bağlamında düşünülür. Oysa, bu cümleler tam da Feuerbachcı anlayışı ifade ederler. Feuerbach tam da bu denklemi betimler. Yansıtma teorisinde insan insanın dünyasıdır. İnsan, özünü kendi kültürel nesnelerinde gerçekleştirir. Dolayısıyla Feuerbachcı insan özü, dinle birlikte devleti, hukuku yasaları vb. kapsar.
Marx 1843’de, daha önce Feuerbach’ın söylediklerini tekrarlar. İnsan soyut değil somuttur. İnsanı özne kabul edenler, bu düşünceleri Marx’a atfettiklerinde kendi amaçlarına uygun bir yorum elde ederler. Burada bir teorik devrim olduğunu sanarak yorumlarını 1845 sonrası Marx’ına da dayatmış olurlar.
Feuerbach, Marx gibi toplum, hukuk ve politika üzerinde durmaz. “Kulübede başka sarayda başka düşünülür” sözünü sarf ettiğinde, bu sözün ne anlama geldiğini bile düşünmez. Marx’ın bunları düşünmüş olması teorik farklılığa kanıt oluşturmaz, bunlar, Feuerbachcı sorunsalın zorunlu sonuçlarıdır. Bu sorunsalı benimseyen biri onun sonuçlarından kaçınamaz.
Bu farklılık, Marx’ın “ön politik dönem”deki politik tutumlarından kaynaklanır. Ve Marx’ın politik evrimiyle alakalıdır. Bu konum, Marx’ın teorik konumu üzerinde etkide bulunmaz, terimleri de dönüşüme uğratmaz. Sadece Feuerbachcı teorinin uygulama alanını değiştirir. Marx din eleştirisinden politikaya geçmiştir; bu o an için politikaya dahil olmanın bir biçimidir.
Marx, Hegel eleştirisinde ve Yahudi Sorunu’nda teorinin uygulama alanını değiştirmiştir. Bu değişiklik yeni sonuçlar üretir, fakat, bu sonuçlar, son aşamada uygulamada bulunan teoriye dayanırlar. Hiçbir dönüşüme yol açmazlar. Bu dönemde Marx için devlet ve politika insan özünün varoluş biçimini, devrim ise yabancılaşmanın son bulma isteğini ifade eder.
Marx, Ruge’ye yazdığı mektupta şöyle diyor: “Eleştiriyi her türlü teorik ve pratik bilinç biçimine bağlamak ve gerçeğin özel biçimlerinden, kendini olması gerekeni ve son varılacak yeri olarak gerçekliği, gerçek gerçekliği çıkarmak olanaklı bir nitelik taşıyor.[9]” Marx bu sözleri politikayı düşünerek sarf ediyor olsa da, düşüncesinin bağlı bulunduğu teorinin anlamının dışına çıkmaz. Marx, bu dışavurumcu yorumun anlamını da açıklar. Felsefe proletarya kutsal ittifakında felsefenin gerçek olması.
Eleştirinin pratik bilinç biçimine bağlanması yeni politik konumun sorunudur. Politikadaki bu adım teorik sonuçlara yol açar ama bu sonuç Marx’ın benimsediği konumda ifadesini bulmaz. Marx’ın teorik konumunda dile gelmemiş bu sonuçları zamansal olarak kaydırmadan, Marx’ın daha sonra buradan ne tür sonuçlar çıkardığını bilerek yapılan yorumlar, ele geçirilmiş amaca doğru Marx’ın düşüncesini yönlendirseler de, teorik dönüşüm sorununu aydınlatmazlar.
Politik konumunda yaşanan değişim Marx’ın teorik konumunda dönüşüme yol açmaz. Çünkü Marx’ın benimsediği teorik konum, bu değişimin sonuçlarından şüphe duymasını engelliyordu. Bu sonuçlar, Marx’ın benimsediği sorunsalın bakış açısında yer almadıkları için Marx’ın teorisine geçirimsiz kalırlar, teorik konumda herhangi bir etkide bulunmazlar.
*
Elyazmalarında Marx, politik konumunu değiştirir, liberal konumdan komünizme geçer.
Marx, Elyazmalarında hümanist teorinin ilkelerine dayanarak ekonomi politiğin kavramlarını eleştirir. Feuerbach’ın insan özü anlayışı, Marx’ın yabancılaşma anlayışına egemendir. Marx, emekte, insan özünü nesneleştirir: “İşçinin kendi ürünü içinde yabancılaşması sadece emeğin bir nesne, dışsal bir varoluş durumuna geldiği anlamında değil ama emeğin kendi dışında ondan bağımsız, ona yabancı ve onun karşısında özerk bir erk durumuna gelen bir varlık olarak varolduğu ve nesneye geçirdiği yaşamın hasım ve yabancı bir yaşam olarak ona karşı çıktığı anlamına da gelir.[10]” Marx’ın çıkardığı bu anlam yabancılaşma ve nesnelliği özdeşleştirmez. Yabancılaşmayı tinsel nesneler alanından maddi nesnelerin üretim alanına taşır. Geçişe rağmen yabancılaşmanın yapısında bir değişiklik meydana getirmez. Hümanist yabancılaşma teorisinin ekonomik üretim nesnelerine uygulanmasından Marx’ın çıkardığı sonuç öncekine göre yenidir, ama bu sonuç özne-nesne yansıtma ilişkisinin özüne dokunmadan bırakır.
Elyazmaları’nda meydana gelen teorik olay, Hegel’in Feuerbach’a müdahalesidir. Bu konuda Althusser şunları yazıyor: “Teorik bakımdan, bu metni, emekten yabancılaşma içinde, Tarihten insan içinde söz edebilmek için Feuerbach’ın içine Hegel sokma gibi olanaksız bir siyasi çabaya girişerek küçük burjuva felsefi konumlarında yazar. Elyazmaları kendi ideolojik sınırları içinde kapalı kalmış bir konuyu bağdaşmaz siyasi ve teorik sınıf konumlarıyla yüz yüze getiren dayanılmaz bir bunalım heyecan verici ama dizginsiz bir protokoldür.[11]” Feuerbach ile Hegel sentezinden oluşan Elyazmaları’nda Marx, Hegelci diyalektiği Feuerbachcı materyalizm içinde ayakları üzerine dikmeye çalışır. Feuerbachcı kavramlar tarafından belirlenen teorik alanda, kendini yabancılaşma kategorisi içinde oluşturan, Hegel’e karşı Hegelci terminolojiyle mücadele eder. Marx’ın söylemindeki yenilik buradan kaynaklanır ama, bu mücadele hiçbir şeyi dönüştürmez.
Marx, müdahaleden elde ettiği sonucu şöyle formüle ediyor: Tarih insanın yabancılaşma sürecidir. Elyazmaları’nda bunun son bulmasını ister. Marx, yabancılaşma süreci olarak tarihi Hegelci olmayan insan kavramı üzerinden düşünür ve, antropolojik bir tarih anlayışı sunar.
Marx, bu teorik alana tarihle birlikte Hegelci emek kavramını da dahil eder. Çünkü Marx için insan özü din değil, emektir. Bu nedenle, yabancılaşmış emek ile ekonomi politiğin kavramları arasında teorik bir karşılaşma meydana gelir. Ekonomi politik tüm kategorilerini öznel özlerine geri götürmüştür: “Ekonomi politik… emekten yola çıkar ama… emeğe hiçbir şey vermez, her şeyi özel mülkiyete verir.[12]” Althusser, Marx’ın teorik açmazdan kurtulamamasının nedenini şöyle anlatıyor: “Elyazmaları’nın bunalımı, siyasi konumla felsefi konum arasındaki dayanılmaz çelişkide özetlenir. Siyasi bakımdan Marx Elyazmaları’nı burjuva iktisatçılarının nosyon, çözümleme ve çelişkilerini kendi inançları yararına kullanma gibi olanaksız bir teorik çabaya girişerek o sıralarda kapitalist sömürü olarak düşünemediği şeyi yabancılaşmış emek olarak adlandırdığı şeyi önplana çıkararak komünist olarak yazar.[13]” Marx, çelişkiyi düşünmek için Hegel’e başvurur. Çünkü o sıralar Marx için Hegel; “İnsanın kendisi tarafından üretimi bir süreç olarak nesneleşmeyi nesnesizleşme olarak yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın kaldırılması olarak kavramasına…[14]” olanak tanır. Hegelci diyalektiğin üçlü sentez mantığını devreye koyar. Bu tasarlama içinde insan ve işçiyi özdeşleştiren Marx, Hegel’in yabancılaşma sürecini özetler ve Hegelci düşüncenin ontolojik temelini açıklar: “Hegel, modern ekonomi politiğin bakış açısında yer alır. O emeği öz olarak insanın doğruluğu, gösterilmiş özü olarak kavrar.[15]” Hegelci tarihi Feuerbachcı teori alanına dahil eden Marx için tarihin öznesi insandır. İnsanın özü olan emek, kendi ürünlerinde nesneleşmiştir. Dolayısıyla insan kendi özü olan emeğe yabancılaşmıştır. Bu durumda tarih, insanın yabancılaşma sürecidir. Yadsımanın yadsıması olan devrim, yabancılaşmanın sona ermesidir
Hegel’de emek kavramı bulunsa da, Hegel emeği insanın özü olarak tanımlamaz; yabancılaşma sürecinde emek de insan gibi Tarihin ne kökeni ne de öznesidir. Feuerbach üzerinden Hegel okunmasında bu sonuçları çıkaran Marx’tır. Kavramların dolaşılırlığı Marx için teorik işlem görür. Tarihin öznesi olan insanın yabancılaşmasının sona ermesi olan devrim, ekonomi politik ile Hegelci diyalektiğin insan kavramı altında sentezini ifade eder.
Sadece, Marx’ın koptuğu hümanizmin ne olduğunu anlamak için değil, onun nerelere kadar uzandığına dair bir fikir edinmek için de, felsefenin içinden geçilen bir eyleyiş olduğunu ve kavramların dolaşılırlığını kabul etmek gerekiyor. Bu sayede, Marx’ın Elyazmaları’nda Feuerbachcı teori içinde Hegelci hakikati ayakları üzerine diktiği anlaşılabilir.
*
Marx’ın spekülatif felsefeden koptuğu doğru değildir. Soyut spekülatif felsefeden kopan Marx değildir. Soyut insana karşı somut duyulur insana başvuran Feuerbach bu kopuşu gerçekleştirmiştir. Feuerbach bunu ‘Hegel’de henüz eleştirel olmayan eleştiri biçimini’ açıklayarak yapmıştır. Marx’ın hümanizmden kopuşundan söz etmek için öne çıkarılması gereken spekülasyon değil, antropolojidir. Teorik hümanizm, tarihi, antropolojik insan anlayışının altına gizleyerek, insanı tarihin öznesi olarak açıklar.
Marx’ın Elyazmaları’nda somuttan, yabancılaşmadan ve emekten söz etmesine rağmen açmazdan kurtulamamasının nedeni budur.
Teorik pratiğin işletilmesinde, kavramların kullanılma biçimleri başlangıçta, teorinin gelişimini sağlayabilirler ancak, daha sonra, düşüncenin gelişmesiyle birlikte, nesnesini maskeleyen, düşüncenin gelişmesinin önünde engel haline gelirler. Elyazmaları’nın teorik önermesi buna örnektir. Bu önerme, ‘yabancılaşma’, ‘özne’, ve ‘insan’ kavramlarından oluşur ve tarihi insanın yabancılaşma süreci olarak açıklar. Bu teorik önermedeki bu üç kavram, Tarihin, öznesiz, ereksiz bir süreç olarak düşünülmesinin önünde epistemolojik engel oluşturarak teorik düşüncenin gelişiminin önünü tıkarlar. Marx’ın teorik açmazdan kurtulamamasının nedeni budur. Süreç kavramının gelişmesi ve öznesiz, ereksiz sürece dönüşmesi için yabancılaşma, insan ve özne nosyonlarından kurtulması gerekiyordu.
Elyazmaları’nın ideolojik söylemindeki çelişki, teorik açmaza düşmüş insanın bunalımının dışa yansımasıdır.
Elyazmaları’ndan sonra Marx, hümanizmi ideoloji alanında, küçük burjuva ahlak ideolojisinin teorik ifadesi olarak tanımlar.
*
Feuerbach Üzerine Tezler ve Alman İdeolojisi’yle birlikte, teorik hümanizmden kopuş başlar. Epistemolojik kopuş; “Marksist kavramlar dizgesiyle Marksizm öncesi kavramlar dizgesi arasındaki süreksizliği[16]” ifade eder. İdeolojik bilgiden bilimsel bilgiye geçiş başlamış fakat henüz tamamlanmamıştır. Tarih biliminin başlangıç kavramlarının Marx tarafından oluşturulması kopuştur. Söz konusu olan Marx’ın yeni kavramlarıyla önceki felsefi kavramlar arasındaki temel farklılığın saptanmasıdır: “Kapital’in nesnesini yalnızca klasik (ve hatta modern) iktisadın nesnesinden ayıran şeyi değil, aynı zamanda Marx’ın gençlik eserlerinin nesnesinden özellikle de 1844 Elyazmaları’nın nesnesinden ayıran şeyi ve dolayısıyla Kapital’in söylemini yalnızca klasik iktisadın söyleminden değil, aynı zamanda Genç Marx’ın ideolojik söyleminden de neyin ayırdığını kendimize sorduk[17]”. Bu soruyu cevaplandırmak için kopuşu Marx’ta aramak ve Marx’ın bunu nasıl duyurduğunu saptamak gerekir: “Yeni bir bilimin kuruluşunu başlatan 1845 kopuşunun kendini ilkin felsefi bir kopuş daha sonra felsefi bilincin bir tasfiyesi ve geçmişte eşi benzeri olmayan bir felsefi konum bildirimi biçiminde dile getirmesi bizi şaşırtmayacaktır.[18]” Althusser, biçimsel kopuşa öngelen felsefi kopuş ve felsefi pratikten söz eder. Tüm bu teorik olayların felsefe alanında dile gelmesi kaçınılmazdır. Çünkü Marx’ın önünde bulunan felsefi kavramlardı ve Marx kendi nesnesini ve bu nesnenin gerçekliğini dile getirmek zorundaydı.
Marx’ın felsefi düşüncesinde yaşanan teorik dönüşüm Tarih biliminin kavram ve kategorilerinin oluşturulmasıdır.
*
Feuerbach Üzerine Tezler, Marx’ın teorik hümanizmden kopuşu nasıl gerçekleştirdiğini gösterirler.
Feuerbach’ı insan anlayışı ve felsefe kategorileri bakımından ilk kez Tezler’de sorgulayan Marx, VI. Tez’de şöyle yazar: “ İnsan özü, her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Bu öz, aslında toplumsal ilişkilerin bir bütünüdür[19]”. Dini insanın özü ilan eden Feuerbach varsaydığı soyut insan bireyini tarihsel akıştan koparmıştır. Marx, insan özünü toplumsal alana yerleştirerek insanı tarihe dahil eder. Feuerbachcı soyut insan özü anlayışını eleştiren Marx, insanın soyut değil, somut olduğunu söyler. Ancak Marx bununla başka bir şey daha söyler, insan özünün toplumsal ilişkiler ürünü olduğunu söylediğinde, Tarih bilimi alanına geçişi başlatır.
Marx cümlesine “insanın özü” ifadesiyle başladığı için söylemeyi amaçladığı şeyi söylemez. İnsanın özü ifadesi söylemek istediklerinin önünü tıkayarak, düşüncenin gelişimini engeller.
Marx’ın insanın özü yorumunda insan hem sorunu hem de çözümü ifade ediyor. Marx, insanı toplumsal varlık olarak düşündüğü için toplum teorisi yapmayı amaçlar, fakat, Marx toplum teorisi için toplumsal ilişkileri incelemek gerektiğini söylemez. İnsan özü’nün teorisini yapmak gerektiğini söyler. Böylece kendi açtığı yolu kapatır. İnsanın özüne toplumsal bir anlam vermek için insan, insanın dünyasıdır, devlettir, toplumdur demek zorunda kalır. İnsan dünyası insan özünün nesneleşmesinden oluşmaz, kendi gerçeklerinden oluşur. Feuerbachcı insan özü toplumsal ilişkilerin ürünüdür cümlesini, Elyazmaları’nda tekrarladığı Feuerbach’ın insan cinsil varlıktır formülü sayesinde yazabilmiştir.
Marx insani öz ifadesinde görünür olan bireysel anlamdan kaçınır, toplumsal ilişkileri anlamayı amaçlar fakat bunu, Feuerbach’ın insan cinsil varlıktır tanımı üzerinden yaptığı için söylemek istediğini söyleyemez. Söyledikleri de anlaşılmaz olur. Marx’ın cümlesinin gelişimini anlamak için insan özü ifadesini tasfiye etmek gerekiyor.
Bununla birlikte Marx, Tezler’de felsefi kategorileri de sorgular: “Feuerbach’ın sorunu gerçekliği duyumsanabilir insan etkinliği olarak değil, bir nesne ya da sezgi olarak anlamasıdır… Feuerbach duyumsanabilir dünyayı pratik bir etkinlik olarak anlamaz.[20]” Marx, bu öznel faaliyeti nasıl anlamak gerektiğini de belirtiyor: ‘İnsan etkinliğini devrimci pratik eleştirel etkinlik’, yani toplumsal tarihsel praksis olarak anlamak.
Bu konuda Balibar şunları yazıyor: “ Bir bakıma onu özgürlüğüne kavuşturmanın işaretlerini veren kararlı bir hareketle teori dışına devrimci (veya eylem) doğrultusunda denenmiş bir çıkışla birleştirir.[21]” Bu çıkış denemesi önemlidir. Zira, Marx’ın Hegelci diyalektikle ilgili sonuç çıkardığını gösterir: Bu çıkış denemesinde Marx; “Hegel’in Fenomenoloji’deki ‘olmak zorunda olan eylem halinde (in der Tat) olandır ve yalnızca olmak zorunluluğunun oluş eylemi olmaksızın hiçbir gerçekliği yoktur’[22]” sözlerini göz önünde bulundurur.
Bu çıkış denemesi başka bir açıdan daha önemlidir. Öznenin praksise dönüştürülerek tarihselleştirilmesi. Alman İdeolojisi bunun örneğini sunar.
*
Alman İdeolojisi’nde tarihin birden çok öznesi vardır. Bu özneler, bireyler olarak somut insanlardır. Bu somut, gerçek ampirik insanlar öznesi oldukları tarihin tarihselliğinden etkilenirler.
Alman İdeolojisi, Marx’ın, Elyazmaları’nda giriştiği felsefi anlayış temelinde ortaya çıkar ve bu anlayış, Alman İdeolojisi’nde de devam eder. Alman İdeolojisi, yanılsama olarak felsefeyi ortadan kaldırıp yerine ‘pozitif bilim’i yerleştirir. Felsefe, bilimin kendiliğinden ideolojisi olarak somut ampirizmi ifade eder.
Elyazmaları ile Alman İdeolojisi arasında önemli bir olay yaşanır. Stirner’ın eserinin yayımlanması Marx’ı etkiler. Stirner itirazında; “Devlet karşısında kendi fikir, ihtiyaç ve gövdelerinin sahibi olan tümüyle tekil bireylerden oluşan toplumun özerkliğini savunur.[23]” Alman İdeolojisi, Stirner’ın meydan okumasına verilmiş cevaptır. Ancak Stirner, insan kavramının iki anlam halinde parçalanmasına katkıda bulunur. Feuerbach’ı dinden çıkmamakla eleştiren Stirner’a göre, Feuerbach, Tanrının yerine, ona insan adını vererek yine Tanrıyı koymaktadır. Bu basit terim değişiminden yola çıkan Stirner, Feuerbachcı hümanizmin ideolojiden başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Bu eleştiriden, hümanizmin ideoloji olduğunu öğrenen Marx, Alman İdeolojisi’nde birey ve ideoloji sorunu üzerinde durur.
Alman İdeolojisi’nde insan, artık tarihin öznesi değildir, bu özne, kendi maddi yaşamlarını üreten bireylerdir. Bu bireyler, yeni tarih anlayışının ön varsayımları, kökenleri ve güncel özneleridir.
Somut ampirik bireylerin karşısında bulunmayan insan, tarihin anlaşılmasını sağlayan rasyonel bir kavram olmaktan çıkıp, nosyona dönüşmüştür. Alman İdeolojisi’nde birey sorun değil, çözüm noktasıdır; “Önvarsayımlar ve koşullar altında etkinliklerini devam ettiren bireyler[24]” özne olarak tarih sahnesinde görünürler.
Tarih biliminin ilk unsurlarını sunmasına rağmen Alman İdeolojisi’nde, bu kavramlar, Feuerbachcı anlayış içinde düşünülmüştür. Marx’ın üretici güçlerden, bireyin üretici güçleri diyerek söz etmesinin nedeni, bu güçleri, bireye dönüşmüş insan özünün yüklemleri olarak düşünüyor olmasıdır.
Marx, Alman İdeolojisi’nde eski felsefi bilincini tasfiye ettiğini söyler. Alman İdeolojisi’nin yeniliği, kendisini yeni kavramlarla duyurmuş olmasıdır, fakat bu kavramları felsefi kategoriler yönetir. Tasfiye edilen eski felsefi bilincin yerine yeni bir felsefi bilinç konulmadığı için, Alman İdeolojisi, yeni felsefi bilinç olarak ‘Marksist felsefe’den yoksundur.
Alman İdeolojisi’nde Tarih bilimine geçişle kopuş başlamıştır fakat, felsefede kopuş henüz başlamamıştır. Alman İdeolojisi, bilim teorisi yerine, ideoloji teorisi örneğini sunar. Stirner’ın itirazına karşı Marx; “Kendi sembolik praksis kavramını tarihsel ve sosyolojik bir kavram olan üretime dönüştürerek ve felsefede o zamana kadar sorulmamış bir soruyu, ideoloji sorusunu ortaya atarak cevap verir.[25]
İdeoloji, Alman İdeolojisi’nin konusudur. İdeoloji, gerçeğin tersyüz edilmesi anlamında içi boş bir yanılsamadır. Tüm gerçekliği kendi dışındadır. İşbölümünden önce olmayan ideoloji, Komünizmde de olmayacaktır. Bunun kanıtı, tarihsel olarak varolan proletarya ve Komünizmdir. Proletarya şimdiden kendinde Komünizmdir[26].
Alman İdeolojisi’nde bilim teorisi bulunmamasının nedeni felsefeyi feshetmesidir. Zira bilim teorisi sadece felsefe içinde yapılabilir. Felsefeyi fesheden Marx, bilim teorisi yerine ideoloji teorisini koyar. Marx için soyutlama son bulmalı, yerini somut, gerçek ampirizm almalıdır.
Marx’ın düşüncesinin oluşumu ve teorik dönüşümünü anlamak için Marx’ın metinlerinden düşüncesinin evrimini takip etmek ve Marx’ın içinde düşündüğü teorik ideolojik konjonktürle bağlantı içinde ele almak gerekiyor. Çünkü; “Marx başkalarından daha fazla toplu durum (konjonktür) içinde yazdı… Marx gerisinde birçok şantiye bırakan ebedi yeniden başlamanın filozofudur… fikri hayatının muhtevası onun yer değiştirmelerinden ayrı mütalaa edilemez. Bu nedenledir ki, onu incelemek için sistemini soyut bir biçimde yeniden kuramayız, fikriyatının evrimini kopuşları ve yön değiştirmeleri ile izlemek gerekiyor.[27]” Marx’ın teorik düşüncesinin evrimini eserlerinden takip etmek için Marx’a geri dönmek gerekiyor. Ancak bu dönüş Marx’ın gençliğine değil, olgunluk dönemine olmak zorundadır. Zira Marx’ın asıl gençliği onun olgunluk dönemidir, bu olgunluk Tarih biliminin gençliğidir. Marx’a, onun gerçek gençliği olan olgunluk dönemine dönmek için dönmeliyiz.
Bu dönüş sayesinde Marx’ın yola çıktığı içerik saptanabilir ve yeni içeriğin hümanist ideoloji içinde nasıl oluştuğu belirlenebilir.
*
Marx’ın teorik düşüncesinin evriminde Tezler ve Alman İdeolojisi kopuşun önbelirtileri olarak Tarih biliminin doğuşunu ilan ederler. Elyazmaları kopuşun berisinde yer alır.
Tarih biliminin konusu insan, birey vb. değildir. Toplumsal oluşumların tarihidir. Bu bilimin teorik kavramlar sistemi de insan, birey, özne, nesne vb. ideolojik nosyonlara dayanmaz. Tarih biliminin temel kavramları üretim tarzı, üretici güçler, üretim ilişkileri vb. kavramlardır.
Marx’ın bilimsel bilgiye açmış olduğu yeni teorik alanın Elyazmaları ve Alman İdeolojisi’nin ideolojik alanıyla ilgisi yoktur. Bu iki alan arasında ‘hiç’e indirgenemeyecek kategorik bir fark vardır.
İnsanın bulunmadığı bu yeni alanda somuttan değil, soyuttan yola çıkılır. Bu, insanın tarihten silindiği anlamına gelmez, ama teori alanından silindiği anlamına gelir. Teori alanında insan, özne ile karşılaşmaz, insanların kendilerini belirttiklerini sandıkları ideolojik nosyonlarla karşılaşılır. Bu ideolojik nosyonlar sadece bilimsel bilginin gelişimini engellemezler, aynı zamanda üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde işlevsel olan pratik ideolojilerin teori alanında sözcülüğünü yaparak sömürünün üzerini örtme işlevi de görürler.
Genç Marx gibi insandan, somuttan söz edenler ve bunları Tarih biliminin temel kavramları olarak Marx’ın Tarih Teorisine dayatanlar, nesnel olarak Marksizm alanında burjuva ideolojisine teorik temel sunarlar.
*
Aynı durum Marksist Teori içindeki felsefi materyalizm için de geçerlidir. Felsefi materyalizmin esas kategorileri insan, özne, praksis, vb. değildir. Bunlar, Marksizm öncesi felsefenin kategorileridir. Felsefi materyalizm, madde ve düşünce, gerçek süreç ile bilgi süreci ayrımına dayanır, gerçek sürecin bilgi süreci karşısında önceliğini savunur. Epistemolojik materyalizm teorik bilgilerin, teorik üretim biçiminin toplumsal, siyasal ve ideolojik koşullarını inceler. Bilgi süreci ve gerçek süreci bağlantıya sokan ilişkide bilgi süreci tarafından üretilmiş bilgiyi kabul eder; ideolojik bilgiden bilimsel bilgiye geçiş tarihi üzerinde çalışır ve farklı pratiklerin bilgiye hizmet eden pratiklerin teorisini üretir.
Marx’ın Teorisinin hümanist yorumu bilimden ziyade, felsefe için tehlike oluşturur. Çünkü, bir bilim teorisi ve bilimsel bilginin nesnelliği sadece felsefe Teorisi içinde mümkündür. Felsefenin ideolojik nosyonlara dayanması, Marx’ın Tarih biliminin üzerinin karartılması anlamına gelir. Dolayısıyla, bu tehdit karşısında Marx’ın teorisi, savunma hattının gerisinde kalarak, savunulamaz, ideolojik saldırıya bir karşı saldırıyla cevap vermek gerekiyor.
Hümanist teorinin ideolojik yorumlarının Marx’ın teorisini kuşattığını ve bunun neden böyle olduğunu bilerek susanlar, yanmasın diye elini taşın altında koymayanlar, ezilenlerin vebalini almaya mahkûmdurlar.
Hümanizmi, Marksizm alanından çıkarıp atmak ve bu küçük burjuva ahlak ideolojisi karşısında Marx’ın teorisini her yol ve yöntemi kullanarak savunmak, yeni kuşak Marksistlerin temel ve öncelikli görevidir.
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar