Ana SayfaKürsüVenezuela Solu

Venezuela Solu

 

Kuruluş

Venezuela’nın modern tarihinin, ülkedeki petrolün geçmişiyle paralellik gösterdiği söylenebilir. Petrolün ilk kez 1914’te çıkarılmasından kısa bir süre sonra, ülke 1928’de dünyanın en büyük petrol ihracatçısı konumuna ulaştı. Ülkenin başındaki Juan Vicente Gómez (1908-1935), aynı zamanda ülkenin en büyük toprak sahibi olan bir diktatördü. Yabancı petrol şirketleriyle bizzat yaptığı anlaşmalarla, ülkede petrole dayalı bir sanayinin kurulmasını sağladı. Önceden kahve ve kakao gibi tarım ürünlerine dayalı olan ülke ekonomisi bundan böyle büyük ölçüde petrol ihracına dayanacaktı. Gómez’in petrolle gelen merkezi otoritesi, aynı zamanda geçmişin caudillolar arası sonu gelmez mücadelelerine de bir son vermiş, ulusal bir ordu ve bürokrasi oluşturarak modern bir devlet yaratmıştı.

Gómez ülke içinde muhalefete izin vermezken, diktatörlüğe karşı örgütlenmeler ülkeden kaçan sürgünler tarafından başlatıldı. En büyük sığınak devrimci Meksika’ydı. Komintern’in yönlendirmesiyle organize olan bu gruplar, Partido Revolucionario Venezolano (PRV) adıyla bir parti oluşturdular. Venezuela’ya geçip diktatörü devirmek için Sovyetlerden ve Meksika’dan yardım temin etmek istiyorlardı. Caracas’ta 1928’deki öğrenci ayaklanmasından sonra durumun buna müsait olduğu düşünülüyordu. 1929 yılındaki ufak çaplı silahlı ayaklanma girişimlerinden sonra, bu tür “Garibaldi” tarzı ayaklanma stratejisinden vazgeçildi. Benzerleri şeklinde kitlesel bir komünist parti kurulmasına karar verildi. Böylece, Partido Comunista de Venezuela (PCV)[i] 1931’de kurulmuş oldu.

Punto Fijo

Gómez diktatörlüğüne karşı sürgünde kurulan hareketlerden bir diğeri de Acción Democrática (AD) [Demokratik Hareket] idi. Kurucusu Rómulo Betancourt komünizmden etkilenmiş olsa da, AD işçi sınıfın öncü rolünü reddeden, diğer kesimleri de içine alan geniş çaplı bir popülist radikal hareketti. Gómez’in 1935’te ölümünden sonra, AD ile komünistler arasında tek bir geniş cephe kurma arayışları oldu. Latin Amerika partileri üzerinde etkisi olan ABD Komünist Partisi’nin lideri Earl Browder’in partiyi kapatıp “demokrat” güçlerle birleşme çizgisi, Venezuela partisi içinde de AD’ye yönelik tavır konusunda geçici ayrılıklara neden oldu. Ancak birbirlerinin rakibi olan bu partiler arasındaki mücadelede AD çok daha üstündü ve komünistleri marjinalize etmekte başarılı oldu. AD 1945-48 arasındaki üç yılda (“treinio”) iktidarı alıp, demokratik ve halkçı reform adımları (oy verme hakkı, serbest seçimler, toprak reformu girişimi, eğitim-sağlık gibi sosyal politikalar vb.) atmayı başarmış olsa da, yeni bir askeri darbeyle tüm sol tekrar yasadışı ilan edildi. 

Ardından gelen General Marcos Pérez Jiménez diktatörlüğünün yıkılması için AD, COPEI (muhafazakar parti), URD (ulusalcı parti) ve PCV arasında ulusal konsey oluşturuldu. PCV bu konsey içinde, örgütlülüğüyle öne çıkıyordu. 23 Ocak 1958’de diktatörlüğün yıkılması ardından kurulan geçici hükümet sırasında prestijli dönemini yaşayan PCV yasallaştı; ancak AD-COPEI-URD partileri, aralarında vardıkları puntofijismo adı verilen mutabakatla PCV’nin dışlandığı bir rejim kurdular. Mutabakat, sadece partileri değil işveren kesimini, AD kontrolündeki sendikaları, kilise ve orduyu da içeriyordu. Buna göre seçimleri kim kazanırsa kazansın aynı siyaset izlenecek, bütün taraflara petrol pastasından bir pay bırakılacaktı. Bu tarihten sonra çok övülen ülke temsili demokrasisinin devamlılığı, askeri darbelerle kesintiye uğramayışı gibi özellikler bu rant sistemine dayanacaktı.

Yeni rejim ve AD, ilkin iyi ilişkiler içinde olduğu Castro ile yollarını ayırdı ve muhalif toplumsal kesimlere, PCV’ye ve AD’den atılan ve Küba devriminden etkilenen partinin sol gençlik kanadına (Movimiento de Izquierda Revolucionaria – MIR) [Devrimci Sol Hareket] karşı terör uygulamaya başladı[ii]. PCV henüz rejime karşı kararsızlık içindeydi. Partinin genç kanadı, daha önce diktatörlüğe karşı yapılmış silahlı hazırlığın sürdürülmesini isterken, yaşlılar siyasal katılımın yollarını arıyordu.

Kasım 1960’ta Küba’yı örnek alan MIR gerilla mücadelesi çağrısı yaptı. Bir sonraki yıl PCV III. Kongresiyle silahlı mücadeleyi başlattı. PCV’den Douglas Bravo[iii]fokolar olarak bilinen küçük kırsal gerilla birimleri oluşturmaya başladı. Başta kayıplar verseler de zamanla deneyim kazanıyorlardı. 1963’te FALN (Fuerzas Armadas de Liberación Nacional) [Silahlı Ulusal Kurtuluş Güçleri] şemsiyesi altında gerilla grupları ve ordudan ayrılan subaylar birleştirildi. Buna MIR’in yanısıra URD’den ayrılan Fabricio Ojeda’nın liderliğindeki Vanguardia Popular Nacionalista (VPN) da katılmıştı. Ojeda, Jimenez diktatörlüğünü deviren ulusal konseyin başkanlığını yapmış eski bir gazeteciydi. Daha sonra FALN lideri oldu. Yakalandıktan sonra işkencede öldürüldü ve bu, intihar şeklinde sunuldu.

Şehirlerde de beş-altı kişilik silahlı gruplanmalar oluşturulup sansasyonel eylemler yapılıyordu. Soygunlar, sabotajlar, Amerikan hedeflerine saldırılar, uçak ve gemi kaçırmalar yanında dönemin en ünlü futbolcusu, Real Madridli Di Stéfano da kaçırıldıktan üç gün sonra serbest bırakılmıştı.

Birkaç yıl içinde kırsal bölgelerde gerilla mücadelesi yoğunluğunu kaybetti. Debray ve fokoculuk eleştirileri artmaya başladı. Bu ortamda PCV gerilla mücadelesinden çekilme kararı alıp[iv], bu kararı reddeden Douglas Bravo ve çevresini partiden uzaklaştırdı. Bravo da 1966’da PRV’yi (Partido de la Revolucion Venezolana) kurdu. Hugo Chávez’in abisi Adan Chávez’in de üyesi olduğu bu örgüt kendini Marksist-Leninist-Bolivarcı olarak tanımlıyordu. Anti-emperyalist ve ulusal bir önder olarak Bolivar öne çıkarılmıştı. Castro ile yakın olan Bravo, daha sonra Castro’yu Sovyetlerin hizasına girmek ve devrimci mücadeleyi yalnız bırakmakla suçladı. Yetmişlerin sonunda hareket dağıldı.

PCV liderlerinden Teodoro Petkoff 1963 ve 1967’de iki kez hapishaneden kaçmıştı. İkincisinde, L’Humanite’nin deyişiyle “yüzyılın kaçışı”nda, kazılan bir tünelle birçok politbüro üyesi kaçmayı başarmıştı. Daha sonraki yıllarda Petkoff öncülüğündeki grup, gerilla mücadelesini kitlelerden uzak olmakla eleştirmeye başladı. Sovyetlerin Çekoslovakya’ya müdahalesini eleştiriyor, aşamacılık anlayışı yerine bugünden sosyalizmi kurmak gerektiğini söylüyordu. Yeni Sol anlayışın etkisi barizdi. PCV’den ayrılan bu grup 1970’te Movimiento al Socialismo (MAS) [Sosyalist Hareket] partisini kurdu. Parti sistemi içinde solun en güçlü partisi olma iddiasıyla yola çıktılar. Daha çok öğrenci ve küçük burjuva kesimlerden destek alıyorlardı. Kolombiyalı ünlü yazar Gabriel García Marqúez de ilk yıllarında partinin destekçilerinden biriydi. Yıllar içinde sağa savruldular. Sosyalist Enternasyonal üyesi oldular. Seçimlerde kısmi başarılar elde ettiler. Petkoff, 90’larda IMF programı uygulamayacağı sözüyle seçilen başkan Caldera kabinesinde planlama bakanlığı yaptı. IMF programını uygulamak ona nasip oldu!

PCV-MAS ayrışması sırasında, Alfredo Maneiro liderliğindeki bir grup da Venezuela 83 hareketini kurmuştu. Bu hareket, ileriki yıllarda La Causa Radical (LCR) [Radikal Dava/Gaye] adını aldı. Caracas’taki barriolarda, üniversitelerde ve işçi sınıfı içinde ‒özellikle doğudaki Guayana şehrindeki demir-çelik sanayinde‒ örgütlenmeye başladılar. Kendilerini “hareketlerin hareketi” olarak görüyorlardı. Brezilya’daki İşçi Partisi’ne benziyorlardı. İdeolojisi tam belli olmayan, herkesi üyeliğe kabul eden, gevşek yapıda, disiplinsiz, lideri belirsiz bir örgüttü. 1980’ler ve 90’larda iki partili sisteminin tıkanmasıyla görece yüksek oy oranlarına ulaştılar. Caracas’ta ve diğer bölgelerde belediyeleri aldılar. 1993’teki şaibeli seçimlerde, reformist solun desteğini alan Caldera karşısında %22 oy aldılar.

1960’ların sonunda çoğu örgüt kırsal gerilla mücadelesini bırakmış, çıkan aftan yararlanmıştı. 1970’lerde silahlı mücadeleyi sürdüren gruplar, Latin Amerika’nın tümündeki ikinci dalgada olduğu gibi kentlerde mücadeleye ağırlık verdiler. MIR ülkenin doğusunda sürdürmeye çalıştığı kırsal mücadele sonrası kendi içinde üçe ayrılıp dağıldı. Ana gövdesi, silah bırakıp MAS’a katıldı. Asıl deneyimli liderlerin önderlik ettiği Bandera Roja (BR) [Kızıl Bayrak] olarak bilinen Maocu ve sonradan Arnavutlukçu olan grup, 1975’te Amerikan işadamı William Niehous’un kaçırılmasını, yine başarılı bir hapishane kaçışını beraber gerçekleştirdikleri PRV üyeleriyle organize etti. Oldukça ses getiren bu eylem kimilerince, ülkede sola olan desteği baltalamakla da suçlanacaktı. Niehous’u kaçıranlar, şirkete üç şart koymuştu: 1) 1.600 Venezuelalı çalışana kişi başı 116 dolar sömürü tazminatı ödenmesi, 2) 18.000 gıda paketinin yoksul ailelere dağıtılması, 3) yerli ve yabancı basında, manifestolarını yayınlamak için yer satın almaları. Tabii, sonuncu maddeden hoşlanmayan devlet, üç yıl süren kaçırma olayını tüm solu terörize etmek için kullandı. BR, 1994’te yasallaşana dek silahlı mücadeleyi sürdüren tek hareketti. 1982’de Cantaura katliamı olarak bilinen çarpışmada 23 üyesi öldürüldü. Carlos Betancourt ve arkadaşları ayrılıp Bandera Roja -Marxista Leninista’yı kurdular. MIR’dan kaynaklı diğer grup Organización de Revolucionarios (OR) adını aldı. O da yasal alanda Liga Socialista (LS) [Sosyalist Birlik] adını kullandı. LS genel sekreteri Jorge Rodríguez 1976’da sola karşı devlet terörü sırasında öldürüldü. Nicolás Maduro eskiden bu partide çalışmıştı. 1970’lerden itibaren bağımsız olarak örgütlenmeye başlayan Troçkistler de MAS veya MIR ve onun yasal kanadı olan LS içinde çalışıyorlardı. 1980’lerin başında Partido de Socialista de los Trabajadores (PST) [Sosyalist Emekçiler Partisi] adında birleştiler.

Caracazo ve Chávez

1970’li yıllarda sol, seçimlerde pek başarılı olamamıştı. İşçi sınıfı, özellikle de petrol sanayinde çalışanlar AD etkisi altındaydı. Petrol fiyat artışlarının yarattığı zenginleşme, ülkeyi kısa sürede Suudileştirmişti. Venezuela 70’ler biterken kişi başına en zengin Latin Amerika ülkesi olmuştu. Petrolü kamusallaştırmıştı ama kurulan ulusal petrol şirketi PDVSA’nın kontrolü dolaylı olarak yabancı şirketlerin elinde kalmıştı. Ülke birkaç yıl içinde kendini dış borç krizi içinde buldu. 1980’lerde petrol gelirlerinin azalması sonucunda uygulanan IMF destekli neoliberal politikalar (devalüasyonlar, bütçede kemer sıkma, zamlar vb.) gelir eşitsizliğini arttırdı. En önemli tepki 27 Şubat 1989’da yaşanan ve Caracazo olarak bilinen yaygın ayaklanmaydı. On binlerce gecekondulu fiyat artışlarına tepki olarak Caracas’ın zengin mahallelerini işgal etti, marketleri yağmaladı. İki günde ardında binlerce ölü bırakarak ayaklanma bastırılmış olsa da halkın ve ordunun alt kademelerinde tepkinin yaygınlaştığı, ikili siyaset sisteminin artık tıkandığı görülüyordu.

Chávez’in 4 Şubat 1992 tarihli darbe girişiminin arka planını bu tıkanmışlık, puntofijismo sisteminden duyulan nefret oluşturuyordu. Chávez, 1983’te Bolivar’ın iki yüzüncü doğum yılında Bolivarcı gizli bir devrimci subay grubu kurmuştu (Movimiento Bolivariano Revolucionario 200). Chávez’in Venezuela soluyla asıl bağlantısı yıllar içinde görüştüğü LCR liderleriydi. 1992 darbesi sırasında da LCR’den kimi isimlerle ilişkideydi. Darbenin başarısız olmasına rağmen televizyondan halka hitap edebilmesi, şimdilik (“por ahora”) kaydıyla hapse girmesi, sistem-karşıtı ismin ortaya çıkmasını sağladı.

Eskisinin yolsuzluk nedeniyle azledilmesinden sonra seçilen yeni başkan Caldera, adayken verdiği sözü tutarak Chávez’i affetti. Chávez dışarı çıktıktan sonra kendisine seçim kazandıracak bir hareket oluşturmaya çalıştı. Bolivarcı hareket, Movimiento Quinta República (MVR) [Beşinci Cumhuriyet Hareketi] adıyla örgütlendi. Sol, Chávez’in günden güne büyüyen hareketinin yanında yer aldı. PCV, MAS, LS Chávez’i desteklerken LCR içinden Chávez’i destekleyen sol çoğunluk partiden ayrılıp Patria Para Todos (PPT) [Herkes İçin Vatan] partisini kurdu. Chávez’e başından beri karşı çıkan tek örgüt, Chávez’in askerken kendisine karşı operasyonlara katıldığı Bandera Roja[v] idi. BR, Chávez’i sosyal-faşist olarak görüyordu.

1998 Aralık seçimlerinde Chávez %56 oy alarak, Doğu Blokunun çöküşünün ardından Latin Amerika’da iktidarı alan ilk solcu lider oldu. %56 içinde, kendi hareketi MVR %40, MAS %9, PPT %2 ve PCV %1 sağlamıştı.

İktidar yılları

Chávez’in vadettiği yeni anayasa Aralık 1999’da kabul edildi. Bu anayasa, ekonominin kapitalist temellerine dokunmuyor, bazı kurumsal düzenlemeler yapmakla yetiniyor, ancak katılımcı demokrasi kanallarını genişleten maddeler içeriyordu. Başlangıçta Chávez’in radikal politikaları sınırlıydı. Buna karşın muhalefetin tepkisi arttıkça, Chávez daha radikalleşti. Bunlar, Nisan 2002’de kendisine karşı darbe girişimi, Aralık 2002 ile Şubat 2003 arası AD kontrolündeki işçi sendikaları federasyonu ile işverenlerin grev dalgası, Ağustos 2004’te Chávez’in azli için yapılan referandumlardı. Ulusal petrol şirketi PDVSA’nın dizginlerini ancak bu grev dalgasından sonra eline aldı. Greve katılan çoğu beyaz yakalı 16 bin çalışan çıkarıldı. Misiones (misyonlar) olarak adlandırılan sosyal politikalar hayata geçirildi. Sosyal harcamalar arttırıldı. Eğitim, sağlık, konut yapımı gibi alanların payı arttırıldı. Bir milyondan fazla yoksul köylüye ‒çoğu boşta, kullanılamayan‒ toprak dağıtıldı[vi]. Çeşitli sektörlerde kamulaştırmalar yapıldı. 2005’ten itibaren Chávez “21. Yüzyıl Sosyalizmi”nden bahsetmeye başladı. Kooperatiflerin, işyeri işçi konseylerin, yerel komünal konseylerinin oluşturulması çağrısı yapıldı. Bunlarla ilgili yasal altyapı ve mali yardım hazırlandı.

Ülke siyasetinin Chávez yanlıları ile muhalifleri arasında kutuplaştığı oldukça çalkantılı bu zeminde, Venezuela solunun çoğunluğu, darbe ve dezenformasyon ağırlıklı yollardan iktidarı devirmeye çalışan dış destekli muhalefetin karşısında durdu. Chávez’e eleştirel destek verdi, hareketine ve hükümet mevkilerine katıldı[vii], devrimi derinleştirme çağrıları yaptı. MAS ise 2001 yılı ertesi, otoriter ve militarist olmakla suçladığı iktidarla yollarını ayırıp muhalif saflara geçti. Petkoff, muhalefetin en göz önünde olan liderlerinden biri oldu. Partiden hâlâ Chávez’i destekleyenlerin kurduğu Podemos [Yapabiliriz] 2006’da Chávez adına %6,5 oy alırken, MAS erimiş ve ancak %0,6 oy oranına ulaşabilmişti. Podemos da 2007’deki Anayasa değişikliği referandumu öncesi desteğini çekti. LCR de hep muhalif safta yer aldı. PPT’den de muhalifete geçenler vardı. Eski gerilla önderi Douglas Bravo da kendi etrafındaki Tercer Camino [Üçüncü Yol] grubuyla birlikte Chávez’e karşı duran isimlerdendi.

Bolivarcı devrimin örgütsel ayağı olarak düşünülen Partido Socialista Unido de Venezuela (PSUV) [Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi] 2007’de kuruldu. Chávez’in sola, örgütleri feshederek katılma davetini LS’in yanısıra Tupamaro gibi 1990’larda barriolarda doğan küçük ve çoğu silahlı hareketler, Bolivarcı hareketin kendi iç ayrışmaları ve Troçkist gruplar[viii] kabul etti. PCV ve PPT ise katılmayı kabul etmeyip dışarıdan desteklemeyi sürdürdüler[ix]. Chávez bu durumdan hoşnut olmasa da, sonra Yurtsever Cephe olarak seçimlere blok halinde katıldılar. Öncesi dönemlerde %1 civarında oy alan PCV, 2012’de %3 alarak Chávez bloku içindeki ikinci güç konumunu aldı.

Maduro ve sorunlar

Chávez’in Mart 2013’te ölümü ve yerini Maduro’nun alışı, petrol fiyatlarındaki düşüşün tetiklediği muazzam ekonomik sorunların büyümesiyle eş zamanlı oldu. 2005-13 arası %4 büyüme ortalaması elde edilmiş, sosyal harcamalar iki kat oranda arttırılıp, yoksulluk yarıya indirilmişti. 2013 sonrası ise ekonomi sürekli daraldı. GSMH kümülatif olarak %40’a varan oranda düştü. Hiperenflasyon inanılmaz yükseldi. Ülkenin döviz rezervleri eridi. Çoklu kur politikası, kamuda büyük çaplı yolsuzluklara zemin hazırladı. Büyük ölçüde ithalata dayalı olan tüketim mallarında darboğazlar kronik hal aldı. Halkın temel beslenme ve sağlık göstergelerinde keskin geriye gidişler gözlendi. İşsizlik %25’e çıktı ve iki milyonu aşkın Venezuelalı ülkeden kaçtı. Bunlar olurken, karaborsacılık ve spekülasyon yapan, üretimi ve yatırımı durduran sermaye kesimleri bir taraftan da halkı iktidara karşı sokağa dökmeye çalıştı. Maduro’ya karşı aylarca sürdürülen sokak çatışmaları yaşandı. Böylece Bolivarcı harekete toplumsal destek erimeye başladı. Maduro çok az bir farkla başkan seçilirken, Aralık 2015’te meclis seçimlerinde partisi çoğunluğu kaybetti. Meclisin kaybedilmesi, günümüze dek varan yasama ile yürütme ile yargı arasında yaşanan çatışmaları ve ülkeyi paralize eden durumu doğurdu.

Yalnız sağdan değil, soldan da Maduro’ya karşı itirazlar arttı. PSUV ve bürokrasideki yolsuzlukların üzerine gidilmiyordu. Uzun yıllar Planlama Bakanı olan, eski komünist Jorge Giordani, 2012 yılında devlet hazinesinden 20 milyar doların hayali şirketlere aktarılarak buharlaştığını açıklamıştı. Boliburguesía yani Bolivarcı yeni zengin işadamları yaratılmıştı. Ayrıca ülke ekonomisinin kontrolü giderek artan oranda orduya bırakılmıştı. Eski gerilla liderleriyle ordu generallerinin yan yana oturduğu kabinelerde ordunun ağırlığı artmaya başladı. Bir diğer nokta da, dünyada silahlı suçların en yüksek olduğu ülkelerden birine dönüşen Venezuela’da Maduro’nun, ‒orta sınıfın da baskısıyla‒ silahsızlanma ve suçla mücadele politikalarıydı. 7 Kasım 2014’te polisin “kolektif” üyesi beş kişiyi öldürmesi, Bolivarcı hareketin sadık yandaşlarından da itirazların yükselmesine neden oldu. Protestolar karşısında Maduro, İçişleri Bakanını görevden almak zorunda kaldı. Buna karşın, itirazcı bazı komünistlerin kamudaki işlerine de son verildi.

Bolivarcı “devrim”in geleceği

Bolivarcı devrimin tıkanıklarına Marksistler öteden beri işaret etmektedir. PCV’nin ve diğer birçok parti ve gözlemcinin belirttiği gibi, Venezuela sosyalist ya da sosyalist yönelimli bir ülke değil, rantiyer kapitalizmin halen hüküm sürdüğü bir ülkedir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, anayasa güvencesindedir. Kamulaştırmalara, devletin artan müdahaleciliğine rağmen, özel sektörün payı düşmemiş, tersine artmıştır. Yabancı basının tüm abartmalarını ve propagandalarını bir kenara bıraksak bile; durumun artık saklanamayacak, emperyalist saldırı söyleminin ardında gizlenemeyecek denli ortaya çıkan fecaatine rağmen, halk açlık çekerken, Maduro ve bürokrasisi yerli ve yabancı sermayeye kredi ve kaynak sağlamanın derdindedir. Ekonomiyi kontrol edebilecek kamulaştırmaları yapmadan, yavaş ama “emin” bir tempoda, “aşağıdan” sosyalizmin kurulabileceği, bu şekilde kapitalizmin alt edilebileceğine dayalı “21. Yüzyıl Sosyalizmi” anlayışı Marksizmle ters düşmektedir. İşin özü, bunlar 19. yüzyıl tartışmalarına geri dönüştür. Lassalle’a, Proudhon’a veya Bernstein’a vaktiyle verilmiş cevaplar, bu haliyle geçerliliğini korumaktalar.

Bolivarcı devrime daha olumlu bakanlar, kooperatifleri, komünleri ikili iktidarın bir yanı, geleceğin sosyalizminin yapıtaşları olarak gösterme eğilimindeler. İlk yıllardan beri teşvik edilen kooperatiflerin ne kadarının gerçekten işlediği, üretim yaptığı; ne kadarının sadece devletten fon sağlamak için kurulduğunu söylemek kolay değil. Verilen rakamlar arasında da uçurumlar var. Fakat bunların kapitalist pazar süreci içinde birbirleriyle rakip işletmelerden pek farklı çalışmadıkları, ürünlerini “sosyal ekonomi”ye aktarmak yerine piyasada değerlendirdikleri söylenebilir. Ayrıca amaçlanan en önemli unsur olan yeni sosyalist, özgeci, üretici ahlaktaki insanın yaratılmasında pek bir yol alınamadığı da gözlemcilerin aktarımlarından çıkarılabilir. Kooperatiflerden beklenen sonuç alınamayınca, komünal konseyler ve bunların birliktelikleri olan komünler oluşturma politikasına geçilmiştir. 2010’da 20.000 konsey, sunulan projeler yoluyla başlangıç olarak 1 milyar dolarla fonlandı. Bunların ancak küçük bir bölümü gerçek anlamda üretim birimidir, ayrıca küçük ölçeklidir. Komünal (sosyal) ekonomi, bunca atıfa ve beklentiye rağmen, toplam üretimin çok küçük bir kısmına tekabül ediyor. Savunucuları elbette komünleri değerlendirirken sadece üretime odaklanmamak gerektiğinden, halkın katılımından, özyönetim gibi değerler açısından da yaklaşılması gerektiğinden bahsediyor. Ancak bu, eğer okyanusta bir ada olmanın ötesine geçilebilirse, komünlerin birliğinin tüm ekonominin ve siyasetin esas, kritik noktalarında kontrolünü elde etmesiyle mümkün. Eğer şu ekonomik kriz ortamında komünlerin asıl faaliyeti şehirlerde büyükbaş hayvan beslemek, arka bahçelerde ve parklarda sebze yetiştirmekle sınırlı kalırsa, bundan ötesine geçilemezse bunu sosyalizmin geleceği olarak kabul etmemiz mümkün olamaz.

Günümüzün artan şekilde kompleks ihtiyaçları olan modern toplumlarında, sosyalizme geçişte devletin büyük ölçekte üretim ve planlanmasına ihtiyaç var. Bolivarcı devrimin, büyük ölçekte tarımsal üretim için adımlar atması, ülkenin tek ürün olarak petrole dayalı ekonomisini farklılaştıracak, sanayinin modernizasyonu, yeni sanayilerin kurulması adımlarını atması gerekirdi. PCV ve diğerlerinin talep ettikleri gibi, kilit sektörlerin, özellikle bankaların kamulaştırılması, dış ticaret ve kambiyo rejiminin tümüyle devlet kontrolüne alınması, sağlıklı bir planlama yapılması, sosyalizmin yalnızca bir tüketim ortaklığı-rant dağıtımı değil, daha çok “ülke çapında” (Lenin’in ve Che’nin deyişiyle “tek bir koca fabrika”) bir kolektif üretime dayalı olduğu fikrinin yaygınlaştırılması lazımdı. Venezuela’da yaşanan durum, sağcı basının yansıttığı gibi, sosyalizmin ebedi başarısızlıklarının tekrarlanan bir başka örneği değil; aslında bu yola pek girilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Maduro ve ekibinin -kendini korumak için giderek daha fazla yanaştığı ordunun- bu tür bir vizyonu, amacı bulunmuyor. Kağıt üzerinde kitabi doğruları göstermek kolay, asıl zor olan bunları yaşama geçirebilecek güce ulaşmakta. PSUV dışındaki solun, hareketi bu yönde etkilemesi zor görünüyor. Diğer yanda, Amerikan destekli, çoğu ırkçı[x] sağ muhalefetin iktidarı yeniden ele alması, hem şimdiye kadar, çoğu erimiş olsa da, yoksul kesimlerin kazanımlarını geri alabilir, hem de iktidarla Bolivarcı harekete sadık barriolardaki silahlı güçler arasında kanlı çatışmaları tetikleyebilir.    

[Yazının hazırlanmasında kullanılan kaynaklar arasında, Venezuela solu açısından şunları özellikle belirtmem gerekir:

George Ciccariello-Maher, We Created Chavez: A People’s History of the Venezuelan Revolution, Duke University Press, 2013

Elia Oliveros Espinoza, La lucha social y la lucha armada en Venezuela, Fundación Editorial, 2012 http://www.defensoria.gob.ve]

 

[i]Diğer KP’lerden farklı ve ilginç olarak, PCV bayrağında orak-çekiç değil kızıl horoz bulunmaktadır.

[ii]Ülkedeki anti-Amerikan tutumun boyutları, 1958’de Latin Amerika turu kapsamında Caracas’ı ziyaret eden başkan yardımcısı Nixon’un kafilesinin izleyiciler tarafından saldırıya uğraması, Nixon’un olası bir linçten kıl payı kurtulmasından belliydi. 

[iii]Bravo’nun “Milli Kurtuluş Cephesi” ve “Venezuela Makiliklerinde Douglas Bravo Konuşuyor” başlıklı kitapları, Cemal Süreya’nın çevirisiyle dilimizde yayınlanmıştır.

[iv]Fidel Castro’nun PCV’ye karşı suçlamaları için bak. Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez, Yar Yayınları, 1977

[v]Bandera Roja’nın bu tutumuna karşı, uluslararası Arnavutlukçu örgüt birliğine üyeliği askıya alındı. Yerine 2009’da kurulan Partido Comunista Marxista-Leninista de Venezuela (PCMLV) alındı.

[vi]Hükümetin dağıttığı ve kendi kurduğu işletmelerle işlediği toprak, ekilebilir alanın %10’undan az. Ülkede toprakların %75’i, %5’lik kesimi oluşturan büyük toprak sahiplerinin mülkiyetinde.

[vii]Tepe pozisyonlardaki onlarca örnek arasından en bilineni eski PRV gerillarından, LCR ve PPT kurucularından Ali Rodriquez. Enerji, Dışişleri Bakanlıkları, Küba büyükelçiliği, PDVSA başkanlığı, OPEC genel sekreterliği gibi kilit görevler aldı.

[viii]Alan Woods’un Corriente Marxista Revolucionaria’i (CMR) [Devrimci Marksist Akım] ile Marea Socialista [Sosyalist Dalga]. Yapılan yanlışlardan Maduro’yu sorumlu tutan ikinci grup PSUV’dan ayrıldı. Orlando Chirino liderliğindeki bir diğer Troçkist-Morenist grup olan Partido Socialismo y Libertad (PSL) [Sosyalizm ve Özgürlük Partisi] ise Chávez’e çok daha eleştirel yaklaşıyordu. Ağırlığı olduğu sendikalarla Chávezci sendikal federasyon arasında sıkça sorun yaşanıyordu.

[ix]Movimiento Electoral del Pueblo (MEP) [Halkın Seçimi Hareketi] da AD’den 1967 yılından ayrıldığı dönemde yüksek oy oranına ulaşmış, sonradan desteği %1 oy oranlarının altına düşmüş bir sol parti olarak başından itibaren Chávez’i destekledi. PSUV’u yeni dönemde kurulmuş birkaç küçük sol parti de desteklemekte.

[x]Venezuela’da sosyal sınıflar ırksal ilişkilerle yoğun biçimde irtibatlı. Alt sınıfların koyu renklileri, yerliler, siyahilerle; üst sınıf Avrupai beyaz kesim arasında açık bir tarihi çatışma var.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar