Ana SayfaKürsüAlaycı Kuşun Sayıklamaları

Alaycı Kuşun Sayıklamaları

Alaycı Kuş: Kendi türü de dahil olmak üzere yirmi ve daha fazla kuş türünün seslerini yüksek sesle arka arkaya tekrar edebilen Minidae ailesine ait yaklaşık 27 cm uzunluğunda, genelde gri renkli tüylere sahip, kanat ve kuyruğunda tüyleri daha koyu renkli ve beyaz çizgiler bulunan Kuzey Amerika’nın kuzey bölgelerinden Meksika‘ya kadar uzanan bir coğrafyada yaşamını sürdüren ötücü bir kuş türüdür. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri‘nin Mississippi eyaletinin sembollerinden birisidir.

 

Özne dergisi Bahar 2020 sayısını “Anarşizm” temasıyla çıkardı. Dergide anarşizm üzerine 33 yazı yer alıyor. Bu yazılardan biri derginin temasının o kadar dışında ki aşağıdaki sözleri gerekli kılıyor.

Bahsedilen, Erzurum Teknik Üniversitesi’nde Doçent olarak görev yapan Oğuzhan Ekinci’ye ait “Almanya’da Anarşist Bir Örgüt: Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)” başlıklı yazıdır. Yazar makalesinde RAF’ı “sol tandanslı”, “sosyal devrimci” ve “anarşist” bir “örgüt” olarak tanımlama gereği duymuş. Yazar her ne kadar bu tanımlayıcı kavramları herhangi bir temellendirme yapmadan kullanma gereği duymuş olsa da, makalesinin değerlendirmelerini söz konusu metafiziksel iddialara dayandırmaktan da geri kalmamıştır. Elbette yazarımız bununla kalmamış ve akademisyenler tarikatının kendilerine biçtiği ‘objektiflik’ olgusunu da bir kenara atarak, metafizik kavramlarının doğal sonucu olarak, RAF’ı en başta, birçok kişinin “katili” olarak nitelendirmekten de kendisini alamamıştır. Her ne kadar yazarımız incelemesinde Türkçe yazına atıf yapma gibi bir dert edinmişse de kaynakçasını tamamen Almanca eserlerden oluşturmuştur. Ama yazarımızın bilgisini ve teorik bakışını en çok konuşturduğu yer RAF’ın ideolojik kökenlerini anarşizme dayandırması olmuştur.

Söz konusu makaleyi iki genel başlık altında incelemek, yazarın yaşadığı düşünsel sefaleti ortaya sermek açısından fazlasıyla yeterli olacaktır.

Teorik Sefalet

Teorik sefaletin ilk semptomu RAF’ın “sol tandanslı” tanımlanmasından doğar. Alaycı kuşumuzun bununla ne anlatmak istediği belli değildir. RAF’ın sol bir örgüt olmadığı mıdır? Sol bir örgüt olmayan RAF’ın sola eğilim duyması mıdır? Ya da anarşizmin genel sol alanının dışında konumlandığı mıdır? Gerçek bunların hiçbiridir. Olgusal olan RAF’ın anarşist olmayan sol bir örgüt olmasıdır. Kaldı ki, bildiri ve broşürlerinde Mao, Marx ve Lenin’e atıflar yapan ve politik pratiğini bunlara dayandıran bir örgüt “sol tandanslı” değil, sol bir örgüttür. Bunu görebilmek için uzun uzadıya kaynakça taramak ya da yorumsal okumalar yapmaya gerek yoktur; adı Kızıl Ordu Fraksiyonu olan bir örgüt herhalde “sol tandanslı” bir think-tank olacak değildir. Ama bu kavram akademisyen bir alaycı kuşun elinden çıktığı için böylesi bir maddi hataya düşülmeyeceği, sözünde mutlaka bir hikmet bulunacağı düşünülmüş olabilir. Ne de olsa alaycı kuşumuz hakemli bir derginin doçent yazarıdır ve biz fani dünyalıların bilmedikleri şeyleri bilmektedir.

Teorik sefaletin ikinci semptomunda ise karşımıza RAF’ın “sosyal devrimci” bir örgüt olarak muştulanması çıkar. Acaba yazarımız RAF’ın kendisini radikal toplumsal değişimle tatmin edeceğini mi düşünüyordu? Veya RAF’ın politik stratejisinde devletin önemli bir yer tutmadığına mı kani olmuştu? Yoksa RAF’ı sadece devlet otoritesini sonlandırarak toplumsal özgürlüğü prangalarından kurtarmak isteyen iyi bir anarşist örgüt olarak mı görmüştü? Ne yazık ki tarih alaycı kuşumuzun yanında değildir. Aslında kendisi de bunu sanki gayet iyi bilmektedir ama yarattığı kavramsal karmaşadan çıkmak için artık çok geçtir. Alaycı kuşumuz RAF ile anarşizm arasındaki “ilişkiye” geçmeden hemen önce şöyle yazmaktadır: “Batı Avrupa’daki toplumların faşizan eğilimlere sahip olduklarını düşünen RAF, nasyonal-sosyalist anlayışın devlet ve toplum düzleminde hâlâ etkin olduğu gerekçesiyle Federal Almanya’daki sosyo-politik sisteme karşı çıkmaktaydı”1. Aslında yazarımıza göre buradan çıkartılması gereken sonuç RAF’ın sosyal devrimciden ziyade sosyal devrimci ‘tandanslı’ bir örgüt olması gerektiğidir. Aristo mantığı, en azından, bunu dikte eder. Ama alaycı kuşumuz da pabucun pahalı olduğunun gayet farkındadır ve anarşizmin devlet fetişizminin bu konuda ona manevra alanı açacağını görmektedir.

Teorik sefaletin üçüncü semptomu ise RAF’ın “anarşist bir örgüt” olduğu iddiasıdır. Özellikle tarihsel sol örgütlerle kıyaslandığında, ‘anarşist örgüt’ diye bir olgu tarihsel ve ontolojik olarak yoktur. ‘Anarşist örgüt’ diye bir kurum da yoktur, ‘anarşistlerin örgütleri’ vardır. Bununla anlatılmak istenen, anarşist ‘gruplaşmaların’ olduğudur ve bunların da, teori ve pratikte, konfederal, merkezsiz, öz-yönetimsel ve tabana dayalı karar alma inisiyatifine dayanan gruplar olduğudur. Böylesi gruplarda ne bir hiyerarşik yapılanma, ne kolektif karara uyma zorunluluğu ne de demokratik merkeziyetçilik ilkeleri vardır. Anarşist gruplarda inisiyatif üye bazlıdır ve gücün bireysel üyelerde kalmasına azami şekilde dikkat edilir. Üyelerin grup içerisindeki varlığı, gelecekteki anarşist toplumun dağıtılmış iktidar yapısını ve kendi kendine yeten bireyin yaşamını dolaysızca yönettiğinde ve kendisi için eyleme geçtiğinde ortaya çıkacak ütopyayı an içerisinde temsil eder. Yazarımız da bunların bilincindedir2. Ama amaç üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövmek olunca bunların hiçbir önemi kalmamış; alaycı kuşumuz için girdiği yuvanın sahibinin sesini taklit etmek her şeyden önce geldiğinden bireysellik, bireycilik, hiyerarşi ve kolektif gibi kavramlar bir torbaya konularak volontarizm kavramının içine boca edilmiştir. RAF’ın devrimci iradeye ve bu iradenin dönüştürücü gücüne verdiği önem, yazarımız için anarşizm diye haykırmanın yeterli sebebi haline gelmiştir. Keşke anarşizm ile ilgili verdiği referanslar arasına klasik anarşistlerden de birkaç takviye yapsaydı da tüm bunlar yaşanmasaydı. Her ne kadar böylesi bir öneri akademik beynin ket vurulamaz özgür düşüncesi için kabul edilemez olsa da, biz kendisine, bu minvalde, bir hatırlatma yapalım:

Gerçek varlık insandır, bireydir. Toplum ya da kolektivite… eğer boş soyutlamalar değillerse, mutlaka bireylerden oluşmalıdır. Her bireyin organizmasında bütün insan eylemleri ve düşünceleri köklerini bulurlar ve bunlar, var olan birey vasıtasıyla, birçok bireyin eylemi ya da düşüncesi olduklarında, kolektif eylem ve düşünce halini alırlar”3.

Görüldüğü gibi anarşist düşüncenin birey ve özne temelli anlayışı onu ya tutarlı bir liberal ya da bir liberter yapar. RAF ne tutarlı bir liberaldir, ne bir liberter gruptur ne de anarşisttir. Anarşistler genel anlamlarıyla Marksist, Leninist ya da komünist örgütsel biçimlerin yanlarına bile yaklaşmaktan imtina ederlerken, bu konuda alaycı kuşumuzdan daha tutarlıdırlar. Doğrusu alaycı kuşumuzun tutarlılık diye bir derdi yoktur. O, sağ, neo-liberal ideolojisine dayanarak tarihsel bir olguyu kuram benzeri bir kuramsallık vasıtasıyla istismar etme amacı taşıdığından hem anarşizmin hem de RAF’ın bir karikatürünü çizmekten ileri gidememektedir. Eğer bu kısa ve kavramsal tanım yetmediyse, bu fasılda son sözü RAF’a bırakabiliriz, belki yazısının nesnesi alaycı kuşumuzun taklit yeteneklerini geliştirmesine ve bu yolda biraz tutarlı olmasına yol açar. RAF şöyle demektedir:

Blanqui’yi büyük bir devrimci saymamıza ve nice anarşistin kahramanlığını hiçbir şekilde aşağılamamıza rağmen ne Blankist ne de anarşistiz… Uzun süreden beri anarşistler, oportünistlerin en sert eleştiricileri olmuştur ve bu nedenle oportünizmi eleştiren herkes anarşistlikle suçlanmaktadır”4.

Teorik sefaletimizin dördüncü ve son semptomu ise zurnanın zırt dediği yere tekabül etmektedir. Alaycı kuşumuza göre RAF’ın ideolojik yapısı saf değildir ve birçok ideolojinin birbirine uyarlandığı ideolojik çokluktan meydana gelmektedir. Alaycı kuşumuz şöyle şakımaktadır:

Uyarlanan ideolojiler arasında [daha başkaları da var demek ki – EE] toplumsal değişimin temel dinamiği ve devrime olan inanç noktasında Marksizm, küçük bir öncü birliğin devrimi hızlandırabileceği noktasında Leninizm [demek ki Leninistlerin devrime inançları yokmuş – EE], politik gücü ele geçirmenin ancak silah zoruyla mümkün olabileceği noktasında Maoizm [hâlbuki alaycı kuşumuz bile anarşistlerin politik gücü ele geçirme amaçları olmadığını kabul etmişti – EE] ve iktidarsız bir toplum ideali noktasında anarşizm yer almaktaydı”5.

Alaycı kuşumuzun akademik aklına göre Leninizm ve Maoizm –yaratıcılarının kodlamalarına bile aykırı olacak şekilde‒ Marksizm dışı ideolojilermiş. Yani ya Marksist olursunuz ya da Leninist, Marksist-Leninist olmak ise yukarıda çizilen semptomatik modele göre imkânsızdır. Ama bunun geçerli bir nedeni var; alaycı kuşumuzun doğal habitatında kategorik, gidimli ve tutarlı düşünce gibi bir ‘şey’ yoktur. Dolayısıyla da alaycı kuşumuz ideolojik düşünceyi aşmış ve her şeyi her şeyle kabaca eklemleyebileceği post-modern ideolojistik semalarda çoktan kanat çırpmaktadır. Tüm bunların kofluğunu ortaya koymak için ucu bucağı belirsiz teorik çıktılara gerek yoktur; aksi, bizleri de alaycı kuşumuzun yaşadığı kafa karışıklığı ve tutarsızlığın aynısına mahkûm eder. Marksizm ideolojik bir şemsiyedir; bu şemsiye, prensipleri ve öncülleri dairesinde, öyle bir şemsiyedir ki ezilenlerin mücadeleleri ile devrim kavgalarını içine alabilir ve bunları yine Marksizm adına temsil edebilir. Çünkü Marksizm;

Marx’ın bellibaşlı ilk yazılarından başlayıp, bugün yayımlanan Marksist dergi ve gazetelere ve hatta bir ajitasyon bildirisine kadar; Marksizm, Karl Marx adlı Almanya Yahudisinden bugün sağda solda koşuşturan komünist militana kadar uzanan bir teorik-pratik bütünsel yapıdır. Marksizm, kendisini tek tek ya da tüm olarak Marksistlerin düşünce ve davranışlarında ifade eder”6.

Tüm bunların yanında alaycı kuşumuzun ancak satır arasında ifadeye vurduğu dehşet derecede komik bir iddiası daha var: saf ideoloji! Marksizm, Leninizm ve Maoizm ile beraber anarşizm saf ideolojilerdir ve RAF’ın ideolojisi anarşizm temelinde bu ideolojilerin birbirlerine eklemlenmesidir. Alaycı kuşumuz istediğinde ne kadar da kategorik düşünebiliyor! Ama bunu yaparken keşke doğasını göz önüne alsaydı ve yaptığının olguya dair teori altı bir akıl yürütme olduğunu görebilseydi. Böylesi gamsız ve biriciklikle kutsanmış akademik aklı daha fazla meşgul etmeyelim ve bulandırmayalım ve sadece şu soruları soralım: Tarihte saf bir ideoloji nerede ve ne zaman olmuştur; ideolojilerin en önde gelen örnekleri olan dinlerin hangisi saftır; ve böyle bir durumda RAF’dan saf bir ideolojiye sahip olması nasıl beklenebilir?

Tarihsel Sefalet

Alaycı kuşumuzun makalesinde düştüğü tarihsel sefaletin kökeninde bizzat üzerinde kalem oynattığı nesnesiyle ilgili tarihsel çarpıtma ve tezvirat vardır. Epistemolojik düzlemden tarihsel-ontolojik düzleme geçmiş olsa da alaycı kuş alaycı kuştur ve ortaya koyduğu, nesnenin aslı değil bir taklididir. Bizim alaycı kuşumuzun taklidi ise son derece başarısızdır.

Burada alaycı kuşumuzun RAF adına ortaya attığı iddialara RAF’ın cevap vermesinin doğru olacağını düşünüyoruz.

Alaycı kuşumuz diyor ki;

“… mücadelenin Federal Almanya’da yayılması için silahlı faaliyet göstermesi, böylece militanlık kültünün ortaya çıkmasını amaçlaması, düzenlediği kanlı eylemlerle bu amacına ulaşmak istemesi, bu yöntem ve stratejinin sol cenah tarafından eleştirilmesi gibi faktörler… Sosyalist motivasyonla yola çıkan RAF’ın Marksizm’den ziyade anarşizme daha yakın durduğunu gösterir7”.

Burada alaycı kuşumuza, ideolojik merkezinde anarşizm olan bir örgütün nasıl sosyalist bir motivasyonla yola çıktığı gibi cevaplayamayacağı sorular sormayacağız. Bunun yerine yaptığının RAF’ın kendisini Marksist olarak nitelendirmesine aldırmayıp bütün teorik-pratiklerini grubun eylemleri üzerine kuran burjuva basın, polis, adli makamlar ve hükümetlerin taklidini yapmaktan öteye gitmediğini söyleyeceğiz. Peki, RAF bu konuda ne söylüyordu:

RAF üyeleri kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Der Spiegel’in ‘Kendi hakkınızda ne düşünüyorsunuz? Anarşistlerin mi, yoksa Marksistler’in mi safındasınız?’ sorusuna RAF militanları ‘Marksistlerin’ karşılığını verecek ama hemen ekleyeceklerdir: ‘Devletin güvenlik birimlerinin gözünde anarşistler, sağa sola bomba atmak dışında bir şeyden anlamayanlardır. Bu kocaman bir anti-komünist palavradan başka bir şey değildir… Bundan muratları kitleleri gerici ve faşist bir çizgiye çekmek, böylece de halkı devletin şiddet aygıtıyla özdeşleştirmektir. Aynı zamanda Marksist devrimciler ile anarşist devrimciler arasındaki kökü eskiye dayanan kapışmaya bodoslamadan müdahale etmek niyetindedirler. Ayrıca bize karşı, Marksistlerin devlete değil de sermayeye saldırması gerektiğini, sınıf mücadelesinin alanının sokaklar değil de yalnızca fabrikalar olabileceğini söyleyen günümüz Marksizminin oportünist laf ebeliğine de başvurduklarını görüyoruz. Bu yanlış Marksizm anlayışına itibar edecek olursak Lenin’i de anarşist, Devlet ve Devrim kitabını da anarşist bir metin kabul etmemiz gerekir. Hâlbuki bu eser devrimci Marksizmin en üst derecedeki strateji kitabıdır”8.

Şu işe bakın ki, RAF ne Leninizm’i Marksizm’den ayırıyor ne kendisini Marksizm alanı dışında görüyor ne de yaptığı eylemleri Marksizm haricinde kodluyor. Temel ideolojisi anarşizm olan örgüt daha ne ister?

Ama alaycı kuşumuz durur mu? O başkasının yemeğinden yemelidir, çünkü akademik kariyeri onu buna zorluyor. Alaycı kuşumuz diyor ki;

68 kuşağındaki bazı protestocuların ya da boş zaman devrimcilerinin iddialarına karşın anarşizmin Batı Almanya’da tekrar etkili olması RAF ile birlikte gerçekleşti. RAF’a göre Federal Almanya’daki sorunların birincil nedeni, emperyalizm ve kapitalizm ile ilgiliydi; tüm sosyo-politik ya da ekonomik gelişmeler, bu sistemin daha istikrarlı hale gelmesine hizmet etmekteydi. Fakat Federal Almanya’daki koşullar, devrime elverişli olmadığından izlenecek en uygun strateji, Üçüncü Dünya Ülkelerindeki ‘kentsel gerilla’ taktiğiyle devrimi hazırlayacak koşulların oluşmasını teşvik etmekti”9.

Demek ki neymiş; devrimin objektif koşulları olmadığından sübjektif bir yüklenmeyle tarih hızlandırılacak ve sübjektiften objektife böylece varılacakmış? Alaycı kuşumuz Ulrike Meinhof’un “objektif yönelim” kavramını duymuş mudur? Duymadığını varsaymak için epeyce neden yukarıda mevcut; o zaman bu kavramla anlatılmak istenen nedir? Gerilla savaşının sübjektiften objektifi çıkartmaktan ziyade objektifin sübjektife dayattığı pratik olması Meinhof için objektif yönelimdir. Meinhof’a göre;

RAF, amaçlı bir pratiktir, mantıksal ve diyalektik bir şekilde varolan ilişkilerden doğan bir davadır. Gerçek ilişkileri dile getiren bir pratiktir. Çünkü tüm tarih sınıflar mücadelesi tarihidir”10.

Yine bir başka RAF üyesi de yıllar sonra aynı çizgiyi savunmaya devam etmektedir:

Ben RAF’ın basitçe süreçten çıkarım yapan şu ya da bu kişiden dolayı değil, o yıllarda kapitalist sistemdeki dönüşüm süreciyle diyalektik bir ilişki içerisinde anlaşılması gereken objektif dinamiklerin sonucu olarak ortaya çıktığını söylüyorum. Hemen hemen tüm kapitalist merkezlerde silahlı gruplar yaratan ve bu gruplar ile devlet mekanizmasının belirli anlarda belirli şekillerde birbirleriyle savaştıkları dinamikler…”11.

RAF açıkça koşulların buna elverişli olduğunu hatta bunu dayattığını söylemektedir. Kısacası RAF süreçsel analizi içinde kendisini konjonktürel bir zorunluluk olarak görmekte ve bu konjonktürün koşullarına uygun davrandığını açıkça iddia etmektedir. Tabii her değerlendirme sübjektiftir, ama bu, her değerlendirmenin idealist olacağı anlamına da gelmez. Alaycı kuşumuzun değerlendirmesi ne kadar sübjektifse, bir o kadar da idealisttir; Meinhof ise sübjektif değerlendirmesini materyalistçe yapmaktadır.

Sonuç Olarak: Akademik Aklın Sefaleti

Alaycı kuşumuzun çelişkilerini, tutarsızlıklarını ve boşboğazlığını otaya koymak için daha pek çok etmen var elimizin altında… Anarşist örgüt ilan ettiği RAF’a “süper-Leninistler koleksiyonu”12 demesini mi, RAF’ın da birçok aşırı sol örgüt gibi leitmotiv’inin anarşizm-Marksizm olduğunu iddia etmesini mi13, anarşizm ya da Marksizm gibi ideolojileri değerlendirirken içine saklandığı bön milliyetçi-muhafazakârlık gibi işi gücünün şiddet eylemi kovalamak olduğunu mu!

Alaycı kuşumuz tüm bunları yaparken Türkçe alanyazında kalacağının ipucunu düşük bir cümleyle makalesinin başında vermiş olsa da, tüm kaynaklarını Almancadan seçerek konusuna ve tüneyeceği yuvanın maddesine ne kadar yakın olduğunu göstermiştir. Fakat bizler gibi Almanca bilmeyenlere verdiği bu hizmetin boşa gitmemesini yüreklerimizin kaldırmaması nedeniyle elimizdeki Türkçe kaynaklardan söz konusu Alman yazınında olan ve alaycı kuşumuzun bu konudaki başucu yazarlarından üçü hakkında kısa bir değerlendirme yapalım. Eski bir RAF üyesi olan Ron Augustin 2016’da Amsterdam Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada RAF’a dair neredeyse tüm literatürü oldukça yetkin bir şekilde değerlendirmiştir. Augustin, RAF’a dair değerlendirmelerin 1871 Paris Komünü’nden beri süregelen ve en önemli özelliğinin de değerlendirilen nesnenin depolitizasyonu için bağlamından, yani içeriğinden ve ana fikrinden çıkartılarak kişiselleştirme amacı güden bir sürecin ürünleri olduğunu söylemiştir14.

RAF özelinde bunun mimarının başta Stefan Aust olmak üzere Wolfgang Kraushaar ve Gerd Koenen olduğunu belirtmiştir. Alaycı kuşumuz da bu kaynakları zayi etmemiş ve tünediği yuvadaki kuşların sesini bunların tonlamalarıyla tutturabileceğini farz etmiştir.

Augustin’e göre Stefan Aust Der Baader-Meinhof Komplex adlı hacimli çalışmasında bir tane bile referans vermeden RAF’ı anlatmıştır; bunu ise sahip olduğu karanlık bilgi edinme yöntemlerine borçludur15. Augustin’e göre; “Aust’un en önemli eseri Baader-Meinhof Komplex polisiye türünde yazılmış 800 sayfalık oldukça hacimli bir kitap. Kitap boyunca tek bir referans kaynak bile yok. Bire bir aktarımlarda bile doğrulanabilir bir referans bulunmuyor. Aust çalışmasının başlığını da içeriğini de BKA’ya (Federal Alman Emniyet Teşkilatı) borçlu. BKA, RAF’ın izini sürmek için tüm dokümanlarını Baader-Meinhof Komplex adı altında topluyordu. BKA, Aust’un o zamanlar yalnızca mahkeme heyetinin erişimine açık olan 250 dosyaya (120.000 sayfa) yasadışı olarak ulaşmasına müsaade etti”16. Aust’un yeteneklerinin burada bitmediği anlaşılıyor, Augustin devam ediyor: “… en çok alıntılanan ‘Raf uzmanı’ olarak görülen Stefan Aust[‘un]… meslektaşları arasında yeri, karanlık bilgi edinme yöntemleri nedeniyle tartışmalı görünüyor. İtibarı tamamen Ulrike Meinhof’u şahsen tanıdığı iddiasına dayanıyor. Yirmili yaşlarının başında Konkret’te çalıştığı doğrudur. O yıllarda dergi öğrenci hareketinin sesi olmaktan yumuşak porno dergisine dönüşmüş ve Ulrike editörlük görevini ve işini bırakmak üzereydi. Ulrike’nin eski eşi Klaus Rainer-Röhl (o yıllarda Konkret dergisini çıkarıyordu) ile arkadaş oldu ve bugüne kadar kullanılan klişeler tam olarak buradan çıktı”17.

Augustin’e göre RAF’ın tarihyazımıyla ilgili dayanaklar işte bu tabloid gazeteciliğine dayanıyor ve bir noktadan sonra kaynak bile belirsiz bir hale geliyor. Aynı alaycı kuşumuz gibi RAF tarihini yazanların birçoğu da öne çıkmanın esas olduğu, yayımlanmanın her koşulda zorlandığı ya da ‘otorite’ olarak görülen piyasa segmentlerinde bulunmaya dayalı bir homojenliğin gevezeleri haline geliyor18.

Alaycı kuşumuzun engin Almancasıyla bizleri yararlandırmak istediği bir diğer kaynak ise Wolfgang Kraushaar. Augustin’e göre Kraushaar; “… kendisini bir siyaset bilimci olarak adlandırıyor, fakat kroniklerden, analizden yoksun kronolojik bilgi derlemelerinden başka bir şey üretmediği için akademisyenler arasında uzun zamandır kötü bir şöhrete sahip. Ne şans ki, yalnızca sınırlı erişime açık olan Reemtsma Enstitüsü arşivlerinde asistanların ve öğrencilerin yardım ettiği bir çalışma yapma fırsatı buldu. O tarihten beri hem kişisel şöhreti hem de bir cadı avı için cilt cilt kitap yazdı. Polisi oynayan bir arşivci… Olayın, kronik işsizlik döneminde kişisel hayatta kalma stratejileriyle ilgisi biraz fazla görünüyor”19. Akademisyen olarak kapağı devlete atmış alaycı kuşumuzun hayatta kalma derdinin az olduğunu görsek de böylesi başarılar için darısı başına diyoruz.

Son kişi ise Türkiye solunun yabancı olmadığı ve kendisini, daha çok zihinsel ve deneyimsel evrim geçirmiş akil adam pozlarıyla pazarlasa da aslında evrim geçiren amorf bir organizmanın Almanya versiyonu; Gerd Koenen. Augustin’e göre Koenen; “yılların Stalinist Maoistiydi ve bir süredir ortalıkta görünmüyordu. Şu günlerde ise 1960’larda solun kafayı yemiş olduğunu kanıtlama niyetiyle sinik hikayeler yazıp kendi tarihini alçaltarak geçimini sağlamakta”20.

Alaycı kuşumuza son bir hatırlatma yapalım. Makalesi boyunca RAF’ın sadist ve vahşi bir barbar sürüsü olarak öldürdüğü insanların sayısını verirken bunlardan en az ikisinin kim olduklarına baksaydı Mao’nun kurbağasının durumuna düşmeden gökyüzünü daha geniş görebilirdi. Örneğin RAF’ın infaz ettiği Hanns Martin Schleyer’in sadece İşverenler Sendikasının başı olmadığını, adanmış bir Nazi olduğunu bilirdi. Schleyer’in, 1930’ların başında Hitler Gençliği üyesiyken 221.714 yaka numarasıyla gönüllü olarak Waffen-SS’e katılmış bir asker olduğunu ve 1935’de öğrencisi olduğu Heidelberg Üniversitesi’nde üyesi olduğu öğrenci birliği Yahudi öğrencileri üyelikten çıkartmayı reddettiğinde ‘nasyonal ruhtan’ yoksunlukla suçladığı birliğinden istifa ettiğini de bilirdi. Yine RAF’ın öldürdüğü Başsavcı Siegfried Buback’ın da 1940’dan 1945’e kadar aktif bir NSDAP üyesi olduğunu, cephedeki işlerinden dolayı 1945-1947 yıllarında savaş suçlusu olarak hapsedildiğini de bilirdi.

İşte görüldüğü gibi, RAF’tan anarşist bir örgüt çıkartmak akademik akla, bunu yayımlamak da danışma kurulunda sayısız “Prof.” bulunduran bir dergiye nasip olmuştur. Alaycı kuşumuz tünediği kuş yuvasının sahiplerinin sesini taklit etmeye çalışırken boyundan büyük bir işe kalkışmış ve bu nedenle de üst perdeden şakımak isterken detone olmuştur.

1 Ekinci, Oğuzhan, “Almanya’da Anarşist Bir Örgüt: Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)”, Özne, Bahar 2020, s. 534.

2 A.g.e., s. 535.

3 Malatesta, Errico, Anarchy, Freedom Press, London, 2001. s. 36.

4 La “Bande a Baader” ou la violence révolutionnaire kitabının önsözünden Debray, Loic, Steiner, Anne (1996) Kızıl Ordu Fraksiyonu, Metis, İstanbul, s. 163.

5 Ekinci, a.g.e., s. 534.

6 Kara, Melik, Mert, İ, Sahra, S (1995) Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı. Ankara. s. 66.

7 Ekinci, a.g.e., s. 537.

8 A propos du procés Baader-Meinhof adlı kitaptan Debray, Loic, Steiner, Anne (1996) Kızıl Ordu Fraksiyonu. Metis, İstanbul. s. 163.

9 Ekinci, a.g.e., s. 537.

10 Texte der RAF, Uberarbeitete und aktualisierte Ausgabe 1983’den aktaran Debray, Loic, Steiner, Anne (1996) Kızıl Ordu Fraksiyonu. Metis, İstanbul. s. 164.

11 Augustin Ron (2017) Tarihyazımı ve Silahlı Mücadele. Teori ve Politika Yaz 2017. ss. 141-147. s. 145-146.

12 Ekinci, a.g.e., s. 539.

13 A.g.e., s. 533.

14 Augustin. a.g.e., s. 142.

15 A.g.e., 143.

16 A.g.e., 144.

17 A.g.e., 143.

18 A.g.e., 143.

19 A.g.e., 144.

20 A.g.e., 144.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar