Ana SayfaGüncel YazılarHerkes Gelsin ‒Kürtler Hariç!

Herkes Gelsin ‒Kürtler Hariç!

 

Herkes Gelsin ‒Kürtler Hariç!

‘Geri’ sosyalizm mi, ‘ileri’ sosyal demokrasi mi?

Türkiye sol hareketinin bir ana bölmesinin vasatının ne kadar gerilediğinin açık göstergesi mahiyetinde iki çağrı metni dolaştı geçtiğimiz haftalarda. Gerilemenin mutlak olmak yanında göreli de olduğunu, kimilerimizin soldan saymadığı CHP’li iki milletvekilinin imzasıyla geçen aylarda yayınlanan bildiriyle karşılaştırdığımızda açıklıkla görüyoruz.

Ayrım, Kürt meselesinde kör kör parmağım gözüne dercesine görünür oluyor. Sosyalist kesimlere ait iki metinde Kürtlerden, ya “kardeşlik” gibi günümüz Türkiyesinde artık ne idüğü belirsiz bir terimle söz ediliyor ya da hiç söz edilmiyor. Ama CHP’lilerin metninde şöyle net ve kategorik ifadeye kavuşuyor konu: “Kürt meselesinde, demokratik siyaset alanını genişleterek kalıcı toplumsal barışı sağlamakta kararlı sosyal demokrat bir çözüm çerçevesi ortaya konulmalı”dır.

Çağrılardan biri olan “Memleket Biziz”, daha çok Halkevleri civarında organize olan sosyalistlerin inisiyatifiyle 13 Mart’ta ortaya çıktı.1 Bu çağrıyı yapanlar bir kurultay düzenlemeyi öngörüyor.
“Gel Kardeşim”, anlaşıldığı kadarıyla HTKP’nin arayışları sonucu Türkiye İşçi Partisi adında bir parti kurmayı programlayan sosyalistlerin 23 Mart’taki çağrı metniydi.2
“Gelecek İçin Biz” ise, CHP milletvekilleri Selin Sayek Böke ile İlhan Cihaner imzasıyla partilerinin genel kurulu öncesi 26 Ocak’ta yayınlandı.3

Devrimi hedefleyen ve sosyalist olma iddiasındaki özneler açısından son derece geri ve titrek hedefler belirleyen iki metne karşılık, CHP’li iki milletvekilinin kamuoyuna sunduğu Gelecek İçin Biz bildirgesi, soyut bakımdan değil, ama somut eğrisi, açıklık ve netliği bakımından sosyalistleri geride bırakıyor. Sosyalistler gerilerken, sosyal demokratlar ilerliyor! Sosyalistlerin mevzilendiği yer, sosyal demokratların ivmeyle ilerlediği hedefin gerisinde. Sosyalistlerde olmayan tutku ve hedefe sabitlenme sosyal demokratlarda var; sosyalistlerde olmayan açıklık ve berraklık sosyal demokratlarda var. Sosyalistler toplumsal/kültürel alana gerilerken, iki sosyal demokrat cesaretle politik alanı işaret ediyor.

 

Tayyip Erdoğan ve CHP ile PKK

Kürdistan Hareketi, bütün ülkeyi günlük yaşamın detaylarından devletin yüksek katlarına kadar çok yönlü bir şekilde etkilemeyi sürdürüyor. Sol hareket, Kürdistan Hareketiyle bu anlamda çelişkili ve çatışkılı bir ilişki yürütüyor. Kürdistan Hareketi, sol hareketin “bağımsız alanını” kendi isteği hilafına şekillendirirken, aynı zamanda devletin tutum ve davranışlarını değiştirmek suretiyle de sol hareketin alanının darlaşıp genişlemesine yol açıyor.

Türkiye’de Kemalistlerle Tayyip Erdoğan’da simgelenen kesimin mücadelesinin özellikle 2019’daki seçim bakımından bir kez daha Kürtler’e ilişkin düğümlendiği görülüyor. Tayyip Erdoğan, Kürtler’i kaybetmeyi göze alan bir taktik uyguluyor. İçerideki ve dışarıdaki “Kürtlere karşı vatan savaşı” esprisiyle geniş kesimleri ardına almakla kalmıyor, Kemalistleri de kıskıvrak yakalıyor ve dar bir alana itiyor. Karşı tarafın yumuşak karnının Kürtler konusu olduğunu gayet iyi biliyor ve deyim yerindeyse boş bir alanda serbestçe konuşuyor. CHP’nin Kürt Hareketiyle ve Kürt sorunuyla ilgili az ya da yetersiz ama yine de “demokratik” denebilecek bir pozisyona hiçbir zaman gelemeyeceği güveniyle hareket ediyor.

CHP yönetimi, Tayyip Erdoğan’a özgü olmayan ama şu dönemlerde onun marifetiyle yürütülen Kürtlerle bir arada görünmeme politikasının yürütücüsü değil sadece yürütüleni konumunda. Kürtlerle herhangi bir yakınlığın, ardına tedirginlikle toplanmış kalabalığı ürküteceğinden korkuyor. Bu korku elbette yersiz değil. Ama Abdüllatif Şener gibi bir politikacının bile gördüğünü görememektir sorun:

“Türkiye’de siyasetin paradigmasını Erdoğan çiziyor. Öyle bir çerçeve çiziyor ki, o sınırların dışına taşmak doğruyu inkâr etmek anlamına veya doğrudan sapmak anlamına geliyor. Bunun en tipik örneği HDP’ye bakış tarzıdır. HDP’nin ‘sakıncalı’ algılanması doğrudan Erdoğan’ın tuzağıdır, bu tuzağa düşmemek lazım.”4

*

Sol hareketin ülke sathına yayıldığı 1960’ların sonlarında, salt CHP değil, sosyalist ve devrimci solun önemli kesimleri, ittifak arayışı ve beklentisinde oldukları bazı Kemalistleri ürkütmemek için Kürt sorununu telaffuz etmekten uzak duruyordu. Solun bu hikâyesi yarım yüzyıl sonra hâlâ sürüyor.

Bugün sol hareketin ezici çoğunluğu Tayyip Erdoğan’a karşı mücadeleyi öne alıyor. Bunların önemli bir kısmı –yukarıda anılan hikâyeyi bitirmiş olarak– HDP’de yer alıyor ya da Kürt Hareketiyle birlikte hareket ediyor. Türkiye sol hareketinin başlıca bir kanalı ise CHP’nin civarında yer alıyor. CHP’yle içli-dışlı olanların yanında, CHP’den öteden beri ayrı duran ama bu partiye paralel bir mesafeyi hep koruyan bir sosyalistler kesimidir bu. Gel Kardeşim çağrıcılarının bunlardan olduğu söylenebilir. CHP’yle aynı öğretiyi benimsemezler, ama aynı toplumsal kesimlerde, aynı dünya görüşünde ve yaşam tarzındadırlar. Ve solun Kürt hikâyesi sürüyor.

“Gel Kardeşim” –Sen değil Kürt kardeşim!

Gel Kardeşim metni, 1970’lerin bir şarkısından aldığı adıyla, Kürtlerin olmadığı bir ülkeye sesleniyor. “Gel”mesi istenen kardeşler arasında ‘Kürt’ adını taşıyanları arayanlar boşa çaba harcayacaktır.

Kardeş olmaktan daha mı beri kabul ediyorlar, yoksa uzak dursun daha iyi mi diyor Gel Kardeşim diyenler? ‘Kürt kardeşler’in olmadığı ama ölümlerin, zulümlerin bolca yer aldığı bir çağrı metninin Kürtsüz bir coğrafyada yazıldığı belli. Pahalı tatilden şikâyet ediyor ama ‘Kürt kardeşler’inin tatil beldelerinde kendisine hizmet ederken dilini konuşamamasından söz etmiyor.

Bu çağrı, alın terini seven ama kandan iğrenen bir dünyanın çağrısı.

Bu çağrı, “Üç yanı deniz ve dört yanı işçi mezarlarıyla çevrili bir memleket”ten söz ediyor, ama deniz olmayan yanda yaşayan ‘Kürt kardeşler’in talan edilen mezarlarından söz etmeyi divana bırakıyor. Herhalde, ayaklanan işçilerin polis kurşunlarıyla öldürüldüğü Patagonya’dan bahsediyor Gel Kardeşim.

Gel Kardeşim; tipik bir orta sınıf metni. Şu günlerde tatil rezervasyonlarıyla uğraşan, çocuğunu okutan, zevklerini yaşamayı isteyen, yaşanılası kentlere özlem duyan birileri kaleme almış metni; çağrısı da kendi gibilere…

Buna karşın, Gel Kardeşim, “ölüm, keder ve acı hep bizim payımıza düşüyor usta” diyen arabesk tınılı bir nostaljik göndermeyi ihmal etmiyor. Böyleyse eğer, ‘Kürt kardeşler’in yanık uzun havalarına gün doğmuş demektir. Ölüm, keder ve acı biraz da onların payına düşüyor değil mi?

Gel Kardeşim’in Kürt sorununu kafasında çözdüğünü ve Kürtleri ilgiye bile gerek duymayarak kendi kaderleriyle baş başa bıraktığını anlıyoruz. Kendi kaderini tayin hakkını tanımanın bir yolu da bu olmasın!

Bütün bunlara karşın, sahiplerinin, çağrının “milliyetçi söylemlerle Kürtlerden tamamen kopmak için kullanılacağı” şeklinde yorumlanması seçeneğini tartışmaya gerek bile görmediğini okuyoruz.5

Gel Kardeşim metni, bir politik partiye değil de toplumsal/kültürel kampanyaya çağrı yapıyor.

“Memleket Biziz” ‒ama Kürtsüz!

28 Şubat günlerinin “Bu memleket bizim” kampanyasına göre epistemolojik bir ilerlemenin görüldüğü ve memleketle sahipliği aşan bir ilişki kurulduğu Memleket Biziz’in memleketlileri şunlar:

Kadınlar, işçiler, gençler, LGBTİ’ler, Aleviler, bilim insanları, sanatçılar, gazeteciler, hukukçular; barış ve yaşam savunucuları; susturulamayanlar, itaat etmeyenler.” Bu kadar!

Kürtlere kendi kaderini tayin hakkının burada da tanındığını görüyoruz!

Kürtleri, zaten bir temsilcileri olduğu için, yani ‘elde var bir’ oldukları için mi saymıyorlar dersiniz? Öyle olsa, çağrı metninde bunun belirtilmesi gerekmez miydi? Çağrıcılar, kendilerini gereksiz bir töhmetin altına neden bıraksınlardı?

Bu türden her çağrı, dört başı mamur bir program olmasa da, temel konularda programatik bir temaya sahip olmalıdır. Bu türden bir çağrı, ülkenin en büyük muhalefet hareketine ilişkin konumunu açıkça belirtmelidir. Kürdistan Hareketinden uzak mı durulmak isteniyor, Kürtlerin gölge etmemeleri mi isteniyor; yoksa bu hareketle ilerideki uygun zamanda bir bağlaşma mı hedefleniyor çağrının kamuoyuna kapalı gizli pasajlarında?

Söz ettikleri kadar etmedikleri de gayet derin anlamlara sahip ve nitekim, birçok başlığa ilişkin hedef tayini yapıldığını görüyoruz.

Memleket Biziz’de emek, beden, doğa, kültür ve sanata yönelik saldırılar sıralanıyor. Kürtlerin bu sayılanlar arasında zaten olduğunu mu varsaymamız bekleniyor, yoksa düpedüz sayılmıyor mu Kürtler? Hedef olarak eşitlik, özgürlük, barış, kardeşlik, laiklik, kadın özgürlüğü ve yurtseverlik ilkeleri konuyor. “Kardeşliğin”, “Kürt ve bütün halkların kardeşliği” olduğu belirtilerek soruna duyarsız olunmadığı mı ilan edilmiş oluyor? Kürtlerin bütün halklardan bir halk olduğu söyleniyor işte; daha ne olsun!

Bu çağrı metnini imzalayanlar arasında herhangi bir programatik amaç doğrultusunda hareket ettiği söylenemeyecek ‘bağımsız bireyler’ var ve bu kimseleri, örgütlü hareket edenlerden dikkatle ayırmak gerekiyor. Bireylerin birçoğu, örgütlü olanlardan farklı olarak bir gerilemeyi tescil etmiyor, aksine ilerliyorlar bu metne imza atarak.

Kürtler neden yok?

CHP açısından çok önemli gördüğümüz ‒ama elbette bazı sosyalistlerin yaptığı gibi desteklemek anlamına gelmeyecek‒ ve içinde debelendiği çukurdan çıkmasına bir yol açabilecek Adalet Yürüyüşü sırasında, CHP’lilerin Kürt politikacılara, yumuşak bir dille, yanlarında görünmelerinin hoş olmayacağını telkin ettiği söylendi. Gerçek olup olmadığını bilemeyeceğimiz ama CHP’nin gerçek politikasına gayet uygun olduğunu gördüğümüz bu anlatının sosyalist saflarda da ne ölçüde yerleşik olduğunu saptamaya bir kez daha olanak verdi söz konusu iki çağrı metni.

Kürtlerden söz edilmemesi, Kürt meselesine nasıl yaklaşıldığına, Kürdistan Hareketi gibi en büyük ve gerçek muhalefet hareketine karşı nasıl bir konum alındığına ilişkin herhangi bir açıklığın olmaması, Kürtlerin hakkı teslim edildiği için midir? Bu, herhalde bönlerin kabul edeceği bir açıklama olur.

Şu açıkça ortaya konmalıdır; Kürtlerden CHP neden söz etmiyorsa, Kılıçdaroğlu neden korkuyorsa Kürtleri ağzına almaktan, bu iki metin de aynı sebepten söz etmiyor.

Böylece iki çağrı metni, toplumun hangi tarafına seslendiğini, duyarlıklarının ne olduğunu açıklamış oluyor. Bu yer, kuşkusuz, CHP’ye oy veren milyonların olduğu yerdir. Bu dünyada arıyorlar olanaklarını, geleceklerini ve ötesini…

“CHP ve HDP dışı”, ‘Sadece HDP dışı’ demektir

Bilinen Kürt hikâyesini ÖDP’liler de sürdürüyor:

CHP ve HDP’nin dışında güçlü bir sol hareket, onları da belli pozisyonlara zorlayacak, birlikte ortak hareket edecekleri bir zemini oluşturacak, dışarıdan zorlayacak, demokratik bir devlet biçiminin gereklerini gündeme getirecek, bir parlamento dışı muhalefete ihtiyaç var.”6
Çare CHP ve HDP dışında kalan, onların kapsayamadığı geniş toplumsal muhalefetin birleşik gücünde, bu gücün bir alternatif toplumsal-siyasal bir güç olarak örgütlenerek kendisini ortaya koymasında…”7

Bu iki partinin dışında “geniş toplumsal muhalefet” mi var ve bu iki partinin dışında “güçlü bir sol hareket” ortaya çıkabilir mi hakikaten? CHP ile HDP’nin dışında “geniş” olması bir yana, anlamlı boyutta bile bir muhalefet hareketinden söz etmek mümkün değil bugünün Türkiyesinde.

Bazı sosyalistlerin birtakım hülyaları olabilir, ama aynı sosyalistlerin gerçek yaşamda arayışlarının hiç de CHP veya HDP dışında olduğu gözlenmiyor. Sosyalistler, HDP’yle anılmamak, CHP’yi ya da CHP’lileri ikna etmek istiyor. Ama dinamik tersine işliyor ve öyle görünüyor, tersine işleyecek.

Bu türden sosyalistlerin kendi başlarına, HDP’ye yakın durma ihtimali bulunmuyor. Onların, konumunu, CHP ya da çok iyi bir örnek olarak Gezi Ayaklanması kitlesine göre ayarladığı söylenebilir. Gezi Ayaklanması kitlesi neredeyse buhar oldu; varlığı duyuluyor ama elle tutulamıyor. Yani şu konjonktürde ihmal edilebilir.

Öteki olasılık, CHP’nin Abdüllatif Şener’in vurguladığı döngüden çıkmasıyla devreye girebilir. Çok düşük de olsa böyle bir olasılığı iptal edemeyiz. CHP’nin tarihinde böyle bir örnek var. Tarihsel bakımdan, 1970’lerde Bülent Ecevit’inkine benzer bir huruç harekâtı, CHP’nin önündeki zorunlu seçeneklerden biri olabilir. Bunun Kürt sorununa ilişkin olması olasılık dahilindedir.

CHP’nin içinde bulunduğu açmaz, bu partiyi, çağrıcı sosyalistlerden daha atak olmaya zorlayabilir. Sosyalistler, CHP’li geniş kitleleri ürkütmemek için Kürtleri görmezden gelirken CHP’nin kendilerini ‘solladığını’ şaşkınlıkla izleyebilir. Söz konusu sosyalist kesimler işte ancak o zaman ‘Kürt kardeşler’iyle birlikte davranabilecektir.

Yoksa, bitmek bilmez aranışlarında bu sosyalistlerin ne bugün ne de gelecek bakımından herhangi bir şansları bulunuyor.

Kürtlerden uzak durmanın politik olanağı

Kürtlerden uzakta durmanın politik yararı olabilir mi? Her şeye karşın soyut olarak, bir politik öznenin, kısa erimde Kürtlerden uzakta durarak Türk halk kitlelerinin anlamlı bir kesimini kazanması ve bu haliyle devlete karşı mücadele yürütmesi olasılığı reddedilemez. Bu politik yolun Kürdistan Hareketi için de yararı olacağı açıktır. Fakat, böyle bir politik alan açmak için kırk yıldır uğraşan birçok politik öznenin kayda değer hiçbir adım atamadığını görüyoruz. Üstelik, reformcusu ve devrimcisiyle, bu politik öznelerin herhalde tamamı, Kürtlerden uzak durarak alan açmayı bir taktik değil deyim yerindeyse strateji düzeyinde uyguladı ve tamamen başarısız oldu.

O günün daha gelmediği ve gelecekte olduğunu ileri sürmek her zaman mümkün ve bu yolu kapatan bir engel de yok! Geçmişten yola çıkarak geleceğe ilişkin öngörüler yapıyoruz ve yanıltacak bir devrimci atılıma helal olsun!

Yarım yüzyılı aşkındır Kürt sorunu ve Kürdistan Hareketi, bu ülkede görmezden gelinebilecek, uzak durulabilecek, tavırsız ve tutumsuz kalınabilecek bir olgu olmaktan çıkmıştır. Kürtlere sırtımızı dönerek kazanabileceğimiz, sosyalistleştirebileceğimiz işçi yok ve olamaz, kadın yok ve olamaz, genç yok ve olamaz, Alevi yok ve olamaz. Böyle bir sosyalizm yok ve olamaz.

Bırakalım devrimcilikten tamamen uzak kesimlerin handikapını; DHKP-C gibi bir akım bile Kürtlerden uzak ama devrimci kalmayı ancak koyu gölgeli, derin ve dar koyaklara çekilerek ve küçülerek sağlayabiliyor.

Türk evreninin şovenist laneti altında kalınacağına, Kürt sorununun ve Kürdistan Hareketinin devrimci ağırlığı altında ezilmek evladır. Devlet şovenizminin ağır etkisindeki Türk halk kitlelerinin modernist kesimleriyle uzlaşarak, onları ürkütmeyerek, onların gönlünü hoş tutarak gidilebilecek sosyalist bir yol yoktur. Sosyal(ist) şovenizm yeğlenmiyorsa…

Ya da, yasal ya da meşru terimlerini izlemeyi tercih ediyorsanız, CHP ve HDP’den ayrı bir ‘ülkesel ölçek’te alan yok şu dönemde. Ya birinin civarındasınız ya ötekinin…

Ya eleştirerek de olsa biriyle ilerlersiniz ya ötekiyle…

9 Nisan 2018

1  http://www.memleketbiziz.org/

2  http://m.ilerihaber.org/icerik/turkiye-isci-partisi-geliyor-83305.html#

3  https://www.gelecekicin.biz/

4  http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/953807/Abdullatif_Sener__Gul_un_adayligi_Erdogan_a_yarar.html) 04 Nisan 2018, Cumhuriyet

5  Metin Çulhaoğlu’nun yazısı. http://ilerihaber.org/yazar/tip-adi-uzerine-83423.html

6  Galip Yalman’ın sözleri, Birgün, 23 Kasım 2015. (https://www.birgun.net/haber-detay/chp-ve-hdp-disinda-guclu-bir-muhalefet-gerekiyor-95814.html)

7  Oğuzhan Müftüoğlu, Birgün, 31 Aralık 2017. (https://www.birgun.net/haber-detay/imkansizi-iste-gercekci-ol-197972.html)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar