Ana SayfaKürsüVeganlık, Hümanizm ve Politik Olmak

Veganlık, Hümanizm ve Politik Olmak

Vegan olmanın gerekçesi hayvanlara dair duyulan vicdan. İnsana benzer, duygu ve bilince sahip bir canlıyı öldürmenin, ölümüne vesile olmanın yarattığı kötü duygu. Böyle biri, vegan olmayanların yeterince duyarlı bir vicdana sahip olmadığını da düşünecektir.

Senin vicdanın sana, benim vicdanım bana diye geniş bir özgürlükçü yola çıkılıp birlikte mutlu mesut yaşanır mı peki? Elinde olsa vegan, hayvanların besin için yenmesini yasaklardı. Ancak bu elinde değil ve elinde olmadığı için şükrediyor olmalı. Ya böyle bir yetkisi olsaydı?

Ama konumuz veganın vicdanı gereği hayvan yememesi değil. Elbette bu özgürlüğünü sonuna kadar kullanabilir, kimse zorla yediremez, o da vicdanının keyfini sürebilir.

 
Veganın eylemini değil, niyeti ve ideolojisini odağa alıyorum. Çok temel bir soru: Mademki hayvanlara karşı vicdan sahibisiniz ve ‘elinizden geldiği kadar’ını yapıyorsunuz, o halde en yüksek bilince sahip hayvana, yani insana karşı da vicdanlı olmanız ve bir şeyler yapmanız gerekmez mi? Buna vegan, ‘elbette’ diyecektir ‘ama elimden geldiği kadarıyla’. Dünyada milyarlarca ezilen, yaşamı cehenneme dönen insan var. Bir öncelik yapılması gerekmez ama bu insanlar başkalarınca eziliyor ve ‘elimizden bir şey gelmiyor’. Bu demektir ki vicdan elimizden gelen ile sınırlı; bir yere kadar!

Hayvan yememeyi tercih etmek artık çok zor değil. Günlük olarak işimize gider, ücretimizi alır, eş-dost ile görüşür, ve hayvansal ürün yemeyiz. Günlük hayatımız içinde alışveriş esnasında neyi seçmemiz gerektiğine dair bir ‘sıkıntı’ yaratır en fazla. Şükür ki marketlerde artık çeşit fazla. Peynirin yerine bitkisel muadili var. Ama iş vicdan karşısında bir bedel ödemeye geldi mi orada veganın hayatını belirleyen vicdan bitiyor sanki. Sıkıntıya sokacak bir bedel ödenmesi gerektiğinde tüm vicdan düzlemi dağılır. Sıkıntıya sokmayan şeye bedel de denemez.

Böylelikle sorunun hayvan yemek ya da yememek değil vicdanın doğasına dair olduğu anlaşılıyor. Vicdan kaynaklı akımlar her alanda beliriyor. Veganlık bunun çarpıcı bir türü sadece.

Vicdanın göreceli, oynak bir zemin olduğunun farkına varan veganlar, vicdan gibi öznel bir açıklamayla elbette yetinemez. Onlara göre veganlığın daha sağlam, nesnel temelleri olmalı. Bunlardan biri kapitalist besin endüstrisi. Aslında vicdan gereği değil, sistemin kâr için yarattığı devasa besin endüstrisini eleştiriyorlar ve hayvansal ürün yemiyorlar. Peki, bu tepki neden hayvansal ürünle sınırlandırılıyor? Tükettiğimiz her besin endüstri ürünü. Hepsi kesilen ağaçlar, yem için açılan çayırlar, kolay yetişen az bozulan gıdalar demek. Mısır, domates, ekmek de yememek gerekli. Ama buna karşı olmak veganlığın öznel durumunu da ortadan kaldırıyor. 
Belki bilmediğimiz başka ‘rasyonel’, ‘nesnel’ açıklamalar da vardır veganlığa dair. 

Gelelim yine vicdana. Vicdanın ancak kişiyi sıkıntıya sokacak bir bedel olmadığında, günlük yaşamı sürdürmek ve bu bitirici düzende biraz rahatlamak için gelişen bir tepki olduğunu söyledik. Sıkıntıyla ödenen bedeller ise vicdandan başka türlü duygulara yol açıyor. Acizlik, öfke, kin gibi. Ne ilginçtir ki vicdan sahiplerinin çok da sahip olmadığı, uzak durduğu duygular bunlar. Bu duygular ezilen ve ezende bulunur ama vicdan sahipleri bunları kötü birer kişilik özelliği sayar.

Vicdan sahiplerine göre, Lenin’in devrimden sonra söylediği “elbette idam edeceğiz” sözü ya da Mao’nun Sovyetler’den emperyalistlere karşı kullanmak için atom bombası istemesi hiç de hoş görülemez, bambaşka bir duygu evrenine ait durumlardır.

Vicdan, politik olmaya doğası gereği kapalıdır. Çünkü politika vicdana değil, güç biriktirmeye ve güç kullanarak düşmanla mücadele etmeye dayanır. Bambaşka bir ideolojik görüş gerektirir. Ezenlerin güç kullanmadığı, güçle hizaya getirmediği bir tarihsel süreç olmadığı gibi, ezilenlerin de güç kullanmadan ulaşabilecekleri bir zafer yoktur. Bunu söylemenin bir orijinalitesi yok elbette; ‒aklı başında‒ veganlar da biliyor. Ama bilmek ve görmek istemediklerini bir kez daha vurgulayalım. Eğer bir vicdan sahibi olduğunuzu düşünüyorsanız, yani duyarlı bir insan olduğunuzu, iyilikle davrandığınızı söylüyorsanız bunun karşılığı sıkıntıya girmeden ödenen bedel değildir ‒sıkıntısız bir bedel oksimorondur. 

Hakikaten sıkıntıya düşünce ise vicdanın buharlaştığını, başka bir duygusal durumun belirdiğini görürüz. Burada kritik eşik bu ayrımı fark etmektir. Yoksa günlük hayatınıza elbette devam edin, gerek duyarlı bir vegan olarak, gerek ücretli izin hakkını kullanıp tatile giderek. Buna gerçekten bir itirazım yok; kimseye ‘hayatından sıyrıl, titre kendine gel, devrimci, sarsılmaz bir birey ol’ diyecek şekilde bir çiğlik yaptığımı sanmıyorum. İtirazım kendimizi kandırmamıza. Başlangıç noktası burası ve henüz o noktadan ilerleyemedik.

Gayem, birini yaptığı bir eylemden, aldığı bir tavırdan vazgeçirmek ya da bir eyleme, bir tavra yöneltmek değil. Pekâlâ bir ideolojik dünya içinde bulunulduğunu, üstelik bu ideolojinin tutarsız olduğunu göstermek…

Veganlık gibi görece dar ‒ama salgın hızında yayılan‒ bir örnek üzerinden vicdan kavramı sorgulandı. Vegana, ‘neden ezilen insanla aynı derecede ilgilenmiyorsun’ sorusu soruldu. Ama bu soruda da tuzak var. Bu tuzağa kanıp hayvanlara değil ezilen insanlara öncelik tanıyan bir ex-veganın ideolojik konumunda bir şey değişmemiş olacak. O, olaylara yine vicdanı üzerinden bakacak. Yani hayvanlara nasıl vicdanla baktıysa insana da vicdani ‒hümanizm‒ gözlüğünden bakacak. Ezilene yüreğini açmak, insan bireyi olarak görüp yardım etmek, onun acizliğini, öfkesini ve hatta yoz davranışlarını anlamak da bu yüce gönüllü vicdan sahibinin yapması beklenenler arasında olacaktır. Ama buradaki gariplik, aklı başında egemenlerin genellikle pek hoşnut olmasıdır bu yüce gönüllülerden… 

Duygusuz, katı yürekli bir anti-hümanizm vazettiğim söylenebilir. Doğrusu, vicdan gözlükleriyle bakan birinin bunu söylemesi de gerekir. Ama hümanizme, vicdana karşı önerim, bu şekliyle anlaşılmış bir anti-hümanizm değil. Aslında bu düzlemden uzak durmayı, bu dille konuşmaktan vazgeçmeyi öneriyorum. 

Vicdan, genelde hoşnutsuz olunsa da bireysel tutumuyla yetinmek, egemenler izin verdiği ölçüde mızmızlık etme marjına sahip olmak anlamına geliyor. Karşılığında ise vicdansızlık değil, bedeli ödenecek bir mücadele ya da kazanılacak bir zafer var. Bu dünyada hümanizmin pro’su ya da anti’sine yer yok.

Bir kez daha ifade etmeli: Hümanizm ile anti-hümanizm düzleminde algılanan bir dünyanın yanıltıcı ve işlevsiz olduğunu iddia ediyorum. Böyle bir dünya algısının dışına çıkmanın ne derece zor olduğunun farkındayım. Çünkü bu, her gün sunulan ideolojik bir besin. 

Bu nedenle Teori ve Politika sayfalarında hümanist uygar solculuk karşıtı bir yazı, çoğu kimse tarafından gericilik övgüsü olarak anlaşılıyor. Bu nedenle İslam’a dair bir yazı İslamcılık olarak anlaşılıyor. Devrimciliğe dair bir yazı da, katıksız bir şiddet tapıncı olarak… Bu yazılar çoğu kimse tarafından lanetleniyor; buna karşılık, benimseyen azınlığın önemlice bir kısmı ise imgeleminde ancak karikatürize bir versiyonunu tutabiliyor. Vicdani liberalizme karşı bir anti-hümanizm, uygar ilericiliğe karşı orijinal bir gericilik, ve marjinal bir tür İslamcılık görüyor söz konusu kimseler. Yani TvP’nin görüşleri, yine vicdan eksenli bir kalıba sokularak anlaşılıyor! 
Farklı bir bakışı üretmenin, onu kendi başına yaşayabilir kılmanın ne derece zahmetli olduğu ortada. Ama bu zorluğun, zahmetin kendisi bu bakışı üretme ve yaymanın zorunlu olduğunun gerekçesi.

Yazarın Diğer Yazıları

Liberalizmin sefaleti

Aynı kategoriden yazılar