Ana SayfaArşivSayı 73Ezilenlerin İdeolojik ‘Brüt’ Varlığı

Ezilenlerin İdeolojik ‘Brüt’ Varlığı

 

Ezilenlerin İdeolojik ‘Brüt’ Varlığı

Vedat Düşküner

Ezilenler, içinde yaşadıkları düzenin haksız ve adaletsiz olduğuna hükmederek eyleme yöneliyorlar. Ezilenlerin, içinde yaşadıkları koşulların değişmesini istemeleri ve bunun için mücadele etmeleri haklı ve meşrudur. Ezen ve ezilenin olduğu her yerde kendilerine birtakım ideolojiler atfedip ezilenlerle gönüldaşlık kuran insanlar olacaktır. Ezilenlerden yana olmak için ezilenlerin bitmek tükenmek bilmeyen çığlıklarını duymak yeterlidir. Marksistler sadece ezilen sınıfın değil, ezilen her topluluğun, ulusun, dinin, mezhebin ve cinsin yanında yer alır; kendilerini onların mücadele saflarında konumlandırır. Ezilenlerden yana olanlar nasıl kendilerine ideolojiler atfediyorlarsa, ezilenler de kendilerine ideolojiler atfedip, Marksistlerin karşısına, bu pratik ideolojileriyle çıkabiliyorlar.
Marksistlerin ezilenlerin pratik, kendiliğinden ideolojileriyle nasıl bir ilişki içinde olacağı, bu ideolojiler karşısında nasıl tutum alacakları Marksizm içinde derin tartışma ve yarılmalara yol açtı.
Marx tüm yaşamı boyunca ezilenlerle uğraştı, ezilenlerin gerçek yaşam koşullarını tanımaları, anlamaları ve gerçek anlamda dönüştürmeleri için, vazgeçilmez önemdeki kavramları ezilenlerin hizmetine sundu. Marx, ezilenlerin kendiliğinden çığlıklarının onların gerçek kurtuluşlarını sağlayamayacağını, aksine onları gerçek kurtuluşlarını sağlayacak bilginin karşısında konumlandırdığını söyleyerek, ezilenlerin bu bilgiyle devrimci politika temelinde ilişkilenmelerinin yolunu açtı. Ezen ezilen ayrımı Marksist politikanın temelidir. Marksist politika bu temel üzerinde kendisini ezilenden yana olarak yapılandırır. Bu nedenle, Marksistler ezilenlerden yana olma sorununu bir kenara bırakırlar. Zira, bu, yerini saptayamayacakları bir sorundur. Marksistler için ezilenlerden yana olmak ve ezilenlerin safında yer almak çoktan başlamış bir süreçtir ve bu süreç içinde birbirine bağlı bulunan devrimci olmak ve Marksist olmak da çoktan devreye girmiş meselelerdir. Marksist devrimcilik geçmiş tarihin her yanında ezilenlerin devrimciliğine içsel bir pratik olarak vardır. Ezilenler devrimciliği Marksist devrimciliğin öncülüdür ve Marksizm, kendisini kopmamacasına bu öncüllere bağlamıştır. Marx, ezilen devrimciliğinin kendi akışını hem durdurduğunu hem de kendi kendisini eleştirerek yeniden başladığını belirtir. Yeni başlangıç, Marx’ın gözünde ezilenlerin muzaffer devrimci liginin koşuludur. Egemenlerin peşine takılmış, onların zafer ve yenilgilerini tatmış ezilenlerin, kendi mücadelelerini vermeleri ve kendi devrimci birliklerini sağlayabilmeleri amacıyla tarihlerine, gelecekleri için sahip çıkmaları gerekir.
Egemenlerin ideolojisine bulaşık anlayışları silip atmak ve kendi tarihinin başlangıcında yer almak, Marksist politikanın varoluşunu ezilen devrimciliğinin kanıtına bağlamak anlamına gelecektir. Bu sadece gerekli değil aynı zamanda zorunludur. Böylece Marksizmin, ezilenlerin pratik ideolojisine indirgenemezliği de olanca gücüyle pratik anlamına kavuşur. Marksizmin, ezilen bir toplumsal kesimin ideolojisi olarak biçimlenmesi ve tüm ezilenleri kapsamak için politik varoluşunu yeniden yapılandırması, yalnızca teorik bir soyutlama değildir. Söz konusu soyutlamanın yeri ve yapısı, Marksizme somut, pratik bir eyleyiş kazandırır. Ezilenciliğe karşı ezilenlerden yana olma biçimindeki soyutlama, aslında hem geçmişin silinip atılmasının hem de onun güncellemesinin zorunlu sonucudur. Marx’ın Manifesto’da belirttiği gibi ezilenlerin olana karşı eyleyişleri her an her yerde, dolayısıyla bilinmeyen bir yerde başlamıştır. Başlamış eyleyişten yana olmaksa başlangıçla birlikte var haldedir. 
Marx’ın belirli bir sosyo-politik bağlamda ezilenlerin belirli bir bölümünün genel durumuyla başlayıp, tarih ve pratik-politikanın bürünebileceği biçimleri ve pratik-politikanın gereklerine varıncaya kadar tüm koşulları değerlendirmiş olması, ama öte yandan pratik-politikanın yeri ve öznesi konusunda tam bir belirsizlik ifade etmesi kural dışı bir durum yaratır.
Marx, ezilenlerin bağımsız bir şekilde politika sahnesine çıkmasını ifade eder ve proletaryayı özne olarak belirtir, ama bu, pratik-politik özne olmayacak kadar genel bir varoluşu ifade eder. Bu durum, Marx’ın zincirin iki ucunu sıkı tutmasına yol açar. Geçmişle arasına koyduğu teorik mesafe, Marx’ın, geçmiş ile şimdi arasındaki çelişkiyi de ortaya koymasını sağlar. Marx bunun için düşünce düzleminde bir kavram ya da indirgemede bulunarak teorik bir çözüm önerir. Geçmişle arasına mesafe koyması, Marx’ın sorunu ortaya sermekle kalmadığını, aynı zamanda politik açıdan, yani gerçek, somut bir çelişki olarak da düşündüğünü gösterir. Söz konusu çelişki teoride değil, gerçekte, politik olarak çözüme kavuşturulabilir. Geçmiş ile şimdi arasındaki mesafeyi düşünüp ortaya koyan Marx, böylece ezilenlerin devrimci politik-pratiğine yer açar. Bu yer, geçmiş ile şimdi arasındaki mesafe ile dönüşmüş olan teorik kavramların eklemlenmesiyle oluşur. Düşünülen, ama düşünce yoluyla çözüme kavuşturulamayıp oluş halindeki eyleme bağlanan bu sorun, Marx’ın Manifesto’da ortaya koyduğu kurucu politika teorisinde mevcuttur. Marx, düşüncesinin odaklandığı teorik sorunu, politik metinlerde tanımamızı sağlıyor. Ezilenler devrimciliğinin başlangıcına ilişkin sorun, bu devrimciliğin kurucu niteliğini belirleyen koşullar sorunu biçimini alır ve komünist devrimcilik denilen özel bir politik biçime bürünür. Komünist devrimcilik yıkıcılık yanında kurucu bir misyon da üstlenmiştir. Bu, Marx’ın metinlerinde politikanın tanımlanması ve politik-pratiğin kendisini ilk düzleme çıkaracak şekilde teorik biçimlerde ortaya konulmasıdır.
Marx’ın Manifesto’da tek sözcükle ezen ve ezilen mücadelesi olarak ifadelendirdiği, başka metinlerde somut ampirik analizlerine girişip tarihsel boyutlarını ifade ettiği bu mücadelenin izlerini süren Lenin, başlangıç sorununu bir kenara bırakır. Manifesto’da ifade edildiği üzere, ezenler ve ezilenler tarihten günümüze her yerde sürekli karşı karşıya gelmiş ve dur durak bilmeyen bir mücadele içinde olmuşlardır. Bu durumda, Lenin için tüm mesele ezilenlerle devrimci temelde bağlantı kurup devrimci öznelliklerini üstlenmek olarak belirir. Onun için Lenin, bütün ezilenlerle, hatta Marx’ın gündemine temel bir mesele olarak girmemiş olan ezilen kesimlerle de ilgilenir. Bunların başında köylüler gelir.
Lenin, kurucu devrimcilik bağlamında ezilenlerin ideolojisinin sınıfsal içeriğinden ziyade gerçek var oluşlarını görmüş ve ezilenlerin gerçek var oluşuna rapt olunacak devrimcilik potansiyelini saptamıştır. Lenin için önsel ve öncelikli olan, ezilenin, ezene karşı mücadele veriyor olmasıdır. Kurucu devrimcilik momentinde önemli olan, ezileni, ezilmişlik durumunda ve konumunda yakalamaktır. Ezilenlerin pratik ideolojileri hem ezilmişlik durumunu üretir, hem de ezilen devrimciliğinin gerçekleşme ihtimalini kendi içinde barındırır. Ezilenlerin pratik ideolojileri, Lenin’in politika kurgusunda kategorik bir engel olarak görülmez. Tersine ezilen mücadelesinin devrimcileştirilmesi için olanak sunan bir alan olarak tarif edilir.
Ezilenler pratik ideolojileri içinde kendi gerçekliklerini hangi imgede bularak kendilerini onunla özdeşleştirecekler? Lenin bu soruya felsefi bir cevap vermez. Sorunu, pratik olarak ortaya koyar ve politik olarak ele alır.
İdeoloji ile ideolojinin politika ile ilişkisi sorununu ikili bir işleyiş çerçevesinde açıklamak gerekiyor. Öncelikle ideoloji ve Marksist devrimciliğin ezilenler karşısındaki temsili meselesi… Marx, Engels, Lenin’i takip edersek ezilen ideolojisi olarak dinle karşılaşırız. Marx, Engels ve Lenin, ezilen insanın içli ezgisi olarak dine teorilerinde yer verdiler. Bu kaçınılmazdı, çünkü ezilen ideolojisi olarak dini görmezden gelemezlerdi. Kurucular, ama özellikle Lenin dine kökeniyle ilgili sorular sormadı. Dini sadece politikanın olguları açısından ele alıp değerlendirdiler. Ezilenler devrimciliğinin kurulması ve sürdürülmesi için dinin rolü ve işleviyle ilgilendiler. Onlar, politik işlevi ile tanımlanmış bir gerçeklik olarak görürler dini. Marksizmin dine yönelttiği soru, dinin ideolojik işlevinin dönüştürülmesinin biçim ve koşullarına ilişkin politik bir sorudur. Kurucuların benimsedikleri temel izlek şudur: egemen sınıflar devletin temellerini atmaktan ve yasalarını belirlemekten başka, ezilenlerin itaat etmelerini sağlamak ve onları biçimlendirmek için dine başvurur. Metinlerinde dinin egemen kitle ideolojisi olarak işlevini gösteren bölümler de bulunur. Din, ezilenlerin yeni kurulan düzene ve yasalarına itaat etmesini ve tanrı iradesine başvurarak ezilenlerin yeni düzenin kurum ve kurallarını benimsemesini sağlar. Sonuçta din, burjuvazinin akıl, adalet, eşitlik ve kardeşlikten oluşan ideolojisinden çok daha eskidir. Kitlelerin kuşaklar boyu benimsediği ve içselleştirerek yeniden ürettikleri din, bir ideoloji olarak, burjuva ideolojisi karşısında avantajlı ve kitleler nazarında daha etkilidir. Bu tanımlar ve işlevler Marksizmin kurucularının metinlerinden takip edilebilir. Mesela Alman İdeolojisi, Yahudi Sorunu, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi gibi eserlere bu açıdan bakılabilir.
Söz konusu tanımlamaların anlamı oldukça basittir. Din, kurucu politikaya ihtiyaç duyduğu desteği sunar. Dinden destek alınması, dinin sadece egemen sınıfların çıkarına yaradığı anlamına gelmez. Bu, sadece dinin ideolojik işlevlerinden biridir. İdeoloji olarak din, ezilenleri var olan kurumlara dahil eder, ezilenlerin düzenin kurallarına ve yasalarına uymasını ve bağlı kalmasını sağlar. Ezilenlerin bu katılımı düzen açısından vazgeçilmezdir. Egemenler, düzenlerini ayakta tutmak için ihtiyaç duydukları toplumsal desteği dine başvurarak karşılar. Bir ideolojinin desteği olmadan ezilenlerin düzene katılımı sağlanamaz ve o düzen uzun süre ayakta kalamaz. Din, ezilenlerin düzenin işleyişine katılımını şiddete başvurmadan, tanrı fikri ve onun gerektirdiği sadakati sağlayarak üstlenir.
Ama din, ezilenlerin devrimci mücadelesinde de ideolojik işlev görür. Engels, dinin bu ideolojik işlevini Münzer örneğinde anlatır.
Dinin, egemenlerin düzenine gereken toplumsal desteği ve katılımı sağlamak için düzenlenmiş bu ideolojik işlevi, ezilenlerin mücadelesini tümüyle dışlamaz, bu mücadeleyi kısmen tanır ve içererek kendi maddi pratiğine dahil eder. Ezilenlerin mücadelesi kendi gerçekliği ile değil, egemen biçimin dayattığı gerçeklikte kendine yer bulur. Ezilenlerin mücadelesi egemen ideolojinin dayattığı maddi pratikte, bu pratiğin sınırları içine dar anlamda gerçekleşir. Fakat mücadele kitlesel anlamda ve tüm şiddetiyle bu biçimin dışına da taşar. Egemenler siyasal ve yasal biçim verdikleri mücadelede ezilenlerin var olma haklarını tanımamazlık edemezler. Aksine, ezilenleri devletin kurum ve yasal biçimlerine dahil ederek, bu hakkın var olma biçimine ideolojik bir anlam kazandırırlar. Bu sayede, her şeyden önce kendi ezilenlerini, ezenlerin oluşturduğu ve onların egemenliğini üreten ideolojik bir gerçekliğe tabi kılmış olurlar.
Egemenlerin başlangıçta kabul etmeyip tanımadıkları ezilenler mücadelesi, bu mücadele geliştikçe kendisini fiilen, zorla kabul ettirir. Düzenleri etkilenen egemenler, ezilenlerin mücadelelerinde kullandıkları örgütlenme biçim ve ideolojilerinden bazılarını tanıyarak yasal bir biçim altında düzenlerine dahil ederler. Egemenler, ezilenlerin mücadelesini yüce gönüllü olduklarından ya da insafa geldiklerinden veya Allah’tan korktukları için tanımazlar. Ezilenlerin mücadelesi, onları buna mecbur bırakmıştır. Ezilenlerin mücadelesi dayatılan biçimlerle sınırlı kalmaz, yasal alan ve biçimlerin dışına çıkarak gerçekleşir. Ezilenlerin, egemenlerin dayattığı ideolojik biçimlerdeki gerçeklikte kendilerini bulup özdeşleştirmeleri, kendilerini egemen ideolojiden ayırmamalarına yol açar. Bu durumda Allah’a olan bağlılıkları devlete bağlılığa dönüşür. Devletin sağlamlığını dinlerin güvencesi olarak görürler. Ezilenlerin “Allah devletimize zeval vermesin” duası, devletin başına zeval geldiğinde, başlarına gelecek olan korkuyu ifade eder. Ezilenlerin, inandıklarının elden gitmemesinin güvencesini, devletin dine sahip çıkmasında bulmalarının nedeni budur.
Egemenler, ezilenlerin kendi dinlerini yaşamalarına, kendi inançlarını yaymalarına müsaade etmedikleri gibi ezilenlerin kendi devrimci örgütlenmeleri aracılığıyla politik yaşama katılmalarına da imkan tanımaz. Ezilenlerin, düzenin bekasını güvenceleyen devletin belirlediği devletçi siyasetin dışında, siyasete dahil olma hakları yoktur. Ezilenlerin var olma hakkı, düzene tabi olmakla sınırlandırılmıştır. Sınırların dışındaki ezilenlerin “barbar”, “vahşi”, “dinsiz ateist” vb. şeklinde tanımlanmasının nedeni budur. Egemenler tarafından ideolojik ve politik olarak kuşatılmış ezilenlerin, devletin dışladığı biçimlerde kendi gerçekliklerini görüp tanımaları kolay değildir. Egemenler, bir yandan ezilenler dininin anlam ve içeriğini düzenlerinin bekasını sağlayacak şekilde düzenleyip yorumlarken, bu din yorumunu baskın hale getirirler. Öte yandan, elinde bulundurdukları şiddet ve baskı araçlarıyla ezilenleri bununla özdeşleşmeye zorlarlar.
Ezilenlerin bir din sahibi olmalarına izin vermeyen egemenlere rağmen ezilenlerin kendi dini, bir yeraltı akımı olarak daima var olmuştur. Ezilenler dininin kendisini değişik biçimlerde üretmesi bile kendi içinde egemen din anlayışına karşı direnmeyi ifade eder. Ezilenlerin dinde, aşılmış dönemi canlandırmaları, ütopya biçiminde üretmeleri vb. gibi sorunları şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Bizim odaklandığımız konu, Marksizmin ezilenler devrimciliği için esinlenebileceği din anlayışıdır. Ama bunun, insanı vazgeçmeye, güçsüzlüğe, itaate değil; eyleme hazırlayan, tokadı yediğinde öteki yanağını çevirmeyen, öç almayı, hesap sormayı vazeden bir din anlayışı olacağı şüphesizdir.
Bu sorunlar, politik, ahlaki bir kitle ideolojisi olarak belirli bir din anlayışının önsel kabulünü içerir. Bu anlayışın iki yönü bulunuyor. Bunlardan ilki ezilenlerin itaat etmesini sağlayan yönü, diğeri de ezilenleri mücadeleye yaraşır eyleme, davranış biçimini benimsemeye yönlendiren yönüdür. Şu haliyle din genel bir ideoloji işlevi yerine getirmiş oluyor. Ezilenler ve Marksistler arasındaki ilişkinin biçimi de, Marksistlerin ezilenlerin nazarındaki temsili de bu genel ideolojiden çıkar. Marksistlerin ezilenler karşısındaki temsilini olumlu yönüyle ele alacak olursak, Marksistlere düşen görev, dönüştürecekleri ideolojinin içine girerek ezilenler dininin bir parçası olmaktır.
Ortaya çıkan temsil ilişkisini anlamak için temsil sahnesindeki oyuncuların rollerine bakmak gerekiyor. Marksizm açısından insan bireylerinin davranışları da politik anlama sahiptir. Fakat politika denilen etkinlik örgüt aracılığıyla yapılır. Örgüt olmadan politika yapılamaz. Politikanın örgüt aracılığıyla yapılması, söz konusu örgütün ezilenlerin içine kök salmasını koşullar, ama son aşamada örgüt, ezilenler devletini kurmada kullanılan bir araçtır. Ezilenlerin politik mücadeleye dahil olmasında örgütün araç olduğunu bilmek, politik-pratiğin anlaşılmasını sağlar. Ezilenlerin örgüt aracılığıyla politikaya dahil olması, örgütün ideoloji politikasını da belirler. Sonuçta özneler ideoloji tarafından kurulurlar.
Ezilenlerin Marksist devrimciliğinin var oluş biçimi tanımlandıktan sonra, geriye politika pratiği kalıyor.
Marksist politika devlete karşı pratik devrimciliği, ideolojik mücadele ile birleştirir, fakat ideolojik mücadeleyi tek yönlü işletmez. Bir yandan devlete karşı ideolojik mücadele verirken öte yandan kendilerini egemen ideolojideki gerçeklikle özdeşleştiren ezilenlere karşı da ideolojik mücadele yürütür. Marksist politika, ezilenleri başka bir ideolojik imgeyle özdeşleşmeye zorlar, ama bu imgeyi onların pratik ideolojilerinin değerlerinden oluşturur. Marksist politika, pratik devrimcilik ile ideolojik mücadeleyi birleştirerek ezilenlerin pratik ideolojilerinin içerikleri ve anlamları üzerinde etkide bulunur. Bunlardan biri olmadan diğeri olamayacaktır. Marksist devrimciler nereye yerleşirlerse yerleşsinler, ideoloji dışında bir ezilen kesimle karşılaşmayacaklar ve hep kendi pratik ideolojilerine boyun eğmiş itaatkâr ezilenleri bulacaklardır. Karşılarında ideolojilere bağımlı özneler göreceklerdir. Bu alanda olup biten her şeyi yöneten gerçeklik, kitleye yönelik bir ideolojinin varlığıdır. Marksist politika tam da burada ideolojiye müdahale ederek işe karışır. Marksist politika için dışarısı diye bir şey söz konusu değildir. Ezilenler bir ideolojinin içinde yaşar ve bir ideolojinin taşıyıcı özneleridir. Bir ideolojinin dışı ancak başka bir ideolojinin içi olabilir, bunlar maddi pratikler olarak geçişken haldedirler. Yani insanlar her zaman birden fazla ideolojinin öznesi olabilirler. Birden fazla ideolojinin öznesi olan taşıyıcı özneler, yaşadıkları çelişkiyi baskın ideolojinin yararına çözüme bağlarlar. Kendi davranışlarına baskın ideoloji içinde anlamlı tutarlılıklar kazandırırlar. Birden fazla ideolojinin maddi pratiğine dahil olan öznelerin çelişkiyi ideoloji içinde yaşamaları, onları her an etkileşime açık hale getirir. Ezilenler, toplum denilen çelişkili ve karmaşık yapının içinde gerçekliği görüp tanıyamazlar. Bu nedenle ezilenler görünüşe önem verir, görünüşe güvenirler. Gerçek, ezilenlere yalın haliyle görünmez, gerçek her zaman ideolojinin içinde görünür. Ezilenlerin görünene güvenmeleri, ideolojinin gösterdiğine inanmalarıdır. İdeoloji, inananlara her zaman bildiği tanıdığı şeyleri gösterir. Ezilenlerin görünüşe inanması ahlakın, geleneğin olduğu kadar dinin, yani ideolojinin maddi pratiğine de bağlıdır.
Marksist devrimcilerin, ideoloji alanında izleyeceği politika ideolojik lafazanlık değil, devrimci politika olmalıdır. Marksist devrimcilerin tüm davranış ve politik tutumlarının ezilenlerin pratik ideolojilerine uyması beklenemez. Bu konuda yapılacak şey, çatışmanın etkilerini politikaya dahil etmektir. Ezilenlerin pratik ideolojilerinin değerlerine sahip olmak ve taşıyıcısı olarak tanınmak politik etkiye sahiptir. Söz konusu değerlerin seçimi, ezilenler devrimciliğine uygun biçimde politik olarak tasarlanmalıdır. Bu değerlerin seçimi ve tasarlanmasındaki esas amaç, ezilenlerin devrimciliğinin temsili yoluyla Marksizm ve ezilenler arasında kalıcı ideolojik ilişkinin kurulmasıdır. Marksist devrimciler, ezilenlere ait olmayan ideolojilerin hassasiyetlerini değil, ezilenler devrimciliğinin dinamiklerini gözetmek durumundalar. Marksist devrimciler, bu amaçla, ezilenleri karşılarına alırken, dışarıdan değil, içeriden eleştirirler. Marksizmin ezilenlerin pratik ideolojilerine yabancılaşması, egemen ideolojilerle geçirimli olduklarının da işareti olabilir.
Marksizm için örgüt gibi ideoloji de bir araç olarak aynı amaca bağlıdır ve kendi maddi pratiği içinde amacı gerçekleştirir. Marksist devrimcilerin amacı, ezilenlere dayalı devrimciliğin kuruluşunu oluşturmaktır. Ağır çelişkiler içinde bulunan ezilenler, tüm pratik ideolojileri “üstbelirleyen” büyük anlatılara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyorlar. Marksizm, ezilenlerin bu ihtiyacını karşılayabilir ve ezilenlerin tepkilerini Marksizmde ifade etmelerini sağlayabilir. Marksizm, devrimci dinamiklerini tüketmiş modern ideolojilerle uygar dünyanın ilericisi olacağına, bu uygarlığı yıkmaya yönelen ezilen devrimcileriyle birlikte gerici olmayı göze alacaktır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar