Ana SayfaKürsü“Yaşasın Sağlamcılık!”a Bir Eleştiri:

“Yaşasın Sağlamcılık!”a Bir Eleştiri:

 

Üretim güçleri üzerinden bir sakatlık tartışması

Elif Nur Aybaş

I

Geçen haftalarda bu derginin ‘Güncel Yazılar’ sütununda “Yaşasın Sağlamcılık”[1] başlıklı bir makale yayımlandı. Makalenin sol sapma olarak nitelediği ve liberal bir zemine oturduğunu öne sürdüğü sağlamcılık karşıtlığına yönelttiği eleştirileri, biz burada işimizi kolaylaştırmak için yazının temel izleğini oluşturduğunu düşündüğümüz iki başlık altında toparlayacağız.

Bunlardan birincisi, sağlamcılık karşıtlığının sakatlığı bir kimlik olarak tanımlayıp sakatlığı vücudun herhangi bir özelliği saydığı; onu bütün “toplumsal ve politik yorumlardan azade kılıp” böylece toplumsallığına ve toplumun ilişkiselliğine karşı çıktığı; kişileri kendi yalıtık hücrelerine hapseden hümanist ve liberal bir yaklaşımın toplumun geri kalanından sosyal ve fiziksel düzenlemeler beklemekle kendisiyle çeliştiği iddiasıdır. İkincisi ise sağlamcılık karşıtlığının sakatlığı bir kimlik, bir farklılık olarak almakla hastalıkla sağlığı, sakatlıkla “tam”lığı denk görmesine; böylece bir sistemin işlerliğini sağlayan normları yerle bir eden postmodern mantığa katkı yapıyor oluşuna yöneliktir. Yazar burada “Kanser, sadece başka bir doku şekli ise eğer, onu tedavi etmenin ne lüzumu vardır?” diye soruyor; sağlamcılık karşıtlığını tıbbi müdahale imkanlarını yok sayıyor ve buna yönelik talepleri sağlamcılıkla itham ediyor olmakla suçluyor. Burada, makalenin kendi betimlediği türden bir sağlamcılık karşıtlığıyla ortaklaştığı bir yan var: Her ikisi için de sakatlık sabit, biçimli ve özsel bir varlığa sahip. Sağlamcılık karşıtlığı bunu kimliksel bir betimlemenin merkezine yerleştirir. Yazımıza konu olan makale ise sakatlığın bu biçimde bir kabullenişini reddederek onun normalden bir sapma olduğunu iddia eder, her kimliğin, dolayısıyla normalden sapmış olanların da, toplumsal ilişkiler ağına dahil olduğunu belirtir. Bu noktada normativitenin kendisinin değişime tabi olduğunu hatırlamak gerek. Üretim ilişkileriyle birlikte üretim güçlerini de hesaba katmayan, böylece normativitenin değişkenliğini hesaba katmayan bir analiz telafisi olmayan türden bir apolitizme düşmektedir. “Yaşasın Sağlamcılık” tam da bu durumda.

II

Yukarıda eleştirdiğimiz her iki bakış için de ortak olduğunu düşündüğümüz, sakatlığın sabit bir varlığı olduğu fikrine itirazımızla başlayalım. Önümüzde duran en görünür örnek “engellilik” kavramının doğrudan işe katılımı imliyor oluşudur. Bugün ‘engelli raporları’nda engel ve iş gücüne katılım oranı sıklıkla birbirinin yerine kullanılır. Sakatlık, emek gücüne ve onun örgütlenişine dahil olabilme kapasitesi üzerinden tanımlanmıştır ve bu kavramsallaştırmanın kullanılışı da kapitalizmin yükselişiyle zamansal olarak örtüşmektedir. Burada dilin alanına giren bu türden kavramsal bir analizin meselenin özüne, iş gücüne katılım kapasitesine dair hiçbir şey söylemiyor olduğu gibi çok haklı bir eleştiri yapılacaktır. Bu noktada ise kapitalizmin ihtiyaç duyduğu iş gücünün niteliğine dair bir bahis açmak, böylece bu tartışmayı üretim güçlerini de kapsayacak şekilde genişletmek gerekir. Kapitalizm öncesi ve sırası her türden üretim büyük oranda insanın fiziksel emeğine ve duyularına dayanıyordu. Bugün ise özellikle teknolojinin yükselişiyle birlikte yaşamın başka türden bir akışına, başka türden bir üretim mekanizmasının işlerlik kazandığına ve başka türden bir toplumsallığın şekillendiğine şahit oluyoruz.

Bu fantastik bir bilimkurgunun parçası gibi duran söylemin aslında çok maddi, çok gündelik karşılıkları var. Otuz yıl önce mürekkep baskıya mahkûm bir yazın hayatı bir kör için ancak gören ikinci bir kişi aracılığıyla dolaylı olarak katılabileceği bir alanken artık tek bir bilgisayar bütün yazın hayatını onun tek başına rahatça erişip üretim yapabileceği bir alana dönüştürüyor. Yalnızca beş-on yıldır hayatlarımızda olan navigasyon sistemleri şu an bile bir kör için bağımsız hareket kabiliyetini oldukça artırmışken, bunun birkaç on yıl sonrası için ne kadar büyük vaadleri olabileceğini tahmin etmek zor değil. Geçelim renkleri, yüzleri dahi tanıyıp kimliklendiren uygulamalar var, ki düşünün bir kez, bunların ömrü on yıldan öteye götürülemez. Bugün kullandığımız teknolojiyle duyular arasında geçişler sağlanıyor: 3D gibi teknolojiler görsel veriyi dokunsala, tada, işitmeye yahut tam tersine, ses frekanslarını ışığa dönüştürebiliyor. Artık hayat bilgisayar kodları, algoritmalar üzerinden işler hale geliyor.[2] Burada önemli olan, güncel teknolojinin bir sapma, tarihsel bir istisna değil; insanın alet yapma becerisinin bir uzantısı olduğunu hatırlamak… Güncel teknoloji üretim güçlerinin süregiden gelişiminin bir aşaması sadece.

III

Bu tartışma en büyük teorik dayanağını G. A. Cohen’in üretim güçlerinin önceliği üzerine geliştirdiği tezlerinden alıyor. Cohen iki temel tez öne sürüyor:

“(a) Üretken güçler, tarih boyunca gelişme eğilimindedirler (Gelişme Tezi).

“(b) Bir toplumun üretim ilişkilerinin doğası, o toplumun üretken güçlerinin gelişme düzeyiyle açıklanır (Uygun Öncelik Tezi)”[3]

İkinci tezi, öncelik tezini konuşarak başlayalım. Cohen, tezine en büyük dayanak olarak Marx’ın meşhur “El değirmeni size feodal beyli toplumu, buharlı değirmen ise sınai kapitalistli toplumu verir” sözünü aktarır. Cohen’in demek istediğini, yazısında kurguladığı hikâyeyi kısaca burada da aktararak anlatmaya çalışalım: Çiftçilikle geçinen bir köyde bir gün bir köylü bir ayak değirmeninin sulama imkanlarını geliştireceğini ve böylece daha verimli bir tarımın mümkün olacağını keşfeder. Nihai olarak ayak değirmeni kurulur ancak bu kimsenin gönüllü olacağı bir iş değildir. Değirmenin kura ile çekilecek kişilerce idare edilmesine karar verilir fakat gönüllü yapılan bir iş olmadığı için bir denetim mekanizmasının devreye sokulması gerekir. Böylece çiftçiler, değirmenciler ve denetçilerden oluşan sınıflı bir yapı ortaya çıkmış olur. Hatırlamak gerekir ki bütün bu toplumsal ilişkiler en nihayetinde ayak değirmenine ve onun işleyişine bağlıdır. Cohen’in yürüttüğü bu epeyce uzun tartışmayı burada bırakalım ve bir örnekle yetinelim. Peki, bu, sakatlık üzerine yürüttüğümüz tartışmada bize ne söylemektedir?

Kapitalizm öncesinden bir örnekle anlamaya çalışalım: Homeros bir hikaye anlatıcısı olarak bize henüz yazının kullanılmadığı bir dönemden seslenir. Bu demektir ki hikâye üretimi yazıya değil söze, yani körlüğün herhangi biçimde bir belirleyen olmadığı bir üretim gücüne yaslanır. Nitekim Homeros’un körlüğü ancak tarafsız bir betimlemeden ibarettir, onun hikâye anlatıcılığının yanında küçük bir detaydır ve onun anlatıcılık kapasitesine dair bize bir veri sağlamaz. Bugün Ekşi Sözlük’te küçük bir turla Eşber Yağmurdereli’nin edebi başarısına dair “kör olmasına rağmen” temalı birçok görüş okuyabilirsiniz ancak Homeros hiçbir biçimde bu türden bir yargının nesnesi olmaz. Sözlü anlatımın hakim olduğu bir devirde hikâye anlatıcılığı fazladan bir emeği gerektirsin veya gerçeküstü bir başarıya neden işaret etsin? Engellilik, iş gücüne katılımı imlediği sürece, fiziksel duyuya ve emeğe bağlı üretim güçleri altında bir eksikliktir. Ancak üretim güçleri gelişip de başka türden bir biçim aldığında bu böyle olmayabilir. İşte o zaman gerçekten de sakatlık bir farklılığa dönüşebilir. Burada bize düşen, sakatlığın bir farklılık oluşuna dair algıyı kimlik siyasetinden çekip çıkarmak ve onun üretim güçleriyle ilişkisini kurmaktır. Gerçek bir politika bunu görmek zorundadır ve bunu göremeyen bir devrimcilik hem apolitizme düşecek hem de gerçeklikle bağını kuramamış olacaktır.

IV

Şimdi ilk tezi, gelişme tezini konuşarak devam edelim. Burada Cohen’in bu tez üzerine yürüttüğü tartışmaya girmeyeceğiz ancak şunu söyleyelim: üretim güçlerinin gelişme eğiliminde oluşu tarihsel bir olgudur. Bu çıplak gözle kolaylıkla fark edilebilecek olgunun aksi, “insanların kendi durumlarını iyileştirmelerine olanak tanıyan türde ve derecede zekâya sahip bulundukları” yargısıyla çatışır. Bu tezin bizim tartışmamızda merkezi bir yeri var. Yukarıda bahsi geçtiği gibi, özellikle teknolojinin hayatlarımıza girmesiyle gelişen üretim güçleri, sakatlığın dezavantajlarını ortadan kaldırıyor. Bu da sakatlığın dezavantajlı durumundaki azalma eğiliminin farazi değil tarihsel bir olgu olduğu anlamına geliyor. Bu durumda “sakatlığa karşı tamlık” normativitesi muğlaklaşıyor, buna yaslanan bir siyaset apolitizme, hatta geriye düşüyor. Bir devrimciye düşen üretim ilişkilerini ileriye, üretim güçlerinin gelişimi lehine zorlamaktır ve sakatlığa dair bir politika da tam buraya düşer. Nasıl üretim güçlerindeki her gelişme sakatlığın dezavantajlarını giderek ortadan kaldırıyorsa, sakatların üretime katılımındaki bir gelişme de toplumsal emek kapasitesini doğrudan artıracaktır.

Pek tabii olarak sakatlığa dair bu türden bir kavrayışın teknolojik determinist ve dolayısıyla da insan dışı, apolitik bir çağrışımı olduğu düşüncesi zihinlerimizi meşgul edecektir. O halde bu bölümü Cohen’den yapacağımız şu alıntıyla bitirelim:

“Bu değerlendirme, gerçekte ve Marx’ın kavrayışında, üretken güçlerin gelişmesi ile insan yeteneklerinin çoğalması arasındaki kapsayıcı çakışmayı değerlendirme başarısızlığını sergiler. Güçlerin gelişmesinin esasında insanın emek gücünün bir zenginleşmesi olduğunu fark ettiğimizde, teknoloji üzerine vurgu insan dışı görüntüsünü yitirir. Üretken yetinin gelişmesi, ‘bireylerin öz-faaliyet tarzı’nda bir ilerlemedir. İnsanların gelişmesiyle el ele gider.”

V

Politik iddiası olan devrimciye düşen, her şeyden önce bir politikanın imkanlarını, politik itkileri izleyebilmek. Bugünse devrimciler ne yana baksalar ‘liboşluk’ görüyorlar. Bütün politik kaygıları örten bir liboşluk. Bir şeyin ‘liboşluk’u tespit edildiğinde mesele nihayete erdirilmiş oluyor. Bugün sağlamcılık karşıtlığı olarak isimlendirdiğimiz hareketin istihdama, sosyal hayata ve eğitime katılıma dair çok büyük, çok somut bir politik itkileri var. Siz bu politik itkiyi Marksist bir zemine yerleştiremediğiniz ve tekrar tekrar liberalin liberalliğini tespit etmeye çalıştığınız müddetçe hiçbir yeni söz söylememiş olacaksınız. Sağlamcılık karşıtlığının liberalliğini keşfetmiş olmak ne istihdam problemini çözecek ne başkasını ve karşınıza aldığınız hiçbir yüz size dönmeyecek.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar