Ana SayfaGüncel Yazılar“Barbar” ve “İnsanlık Düşmanı” IŞİD’e Karşı Uygar ve İnsancıl Solculuğun Tadını Çıkarmak

“Barbar” ve “İnsanlık Düşmanı” IŞİD’e Karşı Uygar ve İnsancıl Solculuğun Tadını Çıkarmak

 

 

ISID’le ideolojik mücadelenin ekseni

 

Genel olarak çagdas sosyalist hareketin modernitenin devami ve tamamlayicisi oldugu kabul edilir. Sosyalizmin içinde yer aldigi kadariyla Marksizmin de bu baglamda ele alinmasina itiraz edilmez. ISID örneginde sosyalizmin bu niteliginin bir kez daha canlandigi izlendi. Bu çalismada, Marksizmin tayin edici bir iç sorunu olan bu mesele ele alinmakta ve Marksizmin, kapitalist Bati uygarliginin tamamlayici ve ilerletici evladi oldugu anlayisinin bu “yapi”yi gereksiz bir hale getirecegi bir kez daha vurgulanmaktadir.

ISID’le politik mücadele

Irak ve Sam Islam Devleti’yle (ISID) pratik-politik mücadele basta Kobane, sahada silahlarla yapiliyor. O, açik bir düsmandir ve düsman sadece imha edilmek veya istegin dogrultusunda hareket ettirmek üzere anlasilir.

ISID’in nasil yenilecegiyle ilgili yazilar kaleme almanin, salon toplantilari düzenlemenin bu bakimdan zerre kadar bir degeri yoktur. ISID, silahla yenilir!

“Kelesler”, ideolojik etkiler yaratan mermiler atiyor, ama dolaysiz ideolojik mermilere sahip bulunmuyor.

Politik mücadelenin alaninda olmayanlar, ISID’le mücadeleden söz ederken, terimin özel anlamiyla, politik degil ideolojik bir mücadele yürüttüklerini an be an göz önünde tutmalidir.

Çünkü ISID’in bir de ideolojik varligi ve kimligi var. Iste salonlar, yazilar, sözler burada ise yarar. ISID’i ideolojik olarak nasil yeneriz, sorusunu burada sormali ve yanitinin esaslarini olusturmaliyiz.

ISID’e karsi ideolojik yenilgi

Sol hareketin genis kesimleri kendine gayet uygun bir düsman ve mükemmel bir evren buldu. Bu, adeta, uygun politik yerde olmanin tarihsel ideolojik bedeli olarak tecelli ediyor… Uygun politik yer, ISID’e karsi savasan Kürdistan Özgürlük Hareketinin yaniydi.

ISID, solu adeta “fabrika ayarlari”na geri döndürdü. Aydinlanma Solu, Aydinlanma uygarliginin içinde muhalefet olmanin konforundan pek hosnut ve bu sicak yuvadan çikmaya pek niyetsiz görünüyor. Sol hareket, Batili Aydinlanma uygarliginin nasil bir çocugu, eklentisi, bileseni oldugunu bir kez daha idrak etti prototip bir düsmanin aynasinda. . ISID sapiklarinin, hasta ruhlularinin, vahsilerinin, barbarlarinin, çagdisilarinin yaptiklari karsisinda çagdas uygarligin ve insanligin evrensel degerlerinin güzide temsilcisi, öncü savasçisi bir sol çikiyor ortaya…

Bu haliyle sol hareket, ISID’leideolojik mücadeleyi çok rahat yürütüyor; Batili uygarligin yaklasik üç yüz yildan beri biriktirdigi avadanligi cepheye sürüyor. Gerisi tetige basmaktan kolay! Basiliyor tuslara… Bu savasta, Kobane’deki kahramanlar gibi ölüm de yok; ama tabir uygunsa, ideolojik ölüm diye bir sey var ve bu, kimligin yitimiyle sonuçlanabilir. ISID ile insanlik karsi karsiya getirildi! Bu saflasmayi kabul etmeli miydik? Bu kadar uygunluk, öznesini bu ölçüde kolaylayan bir durum süphe götürür olmaliydi.

ISID’le ideolojik mücadele yetersiz yürütülmüyor; bu ideolojik mücadele, ezilenlerin devrimci kurtulus davasini bütünsel tarzda yürütme çabasinda olmasi gereken “biz”lere ait olmayan bir sahada ve silahlarla yürütülüyor. Kendi ideolojimizin degil, baskalarinin ideolojisinin mücadelesini yürütüyoruz. Böyle bir mücadelenin galibiyet sansi bastan olamaz zaten.

ISID’e karsi ideolojik mücadelenin ekseni

“Ortak yararimiza, baris ve özgürlük yararina, Dogu barbarligina karsi Bati uygarligi adina…” Ve birkaç ekleme: laiklik ve sekülarizm adina, insanlik ve bilim adina…

Bu sözler, yaklasik iki yüz yildir kendine kapitalist uygarligin veya bunun ideolojilerinden biri olabilen liberalizmin genis çatisi altinda bir evcik arayan sosyalist hareketin mottosu konumundadir. Bugün görüyoruz; söz konusu motto, ISID’e karsi mücadele ortaminda tazeleniyor, yeniden üretiliyor.

Sol hareketin, ISID’e karsi ideolojik durusunun anlatimini bu sözlerde buldugunu söyleyebiliriz. Sol hareket, Marksist tarihçi Hobsbawm’in ifadesiyle bir “Aydinlanma Solu” seklinde var olageldiginden, bunda sasilacak bir yön de bulunmuyor. Fakat, mesele bizi, sol hareketin olmasa da Marksizmin niteligine iliskin kökensel birtakim sorular sormaya zorunlu olarak götürüyor.

ISID’le ideolojik savas, siddete karsi barisin diliyle, baskiya karsi özgürlügün, barbarliga karsi uygarligin, Doguya karsi Batinin, dinsellige karsi laikligin diliyle mi yürütülecek?

ISID’le savas, bir uygarlik savasi midir? ISID, Ortaçaga özgü karanlik bir ideolojinin anakronik bir hortlagi ve karsisindaki güçler de bütün ayrimlariyla bugünün ve gelecegin çagdas uygarliginin özneleri midir? ISID’e karsi savasi, Bati uygarliginin degerleri ile bu ileri uygarligin degerler manzumesine ulasamamis barbarlarin, Dogu ya da Islam barbarliginin savasi olarak görmek ve yansitmak, bütünsel devrimci niyet ve bütün ezilenlere önderlik etme iddiasi tasiyan bir sol açisindan uygun mudur?

Biz, her türlü baskiyi, siddeti ve barbarligi reddeden bir antropolojik evrenin tasiyicilari mi olmaliyiz?

Dünyanin manzarasina bakildiginda, sol çevrelerin bu soruyu olumlu cevaplayacagi görülüyor. ISID’le mücadele edenleri birlestiren ortak payda, insanligin evrensel degerleri oluyor. “Insanlik”, ISID canavarina karsi birlesiyor, biz de bu birlesik evrendeki varligimizi bir kez daha idrak ediyoruz! Ne mutlu bize!

Bu ayrimin, birer degerler bütünü olarak “insanlik” ve “uygarlik”la insa edilmesi tesadüf degil. Adeta antropolojik indirgemeci bir ayrim kuruluyor ve ISID insanliktan çikariliyor. Yani Bati uygarligi denilen nesne, örnegin ISID mevzilerini bombalayan ABD  –iyi ve kötü yanlariyla son tahlilde-, insanligi bizimle paylasiyor. (ABD yönetimini insanlik saflarina demokratik ve vicdanli kamuoyunun çektigi kanaati ise bu baglamda herhalde en büyük saflik olsa gerektir!) Bu ayrimi, bizim insa etmemiz veya beslememiz bir yana, kabul etmemiz hangi “devrimci vicdan”a sigar!

*

Biz bu uygarligin neresindeyiz, insanlik bizi bagrina mi basti tarih boyunca? Biz, kapitalist uygarligin ve kapitalizm öncesi uygarligin harcinda sadece kani ve kemikleri olanlar degil miyiz? Becerimiz, emek gücümüz ve yaptiklarimiz mi? Sosyalist sair Brecht’in “Okumus bir isçi soruyor” siirinde savundugunun aksine, uygarlik bahsinde biz sadece “dis kapinin mandali” veya “sofrada öküzden sonra” degil önce gelen oluruz. Biz, bizden baskasinin, daha dogru ifadeyle, düsmanimizin yarattigi uygarligi kendi evrenimiz olarak kabul ediyor ve bu çemberin içinde kendimize hareket alani ariyoruz. Vahim olan da bu; bu büyük uygarlik âleminin diliyle konusma, kodlariyla düsünme bize disaridan dayatilmiyor, biz bu yolun gönüllüsüyüz. ISID’e karsi olusturdugumuz dil ve simgeler bütünü de varligini bu büyük âlemin içinde yapilandiriyor.

Bu uygarlik âlemi, neredeyse antropolojik bir kökenlesme iddiasinda bulunarak, askin nitelikte geçilemez bir ayrim insa ediyor ISID’le araya… ISID ve benzerleri, bir ortak simgeler dünyasinin disinda “yabanci”, esdeyisle “barbar” varliklar olarak algilaniyor, temsil ediliyor. Uygarligin liberal dünyasiyla, dövüssek de çekissek de ayni gemideyiz bu anlayisa göre. ISID, ayni gemideki hasimlarin ve rakiplerin ortak düsmani olarak anlatiliyor. Islamcilar, uygarlik gemimize derme çatma sandallariyla saldiriya geçen gözü dönmüs vahsi ilkeller…

Gerçekten böyle mi? ISID, örnegin ABD’ye nazaran ideolojik olarak daha hakikî bir düsmanimiz mi? Ya da daha incelikli düsünen bazilarimizin anlattigi gibi, ISID’in bütünü ile ABD’nin temsil ettigi uygarligin veya evrenin bazi kötü yönleri mi (neo-con’lar ve öteki fundamentalistler) düsmanimiz oluyor? Bati uygarliginin iyi ve kötü yanlari vardir bu görüse göre ve biz, kuskusuz bu uygarligin iyi yani içinde ve onu insa edenler arasindayiz. Bize, uygarligin iyi temsilcileriyle birlikte olmak düsmekteydi, ve bugün de özel olarak düsmektedir.

Burada, bir türden fundamentalizme baska bir tür fundamentalizm cephesinden karsi çikarak kendimize bir dünya insa etmis oluyoruz. Bu dünya, tarihsel Marksizmi de derinden yaran bir ayrimi gösteriyor bize… Marksizmin devrimci anlayisi ve edinimi, bu dünya tarafindan fundamental olarak damgalanmiyor muydu? Ya da biz, “bilinçli seçimimiz”le birer fundamentalist degil de, uygarligin çogulcu dünyasinda mesru degerlere dayanarak güç biriktirme ve uygarligin engin kucaginda kendimize yasam alanlari kurma mücadelesi veren taraflardan biri miydik?

*

ISID’i barbar, insanlikdisi, vahsi, sapik, Ortaçagci gösteren ideolojik dil Marksizme degil liberalizme; ezilenlerin bütünsel devrimci kurtulus davasini üstlenenlere degil, ezenlerin geçmisten bugüne uzanan uygarlik dünyasina aittir.

Ideolojik savasa bu cephaneyle giren bizlerin zafer sansi yok. Mermiler, kendine uygun silahlara gerek duyuyor; silahlar ise, Batili burjuva uygarliginin son birkaç yüzyilinin uygarlik fabrikalarinin ürünü… Bu, pratik politikada Batili uygarligin ürettigi silah ve mermileri kullanmaya benzemiyor.

Marksizmin, -ilgili baglamda hangisini tercihe edersek edelim- modernitenin, kapitalist Bati uygarliginin, Aydinlanmanin, liberalizmin açtigi büyük irmagin bir iç akintisi, uzantisi ya da dali oldugunu söyleyenlere söz yok; Liberalizmin, insanligin evrensel degerlerini her zaman pratikte olmasa da sözde, söz ile, en iyi ifade eden bir ideo-kozmolojik yapi olduguna inananlar için, meselenin liberalizmin uygulamadigi ilkelerini uygulamak olduguna inananlar için, elbette hiçbir “ilkesel” sorun yok bu islemler sirasinda. Marksizm burada, sonuçtaki basitlestirmeyle, tutarli ve mantiksal sonuçlarina götürülmüs liberalizmden baska bir sey degildir.

Ancak Marksizm adiyla andigimiz bu “yapi”nin, Bati uygarliginin –ve gelmis geçmis ezenler uygarliginin- en büyük teorik ve politik reddini gerçeklestirmis bir niteligi oldugu kanaatindekiler için ISID’in yaygin ideolojik elestirisi paylasilamaz. (Evet, kuskusuz, Marksizm, teorik ve politik tarihsel diyalektigiyle, Bati uygarliginin en köklü ve bütünsel reddiyesinin sahibidir. Kuskusuz Marksizmin tarihine yazilmasi gereken 20. Yüzyildaki sosyalizm deneyimleri, Bati uygarligi disinda bir uygarlik insa edilebilecegini pratikte, çeliskili yönleriyle ve sonunda bu uygarliga yenilerek de olsa göstermistir. -Ama bu baska bir degerlendirmenin konusudur.)

*

Uygarligin ortak degerleri, insanligin evrensel normlari gibi terimlerde ifade edilen anlayis, liberalizmin has topraginin mamûlüdür. Nerede bu türden bir evrenselcilik varsa, orada liberalizmin olduguna kanaat getirebiliriz.

Ayrica, bu deyislerle, örnegin, Islamin dünyada hakim olmasi veya dünyanin sosyalist olmasi deyisleri arasinda kategorik bir ayrim bulunmamaktadir. Her paradigma dis dünyayi kendi diliyle kodlama ve elbette dis dünyaya hakim olma hakkina sahiptir. Bundan, ezilenleri kendi özneleri öncülügünde kudret sahibi yapmak için mücadele eden Marksist devrimciligin uzak oldugu düsünülemez. Ama görüyoruz; bu ideolojik havada, büyük çogunluguyla Marksistler, kendilerini liberalizmin tekelinde bir dünyanin izin verilen veya hak edilen çogullugunun ortak paydasinda görmekten rahatsiz olmuyor, bilakis, bu oturmus dünyanin bir üyesi olmaktan gurur bile duyuyorlar.

Sosyalizm bu eksen üzerinde durmayi sürdürdükçe, ideolojik olarak sosyalist olmak kadar kolay bir sey yoktur artik. Kapitalizmin maddi zeminine oturmaktan ve liberalizmin hazir kaliplarini –daha iyi uygulama iddiasiyla- alip kullanmaktan ibaret bir islemdir bu. Cumhuriyet; daha ileri cumhuriyet; özgürlük, daha genis özgürlük; uygarlik, daha ileri uygarlik; baris, daha tutarli baris; laiklik, özgürlükçü laiklik.. olarak ilerletilecek ve sosyalizm kendine bu uygarlikta mükemmel bir bas köse bulacaktir. Buna akli selim uygarlik sahiplerinin de itiraz etmeyecegini öngörmek zor degildir. Itirazimiz, Özgürlük Heykelinin simgeledigi Bati uygarligina degil, simgelerin yeterince uygulanmamasina olacaktir artik.

Marksizm, bir zamanlar Almanya’daki Marksist partinin çikardigi bir madalyonda oldugu gibi, bir yüzü New York’taki Özgürlük Heykeli, öteki yüzü Marx’in portresi olan bir uygarlik dünyasinin ayrilmaz parçasiysa hakikaten, eger öyleyse, söylenecek tek söz yok. Öyleyse, bir an bile durmadan, dünyanin kani, cani ve ideolojisiyle yasayan iktidarlarini devirmeyi degil, ezilenlerin beynini uyusturan “arkaik” ideolojileri, dinleri yok etmek üzere teçhizatlanmis bir ideolojinin savasçilari olarak yürüyelim düsmanin üstüne anli-sanli dostlarimizla birlikte…

Ne olursa olsun, hangi nitelikte olursa olsun, ISID’e karsi olusan ideolojik eksen Marksistlerin kabul edebilecegi nitelikte olamaz. ISID’i elestirenler içinde Marksizm, kendine atfedilen kökten farkli olusuyla teshis edilemiyor bugün. Dolayisiyla, ISID’i ideolojik Marksist elestirinin bayragi dalgalanmiyorburçlarimizda. Karsi cephe açarken Bati uygarliginin engin ve güçlü kollarina atiyoruz kendimizi… Bu konfor bize haram olmaliydi!

Mazeretin gücü ve liberalizmin mesruiyeti

Peki, kendilerini bir kez daha liberal Bati uygarliginin içinde tanimlayan sosyalistler tümden haksiz mi? Hayir; sosyalistlerin ve Marksistlerin bu semsiyenin altina siginmalarinin gayet güçlü gerekçeleri var.

Sicak ve ölümcül bir politik mücadelenin sürdügü kosullarda ISID’le ideolojik saflasmanin didiklenmesinin uygun olmayacagi söylenebilir. Türkiye’deki Tayyip Erdogan iktidarinin tutumu bile, halihazirdaki saflasmayi güçlendirici rol oynuyor sol hareket açisindan. Hakikaten, karsimizda TC ile ISID var ve suyu bulandirmanin geregi yok! Politik saflasma, ideolojik saflasmayi doguruyor ve güçlendiriyor. Laikle laik, Islamciyla Islamci birlikte. Beri tarafta yer almis bir Islamci yogunluk yok. Karsimizda, salt ISID olarak degil Tayyip Erdogan iktidari olarak, Islamiyeti ideoloji belledigini ilan eden bir cephe var. Yapilan, politik alandaki ayrimi ideolojik alana tasimaktan ibaret oluyor.

Bu egilim, Gezi Ayaklanmasi günlerinden beri sol ve sosyalist çevrelerin güçlü gerekçesi ve ayni zamanda, bu yazida olusturulmaya çalisilan pozisyonun hakikî zaafi…

Liberalizmin hakimiyetindeki ideolojik paradigma, bu ayrimi çok önceden koymustu. O halde, bir kez daha dogrulanan bir ideolojik-politik varsayimi tekrar sorgulamanin âlemi yoktur! Ve o halde, nafile çabayi bir yana birakmali ve kendimizi liberalizmin insa ettigi sorunsal içinde tanimlamaya ugrasmaliyiz. Düsmanimiz da yapip ettikleriyle sanki liberal sorunsali dogruluyor ve bizi bu kolay yolu izlemeye kiskirtiyor.

Oysa, mesele bu baglamda, karsimizdakilerin ne yapip ettigi, hangi ideolojiyi bayrak edindigi degil, bizim ne oldugumuz. Eger biz, kendi bagimsiz varolusumuzla, karsimizdaki cephenin özsel niteliklerinden dolayi böyle oldugunu ve içinde bulundugumuz cephenin de yine özsel niteliklerinden dolayi bizimle birlikte oldugunu degerlendiriyorsak, bize, radikal olarak ayri bir yasam hakki kalmamis demektir. Batili sosyalistlerin veya sosyal demokratlarin yüz yillik ideolojisi daha güçlü ve gerçek demektir. Biz, hakikaten, yüz elli yil boyunca nafile bir iddianin pesinde helak olmusuz demektir.

ISID’le ideolojik mücadele ünlü kadin dergilerine konu olmus aydinlik yüzlü Kürt kadin gerillalar ve karanlik ISID seklinde özetlenebilecek bir tabloya sikisacaksa vay halimize…

ISID’le ideolojik mücadele, evrensel uygarlik degerleri ile bunu tanimayanlar arasinda bir mücadelenin kritik ugragi olarak tanimlanacak bir tabloya sikisacaksa vay halimize…

ISID’le ideolojik mücadele, siddet-politikayi sonuna kadar kullanan bir özneye karsi barisi savunmaya sikisacaksa vay halimize…

ISID’le ideolojik mücadele, Türkiye’deki Tayyip Erdogan iktidarinin ISID’le politik ittifakinin özsel olarak Islamciliktan kaynaklandigi görüsü üzerine oturacaksa vay halimize…

Büyük ideolojik baglasmanin örnegi: Stalingrad

1 Kasim’in “Dünya Kobane günü” ilan edilmesi vesilesiyle yapilan çagrinin basligi, “ISID’e karsi, Kobane ve insanlik için küresel seferberlik”ti. Çagri metninde, “ISID’e karsi direnisi destekleyin! Kobane’yi ve insanligi destekleyin!” deniyordu. Çagrinin ideolojik dayanagi suydu: Insanlik ve ISID karsi karsiya! Çagrinin politik amacini da anlatiyordu çagricilar. “Uluslararasi toplum demokrasinin Ortadogu’da kök salmasini istiyorsa Kobane’de Kürtlerin direnisini desteklemeli”dir. “Artik tüm uluslararasi aktörlere, ‘baska bir politika mümkündür’ mesajinin verilmesi zamani gelmistir. Tüm dünya halklarinin Kobane ile dayanismalarini göstermelerini istiyoruz.” Mesaj, Batili “büyük uygarlik”a sahip çikiyor ve uygarligin aktörlerini misyonlarini oynamaya çagiriyordu[1].

Öte yandan, Almanya’nin etkili dergisi Der Spiegel, PKK’yi, “Bölgede ISID’le savasabilecek tek güç; disiplinli ve etkili olmalarina ilaveten Bati yanlisi ve seküler bir güç” olarak nitelemekteydi[2].)

1 Kasim çagrisindaki “uluslararasi toplum” ile “demokrasi”nin, Alman dergisindeki “Bati yanlisi” ile özdes oldugunu söylemeye gerek var mi? Ve bunlarin tümünün “uygarlik”in cüzleri oldugunu eklemeye…

Burada bir ayrim insa edildigi anlasiliyor. Ortak bir dünyanin degerlerini paylasanlar ve bu degerlerin disinda yer alanlar. Ayrim, beri taraftan, sosyalizm ile liberalizmin yeni büyük ittifaki olarak anlasilmaya dogru gidiyor.

Büyük ideolojik ittifak bilinçlerde karsiligini çoktan buluyor. Sahadaki ittifak arayisinin adeta önkosulu veya tamamlayicisi olarak ideolojik ittifak sürülüyor arenaya…

Bu baglamda akillara, güçlü bir imge olarak Stalingrad geldi. Stalingrad, Nazi Almanya’sinin sosyalist Sovyetler Birligi’ni isgalinde hem yirtici diye nitelenen savunmasiyla hem de öte yandan, bir büyük ideolojik ittifaki simgeledigi için öne çikarildi.

KCK’nin 30 Ekim günü yaptigi ve 1 Kasim’i selamladigi açiklama ayni çerçeveyi esas aliyordu. “2. Dünya Savasinda Hitler fasizmine oldugu gibi bugün de Kobane direnisiyle DAIS fasizmine karsi bir demokrasi, özgürlük ve direnis cephesinin gelistirildigini kaydeden KCK Yürütme Konseyi Esbaskanligi, ‘Kobane direnisinin insanliga en büyük kazanimi da, ISID fasizmine karsi insanligin dünya çapinda gösterdigi ortak direnis ve mücadele olmaktadir’ diyor”du[3].

KCK Yürütme Konseyi Esbaskani Cemil Bayik, 2 Kasim’da Sterk Televizyonunda ayni konuya iliskin bir soruyla karsilasiyor ve cevapliyordu:

“YPG’nin de onlarla iliski kurmasi dogru bir tutumdur. Ikinci Dünya Savasi’nda da sosyalistlerle, liberaller, demokratlar, fasizme karsi uzlasti. Simdi Kobanê’de de gerçeklesen bu.” Bu yanit, gayet anlamli ve isabetli bir soruyla karsilasiyor: “Bu, uzun bir yol arkadasligina dönüsebilir mi?”[4]

Stalingrad’in, bir tarih bilinci yaratmak bakimindan gündeme gelmesi bile basli basina çok önemliydi. “Zamanin ruhu”nun seytani yapilmis Stalin’in adinin, bu kez “zamanin ruhu”nun olusturucu bir çagrisimina konu olmasi, liberalizmin kesif hakimiyetini ilan ettigi bir zamanda ne kadar vurgulansa yeridir. Fakat, sorunlarin çözümünün degil, bir dügüm yumagina dönüserek büyümesinin buradan basladigini söyleyebiliriz.

Stalingrad’da bir yandan büyük bir politik mücadele verilmis ama öte yandan büyük bir ideolojik ittifak baslatilmisti ve bu baglasma, baglasik ideolojilerden birinin yengisi ötekinin yenilgisiyle sonuçlanacakti.

Stalingrad’in pratik-politik direnisi müthisti. Nazi ordularinin yildirici gücü, sosyalizmi adiyla simgeleyen bu kentte, çelik bir duvara tosladi ve geriye dogru düsmeye basladi. Ikinci Dünya Savasinda SB’nin ABD ve ötekilerle ittifakinin geregine iliskin bir tartismaya girmeye hiç gerek yok; ancak bu ittifakin ideolojik boyuta tasinmasinin önemli sonuçlar verdigini ve bundan “Bati uygarligi”nin degil “Dogu sosyalizmi”nin zararli çiktigini biliyoruz. Nazilere karsi “demokratik Bati ülkeleri” ile sosyalistler, Aydinlanmaci Bati uygarliginin bilesenleriydi. “Baris içinde bir arada yasama” gibi, kapitalizmin uzlasma yöntemleriyle yerini sosyalizme birakacagi türünden ideolojik yaklasimlar varligini Stalingrad’in temelinde buldular. Bu yolun siari, yasasin demokratik Bati uygarligi ve yasasin ancak bu zeminde yeserebilecek demokratik sosyalizmdir!

Büyük ideolojik baglasmanin örnegi: Korkut Boratav

Ideolojik cephelesmenin özel ve temsili bir örnegini, Korkut Boratav’in, “Uygarligin sonu mu geliyor?” basligiyla yayinlanan yazisinda görüyoruz[5].

Boratav’a bakilirsa, ISID’e karsi savas bir uygarlik savasi mahiyeti tasimaktadir. Boratav, salt söz konusu cephenin bizim yanlardaki olgun bir temsilcisi degil, bir Marksizm anlayisinin da sorumlu, agirlikli ve temsilî bir örnegidir. Biz, bu Marksizm anlayisindan baska bir Marksizm anlayisini savunuyoruz.

Ne diyor Boratav: “Uygarligin harcinda yer alan bütün pozitif normlarin, degerlerin utanmazca çignendigi; bu harca karismis tüm pisliklerin ortaya çiktigi; kaderlerimize hükmettigi bir dönemdeyiz.”

Ona göre, “laik, ilerici” Filistin hareketine katilan devrimciler uygarligin degerlerinin henüz utanmazca çignenmedigi bir dönemin simgeleriyken, “kelle kesmek üzere Suriye’de ISID’le bulusanlar”, uygarligin degerlerinin utanmazca çignendigi “Orta Çag yobazligi”nin simgeleridir.

Boratav, bugün yok olmakta olan bir gelenegi, tarihin içinden bugüne gelen, Timur’un Osmanli padisahi ve Mustafa Kemal’in Yunan ordusu baskomutani örneklerinde, ve hatta Roma Imparatoru Julius Sezar’in savas tutsaklarina ve yendikleri düsmanlarina davranislarinda örneklenen uygar gelenek ile, savas tutsagi Bin Ladin ve Kaddafi’yi “yargilamadan infaz eden” öteki gelenegi Mogollardan getirerek karsilastiriyor.

Bu iki gelenek arasindaki farki, suçlunun yargilanmasi ve yargisiz infazi arasindaki fark olarak simgeleyebilirdik Boratava göre… Nitekim ABD, Usame bin Ladin’i derdest etikten sonra yargilamadigi için “sadece birkaç solcu” tarafindan protesto edilmis. Hani su “incir yapragi” farki olarak hukuk ve öteki kurumlar! (Buncacik küçük alan bile devrimci politika için bir saha olabilir ama buradaki mesele bu degil.) Boratav için elbette, Kaddafi ve bin Ladin’in neden suçlu oldugu, kim tarafindan suçlanacagi, yargilama makaminin ne oldugu sorgulama konusu degil… Ayrica sadece bir karsi-örnek olarak, “gerçek bir yargilama olmadigi” gibi tümden zayif bir gerekçe ileri sürülmeyecekse, Saddam Hüseyin’in yargilanarak idam edilmesi de hatirlama konusu degil.

Boratav, meseleyi politikada degil ideolojide, gerçekte daha köklü bir ayrim olarak uygarlikta görüyor; çünkü Vietnam savasi sirasinda komünistlerin tutsak ABD askerlerine muamelesini hatirlatiyor. Vietnamli komünistler tutsaklarini, savas bile ilan etmedigi için Cenevre Sözlesmesine uymayan ABD’nin yaptiginin tersine, savas hükümlerine göre tutmus ve bunlardan biri, alti yillik esirlikten sonra ABD’de baskan adayi bile olmus!

Vietnamli komünistlerin davranisi ideolojiye veya uygarliga iliskin degil, tamamen politik nitelikteydi. Biz, egemenlerin tarihçilerinin soylu ve sövalye ruhlu savasçilar övgüsüne mazhar olmak için degil, politik kurtulus ve iktidar için savasiyoruz ve savasimizda, hangi yol ve yöntemin basariya götürecegine kanaat getirirsek onu izleriz. Bunlarin, –uygarliga veya ideolojiye ya da hukuka iliskin- önsel ilkelere dayanmasina da gerek görmeyiz. Politik gereklerle “önsel” denilen ilkelere uzanabiliriz, o kadar.

Marx’in, Paris’teki Komünarlari, düsmanlarina ve savas tutsaklarina fazla insanî davrandiklari için elestirdigini de bilmez mi bu Marksistler! Bilirler elbette; ama onlar da tipki bizim gibi, bir tür Marksizmi ötekine karsi benimserler.

ISID’e katilim hakikaten “kelle kesmek”le ifade etmeye yeter mi? Bu yargi, ISID’e katilimi layikiyla anlatiyor mu? Yoksa, ISID’i patolojik bir vaka olarak nitelerken saglikli rasyoneliteye yerlestirdigimiz kendimizdeki ideolojik patolojinin semptomlarini mi açik etmis oluyoruz?

Uygarligin degerlerinin onun sahiplerince utanmazca çignendigi bir dönemde oldugumuzu ifade ederek, bu degerlerin yaratildigi ve çignenmedigi dönemleri varsayiyor Boratav türü yaklasim. Oysa hiçbir zaman olmadi böyle bir dönem. Uygarligin degerlerinin kan ve pislik karismadan yüceldigi hiçbir tarihsel moment söz konusu degildir.

Bu yaklasim sahipleri yazip çiziyordu öteden beri. Insanlik “Yeni Ortaçag”a giriyordu; Aydinliklar çaginin ve evrensel insanlik degerlerinin tipki Ortaçagda oldugu gibi çignendigi bir döneme giriliyordu!

Oysa, kapitalist uygarlik, Ortaçagi hatirlatmak için hiç de pre-kapitalist toplumsal yapilarin nüfusuna ihtiyaç duymadi. Uygarlik degerlerinin yaraticilari bizzat yarattilar Ortaçag kosullarini… Kast edilen, uygarliklarin güç zoruyla sagladigi uzunca baris dönemleriyse, bu, eski Roma’da oldugu kadar uygarliga yakistirilmayan barbar “Büyük Mogol” Cengiz Hanin döneminde de, Osmanli’da oldugu kadar “üzerinde günesin batmadigi” Britanya Imparatorlugu döneminde de gerçeklesmistir.

Boratav Hoca’nin sadik bir Marksist olarak kusuru yok. O, Marx’i izliyor sadece. Liberalizmle bagini kesmeyen Marx’i… Biz, bu Marx’i degil, Aydinlanmaci liberalizmden kopan Marx’i, Marksizmi izlemeliyiz.

Marx’in hangi mirasi?

“Fransa ve Almanya’nin ortak yararina, baris ve özgürlük yararina, Dogu barbarligina karsi Bati uygarligi adina…”

Mertek baskalarinda degil, bizde… Marksizmin kurucusu Marx, Almanya’daki Sosyal Demokrat Isçi Partisi Merkez Komitesinin 1870’de Almanya ile Fransa arasindaki savas durumu üzerine yayinladigi bildiride yer alan bu cümleyi, Enternasyonal için kaleme aldigi bir çagrida onaylayarak aktarir. Sosyalist hareket için bu sözde karsiligini bulan anlayisin baslaticisi elbette Almanya’daki parti ve Marx degildir. Elestirenleri olmasina ragmen, sosyalist hareket genel olarak bu derya içredir ve Marx, eserinin kuskusuz aykiri kategorik boyutuna ragmen, kendini bu eksende ifade etmekten alikoyamaz. Fakat, bu söz, Marx’in tesciliyle, bugüne kadar sosyalist hareketin ideolojik durusunu ve tarafini tayin eden bir nitelige büründü. Bugün sol ve sosyalist hareketin ISID’e karsi konumlanisina da bu sözde yansiyan anlayis damga vuruyor.

Bir kez daha vurgulamak gerekiyor; bu sözdeki anlayis nedir? Bir büyük uygarlik vardir; uygarlik ögelerine ayrilmistir ama uygarlik-disindan gelen müdahalelere karsi ayrimlar unutulup ortak yarar için savasilmalidir. Marx’in bir yönünün bu oldugu kusku götürmez. Bizim elbette, su an ortalarda dolanan ideolojik havanin zehrini anlatmaya gayret ederken, kendi gözümüzdeki mertegi yok sayma tutumumuz olamaz. Biz bu-Marx’i mi izleyecegiz?

Yoksa, “Bütün insanlar kardestir” siarini liberal Aydinlanmaci bularak reddeden ve insanin insana düsmanligini vazeden, “Varsin düsmanlariniz ürküntüyle titresin! Bütün ülkelerin proleterleri birlesin” siarini benimseyen, “insanlik” terimini duydugu her yerde hor görerek reddeden, ve baris ve uyum dünyasini degil, o dünyaya ulasincaya kadar “sürekli devrim”in çagrisini yapan Marx’in mirasini mi izleyecegiz?

Marx’tan itibaren, Marksizmin bir anlasilis tarzinda, mücadelenin, insanlik ve uygarlik degerlerinin zirvesi olan Batidan baslayarak yürütülecegi ve Batili uygarlik degerlerinin barbarliga karsi ortak olarak savunulacagi ön kabul mertebesinde olmustur.

Bu ön kabulü reddeden bir Marksizmin öne çikarilmasi zorunludur. Marksizm, Bati uygarliginin sancaktari degildir. Marksizm, basarilarinda, Bati uygarligi tarafindan bugün ISID’e yöneltilen argümanlarla “tekfir” veya aforoz edilmistir tarihi boyunca…

Yaklasimimiz basta, Bati uygarligini kendi merkezinde asmayi ve ilerletmeyi öne aliyordu. Ama merkezlerde devrimler olmadi ve devrimler “uygarlik” degil “barbarlik” alanlarinda patladi. Eski anlayisi oldugu gibi koruyan Marksistler, bu bölgelerde patlayan devrimleri geriligin, “harca karismis pisliklerin” varligi olarak degerlendirdiler. Aslinda özgün anlayisa göre hakliydilar. Fakat sorun da buradaydi; zira anlayisimiz yanlisti. Anlayisimiz, Bati uygarliginin harcinda karilmisti ve o yüzden eski ve daha sadik Marksistler Batili bakistan bir türlü kurtulamiyordu… Fakat derin sorunumuz burada da kalmadi; geri ülkelerde devrimleri yürütenler ve devrimci mücadeleyi omuzlayanlar bile zaman zaman Bati uygarliginin Dogudaki, “gerideki” ilerletici misyonerleri rolüne büründüler ve uygarlik tasiyicisi olarak islevlendiler. Yani Marksistler, Doguda ve esanlamda “geri”de, Batinin ve esanlamda ilerinin temsilcileri, sancaktarlari oldular… Bugün Türkiye ve bölge ikliminde yasandigi gibi…

“Kizil Çin”de 1960’larda gelisen Kültür Devriminin Batili demokratik kamuoyunun zihninde yarattigi insanlik düsmani barbar imgesini hatirlatmakta yarar var. Bolsevik Devriminin vandalliklari üzerine olusturulan külliyati tozlu raflardan çikarmak gerekir. Ya da en masumlari arasinda sayilabilecek Paris Komünü ile ilgili zamanin  –Marx’in yazilarinda çok aktarilan- Batili yazinini hatirlamakta yarar var. Hep bir barbarlastirma, insanliktan çikarma, kan ve terörden gözü dönmüs canavarlar tablosu… Bu tablo bugün ISID katilarak büyütülüyor. Ve biz de, Batilinin tablosundaki mümtaz mesum yerimizi unutup katiliyoruz tabloyu tamamlamaya firça darbelerimizle…

Marksizmin devrimci yolunu izleyen bizlerin, Batidaki bir avuç sosyalistten farkli olarak, liberal uygarlik âleminin ne kadar disinda bir “antropolojik” nitelige sahip oldugumuzu “hain tabiatli” Halil Berktay’a soralim. Zevk ve sevkle anlatacaktir.

Mesele, bu momentte, hangi tarafta yer alindigidir.

ISID’i yanlis elestirmemeliyiz. Düsmani yanlis yere koymamaliyiz. Bugün olamadigimiz, ama “bir gün mutlaka” olmak durumunda olacagimiz yerin tapusunun düsmana ait oldugunu kabul ve ilan etmemeliyiz.

Bizim yanlisimiz düsmani dogrultur gibi olmamali, göndere çektigimiz bayrakta baskalarinin siari yazmamali. Ayri bir varolusa salt politik degil ideolojik olarak da hakkimiz varsa eger… Yoksa, nafile bir direnis, sadece yorgun ve intihalci ideologlar birakir geride.

Politikanin hangi yolu?

Biz, dünya toplumlarinda ezilenlerin devrimci kudretini -yani adli adinca devletini- arayan bir ideolojik-politik yapinin tasiyicilariysak, dünyanin egemen ideolojisiyle ayrimimizi her konjonktürde insa etmenin sürekli öncelikli görevimiz oldugunu unutmamaliyiz. Bu büyük savasin büyük görevleri unutulursa, ezilenlerin tarihte sik görülen ve neredeyse yapisal denebilecek davranis normu yeniden üretimini bu kez bizde gerçeklestirecek ve biz de karsimiza çikacak ezilenlerin kurdu olacagiz.

Büyük baris ve uyum dünyasina ancak bir siddet ve “barbarlik” döneminden geçilebilecegi, ideo-politik yapimizda açik sözlerle yerini bulmustu. Bu geçis dönemi politik olacak ve ayni anlama gelmek üzere, baris ve soluklanma aralari disinda, esas olarak bir politik savas dönemi olacakti.

Zafere bir türlü ulasamamayi, düsmani bir türlü yenememeyi teorilestirerek ezenlerle büyük uzlasmaya gitmeye ve insanligin yüksek degerleri semsiyesine siginmaya yönelen öteki ezilen ideolojilerinden temel farkimiz da buydu.

Bu büyük ayrim, büyük yenilgilerin ve uzun yipratici savaslarin ardindan unutulmaya yüz tutuyor… Ezilenler, kendi yenilgici kültürlerinden ve yenik hafizalarindan koparak yürüttüler simdiye kadarki muzaffer yürüyüslerini. Bundan baska bir yolun basariya ulasacagini ne geçmis yaziyor, ne de gelecek gösterecek…

*

ISID’e, ideolojisi veya temsil ettigi varsayilan uygarlik-disi evrenden dolayi degil, çiplak politik nedenlerle düsmaniz.

Politik savasta Islami kapsayamadigimiz, savaskan Islami güçleri yanimizda göremedigimiz, Islami güçlerle birlikte savasamadigimiz açik. Ama bu gerçege teslim olup ideolojide paralel bir tutuma yönelemeyiz.

Tayyip Erdogan adindaki düsmanin, “teröristi seküler olan ve olmayan diye ayiriyorlar” dedigi bir konjonktürde yapmak durumundayiz bu ideo-politik islemi. Evet; isimiz, liberal cephede sorgusuz yer alan solcular kadar kolay degil, çaprasik ve çatiskili bir manzarayla karsi karsiyayiz. Ama, Marksizmi devrimci bir ideo-politik yapi olarak anlamakta israrliysak, bunu yapmak zorundayiz.

Biz, ISID’e karsi uygarligin güçlü ve engin kollarinda cephane aramak rahatligindan men ediyoruz kendimizi. Rahatimizi kaçirip, ideolojik olarak ISID’in alanina giriyoruz. Onunla barbarca savasmak için barbar, Islamin devrimci söylemini ona birakmamak için üst-ideolojik konum sahibi olmayi seçiyoruz. Bu, “özgür” bir seçimden çok, devrimci amentünün “zorunlu” kildigi bir yönelimdir.

(Teori ve Politika’nin yayina hazirlanan sayisinda yer verilecek yazinin bir bölümüdür.)

[1] http://www.internethaber.com/kobani-icin-1-kasimda-yer-yerinde-oynayacak-733195h.htm

[2](Aktaran Cengiz Çandar, “Pesmerge Kobani’de, Ankara ‘ofsayt’ta…” http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/pesmerge_kobanide_ankara_ofsaytta-1222059 (30 Ekim 201

[3]http://www.firatnews.biz/news/guncel/kobane-eylemlerine-guclu-katilalim.htm

[4]http://www.firatnews.biz/news/guncel/bayik-akp-nin-kobane-planlari-coktu.htm

[5](http://www.sendika.org/2014/09/uygarligin-sonu-mu-geliyor-korkut-boratav/ 12 Eylül 2014)



 
 
 
 
 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar