Ana SayfaGüncel YazılarCumhuriyetçi Sol: Tahayyül, gerçeklik ve olasılık olarak

Cumhuriyetçi Sol: Tahayyül, gerçeklik ve olasılık olarak

Türkiye Devleti varlık-yokluk sınırına hiç bu denli kesin bir çizgide yaklaşmamıştı; her yeni hamle çıkış imkanı yaratmak yerine yeni açmazları beraberinde getiriyor. Siyaset bu noktada kesin bir düğümlenme yaşıyor. Tercih edilen yol, “siyasala karar verici olarak egemen”in (C. Schmitt) öne alınmasıdır. Bu bağlamda, egemenin, egemen olma konumunu yapısal nedenlerle bir türlü yeteri kadar dolduramaması ayrı meseledir.

Tarihsel olarak belirmiş iki egemen gerici klik arasındaki itiş-kakış devam ediyor. Evet, Tayyip Erdoğan, “Kurumsal Kemalizm”e hakimiyette öncüllerinin hayal bile edemediği bir noktada; ancak eksilmiş bir devleti elde tutmak için ödenecek bedellerin de sınırı yok. Kurumsal Kemalizmin kökleri itibariyle vereceği fazla, şimdi olmasa bile, Erdoğan’ı yerinde huzursuz kılmaya yetiyor. Öte yandan “İdeolojik Kemalizm” artık devlet katında bir rakip olmaktan uzak.

Hiçbir devlet, devlet olmaklığının göstergesi olan şiddet kurumlarının boğazlaştığı bir aralığı yaşanmamış varsayamaz. Bu nedenle, “toplumsala egemenlik” türlü araçlarla sürdürülebilir olmakla birlikte, her türlü çatışma dinamiğinin kurumsal alanda aktüelleşmesine karşı teyakkuz hali süreklileştiriliyor. Ortaya saçılanların toplamından, lime lime bir devlet tablosu çıkıyor.

Ezilenlerin devrimci politikası perspektifinden, belirsizliğin, en azından öngörülebilir bir süre boyunca, ezenlerin egemenliğinin onaylanmış ve istikrar kazanmış haline yeğleneceği kesin. Ne yazık ki bu belirsizlik koşulları, ezilenler cenahında devletin sınırlandırılmasına yol açacak politikaları değil, burjuva demokrasisi standartlarına uygun bir devletin geniş “koruyucu” şemsiyesi altında yaşama arayışını öne çıkarıyor.

Genel tablonun bu biçimi Türkiye tarafı için geçerli; Kürdistan bambaşka bir politik zamansallık içinde. Bu, birbirine etkide bulunmayan bir farklılık değil; iki tarafın birbiriyle çok yönlü etkileşimi tartışılmaz. Tarihsel özgülleşme ile politik öznelliğin ezilenler tarafında tekabüliyeti olarak Kürdistan Hareketi için bu koşullar en azından taktik yönelimlere kesin etkilerde bulunuyor. Bu nedenle Türkiye tarafında ezilenler lehine oluşacak politik koşulların ve bunu değerlendirebilecek pratiklerin, öznel olamadığında bile nesnel olarak Kürdistan’da etkileri olacaktır; tıpkı orada olanların, halihazırda buraya etkilerinin olduğu gibi. Yine de biz bu etkilerin, mevcut pratik karşılıklarını ve yegane ayarlayıcı devrimci öznelliği barındırmasını gözetmekle birlikte, belirgin ölçek farkını tanıyoruz. Bu fark dolayısıyla Kürdistan Hareketi’nin Türkiye tarafında izlediği politikalar da aktüel ve olası ittifak biçimleri haricinde paranteze alınacaktır.

Türkiye’de siyasal dağılım kadim iki gerici kliğin hegemonyası altında devam ediyor. 1960’lı yıllarda Doğan Avcıoğlu ile İdris Küçükömer arasında yaşanan tartışmanın bugünlerde Doğan Avcıoğlu’nun tezleri lehine sonuçlandığı ileri sürülüyor. Bu, Kemalist projenin mevcut dağılımda muhalefet alanındaki etkileri ve ideo-politik nüfuzu açısından önemsememiz gereken bir konu.

1980’li yıllardan itibaren Kemalizmin derinleşen krizi, kurucu temelin reaksiyoner milliyetçilik ve Aydınlanmacı/Batıcı modernleşmecilik başlıklarında izlenebiliyordu. Ulus-devlet, Kürdistan sınırına takılmış ve sürekli bir gerilemeyle devletin temel niteliklerini tartışmaya açmışken, muhafazakâr gerici kliğin “İslamcı” bir yoğunlaşmadan faydalanarak toplumsal karşılıklarını devlet sahasına taşıması sürdürülemezlik etkisini doğuruyordu. Bu durum, özellikle liberalizmin yükselişiyle birlikte İdris Küçükömer’in tezi lehine bir atmosferi de beraberinde getirmişti. Kemalizm, devrimci politika aracılığıyla pratik bir eleştirinin konusu olurken, gerici klikler arasındaki çatışmada da konum kaybediyor, adeta kurumsal alandaki ordu-yargı sınırına çekiliyordu. Türkiye Devleti mevcut yapısını sürdüremez bir hatta girmiş, toplumsal alanda nüfuzu aşınmış, zorunlu bir restorasyon rotasına yönelmişti.

2000’den sonraki süreçte dünyasal etkinin de rüzgârını arkasına alarak güçlenen taraf, bu liberal tezin desteğini aldı. Kadim gerici kliklerden muhafazakâr modernleşmeciler, boşlukları doldurarak güç kazanmaya başladı. Özcesi Kemalist, Aydınlanmacı/Batıcı “otoriter” modernleşmenin sorunlar üreterek tıkanmasıyla yerini devletin demokratikleştirilmesi için “uluslararası sistemle uyumlu”, otantik, yerli burjuva modernleşmesinin aldığı iddia ediliyordu. “Tepeden inmeci” modernleşmenin yerini “aşağıdan”, sivil toplum ve cemaatler aracılığıyla burjuva modernleşmesinin aldığı ileri sürülüyor; eş anlamda demokrasinin taşıyıcısı olarak muhafazakâr-dindar kesimleri temsil ettiği varsayılan AKP öne çıkarılıyordu. Devlet katında derinleşen çatışmayla geçen sürecin sonunda şimdilerde Erdoğan’ın devletin diktatoryal yapısını fiilen işletirken bunu hukuki olarak da inşa etmeye dönük pratiğiyle bu makasın da kapandığı söyleniyor.

Bu denklem, tüm politik olasılıkların, tarihsel ilerlemeciliğin iki tarzının taşıyıcısı olduğu varsayılan iki egemen kliğin saflarında toplandığı modellere işaret ediyor. Ezilenlere herhangi bir politik varlık tanımayan bu tasnif, onları, ezen siyaseti altında güdülecek ya da dayanılacak yığınlar olarak ele alır.

Dikine yapılan ayrımda mesele, hangi gerici kliğin tarihsel ilerlemenin taşıyıcısı olduğuna karar vermektir. Bu ise belirli bir kitle tipi ve öncelikler sıralamasını da beraberinde getirir. Adeta “maymun tuzağı” işletiliyor. Çok arzuladığı, avcunun içinde tuttuğu ama elini onu tutarken delikten çıkaramadığı için bir türlü midesine indiremediği, elini bırakıp oradan da uzaklaşamadığı sulu meyveye yapışmış maymun misali, demokrasi ve ilerlemeye ya da arzulanan ne ise ona sarılınıyor. Bir kere tuzağa yakalandıktan sonra artık devlet tarafından olgun bir meyve gibi toplanmanın yolu açılmış oluyor. Burada mesele, tuzaktan kurtulmak için zaten yemeye olanağın olmadığı meyveyi bırakabilecekken arzuya yenilerek adeta felç olma durumudur. Türkiye Devleti uzun bir aralığı bu tabiiyet biçimini işleterek geçirdi.

Ne olursa olsun, bugüne gelindiğinde, söz konusu modellerin ikisinin de güçlü bir aşınma yaşadığını saptayabiliriz. İdeo-politik etkileri varlığını sürdürüyor, ama ikisinin de sınırlarına ulaştığı ve iddialarının bayatladığı görülüyor.

Buna karşın, muhalefet bakımından ağır ve eski bir sorun varlığını koruyor. Bugün Türkiye tarafında muhalefet alanını dolduran eğilim, iktidardan düşmüş gerici kliğin ideo-politik nüfuzu altında sıralanıyor. Herhangi bir ideo-politik konum ancak konjonktürde oynadığı roller ya da tekabül ettiği pratikler toplamıyla değerlendirilir. Bu bağlamda, muhalefetin farklı biçimlerini barındıran alan kimi ayrıştırmalar yapmaya izin veriyor.

Tayyip Erdoğan’la özdeş devlete muhalefet heterojen niteliktedir. Kürdistan Hareketi’nin devrimci muhalefetini paranteze alırsak kalan yekûnun önemli bir kısmı devletsiz devletçilikle malul. Buradaki başat ideolojik pozisyonu Kemalizm teşkil ediyor. Kurucu ideoloji olarak Kemalizm farklı eğilimler barındırıyor. Bunlar arasında birine, muhalefet olarak öne çıkan solcu kitlelerin ideo-politik eğilimlerini kapsayan, kimi öznelerce taşınmasına rağmen özneleri aşan niteliğiyle, “Cumhuriyetçi Sol” diyeceğiz. Çeşitli yazarlarca kullanılan bu terimin, sol hareketin başat bir eğilimini ifade etmesi bakımından işlevli olduğunu kabul ediyoruz.

Kemalizm, tarihi boyunca ikinci defa belirgin biçimde sola çekilerek kurumsal devlet eleştirisine ve demokratik muhalefetin genel ideolojisi görünümüne büründü. Bu dönüşüm açıkça bir itmeyle oluşmuş olsa da, Kemalizm kolayca kabul edildiği bir alana düşmüştür.

Kesişen yollar öncesi

Kemalizm baştan itibaren bir devlet ideolojisi olarak inşa edilmiştir. Devlet sahasından dışlandığı hallerde dahi bu özelliğinden hiçbir şey kaybetmez.

Devlet sahasında, kurumsal olarak oluşturulmuş ideolojiler, doğal olarak, devletin hakimiyet biçimlerine göre düzenlenir ve Kemalizm özellikle kurumsal işleyişiyle bir dizi yerleşik nitelik kazanmıştır. Öyle ki bugün ideolojik Kemalizme mesafeli duran Tayyip Erdoğan kliği kritik eşiklerde devletle özdeşliğini işaret etmek için Kemalizmi çağırmakta, onun yerleşik simgelerini öne sürmektedir.

“Cumhuriyetçi Sol” olarak ifade ettiğimiz eğilim, kökleri de mevcut olmakla birlikte, bugün devlet sahasından dışarı atılmasıyla Kemalizmin aldığı özel bir ideo-politik tarzdır; Kemalizmin muhalefet ideolojisi halinde yeniden düzenlenme sürecinde sosyalizan ve liberal ideolojilerle eklemlenmiş halidir.

Türkiye tarihi boyunca sol hareketin, devlet olarak pratiklerini “tarihsel ilerleme” olarak desteklemek de dahil olmak üzere Kemalizmin alt alanında bir dizi bulunma biçimi mevcuttur. Ancak tarihsel anlamda özellikle 1960’lı yıllara eş koşulabilecek bir örtüşmeye bugün tekrar şahit oluyoruz. Şüphesiz birbirinden farklı tarihsel koşullarda, ama solun ana damarının da kendi doğal evinde olmak gibi rahat bir pozisyon almasıyla birlikte… Bunun iticisi Tayyip Erdoğan’ın fiili varlığı olmakla birlikte, bu itime ihtiyaç duymayan solun önemli bir kesiminin geçici bir ara aşamada farklı politik etkilerin itmesi ve çekmesiyle uzaklaştıkları baba evine bu uzaklaşma dönemini telafi edercesine geri dönüşü tespit edilebilir.

TKP’nin, 1930’lu yılların başında, Komintern’in “üçüncü dönem” çizgisiyle paralel Kemalizm eleştirisi (Hikmet Kıvılcımlı’nın Yol çalışması bu döneme tekabül eder) dışında Kemalist devletin politikalarını destekleyici bir pozisyon aldığı, en iyi ihtimalle reformist bir çizgi izlediği biliniyor. Bu, Kemalistler tarafından karşılıksız bırakılmış, hatta her fırsatta tepesine binilip ezilmiş bir sempati olsa da köklü bir ideo-politik eğilimin sonucudur. TKP, Kemalist burjuva devrimini sadece teorik/ideolojik olarak değil kendi sınırları içinde politik olarak da desteklemiştir.

1960’lı yılların ortalarına doğru oluşan ve 1968’de kitlesel bir karakter kazanan durum ise önemli özgüllükler taşır. Kemalizm, kurumsal hakimiyetini sürdürmekle birlikte 27 Mayıs Darbesi’yle yenilenen koşullara göre düzenlenmiş, ancak devlet katından topluma nüfuz etme gücünde ideolojik bir aşınma yaşamıştı. 1950’lerdeki Demokrat Parti dönemi ve 1960’ların ikinci yarısındaki Adalet Partisi dönemi gerici klikler arasında yaşanan çatışmalarda Kemalist klik aleyhine dinamikleri açığa çıkarmıştır. Kurumsal Kemalizmin kitlesel bir destek arayışı ile düzenlenmesi de bu aralıkta gündeme gelir. Sosyalizmin nüfuzu altında dünyasal çapta yükselen devrimci dalganın anti-emperyalist, ulusal kurtuluşçu etkisi koşullarında, Kemalizm, devletin dışına çıktığında sol bir ideolojik ortama dahil olmuş ve burada ‒elbette ülkesel ölçekte‒ ikincil bir nüfuz alanı oluşturmuştur.

Bu dönemde ortaya çıkan “Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz sınırların olmadığı”, “ikinci Milli Kurtuluş Savaşı” yürütülmesi gerektiği gibi yaklaşımlarla esas olarak Kemalist burjuva devriminin “yarım kalmışlığı”nın anti-emperyalist bir devrimle tamamlanması ve cumhuriyetin kazanımlarını ilerleterek sosyalizme ulaşılması öngörülüyordu. Buna göre, 1950’de bir “karşı-devrim” yaşanmış ve emperyalizme teslim olunurken cumhuriyet devrimlerinden geri adım atılmıştı. Öncelikli görev, Kemalizmin Aydınlanmacı modernleşmesine bağlı tarihsel ilerlemenin tamamlanması ve oradan sosyalizme ulaşmaktı.

Kemalizm devlet sahasından çıktığında adeta çıplak kalıyor ve üzerine başka bir örtü bürünmek zorunda kalıyor. 1960’lı yıllarda Marksizmin ideolojide ve politikada dünyasal etkisine karşın, Türkiye’de böyle bir tarihsel çizgiye sahip olan solun Kemalizmin bir tarzının nüfuzunda boy vermesi şaşırtıcı değildir.

1971 devrimciliği politik devrimci kopuşuna rağmen Kemalizmin ideolojik nüfuzunu kıramamış, onun sol bir yorumunu sahiplenmiştir. İbrahim Kaypakkaya’da özgülleşen komünist devrimcilik bu kopuş içinde Marksist politik kopuşu gerçekleştirerek Kemalizmle ve onun sol yorumlarıyla araya kategorik bir engel koymuştur.

Politik koşullara bağlı olarak, sol ile Kemalizm arasındaki açı daralıp genişleyen bir ritim izlemiştir. 1970’lerin sonlarına doğru, Kemalizm eleştirisi solun önemli kesiminde genel bir hal almış, özellikle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Kürdistan Hareketi’nin fiili varlığının nesnel ve öznel etkisi Kemalizmle mesafelenmede etkili olmuştur. Solun ideo-politik olarak Kemalizme yakınlığına kaynaklık eden teorik yaklaşımlar bir şekilde muhafaza edilirken, Kemalizm eleştirisinin öne çıkmasıyla, belirlenen niteliklerin Kemalizmde bulunmadığı üzerinden bir yaklaşım oluşturulmaya başlanmıştır.

Yaşadığımız konjonktürde solun üzerinde Kemalizmin nüfuzu adeta doğum lekesi gibi duruyor. Kemalizm bu noktada daha esnek bir forma sahiptir; daha önce dünyasal koşulların etkileri ile girdiği alaşım, bugünün şartlarında sola yönelik bir başka nüfuz etmeni olan liberalizmi de kapsayarak genişliyor.

Bu genel özet, Kemalizmin karakterinin ötesinde, Cumhuriyetçi Solun bulunduğu ideo-politik alan için önemlidir. Kemalizm ideolojik olarak olmasa da politik olarak heterojen bir yapı arz ediyor. Bir yanı, her şeyiyle Kurumsal Kemalizme bağlanan ve onun teslim olduğu yere teslim olmakta tereddüt etmeyenler oluştururken, diğer yanı, Kurumsal Kemalizmin aşınmasını içeriden engellemeye çalışanlar oluşturuyor. Cumhuriyetçi Sol bu tablo içinde sınırlı bir politik varlık ve yoğun bir ideolojik etki taşıyor. Öyle ki Kürdistan Hareketine yakın durmak gibi temel bir ayıraca sahip olanlara kadar uzanabilen bir etki bu.

Olanın sınırları

Şu halde Cumhuriyetçi Sol, öncelikle Tayyip Erdoğan’ın devleti temsil etmesine dönük muhalefet üzerinden Kemalizm ile solun, ve ek olarak buna bağlı daha geniş bir çerçevede, bu ikisinin liberalizm ile özgül bir bileşiminden oluşmaktadır. Cumhuriyetçi Sol, her ne kadar liberalizmin ideolojik eleştirisini sahiplenmiş olsa da Aydınlanmacılık dolayımıyla liberal normlara pratik açıklık taşıyor.

Ağırlıkla bir orta sınıf siyasetinin temel kodlarını taşıyan bu konum, asgari olarak devlet sınırları içinde güvenceli bir yaşam arayışının ifadesi olmaktadır. Bu bağlamda, “parlamenter demokrasi”, “laiklik”, “yargının bağımsızlığı”, “kuvvetler ayrılığı”, “hukukun evrensel ilkeleri” gibi bir dizi ideolojik norm, sola hakim hale gelmiştir.

Temel bir özelliği bakımından Cumhuriyetçi Sol, Türk’tür. Kurucu temelin ana karakteri olarak Türk ulus-devletinin kuruluş sürecine ve ulusal karakterine dolaylı ya da dolaysız olarak bağlanmıştır. Dolayısıyla salt bulunduğu zemin ve yersellikten dolayı bile olsa ulusal bir özellik taşır. Diğer yandan bu, onun kategorik olarak Türk milliyetçisi olduğu anlamına gelmez. Kemalizmin geniş alanında milliyetçi ve “açıkça Kürt olana” karşı olan baskın bir konum vardır. Cumhuriyetçi Solun alanında da bu etkiler örtük ya da olaylar bazında açık olarak bulunur. Ancak Cumhuriyetçi Solunki liberalize edilmiş bir Türklük’tür. Bir bakıma, “sol” niteliğini de, diğer Kemalist eğilimlerden ayrımını da burada bulur.

Cumhuriyetçi Sol, tüm anti-liberal ideolojik tutumuna rağmen pratik liberalizmle köklü bağlara sahiptir. Batılı, bireyselleşmiş, “uygar” yaşam tarzı solculuğuna bağlanmıştır. Laiklik konusunda ısrarı da bununla bağlantılıdır. Politik olmaktan çok sosyo-kültürel nitelikteki bu özellik, mevcut rejimin uygulamalarıyla muhalefet alanını genişleten, politikleştiren bir işlev üstlenmiştir. Öte yandan bu politikleştirme biçimi politika yapma kapasitesini daraltan bir dizi ilkesel sınırlar da çekmektedir. Güvence arayışından vazgeçmeyen sosyal doku, kendi daraltılmış yaşam alanlarına çekilmeye eğilimlidir. Bu koşullar altında, uygar asiliğin bireysel liberteryanizmi ile Cumhuriyetçi Solun örtüşmesine dönük politika arayışları öne çıkmaktadır.

Somut karşılıklarının politikadaki konumlanışlarının toplamına baktığımızda Cumhuriyetçi Sol reformist bir yönelime sahiptir. Sola çeken genel söylem düzeyinin radikalliğini bir yana bıraktığımızda verili haliyle politikaya katılıma dayalı sınırını aşma konusunda isteksizdir. Solcu kitlelerin ideolojisi olarak genel bir yan barındırmasına karşın kendisini özgül bir politik varlık olarak kuramayan Cumhuriyetçi Sol, sürekli olarak daha genel bir çerçeveye etkide bulunarak etkinlik kurmaya çalışmaktadır. Bu durum doğrudan katılımın olmadığı durumlarda dolaylı olarak patronajı kabul etmeye yol açmaktadır.

Olasılıklar

Walter Benjamin “sol melankoli”yi bugünün politik imkanlarını ve bunların sunduğu radikal değişim koşullarını ıskalayan bir tavır olarak alır. Buna göre “sol melankoli” belirli bir modele veya idealler toplamına, başarısızlıklarına bağlı kalır. Benjamin, solu, şimdiki zamanı yakalamaya, konjonktürün imkanlarını edinmeye çağırır. Buna karşılık melankolik için tarih sürekli yinelenmenin “içi boş zamanıdır”. Sol hareket, baskın yanıyla, kendi varlığını ancak bu melankoli içinde buluyor ve içi boş zamansallığı süreklilik olarak yaşıyor.

Konjonktürde yaşanan açmaz da burada beliriyor. Cumhuriyetçi Sol, kendisini yenilgiye ‒hem yenilmiş bir ezen gerici kliğin ideolojisi olarak Kemalizmin hem de sol hareketin tarihsel politik yenilgisine‒ bağlamış olmanın ötesinde, yenilgi süreçlerinden ayrı olarak ideal bir geçmişi güncellik olarak tasavvur ediyor. Bu nedenle melankolinin aşılacağı nokta, bu çifte yenilginin muhafazakâr yönü olan Kemalizm tarafında değil, solun sol olma kapasitesinde ve yeniye açıklığında belirebilir.

Bu noktada iki politik olasılık mevcut: İlki, bir demokratik muhalefetin heterojen şekilde öne çıkmasıdır. Birçok yönden naif bir politik gerçeklik algısı olmasına karşın, kitlesel muhalefet eğilimlerini barındıran ve mevcut rejimin sınırlandırılmasına kaynaklık eden yoğunlaşma burada beliriyor.

Ezilenlerin alabildiğine düşük yoğunluklu, protestocu tarzdaki varlığı, varolduğu kadarıyla demokratik muhalefet biçiminde ve Cumhuriyetçi Solun ideo-politik nüfuzu altında seyrediyor. Buna politik varlık demek şu haliyle oldukça güç; olsa olsa olası bir eğilimin ön belirtileri olduğu söylenebilir.

Cumhuriyetçi Sol, politik olarak oluşmamış olmanın berisinde, genişleyen ve yeni dönemde biçimlenecek olan bir eğilimler toplamı olarak sınırlı demokratik muhalefetten radikal demokratik muhalefete doğru Tayyip Erdoğan’ın nesnel zorlamasıyla geçiş yapmanın eşiğinde bulunuyor.

Solun Kemalizmin hegemonyasına kitle tipiyle de dahil olması, Cumhuriyetçi Solun politik arayışlarının dolaylı ya da dolaysız olarak Kemalizmin temsilcisi olan gerici kliğin patronajına takılmasına yol açıyor.

Tayyip Erdoğan’ın devlet aracılığıyla ve kendi varlığını korumaya dönük keskinleştirdiği dışlananlar ve kapsananlar mekanizması, dozajı sürekli artırılarak işletiliyor. Bu durum, dışlananların daha önce beliremeyen kimi aşağıdan örtüşmelerine imkanlar sağlıyor.

Cumhuriyetçi Solun demokratik muhtevasını tayin eden ölçüt, “Kürt olan”a yaklaşımdır. Öte yandan, Türkiye Devletine karşı muhalefetin en güçlü merkezi olarak Kürdistan Hareketi, politika yapma skalasının genişliğiyle, Türkiye tarafında “radikal demokrat” ittifak arayışını uzun zamandır sürdürmektedir. Kürdistan Hareketinin Rojava ve Güney Kürdistan başta olmak üzere bölgesel genişlemesi ve buralarda aldığı pozisyonlar, Türk olma niteliğiyle Cumhuriyetçi Solda gerilimli bir karşılık oluşturuyor ve bu gerilim, demokratik muhalefet içindeki örtüşmeyi sınırlıyor.

Politika için kitlesellik, her zaman etkin bir kitle demektir. Demokratik muhalefetin baskın ideo-politik ifadesi olan Cumhuriyetçi Sol, etkin bir kitlesellik taşımaktan ziyade etkinleşebilecek kitlenin taşıyıcısı olan genel havza durumundadır. Bu nedenle ancak sınırlı bir politik bir oluş, ama esas olarak bir politik olasılıktır.

Devleti Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği koşullarda, sınırlı ve reformist bir düzenleyicilik arayışı ve asgari burjuva normların sahiplenilmesi dahi kendi sınırlarına nesnel olarak sığamaz. Bu özellik, bu alanda oluşabilecek politikanın yoğunluğunu ve etkisini arttırmaktadır.

Diğer olasılık ise, bugün belirtileri izlenemeyen ancak yöneliş koşullarının akabinde belirebilecek bir devrimcilik tarzının oluşmasıdır. Mevcut özneler içinde seyrek ya da yoğunlaşmış Cumhuriyetçi Sol öğeler tespit edilebilir. Geçmişten bugüne taşınan bir dizi ideo-politik biçim bu alanda yeniden öne çıkmıştır. Bir öğe olarak liberalizmi de taşımasından dolayı Cumhuriyetçi Solun devrimcileşme olasılığı zayıftır.

Buna rağmen, yenilginin yoğun bir baskı olarak yaşandığı koşullarda bir öznellik biçimi belirir: Radikal bir kendiliğindencilik olarak “son çare devrimciliği”.

Yoğun bir siyasete katılımcılığın yarattığı hayal kırıklığı ile siyasete katılım alanının sürekli daraltılması ve bireysel yaşam alanlarının savunulamaz bir geri çekilme alanı olması, kitlesel hareketin oluşamaması ya da sert bir bastırmayla dağıtılması, son çare devrimciliğinin potansiyelini aktüelleştirici etmenlerdir. Her zaman konjonktür-aşırı bir radikallik olarak hayat bulacak bu olasılık, bu yönüyle de devrimcidir. Şimdiki halde, mevcut öznelerin bu radikalliği çoğunlukla söylem düzeyinde sömürmesi, pratik oluşa sınırlar çekici bir rol oynamaktadır. Politikanın ucu açıktır ve ezilenler devrimci varlıklarını burada bulurlar. Öyle ya da böyle…

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar