Ana SayfaArşivSayı 61Marksizmin Sürekli Gerçekleşmek Zorunluluğu: Hanif Marksizm

Marksizmin Sürekli Gerçekleşmek Zorunluluğu: Hanif Marksizm

Marksizmin Sürekli Gerçekleşmek Zorunluluğu
Hanif Marksizm

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Her belirleme olumsuzlamadır – Spinoza

Spinoza’ya rağmen ‘belirlenen’i varsayarak ‘olumsuzlama’ işlemine girişeceğiz. Taslak’tan[1], ‘Hanif Marksizm’e[2] ortaya koyulan Marksizm anlayışı, sonuçlarını izleyen gelişimi ve birikimiyle, belirlenen olarak kabul edilecektir. Olumsuzlanan ise fiilen belirlenen mantıksal sonuçları izlenerek, Taslak içindeki temel kavramlaştırmayla işaret edilen ‘Marksizmin genel alanı’ olacaktır.

Ana savımız, bugün ‘Marksizmin genel alanı’nın Marksizmi temsil konumunda olmadığı gibi, ontolojik pozisyonu açısından diğer ideo-politik ve teorik akımlardan ayrıcalıklı bir ayarlayıcı konumunun da olmadığıdır. Burada mesele ‘Marksizmin genel alanı’nın varlığının tanımlandığı ilk çerçevenin dışında ve hatta oldukça uzağında da olsa korunmaya devam ediyor olmasıdır. Marksizmin teorik ve politik konjonktürdeki temsilleri bu alanın oldukça daralmış ancak heterojenliği katlanarak artmış alanı içinden belirlenmektedir. Sorun da tam buradan kaynaklanıyor. İlgili temsillerin Marksizmin özgülleşme dinamiğinin dışında kaldıkları görülüyor. Daha belirgin bir ifadeyle, öznel olarak Marksist olan, Marksizmi temsil eden bu kütle nesnel olarak Marksist olamıyor.

Böyle bir ifadelendirmeye girişmek, merkezileşmiş ve yoğunlaşmış bir Marksizm anlayışını ve pratiğini bütünlüklü sunmayı gerekli kılıyor. Bizce ‘Hanif Marksizm’ Marksizmin bütünsel bir temsili olma yolunda ve iddiasında bir girişimdir. Şu haliyle ‘girişim’ nitelemesi eksikli olmanın çekinceli ifadesidir. Sunacağımız görüşler, bu eksikli olma halinin kimi çekincelerini barındırmakla birlikte, savunulan Marksizm anlayışının sonuçlarını izleme iddiasındadır.

Çerçevesini çizeceğimiz konumlar, artık bir eğilim değil durumun içinde beliren kimi sonuçların ve arayışların çıktısıdır. Sınırı, yerel olandan çıkış yapmasına rağmen, istisnai durumlar paranteze alınırsa, dünyasal ölçekte anlaşılmaya açıklık taşır.

Bu yazı ile kendini bağlayan yaklaşımın, arayışının sonuçlarının karşılığını olgusal olarak er ya da geç bulacağından zerrece şüphesi yoktur.

A) Zorunlu ve Gerekli Bir Başlangıç:

     Marksizmin Genel Alanı

‘Marksizmin genel alanı’ kavramı, Marksizmin tarihsel varlığının parçalanmış yapısı içinde, özellikle kriz koşullarında, ‘teorik’ ve ‘ideolojik’ etkileşime işaret etmek amacıyla oluşturuldu. Kavramın teorik arka planını oluşturan Taslak’ın ifadeleriyle, “Bir dönemin Marksizmi, içinde sapmaları, farklı çizgileri, eğilimleri, hatta okulları ve örgütleri barındırır. Marksizmin tarihinde saf bir dönem hiçbir zaman olmamıştır. (Tarihsel) olmamışlık, (teorik) olamazlıktan kaynaklanır. Çünkü Marksizm, burjuva teorisi, politikası ve pratiğine karşı mücadeleyi öncelikle kendi içinde verir. Felsefede, politikada ve ‘bilimde’ Marksist olan ile olmayan, verilmiş ayrımlar değildir. Her özgül dönemde özgül yaklaşımlar geliştirmek gerekir. Bir dönemin Marksizmi içinde Marksizmi koruma ve geliştirmenin tek yolu, yegane sigortası, kesintisizce sürdürülen ayıklama işlemidir”[3]. Bu sözlerde dile gelen anlayış, bugün tam da ‘Marksizmin genel alanı’ kavramının kendisine karşı ‘ayrıştırma’ ve ‘ayıklama’ yapma gereğini doğurmaktadır.

Taslak’ın saptamaları içinde Marksizmin genel alanı öncelikle ve esas olarak politik Marksizmi kapsamakla birlikte, buna ek ve koşullu olarak “söz konusu akımların Marksizmi varsayılan özgül tarihsel sınırlar içinde savunuyor olmaları(nı)”[4] iç ayıraç olarak alıyordu. Burada işaret edilen, Marksizmin tarihsel, ideo-politik okulları ve bu okulları temsil eden politik merkezlerdi. Her ne kadar ‘okul’ sınırları geçmiş dönemin net çizgileriyle belirlenmese de belirtilen dönemde politik Marksizm, tarihsel okullar aracılığıyla temsil ediliyordu.

Marksizmin parçalanmışlığı, ideo-politik okulların hiçbirine kategorik ayrıcalık tanımaya elverişli olmayan politik etkinlik ve teorik önermeler, Marksizmin krizinin de belirgin etkisiyle ideo-politik okullar arasında daha önce belirgin temellere dayanan net ayrımların fiilen ortadan kalkmasıyla bir etkileşim alanı oluşmuş oldu. Marksizm alanının ayrı ayrı her bir bileşeninin de, bu bileşenlerin aritmetik toplamının da sorunsuz, Marksizmin bütünsel bir temsili olmaya muktedir olmadığı görülüyordu; ancak özellikle ‘pratik politik’ temsili taşıyanların kategorik ayrıcalığı ve ‘bütünsel Marksizm’ arayışının ilgili okullar içinden yapılması bir dönemlik olarak alınıyordu. Ama, tek bir ifadeyle, “Bugün okulların tarihselliğini anlamak, ancak onların dışına çıkmakla mümkün görünüyor”[5] saptaması da yapılıyordu. Başka bir deyişle Taslak, kendisini bir bütünün parçası, onun bütünleyeni olarak inşa etmeyi hedeflerken aynı zamanda da bir ‘çıkış’ olduğunu ifade ediyordu. Marksizm alanında teorik işlem yapabilmek için ve okulların sınırlarını ortaya koyabilmek için okullardan çıkma gereği duyuluyordu.

“Marksizmin genel alanı”, bu durumda tarihsel okulların doktriner kalıplarına sıkışmadan, onların tarihsel oluşmuşluklarının sınırlarına ve aynı zamanda olanaklarına işaret ederek, ama politik temsillerinin konjonktürde Marksizmi sırtlamaları gerçeğini de teslim ederek bir kulvar açmaya yönelik uygun bir kavramlaştırmaydı. Tek tek tarihsel okulların ideo-politik sınırlarına takılmadan teorik işlem yapmaya ve okulların iç evrenini ayrıştırmaya elverişlilik sunuyordu. Kriz döneminin özgül koşullarında bu genel alan içinde başka bir kulvar açılmasının olanağını ve gereğini sağlıyordu.

Teori ve Politika için, içeriden ayarlayıcı ve öncelikli etkileşim alanı olarak tanınan, aynı zamanda içeriden işlemler yapılan “Marksizmin genel alanı”, iyimser bir yaklaşımla ele alınıyor ve “yaşadığımız geçiş döneminde, farklılıkların sürmesini karşılayabilecek, ayrımları bir üst-birlik içinde yoğurabilecek kapsayıcı ve bütünleştirici bir organik sentez çıkmasına elverebilecek kudrette bir bağlam kurmaya dönük olmak gerekmektedir”[6] denilerek mevcut heterojenlik üstlenilmeye ve geliştirici bir dinamik olarak, ama üst-birliğe ulaşma yolunda alınıyordu. Ağırlık verilen, Marksizmin genel alanı içinde bir etkileşim iken bu alanın ayarlayıcılığıyla teorik ve politik konjonktüre, teori alanından uzanmak amaçlanıyordu. Bir dönem bu görev birikimli olarak yerine getirildi.

 

tvp061y02 1

 

Teori ve Politika, tanımlanan çerçevede “Marksizmin genel alanı”nda kriz koşullarında, Marksizmin krizine yanıt olarak oluşturulmuş ve buna göre alanda küçük ve özgül bir yer işgal eden konumlanma olmak durumundadır. Kendi öznel varlığı değil Marksizm alanındaki karşılığının genişlemesi esastır. “Marksizmin genel alanı”nın ana bileşeni olan ‘politik Marksizm’ aynı zamanda ideo-politik okulların uhdesindeydi. Daha doğrusu, ideo-politik okulların kimileri daha önce politik Marksizm olarak varlık gösterirken süreç içinde bu alanın dışına çıkmış, kimileri ise tarihleri boyunca politik Marksizme ulaşamamak gibi esaslı bir araza sahip olmuşlardır. Bu kayıta rağmen politik Marksizm tarihsel okullar dolayımıyla temsil edilmiştir.

Marksizmin parçalanmışlığının sonucu olarak ‘Marksizmin teorik alanı’ gibi daha çok okullu alanın dışında üretilen ama kendi içinde bütünlük taşımayan farklı akımlarca temsil edilen bir kesim de mevcuttur. Özellikle, Batı Marksizmi diye bilinen etkinin devamı olarak yarı-akademik çevreler içinde etkinliğini kayda geçirmeyi gerekli kılan bir bileşen olmuştur. Okullu Marksizmin dışarıdan edinerek kendi rezervine kattığı kimi teoriler bu alan içinden seçilerek alınanlardır.

Teori ve Politika’nın yoğunlaştığı, işlemlerinin önemli bir kısmını yürüttüğü alan aynı zamanda kendisinin de öznel olarak konumlandığı Marksizmin genel alanıydı. Bir temel farkla: her bileşene yönelik özgülleştirme ve işlem yapma ayrıcalığını koruyarak teorik ve politik konjonktüre, Marksizm alanının dışına uzanmanın araçlarını geliştirerek… “Marksizm ‘tanımını’ her defasında güncel tarihsel olgularla organik ilişki içine sokabilmek gerek. Bu anlamda Marksizm sürekli ‘gerçekleşmek’ zorundadır”[7] saptaması bugün Hanif Marksizme uzanan yolun öncülü olmuştur.

“Marksizmin genel alanı” her şeyden önce bir ikili mücadele alanı olarak tanımlanmalıdır: Marksist teorinin tanımlanması, Marksist teorinin ideolojik yorumlarına karşı bir mücadele olmadan mümkün olmaz. Ancak bu mücadele sadece Marksizme dair Marksist ortamın dışında hüküm süren yorumlara, deformasyonlara, önyargılara, yok saymalara karşı değil, aynı zamanda ulusal ve uluslararası Marksist ortamın içinde hüküm süren Marksist teorinin yorumlarına, ideolojik deformasyonuna vb. karşı da olmalıdır.”[8] Kabul edilen ontolojik ayrıcalığıyla Marksizm alanı, öncelikli etkileşim alanı olmasının ötesinde, öncelikli ayrıştırma gereği duyulan, dışarıda yapılan işlemlerin karşılığının arandığı alan olarak ilgilerin yoğunlaştığı yerdir. Ayrıştırmaya, hiçbir teorik-politik-pratik bütünlük ilkece kapalı olamayacağı gibi Marksizm de kapalı değildir. Marksizm alanında yürütülen işlem de hem ayrıştırmayı hem de merkezileştirmeyi öne almak durumundaydı. Amaçlanan, her durumda yürütülen çalışmanın etkisini ve karşılığını alanın genelinde aramaktı. Uzun bir aralıkta bu çalışmanın sonuçları izlenmiştir.

B) Daralan Marksizm Alanı: Savunmacı Marksizm

Bugün, “Marksizmin genel alanı”nı diğer ideo-politik ya da teorik merkezler karşısında pozitif olarak ayrıcalıklandıracak imkanların varlığından söz edebilir miyiz? Bugün bu alanın, ayarlayıcı merkez olarak atıf noktası kalmış mıdır? Bu soruların sorulmasına imkan tanıyan bir konjonktürden geçtiğimizi kabul ediyoruz.

Marksizm, gerçeklikte Marksistler tarafından temsil edilen birtakım teorik, politik görüşler ve pratikler olarak yaşanır. Başka bir boyutta, bilim olarak Marksizmin epistemolojik bütünlüğü bu düzeyle karıştırılmamalıdır. Mevcut halde temsil olunan Marksizmin teorik ve politik konjonktürde ‘Marksizm olmayan’ olarak nitelendirilmesinin ideal bir forma, ‘bilimsel’ uygunluğa, tarihsel okulların doktriner temellerine gönderme yapması, oralardan referans alması Marksizmi konjonktüre dışsal bir yapı olarak alır ve onun hiçbir durumda ‘gerçekleşmeyeceği’, gerçekte temsil olunamayacağı sonucunu doğurur.

Öyleyse, ‘Marksist olmayan’ belirlemesinin yapılabilmesinin yegâne yolu, bir Marksist pozisyon inşa etmek, onun merkezileşmesini, yoğunlaşmasını sağlamak ve onun dolaysız kategorik önermeleriyle etkinlikte bulunmaktır. Marksizmin gerçeklik kazanmasında, gerçekliğin aşındırıcı ve biriktirici etkisiyle üretilmek şartını karşılamak yegâne yoldur. Bu noktanın belirginleştiği hallerde, diğer temsil formlarıyla aradaki mesafe açılmış ve aynı düzlemde olmak, aynı alan içinde kabul edilmek sorun haline gelmiştir.

Tarihsel Marksizmin yüz elli yılı aşkın varlığında bu tarz merkezileşme ve inşayı Lenin aracılığıyla izleyebiliyoruz. “Marksist kuramın Lenin’den önceki halini tasavvur etmek gerçekten de zor, zira olumlu ya da olumsuz olsun, önceki hali Lenin’in kuramlarının aynasından okuyoruz.”[9] Marksist bütünselliğin kurulduğu Lenin uğrağı, Marksizmin koşulsuz temsili olabilmiştir. Ancak bu gelişme, daha önce ‘Marksizm alanı’nda temsilî konumda olanların Lenin’in Marksizmin dışına çıktığı, anarşist, narodnik, Blankici olduğu, “Doğuya has” anlaşılması gerektiği suçlama ve sınırlandırmaları eşliğinde olmuştur. Marksizmde Leninist hegemonyanın ardından, Lenin dolayımına dahil olmayan akımların Marksizm içinde değerlendirilmesi söz konusu olmamıştır –olmamalıdır.

Benzer ama gerçekliğe uygun olmayan bir başka iddia da, Maocu çevrelerin, “Maoizm savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz” şiarında özetlenen görüşte sunulur. Mao’nun politik Marksizmi, Marksizmin devrimci diyalektiğinde kategorik önemde ayrışmalar yaratmış ve Marksizmin gelişme dinamiğinde önemli bir uğrak olmuştur, ancak Mao’nun Marksizmi, Marksist bütünsellik oluşturma bakımından yetersizdir; Mao’nun Marksizmi, Lenin’in Marksizmde yarattığı hegemonik etkiyi yaratamamıştır. Şiarda ifade edilen, her şeyden önce gerçekliğe uygun değildir, çünkü Maoizmin Marksizmin parçalı yapısı üzerinde belirleyici bir pozitif etkisi olmamıştır. Dolaylı yoldan kısa bir dönem politik hegemonya kurulduğu belirtilmelidir.

Marksizm, 20. yüzyılın önemli bir kesitinde teorik alanda hegemonyasını kurduğu bir dönem yaşamıştır. Althusser’in ifadesiyle, Marksizm, “kesinlikle olumsal olmayan teorik konjonktür”de[10] kendisini yeniden üretmiştir. Bu aralıkta ciddi sorunlara rağmen Marksizm kapsamlı bir üretim yaşamış, teorik ve politik alanda genişlemeler sağlamıştır. Adı üzerinde konjonktür akışkandır; Marksizm, teorik konjonktürdeki etkinliğini politik konjonktürdeki müdahilliğiyle görece eşzamanlı, kimi örnekleriyle biraz daha geç yitirdi. Marksizmlerin bu duruma ortak refleksi kendi tikel varlıklarının kategorik ayrıcalığını ilan etmek ve ideoloji alanında savunma mevzileri oluşturmak oldu. Başka bir tepki ise 20. yüzyıl boyunca edinilen birikimi geriye olmak, yadsımak olarak şekillendi.

Bu genel çerçeveden ana konumuza dönecek olursak; “Marksizmin genel alanı” bugün temel bileşeni olan ‘politik Marksizm’i yitirmiştir. İzlenen konjonktürde, yerel ve dünyasal ölçekte politik Marksizm olarak kayda geçirebileceğimiz etkin bir özne görülmüyor. Bu dönem, Marksizmin tüm tarihi boyunca yaşanan dönemlerle karşılaştırmaya tâbi tutulsa, Leninizmin zaferinden önceki döneme benzetilebilir. Politik Marksizmin eksikliği, olağanlaştırılamayacak nitelikte tanımlayıcı bir durumdur. Fakat Marksizmin krizi ile birlikte ve koşullu olarak, Marksizmin diğer sektörlerde aranması meşru olmaktadır. Parçalı yapı temsil alanında kendine has merkezler oluştururken, bu merkezler kendi kısmi varlıklarını genel yeterlilik olarak öne sürmekten çekinmiyorlar.

Bugün “Marksizmin genel alanı” ilk tanımlanan çerçevenin oldukça dışında bir görünüm sergiliyor.

 tvp061y02 2

Hanif Marksizm bugün görece iğreti bir konum içinde kalmış durumdadır. Politik Marksizme göre tanımlanan konum sarsılmış durumda; dahası Marksizm alanının genel görünümü heterojenliğini korurken bu heterojenlik bir ideolojiler çokluğu olarak yaşanıyor. Alanın toplam varlığı mevcut haliyle ayrıştırma işlemi yapmaya ancak birçok kayıtla izin veriyor.

Öznel olarak içinde bulunulan alanın genel yaklaşımı, yaşanan politik ve teorik sorunlar karşısında ideolojiye çekilmek olmasının yanında, bu savunma konumu peltemsi bir yığın oluşturan toplam varlığı korumakta yetersiz kalıyor. Konjonktürün ılıman esintileri bile içeride ancak negatif bir karşılık buluyor ve yıkıcı fırtınalara dönüşüyor.

Teori ve Politika’nın gelinen aşamada Hanif Marksizm olarak ortaya koyduğu anlayış, Marksizm alanının içinde olmakla birlikte bu alanın genel görünümüne uymuyor. İşlemlerini teorik ve politik konjonktürde ezilenlerin alanında, “Marksizmin nesnel kapsamı”nda[11] yaparken, bu işlemin etkilerini ve sonuçlarını “Marksizm alanı”nda izlemeye çalışıyor. Bu ilerleyiş, içinde kültürel olarak bulunulan alanın prangalarının yavaşlatıcı etkisi kadar, nesnel karşılığını öznel olarak izleyememesiyle de sınırlıdır. İnşa edilen teorik-politik yaklaşımın etkileri ile öznel karşılığı arasında ciddi bir yarık oluşmuş durumdadır.

Tarihsel okullar, etkileri geçmiş döneme oranla gerilemiş, politik temsilleri en geri noktaya çekilmiş olsa da, hâlâ kendi iç kapalı sistemlerinde ideo-politik merkezler olarak varlıklarını koruyorlar. Daha önce politik Marksizmin temsili ve kaynağı olma rolünü yerine getiren nitelikleri sonucu gerçeklik ile aktüel temas kuran okullar, politik Marksizmin yokluğunda gerçeklikle dolaysız temaslarını yitirdiler. Buradaki saptamaya dünyasal ölçekte şerh düşebilecek önemi tartışmalı birkaç istisna sayılabilir.

Teorik konjonktürün Marksizmin somut varlığındaki etkisi, kriz koşullarında Marksizmin teorik hegemonyasının yitirilmesi sonucu teorik merkezlerin dağılması ya da teorik konjonktürün yeni hegemonik yaklaşımları –örneğin liberalizm- lehine çubuk bükmeler şeklinde olmuştur. Bu nedenle ‘teorik merkezler’ ancak kayıtla ifade konusu olabilir. Birtakım Marksist akademisyenlerin veya filozofların konjonktürde tartışıldığı ya da konjonktürde tartışılanları Marksist çerçeve içinde ele aldığı oluyor, ancak bu durum özel bir etki doğurmuyor. Bugün Marksist kabul edilen merkezlerin önemli bir kısmı, okullu Marksizmin ideolojik merkezleriyle bir ve aynı kategori içinde değerlendireceğimiz ‘savunmacı Marksizm’ olarak adlandırılabilir.

Savunmacı Marksizm, daha önce Teori ve Politika sayfalarında ifade edilen “dar-Marksizm” ile “post-Marksizm”i yekûn olarak karşılamaya dönük bir kavramlaştırmadır. Bu iki pozisyonun birbirine karşı uzlaşmaz tutumu görmezden gelinmemektedir, fakat ortak bir temelden hareket ettikleri kanaati oluşmuştur. Dar-Marksizmin muhafazacılığı, Marksizmin lafzına yönelik katı tutumu ile post-Marksizmin eleyerek, parça eksilterek edinme çizgisi sonuçlarıyla kimi benzerlikler taşımaktadır. Dar-Marksizmin değişebilir olana yönelik doktrinerliği ile post-Marksizmin değişemez olana yönelik eleyiciliği arasındaki fark, hem teorik olarak hem de pratik çıktılarıyla uzlaşmaz bir görünüm sunar. Tarihsel bir oluşum olarak Marksizm savunma hattıyla kuşatılmaya çalışılırken onun yegâne savunu yolunun teorik ve politik konjonktürde üretilmesi, ezilenlerin dinamik varlığında kendini kurması olduğu unutulur. Savunmacı Marksizm, bir arketip yorumun, ilksel özün, genelleşmiş mantığına dayanır. Buna göre ideal alandan sürekli sapmalar, ihlaller görür, girdiği her sahada üzerine toz bulaştırmadan ilk nüveyi izlemeye özen gösterir. Yapılan işlem, esas olarak, Marksizmi rasyonalist temelde kavrayıp rasyonel uygulanması arayışına ilişkindir. İki farklı tepki de burada belirginleşir: ya teoride sorun yoktur, mesele uygulamadadır, ya da asıl sorun teori merkezlidir, uygulama için elenmesi ve esnetilmesi gereken önermeler vardır. Her durumda savunmacı Marksizm mevzisini bir adım geriye çekmiş olur; ya teorik konjonktürün egemen düşüncesi lehine esneterek ya da her türlü etkileşimi reddederek.

“Marksizmin genel alanı”, savunma cephesini ideolojiden kurarken politikleşememe, Marksist politika alanını kuramama, ezilenlerin tarihsel-politik yoğunlaşmalarına Marksizmin içinden uzanamama sorununu her adımda yeniden yaşar. Öyle ki kimi durumlarda Marksizm ezilenlere karşı savunulur!

C) Hicret:

‘Marksistler’in Marksizminden Ezilenlerin Marksizmine

Olağanlaşmış, belirli bir rasyonelliğin sınırlarında kalmış ve günlük bilincin sağduyusu içine dahil olmuş hiçbir teorik, politik ve bilgisel yaklaşımda gelişme dinamiği yaşanmamıştır. Bu tarz yaklaşımlarda, ideolojinin merkeze oturduğu bir muhafazakarlık ve konformizm egemen olmuştur. Tarihin ardı ardına dizilmiş birikimli yığını ancak tarih kitaplarının sayfalarında kurgulanmış şekilde görülebilir. Dar anlamda, Marksizmin görece kısa tarihine bakarsak kesintiler, kopuşlar, krizler ve sıçramalar görürüz.

Marksizm, belirli bir tarihsel koşuldan, o koşulun rasyonelliği içinde ama ona karşı kalem ve kılıç kavgasıyla koptu. Bu kavga Marksizmin oluşumundan beri aynı zamanda bir iç kavga şeklinde süregeldi. Çizgisel bir gelişme yaşanmadı; sıçramalarla birlikte duraklamalar, geri düşmeler de kayıtlıdır. Mevcut halde “Marksizmin genel alanı”, temel kodlarını Aydınlanmacılık gibi temel rasyonelleştirme evreninin içinde, en iyi ihtimalle o evrenin aykırı bir bileşeni olarak buluyor. Marksizm, tüm tarihsel varlığı boyunca, bir tarafını bugün egemen olan ve Marksizmin iddiasını geri çeken tarzın oluşturduğu, diğer tarafını ise “Marksizmin devrimci diyalektiği” içinde beliren ve gerçeklik kazanan tarafın oluşturduğu bir gerilimi taşıdı.

Rasyonellik genellikle ana mantıksal kodları belirlemede etkili oluyor. Büyük teori olarak Aydınlanmanın genel argümanları onun hiyerarşisinde, sıralanan teorik merkezlerde karşılık buluyor. Bir içerik değişikliğinde çok adsal bir dönüşüm olarak ‘insan’ özne liberalizmi kodlarken, ‘sınıf’ özne Marksizmi, ‘ulus’ özne ise milliyetçiliği kodluyor. Değişen, rasyonelliğin içeriği değil adsal sunumu oluyor.

Kritik sıçrama eşiklerinde devrimci diyalektiğin örnekleri incelendiğinde görülür ki “olağan Marksizm” geride bırakılmıştır. Yaşanan, bilişsel bir işlem olarak değil, çoğunlukla verili kalıpların sınırlarını zorlayarak yaşanmış, ama sonuçta verili rasyonelliğin dışına çıkılarak onunla kategorik ayrımlar inşa edilmiştir. Politik Marksizmin etkinliği içinde izlediğimiz ve ‘pratik seyir’ diyebileceğimiz bu durumun teorik sonuçları yeterince izlenememiştir.

Marksizm, yerleşikleşmeye ve sonuçlanmaya elverişli teorik-politik-pratik bir yapı değildir. Her yerleşikleşme belirtisi onu kendi tanımlayıcı özelliklerinden eksilmeyle yüz yüze bırakmıştır. Marksizmin ucu açık dinamik yapısı kendisini gerçeklikte ezilenlerin geniş varlığında üretmesini, sürekli etkinlik halinde olmasını gerekli kılar. İzlenen deneyim bize bu dersi sunmaktadır. Bugün bu anlayışa ilişkin önerme şöyle dile getirilebilir: Marksizmin gerçeklik kazanması için “Marksizm alanı”ndan çıkmak gerekmektedir. Marksizm ‘Marksist’lerin eline terkedilemez.

‘Çıkış’ önermesi sürgit duruma ve bu durumun merkezlerine yönelik olumsuzlamayla simgesel bir içerik taşır. Önermenin tarihsel ve olgusal karşılıkları da izlenmeyi gerektiriyor. Eski Ahit’in “Exodus” (Mısır’dan Çıkış) bölümü ile İslamiyet’in Hicret’e verdiği anlam gibi. Örneklerden düşünülürse ‘çıkış’ yeniden kurma, kendini oluşturma için bulunulan yerin terkedilmesidir. Benzeri birçok örnek bulunabilir.

Her çıkış eylemi kendini özerk olarak kurmaya yönelirken kaçınılmaz bir biçimde ret ile başlar. Bunun güçlü örneklerinden biri, Mısır’da 1970’li yıllarda İslamcılıkta Seyit Kutub’un açtığı yolda ilerleyen Şükri Mustafa tarafından temsil edilir[12]. Şükri’nin 1965-1971 yıllarındaki hapislik döneminde ana çerçevesi çizilen, daha sonra başlıca düşünceleri nedeniyle polisin adlandırmasıyla Tekfir ve Hicre olarak bilinen cemaat, pratik yönünden çok simgesel içeriğiyle dikkat çekicidir. Şükri, Seyit Kutub’un önermelerini izleyerek onun özgül bir yorumunu ortaya koymuştur. Hapishane yaşamından başlayarak İhvan’la, diğer cemaatlerle, ortamla yolunu ayırır. Simgesel bir selefilik geliştiren Şükri sadece fıkıh yorumlarını değil güncel cemaat yaşamlarını da reddeder. Bu nedenle cemaat halinde namaz kılmaz. Cuma namazını kılmayı, “mustazaf” aşamasında yaşanıldığını belirterek reddeder, farklı zamanlarda oruç tutar. Ona göre Cuma ancak İslam cemaatinin oluşmasıyla kılınabilir. Tevakkuf (duraklama) anlayışını, yani Müslüman olduğunu iddia edenin rüştünü ispatlayana kadar İslamlığında duraklama fikrini savunan Şükri, hicret yaklaşımıyla orta Mısır’da mağaralara ve Kahire’nin yoksul semtlerine çekilmiş, cemaatini bir tür pasif direniş içinde kurmuştur. ‘Tekfir’ yaklaşımı da bir anlamda cahiliye ile uyumlu çevrelere ve genel ortam için işletilmiştir. Rejime karşı dinden çıkma iddiası yaygın olmakla birlikte İslami ortama yönelik bu anlayış (tekfir yaklaşımı) özellikle İhvan içinden tepki ile karşılanmıştır. Cemaat, 1977’de Şükri ve dört arkadaşının idamıyla dağılır.

Şükri Mustafa’nın kendi sahasında aldığı radikal tutum (ya katını yok etmek ya da kendisi bu yolda yok olmak) kimi selefi çekilmecilik yanları taşımakla birlikte daha fazlasını taşır. Bugünden kaçış değil, bugüne yönelik ‘Hayır’ı oluşturan reddi ve ortamın genel kabullerinin dışına çıkma yaklaşımını, dışarıda ezilenlerin yaşam alanında üretmesi dikkat çekicidir. Şükri’nin cemaatini inşa ettiği yerler sonraları güçlü direnişler sergilemiştir.

Bu örneğin kimi yanlarını akılda tutarak ilerleyelim: Herhangi bir kayıt koymadan işaret edeceğimiz bir Marksist merkez bulunmuyor, o zaman eğer bu alanda işlem yapılacaksa, ister istemez bu kayıtların oransal karşılaştırılmasına gitmek durumunda kalıyoruz. Çıkan sonuç, “Marksizmin genel alanı”nda yapılan ayrıştırmalarla birlikte çoğu bileşenin aynı adla anılmasının güçlüklerini ortaya çıkarıyor. Şimdiki haliyle kullanılan ‘sol’ deyimi ‘genel olarak’ eskiyle daha uygun görünüyor. Daralan ama çok parçalılığını artarak koruyan alanda içeriden ayrıcalık tanımamak şartıyla pozitif örnekler mevcut.

Hanif Marksizm, kültürel olarak da fiziksel olarak da içine gömülü olunan alanda olağan bir bileşen değil. ‘Olağan’ olmayan pozisyonun gereği, sorunları başka bir boyutta karşılamak için ‘çıkış’ gündeme geliyor. Sorun şu ki, kültürel bünye ve fiziksel oluşum naifliği, genel sorunları kimi hallerde katlanarak taşımaya yol açıyor. “Marksizm alanı”ndan çıkış, alana tanınan ayrıcalığın geri çekilmesi ve bütünün parçası olmanın başka bir bütünsellik iddiasıyla askıya alınması, kaçınılmaz bir daralma anlamına gelir. Bu daralma, ‘çıkış’ı üstlenmenin argümanlarının ötesinde, ‘çıkış’ın öznel karşılığının aranmasını zorunlu kılıyor. Haliyle bu durumda, genele hitap ve işlem önceliği tanımaya dönük olumlu yer bugün için bulunmuyor.

Politik Marksizmin ayarlayıcılığı, o kanala yüzü dönük olanlar ve hatta gerilemiş olmalarına rağmen girişimlerini sürdürenler olsa da, kaydedilmemiştir. Politik Marksizm “Marksizmin genel alanı” içinden yürünecek bir ufuk olarak görülmüyor. Aksine, bu durum dikkate alınarak genel alanın varlığını koruduğu kabul edilirken politik Marksizmin inşası ‘çıkış’ koşuluna bağlı görünüyor.

Daralma başka bir boyutta genişleme anlamına gelecektir. Hanif Marksizm, ezilenlerin aktüel ve potansiyel varlığını içerme iddiasını taşır. Bu demek değildir ki verili halleriyle bir işleme tâbi tutulmayanlar olacaktır. Aksine işlem iki yönlüdür: ezilenlerin alanında Marksizmi gerçekleştirmek için adsal dönüşüm değil teorik-politik üretim ve teorik-politik etkinlikte olanların kimliksel kurulumu. Eksilme ve artmayı göze alarak girilecek alan, gerçekliğin sürtünmeli alanıdır.

Şimdiye kadar yürütülen çalışmalar göstermiştir ki, içine dalınan, akın düzenlenen sahalar yeniden şekillendirici etkiler doğurmaktadır. Ama bu yetmez, akın düzenlenen alanlarda izler bırakılmalı, oralar yurt kılınmalıdır. Marksizmin gerçeklik kazanmasının başka bir yolu yoktur. Ne kadar yol alındığından bağımsız olarak başlangıç uğrağındayız…

Geçici sonuçlar ya da başlangıç notları

– Gerçeklikle temas etmenin sağladığı sağlıklılık görüntüsündense gerçekliğin etkileriyle direnç kazanmaya açık, kimi noksanlıkları, rahatsızlıkları olan bünye yeğdir. Marksizm, kutsayıcılarından kurtulup ezilenlerin varlığı içinde gerçekleşmek durumundadır.

– Bünyemizi içinde rahatça ifade edebileceğimiz bir alan yok. Bu, aynı zamanda korunaktan da yoksun kalmak anlamına geliyor. “Marksizm alanı” hâlâ mevcut ve içindekiler bir zırh içinde korunaklı durumdalar. Ancak zırhın ağırlığını zayıf bünyeleri taşıyamamaktadır, yerlerine mıhlanmış ve hareketten yoksun durumdalar. Akıncılığa uygun olan bünyemizle dışarıda kudret kazanmak önceliktir. Bu hal, zırhı tekrar, ama girilecek sahalara göre şekillendirerek kuşanma için zorunludur.

– Politik alanda ezilenlerin devrimciliği kayıtsız şartsız, görüldüğü her durumda ayarlayıcıdır. Bu alanda Marksizmin ifadesini aramak ise boynumuzun borcudur.

– Marksizm kısmi değil, bütünlüklü üstlenilme ihtiyacı gösteren bir yapıdır. Onun eksikli varlığı, onunla ilgili öznel iddiaları her zaman çekinceli kılmak durumundadır. Bu nedenle yönelişin ufku Marksizmin bütünlüklü temsiline doğru olmalıdır.

– Teorik konjonktürde hiçbir alan kategorik ayrıcalığı hak etmemektedir. Tam da konjonktüre ait bir işlemle her tavır kendi iç öncelikleriyle ve işlemsel yönelişleriyle hareket eder. Hanif Marksizmin “Marksizm alanı”na yönelik işlemleri de, bir bileşen olarak değil teorik konjonktürün çıktıları olarak ele alınmalıdır.

– Marksizm alanı, başka bir boyutta Marksizmin üretilerek kuşatılacak, yeniden düzenlenecek alanıdır. Dolayısıyla işlemsel ayrıcalığı, ayarlayıcılığı yoktur, ama eleştirel müdahalede öncelikli alandır.

– Marksizm farklı okullarıyla ve her okulun öznel perspektifiyle kısmi tarihyazımlarına konu olmuştur. Gelinen aşamada, okulların tarihyazımsal ifadeleri onların ideo-politik varlıklarındaki ‘okullu’ saiklerin gerilemesiyle, parça parça, herhangi bir değerlendirme konusu yapılmadan geri çekilmekte, ‘reel sürecin ideal adına reddi’ine hükmolunmaktadır. Hanif Marksizm, karşılığını “Marksizmin nesnel kapsamı”nda üretirken bizatihi kendi öznel varlığının dayandığı tarihi tarihyazımı konusu yapmak ve yönelişine katmak durumundadır.

 



[1] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995. Bundan sonra Taslak diye anılacak.

[2] Metin Kayaoğlu, “Ne Liberalizm Ne Derin Liberalizm (Aydınlanmacılık): Hanif Marksizm”, Teori ve Politika 51-52.

[3] Taslak, a.g.e., s.51.

[4] A.g.e., s.54.

[5] A.g.e., s.61

[6] A.g.e., s.62

[7] A.g.e., s.66.

[8] Louis Althusser, Yazılar – Cilt 6, Çev. Y. Ceylan Uslu, İthaki Yay., İstanbul 2012, s.150.

[9] A. J. Polan’dan aktaran Michael Buravoy, “Bilim Olarak Marksizm”, Çev.: G. İrfanoğlu, E. Akay, Teori ve Politika 59-60, s.180.

[10] Althusser, a.g.e., s.113.

[11] Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Furkanı, İslamın Ayıracı”, Teori ve Politika 59-60, s.14

[12] Salih el Vedani, Mısır’da İslami Akımlar, Çev. H. Açar, Ş. Duman, S. Turan, Fecr Yayınları, İstanbul 2011, ss. 85-102

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar