Ana SayfaArşivSayı 49Yeni Dönemde Teori ve Politika: Riskler - Olanaklar

Yeni Dönemde Teori ve Politika: Riskler – Olanaklar

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Yaşanan tarihsel bir olguya ad verme, bu olguyla tanımlama ilişkisine girme aynı zamanda konum belirlemedir. Ontolojik planda yürütülen bu teorik konum alış teorik-politika alanının çerçevesinde değerlendirilmelidir. “Ara bölge” ifadesi ile, içinde bulunduğumuz, etkilerini bir süredir yaşadığımız, içinde daha ne kadar eyleyeceğimiz konusunda net öngörülerin sınırlı olduğu, tercih edilmeyen, tüm olanaklarla çıkış dinamiklerinin aranmasının gereğini vurguladığımız dönem adlandırılmış oluyor. Ezilenlerin, devrimci politik pratiğiyle yeni bir devrimcilik dönemini açacağı, yönelimini ve ilgisini bu yönde kullanacağı tüm yönleriyle belirginleşmemiş bir öngörüdür. Tüm sınırlı belirtilerine rağmen, konumlanışın açık ucunu temsil etmektedir.

Bir olgu olarak yaşanan dönemin, dönemin etkisi altındaki ‘özneler’ açısından farklı biçimlerde tarif edildiğini ve hissedildiğini biliyoruz. Özellikle pratik-politik konumdan düşme emareleri gözlenen ya da bir risk olarak bu durumu tespit düzeyinde ifade etmese de pratik düzeyde yaşayan öznelerin bir dönemine damgasını vuran ‘yenilenme’ başlığı, belirtilen konumların esaslı bir örneğini taşır. Dönemi politik kriz olarak yaşayan öznelerin, ‘yenilgi’ sonrasında o güne kadarki politik varlıklarıyla ve pratik müdahaleleriyle oluşan duruma müdahalede yetersiz kaldıklarının dolaylı yoldan itirafı olarak okunmalıdır ‘yenilenme’ tartışmaları. Tek tek öznelerin ‘yenilenme’ye verdikleri özgül anlamların dışında, genel bir eğilim olarak, tespitleriyle retorik sınırında kalan özneler ‘ara bölgeleşme’nin önüne geçememiştir.

Teori ve Politika, “Post-Devrimcilik Dönemi” başlıklı Melik Kara imzalı yazıyla, dönemin olgusal sonuçlarını izlemiş ve aynı yazının ikinci bölümünde konumunu belirlemiştir. Teori ve Politika’nın konumu iki boyut üzerinden ele alınmaya açıktır: Pratik-politik devrimciliğin ve daha özelde Marksist devrimciliğin sürdürülmesi, programatik açıdan tarihsel toplumsal özgüllüklerin belirlenmesi ve buna uygun bir politik hattın oluşturulması genel başlığı ile Teori ve Politika’da kendi ‘öznesini’ bulan, sınırlı bir varlığa ve etkiye sahip Marksist teorik-politik akımın döneme yönelik ontolojik konumu…

Burada, dar anlamıyla Teori ve Politika’nın öznelliği aracılığıyla oluşan teorik-politik akımın, geniş anlamıyla devrimci hareketin girdiği ara bölgeleşme döneminin sorunlarıyla yüzleşmenin kapsamlı bir ‘huzursuzluk’ zemini olduğu ifade edilecektir.

Hitap, özel bir alana, varlığını Marksist konum içinde ifade eden ve bu birikmiş sorunlarla politik düzeyde olduğu kadar teorik düzeyde de karşı karşıya olanlara yöneliktir.

Yürütülecek tartışma iki boyutta öznellik taşımaktadır. Öncelikle teorik-politik militanın varlığıyla konumlandığı, kendini tabi kıldığı pratik-politik alanın varlığına koşullanmış öznelliği (Bu düzeydeki düzenleyici konum sarsılmıştır) ve teorik-politik akım olarak tekil teorik-politik militanı aşan oluşum halindeki bir öznellik… Bu öznellik türünün ontolojik konumundaki dönüşümün ve dönüşüm olanaklarının seyri izlenmeye çalışılacaktır.

Teorik-politik militandan teorik-politik akıma: İki öznellik

“Biz, sadece (…) sorunların varlığını iliklerinde duyan ve onlarla uğraşmaya cesaret edenleriz. Uğraşmak, başlı başına bir sonuçtur. Ve uğraşımıza, kendimizi ‘büyük değil, küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak’ giriyoruz” deniyordu Taslak’ta. Bu bir irade beyanı ve konum belirlemedir. Bu uğraşın içinde olacak öznelliği ise, Taslak, “Teori-işi yapma uğraşı içinde olan teorik-politik militanlar, dışarıdan bir gücün itmesi ya da çekmesi gereken arabalar karşısında, iç-itimli (motorlu) arabalara benzerler. Teorik-politika partizanları, kendi başlarına hareket edebilen orman savaşçılarıdır. İçinde bulunduğumuz dönemde, bir örgütsel kalenin koruyuculuğu olmaksızın, randevular, verilen somut görevler vb. olmaksızın, kendi kendilerinin iticileri olarak politik kimliklerini koruyabilen ve geliştiren insanlar olarak anlaşılmalıdır teorik-politika partizanları” diye tanımlıyordu. Teori ve Politika bu öznellik tipinin ifade alanıydı.

Teori ve Politika’nın ontolojik konumu, Marksizme yönelik kategorik tanımlamalarına bağlı olarak oluşan hipotetik bir önermeye dayanır: Marksizm, tarih bilimi temeline (üretici güçlerin belirleyiciliğinde, tarihsel sürecin nesnel gelişiminin yasalarının bilgisine), felsefe merkezine (materyalist felsefe pratiğine) ve politika açık ucuna (devrimci politikaya) sahip bir bütünselliktir. Bu epistemolojik tanım ontolojik düzeyde teori-politika-pratik olarak ifadesini bulur. Hipotetik önerme, Marksizmin tarihsel bir kriz içinde olduğu, kategorik temelin birikmiş sorunlar karşısında ontolojik düzeyde aşındırıldığı üzerinedir. Teorik-politika militanı, varlığını ayrılık temelinde değil, eksik bırakılan ve bir bakıma kriz koşullarında öne çıkan teori alanında, tamamlayıcılık temelinde kurar. Geçtiğimiz yüzyılın politik kazanımları aracılığıyla ideoloji olarak edinilen Marksizmin teori ihtiyacını karşılamaya dönük problemleri dile getirilirken, eklektik bir Marksizm apolojisi yerine, üretken bir teorik pratiğin ve kategorik ayrımların gereği vurgulanır. Bunun anlamı, güçlerin ortak kategorik temelde, ancak farklı ontolojik konumlarla tahkim edilmesidir.

Sınırlı, sınırlarını kendi teorik üretiminin tanımlarıyla belirlemiş öznellik olarak teorik-politik militan, ayrımlarının izinde uzunca bir süre varlığını sürdürdü. Pratik-politik konum varlığını koruduğu sürece, teorik-politik militan, kendi üretiminin iç eğilimleriyle bir yoğunluk kazanarak, kurduğu bütünlük açısından oldukça istikrarlı bir konum izledi. Sözün eylemiyle eylemin sözü arasındaki kategorik ayrımın kabul edildiği ve kendi varlığını devrimcilerin varlığına bağlı tanımlayan bir teorik pratiğin izlenebileceği gösterildi. İzlenen öncüller ve bu öncüllerin teorik sonuçlarına kadar uzanma çabası, Marksizmin tarihsel varlığında teorik-politik bir akımın oluşmasına uç verdi.

Dolayısıyla, ikinci tür öznellik, Teori ve Politika militanının oluşturucu üretimlerinin ve teorik pratiğinin sonucu olan, belirli bir sistem kazanmış, yoğunlaşmış ‘akım’ olma öznelliğidir. Teori ve Politika, bir akım olarak kendi üretiminin ve öncüllerinin sonuçlarını izleyerek Marksizmin genel alanında konum edinmiştir. Pratik-politikaya tamamlayıcılık misyonu ontolojik planda konumun temeli olmakla birlikte, pratik-politikada yeterince karşılığını bulmamış, üstelik teorik-politik konum bir tür eş özne gibi algılanmıştır. Ara bölgeleşme süreciyle birlikte, mevcut ayrımı izlemek daha da güçleşmiştir.

Teori ve Politika, mevcut Marksizmler kozmosundan ayrıksı yönleriyle birlikte, Marksizmin bileşenlerine yönelik üretimleri, politik konumlarla ilgili teorik ayrımlarıyla iç devinimini akım olarak sürdürmek durumunda kalmıştır. Dolayısıyla, teorik-politik militanın konumu, mevcut haliyle başta çerçevesi çizilen “kimseden yardım gelmeyeceği” konumunun ötesindedir. Bir merkez olarak, kendi birikimiyle ulaştığı kollektif bir beden vardır. Bu teorik platformun vardığı nokta, kendi göbeğini kesme noktasıdır.

Huzurlu ‘bilenler’, huzursuz ‘eyleyenler’

“Gökyüzünde ve yeryüzünde yeni bir şey yok! Yapmamız gerekenler, yapacaklarımız ve sonuç ayan beyan ortada!” Bu ifade tarzı, elinde geçmişi, şimdiyi ve geleceği aynı anda gösteren aynaya sahip olanın huzurlu ifade tarzıdır.

Hegelci için bir ‘huzursuzluk’tan bahsedilemez. O, tarihin tamamını tinin tarihi olarak ansal kesitte edinmiştir. Hegelyan bir ‘Marksist’in de huzursuz olmasının gerekçesi yoktur. Tarih proletaryanın eylemiyle açılacaktır. Hele ‘kriz’ günlerinde ‘huzursuz’ olmak da neymiş! ‘İşçi sınıfı’yla kurulacak sağlam bir bağ, politikanın tüm o çetrefilli sorunlarını, İskender’in Gordion düğümüne indirdiği kılıç darbesi misali çözüverecektir!.. Politik alanda, ‘teori’ adına benzeri ifadelere örtük ya da açık olarak oldukça sık rastlarız.

Öne çıkardığımız ‘huzursuzluk’, biz fanilerin, gerçeklikte, gerçek güçlerle eyleyenlerin huzursuzluğudur. Marksizmin tarihsel varlığına kast eden bir kriz karşısında, Marksizmin savunusuna yönelme itkisi sağlayan huzursuzluk… Politik devrimciliğin ara bölgeleşme dönemine girmesiyle oluşan ve mevcut halde devrimciliğin kanallarını aramaya dönük Marksizmin kategorik önermelerini izleme iddiasında olanların huzursuzluğu…

Ontolojik konumlanmanın olağan sürtünmesinin, her adımda ayarlanmayı gerektiren koşullarıyla yüz yüze kalma durumunun getirdiği öznellik halini ‘huzursuzluk’ metaforuyla karşılıyoruz.

Epistemolojik düzeyde bu metaforun yeri yoktur. Bilgi alanı, tutarlı ve birikimli olarak, bilgi nesnelerinin aracılığıyla gelişir, geçerliliği sınanır. Öznesiz bir süreç olarak işler. Dolayısıyla, öznenin konumuna ait bir metaforun bu alanda yeri yoktur. Bilimin gerçeklikteki edinimi olarak ideoloji formu aracılığıyla bilimin ortaya koyduğu bilgiler, edinen öznenin konumuna göre huzurluluk ya da huzursuzluk gerekçeleri doğurabilir, ama bu durum konu dışıdır.

‘Ara bölge’nin huzursuzluğu

‘Ara bölgeleşme’, dingin ruh haliyle, uygun tespit yapmanın gönül rahatlığıyla savunulabilecek bir dönem belirlemesi değildir. Tespitin kendisi, öncelikle tespiti yapan teorik-politik akımın öznelliği ve bu olguyla yüz yüze olanlar tarafından, bir an önce çıkmanın kanallarının oluşturulması yönünde eyleme olanakları aranan dönem olarak alınmıştır.

‘Ara bölgeleşme’, Marksist politik konumda olanların, eğer Marksizmi saf teorik, akademik bir etkinlik olarak almıyor iseler –ki böylesi bir Marksizm türü ve eğilimi, Bütünsel Marksizm adına kategorik olarak reddedilmiştir–, kapsamlı bir huzursuzluğunun nedenidir. Yaşanan dönemin saptanması tek bir ereğe kilitlenmeyi gerektirir: Ara bölgeden çıkış! Teorik-politik akımın öznelliği açısından, önceki dönemin dayandığı referanslarla kurulu ontolojik konumun sınırları ciddi olarak zorlanmıştır. Dolayısıyla, varlığının olağan hali bir huzursuzluk durumuna denk düşer. Marksizmin bütünsel varlığındaki dağılmaya bağlı olarak kriz koşullarında hipotetik temelde tanımlanan teorik-politik Marksizm, şimdi dolaysız olarak yeni bir temelle yüz yüzedir.

Teorik tutarlılık ve sonuçları izlenen öncüllerden zorunlu çıkarımlar yapma çabası sürdürülmelidir. Sonuçlar artık teorik düzeyden hitap edilecek politik öznelere uzanmamaktadır. Sözünün takipçisi olma yanında, etkinliğinin sonuçlarını izlemek de zorunluluktur. Bu, kendini ilk baştan bağlayan teorik tanımlamalar zincirinin kategorik önermelerinin gönüllü kabulüyle, yani Marksist olmanın temel iddia ve varlık nedeni olmasıyla ilgilidir.

Riskler… Olanaklar…

Teori ve Politika’nın ontolojik konumu iki döneme ayrılmaktadır. İlk dönem, temel tanımlamalarının tutarlı şekilde izlenmesiyle ilerleyen ve sınırları daha belirgin ifade edilebilecek bir dönemdir. İç riskleri barındıran bu dönem, teorik-politik militanın dönemi olarak, başlı başına karşılanması gereken bir duruma yönelik belirlenmiş sınırlar içinde konumlanmayı ifade eden yapısıyla daha esnek ve geçişlidir. Bu dönemin uzun ve sebatkar üretimi ve teorik ürünleri, teorik-politik akım olarak belirmiştir.

Etkisi bir süredir yaşanan, ancak tanımlama, ad koyma anlamında görece yeni olan ‘ara bölgeleşme’ dönemi, Teori ve Politika için karşılanması gereken yeni bir dönemi ifade etmektedir aynı zamanda. Dönemin etkilerinin hissedilmeye başlanmasıyla birlikte, ortaya konulan müdahale tarzları da belirginleşmeye başlamıştır. Ancak henüz ilk dönemin netliğinden uzaktır ve kendi içinde riskler taşır.

Teorik-politik akım, yüz yüze kaldığı ‘ontolojik konum’unu belirleme, yani kendi öznelliğine ilişkin ayarlama yapma gereğiyle birlikte, dönemin ruh haline bağlı bir riskler yumağı ile karşı karşıyadır. Temel önemde olan iki risk faktörü belirleyebiliriz: Uzun bir dönemi teorik-politik alanda karşılayan ve kendi çizdiği sınırlarla belirlediği konumunu ancak güçlü ve sağlam birikimiyle göğüsleyen Teori ve Politika, yeni dönemin koşullarında teorik avantajının bir zaafa çevrilmesi riskiyle karşılaşabilir. Uygun tespit yapmanın görece ‘huzuru’ ve mevcut yaklaşımlarla arada oluşan belirgin ve orantısız teorik mesafe, sözün gerçek etkinlik yerine geçtiği, pratik düzeyin ölçüm eğrisinin silindiği koşullarda, gerçek varlığa dönüşmeyen politik eğilimi gerçek bir politik varlık olarak kabul etmeyi doğurabilir. Burada, oransal yaklaşımı mevcut politik eğilimlerle ölçü alma temeli ortadan kalkmıştır. Dönemin belirtilerinin görülmeye başlamasıyla, aktüel ayrımları izlemekte ısrar edilmiş, ancak virtüel bir konumu aktüelleştirmeye çalışmak esas nokta haline gelmiştir. ‘Ara bölge’den çıkış eğilimlerini göz ardı etmeyen, onları öne alan yaklaşım tarzı esastır, ancak bu dışsal bir eğilime yönelik ilgi değil, içsel bir konum ayarlamasıdır. Buradaki risk, teorinin gücünün pratik zaafa dönüşmesidir. Yaygın deneyim birikimi bu riski tekrar tekrar vurgulamayı gerektirir. Teori ve Politika’nın bugüne kadarki varlığıyla risk almaktan uzak olduğu iddia edilebilir ki, bunun geçerli bir temeli vardır, ancak öngörülmeyen bir dönemde pratiğin ayarlayıcılığının yokluğunun etkileri açısından, bu risk ele alınmayı hak eder. Sözün gücünün huzurundan uzak durmak gerekmektedir. Dolayısıyla ‘söz’, gerçek karşılığını uygun temelde konumlanma olarak aramaya yönelik bir çağrı niteliğine dönüşmüştür. Hitap karşıya, belirgin bir şekilde tanımlanmış odağa değil, içeriye yönelmiştir.

İkinci temel risk ise, dönemin gerektirdiği ayarlamaları yapamamak, dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak konumları hayata geçirememek olarak belirmektedir. Daha genel anlamıyla, Marksizmin krizi mevcudiyetini korumaktadır. Bunun anlamı, teorik-politik misyonun sonuçlanmadığıdır. Teori ve Politika’nın varlık temeline yönelik tespitin geçerliliğini koruduğudur. Ancak kategorik bir öncül olan pratik-politik devrimcilik, belirleyen olarak dönemde varlığını hissettirmemektedir. Yerelin dışında, krizin evrenselliğine bağlı olarak, evrensel düzeyde ayarlayıcılık mevcut devrimci hareketler nezdinde tekrar kurulabilir. Bu konuda, güçlü merkezlerin bulunmamasına karşın, eksiklik görülmemektedir. Ne var ki, bu konumlanma en geri sınıra çekilme anlamına gelir. Geçmiş dönemde varlığı gözetilen özneler, yeni dönemde potansiyel taşımanın ötesine geçememektedirler. Bu potansiyellere kategorik bir önem atfetmek, başlı başına bir risktir. Teori ve Politika’nın kendi öncüllerini ve vargılarını izleme anlamındaki eksikli halinin, temel ontolojik konum olarak, dönemsel olmayan tarzda kabulü anlamına gelen bu kapalılık, ‘politik’ sıfatının uzağındadır. Sonuçta elde kalan, epistemolojik bir etkinliğin yürütücüsü olan ontolojik konumun uhrevi huzuru, dünyevi huzursuzluğudur.

Bu iki risk, özetle, geçmiş dönem ile mevcut ara bölge arasındaki konum farklarını izleyememe anlamına gelir. Bugünün olağan haline kapılma ya da geçmişin sınırlarını ve sınırlamalarını işletme!..

‘Ara bölge’nin bir etkisi de, etkileşim kanallarının tıkanmasıdır. Zaten oldukça sınırlı olan bu temel amacın geçmiş dönemdeki hayata geçişi, yeni dönemde ideolojik savunma cephelerinin öne çıkarılmasıyla yok olma sınırına gelmiştir. Buna karşın, ara bölgeleşme konusundaki ontolojik tespitlerin ve dönem belirlemelerinin, pratik düzeyden düşen özneler tarafından, kayıtlı da olsa, onay almaya açık hale geldiği görülüyor. Kendi varlığındaki zemin değiştirmede tanımlama kaynağı verilen bu kesim, en azından üretken bir etkileşim alanı olmanın uzağındadır. Kendi özgül sıkıntılarını “Herkes böyle” diye ele alarak, genel içinde ayrıcalıklı bir konumda olunduğu iddiası savunulabilir. Burada, Teori ve Politika için risk, olumlanmanın serin rüzgarıyla efsunlanmaktır olsa olsa!..

‘Ara bölge’ dönemi kimi olanakların da açığa çıkmasını sağlamıştır! Uzun bir aralığı pratik varlıklarının avantajlarıyla ve kategorik önemleriyle yürüten pratik-politik devrimcilik, süreğenleşen, bir tür alışkanlıkla, politik olmanın dışında ‘doğal bir salgı’ refleksiyle eylemenin getirdiği konumlanmalarla yeni eyleme olanaklarının aranması açısından yetersiz bir varlık sergilemektedir. Burada, süreğenleşen ve etkisiz varlığıyla ön açıcı olmayan, pratik konumdaki sebatkarlığıyla uzun bir süreci tüm varlığıyla sırtlamasına rağmen, istikrarlı geriye çekilişiyle idameye dönüşme olarak gözlenen durum bir olguya dönüşmüş, yeninin belirmesi ile eskinin henüz silinmeyen varlığı kaotik bir ortam oluşturarak belirsizlikleri gündeme taşımıştır. Dolayısıyla, yeni dönemin çıkış dinamiği, bir bakıma bu süreğenliğe karşı içeriden ya da yeni bir kanaldan pratik geliştirme eğiliminde olacaktır.

Bu dönemde Teori ve Politika’nın öznelliği, daha önce tamamlayıcılık ilişkisine dair konum aldığı pratik-politik devrimciliğin geriye çekilmesi ve eğilime dönüşmesiyle beraber, temel teorik konularda ve pratik-politik girişimlerde bu öznelerle daha yakın mesafede durmasıyla, ancak daha eleştirel konumuyla gündeme gelecektir. İdeolojik planda farkların daha koyu çizgilerle belirmesi muhtemeldir. “Sürdürülebilir devrimcilik” alanının açılmasında, mevcut dinamiğini koruyan oluşumların eleştirel muhataplar olarak alınması, ancak onların ayarlayıcı tümleyeni olma rolüne soyunulmaması, bir bakıma kendi alanında etkinliğini yeniden üretme ihtiyacı kaçınılmazdır. Teori ve Politika, tercih etmemesine rağmen, ara bölgede özerk konuma sahip bir varlık kazanmıştır. Açıktır ki, dönem belirlemesi ayrımsız olarak tüm bileşenlerine etkide bulunan genel bir tanımdır. Teori ve Politika, kendi varlığıyla bu etkinin altındadır.

Teori ve Politika, bu dönemde tok sesle dönemi belirlemesi ve bunun sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır olmasıyla avantajlıdır. Ancak bu avantaj, teorik sınamadan geçmiş, pratik sınamaların kırbacını hissetmemiştir. İddiaya denk düşecek konum olanakları aranmalıdır. Epistemolojik güç ile ontolojik uygunluk arasında bağlantı yoktur. Teori – Politika iki bileşenlidir ve teorik yanın kriz döneminde öne çıktığı önermesi geçerlidir. Teori ve Politika da bu koşullarda teorik yönü öne çıkarmış ve politik alanla teorik yan aracılığıyla ilişkilenmiştir. Bugün bileşenlerin iki yönü bir merkezde toplanmaya açıktır. Teorik yan ihmal edilmeden ve birikimli sonuçları sürdürülerek Teori ve Politika’nın ‘politika’ da olduğu ve esas olarak ‘politika’ olduğu vurgulanmalıdır. Bunun anlamı, belirlenen kategorik önermeleri ısrarla izlemek ve ölçüyü kendi pratiğine vurmaktır.

Sonuç

Gerçeklikte eyleyenler gerçek sorunlarla yüz yüze kalmaktan kaçınamazlar. Her gerçek sorunun çözümü yeni bir konum belirleme olarak vuku bulur. Mevcut dönemin düğüm noktasında alınacak konum, dönemin getirdiği birikmiş sorunlarla yüz yüze kalırken bu sorunlara müdahale tarzlarının ve müdahale eden öznelliğin oluşumunun da önünü açar. Huzursuzluğumuz bu oluşumun arayışıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar