Ana SayfaArşivSayı 73Teori ve Politika’nın Marksizmin Tarihinde Açtığı Yer

Teori ve Politika’nın Marksizmin Tarihinde Açtığı Yer

 
Teori ve Politika’nın Marksizmin
Tarihinde Açtığı Yer

İnayet Aksu

Teori ve Politika (TvP), 1996 yılından beri düzenli olarak çıkan mevsimlik bir dergi olmakla birlikte Türkiye’de teorik-politik bir akımın adı olarak varlık kazanmış durumda. Dergiyi hazırlayan kollektif, Türkiye sol kamuoyunda “Teori ve Politikacılar” diye bilinmektedir. 20. yaşını aşan TvP’nin genel bir tasviri, gecikmiş bir doğum günü çalışması olarak kabul edilebilir.
Derginin çıkış gerekçesi, Marksizmin içinde bulunduğu parçalanma ve kriz tespitidir (1993). Kriz, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalizm deneyimlerinin yıkılması, devrimci politikanın geri çekilmesi biçiminde cereyan eden politik düzlem ve Marksizmin ezilenlerin ‘mücadele dini’ olma niteliğini kaybetme haliyle sınırlı olmayıp, Marksizmin kurucu teorik öğelerine de sirayet etmiş; toplumu ve tarihi bilim temelli olarak açıklama niteliğine dönük sarsıcı karşı-teoriler kendilerine alan açmıştır. Buradan yola çıkan dergi kollektifi, “teorinin öncelliği”ni başa yazmıştır.
1993 yılında kaleme alınmış olan Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı’nda Marksizmin pratik-politik boyutlarıyla birlikte derin teorik boyutları da ihtiva eden bir kriz içinde olduğu tespitiyle, pratik-politika içinden müdahalelerin ve okullu Marksizmlerin yaklaşımlarının bu teorik krizin getirdiği yükümlülükler karşısında sıkışması başlangıç verisi haline getirilmiştir. Bu yönüyle dergi, tarih ve topluma dair Tarih Bilimi temelli açıklamaların politika ve akademide gözden düştüğü bir dönemde Marksizm içinden “grand theory” yaklaşımıyla sistemlilik ve bütünsellik geleneğini Türkiye’de ısrarla sürdürmenin adı olarak kendisine yer açmıştır. Marksizmin, başkaca hiçbir teorinin (post-Marksizm) ya da ideo-politikin (hümanizm/liberalizm) almaşığı yapılmadan Marksizm olarak yeniden kuruluşu zorunlu ve mümkündür diyen derginin temel teorik, felsefi ve politik yazıları klasik mantığı ele veren kavramsal ve kategorik tutarlılık içinde ilerleyişini sürdürüyor.
Grand theory‘nin kampuse hapsolmuş özelliğine karşın TvP, misyonunu büyük Marksist partinin teori işiyle uğraşan militanları olarak tanımlamaktadır. Teori işiyle uğraşan militanlar ifadesi, akademiyle özdeşleşmeye yüz tutmuş, burjuva kültür dünyasının bir altbaşlığı olarak anılmaya başlamış Marksizmin, bilim-felsefe-politika bütünselliğinin yeniden kurulmasına dönük bir iddiayı temsil ediyor. İddiaya koşut olarak derginin kendisini Türkiye devrimci hareketinin, Kürdistan Özgürlük Hareketinin ve giderek dünya ezilenler hareketinin içinde saydığı, onların derdiyle dertlendiği görülüyor. Bu dertlenme, 20. yılı itibariyle de pratik-politik değil, teorik-politik olarak vuku bulmaya devam ediyor.
 Marksizme dönük dünya çapında kriz belirlemeleri esas olarak ikili bir sonuca yol açmıştır. Bunların ilki, Marksizmin dışına çıkmak anlamında post-Marksist teorik/politik tutumlardır. Bu, 1980’lerin ortalarından itibaren Laclau’da simgelenen “hegemonya ve radikal demokrasi” teori ve politikasıdır. Bayraklaşan kitabı da ‒Mouffe ile birlikte yazdığı‒ Hegemonya ve Sosyalist Strateji‘dir. Diğeri ise Wood’da simgelenen dar-Marksizm ya da işçici Marksizm ısrarıdır. Wood’un Sınıftan Kaçış‘ı bu akımın kılavuzudur. Eskimiş gibi duran ve Laclau-Wood tartışması olarak cereyan eden bu ayrışma bugün de kendini farklı isimler altında sürdürmektedir. Marksizmin krizine cevap girişimi sayılabilecek iki yaklaşım karşısında TvP nerede durmaktadır? Cevabı derginin içeriğinden yola çıkarak verebiliriz.
Dergiyi, içerdiği yazılardan yola çıkarak üç başlığa toplamak olanaklı görünüyor: 1) Materyalist felsefe, 2) Devrimci politika, 3) Aydınlanmadan teorik ve ideolojik kopuş.
Materyalist felsefe
Marksizmin teorik ve politik sorunlarına teori içinden müdahale amacıyla, temeli bilim, merkezi materyalist felsefe, açık ucu politika olan bir Marksist bütünsellik kurgusu oluşturan Teori ve Politika’nın ilk sayılarında materyalist felsefeye yoğunlaştığı görülmektedir. Marksizmin mesleki, akademik felsefeleştirilmesi olarak değil, İnsan merkezli felsefelere karşı Teori olarak Marksizmin sınırlarını zorlamak, bazı yerlerden parçalamak ve / ya da genişletmek biçiminde bir materyalist felsefe. TvP, Marksizmi bilim-felsefe-politika’dan oluşan bir epistemolojik bütünlük ve teori-politika-pratik’ten oluşan bir ontolojik bütünlük olarak tanımlamaktadır. Derginin ilk on beş sayısında “Teori ve Politikacılar”ın temel teorik yaklaşımlarını bulmak olanaklıdır. Marksist felsefeci Louis Althusser’in “teorik anti-hümanizm” üst-başlığında ifadesini bulan epistemolojik materyalizminin izini süren Teori ve Politikacılar, Althusser’in Marksizm içinde derin bir teorik yarılmaya neden olan “Tarih, öznesiz ve ereksiz bir süreçtir” önermesini kendilerinin mottosuna dönüştürdüler. Bu önermeyle birlikte dergi çevresi, esasen, tarih ve toplumu homo-santrik bir tarzda açıklayan Aydınlanma düşüncesinden ve tarihselci felsefi gelenekten kopuşlarını da ilan ettiler. Felsefe, ideoloji ve politikada alışılagelmiş, yaygın Marksizm anlayışından farklı olarak, Aydınlanma düşüncesinin dışında ve ona karşı bir Marksist düşünceyi oluşturmaya çalıştıklarını iddia eden dergi çevresi, Marksizmin işçi sınıfı doktrini ve ideolojisi olmadığını, bu türden bir anlaşılışın Marksizmin 19. yüzyıl Batı Avrupa mücadele tarihine gömülü bir Avrupa-merkezci yaklaşımdan ileri geldiğini belirtiyor.
SSCB’nin, post-Sovyetik puslu dönemin “elveda proletarya”sında simgelenen yıkılışını, hiçbir ideolojik gerekçelendirmeye başvurmadan, ‒ama üretim güçlerci politika anlayışına da hiçbir prim vermeden‒ üretim güçleri determinizmiyle açıklamaya kalkışan TvP, “Analitik Marksizm”in kurucusu olarak gösterilen Cohen’e sıklıkla başvurmuş ve onun Marx’ın Tarih Teorisi çalışmasındaki üretim güçleri determinizmine ve tarihin yasalılığına, savundukları Marksizm anlayışında merkezi yer vermiştir.
Öte yandan TvP, sol kamuoyunda Althusserci olarak bilinse de, Althusser’in temel bazı yaklaşımlarını da kesin bir biçimde reddediyor. Bunların başında filozofun, ünlü “üst-belirleme” ve “son kerte” tezleri geliyor. Teori ve Politikacılar bu tezlerin tutarlı materyalist açıklamayı bozduğunu, Marksizmdeki “belirleme anlayışı”ndan bir ricat olduğunu belirtmektedir. Teori ve Politikacılar için Althusser’in önemi birkaç noktada yoğunlaşmaktadır: Genç Marx ve olgun Marx ayrımı. Politikada, akademide, kültürel çalışmalarda önemini yitirmiş, demode bulunan bu ayrımı dergi yıllar sonra ısrarla güncelleştirmeye, zenginleştirmeye çalışmaktadır. Bunun nedeni Marksistlerin ve daha genel olarak solun post-Sovyetik dönemle birlikte Marx’ı ilk eserlerindeki “teorik hümanizm”e hapsederek yorumlamaya koyulmuş olmalarıdır. Bu türden bir Marx yorumunun, onu 19. yüzyılın tipik teorik-hümanist filozofuna çevirdiği açıktır. Böylesi bir Marksizmin, bilimden yoksun biçimde, ezilen ile ezenlerin ebedi mücadelesinin tarih sayfasında ince bir yaprağa dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Teori ve Politika‘nın bu türden bir Marksizme açıktan karşı çıktığı görülmektedir: Marksizm, bir 19. yüzyıl düşüncesi, 19. yüzyıl işçi sınıfının ideolojisi olarak donup kalmayacak imkanlara sahiptir ve bunlar temel olarak Katkı‘nın “Önsözünde ve Kapital‘de bulunmaktadır. Marx için yapılan bu radikal ayrım, temelde, İnsan ve Üretim Güçleri arasında yapılan ayrımı işaret etmektedir. Teori ve Politika‘nın, Tarih’i açıklarken tereddütsüz biçimde Üretim Güçlerini seçtiği görülmektedir.
Kökleri Spinoza’ya uzanan ve Althusser külliyatında belirleyici yer tutan “bilgi nesnesi” ile “gerçek nesne”, ve Tarih ile konjonktür ayrımları TvP tarafından da sıkı biçimde takip edilmektedir. Bu ayrımlar dergi için, sadece felsefe içi bir tartışma olmakla kalmıyor, politika ve ideoloji alanında özgün kuruluş öğeleri içeren tezlere de dönüşüyor. Bunların başında “bilimsel politika” ya da “bilimsel ideoloji” gibi yaygın ifadelerin terk edilmesi ve politikanın, konjonktürün konusu yapılarak, “bilimsel” ve doktriner tasalluttan azade edilmesi gelmektedir. Dergi yukarıdaki ayrımlardan yola çıkarak, Marksizmi sınıfçılık ve sosyalizme eşitleyen ve daha çok Sovyet resmi ideolojisinden sola doğru yaygınlaşan “dar-Marksist” politik yaklaşımlardan uzak durmaktadır. Bu noktada “ezilenler” kavramını tercih eden TvP, Marksizmin tarihin tozlu raflarına havale olmuş bir doktrin olmasının önüne geçmenin imkanı olarak, ezilenlerle –ideolojik ilkesellik ve seçmecilik yapmamak anlamında– “brüt” olarak ilişkilenmeyi görmektedir.
Hemen burada “Marksizm ve İslam” başlığıyla karşı karşıya kalıyoruz. TvP, ideolojilerin, önsel olarak birbirlerinden üstün/ilerici olmadığını kabul ederek, esas olarak ezilenlerin mücadelesinde tuttuğu yer ile konumlandırılacağını savunmaktadır. Althusser’in “ideolojilerin tarihi yoktur” önermesinden yola çıkarak, ezeli ve ebedi şekilde ideoloji içinde olunacağı, ideolojinin gerçeklikle kurulan bir ilişki olduğu ve bugün Marksizmin, ezilenlerin kendi mücadele gerçeklikleriyle kurduğu ideolojik ilişkiyi kategorik ve rasyonel bir seçmeyle reddedemeyeceğini dile getirmektedir. Bu momentte, TvP, ezilenlerin İslam içindeki gerçekliği ile Marksizm arasındaki “Aydınlanma açığı”nın ortadan kaldırılmasının imkanlarıyla uğraşmaktadır. Laikliği, tarihsel ya da politik bağlamlardan bağımsız olarak soyut biçimde İslam’ın karşısına koyarak benimseyen Marksizm anlayışlarıyla arasına epistemolojik ve ideolojik engeller koyan Teori ve Politika, “ezilenlerin Marksizmi” terimini önermektedir.
Hümanizmden, ve dolayısıyla erekten arındırılmış bir Tarih açıklamasını savunarak üretim güçlerinin amasız/fakatsız determinizmiyle açıklanan bir tarih teorisini sahiplenen TvP, doğa-üretim-toplum biçiminde zorunlu ve belirlenimli bir sıralamayı savunuyor. Ontolojik materyalizm içinde bir monizm olarak beliren bu yaklaşım, sırf bu haliyle maddede boğulmuş bir tarih ve toplum demek olacaktır. Bu maddesel belirlenim içinde toplum, sınıflar, devletler, krallar, iktidarlar var mıdır? Kısaca politikaya yer var mıdır? Yer varsa politika nedir?
Ontolojik materyalizm alanında çakılı kalmayan dergi, yine Althusser’i takip ederek gerçekle gerçeğin bilgisi arasındaki kategorik ayrımla epistemolojik materyalizm alanına adım atmakta, gerçek nesne ile gerçeğin bilgisi arasında felsefede kurulan özdeşliğe ya da yansıtmacı ilişkiselliğe karşı çıkmaktadır. Düşünce, ontolojide kendisinin de madde ya da maddenin bir formu olduğunu bilerek, epistemolojik düzlemde kendi indirgenemez varlığını savunacaktır. İfade edilmeye çalışılan ayrımlar yapılmazsa, Althusser’in tanımlarıyla söylersek, ya kurgusal idealizm ya da ampirisist idealizmle sonuçlanan yerlere çıkmak kaçınılmaz görünüyor.
Devrimci politika
Bugün politik Marksizm ezilenler için ne ifade ediyor? Daha iyi hayat şartları, eğitim, güvenlik, ifade özgürlüğü, serbest dolaşım mı? Ekolojik duyarlılık, LGBTİ haklarını tanımak mı? Yan yollarda, sapaklarda, kenar mahallelerde, dahası “dünyanın ve tarihin sınırında” gezinen ama bir türlü ana akımlaşamayan devrimci tutumları parenteze alırsak, açıkça ve maalesef politik Marksizm buraya daralmış, kapitalist dünya içinde haklar ve özgürlükler mücadelesine doğru seyrelmiş, insan hakları hukuki ideolojisinin üçüncü, dördüncü kuşaklarında ifade edilen haklar kategorisine kendisini bağlamış haldedir. Bu, Marksizmin “politik” sıfatını yitirmesidir. Bu yönüyle Marksizm, 20. yüzyılda sosyalizmle simgelenen işçi sınıfı dünyasını, ezilenlerin uygarlığını, ezilenlerin dinini temsil etmek gibi bir büyük iddiadan yoksundur. Bugün politik Marksizm yardımcı, dayanışmacı, iyileştirmeci mücadele pratiklerine ve ideolojik yaklaşımlara doğru gerilemiştir. Teorisi burjuva kültürün bir alt-başlığı, pratiği burjuva reformculuk olmuş bir Marksizm! İşte Marksizmin krizi.
TvP, bu kriz içinde iki terimi işlevlendirmek için uğraşıyor. Ezilenlerin Marksizmi ve devrimci politika. Marx’ın kurduğu tarih bilimini politika lehine eğip büken yaklaşımlar, politik pratiğin merkezine kapitalist sömürüyü yerleştiriyorlar. Emek-sermaye çelişkisi biçiminde genelleşip yaygınlaşan bu ifade, dar-Marksizmin alamet-i farikası gibi durmaktadır. Buna göre mücadele, sömürüye, oradan da yaygınlaşarak kapitalizme karşı verilecektir. Zira mücadelenin öznesi de artı-değer sömürüsüne maruz kalan işçi sınıfıdır. Bu, pozitivist epistemolojinin, Kapital‘den devşirdiği kavramları, gerçek-gerçeğe apaçık giydirme çabasıdır. II. Enternasyonal’in politikayı kategorik olarak bu yorumla kurduğu, Leninizmin ise politikanın pozitivist kuruluşundan koparak ortaya çıktığı tartışmasız biçimde kabul edilmektedir. Leninizmden sonra, işçi sınıfı ifadesinin gerçek-gerçek değil, ideolojik bir ad olarak işlevlendiği biliniyor.
Bilim ve politikayı iki ayrı zamansallıkta tasavvur eden TvP, süreç ve konjonktür kavramlarıyla onları birbirlerine indirgenemeyecek kategoriler olarak yapılandırıyor. TvP, bir üretim tarzı olan kapitalizmin bilgisini değil, gerçek gerçekteki ezme-ezilme ilişkisini ve bu ilişkinin merkezi öğesi ve bir şiddet tekeli olan devlete karşı mücadeleyi politik varoluş için zorunlu veri kabul ediyor. Burada dikkat çeken husus, sınıflı toplumsal formasyon maddi üretim tarzıyla yapılandırılıyorken politik alanın devlet odaklı olarak teşkil edilmesidir. Bu, Tarih ve konjonktürün birbirlerine indirgenemez yapılandırılmasının mantıksal uzanımı olarak karşımıza çıkıyor. Politikayı, gerçeğin bilgisinden gerçek-gerçeğin katı alanına kategorik olarak kaydıran TvP, gerçek-gerçekte devleti Weber’i çağrıştırır biçimde ezen sınıfın “şiddet tekeli” olarak tasavvur ediyor. Marx, Engels ve Lenin’deki yalın ve açık “devlet, sınıflı toplumsal formasyonda egemen sınıfın baskı aygıtıdır” ifadesi, ezilenlerin neden doğa yasası gibi devrimci politikayla mücadele etmelerini de yine yalın biçimde açıklıyor. Ezen sınıfın, toplumu egemenliği altında tutan politikası esasen devlettir. Eş anlamıyla şiddet-politikadır. Gerçek-gerçekte toplumsalın kuruluşu devlet / şiddet-politika olarak beliriyorsa, ezilenlerin karşı-politik belirimi de zorunlu olarak şiddet-politikayla, devrimcilikle kendisini gösterecektir.
Burada artık zorunlu olarak karşı-şiddetin, şiddet-politikanın ve nihayetinde devrimci politikanın alanına giriliyor. Ezilenler, devleti ve yasaları dolanarak gündelik hayatın “direniş” pratiklerinde ya da hakların aritmetik artırımı mücadelesiyle politik özne haline gelemeyecektir. Politik özneleşme, şiddet-tekelini kırma kudretini gösteren şiddet-politikayla olanaklıdır. Politik devrim, devletsiz tasavvur edilemez. Politik devrim, salt ve gerçek anlamıyla ezen devletin yıkılmasıdır. Böylece TvP’nin politikasını Devlet ve Devrim’cilik olarak tanımlamak olanaklı hale geliyor. Dergi, şiddet-politikanın yön verdiği dost/düşman ayrımına dayalı geleneksel antagonizmayı işleterek politikada özne sorununu ideolojik ve pratik-politik yüklemelerle çözmek istemektedir. Yeri gelmişken, post-Marksizmin söylemin eklemleyiciliği üzerine kurulu radikal demokratik çekişmeciliğiyle Teori ve Politika’nın şiddetin indirgenemez kuruculuğunun kesin bir ayrım çizgi oluşturduğunu vurgulamalıyız.
Aydınlanmadan teorik ve ideolojik kopuş
Marksizm, bugünkü dünyayı kurduğu, ayakta tuttuğu söylenen 18-19. yüzyıllarda oluşmuş bilim, felsefe ve ideoloji anlayışlarının doğal çocuğu mudur? Daha açık olarak Marksizm, kapitalist üretim tarzının bilim, felsefe ve ideolojideki genel, evrensel adı olan Aydınlanmanın bir parçası mıdır? Ve Marksizmin tarihsel rolü, özel mülkiyetsiz bir tam-Aydınlanmayı mı savunmaktır? TvP’nin son yıllarda bu meselelerle uğraştığı ve kendi duruşunu Aydınlanmadan teorik ve ideolojik kopuş olarak tarif etmekliği izlenebiliyor. Peki Teori ve Politika, Marksizmin içermediği, teorik, ideolojik, politik başlıklarda barındırmadığı bir kopuşu Marksizme giydirmeye mi çalışıyor? Aydınlanmanın büyük evreninin tam karşısında konumlanmış bir Marksizm, Marksizm midir?
Aydınlanma ve onun düşünsel, ideolojik, politik belirimi olarak liberalizm, İnsan temelli bir ontoloji ve epistemolojiyle kesin biçimde tarihi kendisiyle başlatarak varlığını sürdürüyor. Pratik-politik düzlemde insan teki, soyut düzlemde ise İnsan kategorisini kendisine merkez yapan liberalizm, tarih ve toplum karşısında “teorik hümanist” bir epistemolojiyi temsil ediyor. Bugünkü dünyanın öküzün boynuzunda değil de Aydınlanma İnsanının düşünsel ve pratik özdeşliğinde olduğu tarihsel olarak kabul ediliyor. 18-19. Yüzyıllar teorik hümanizmi, günümüz hukuki ideolojisinin de temeli sayılan, kurucu insan hakları metinlerinin ortaya çıkmasıyla doruğa ulaşmış, Aydınlanma dini buradan yükselmiştir. Marx’ın ilk eserlerinin de bu metinlerin arkasında yatan kurgusal antropoloji içinde, onun sorunsalı çevresinde yazıldığını artık biliyoruz. Marksizmin ana akım yorumları, teorik dayanaklarını bu kaynaktan çekmektedir. 20. Yüzyılda insan hakları temelli hukuki pratik ve ideolojilerin günümüze kadar uzanarak Marksizmi de içine alan sonuçlara ulaştığını izliyoruz. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongre kararları bu alandaki tarihsel kırılmayı gösteren temel metinlerin başında geliyor.
Aydınlanmanın İnsanı, Marksizm tarafından aşılamamıştır. Tam da bu noktada derginin İnsan’la teorik hesaplaşmaya giriştiği söylenebilir. Tarih teorisi, tarih bilimi düzleminde “öznesiz, ereksiz” bir “teorik anti-hümanizm”i (Althusser) savunan TvP, liberalizmle, en başta teorik ve onu izleyen ideolojik bir kopuş mücadelesini sürdürüyor. Bunun da ötesinde dergi, Marksizmi, kapitalist uygarlığın aşırılıklarıyla mücadele eden ya da Aydınlanmanın erdemlerini piyasanın kirinden pasından arındıran bir toplam olarak görmemekte, tersine, Marksizmi ezilenler uygarlığının bütünsel ifadesi olarak yorumlamaktadır.
Sonuç
Althusser’in büyük teorik mücadelesini, Marksizmi Hegel’le birlikte ve Aydınlanma içinden yorumlayanlara karşı verdiğini biliyoruz. TvP de Marksizmde Aydınlanmadan kopuşun teorik temellerinin bulunduğunu söyleyerek, Marx’taki bu kopuş dinamiğine yoğunlaşıyor. Marksizmin, kapitalizmin analizi, kapitalizmin bilimi biçimindeki anlaşılışına karşı katı tutum alan TvP, Marksizmi Tarih’in bilimi ve ezilenler tarihinin ayrılmaz parçası olarak görmektedir. ‘Hanif Marksizm’ ifadesi bu dairede kendine yer açıyor.
Teori ve Politika‘nın hangi Marx’ı Marksizmin temeli haline getirdiği artık belirmiş durumda. Dergi, Tarih’i İnsan’la, toplumu birey’le, ideolojiyi evrensel bir laiklik’le temellendiren Aydınlanma epistemolojiyle ve bunun Marksizm içindeki temsillerinden kesin bir kopuşun teorik ve ideolojik dinamiklerine yönelimini sürdürüyor.
Marksizm, 20. yüzyıl ezilenlerinin büyük evrensel diniydi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adıyla ezilenlerin büyük devleti biçiminde resmileşip sembolize oldu. Marksizm ezilenlerin devletli dünyasal bir kudretiyken, kapitalist üretim tarzı karşısında ezilerek yok oldu. Paralel olarak bu, Marksizmden sadır olmuş büyük bir deneyimin tarihselleşmesidir. Maddi varlıktan maddi yokluğa…
Ezilenlerin “bitmeyen kongresi” olarak Marksizm, günümüz ezilenleri için yeni bir ideoloji bayrağına dönüşebilecek mi? Marksizm bilim-felsefe-politikayla yeni bir ezilenler uygarlığının “kelamı” ve “kılıcı” olacak mı? Yoksa ezenlerin mevcut uygarlığının kültür dairesini mi süsleyecek?
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar