Ana SayfaArşivSayı 42-4371’in Kavramlar Dünyasında Yolculuk

71’in Kavramlar Dünyasında Yolculuk

Cenap Dizdar’a*

 

Emre Görür

I. “İşçi sınıfının öncülüğü”

“… [Bu] evrede, proletaryanın fiili öncülüğünden bahsetmek, oportünizmin daniskasıdır.” (Mahir Çayan)

“Proletaryanın öncülüğü bugün, halihazırda, mevcut değildir.” (İbrahim Kaypakkaya)

71 öngününde, işçi sınıfının öncülüğü üzerine yapılan tartışmaların özel bir ağırlığı ve önemi vardır.

“İşçi sınıfının fiili öncülüğü”nü, işçilerin temel güç olduğunu savunan çevreler devrimci pratik sergilememiştir. 71 devrimcileri, işçi sınıfının fiili öncülüğünü reddeden, temel güç olarak köylüleri görenlerdir.[1]

Ertuğrul Kürkçü, “74 öncesinde işçi sınıfından, işçi sınıfına dayalı politikalardan söz etmek hep pratikte devrimci olmayı reddeden bir politikayla örtüştü. … Türkiye’de işçi sınıfı kavramı sanki oportünizmin bir kodifikasyonu… gibi oldu”[2] diye yazar. O dönemler, işçici-kitleci anlayışı kırıp pratikte kopuşu gerçekleştirmeyi mümkün kılacak başlıca iki devrimci rüzgar esiyordur dünyada. Biri Çin’den, diğeri Güney Amerika’dan… Ancak, Mao ve Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) önemi, salt devrimci etkiler yaratan bir odak olmasından kaynaklanmaz. Bir politik Marksist olarak Mao ve partisi ÇKP, sınıfçılığın dışına kategorik olarak çıkmanın pratiğini sergilemiştir. ÇKP, ezilenlere ideolojiler atfederek yaklaşmamış, onları bizzat örgütlemiştir.[3]

Türkiye solunda, Kaypakkaya’nın komünizme yaklaşan, ama nihayetinde ulaşamayan bir küçük-burjuva devrimcisi olduğu yollu görüşler mevcuttur. İşçicilik ve “programatizm” ile malul olan bu eleştirilerin temel unsurlarından biri Kaypakkaya’nın Maoculuğudur. Ancak göz önünde bulundurulmalı ki, Kaypakkaya’nın, öncü politika anlayışının çok uzağında olduğu, en temel görev olarak, “işçi sınıfının hegemonyasını gerçekleştirmek için, proleter devrimci mücadele ile işçi sınıfı hareketini bütünlemek”ten bahsettiği, o günkü işçi hareketini sebeplere değil, sonuçlara karşı mücadele ettiği için[4] eleştirdiği… bir dönemi de vardır. Kaypakkaya’nın bu görüşlerini ifade ettiği ve yaklaşımlarını ilk kez sistemleştirmeye yöneldiği yazı, Mayıs 1970 tarihli PDA’da yayımlanan “İşçi-Köylü Hareketleri ve Proleter Devrimci Politika”dır[5] ve Kaypakkaya bu metinde Lenin’in eserlerini temel almaktadır.

Leninizmin alametifarikası sayılan işçicilik,[6] Kaypakkaya için ulaşılamayan değil, aşılan bir eşiktir. Denilebilir ki, Kaypakkaya “Lenin’e rağmen” devrimci bir platform oluşturmuştur ve bunu mümkün kılan eser de Mao Zedung’a aittir.

Mao’nun güçlü etkisi, Mahir Çayan’ın üzerinde de görülüyor.

Çayan, “Mao’nun yeni demokratik devrim teorisinin başlıca unsurları” olarak şunları sıralar: I. Devrimin temel gücünü köylülerin teşkil etmesi. II. Halk savaşı. III. İşçi sınıfının ideolojik öncülüğü. IV. Milli demokratik devrimde proletaryanın hegemonyası.[7] Burada, Çayan’ın, işçi sınıfının ideolojik öncülüğü argümanını Mao’nun politik pratiğinden çıkardığını belirtmekle yetinilecek.[8]

Mahir Çayan’a göre, “Emperyalizmi yenerek, devrim yapmış olan dünyadaki bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin pratiği, proletaryanın devrimde öncülüğünün ideolojik öncülük olduğunu ortaya koymaktadır.”[9] Bu tarihsel saptamaya Ekim Devrimi’nin dahil edilmemesi, Çayan’ın işçi sınıfının ideolojik öncülüğü tanımıyla uyumlu. Çayan’a göre, işçi sınıfının ideolojik öncülüğü, “işçi sınıfının çok zayıf olduğu yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde”,[10] “işçi sınıfının öz örgütünde çoğunluğu yoksul köylülerin teşkil etmesi ve bu partinin halk savaşını yönlendirmesi”dir.[11]

Bu yaklaşımla teorik etkileşime girmek mümkün görünmüyor. “Kapitalizmin içsel dinamikle geliştiği ülkelerde” işçi sınıfının fiili öncülüğü mü geçerli?[12] “Proletaryanın öncü müfrezesi”nde işçiler çoğunlukta olunca, işçi sınıfının fiili öncülüğü mü gerçekleşiyor?..

Çayan’ın tanımı, “sınıfın öncülüğü” ile partinin öncülüğü arasında kategorik fark görmeye olanak tanımıyor.

İşçi sınıfının ideolojik öncülüğü, dönemleştirmelere, koşullara tabi kılınmayıp işçi sınıfının fiili öncülüğü argümanıyla karşıtlık oluşturacak şekilde ortaya konulursa, güçlü sonuçlar doğuracak bir tezdir.

“[O]portünist fraksiyonlar… ‘sol’ bir görünüm altında sağ kuyrukçu politikalarını gizlemek için … proletaryanın fiili önderliğini savunurlar. … Fiili öncülük esas alındığı zaman… devrim yapmak için proletaryanın objektif ve subjektif şartları bir türlü olgunlaşamaz. … [B]u kurnaz menşevik ‘solculuğu’…”[13] “hortlayan II. Enternasyonal oportünizmi”dir.[14] “Bu durum sadece Mihrici Aydınlık’a özgü değildir. … [İ]deolojik öncülüğe karşı çıkan Mao’cu kalpazanlar da, fiili öncülüğü savunan TİP de, Kıvılcımlı’cı Sosyalist Gazete de aynı menşevik solculuğun değişik şekillerini savunmaktadırlar.”[15] “[Bu] kalpazanların… mantığı, devrimin sınıfsal niteliği ile sınıfların fiili yolu arasında ayniyet arayan menşevik mantığıdır.”[16]

Mahir Çayan’ı döneminin Türkiyeli sosyalistlerinin çok ilerisine taşıyan bu görüşlerin tutarlı savunusu, öznesini politikaya bilim karşısında “özerklik” tanımaya iter.[17] Bu durumu, Melik Kara’nın Doğru Seçenek yazarı olarak kaleme aldığı Devrimci Sol eleştirisinde görelim.

*   *   *

Mahir Çayan ve Parti-Cephe eleştirileri, genellikle işçici argümanlara dayanır. Yaygın şekilde, işçi sınıfının “vazedilmiş” ontolojik ayrıcalıkları temelinde eleştiriye tabi tutulur Çayan ve ardılları. Lenin’i eleştirel bir edinimin konusu yapamayan Doğru Seçenek yazarı Melik Kara da bu sorunu yeniden-üretmektedir.

Kara’ya göre, “Proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak varolduğu ülkelerde, ‘devrimde proletaryanın öncülüğü’ esprisinin –özel tarihsel durumlar dışında– anlamı, genel kural olarak ikilidir: Proletaryanın öncülüğü sınıfsaldır (fiili). … Proletaryanın öncülüğü politiktir –proletarya partisi anlamında.”[18] “D. Sol’da olmadığı anlamda, Lenin’in bilim ve politikayı organik ilişkileri içinde … anladığı”nı[19] yazan Kara, D. Sol’un kullandığı halk kavramının sınıf ayrımlarını belirsizleştirdiğini ifade eder.[20] Ona göre, “… ekonomik düzey ile sosyal düzeyi birbirinden tümden koparmak … ve ikinciyi birincinin negatif … ya da pozitif … yansıması olarak değerlendirmek, sınıf kavramı ile sınıf mücadelesini de birbirinden koparmak anlamına …”[21] gelir. Sınıfları ekonomi düzeyine hapsedip politikayı bir özneye (öncü savaşçıya) havale eden[22] “Devrimci Sol için, sınıflar var, ama bunların mücadeleleri yok”[23] diye yazan Kara, bir analojiyle çözümlemesine devam eder: “Maç yapmayan iki futbol takımı gibi algılanıyor sınıflar Devrimci Sol tarafından… [Ancak m]aç yapmayan bir takım, takım nitelemesini hak etmez.”[24]

Sonuç: Ontolojik düzlemde sınıf nedir bilmeyen D. Sol!..[25]

*   *   *

İşçi sınıfının fiili öncülüğü ve işçi sınıfının ideolojik öncülüğü… Bu iki tezden ilki kitlecilikle, ikincisi genel olarak öncü politikayla uyumludur. İşçi sınıfının ideolojik öncülüğü argümanı, sınıfçılığın dışında bir politika pratiğine dayanak teşkil edebilmektedir.[26] Ancak diğer yandan, bu iki yaklaşımın epistemolojileri birdir. Buna göre, Marksizm işçi sınıfının bilimi ve/veya dünya görüşüdür ve Marksist parti bu bilimi ve/veya ideolojiyi kuşanmış proletarya partisidir, işçi sınıfını temsil eder…[27]

II. “Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi”, “suni denge”, “politikleşmiş askeri savaş stratejisi”

“Dinde; Tanrı, ‘kün!’ (ol!) der ve evren olur.

Masalda; prens, güzel prensese bir buse kondurur ve uyuyan güzel uyanır.

Bilimde; Newton fiziğinde, tanrı ‘ilk fiske’yi vurur ve evrensel makine işlemeye başlar; tanrının, sonrasına karışması gerekmez; sonrası, bilimsel nedenselliğin, bilimin krallığının alanıdır.” (Melik Kara)

Mahir Çayan, Kenan Somer eleştirilerinde Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi kavramını kullanmaya başlar.[28] Bu saptamanın “sistematik” bir bütünün unsuru haline gelmesi, bir taslak metin olan “Kesintisiz Devrim II-III”te gerçekleşecektir.

Çayan’a göre, “Küba tecrübesinin ve onun önderlerinin Marksizm-Leninizm hazinesini derinleştirmiş ve zenginleştirmiş olması”nın[29] sebepleri, Emperyalizmin III. Bunalım Döneminin özelliklerinde aranmalıdır.

“Tarihin bir döneminde toplumsal ilerleme durmuştur. Bu koca toplum-tarihi makinesinin çarklarına yeniden hayatiyet vermek, işlerlik kazandırmak için bir ‘fiske’ gerekmektedir.[30] Ancak bu küçük ‘ilk fiske’ sayesinde büyük sonuçlar ortaya çıkabilecek ve Marx’ın işleyiş yasalarını keşfettiği makine çalışabilecektir. ‘İlk fiske’den sonrası kolaydır[31] ve işleyiş Marx’ın keşfettiği hareket yasalarına göre olacaktır. Toplum-tarihi makinesinin durduğu dönem, doğal olarak, makine ‘stop’ ettiği için, Marx’ın ‘toplumun hareketi yasaları’nın da geçerli olmadığı bir parantezdir.”[32]

“II. Yeniden Paylaşım Savaşı”ndan sonra kapitalizmin girdiği bu evrede, niteliksel bir unsur olarak kitleler, tarih sahnesinden çekilmiştir. “Geri bıraktırılmış” ülkelerde, mücadele pratikte “tarihin devrimci tanrıları”[33] (halkın devrimci öncüleri) ile oligarşi arasındadır. Tarihin devrimci tanrıları, halkın ideolojik buhranının düğümünü eylem kılıcıyla keserler.[34] Böylece “ilk fiske” vurulmuş olur. “Devrimci öncüler, kendi başlarına yürüttükleri mücadele sonucu, toplumda sınıf mücadelesini yaratırlar, açığa çıkarırlar. Bu, arıza (suni denge)[35] sonucu işlemeyen bir motoru tamir eden, ve motorun ‘dışında’ olan tamircinin eylemiyle aynı tipte bir müdahaledir.”[36]

“Marx ve Engels’in determinizmi”ne karşı “Lenin’in volontarizmi”ni öne çıkaran Çayan’ın “… görüşlerinin… Marksizm içinde izi sürüldüğünde Gramsci’nin ‘Kapital’e Karşı Devrim’ine, Genç Lukacs’ın solculuğuna varılır.”[37]

Çayan’a göre yapılması gereken, “oligarşi ile halkın memnuniyetsizliği ve tepkileri arasındaki suni denge”yi[38] bozmaktır. Yani kitleler öncelikle bilinçlendirilmeli, gözlerinin önündeki perde yırtılıp atılmalıdır. Kitleler, ideolojik hegemonya kırıldıktan sonra mücadeleye katılacaktır. Kitlelerin pasifliğinin temel sebebi baskı değil, ideolojik hegemonyadır.

Bu idealist anlayış, Çayan’ı sivil toplumcularla aynı noktada buluşturur. Farklılık izlenecek yöntemde ortaya çıkar. İdeolojik hegemonyayı kırmak için sivil toplumcuların aracı kültürel propaganda iken, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (THKP-C) aracı silahlı propagandadır.[39]

“Oysa, ezilenler önce zorla diz çöktürülür, sonra beyinlerini teslim eder. Bu işlemin geri alınması için de aynı öncelik sırası izlenmelidir.

“Althusser, Pascal’ın, ‘Diz çökün, dudaklarınızı dua ederek kıpırdatın; inanacaksınız’ sözlerini aktarır.

“Marksizmde devrimci politik mücadelenin pedagojik nitelikte olmamasının temel nedeni budur. Marksistler, pratik mücadele içinde ve kitlelerin pratik mücadelesi içinde ve bu yolu izleyerek ideolojik mücadele yürütür.”[40]

*   *   *

Mahir Çayan’ın “Kesintisiz Devrim II-III”te kullandığı kavramlar, büyük oranda, Güney Amerika’daki devrimci mücadelenin sorunları üzerine yapılan tartışmalardan alınmıştır.[41]

Bu tartışmaların odağında, Althusser’in öğrencisi olan Régis Debray’ın “Devrimde Devrim mi?” isimli çalışmasında foco[42] üstüne yazdıklarının yer aldığı görülüyor.[43]

João Quartim, “‘Devrimde Devrim’, kelimenin Leninist anlamıyla bir taktikler kitabıdır”[44] diye yazar. Ancak bu görüşün kabul gördüğünü veya icap ettiği şekilde yorumlandığını söylemek mümkün değil gibi…

Silahlı mücadeleyi savunan çevrelerin, Debray’a dönük, onun değerlendirmelerindeki sorunları aşmayı hedefleyen eleştirileri, savaşın şehirlerde başlatılması, “askeri ve siyasi yönetimler”in birliği, “politikleşmiş askeri savaş” gibi tezleri ortaya çıkarmıştır.

Kamil Dede, Çayan’ın “politikleşmiş askeri savaş stratejisi” kavramını Quartim’den aldığını söylüyordu.[45] Mücadeleye şehirlerden başlanması ile “politik ve askeri liderliğin birliği” görüşleri Marighella’da vardır. Suni denge kavramını ise, Çayan, Che Guevara’dan almış olsa gerek.[46]

Ek: Öncü Politikayı Konumlandırmak

I. Öncüller

Devrimci politika, öznesini şiddet pratiği sergilemekle yükümlü kılan bir eyleyiştir. Devrimci politika için şiddet, salt bir araç değil, bizatihi kurucu bir öge olmak durumundadır. “Şiddet, aynı zamanda, bir politikanın kendisidir.”[47]

Politikada devrimci olmak, gerçek gerçeğin alanında pratik bir tutumun ifadesidir. “Pratik devrimcilik”, söylenen sözde, teoride, programda aranmamalıdır. Bir politik öznenin devrimciliğinin kıstası, onun eylemli varoluşunda şiddetin asli bir öge olmasıdır.

*   *   *

Devrimci olmadan (pratik-politik) Marksist olunamaz… Bu ifade, “çubuk bükme”, konum belirleme anlamı taşır. Politik Marksizm, devrimci bir zeminde tanımlanmalıdır.

II. Kendiliğindenlik ve kendiliğindencilik

Lenin, “Ne Yapmalı?”da, “Ekonomistler ile bugünün teröristleri arasında ortak bir kök bulunmaktadır, ve bu… kendiliğindenliğe kölece boyun eğiştir[48] diye yazıp şöyle devam ediyordu: “[E]konomistler ‘salt işçi hareketi’ önünde boyun eğmektedirler, teröristler ise devrimci mücadele ile işçi sınıfı hareketini birbirini tamamlayan bir bütün içinde birleştirme yeteneğinden ya da olanağından yoksun olan aydınların tutkulu öfkesinin kendiliğindenliği önünde boyun eğmektedirler.”[49]

Lenin’in bu önemli değerlendirmelerini yeniden kurmak zorunlu gözüküyor.

Bu işleme, kavramlarda değişiklik yaparak başlayalım. Bu yazıda, ekonomizm,[50] kitleciliğin[51] sağ varyantı olarak görülüp korunurken, terörizm yerine öncü savaşçılık kullanılacak.

Şöyle devam edelim: Ekonomistler kendiliğindenci iken, öncü savaşçılar değildir. Onlar kendiliğinden harekete tabi olarak değil, kendi pratik varoluşlarıyla politik konumlarını teşkil ederler. Bu çalışmada savunulacağı üzere, öncü savaşçılık bir tür kendiliğindenliktir.

Bu yazıda, bu belirlemeler ışığında öncü politika konumlandırılmaya çalışılırken, Teori ve Politika’da ağırlıklı olarak “kitleciliğin” eleştirilmiş olması da göz önüne alınarak, öncü savaşçılık kavramına yoğunlaşılacak.

III. Öncü savaşçılık

“Savaşmak, başarısızlığa uğramak, gene savaşmak, yeniden başarısızlığa uğramak, yeniden savaşmak, zafere ulaşana kadar böyle davranmak, işte halkın mantığı budur.” (Mao)

Kaypakkaya tarafından da Marksist politik öznenin tutumu olarak yorumlanıp olumlanarak aktarılan Mao’nun bu ifadesi,[52] bahsedilen yorumuyla, bir tür devrimci politika tarzını ortaya koyar nitelikte. Bu yaklaşım ile, Çayan’ın “Oligarşinin terörü, şiddeti ne kadar artarsa artsın, partimiz gerilla savaşına devam edecektir”[53] ifadesi arasında, politika anlayışına ilişkin uyum vardır.

Bu yaklaşımlardaki kendiliğindenliğin mantıki sonuçları şu ifadelerde görülüyor: “Düşmanın zora başvurduğu bir yerde, karşı zoru örgütlemek kaçınılmaz bir görevdir. Daha başlangıçta halka, düşmanın şiddetine karşı, kendi şiddetini hayata geçirecek bir araç vermek zorunludur. Bunun gereğini yerine getirmeyip oportünistçe kaçışı tercih etme, devrime ihanettir. Bu durumda ‘kazanır mıyız, kaybeder miyiz?’ sorusu önemini kaybeder. Halkın kazanacağına inanmak ve bunun için karşı-devrimci şiddete karşı, devrimci şiddeti çıkartıp mücadele etmek gerekir.”[54]

*   *   *

Türkiye devrimci hareketi, kitlelerin mücadele alanlarından çekilmesine karşı, devrimci bir refleks geliştirmiştir.

71 devrimciliği, yükseköğrenim gençliğinin kitlesel eylemlerinde düşüş yaşanırken ortaya çıkıyordu. Kitle hareketinde durgunluğun görülmeye başlandığı 1978 ve ‘79, sol harekette sola doğru kopmaların, yönelimlerin yaşandığı yıllardır. Gençlik ve demokratik kitle hareketlerinin 1989-90’da durgunlaşmaya başlamasına Devrimci Sol’un verdiği karşılık, “politikleşmiş askeri savaş stratejisi”ne yönelmek olmuştur…

“Toplumsal harekette durgunluk ya da düşüş, karşısına çıkarılan engeller sonucu olmuştur, ve toplumsal hareketi durgunluğa sürükleyen dış engeller, politik harekete aynı etkiyi yapacak cinsten değildir… Bu sadece, toplumsal hareketle politik hareketin belirginleşen bir makasla ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Politik hareket, önüne kendisini durduracak cinsten bir engel çıkıncaya değin ilerlemesini sürdürecektir.”[55]

Devrimci hareket, bir taktik belirleyerek durmayacak, durdurulacaktır. Verili devrimcilik tarzı, devrimci hareketin karşısına kendisini durduracak fiili bir engel çıkarılıncaya kadar sürdürülecektir.

Melik Kara, bu duruma “politik süredurum (eylemsizlik) ilkesi” adını veriyordu.[56] Burada, bu kendiliğindenlik hali öncü savaşçılık ile eşleştiriliyor.

Çayan ve öncü politika

“Marksistler için tek şey önemlidir; konjonktürün, yani belirli bir toplumda, tarihin belirli bir anında, sınıflar ve güçler ilişkisinin kendileri için elverişli olup olmamasıdır.”

“Proleter devrimcisi, her iki dili [‘Almanca’ ve ‘Fransızca’] de yerinde ve zamanında kullanan kişidir. … Proletarya partisi ise, en küçük reformist hareketten devrimci tedhişçiliğe kadar her çeşit eylem biçimini, yerinde ve zamanında gündem meselesi yapan… savaşçı bir örgüttür.” (Mahir Çayan)

Öncü politika anlayışı bakımından, “Kesintisiz Devrim II-III” ile Çayan’ın ondan önceki yazıları arasında kategorik fark vardır.

Çayan, “Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine”de, Lenin’in “İki Taktik”ine ve Hikmet Kıvılcımlı’ya dayanarak, bu konudaki görüşlerini “evrim ve devrim aşamaları” üzerinden ortaya koyar. İçinde bulunulan aşamanın evrim konağı olduğunu belirten Çayan şöyle yazmaktadır: “Proleter devrimcilerinin bu aşamadaki dili Almancadır; devrimci bir durum olsa bile Almanca hitabet değişmeyecektir. Ancak proletaryanın öz örgütü kurulup, kitleleri bilinçlendirmede belli bir mesafe katedildikten sonra, herhangi bir devrimci kriz döneminde proleter devrimcilerin dili Fransızca olabilir.”[57] Çayan, “Kesintisiz Devrim I”de bu yaklaşımını muhafaza edecektir.

“Çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, tersine devrimci taktikle çoğunluk olunur.”[58] Devrimcilik, “zamanı gelince” şiddete başvurmayı değil, şiddeti içeren eylemli bir varoluşu gerektirir. “Devrimin patladığı koşullarda devrimci olan bir özne reformisttir.”[59]

Şiddet pratiğini sadece devrim dönemlerinde meşru sayan sosyalistlerin, devrimcilik ve reformculuk arasında “pratik tarz”da bir ayrım yapması beklenmez. Onlara göre, devrimcilik, pekala teorik bir işlem sonucu anlaşılan bir nitelik olabilir. Bu anlayış için, konjonktür yanıltıcıdır, “gerçek” değildir. Ne de olsa, şimdi elinde silah olan kişinin, bu konumunu koruyacağının kesinliği yoktur…

Mahir Çayan’ın bu konudaki görüşlerini, politik pratiği sebebiyle, değiştirmesi gerekiyordu ve bunu “İhtilalin Yolu” ile “Kesintisiz Devrim II-III”te yapmıştır.

Çayan artık, “bütün geri bıraktırılmış ülkelerin pasifistleri Lenin’in klasik tanımına dört elle sarılırlar”[60] demektedir. Ancak bunu yazarken, önceki görüşlerini tamamen reddetme yoluna gitmez. O görüşler, “Çarlık Rusyası’nda olduğu gibi, zayıf da olsa”, “kapitalizmin içsel dinamikle geliştiği ülkeler” için geçerlidir.[61]

“Emperyalist hegemonya altındaki ülkeler”de ise, “evrim ve devrim aşamaları” iç içe geçmiştir.[62] Bunun anlamı, bu ülkelerde, “silahlı savaşın objektif şartlarının mevcudiyeti”dir.[63]

Çayan, böylece öncü politikanın alanına teorik olarak da girmiş bulunuyordu. Fakat, o da, “evrim ve devrim aşamaları” tezinin ontolojik düzlemle ilişkisini reddetmeyerek, mevcut mekanik-rasyonalist anlayışı farklı bir zeminde yeniden-üretmektedir…

Çayan’a göre, Türkiye gibi ülkelerde, “devrim aşaması … oldukça uzun bir aşamadır. Evrim aşamasının nerede bittiğini, devrim aşamasının ise nerede başladığını tespit etmek fiilen imkansızdır. … Emperyalist hegemonya toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesine engel olduğu için ülke alt yapı ilişkilerinden üst yapısına kadar, milli bir kriz içindedir.”[64] Devrimci durum süreklilik arz etmektedir.

Gizli işgal, “objektif koşulları sürekli olgun olan milli bir kriz”, sürekli devrimci durum, sürekli (açık veya gizli) faşizm ve doğal olarak sürekli şiddet pratiği… Bu, öncü politikanın “sol” varyantı olan öncü savaşçılığın bir yorumudur.

71 devrimciliği ve konjonktürel politika

“Konjonktür politikası ile rasyonalist politika arasında bir fark değil, bir karşıtlık vardır.” (Melik Kara)

71 devrimciliği, 68’in kitlesel hareketliliği temelinde, ondan koparak ortaya çıkmıştır. Devrimciliğin belirmesi, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) eylemli varoluşunun başlangıcına, kopuşun “kesinleşmesi” THKP-C’nin Ephraim Elrom’u idam ettiği an’a tarihlenmelidir.

71 devrimcileri, “gereğinden çok ileri” gitmişlerdir. İlk elde verilebilecek diğer tarihsel örnekler de, bu tutumun güçlü politik sonuçlar doğurabildiğini gösterir. Öncü politika, rasyonalist bir bakışla değerlendirilmemelidir.

Lenin, Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında, devrimcilerin yıkıcı olmalarını savunmuştu. Elrom’un öldürülmesiyle beraber THKO’nun soluna geçen ve bunun sonrasında da, 71’in devrimci örgütleri arasında en solda yer alan THKP-C, yenilginin ardından açığa çıkan potansiyele güçlü şekilde rengini vermiş ve Parti-Cephe geleneğine mensup politik akımlar, Türkiye devrimci hareketinde belirleyici roller üstlenmiştir. “PKK [de], baştan beri aykırı bir akımdı. … [S]ol hareketin birçok grubuyla kanlı çatışmalara girmişti ve karşı-devrimci çete olarak niteleniyordu. Ancak, bu politik örgüt, kırlarda yürütülecek bir mücadelenin başarısına dudak büküldüğü bir zamanda, başlattığı hareketle, birçok yöneticisini devlet güçlerine ihbar eden Aydınlık başta olmak üzere sol hareketin, onu bir devrimin öznesi olarak görmesini sağladı.”…[65]

Devrimciler, meşruiyet mercii olarak kendilerini görmek durumundadırlar. Başlangıcı, politik-olandan toplumsala doğru çekilen etkileşim hattı, kitlelerin meşruiyet algılarına tabi olmamayı gerektirir.[66] “Kitleler nezdinde sağlanan meşruiyet politik başarı anlamındadır ve sonsal niteliktedir.”[67]

Bazı politik tutumları, eylem tarzlarını Marksistlere ilkesel olarak “yasaklatan” ideolojik algı kırılmalıdır. Bir konjonktürde, barışçı ve savaşçı metotlar arasında ne gibi tercihlerin yapılacağı, eyleyen politik öznenin “bileceği” iştir. Konjonktür politik “günah” tanımaz!

Eylem konjonktüre içkindir ve bir konjonktürde hangi eylem tarz(lar)ının uygun olduğunun “hükmü”, ancak o konjonktürün ardından verilebilir. Bu, konjonktürel gerçekliğin olumsallığı gereği böyledir.

IV. Politik Marksistler ve politik Marksizm

Konjonktürde, politik Marksistleri diğer sosyalistlerden nasıl ayırırız?

Eylem tarzlarına ideo-politik nitelikler atfetmek, sıkça rastlanan bir yaklaşım, ama daha önce de gösterilmeye çalışıldığı üzere, buna karşı olmak gerekiyor.

Eylem tarzları ile atfedilmiş ideo-politik kimlikler arasında içkinlik belirlemek, eylemin niteliğini öznesinin kimliğinin tayin etmesi ve eylemin, öznesi sayesinde sonucunu bağrında taşıması da demektir ki, bu özneci anlayışa göre, konjonktürdeki özne aslında tarihin öznesidir.[68]

İçinde bulunulan an’da, politik Marksistleri diğer sosyalistlerden ayırmak, “Marksizmin genel alanı” üzerinde yapılan[69] ve belli konularda sergilenen konjonktürel tutumların baz alındığı bir işlem olsa gerek.

71 döneminde, Kemalizm, Kaypakkaya’nın platformunu solun öteki kesimlerinden koparan, (pratik-)politik Marksizmin Türkiye’de doğuşunu[70] belirleyen bir ayıraç işlevi görmüştür. O günkü koşullarda, Kemalizmi bütünsel olarak reddedemeyen bir öznenin politik Marksist olması mümkün değildir.

Bugün ise, Kemalizmin bu konuda başvurulacak temel ayıraç olmadığı söylenebilir. Kürt sorununun (devrimci) politik vasıf kazanması ile beraber, bir ayıraç olarak Kemalizm tali bir konuma itilmiştir. Günümüzde, Kürt sorununa yaklaşım ve dünya-konjonktürel anlamı nedeniyle İslam meselesine yaklaşım, bu hususta başvurulacak temel kriterler olmalıdır.

V. Sonuç notu

Öncü politika, politik öznenin kendi gerçekliğine göre politik tutum belirlemesidir. Bu tanım, “kendi-için” politika ile “kitleler için” politika ayrımında öncü politikanın konumunu belirlemeyi de sağlar.

“Kendi-için” politika, politik pratiğin açık uçlu olmaması demek değildir. “… [K]endi-için politikayla kitleler için politika arasında kitlesel hacim, örgütsel etki, politik güç bakımından, iki ayrı kategoriye karşılık gelecek bir farklılık yoktur.”[71] Dahası, bu tarzdaki devrimci politika pratiği, kitlelerin patlamalarıyla alaşıma girebilmektedir.

 



* Cenap Dizdar, Parti-Cephe geleneğine mensup bir devrimciydi. 21 Ocak 1985’te, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir polisi öldürüp bir polisi de yaraladıktan sonra şehit edildiği eyleminde, o esnada ele geçirdiği tabancayı kullanmıştı. 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bu konuya ilişkin açıklaması, “ölen örgüt elemanı” hakkında hiçbir bilgi içermiyordu.

[1] Proleter Devrimci Aydınlık (PDA)-Şafak çevresinin bu konudaki değerlendirmeleri pratik tutumlarıyla uyum gösteriyor. 71 döneminde devrimciliğe en yakın yerde duran çevrenin bu konudaki görüşlerinde yaşanan değişimleri Kaypakkaya şöyle anlatır: “… [B]izim burjuva baylar… önce, proletaryanın temel güç olduğu safsatasını yaydılar. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni izleyen sıkıyönetim döneminde… sessizce manevra yaptılar ve tam da bir burjuva hokkabazlığı ile, Türkiye’nin özel şartlarından (?) dolayı, proletaryanın ve köylülerin, ikisinin birden temel güç olduğunu iddia etmeye giriştiler. … Şimdi… [ise, bu] revizyonist baylar… temel güç konusunda da, kesinlikten uzak, sallantılı, belirsiz, istikrarsız, ilkesiz bir tutum içindedirler. Bir yandan, bazı yayın organlarında, temel gücün köylülük olduğunu yazıyorlar. Öte yandan, başka yayınlarında, hatta aynı yayın organlarında işçilerin ve köylülerin temel güç olduğunu yazıyorlar!” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, İstanbul 2004, s. 447) Mahir Çayan da bu konuda şöyle yazıyordu: “Başta, işçi sınıfı hem temel güçtür, hem de öncü güçtür diyen bu kalpazanlar, eleştirilerimiz üzerine, dergi sayfalarında bu hatalarını düzelttiler.” (Mahir Çayan, Teorik Yazılar, Gökkuşağı Basın Yayın, İstanbul 1996, s. 211) Mahir Çayan ve Yusuf Küpeli’nin içinde olduğu grupla yaşadığı ayrılıktan sonra, Mihri Belli de, “Temel güç işçiler ve yoksul köylülerdir. Proletaryanın öncülüğü ideolojik değil, fiilidir” der. Bu konuda bak.: A.g.e., s. 204-205 ve Yusuf Küpeli, 1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç, Kurtuluş Yayınları, Ankara 1971, s. 81.

[2] Aktaran: Melik Kara, “Devrimci Politikanın Teorik-Tarihsel Yolu ve Devrimci Sol”, Doğru Seçenek, Sayı: 12, Ocak 1993, s. 119, 30 numaralı dipnot.

[3] Bak.: Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde – İki Ricat Bir Huruç”, Teori ve Politika, Sayı: 24-25, Güz 2001-Kış 2002, s. 26.

[4] Sosyalizmciler bu ifadeyi ne de çok severler! Kapitalizm “dururken” emperyalizmi, faşizmi; burjuvazi “dururken” devleti hedef alan şu “devrimci demokratlar” yok mu!..

[5] Kaypakkaya, Mart 1971’de bu yazı için öz eleştiri vermiştir.

[6] “Politik veçhesiyle Marksizmi, genel olarak ezilenlere … açan eser Lenin’e aittir. … [Fakat] Leninizmin Lenin’de beliren, ve muhakkak geliştirilmesi, kategorilendirilmesi gereken terminolojisi, –çağdaşlarından nitelikçe epeyi zayıf olmakla birlikte– oldukça yüklü ‘işçici’ temalara sahiptir.” (Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, Teori ve Politika, Sayı: 35-36, Yaz-Güz 2004, s. 12)

[7] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 127.

[8] Bu konuda ayrıca bak.: Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Gün Yayınları, 1968, s. 160.

[9] Mahir Çayan, a.g.e., s. 209.

[10] Bak.: A.g.e., s. 135-136.

[11] Bak.: A.g.e., s. 130, 136, 209.

[12] Burada, Çayan’ın “Kesintisiz Devrim II-III”teki değerlendirmeleri baz alınıyor.

[13] A.g.e., s. 209.

[14] A.g.e., s. 78.

[15] A.g.e., s. 210.

[16] A.g.e., s. 211.

[17] Ali Osman Alayoğlu da şöyle yazıyordu: “‘Devrimin sınıfsal niteliği ile sınıfların fiili yolu arasında ayniyet aramanın Menşevik mantığı’ olduğunu söyleyen Mahir Çayan, bilim-politika ayrımına ilişkin hoş bir saptama yapar. Zaten, Mahir’in ideolojik öncülüğü de, bilim-politika ilişkisine ilişkin benzer bir gerilimi içinde barındırır. Politik arenada işçi sınıfını göremeyen, ya da görse bile, işçi sınıfının o an’da devrimci olmadığını gören Mahir, onun öncülüğünü alarak, teoride, bir çeşit eklektik çözüm bulmuştur. Çubuğu devrimcilik tarafına bükmüş, eylemi seçmiştir.” (Ali Osman Alayoğlu, “Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi ve Politik Sonuçları”, Teori ve Politika, Sayı: 12, Güz ‘98, s. 73)

[18] Melik Kara, a.g.e., s. 70.

[19] A.g.e., s. 58.

[20] Bak.: A.g.e., s. 75, 63 numaralı dipnot.

[21] A.g.e., s. 17-18.

[22] Bak.: A.g.e., s. 43.

[23] A.g.e., s. 20.

[24] A.g.e., s. 20.

[25] Yeni Çözüm’den bir alıntı: “Proletaryanın öncü müfrezesi olan parti, proletaryanın ideolojisiyle donanmıştır ve sınıflar kombinezonunda proletaryayı temsil eder. Onun niteliğini belirleyen, proletaryanın sınıf olarak devrimin hangi aşamasında hangi kitle gücüyle veya hangi taktiklerle yer alacağı, nasıl bir rol oynayacağı değil, kendi siyasi iktidarını kurmak için ülkenin somut koşullarını tahlil etmek, temel güçleri, temel alanları ve geçilecek aşamaları tespit ederek devrim stratejisini çizmek ve bunu diyalektik ve tarihsel materyalist anlayışın temelleri üzerinde kurmaktır. Ezilen tüm sınıf ve tabakaları, ideolojik ve politik kurmaylığında birleştirip yönlendirerek, sınıfsız toplumu gerçekleştirmeyi hedeflemesidir.” (“THKP-C Eleştirileri Üzerine Değinmeler”, Çözüm – Seçme Yazılar, Haziran Yayıncılık, Kasım 1994, s. 229)

[26] Teoride Doğrultu’nun ezilenlere yaklaşımı ile Çayan’ın işçi sınıfının ideolojik öncülüğü tezinin uyumu dikkat çekici. Bak.: “Ezilenler ve İktidara Yürüyen Marksizm”, Teoride Doğrultu, Sayı: 24, Mayıs-Haziran 2006, s. 9-16.

[27] Bu anlayışa dönük eleştiriler Teori ve Politika sayfalarına sıkça yansımaktadır.

[28] Çayan, bu kavram için Mao ve Lin Piao’nun eserlerini referans göstermektedir. Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 44, 17 numaralı dipnot.

[29] Bak.: A.g.e., s. 123. Bir hatırlatma: Metin Kayaoğlu, ezilenlerle özgün bağlantılar kuran politik Marksizmin Lenin’den Mao’ya ulaşan devrimci hattına, Che Guevara’da simgelenen Güney Amerika devrimciliğinin de bir yan kol olarak eklenmesi hususunun tartışılması gerektiğini yazıyordu. Bak.: Metin Kayaoğlu, a.g.e., s. 15, 26 numaralı dipnot.

[30] “… [B]u işlem belirli bir zamana yayılır, ama … bir tarihsel an niteliğindedir.” (Melik Kara, a.g.e., s. 40)

[31] Carlos Marighella şöyle yazıyordu: “Vatandaşların oldukça büyük bir bölümü eylemi ciddiye aldığı andan itibaren, zafer garantilenmiştir. Dikta, baskıyı artırmaktan başka bir şey yapamayacaktır.” (Bak.: “Marksizm-Leninizm mi, Küçük Burjuva Terörcülüğü mü? (Marighella’nın Şehir Gerillası Kitabının Eleştirisi)”, Proleter Devrimci Aydınlık – Seçmeler II (1970-1971), Aydınlık Yayınları, Haziran 1979, s. 255)

[32] Melik Kara, a.g.e., s. 38.

[33] Bak.: A.g.e., s. 38-43.

[34] Bak.: A.g.e., s. 51.

[35] Suni denge kavramının eleştirisi için bak.: A.g.e., s. 34-56.

[36] A.g.e., s. 39.

[37] A.g.e., s. 50.

[38] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 306.

[39] Bak.: Melik Kara, a.g.e., s. 46.

[40] Melik Kara, “Devrimci Gerçekçilik ve Atılım’daki Gerçeksizlik – NATO Toplantısına Karşı Politik Kampanya Örneği”, Teori ve Politika, Sayı: 34, Bahar 2004, s. 166.

[41] Ertuğrul Kürkçü bu konuda şöyle yazıyordu: “THKP-C’nin siyasal ve teorik kavramlar portföyünde yer alan kavramların ve mücadele biçimlerinin büyük bir çoğunluğu, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Latin Amerika’nın birçok ülkesinde, Sri Lanka’da (Seylan), Yemen’de, Omman’da da hareket halinde olan birçok Halk Kurtuluş Cephesi’nin, Ordusu’nun, Partisi’nin benimsediği bir genel stratejik hattın, önderliğini Küba Komünist Partisi’nin ve onun öncülüğünde kurulmuş olan OLAS (Latin Amerika Halkları Dayanışma Örgütü) ve OSPAAAL’ın (Asya, Afrika ve Latin Amerika Halkları Dayanışma Örgütü) yürüttüğü bir uluslararası devrimci akımın içinden geliyordu.” (Ertuğrul Kürkçü, “THKP-C”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 7, İletişim Yayınları, 1988, s. 2199)

[42] “İspanyolca foco kelimesi genel anlamdaki askeri üsten ziyade bir gerilla harekatının merkezini belirtir.” (Régis Debray, Devrimde Devrim mi?, 2 numaralı dipnot. Kaynak: www.kurtuluscephesi.com)

[43] 71’in üç devrimci örgütü de, Debray’ın yaklaşımlarıyla kendi pratikleri arasında bağ kurulmasına karşı çıkmıştı. Bak.: Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu, Ulusal Kültür Yayınları, 1991, s. 46-47; Mahir Çayan, a.g.e., s. 124-126, 284, 311; Yusuf Küpeli, a.g.e., s. 60-61; İbrahim Kaypakkaya, a.g.e., s. 387.

[44] João Quartim, Regis Debray ve Brezilya Devrimci Hareketi. Kaynak: www.kurtuluscephesi.com

[45] Bak.: Yaşayanlar Tartışıyor – THKP-C Neydi, Nasıl Doğdu, Aydınlık Yayınları, Nisan 1980, s. 10. Quartim şöyle yazar: “Emperyalistler arası savaş olanağının tarihsel olarak ortadan kalktığı şu günümüzde, Latin-Amerika’da proletaryanın iktidar alternatifi olabilmesi için, silahlı mücadelenin sınıf mücadelesinin yolu olduğu, politikleşmiş askeri savaş geçerlidir.” (João Quartim, a.g.e.)

[46] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 307. Çayan’ın Che’den yaptığı alıntı Debray’da da vardır: “Silahlı savunma hakim sınıfın, şiddete dayanan bir diktatörlük olarak hakiki karakterini gizlemesine yardım edecek, ‘oligarşik diktatörlük ile halktan gelen baskı arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozacak yerde onu devam ettirecektir.’ (Che)” (Régis Debray, a.g.e.)

[47] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet Üzerine Sınırlı Düşünceler”, Teori ve Politika, Sayı: 21, Kış 2001, s. 14.

[48] Lenin, Ne Yapmalı? – Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çeviren: Muzaffer Ardos, Sol Yayınları, Mart 1977, İkinci Baskı, s. 94.

[49] A.g.e., s. 95.

[50] “Ekonomizm, sosyalizmcilik ve işçicilik ile politik reformizmin buluştuğu konaktır.” (Melik Kara, “Devrimcilerin Marksizmi – Politik Solda Ayrım Çizgileri”, Teori ve Politika, Sayı: 12, Güz ‘98, s. 33)

[51] Kitlecilik, kitlelerin gerçekliğine göre politik tutum belirlemektir. Bu rasyonalist yaklaşım, –öncü savaşçılık gibi– politik pratiği teknik bir eyleyiş derekesine düşürür.

[52] Bak.: İbrahim Kaypakkaya, a.g.e., s. 377 ve “Kurtuluş Gazetesinin Eleştirisi”, Proleter Devrimci Aydınlık – Seçmeler I (1969-1970), Aydınlık Yayınları, Ocak 1979, s. 313.

[53] Mahir Çayan, a.g.e., s. 341.

[54] Haklıyız Kazanacağız, Derleyen: D. Karataş, Haziran Yayınları, 1989, s. 737, a.b.ç.

[55] Melik Kara, “Devrimci Politikanın Teorik-Tarihsel Yolu ve Devrimci Sol”, a.g.e., s. 86.

[56] Bak.: A.g.e., s. 86-88. Eylemsizlik ilkesi, Newton mekaniğinin birinci yasasıdır.

[57] Mahir Çayan, a.g.e., s. 147. Çayan, bu konuda bir dipnot düşerek, “… Lenin’in ‘devrimci durum’ teorisi, bugün yarı sömürge ülkelerde tartışma konusudur. Bazıları bunun halk savaşı vermek zorunda olan ülkeler için değil de kapitalist ülkeler için geçerli olduğunu iddia etmektedir” (A.g.e., s. 162, 26 numaralı dipnot) diye yazar. “Kesintisiz Devrim II-III”te kendisi de bu görüşü benimseyecektir.

[58] Rosa Luxemburg’dan aktaran: Metin Kayaoğlu, a.g.e., s. 11.

[59] A.g.e., s. 14.

[60] Mahir Çayan, a.g.e., s. 290.

[61] Bak.: A.g.e., s. 289.

[62] Bak.: A.g.e., s. 289.

[63] Bak.: A.g.e., s. 290.

[64] A.g.e., s. 289.

[65] Melik Kara, “Aydınlık: Solun Günahlarının Kefareti mi, Solda Bir Serdümen mi?”, Teori ve Politika, Sayı: 23, Yaz 2001, s. 89.

[66] Burada, bu yazıdaki önermelerin zorunlu kıldığı bir saptamayı dile getirelim: Teori ve Politikacıların çıkış belgesi olan “Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı”, içerdiği –bu tartışmalar bağlamındaki– politik değerlendirmeler sebebiyle, esaslı bir eleştirinin konusu olmak durumundadır.

[67] Metin Kayaoğlu, a.g.e., s. 10.

[68] Bak.: A.g.e., s. 7. Kaypakkaya, bu hususta Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) yöneticileri ile polemiğe girmişti. Bak.: İbrahim Kaypakkaya, a.g.e., s. 425-426.

[69] Böylece, gelenekler de değerlendirme kapsamına alınmış oluyor.

[70] Kaypakkaya’nın mirasını sahiplenen ve onu komünist olarak gören çevreler, Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist)’in kurulmasının, komünist hareketin Türkiye’de ikinci kez ortaya çıkması demek olduğunu ileri sürerler. Kaypakkaya’nın Türkiye solu değerlendirmelerine dayanan ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneğini pratik-politik açıdan tamamen reddedememenin ifadesi olan bu yaklaşım, ayrıca politika anlayışına dair bir sorunu yansıtıyor. “TKP’nin Şefik Hüsnü öncesi tarihi ‘gerçek’ değildir; ‘Mustafa Suphi TKP’si’ ifadesi, daha çok, tarihte bir ayrışmayı belirleyen bir sembol mahiyetindedir. Suphi TKP’si, tarihsel süreçteki yol değil, bir tutum olarak anlaşılmalıdır.” (Melik Kara, a.g.e., s. 58, 114 numaralı dipnot)

[71] Melik Kara, “Bizimkiler”, Teori ve Politika, Sayı: 21, Kış 2001, s. 225-226.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar