Ana SayfaArşivSayı 41‘71 Devrimciliği, Kaypakkaya ve Sonrası: Devralınan Miras

‘71 Devrimciliği, Kaypakkaya ve Sonrası: Devralınan Miras

Aşağıdaki yazı, H. Fırat’ın

Devrimci Demokrasi ve Sosyalizm: TDKP Eleştirisi başlığını taşıyan eserinin (Eksen Yay., İstanbul 1989) birinci bölümü olan “Devralınan Miras”tan oluşmaktadır.

Başlığı biz koyduk.


 

H. Fırat

1. 1975: Köklü dönüşüm!

Nisan 1980’de yayınlanan Kongre Belgeleri’nin giriş yazısında, TDKP’nin [Türkiye Devrimci Komünist Partisi] kökleri ve oluşum süreci şöyle özetleniyor:

“Türkiye Devrimci Komünist Partisi, …, dokuz yıllık bir örgütlenmenin günümüzde ulaştığı aşamayı simgelemektedir. Başlangıçta devrimci demokrat bir örgüt olarak kurulmuş bulunan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu; daha sonra onun 1975 yılındaki köklü özeleştiri ile Marksizm-Leninizme yönelmesi; 1978 Ekim Konferansı’nda THKO’nun TDKP-İÖ adını alması ve nihayet bugün Türkiye’deki çeşitli milliyetlerden proletaryanın ve tüm komünistlerin tek gerçek partisi olarak Türkiye Devrimci Komünist Partisinin kuruluşu…” (s. 5)

Aynı tanımlamalar Kongre bildirisinde yineleniyor; THKO’nun 1975 yılında köklü bir dönüşüm yaşadığı, “devrimci demokrasinin sınırlarını aştı”ğı, “Marksizm-Leninizm yoluna” girdiği belirtiliyor. (s. 432)

Şubat 1980’de kurulan TDKP, geçmişini 1971’de kurulan THKO’dan başlatıyor ve kendini “dokuz yıllık bir örgütlenmenin günümüzde ulaştığı aşama” olarak tanımlıyor. TDKP’nin verdiği muhteva farklı olmakla birlikte bu tanım tarihsel gerçeğe uygundur. 1971 THKO’su, ideolojik bakımdan devrimci-demokrasinin çok geri ve ilkel bir örneği idi. TDKP, Şubat 1980’de onun çeşitli bakımdan ilerlemiş, gelişmiş biçimi oldu yalnızca. Konumuzun esasını oluşturan ve üzerinde ayrıntılarıyla duracağımız bu sorunu şimdilik bir yana bırakarak, 1975 yılında yaşadığı iddia edilen “köklü dönüşüm” konusunda Kongre Belgeleri’nin açıklamalarını görelim.

Kongre Raporu’nun bu konudaki ayrıntılı açıklamaları, tüm ifadeler kendine ait olmak üzere, şöyle özetlenebilir: THKO, TDKP’nin öncelidir. TDKP, bu örgütün bütünüyle dönüştürülmesi ile oluşmuştur. (s. 43) 1971 döneminden sonra, ülkemizde Marksizm-Leninizmin gelişme tarihi, aslında esas olarak THKO’nun gelişme tarihidir. Ülkemizde Marksist-Leninist teorik-siyasi birikimin hemen hiç bulunmadığı koşullarda kurulmuş olan THKO, özeleştiri yoluyla –örgütsel bütünlüğünü de koruyarak– niteliğinin değişimiyle Marksist bir örgüte dönüştü ve gelişmesini bundan sonra daima Marksizm-Leninizm doğrultusunda sürdürdü. (s. 48-49) Özeleştiri süreci 1971 yenilgisinin hemen sonrasında başladı. Ancak temel değişiklik ve gelişmenin başlangıcı esas olarak 1975 yılına tekabül eder. Bu tarihten itibaren THKO –her dönemde esası belirlemeyen, tali yanı oluşturan hatalar saklı tutulursa– modern revizyonizme, sağ oportünizme, ‘sol’ maceracılığa, Troçkizme ve ülkemiz özelinde de özel olarak yarım yüzyıllık ülkemiz işçi sınıfı hareketi üzerine bir kabus gibi çöken revizyonizme ve onun sınıf işbirliği çizgisine, onun o günkü uzantılarına ve 1971 döneminin küçük-burjuva ihtilalciliğine karşı gittikçe sistemleşen eleştiriler yöneltti. (s. 49)

Kongre Belgeleri kelimesi kelimesine bunları söylüyor. THKO’nun 1970’lerin ortasındaki kendiliğindenci gelişmesini, anti-faşist hareketin ardından sürüklenişini, 1977 sonlarına kadar tam bir ideolojik boşluk, belirsizlik ve kargaşa içinde olduğunu bilenler, 1975’de yaşanan bu mucizevi “köklü” dönüşüme ve bunun yarattığı parlak sonuçlara ilişkin iddialara bugün doğal olarak şaşıyorlardır. Kongre Belgeleri, TDKP’nin ideolojik gelişmesinin en ileri safhası, ulaştığı bilincin doruğudur. Bu nedenle yukarıdaki söz ve iddiaları, TDKP’nin Şubat 1980’de ulaştığı bilincin ve kavrayışın bir göstergesi saymak gerekir.

71 Devrimci Hareketinin ideolojik bakımdan en geri, en ilkel, Marksist teoriden en az etkilenmiş bir örneği olan THKO, zamanın Türkiye’sinde bizzat 71 Devrimci Hareketinin öteki temsilcileri tarafından bile yadırganan, reddedilen fokocu görüşler savunuyordu. Türkiye’nin 60’lı yıllarına egemen burjuva reformizminden devrimci bir kopmayı temsil eden 71 Devrimci Hareketi içinde eskinin, MDD Hareketinin, etkisini en çok taşıyan grup durumundaydı. 1972 Nisan’ında yayınladığı bir değerlendirmede, MDD teorisyeni Mihri Belli, en ölçülü, en yumuşak eleştirilerini THKO’ya yöneltiyor ve bunu şöyle gerekçelendiriyordu: “THKO’nun kuruluşunu ilan eden ve eylemi hakkında bilgi veren ilk bildiride halkımızın bağımsızlık ve demokrasi özlemlerini ifade eden, bir Milli Demokratik Devrim platformu içinde talepler ileri sürülmekteydi. Bildiri, hiç değilse bu bakımdan, sekter nitelik taşımıyordu. Bu durumda THKO’cular siyasi talepleri bakımından kitle çizgisi dışında ‘aşırı’ya da ‘sekter’ olarak nitelendirilemez.”[1]

MDD hareketi teorisyeni, değerlendirmesinin bütününde de “Milli Demokratik Devrim platformu içinde talepler”, demokrasi ve bağımsızlık ufkuyla sınırlı talepler sorununa özel bir önem veriyor. Bunu ayrım çizgisi olarak gördüğü için de, THKO’nun maceracı kimliğine bile hoşgörüyle yaklaşabiliyor. O tarihlerde bu ufku aşmak “sekreterlik” ya da “aşırılık”tı. Şimdilerde buna “Troçkizm” ya da “yarı-Troçkizm” deniliyor.

THKO ününü ve 12 Mart sonrasına kalan etkisini, devrimci tarihimize malolmuş önderlerinin faşizm karşısındaki yiğitliğine borçluydu. ’71 Hareketinin 12 Martta uğradığı yenilgi, “öncü savaşı” eğilimlerinin yenilgisi olmuştu. Bu dönem sonrasında, diğer benzerleri gibi THKO da, bir süre tereddüt etmekle birlikte, gelişen kitle hareketinin de olumlu etkisiyle maceracı eğilimlerini terk etti. 1975 yılında THKO’nun yaşadığı tek gerçek “dönüşüm”, dönemin ortamı ve eğilimine uygun olarak, “öncü savaşı” anlayışından “kitlelere dayalı devrim” görüşüne ve pratikte “kitlelere” yönelmek oldu. Yaptığı özeleştirinin esasını da bu oluşturur. “Kitle çizgisi” dışında “aşırı” ya da “sekter” siyasi talepleri olmayan THKO, bu kusurundan da arınınca, geriye MDD Hareketinden miras “bağımsızlık ve demokrasi özlemleri” kaldı. Bunlar haftalık bir legal gazeteye “İşçilerin Köylülerin Bağımsız ve Demokratik Türkiyesi İçin İleri” şeklinde bir başlık altı yapıldı ve THKO, ideolojik boşluk ve belirsizlik içinde, dönemin kitle hareketliliği içine kendiliğindenci bir hareket olarak daldı. Özellikle ÇKP’nin etkisiyle, Sovyet modern revizyonizmine tavır aldı, ama bunu modern revizyonizmin daha kaba bir varyantı olan Üç Dünya Teorisi’nin kabulü izledi. Küçük-burjuva maceracılığının eleştirisi, küçük-burjuva reformizmini besledi. Bir ara, o dönemin PDA gibi reformist bir hareketiyle “proleter devrimciler”in parti birliği girişimlerine kadar vardı işler. Haftalık gazete yaklaşık iki sene demokrasi, bağımsızlık, anti-faşizm vb. temalar üzerine oturan yüzeysel, köksüz bir ajitasyon ve teşhiri aşamadı. Yine de bu, “kurulduğunda en fazla yüzlerle sayılabilecek kişiyi yönetebilen örgütümüz, bugün onbinleri hareketlendirebilmekte, yönlendirebilmektedir”[2] sözlerini kısmen haklı çıkaracak gelişmelere yetti. Ama sanıldığı gibi bu, “örgütümüzün artık doğru bir siyasi çizgiye sahip olmasından” gelmiyordu. THKO’nun daha belirginleşmiş bir çizgiye varmadan zaten ulaşmış bulunduğu bu “başarı”nın nedenleri ve gerçek anlamı, geçmişi değerlendiren başka yazılarımızda irdelenmiş bulunuyor.* Kaldı ki bu aynı dönemde, bu konuda THKO’dan çok daha fazla başarılı olanlar da vardı.

1975 yılında yaşadığı “köklü dönüşüm”le devrimci-demokrasinin sınırlarını aştığı ve “bu tarihten itibaren” Marksizm-Leninizmin tek temsilcisi olarak geçmişin ve o günün Türkiye’sinde yere çalmadık sapma bırakmadığı iddia edilen THKO’nun, 1977 sonuna kadarki gerçek gelişmesi kaba çizgileriyle aslında budur. İdeolojik belirsizlik ve kendiliğindencilikle karakterize olan bu dönem, 1977 sonrası gelişmesinde öylesine belirgin ve belgelere dayalı çizgilerdir ki bunlar, kendilerini ve kendilerinin şahsında TDKP’yi hep gökyüzünde göstermeyi bir davranış biçimi, bugünkü haleflerince sürdürülen bayağı bir gelenek, bir kültür haline getirmiş o günün mağrur önderleri bile, bu yeryüzü gerçeklerini anmazlık edememişlerdi o günkü değerlendirmelerinde. Ama nasıl? Buna cevap vermeye kalkmak iç bunaltıcı bir sıkıntıya katlanmak demektir ki, bu fedakarlık bir kerelik gösterilmiştir ve yeterlidir.[3] İlgi duyanlara TDKP’nin kendini değerlendiren iki temel ve kendi ifadesiyle “tarihi” belgesini öneriyoruz: 1978 sonbaharında yayınlanan “1971 Sol Hareketi, THKO ve Gelişmesi” başlıklı yazı (Parti Bayrağı, Sayı: 8) ile, Kongre Belgeleri’nin ilgili bölümü (s. 43-73).

Burada kısaca şu söylenebilir: Başkaları sözkonusu olduğunda küçük kusurları büyük sapma olarak göstermek, ama TDKP sözkonusu olduğunda büyük sapmaları küçük kusurlar olarak değerlendirmek, bu hareketin kendine özgü kültürünün bir diğer temel unsurudur.* TDKP bir döneme damgasını vurmuş, rengini vermiş “kusur”larını, bu kadarı kadı kızında bile olur misali değerlendirir. Görkemli bir ilerleyişi renklendiren, zenginleştiren, hatta hatta ona “diyalektik” bir nitelik kazandıran şeyler olup çıkarlar bunlar. Kongre Belgelerinin ifadesiyle “şanlı bir tarihe” sahip “şanlı bir örgüt olarak” THKO’nun, “her adımda Marksizm-Leninizmin zaferleriyle dolu” bu şanlı tarihinde (s. 62 ve 72) yaşadığı ve “THKO militanları”nın halka ve devrime bağlılıkları ile Marksizm-Leninizme sadakatleri sayesinde kolaylıkla aştığı önemsiz ayrıntılardır bunlar. “Her dönemde esası belirlemeyen, tali yanı oluşturan” (s. 49) “gelişmekte olan THKO’nun gelişmesi içinde düştüğü hatalardır, bütün bunlar.” (s. 57)

Başkalarına karşı son derece katı ve tahammülsüz olan TDKP, kendine karşı son derece anlayışlı ve hoşgörülüdür. 60’lara egemen reformist çizgiye yönelttiği eleştirilerle TDKP’nin ancak 1978 başında ulaşabileceği bazı temel görüşlere daha 1972 başında ulaşan genç Kaypakkaya, “sol” eğilimlerinden dolayı en hışımlı, çoğu demagojik ve haksız eleştirilerin hedefi olur. Ama öte yandan ve üstelik Kaypakkaya’dan yıllar sonra, 1977 sonuna kadar yaşanan kaba küçük-burjuva ve sağcı konum, THKO’nun henüz geniş bir ufka sahip olmaması, “bunun sonucu olarak ‘sol’a karşı mücadeleyi, revizyonizme ve sağ oportünizme karşı mücadele ile birleştirip bütünlüklü bir şekilde yürütme”mesi ile açıklanır (s. 55). Gençlik, tecrübesizlik, Marksizmi kavramadaki yetersizlik vb. öznel öğeler, bir Mahir Çayan, bir İ. Kaypakkaya sözkonusu olduğunda, tarihsel olarak gerçekten belli bir anlam ifade edebilecek bu faktörler, bu her bakımdan genç insanlar sözkonusu olduğunda akla gelmez de, kendileri sözkonusu olduğunda en olağan açıklama ve mazeretler olurlar. 1969’da ÇKP 9. Milli Kongresi’nde resmi bir görüş olarak ilan edilen “emperyalizmin toptan çöküşü” tezini savunduğu için İ. Kaypakkaya Lin Biaocu dogmatizmi sistemleştirmekle itham edilir de, ÇKP 10. Milli Kongresi döneminde (1974) piyasaya sürülen “Üç Dünya Teorisi”nin savunuculuğu, “Uluslararası Komünist Hareketin genel çizgisidir anlayışıyla kabul edildi” denilerek mazur gösterilmek istenir. (s. 54-55)*

Bunlar yalnızca bazı örneklerdir. Bütün bu ciddiyetsizlikler daha önce ve oldukça ayrıntılı olarak tartışıldı TDKP önderleri ile. O tartışmada sorulmuş ve hala cevapsız duran bir soruyu yineleyerek, bu “köklü dönüşüm” bahsini kapatabiliriz:

“Şimdi artık teorisyen Z. Ekrem’e sorabiliriz: 1981 Nisanı ve sonrası, yani ‘sınıf mücadelesinin acımasız pratiği’, “THKO militanlarının devrime olan inanç ve kararlılıkları, bu uğurda herhangi bir şeyi feda etmekten kaçınmamaları’ şeklindeki şarlatanca sözleri, bu ‘tayin edici etken’i boşa çıkardığına göre; “THKO, devrimci burjuva demokrat bir örgüt iken, Marksist bir örgüte dönüşmüştür’ teorisi ve tezi, bütünüyle havada ve boşlukta kalmış olmuyor mu? Bu sözler, “ülkemizde Marksizm-Leninizmin gelişme tarihi, aslında esas olarak THKO’nun gelişme tarihidir’ (Kongre Belgeleri, s. 48) tezinin de esas kaynağıydı. Şimdi bu tez de boşlukta kalmış olmuyor mu? Her şeyi bu ‘halka ve devrime bağlılık’la izah edenlerin önünde, aradan daha iki sene ancak geçmişken hiç de böle bir ‘bağlılık’ içinde olunmadığı anlaşıldığına göre, her şeyi yeniden izah etme görevi durmuyor mu?*[4]

2- “Yepyeni ve çürütülemez bir çizgi”!

Eski maceracı mücadele çizgisinin terk edilmesiyle başlayan ve TDKP’yi 1980 Şubatındaki Kuruluş Kongresine getiren gelişme sürecinde, 1978 yılı başı yeni bir dönemi, ideolojik belirsizliğin geride kaldığı bir tarihi işaretler. Yıllar yılı bir işportacı zihniyetiyle reklam edilen, yere göğe sığdırılmayan, bugün ise artık kimsenin yüksek sesle savunma güç ve cesaretini kendinde bulamadığı temel görüşler, TDKP’nin kendi ifadesiyle “bütünlüklü çizgi”, bu dönemde benimsendi. Parlak bir gelişme tarihi resmetmek kaygısındaki Kongre Belgeleri, bunu “1975’te başlayan” ideolojik inşa sürecinin tamamlanması olarak tanımlar (s. 62). Gerçekte ise olan; o dönemin en ateşli Maocularından oluşan ve belirli bir noktadan itibaren, yaşanan reformculaşmaya direnen bazı unsurların –“Niğde grubu”– savunduğu görüşlerin, bunalım ve çaresizlik içindeki örgüte resmi çizgi ilan edilmesinden ibarettir.

Önce haftalık gazetede “Ulusal Demokratik Halk Devrimi” genel başlığı altında yayınlanan bu görüşler (Aralık 1977), sonra programatik bir düzenleme ve “Devrimci Proletaryanın Mücadele Platformu” başlığı ile teorik derginin ilk sayısında yayınlandı. (Mart 1978)

Platformu yayınladığı ilk sayısında ve “Çıkarken” başlığı altında Parti Bayrağı, şu ilk yargıyı dile getirdi: “… devrimci proletaryanın mücadele platformunun, proletaryanın Marksist-Leninist programının ortaya konması görevi bugün gerçekleştirilmiştir.” (s. 3) Parti Bayrağı bu ilk yargısına, yayınlanan platformun “58 yıllık sağ oportünist sınıf işbirliği çizgisine, onun günümüzdeki temsilcilerine” karşı, “bir dizi mücadeleler içinde ortaya” çıktığını eklemeyi de ihmal etmedi. (s. 4)

Aynı gelişmeyi yaklaşık iki sene sonra Kongre Belgeleri, “50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ın altedilmesi aşaması” olarak niteledi ve şöyle devam etti: “Teorik yayın organının çıkarılmasıyla ve Platformun yayınlanmasıyla, Çin revizyonizminin etkisinden kaynaklanan kısmi hatalara karşın esas özelliği Marksizm-Leninizm olan programın ve Marksist-Leninist siyasi çizginin inşası esas olarak tamamlanmıştır.” (s. 62)

İlk yargıdan farklı olarak bu sonuncusuna düşülen “Çin revizyonizminden kaynaklanan kısmi hatalar” kaydı, ara dönemde Maocu etkilerden “arınma” gibi TDKP tarihinin “önemsiz bir ayrıntı”sından dolayıdır. Ama bu hiç de ilk yargıda dile getirilen güven ve iddiayı gölgelemiyor. 50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ altedilmiştir! Hiç şüphe yok, az iş değil bu!

Fakat atılan adım, başarılan iş hakkında, zaman olarak bu iki değerlendirmenin arasında yer alan bir üçüncüsü var ki, az sonra onu birlikte gördüğümüzde, yukarıdaki iki yargının hayli alçakgönüllü kaldığına da birlikte karar vereceğimiz kesindir. Parti Bayrağı’nın 8. sayısında yayınlanırken (Ekim 1978) “tarihi önemde” bir belge olarak nitelenen “1971 Sol Hareketi, THKO ve Gelişmesi” başlıklı yazı, tevazu gösterme ciddiye alırlar öğüdüne uyuyor ve şunları söylüyor:

“THKO, gelişme süreci içinde revizyonizmi, Troçkizmi, maceracılığı ve her türden oportünizmi altetti… İçerden ve dışarıdan birçok saldırıya hedef olduk, sayısız badireler atlattık. Ama hepsinden yüz akıyla çıktık. Sonunda günümüze geldik. ’70 sonrasında ve uzun bir dönem bir programa bile sahip olmayan 40-50 kişilik bir gerilla örgütü, bugün Marksist-Leninist bir program ve derinlemesine teorik temellerine sahip bir komünist örgüt durumundadır. O, artık parıldayan bir güneş gibidir. Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış –Mustafa Suphi yoldaşın bu konudaki girişimlerini anmalıyız– yepyeni ve çürütülemez bir çizgiye … sahiptir.”* (s. 8)

Bu, sonradan görmeliğin yarattığı bir ruh halidir ve o günün Türkiye’sinde bir benzeri olduğunu sanmıyoruz. Uzun bir dönem bir programa sahip olmak bir yana teorinin sıradan gerçeklerinden bile kopuk olununca, sonradan bazı genel doğruların keşfedilmesi ve Maocu dogmaların eskiden miras MDD’ci önyargılara kolayca oturması, böyle bir ruh haline yol açabilmiştir.

TDKP “teorisyenler”inin kaleminden çıkma kendilerine dönük bu övgüler, Marksizm-Leninizm silahını “kullanmakta oldukça yeterli bir durumda” oldukları iddiasıyla sürüyor ve aynı konuda yazının son bölümünde şunlar söyleniyor: “Başlangıçtan farklı olarak, güçlü bir Marksist-Leninist birikime ve teorik hazineye sahibiz. Bundan sonra Marksizm-Leninizme kimse dil uzatamayacak ve anında her türlü sapma ve yozlaşmanın karşısına dikilip onu yere çalacağız… Buna inancımız kesin ve tamdır. Yüreğimiz, bilincimiz ve gücümüz ise yeterli.” (s. 52)

Zaman ne bilinçlerinin ne de yüreklerinin buna yetebildiğini gösterdi. Yalnızca iki yıl sonra bunu herkesle birlikte görebilmek için biraz sabırlı olmaları yeterliydi.

TDKP yukardaki değerlendirmeleri yaptığı tarihte (Ekim 1978) hala ateşli bir Maocudur. Mao Zedung “beş büyük usta”dan biridir, Marksizm-Leninizmin bir klasiğidir. Teorik hazinesi “yarı-sömürge yarı-feodal ülkeler devrimleri” için evrensel bir kaynaktır. Örneğin, “derinlemesine teorik temelleri”yle THKO’nun parıldayan bir güneş ilan edildiği sayfanın bir sonrasında (s. 9), Mao Zedung’un Yeni Demokratik Devrim teorisi, tüm temel unsurlarıyla savunulur. Yine aynı sayının bir diğer yazısı olan 40 sayfalık İ. Kaypakkaya eleştirisinin tam 20 sayfasında, halk savaşı tezi ve “kızıl siyasal iktidar” sorunu, Kaypakkaya’nın Mao’yu tahrif ettiği iddiasıyla ve Mao’ya dayanılarak savunulur. Ve yalnızca birkaç ay sonra, teori planında revizyonist ve felsefi planda idealist bir küçük-burjuva ilan edilecek olan Mao Zedung hakkında, yapılabilecek en övücü değerlendirmeler yapılır, bu aynı eleştiri yazısı boyunca.

Kendisi yemin billah reddetse de TDKP’nin Maoculuğu bilinmiyor değil. Tarihsel bir bakışla, TDKP’nin yanılgılarına, teorik tutarsızlıklarına hoşgörüyle yaklaşmak da mümkündür. Ama ya kendine dönük yargı ve değerlendirmelerini ne yapacağız! “Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış yepyeni ve çürütülmez bir çizgi” iddiası var orta yerde. Kongre Belgeleri’nde bir kez daha tescil edilmiş bu yargı, hala değiştirilmiş de değildir.

Zamanın aslında kendi akışıyla kendiliğinden çürüttüğü bu çizgiye ilişkin “çürütülemez” iddiasını sonraki bölümlere bırakıyoruz. Şimdilik bizi ilgilendiren onun bir “yenilik” taşıyıp taşımadığıdır.

Teorik özü, sınıf mantığı ve esas muhtevasıyla bu çizgi, devrimci hareketimizin geneline geçmişten miras temel anlayış ve görüşlerin 1970’lerin ikinci yarısındaki yeni bir yorumundan, Maocu bir versiyonundan çok fazla bir şey değildir. Dahası bu “özgün” yorumun TDKP teorisyenleri için hareket noktası olmuş ilk adımları da daha 1972 yılında İ. Kaypakkaya tarafından atılmıştır. TDKP yazarlarının belki de en sert, en tahammülsüz, haksız, zorlama ve haklı noktalarda bile demagojik bir içerik taşıyan eleştirilerini Kaypakkaya’ya yöneltmeleri, bundan geliyor olmalı. “Yepyeni”lik iddiası, kaynakları karartmayı bir ihtiyaç haline getirir.

TDKP’nin teorik-siyasal çizgisini oluşturan temel görüşler incelendiğinde ve devrimci-demokrasinin önceki ideolojik gelişimiyle karşılaştırıldığında, ’71 Devrimci Hareketini, özellikle de İ. Kaypakkaya çizgisini, maceracı öğelerden ve “ilk” olmanın yol açtığı tarihsel olarak hoşgörülebilir bazı kusurlardan arındırmış olmanın ötesinde, hiçbir temel konuda gerçekten yeni ya da TDKP’nin kullandığı ifadeyle “yepyeni” sayılabilecek öğeler içermediğini görmek zor olmayacaktır. ’71 Devrimci Hareketi olarak da isimlendirilen devrimci-demokratik hareket, ilk biçimlenmesini ‘60’lı yılların MDD Hareketi içinde yaşamış, Marksist teorinin özellikle devlet ve zora dayalı devrim konusundaki klasik tezlerinin etkisiyle onun reformcu yolundan kopmuş, MDD Hareketinin temel programatik amaçlarını ve ufkunu korumakla birlikte devrimci bir yoruma tabi tutmuş, onlara devrimci bir luhteva kazandırmıştır. Bu gelişmede, Mahir Çayan ve İ. Kaypakkaya’nın yazılarında açıkça görülebileceği gibi, Mao Zedung’un –özellikle Yeni Demokratik Devrim teorisiyle– özel bir etkisi olmuştur. Yaşadığı ilerlemeyi o günkü tarihsel ortamın da etkisiyle maceracı öğelerle birleştirdiği için, sonradan devrimci-demokrasiyi bu maceracı öğelerinden arındırmak büyük bir başarı sayıldı ve temel bir yanılgıyı hazırladı. Gitgide birilerinin kendilerini “yepyeni” ilan etmelerine kadar vardı işler.

Maceracı anlayış ve pratikleri eleştiri konusu yapmak, henüz ilk haliyle ortaya çıkmış, bu nedenle zayıf, yeterince işlenmemiş, çeşitli kusurlarla malul temel görüşleri bazı kusurlarından arındırmak, bazı bakımlardan daha kuvvetli, daha olgun –bu arada bazı bakımlardan da daha saçma!– bir biçim vermek, tüm bunlar elbet bir ilerlemenin ifadesiydiler. Nedir ki ‘70’li yılların ikinci yarısında yaşanmış olan ve küçük-burjuva sosyalizminin olgunlaşmasından başka bir şey olmayan ilerlemenin bu kadarı, hiç de TDKP’ye özgü ya da onunla sınırlı değildi.

12 Mart döneminin ve özel olarak da maceracı çıkışın uğradığı yenilginin dersleri, hemen bu dönemi izleyen coşkulu devrimci yükselişin uygun ortamıyla birleşince, devrimci hareketin genelinde düşünsel ve siyasal ilerlemenin, bazı bakımlardan olgunlaşmanın elverişli koşullarını oluşturdu. Pratiğin yardımıyla ulaşılan bazı sonuçlara teorik bir ifade verildi. Onu sürdürmek ısrarı gösteren bazı marjinal gruplar dışında, maceracılık, bu arada sağcı eğilimleri geliştirecek kadar yaygın eleştiri konusu oldu ve genel olarak terk edildi. “Kitleler” vurgusu ve “devrim kitlelerin eseridir” düşüncesi genel kabul gördü. Marksizmin bazı genel klasik tezleri hiç şüphesiz yine küçük-burjuva bir yorumla, ama geçmişe göre daha ileri bir kavrayışla ele alındı. MDD Hareketinin bir mirası olarak 1971’in THKP-C ve THKO’sunda hala güçlü izleri olan Kemalizm hayranlığı eski etkisini yitirdi (ki Kaypakkaya çubuğu tersine bükerek de olsa, bu hayranlığa daha 1972’de saldırmıştı). İncelmiş biçimiyle yaşasa da Kürt ulusal sorununa ilgisizlik büyük darbe yedi vb. vb…

Halkçı temalar, demokratik-devrimcilik ve küçük-burjuva sınıf yapısı ve ortamı ortak eksenine oturan temeldeki benzerlikler korunmakla birlikte, bir dizi etkenin tesiriyle değişik kesimler bunu değişik biçimlerde, ölçülerde ve özgünlüklerde yaşadılar. TDKP’nin kendisi de bu ortamın, bu genel gelişmenin ürünü, özgün örneklerinden biridir. “Yepyeni” olmak bir yana, ilk çimlenmesini ‘60’ların ikinci yarısında yaşamış devrimci-demokrasinin ‘70’lerin ikinci yarısındaki nispeten gelişmiş –ve kuşkusuz bazı bakımlardan ise bozulmuş– biçimlerinden biridir yalnızca. (Üstelik özgün biçimi de değildir; aynı dönemde aynı özgünlükte, Kawa da sayılırsa, tam dört benzer grup daha vardır.) İdeolojik şekillenmesinde evrensel bir kaynak olarak Maoculuk çok etkili olmuş olsa da, gerçekte son derece “yerli”, “ulusal” köklere sahiptir. Maocu anlayış ve formüller yalnızca egemen anlayış ve mantığa uygun düşmüş, oturmuş, bu nedenle kolayca benimsenmişlerdir. Mao Zedung yerden yere vurulduktan sonra bile “bütünlüklü çizgi”nin tüm temel öğeleriyle korunması da aslında bunu kanıtlar.

Bu “yepyeni” çizginin ne ölçüde yeni olduğunu daha yakından görelim.

Dönemin güncel ulusal ve uluslararası sorunlarına ayrılan son iki bölümün çıkarılması dışında, Mart 1978 tarihli Platform (Parti Bayrağı, Sayı: 1), Şubat 1980 tarihli TDKP programının (Kongre Belgeleri, s. 275-302) bir ilk biçimi, “kırlardan şehirlere doğru gelişen halk savaşı” ve halk iktidarı koşullarında milli burjuvazinin “teşvik”i gibi sonradan ayıklanacak bazı uç Maocu düşünceler sayılmazsa, gerçekte kendisidir. Bununla birlikte biz şimdilik Platformla yetineceğiz; zira “50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ın altedilme aşaması” olarak nitelenen, “yepyeni ve çürütülmez”lik halesiyle örülen ve THKO’yu “parıldayan bir güneş”e çeviren, bu platformdan başkası değildir. Programın kendisini ise ikinci iddianın, “çürütülemez”lik iddiasının ele alınacağı bölümlere bırakalım. Bu ayrım, bize TDKP’nin ideolojik evrimini ve Maoculuğu nasıl ve gerçekte ne ölçüde aştığını görmek olanağını vereceği için, ayrıca gereklidir.

Doğal olarak, “proletaryanın nihai amacı sınıfsız topluma varmaktır” türünden Marksist olmak iddiasındaki her programın bir bakıma ortak süsünü oluşturan, ama kendi başına hiçbir şey ifade etmeyen genel formülleri bir yana bırakmamız gerekiyor. Bize gerekli olan genel ve eski olanlar değil, yenilik ve özgünlük iddiası taşıyan temel tezlerdir. Okura bu çizgiye etraflıca ve dolaysız olarak tanıtmak için Platformdan uzun parçalar aktaracağız. Aktarmalara genellikle katlanılmaz ama, bunun tartışmamızı hayli kolaylaştıracağına kuşku yok.

1-) Platformun, Türkiye’deki kapitalist gelişme sürecinin özelliklerini özetleyen ilk bölümünde özgün olan görüş şudur: Emperyalizm döneminde, emperyalizmin yarı-sömürgesi olan Türkiye’ye yapılan sermaye ihracı, “Ülkede kapitalizmin (ve proletaryanın) gelişmesini bir ölçüde de olsa hızlandırdı. Bununla birlikte bu sermaye başlıca rantiye bir nitelik taşıdığından esas fonksiyonu ülkede sanayiyi geliştirmek değil, aksine milli sanayi kapitalizminin gelişmesini engellemekti. Gelişmesine yol açtığı kapitalizm ise, esas olarak kendi uzantısı olan ve bu yüzden üretici güçlerin gelişmesini engelleyen feodalizmle ittifak haline komprador ve tekelci bir kapitalizm niteliğini taşıyordu.” (Parti Bayrağı, Sayı: 1, s. 11)[5]

Yön ve MDD Hareketinden kalma komprador kapitalizm-milli sanayi kapitalizmi ikilemi üzerine oturan küçük-burjuva önyargıları, TDKP, Mao’nun bazı görüşlerinden de güç alarak teorik bir dogma düzeyine çıkarır. Tüm “yarı-sömürge yarı-feodal ülkeler için” geçerli sayılan bu görüşün Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı hakkında hangi sonuçlara yol açtığı, şu parçada daha açık görülür: “Türkiye 60 yıldan fazla zamandan beri demokratik devrim süreci içinde bulunmasına rağmen, ülkede milli bir sanayi kapitalizmi esas olarak gelişmediğinden feodalizm tasfiye edilememiş, aksine emperyalizm ve komprador tekelci kapitalizm ile kaynaşarak yaygın kalıntılar halinde köylülüğü ezmeye devam etmiştir.” (s. 15-16)[6] Komprador kapitalizm feodalizmi tasfiye etmez dogması çıplak toplumsal gerçeklerle pek bir arada gitmediği için de, Platform şu ucube eklektik formülle durumu kurtarmaya çalışır: “Yarı-sömürge yarı-feodal ülkemizde meta üretimi temeli üzerinde genel olarak kapitalizm hakim hale geldi.” (s. 12)

Gelişen “milli kapitalizm” değildir gerekçesiyle, emperyalizm çağı için yalnızca gerici ve ütopik bir anlam yüklü bu gerekçeyle, feodalizmin aşırı abartılması ve kapitalist gelişmenin küçümsenmesi, birbirine bağlı iki sonuca yol açar. Proletaryanın geri görevlere mahkum edilmesi ve “milli kapitalizm” konusunda gerici hayallerle şaşırtılması. İkisi bir arada, TDKP Platformunun ikinci temel tezini oluşturuyor (II. Bölüm):

2-) “Türkiye, emperyalizmin, komprador tekelci kapitalizmin ve feodal kalıntıların hüküm sürdüğü yarı-sömürge, yarı-feodal çok uluslu geri bir tarım ülkesidir. Bu durum ülkemizin hala demokratik devrim süreci içinde oluşunu belirlemekte ve devrimci proletaryaya nihai hedeflerini gerçekleştirme yolunda ilk adım olarak demokratik devrim sürecini tamamlama görevini yüklemektedir… Proletaryanın önderliği bu devrimi dünya sosyalist devrim sürecinin bir parçası olan yeni tipte demokratik bir devrim haline getirmiştir.

“Bununla birlikte demokratik devrim hala burjuva karakterini korur ve özünde köylülüğün toprak devrimi olmaya devam eder… Proletarya önderliğindeki ulusal demokratik halk devrimi genel olarak kapitalizmi değil, yalnızca emperyalizmin uzantısı niteliğindeki ve bu yüzden feodalizmle birlikte üretici güçlerin gelişmesinin önünde engel teşkil eden (komprador) tekelci kapitalizmi tasfiyeyi amaçlar. … Ülkemizin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı göz önüne alındığında, emperyalizm ve feodalizmle bağları koparılmış bir milli kapitalizm daha bir süre ilerici bir rol oynamaya devam edecektir. Bu kapitalizmi adım adım tasfiye edecek olan proletaryanın sosyalist devrimidir.” (s. 15-16)[7]

Kaynağı karartma operasyonu gereği, birinci paragrafın sonundaki “yeni tipte demokratik devrim” ifadesi programda yerini, “kesintisiz olarak sosyalist devrime” ifadesine bırakıyor. İkinci paragrafın sonunda ulusal kapitalizme ilişkin olarak “daha bir süre ilerici bir rol oynamaya devam edecektir” (siyahlar bizim) ifadesi ise, “bir süre daha var olmaya devam edecektir” şeklinde tashih ediliyor.

Yukarıdaki uzun parça “Devrimimizin İçinde Bulunduğu Aşama: Ulusal Demokratik Halk Devrimi” başlığını taşıyan II. Bölümün ilk iki paragrafını oluşturuyor ve devamında Türkiye’nin yaşadığı demokratik devrim süreci özetleniyor.

Türkiye’nin toplumsal gelişme düzeyine ilişkin Yön-MDD kaynaklı geri tespitlere Mao’nun “yeni demokratik devrim” formülleri denk düşünce, bunu, devrimin gelişme rotasına ilişkin olarak da ünlü Maocu şema tamamlar doğallıkla. “Devrimci Proletarya Halk Savaşının Öncüsüdür” başlığı taşıyan III. Bölümde şu üçüncü temel görüş yer alıyor:

3-) “Tayin edici bir etken olarak ülkenin yarı-sömürge, yarı feodal yapısı ve ekonomisinin aşırı dengesizliği de göz önüne alındığında, … Türkiye Devrimi uzun süreli devrimci bir halk savaşı biçiminde gelişecektir.

“Mevcut şartlarda, Türkiye devriminin yolunun genel çizgisi, toprak devrimini yürüterek ve köylük bölgelerde tahkim edilmiş üslere dayanılarak kırlardan şehirlere doğru gelişen halk savaşı yoluyla iktidarın parça parça alınması çizgisidir. Marksist-Leninist Parti, bu çizgiyi esas alacaktır…” (s. 19)*

Böyle olunca, İ. Kaypakkaya’nın kusuru, bu aynı temel görüşleri boş bir söz değil samimi bir inanç olarak ele alması ve “köylük bölgelerde tahkim edilmiş üsler” için ilk girişimlerde bulunması olmuş oluyor. Bazılarında teori ve tespitler boş bir lafsa, başka bazılarında eylem kılavuzudur. Kaypakkaya’nın TDKP’den bin kez daha tutarlı olduğundan kuşku duyulmamalı.

Devrim konusunda Maocu formüller “üç temel silah”la sürdürüldükten sonra, aynı bölümde, devrimde sınıf mevzilenmesi planının da ifadesi olarak, ikinci temel silah olan “birleşik cephe” şöyle tanımlanıyor:

4-) “Ulusal demokratik halk devriminde proletaryanın cephe siyaseti, işçi-köylü temel ittifakını gerçekleştirmek, bu temel üzerinde şehir küçük-burjuvazisini devrimci saflara kazanmak ve milli burjuvazi ile devrimci mücadeleye katıldığı sürece ittifak kurmak siyasetinden oluşur.” (s. 20)

Bu görüş değişik bir ifadeyle ama tamamen aynı içerikle programda da yer alıyor. Milli burjuvaziye ilişkin bu görüş, milli kapitalizme ilişkin daha önce aktarılan görüşle birlikte, TDKP’de 12 Eylül sonrasında sıkça yaşanan burjuva kuyrukçuluğunun programatik temelini oluşturuyor.* Halk sınıflarına dayalı bu halk cephesi tanımını, IV. Bölümde “Demokratik Halk İktidarı”na ilişkin şu görüş izliyor:

5-) Demokratik halk diktatörlüğü, “proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçimini teşkil eden, bütün halk sınıf ve tabakalarının komprador tekelci burjuvazi, toprak ağaları ve onların uşakları üzerindeki birleşik diktatörlüğüdür”. (s. 20)

Parti Bayrağı’nın 3. sayısında (Mayıs 1978) mutlaklaştırılmasına karşı çıkılmakla birlikte milli burjuvazinin “belirli şartlarda devrimin itici güçleriyle birlikte iktidara ortak olabilir”liği ilke olarak kabul ediliyor.[8] “Proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçimi” olarak tanımlanan “birleşik diktatörlük” kavramı ele alınırken, küçük-burjuvazi ve zengin köylülüğün yanı sıra, bu da gözetilmelidir.

Hepsi bu! “Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış yepyeni ve çürütülmez bir çizgi” olarak büyük bir gürültü eşliğinde sunulan görüşler, işte bunlar!

Tekrar da olsa belirtelim ki bu görüşlerde bir yenilik yok. Mao Zedung geri ülkeler devrimleri için evrensel bir teorik kaynak olarak keşfedileli beri, platformda yer alan görüşler aşağı yukarı aynı biçim ve formülasyonlarla Türkiye’de savunulmaktadır. Bu da 1978’e değil, 1970 Türkiye’sine denk gelir. Mahir Çayan’ın, Kesintisiz Devrim broşürü öncesinde kaleme aldığı ve içinde “Mao Tse Tung’un yeni demokratik devrim teorisini” tüm temel unsurlarıyla savunduğu yazıları* bir yana bırakalım. Türkiye’de Maoculuk bayrağını ilk yükseltenlerden PDA, Aralık 1970’de önerdiği Sosyalist Kurultay için savunduğu “platform”da, şunları söylüyor:

“Emperyalizmin boyunduruğu altında yarı-feodal bir ülke olan Türkiye’de önümüzdeki devrim, milli demokratik (yeni-demokratik) devrimdir. Milli demokratik devrim, proletarya önderliğinde, işçi-köylü ittifakı temeli üzerinde halk savaşı yoluyla gerçekleştirilir. Halk savaşı, iktidarın köylük alanlarda parça parça kazanılması, devrimci üsler kurulması ve şehirlerin köylük alanlardan çevrelenip hakim sınıfların iktidarının ülke çapında yıkılması ve halkın devrimci iktidarının kurulmasıyla zafere ulaşır. Proletarya partisi, halk ordusu ve halkın devrimci cephesi, devrimin vazgeçilmez silahlarıdır.

“Milli demokratik devrim, zorunlu olarak sosyalizme götürür…

“Devrim, ancak halk yığınlarının gücü seferber edilerek zafere ulaştırılır. Proletarya partisi olmadan devrim başarılamaz…”[9]

“Marksizm-Leninizm-Mao Zedung düşüncesi bir bütün”dür vurgusu eşliğinde sıralanan bu görüşlerin, TDKP’nin 8 yıl sonrasında savunduklarından eksiği ne? PDA’nın gerçekte reformist bir akım olduğu ve M. Çayan’ın o zamanki nitelemesiyle, Maoculuğun kalpazanlığını yaptığı söylenebilir. Ama bu gerçek, 1978 Platformundaki görüşlerin hiç de “yepyeni” olmadığının kanıtı olmaktan çıkarmaz yukardaki parçaları. Zira ister içtenlikle ister kalpazanlıkla olsun, MDD Hareketinin temel tespit ve anlayışları Maocu bir içerikle ele alındığında, ortaya çıkacak sonuç TDKP’nin 1978 Platformudur.

Devrimci kişiliğinden, inancından ve Maocu görüşleri savunmadaki içtenliği ve kararlılığından kimsenin şüphe duymayacağı İ. Kaypakkaya örneğine bakalım bir de. Tufan Yayınlarınca 1976’da yapılan Bütün Yazılar derlemesine yazılan önsözde, Kaypakkaya’nın görüşleri şöyle özetleniyor:

“İ. Kaypakkaya, …, ülkemizin emperyalizme bağlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğunu; önümüzdeki devrimin anti-feodal, anti-emperyalist demokratik halk devrimi olduğunu; ülkemizde feodalizme karşı verilen mücadelenin emperyalizme karşı verilen mücadeleden ayrılamayacağını; demokratik halk devriminin özünün toprak devrimi olduğunu; toprak devriminin, proletarya önderliğinde verilecek bir halk savaşıyla gerçekleşebileceğini; halk savaşının, özünde bir köylü savaşı olduğunu tespit etti…

“O, devrimin üç silahından ikisi olan… parti ve ordunun yanında, emperyalizme, feodalizme ve komprador kapitalizme karşı, işçi sınıfı önderliğinde, işçi-köylü ittifakı temelinde, şehir küçük burjuvazisi ve milli burjuvaziden oluşan halkın birleşik cephesinin gerçekleştirilmesinin şart olduğunu tespit etti…” (s. 8)

Bu örneklere ilişkin olarak şimdilik şunu söylemekle yetinelim: TDKP’nin 1978 Platformu, gerçekte gerek geçmişte gerekse 1978 Türkiye’sinde Mao’yu geri ülkeler devrimi için teorik bir kaynak olarak ele alan tüm Maocuların esasa ilişkin olmayan farklılıklarla ortak platformundan başka bir şey değildir. Bu ortak platformu ilk keşfetme onuru ise hiç de ona ancak 1978’lerde ulaşan TDKP’nin değildir. Sonra ele alınmak üzere şunu da hatırlatalım: İ. Kaypakkaya TDKP’ye yalnızca Platformdaki genel görüşler planında değil, faşizm, Şefik Hüsnü eleştirisi vb. gibi, TDKP’nin pek övündüğü konularda da öncel olmuştur. 12 Mart öncesi Türkiye’sinde egemen olan Kemalizm hayranlığına ve Kürt sorunu karşısında milliyetçi eğilimlere saldırı konusunda ise, bu genç ve kararlı devrimci, yalnızca o gün henüz birer “İkinci Kurtuluş Savaşçısı” ve Kemalizm hayranı olan “THKO militanları”na değil, genel olarak Türkiye devrimci hareketine katkıda bulunmuştur. Bu konulara yaklaşımlarındaki bazı hatalar üzerine TDKP teorisyenlerinin yaptığı türden demagojik gevezeliklerle, bu tarihsel gerçekler karartılamaz.

3- Yeni çizginin eskimiş kökleri

TDKP Platformunu oluşturan temel görüşlerin ilk Maocu versiyonları 1970’lerin başında ortaya çıkmış olmakla birlikte, bunları besleyen kökler daha gerilerde, 1960’lar Türkiye’sindedir. Maocu versiyonlar ve 1970’ler Türkiye’si bir yana; ‘60’ların ilk yarısında Yön Hareketince, ikinci yarısında Yön’le birlikte ama bu kez Marksist bir terminoloji içinde MDD Hareketince savunulan ve tüm döneme egemen olan bazı görüşler, Türkiye devrimci hareketinde bugüne dek etkili kaldılar. Kapitalist gelişmenin, bunun toplum yaşamımızda, temel sınıf ilişkilerinde yarattığı değişimlerin şu veya bu biçimde küçümsenmesi ya da gözden kaçırılması; toplumumuzun proleter devrim ve sosyalizm için olgunlaşmamış sayılması, buna bağlı olarak, emek-sermaye çelişkisinin tali planda görülmesi; burjuva gelişmenin geride bıraktığı sorunların abartılması, mutlaklaştırılması, devrim aşamasına gerekçe ve kendi başına program haline getirilmesi vb. aslında tümü iç içe, biri diğerinin uzantısı bu hala etkili görüşler, hep 1960’ların ideolojik mirasıdır. Çeşitli değişimlere uğramış, devrimci biçimler kazanmış ama özü değişmemiştir.

‘60’lara egemen sosyalizm anlayışları burjuva sosyalizminin değişik türleriydi (Yön-Devrim, MDD Hareketi, TİP). Şu ya da bu düzen kurumuna (ordu, parlamento, bürokrasi, anayasa vb.) dayanarak kapitalist düzenin genel çerçevesi içinde “kapitalist olmayan yol”dan “kalkınma”, burjuva sosyalizm anlayışlarının ortak ekseniydi. Bunu Kemalizm savunuculuğu (İkinci Milli Kurtuluşçuluk) ve Türk milliyetçiliği tamamlıyordu.

’71 Devrimci Hareketi bu kaba burjuva anlayışların reddi temelinde ortaya çıktı ve [71 devrimciliğinin] devrimci hareketimizin tarihindeki önemi buradadır. Ama bu yönleriyle ‘60’ları aşmak, onu her yönüyle aşmak değildi. ’71 Devrimci Hareketi, Yön’de şekillenen ve MDD Hareketinde Marksist bir görünüme büründürülen toplumsal yapı, toplumsal sınıflar, devrim aşaması, devrimin temel hedefleri vb. konulardaki tahlilleri ve bunlar üzerine oturan programı devraldı ve Mao’nun yeni demokratik devrim teorisinin özel etkisi altında küçük-burjuvazinin devrimci özlemlerini aşmayan bir yorumla, ‘70’li yılların ikinci yarısına devretti. Bu özelliği ile ’71 Devrimci Hareketi yalnızca bir kopmayı değil, ‘60’ların ikinci yarısıyla ‘70’lerin ikinci yarısı arasında köprü konumuyla bir sürekliliği de simgeliyor.

’71 Devrimci Hareketini de ele aldığı 1972 tarihli değerlendirmesinde, MDD teorisyeni M. Belli, bu gerçeğin bilinciyle hareket ediyor. Broşürünün giriş bölümünde, “solda ortaya çıkan grupların hemen hemen tümü, yarım yüzyıllık tarihi olan Proleter Devrimci Hareketimizin temsilcilerinin çevresinde palazlanıp güç kazandıktan sonra ayrı gruplar olarak ortaya çıkabilmişlerdir”[10] değerlendirmesini yapıyor. Bununla PDA’nın yanı sıra, THKP-C ve THKO kastediliyor ve bu grupların başını çeken liderlerin başlangıçta kendilerince eğitilmiş oldukları ima ediliyor. Bölünmelerin hareketin işçi sınıfı tabanına oturamamasından, küçük-burjuva çekişmelerden kaynaklandığı, fakat hareketin “bütün bölünmelere rağmen, gene bir bütünlük taşıdığı” belirtildikten sonra, broşürüne yazdığı “sonsöz”de, bu değerlendirmesinin temellerini şöyle açıklıyor: “ ‘Hangi devrim?’ sorusunun cevaplandırılmasında ve bu devrimin stratejisinin ne olacağı konusunda proleter devrimcileri arasında görüş birliği vardır. Devrimci programımız açık seçikliğe kavuşmuştur.”[11] “Proleter devrimciler”le, bölünmenin ortaya çıkardığı tüm gruplar kastediliyor. Devamında, tüm MDD programlarının bilinen temel öğeleri, anti-emperyalist, anti-feodal demokratik devrim görevleri sıralanıyor.

‘60’lı yılların, devrimci hareketimizin sonraki dönemi üzerinde sanıldığından da derin düşünsel etkisini bir bütün olarak, değişik yönleriyle ve devrimci hareketin tüm kesimleri açısından incelemek tabiatıyla kapsamlı bir sorundur. Biz burada kendimizi konumuzla, TDKP çizgisinin kökleriyle sınırlamak zorundayız.

TDKP’de, daha sonra üzerinde kısaca duracağımız bir “50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ın altedilmesi” efsanesi var. Ama bu “50 küsur yılın” tarihsel bakımdan olsun, sonraki döneme etkisi bakımından olsun en önemli on yılı (1961-1971) konusunda TDKP’nin söyledikleri, daha ‘70’lerin başında söylenen ve sonradan herkesin tekrarladığı bazı genel lafların ötesine geçmiyor. Cuntacılık, parlamentarizm, milliyetçilik, kapitalist olmayan yol vb. genel sözler! Türkiye sol hareketinin düşünsel ve pratik olarak bu en canlı ve kendinden sonraki dönemleri en çok etkilemiş dönemin, TDKP yazarlarınca herkesin tekrarladığı genel sözlerle geçiştirilmesi ilginç bir durumdur. 24 sayılık Parti Bayrağı külliyatının önemli bir kısmını, HY [Halkın Yolu], DHB [Devrimci Halkın Birliği], Partizan vb., düşünsel planda bir önem taşımayan grupların “baş çelişki”, “baş düşman”, “merkezi görev”, “ittifaklar” vb. konulardaki görüşlerinin eleştirisi diye daha mürekkebi kurumadan eskiyen boş gevezeliklere ayırmak yerine, Yön Hareketi, MDD Hareketi, TİP gibi temel akımlar ile, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli, Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi devrimci hareketimizi düşünsel olarak etkilemiş teorisyenlere ayırmak daha anlamlı olmaz mıydı? Üstelik orta yerde 58 yıllık sol hareketin eleştirisi gibi büyük laflar dolanıyorken!

Bu ihmalin gerçek nedenlerini tam bilemiyoruz. Kesin olan şu ki, TDKP yazarları ilgi gösterip bu dönemi incelemiş olsalardı, çeşitli konulardaki görüşlerinin, örneğin pek övündükleri ve bağnazca savunulan bir teorik dogma düzeyine çıkardıkları sosyo-ekonomik yapı tahlillerinin, MDD Hareketi bir yana, ta Yön Hareketinden kalma küçük-burjuva milliyetçi önyargılar olduğunu görmenin şaşkınlığını yaşarlardı.

Yön Hareketi burjuva sosyalizminin kaba bir türüydü. “Emperyalizme bağlı kapitalist gelişmeye orta sınıf aydınlarının duyduğu burjuva milliyetçi bir tepkinin ifadesi idi.”[12] “Milli” ya da “Türk” sıfatlarıyla nitelediği “sosyalizm”, Yön için, yalnızca bir kalkınma yöntemi anlamı taşıyor ve komünizmin de panzehiri olarak görülüyordu. İdeolojik çabasının önemli bir öğesini işçi sınıfının toplumumuzdaki tarihsel rolünü karartmak oluşturur.* Terminolojisiyle flörtün ötesinde Yöncülerin Marksist olmak gibi bir iddiası da yoktu zaten. Kendilerini Kemalizmin çağdaş yorumcusu sosyalistler olarak görüyor, öyle de sunuyorlardı.

Bazı çizgilerini verdiğimiz bu tür bir milliyetçi burjuva akımın TDKP’nin çizgisindeki etkisinden sözetmek ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Öyleyse daha yakından bakalım.

Lideri Doğan Avcıoğlu’nun sözleriyle, Yön Hareketinin temel davası, “Atatürk’ün belirttiği üzere, çağdaş uygarlık seviyesine hızla ulaşmaktır. Bu hedefe götüren başlıca yol ise, hızlı iktisadi kalkınmadır”. Oysa “komprador, tefeci, ağa ve yabancı tekel ittifakına dayanan bir kalkınma” hiç de gerçek bir sanayileşmeye yol açmamaktadır. Dahası problemlidir ve “yabancı egemenliğinden başka bir şey getirmemiştir”.[13] Modern revizyonizmin “kapitalist olmayan yol” tezinden yararlanarak kendine kapitalizme karşı bir görünüm vermek istese de, genel olarak kapitalizme değil emperyalizme bağımlı kapitalizme, genel olarak burjuvaziye değil “emperyalizmin uzantısı” burjuvaziye itirazı var Yön Hareketinin.

TDKP teorisinde özel bir yer tutan emperyalizmin uzantısı komprador kapitalizm ile milli sanayi kapitalizmi ayrımı ve ikilemi, denilebilir ki Yön Hareketinin iktisadi görüşlerinin temelidir. Yön Hareketi de TDKP gibi, mevcut kapitalist gelişmeyi inkar etmez. TDKP gibi Yön’e göre de önemli olan, gelişen kapitalizmin niteliği ve gerçek bir sanayi kapitalizmi olup olmadığıdır. Yön, gelişen kapitalizmin emperyalizme bağımlı, onun uzantısı komprador nitelikte bir kapitalizm olduğunu, bu tür bir gelişmenin gerçek bir sanayileşmeyi temsil etmediğini, dahası feodalizmi tasfiye etmediğini ve edemeyeceğini önemle vurgular.

Parti Bayrağı, Devrimci Yol’la giriştiği bir polomikte şunları yazmıştı: “Şu nokta bilinmelidir: Dergimiz Türkiye’de kapitalist sömürünün hakim olduğunu inkar etmiyor… önemli olan, gelişen kapitalizmin ve bugün egemen olan kapitalizmin niteliğidir. Her türden oportünist ve revizyonistle aramızdaki tartışmanın düğüm noktası da burasıdır. Bu kapitalizm hangi temelde yükselmektedir ve bunun feodalizmle ilişkisi nedir? Tartışılan şey budur.”[14]

‘60’lar MDD’sinin, PDA’nın, Kaypakkaya’nın vb. tartıştıkları hep buydu ve cevapları özünde TDKP’den farksızdı. Daha doğrusu tümü bir arada bu konuda TDKP’yi öncelemektedirler. Kemalist konumunun gereği olarak bu gelişmenin çeşitli tarihsel özelliklerine farklı yaklaşsa da, “düğüm noktası” olarak ifade edilen konuda D. Avcıoğlu da TDKP ile aynı fikirdedir. Ve TDKP bir yana, bu konuda MDD Hareketini bile öncelemektedir.*

Fakat Yön’ün vurguları nedensiz olmak bir yana, son derece belirgin ve anlamlı bir sınıf tutumunun yansımasıdır. Yön bir burjuva akım olarak bütün dikkatleri modern burjuva gelişmenin ortaya çıkardığı yeni çelişki ve çatışmalardan, burjuva gelişmenin geride bıraktığı görevlere yöneltmek çabasındadır. Mevcut kapitalist gelişmeyi reddetmez, ama feodalizmi tasfiye etmediği ve gerçek sanayileşmeyi temsil etmediği iddiasıyla küçümser. Feodalizmi abartır. Proletarya-burjuvazi çelişkisinin olgunlaşmadığını, henüz tali bir çelişki olduğunu, “sosyalizm(in) bugünün değil, yarının meselesi” olduğunu döne döne işler. Peki nedir “bugün”ün meselesi? Şüphesiz, demokrasi ve “gerçek bir bağımsızlık”! “Sosyalist gerçekçilik” bunu gerektirir! Türkiye’nin önündeki görev “milli burjuva devrimini tamamlamak”tır. Ulusal Kurtuluş Savaşı yarım kalmış bir burjuva devrimdir. Görev, bir “İkinci Kurtuluş Savaşı”yla onun eksik bıraktıklarını tamamlamaktır. Sosyalizm ancak bunun ardından gündeme gelebilir vb.

Eylül 1962 tarihini taşıyan “Sosyalist gerçekçilik” başlıklı yazısında, “Ortaçağ kalıntılarından henüz kurtulamayan memleketimizde feodalite büyük burjuvazinin müttefikidir” diyen D. Avcıoğlu, Türkiye’nin “feodalizmin ve emperyalizmin saltanatı” altında olduğunu belirttikten sonra, ünlü soruyu soruyor: “Ne yapmalıyız?”

Cevap şöyle: “Özetlersek, memleketimiz ne Ortaçağın ne de emperyalizmin hakimiyetinden kurtulamamıştır. Atatürk’le başlayan, milli kurtuluş hareketi tamamlanamamıştır. Türkiye bugün, birçok az gelişmiş memleket gibi, milli kurtuluş hareketi safhasında bulunmaktadır. Bu hareket başarıya ulaşmadıkça, demokrasi ve sosyalizm yolunda ilerleme kaydetmek mümkün değildir. Sosyalizme giden yol, milli kurtuluş hareketlerinden geçmektedir.

“O halde sosyalizmin bugün temel meselesi anti-emperyalist ve anti-feodal mücadeledir. Bu mücadelede işçi sınıfı yalnız değildir. Mücadele bütün demokratik ve vatansever kuvvetleri ilgilendirir…”[15]

Bunlar 1962’de söyleniyordu. 1966’da, yine Yön sayfalarında, “Milli Kurtuluş Savaşı” ifadesi Marksist terminolojiye uydurulmak üzere Milli Demokratik Devrim halini aldı (Mihri Belli). Fakat “sosyalizmin bugün temel meselesi, anti-emperyalist anti-feodal mücadele” olarak kaldı. Şubat 1980’de TDKP Kuruluş Kongresi toplandığında, Türkiye’de sosyalizmin temel meselesi, TDKP için, hala “anti-emperyalist anti-feodal” devrimdi. Zira “emperyalist egemenliğin temeli feodalizm olmaya devam ediyor”du ve bu nedenle devrim, emperyalizmin ve feodalizmin egemenliğine –“saltanatı”na!– yönelmeliydi.[16]

MDD Hareketinden geçerek TDKP’ye miras kalan Yöncü iktisadi tahliller, MDD Hareketinde Marksist bir görünüme bürünerek TDKP’ye ve bu arada tüm devrimci hareketimize miras kalan “geride kalmış görevler”e teorik dayanak oldu. Yöncüler Türkiye’nin en kalburüstü aydınları olarak şüphesiz Türkiye’nin toplumsal gerçeklerinin bilincindeydiler. Ama temsil ettikleri sınıf konumu burjuva gelişmenin geride bıraktığı sorunlardan ötesine kapalı, modern gelişmenin ortaya çıkardığı çelişki ve görevleri küllemeye ise uygundu. Bu son derece bilinçli tutum işçi sınıfını kendi yedeğine almayı, kuyruğuna takmayı hedefliyordu. TDKP’nin darkafalı küçük-burjuva yazarları ise, bu burjuva ideolojik mirası Marksizm adına dogma düzeyine çakırdılar. Böylece, proletaryayı geri görevlere mahkum ederek aynı niyetle hareket etmeseler bile, bir başka yoldan aynı amaca hizmet ettiler. Tasfiyecilik, DSP kuyrukçuluğu vb. hep bu teorik programatik temelden beslendi. Yaşanmış onca kuyrukçu ve sınıf işbirliği olarak nitelenebilecek eğilimden sonra, en nihayet 1989 Şubatında (yani yalnızca birkaç ay önce) orta burjuvaziyi karşı-devrimci ilan edip “müttefik” olmaktan çıkarmak* bu temeli ortadan kaldırmıyor. “Bütünlüklü çizgi”nin oluşturduğu sistemin tümden ve temelden değişmesi gerekiyor.

Elbette ki, milliyetçi burjuva bir akım olan, Marksist olmak gibi açık bir iddia taşımayan Yön Hareketinin devrimci hareketimiz üzerinde ideolojik etkisi doğrudan değildir, olamazdı. Arada MDD Hareketi halkası vardır. Yön’ün çeşitli konulardaki etkisi MDD Hareketi üzerindendir.

İlk açık çıkışını Yön sayfalarında yapan MDD Hareketi, iktisadi toplumsal yapı, sınıflar, Kemalizm, “asker-sivil-aydın zümre”, ordu ve genel orak Cumhuriyet tarihi olmak üzere çeşitli temel konularda Yön Hareketiyle, özellikle lideri D. Avcıoğlu ile, aynı ya da benzer görüşlere sahipti. O günün Türkiye’sinde “toplumun önündeki devrimci adımın hangisi olduğu” konusunda da benzer görüşleri savunmaktaydı her iki hareket. Farklılık bir ölçüde bu adımın kapsamı, daha çok da sonrasına ilişkindi. “Sosyalist gerçekçilik” konusunda Mihri Belli, D. Avcıoğlu ile temelde aynı görüştedir: Sosyalizm günün değil, yarının meselesidir. Günün meselesi anti-emperyalist, anti-feodal demokratik devrimdir; Milli Demokratik Devrimdir.

Yön’ün 5 Ağustos 1966 tarihli 175. sayısında, “Demokratik Devrim: Kime Karşı, Kimle Birlikte” başlıklı yazısıyla Mihri Belli, etkisi bugüne dek süren MDD Programını ana hatlarıyla ilk kez açıklamış oldu.* Bu yazısında, “Türkiye toplumunun önündeki devrimci görev, Türkiye’nin bağımsızlığını gerçekleştirerek feodalizmi tüm izleriyle ortadan kaldır”maktır diyen Mihri Belli, şöyle devam ediyordu:

“Buna kısaca demokratik devrim diyoruz. Çünkü milli bağımsızlığın gerçekleştirilmesi ve feodalizmin ortadan kaldırılması, demokratik devrimin iki ana görevidir. Demokratik devrim, gelişme halinde Türkiye toplumunun önünde zorunlu bir aşamadır, ama yalnızca bir aşamadır. Bizi sosyalist Türkiye’ye götüren, geçilmesi zorunlu bir aşama.”[17]

Bu paragraf o günden bugüne Türkiye’de birçok bakımdan birbirinden farklılaşan tüm devrimci grupların değişmeyen ortak programatik temellerini özetliyor. Şu farkla ki, kapitalist gelişmenin düzeyi ve sonuçları konusunda (sürmekte olan bu gelişmenin de yardımıyla) daha gerçekçi sonuçlara ulaşan birçok grup, feodalizm vurgusunu bir yana bırakmıştır. Bu vurgu yalnızca 1970’lerin Maocu gruplarında ve Çin devrimi formülleri kopyacılığının etkisiyle yaşayabilmiştir. Bugün ise resmi görüş olarak yalnızca TKP-ML/TİKKO ve TDKP’de hala devam etmektedir.

Mihri Belli sözü edilen yazısında devam ediyor:

“Demokratik devrim kime karşıdır?”[18] Cevap özetle şöyle: “… işbirlikçi sermayeye karşı, feodal ağaya karşı. Emperyalizmin değişmez özelliği, girdiği geri kalmış ülkede en geri toplum biçiminin temsilcileriyle ittifak kurmaktır. Türkiye’de en geri toplum biçimi feodal ağalık düzenidir… Ama emperyalizm bununla yetinmez. Kendisiyle daha sıkı bağları olan, tam olarak kendi emrinde bir yeni sınıf yaratmayı da iş edinir (işbirlikçi sermaye)… Demokratik devrim, işte bu emperyalizm-işbirlikçi sermaye-feodal mütegallibe üçlü ittifakına karşıdır.”

Demokratik devrimin hedefleri konusunda, TDKP’nin neredeyse 12 sene sonra Mao’da yeniden keşfettiği ve “yepyeni” olarak sunduğu görüşler, yukardakilerden yalnızca özünde değil, tanımında bile bir farklılık taşımaz. Bunlar bilinen temel MDD formülleri ve tanımlarıdır. M. Belli’nin 1965-70 dönemi yazıları bunlarla doludur. Formül ve tanımlar bir yana, MDD teorisyeninin mantığı da TDKP’ninki gibidir. Ya da tarihsel gerçeğe uygun bir ifadeyle TDKP’nin mantığı MDD teorisyeninden mirastır. TDKP’nin iktisadi yapı tahlillerinin en özgün vurguları olan “gerçek kapitalist gelişme”, “gerçek sanayileşme” vb., aslında burjuva bir perspektife ait bu sorunlar, MDD teorisyeninin de en önemli vurgularıdır. Örneğin, Türk Solu dergisinde yayınlanan Şubat 1969 tarihli “Türkiye’de Karşı Devrim” başlıklı yazıda şunları söylüyor:

“Türkiye hiçbir zaman gerçek bir kapitalist gelişme tanımamıştır. Ve Türkiye’nin bugünkü düzeni bazı yazarların ‘komprador kapitalizmi’ diye adlandırdıkları, toplumdaki feodal unsurlarla bağdaşmaya çalışan bağımlı, kısır bir kapitalist düzendir.”[19]

Birkaç kere değiştirilen ve son şeklini Nisan 1970’de alan “Milli Demokratik Devrim” yazısının değişmeyen vurgularından biri şudur: “İşbirlikçi sermaye, sınıf çıkarı gereği, Türkiye’de gerçek sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya karşıdır.”[20] Yöncülerin bu temel görüşü M. Belli için de temel önemdedir. Daha önce sözü edilen 1972 tarihli broşürde[21], kendisi tarafından kaleme alınmış “Proleter Devrimci Hareketin Program Taslağı”ndan aktarılarak, bu görüş yinelenir: “Bağımlı kapitalist üretim ilişkileri ve onunla birlikte varlığını sürdüren yarı-feodal üretim ilişkileri Türkiye toplumunda üretici güçlerin gelişmesine, gerçek sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya engel teşkil etmektedir.” (s. 54-55) “Gerçek ulusal bir ekonominin kurulmasını” baltalayarak, “milli burjuvazinin” gelişmesini de engellemektedir. (s. 53)

Örnekleri çoğaltılabilecek tüm bu görüşler, TDKP’nin 78 Platformunun ilk iki bölümünde dile getirilen ve daha sonra Program halini alan görüşlerle aynıdır. Mihri Belli’de ya da daha genel bir ifade ile MDD Hareketinde bu tahliller hangi işlevi görür, hangi sonuçlara yol açar: Feodal kalıntıların abartılıp kapitalist gelişmenin küçümsenmesi ve bu temel üzerinde demokratik devrim tezinin savunulması; kapitalist gelişmenin temel ve en önemli ürünü olarak işçi sınıfının küçümsenmesi; emek-sermaye çelişkisinin karartılması, tali önemde sayılması; köylülük içinde sınıfsal farklılaşmanın ortaya çıkardığı yeni sorunların gözden kaçırılması; milli kapitalizm ve milli burjuvazi konusunda liberal hayallerin beslenmesi vb. vb. Aynı tahlillerin TDKP’de yol açtığı siyasal sonuçlar da esasa ilişkin olmayan farklılıklarla aşağı yukarı bunlardır.

Milli Demokratik Devrim başlıklı yazısında, klasik sosyalist literatürde çoğunlukla kullanılan ‘burjuva demokratik devrim’ deyimi bugünün şartlarına pek uymamaktadır, diyen M. Belli, şöyle devam ediyor: “Anti-emperyalist, anti-feodal devrim için ‘milli demokratik devrim’ daha uygun bir terimdir.”[22] Kendisi de dönemin (1960’lar) gözde demokratik devrim teorisyenlerinden olan, fakat kendi “yerli finans-kapital” teziyle bağdaştıramadığı için MDD’nin “milli”sine karşı çıkan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı ise, M. Belli şöyle yanıtlıyor: “Milli Demokratik Devrimin niteliğine karşı çıkanlar bunun yerine ‘İkinci Kuvay-ı Milliyeciliğimiz’ dememizi önerdiler. ‘Kuvay-ı Milliye’ bilindiği gibi ‘milli kuvvetler’ demektir. Bu öneriyi tutarlı saymak mümkün değildir. … tarihi paralelimizi belirtmek için ‘İkinci Kuvay-ı Milliyeciliğimiz’ ya da ‘İkinci Kurtuluş Savaşımız’ diyebiliriz. Ama toplumumuzun önündeki devrimci adımın bilimsel sosyalist terminolojide adı ‘Milli Demokratik Devrim’dir.”[23]

“İkinci Milli Kurtuluş Mücadelemiz” neyi ifade eder? Hiç kuşkusuz birincisinin eksik ya da yarım bıraktıklarını tamamlamayı. 1970’lerde Kemalizmin etkisi kırılıp, Kemalizm hayranlığı ve kuyrukçuluğu ideolojik eleştiri konusu olunca, bu ifade artık kullanılmaz oldu. Yerini yine ‘60’larda kullanılan bir öteki ifadeye bıraktı: “Tamamlanmamış demokratik devrim süreci” ya da “burjuva demokratik devrimi tamamlama görevi”. MDD’nin terimsel ifadesi ise yerini, bazı gruplar için alameti farika haline gelen DHD [Demokratik Halk Devrimi], UDHD [Ulusal Demokratik Halk Devrimi], MDHD [Milli Demokratik Halk Devrimi] çeşitlemelerine bıraktı. Mao eleştirilerinden sonra eski Maocu bazı gruplar, AEP’ten esinlenerek, “anti-emperyalist demokratik devrim” demeye başladılar. Bu kadarla kalmadı, milli kurtuluş “halkın kurtuluşu”, milli cephe “halk cephesi” şeklini aldı. Bu terimsel ifade değişikliği, devrimci bir yorumla ele alınmasının ötesinde programatik muhtevada bir değişikliği ifade etmiyordu. Zaten bu terim değişikliği biraz da muhtevadaki benzerliği ve sürekliliği gizlemek kaygısıyladır.

Tüm devrimci harekete ortak miras olarak kalan demokratik devrim tezinin 60’lı yıllardaki tek etkili teorisyeni M. Belli değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bir ötekisi Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dan “Türkiye’de Devrimin Stratejisi” ortak başlığıyla yeniden yayınlanan üçlü kitaba bir yandaşının (Sarp Kuray) yazdığı Ocak 1989 tarihli “sunuş”ta, şu açıklama yer alıyor:

“Burada Türkiye solunda yaygın bir yanılgıyı düzeltmekte yarar görüyorum. Demokratik devrim tezini eleştirmek isteyenler, nedense hep Mihri Belli’nin ‘Milli Demokratik Devrim Tezi’ni hedef alarak yola çıkıyorlar. Oysa M. Belli’nin bu tezi, yine demokratik devrim şiarını savunan Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından, … öz olarak ayrıntılı bir biçimde eleştirilmiş ve ‘Milli Demokratik Devrim’ sloganı, elinizdeki kitabın üçüncü bölümünü oluşturan “Devrim Zorlaması ve Demokratik Zortlama” adlı yapıtta, partinin ideolojik teorik mirasına sadık kalınarak, ‘Demokratik Halk Devrimi’ tarzında düzeltilmiştir.”[24]

Üçlü kitabın üçüncüsünde, “Devrim Zorlaması ve Demokratik Zortlama”da Hikmet Kıvılcımlı, Milli Kurtuluş Savaşını birinci demokratik devrim olarak niteledikten sonra “yerli finans-kapital tahakkümünü kaldırmak için” (s. 318) “İkinci bir demokratik devrim” öneriyor: “Mustafa Kemal’in güttüğü Birinci Kuvayi Milliye ya da Birinci Milli Kurtuluş’tan önce başka, burjuva milli demokratik devrimden farklı olan yeni işçi-köylü halk demokratik devrimine en eski sosyalizm, İkinci Kuvayi Milliye, İkinci Kurtuluş Savaşı adını vermiştir”. (s. 294)

H. Kıvılcımlı “en eski sosyalizm”le kendini kasteder. M. Belli, “Demokratik Zortlama”yı değerlendirirken*, “Tarihi tahlilleri, emperyalizm ve ulus tahlilleri bizimkinden farklı olsa da, Kıvılcımlı’nın vardığı pratik sonuçlar bizim vardıklarımızdan özde pek değişik şeyler değildir”[25], demektedir. Pratik sonuçlardan kastedilen demokratik devrim görüşü olduğu için, haksız da sayılmaz. Bugün kapitalist gelişmenin sonuçları daha net görülebildiği için artık savunulamaz hale gelen anti-feodal devrim düşüncesini terk edenlerin, M. Belli ile H. Kıvılcımlı’nın ortak “pratik sonuç”unda ısrar etmeleri dikkate değerdir. Bu, M. Belli’den Kıvılcımlı’ya doğru bir kayma olarak da nitelenebilir. Şu farkla ki, Kıvılcımlı “yerli” tekelci burjuvaziye karşı demokratik devrimi savunuyordu. Bugün ise işbirlikçi tekelci burjuvaziye karşı aynı şey savunuluyor. Maocu gruplar hariç, devrimci hareketin öteki kesimleri bu değişimi daha 1970’lerde yaşamışlardı.

1970’lerin Maocu grupları, genel demokratik devrim görüşünün ötesinde, MDD Hareketinin toplumsal yapı ve sınıflar tahlillerini de sürdürdükleri için H. Kıvılcımlı’yı bir yana bırakalım ve biz yine M. Belli’ye dönelim.

M. Belli, Milli Demokratik Devrim başlıklı uzun yazısında, yine yalnızca TDKP’nin değil tüm devrimci hareketin ortak programatik temelini özetleyen şu “temel çelişki” ve “temel görevler” tanımlarını yapıyor. “Evet, devrimimiz milli demokratik devrimdir. Çünkü tarihimizin şu anında çözümlemek zorunda olduğumuz, önceliği bulunan temel çelişki, emperyalizm ve onun ortakları ile, Türkiye toplumunun ulusal güçleri arasındaki çelişkidir. Bu nitelikte çelişkileri çözümleyen bir devrim, emperyalizmin boyunduruğunu atan ve onun müttefiki asalak sınıfların sömürü olanaklarını ve toplumumuzun gelişmesini etkileme olanaklarını ellerinden alan bir devrim, Türkiye’yi bağımsız ve demokratik bir ülke durumuna yükseltecek olan bir devrim, milli demokratik devrimden gayrısı olamaz.”[26]

Son bir meseleyle “yepyeni çizgi”nin MDD Hareketindeki eskimiş kökleri bahsini bitirebiliriz. MDD Hareketinin de Yöncüler gibi bağımlı kapitalizm-milli kapitalizm ikilemi içersinde olumladığı ve “Yurtta gerçek endüstri bacalarının tütmesinden yana olan” sınıf olarak nitelediği milli burjuvaziyi, Mihri Belli, MDD’ci görüşleri açıkladığı 1966 tarihli yazısında şöyle tanımlar: “(M)illi burjuvazi çifte karakteri olan bir sınıftır. Bir yandan emperyalizm tarafından ezilmektedir. Bu bakımdan devrimden yana, yani bağımsız, demokratik bir Türkiye’den yana olması gerekir. Ama öte yandan varlığı kapitalist sömürme sistemine bağlı olduğu için sosyalizme karşıdır.”[27] Bir başka yazıda bu ara konum yeniden vurgulanır, “belirli şartlar içinde demokratik devrim saflarında yerini alabi”leceği, bu durumda ittifak yapılması, eğer bu başarılamazsa, “hiç değilse tarafsızlaştır”ılması savunulur.[28]

1970’ler Türkiye’sinde yalnızca TDKP’ye değil, tüm Maocu gruplara egemen “milli burjuvazi” görüşü de bundan öte bir şey değildir.

***

Parti Bayrağı’nın ilk 5 sayısında yayınlanan 101 sayfalık “58 Yıllık Sol Hareketin Değerlendirilmesi” başlıklı dizi yazının, “Sağ Oportünizm 1960-70 Döneminde de Egemenliğini Sürdürdü” arabaşlığı taşıyan üç sayfalık bölümünde, daha sonra Kongre Belgeleri’nde (s. 32-33) yinelenen bir MDD Hareketi Değerlendirmesi var. “Parçalanmadan önce MDD Hareketine hakim olan görüşler” hakkında önce, “yepyeni”lik iddiasını gölgeleyen şu değerlendirme yapılıyor:

“MDD Hareketi her şeyden önce Türkiye’nin MDD aşamasında bulunan yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğunu vurgulamak ve ülkemizde bugün esas görevin emperyalizmin ve feodalizmin tasfiye edilerek demokrasi ve bağımsızlığın gerçekleştirilmesi olduğunu belirtmek gibi olumlu bir yöne sahipti.”[29]

Bu sözler, gerçekte MDD Hareketinin program ve buna temel oluşturan tahliller bakımından olumlanmasından başka bir anlama gelmez. Fakat yazarın niyeti tam bu değil. “Ama” bunun hiç de MDD Hareketi teorisyenlerinin “Marksist-Leninist demokratik devrim tezini savundukları” anlamına gelmediğini belirtiyor ve devam ediyor:

“Bilindiği gibi, Marksist-Leninist yeni-demokratik devrim tezi, proletarya partisi önderliğinde, işçi-köylü temel ittifakı üzerinde, şehir küçük-burjuvazisi ve milli burjuvazinin devrime katılan kesimlerini de kapsayan halkın birleşik cephesinin kurularak, uzun süreli halk savaşı yoluyla demokratik halk diktatörlüğünün kurulması ve böylece emperyalizmin, komprador kapitalizm ve feodal kalıntıların tasfiyesini içerir. Oysa MDD teorisyenleri ‘sol Kemalistler’ ve ‘küçük burjuva radikaller’ adını verdikleri reformcu-cuntacı akımın önderliğinde gençlik-ordu ‘temel ittifakına’ dayanan bir askeri darbe ile gerçekleştirilecek bir ‘MDD’ hayali peşinde koşuyor ve hatta ‘proletarya partisi’nin bile ancak bundan sonra kurulabileceğini savunuyorlardı.” (s. 118-119)

Yazar MDD teorisyenlerine yönelttiği eleştiride ve kendi MDD görüşleriyle onlarınki arasına çizdiği sınırlarda bütünüyle haklıdır. Fakat;

1) Yazarın MDD Hareketi teorisyenlerine yönelttiği eleştiriler elifi elifine ve yazarın yazısından yıllar önce (“parçalanma”dan sonra) zaten yöneltilmişti.

2) “Marksist-Leninist yeni demokratik devrim tezi” tanımıyla ve kendi görüşü olarak ifade ettiği görüş, Mao Zedung’un ünlü formülasyonlarından oluşmaktadır.

3) Ne var ki demokratik devrim tezinin Mao Zedung’a dayalı bu devrimci yorumu, daha 1970 başında savunulmuştur. (İ. Kaypakkaya’nın görüşlerini özetleyen ve daha önce aktarılan parça ile karşılaştırılabilir.)

4) Yazarın MDD Hareketinde olumladığı, “olumlu bir yön” olarak nitelediği görüş ve tahliller, “yepyeni çizgi”nin 1970’ler Türkiye’si için artık köhnemiş köklerinden başka bir şey değildir.

5) Yazarın MDD Hareketinde olumladığı ve olumsuzladığı yönler bir arada; MDD’ci tahliller ve program korundu, fakat özellikle Mao Zedung’un etkisiyle devrimci bir yorumla ele alındı ve gerçekleştirilmesi için devrimci yol ve yöntemler savunuldu, şeklindeki düşüncemizin açık bir doğrulanmasıdır.

Peki ama bu durumda “yepyeni”lik iddiasından, ’71 Devrimci Hareketini “sol” öğelerden arındırmanın, hiç de TDKP’ye özgü olmayan bu ilerlemenin ötesinde, ne kalıyor geriye?

4- Bir efsane: “50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ın altedilmesi”!

Bunca tartışmadan sonra bu konuda söyleyeceklerimiz çok kısa olacak. Daha önce sözü edilen “58 Yıllık Sol Hareketin Değerlendirilmesi” başlıklı dizi yazı toplam 101 sayfadır ve ilk 97 sayfasında yalnızca Şefik Hüsnü değerlendirilir. Buna Şefik Hüsnü’nün kitap olarak derlenmiş bazı yazı ve konuşmalarının eleştirisi demek belki daha doğrudur. Fakat alçak gönüllülüğü pek sevmeyen TDKP yazarları buna 58 yılın değerlendirmesi diyebilmişlerdir. Her ne kadar yazının sonunda, TİKP, M. Çayan ve İ. Kaypakkaya’nın başka çalışmalarda eleştirileceği belirtiliyorsa da, buna rağmen yazıya neden böyle kapsamlı ve iddialı bir başlık yakıştırıldığı sorusu yine de açıkta kalıyor.

Gerçekte bir efsane de olsa, TDKP hiç değilse geçmişte, bu iddiasına içtenlikle inanmıştır. Şefik Hüsnü’nün daha çok 1920 başlarını konu alan bazı yazılarının eleştirisi, ’71 Hareketinin “sol” çizgisinin eleştirisiyle birleşince, TDKP “50 küsur yıllık revizyonist ‘miras’ı” altettiği zehabına kapılabilmiştir. Öyle ya, “50 kusur yıllık sağ oportünizm”in kökleri, onun günahlarının kefareti sayılan “sol” oportünizmle bir arada eleştirilince, geriye ne kalırdı ki!

TDKP’nin Ş. Hüsnü eleştirisi üzerinde durmayacağız. Şu kadarını belirtelim. [Şefik Hüsnü eleştirisi], TDKP’nin tüm polemiklerinde yer alan demagojik öğelerden ve boş gevezeliklerinden arındırıldığında, geriye İ. Kaypakkaya’nın daha 1972 yılında söyledikleri kalıyor. Karşılaştırmak isteyenler, Ocak 1972 tarihli “TİİKP Program Taslağı Eleştirisi”nin ilgili bölümüne bakabilirler.[30] Kaypakkaya’nın Şefik Hüsnü hakkında tüm temel tespitleri, TDKP eleştirisinin ara başlıklarıdır. Bu, TDKP’nin Kaypakkaya’ya tek borcu değildir. Daha önce söylediklerimize, TDKP’nin henüz “yepyenilik” çılgınlığına kapılmadığı dönemlerde, henüz biraz olsun sükunetini ve alçakgönüllülüğünü koruduğu bir dönemde (Aralık 1977) yaptığı Kaypakkaya değerlendirmesini örnek verebiliriz:

“Bütün bu hareketlere katılanlar içerisinde, bu hareketlerin ortak özelliklerinin tümünü içermesine rağmen Marksizm-Leninizmden etkilenmiş olanı İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleriydi.

“Şu anlamda ki, o, geleneksel revizyonist-oportünist tezlerin aşağı yukarı tümüne ideolojik açıdan saldırdı. Bunlar, başlıca, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı, Kemalizm meselesi, Milli Mesele, Türkiye’de gelişen kapitalizmin niteliği, köylü meselesi, faşizm, TKP’nin geçmişine yaklaşım, mevcut devlet mekanizmasının şiddet yoluyla yıkılması, cephe ve ittifaklar politikası idi.”[31]

Hiç kuşkusuz, o ünlü “ama”lardan biri bir kez daha kullanılarak, İ. Kaypakkaya’nın, “bunu yaparken, bu meselelerin hemen tümünde esas olarak ‘sol’ türden hatalar yaptı”[ğı da] ekleniyor. Fakat doğru olsa bile, bu, TDKP çizgisinin, İ. Kaypakkaya çizgisinin “sol hatalar”dan arındırılmış biçimi olduğu gerçeğini, değiştirmek şöyle dursun, yeniden doğrular.

Oysa, bu yazıdan yaklaşık bir yıl sonra ve TDKP’nin artık “yepyenilik” zehabına kapıldığı bir dönemde, İ. Kaypakkaya’ya neler yakıştırılmamıştı ki! Kürt sorunu konusunda Türkiye solunda ilk tereddütsüz enternasyonalist bir tavır alan bu devrimci, TDKP tarafından, “İ. Kaypakkaya’nın Milli Meseleye Burjuva Yaklaşımı” arabaşlığı ile eleştirilebilmişti.[32] Dahası, İ. Kaypakkaya’nın “Kürdistan’da ‘komünist’ TKP-ML’nin ancak ‘Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları’nı destekleyerek ve bunlara dayanarak gelişebileceği inancı”[33] ile bu “burjuva yaklaşımı” savunduğu bayağılığına kadar ölçü kaçırılmıştı. Bu bayağılıkların tam da o “yepyenilik” iddiasıyla aynı sayıda yer almış olması, elbette tesadüf değildir.

Biz yine çılgınlık öncesi döneme dönelim ve TDKP yazarlarının ilk dayanaklarını nasıl Kaypakkaya’dan aldıklarına ilişkin olarak TDKP belgelerinden bir başka örnek verelim (Ocak 1978):

“İ. Kaypakkaya’nın bu oportünistlere (PDA) karşı savundukları ise kısaca şu iki maddede toparlanabilir: Birincisi; Türkiye’de anti-emperyalist ve anti-feodal cephenin sınıf muhtevasıyla, anti-faşist cephenin sınıf muhtevası ayrı ayrı değil, aynıdır. Dolayısıyla anti-faşist mücadele emperyalizme ve feodalizme karşı mücadeleden ayrılamaz ve bu mücadelenin amacı devrimci iktidarı (işçi-köylü iktidarını) kurmaktır. İkincisi; faşizm, emperyalist ülkelerdekiyle özdeşleştirilen tekelci burjuvazinin ‘en gerici, en şoven, en emperyalist’ kesiminin diktatörlüğü, yani bir hükümet biçimine tekabül eden bir şey değil, komprador büyük burjuvazi ve toprak ağalarının sınıf diktatörlüğüdür.”[34]

TDKP’nin 1978’lerde savunduğu görüş de aşağı yukarı budur. Ne fazla, ne eksik!

*

TDKP büyük bir miras devralmıştır. Yeni değil, eskinin bir uzantısıdır. Eleştirimizin bu ilk bölümünün bunu yeterince gösterdiği inancındayız. TDKP çizgisinin Marksist teori ve toplumsal gerçekliğimiz karşısındaki konumu ise ayrı bir sorundur ve öteki bölümlerin konusudur. Bu bölümlerde TDKP çizgisinin yalnızca “yerli” değil evrensel kaynakları konusunda da daha etraflı bir fikre sahip olacağız.

 
 


[1] Mihri Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971), Emekçi Yay., s. 79-80.

[2] “1971 Sol Hareketi, THKO ve Gelişmesi”, Yoldaş, Sayı: 12 (Parti Bayrağı, Sayı: 8, s. 5)

* “… Başlangıçta geçmişe duyulan sempati örgütlendi. Ardından gençliğin ve küçük burjuvazinin yayılan anti-faşist, anti-emperyalist demokratik hareketinin baskısıyla köksüz, ufuksuz ama yaygın bir anti-faşist, anti-emperyalist ajitasyon çalışması yürütüldü. Teori ve programdan yoksunluk koşullarında kaçınılmaz olarak ilkel, yüzeysel bir ajitasyondan öteye gidemeyen, kendiliğindenciliği, aynı anlama gelmek üzere reformizmi besleyip körükleyen legal yayın organları çıkarıldı. Bu yayın organları gelişip yaygınlaşan demokratik hareketin aynası olmaktan öteye gidemiyorlardı… Buna rağmen, dönemin özelliği olan küçük burjuvazinin kitlesel siyasal canlılığı koşullarında, diğer küçük burjuva popülist akımlar gibi bu gruplar da büyüdüler. Doğal olarak bu sağlıksız bir büyümeydi… Baş küçük olarak kalıyor, gövde sürekli büyüyordu. O zamanların popüler deyimiyle, nicel gelişim ile nitel gelişim arasında bir uçurum vardı… Baş gövdeyi yönetip, yönlendirip geliştirmiyor, bilakis gövde başı sürüklüyordu. Bu tipik bir kendiliğindencilik, bir arkadan sürüklenişti…” H. Fırat, Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış, Mayıs 1987, s. 20-21

[3] H. Fırat, Küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi, (özellikle II. Bölüm), Ağustos 1987.

* TDKP bunu abese vardırmış olsa da, eklemek gerekir; bu aslında devrimci hareketimizin genelinde hayli yaygın bir küçük-burjuva davranıştır.

* Fakat sözkonusu olan esas olarak ÇKP ve Mao Zedung’dan başkası değilmiş gibi yalnızca birkaç sayfa beride ise, “köklü dönüşüm”ün dış etkenlerinden sözedilirken, şunlar söylenir: “Onların (yani “THKO militanları”nın!) devrim inancıyla dolu olmaları, onların uluslararası komünist hareketin tezlerinden, modern revizyonizme karşı mücadele başarılarından hızla etkilenmelerini sağlıyor”du. (s. 50)

* Aynı tartışmadan hala cevapsız kalan bir başka soru:

“… 1975’in ‘THKO militanları’na sormak gerekiyor; sizler devrime ve halka bu kadar bağlıydınız da, hemen hemen sizinle aynı tarihsel, sınıfsal ve ideolojik koşulların ürünü THKP-C ve TKP-ML militanları neden değildi? Bilimsel olması gereken bir değerlendirmede böylesine subjektif değer yargılarını ‘tayin edici etken’ olarak sıralamak, ‘derinlemesine teorik birikim’inizin şanına ne ölçüde yakışır?”

[4] A.g.e., s. 44.

* “Bay Dühring’e göre gene bay Dühring tarafından yapılan bu övgüler demeti kolayca on kat büyütülebilirdi. Bu demet, daha şimdiden, kendi kendine gerçekten bir filozofla mı, yoksa bir … ile mi karşı karşıya bulunduğunu soran okurun kafasında bazı kuşkular uyandırmış olmalı. Ama kendisine duyurulan ‘köktenci’ derinliği daha yakından tanıyıncaya değin, okurlardan yargısını saklamasını rica etmemiz gerekiyor. Eğer yukarıdaki demeti vermiş bulunuyorsak, bu yalnızca önümüzde fikirlerini yalınlıkla dışavuran ve bunların değerini kararlaştırma işini geleceğe bırakan bir filozof ve sıradan bir sosyalist değil, ama papa kadar yanılmaz olduğunu öne süren ve sapıklıkların en kınanması gerekeninin içine düşmek istenmiyorsa, kurtuluş için zorunlu olan öğretisinin düpedüz kabul edilmesi gereken tamamen doğaüstü bir varlık bulunduğunu göstermek içindir… Bay dühring, bize son çözümlemede kesin doğruluklar olduklarını, yanlarında her türlü başka kanının a priori (önsel olarak) yanlış olduğunu ileri sürdüğü tezler sunuyor…” F. Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 83-84.

[5] Aynı parça için bak.: “TDKP Programı”, Kongre Belgeleri içinde, s. 276.

[6] Aynı düşüncenin programdaki ifadesi için bak.: Kongre Belgeleri, s. 283.

[7] Aynı görüşün programdaki ifadesi için bak.: Kongre Belgeleri, s. 283-4.

* Tahmin edileceği gibi, platformun III. Bölümünü oluşturan bu Maocu “sızıntı” Programda yer almamaktadır.

* Sonraki bölümlerde etraflıca inceleyeceğimiz bu görüşün Programdaki ifade edilişi şöyle: “Bu aşamada ulusal burjuvazi tarafsızlaştırılacak ve devrime katıldığı ölçüde onunla ittifak yapılacaktır.” (s. 279)

[8] Bak.: “TİKP [Türkiye İşçi Köylü Partisi] Programının Eleştirisi”, Parti Bayrağı, Sayı: 3, Mayıs 1978, s. 16.

* Örneğin 1970 başında kaleme alınan “Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine” başlıklı makale (Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Evren Yayınları, s. 131-185)

TDKP Mahir Çayan’a yönelttiği 90 küsur sayfalık eleştirisinde, Kesintisiz Devrim öncesi yazılarını tek kelimeyle anmaz. Boşuna değil! Mahir Çayan, “ideolojik önderliği” bir tez olarak savunma farklılığı dışında (ki bu, “kırlardan şehirlere doğru gelişen halk savaşı” görüşünün zorunlu uzantısıdır), TDKP’nin savunduğu devrim teorisini, tüm temel unsurlarıyla ondan çok önce ve aynı kaynağa, Mao’ya dayanarak savunmuştu bu yazılarında.

[9] Proleter Devrimci Aydınlık: Seçmeler II, Aydınlık Yay., s. 101.

[10] Mihri Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971), s. 41.

[11] A.g.e., s. 179.

[12] “Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış”, Ekim, Sayı: 1, s. 15 (Broşür, s. 10)

* Yöncülere göre işçi sınıfı daha oluşmamıştır, dolayısıyla da ülkede verilecek siyasal ve toplumsal mücadelede etkin bir rol oynayamaz”. Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, s. 898.

[13] Aktaran: Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, Bilgi Yay., Ankara 1986, s. 237-39.

[14] “Devrimci Yol Dergisinin Genel Eleştirisi”, Parti Bayrağı, Sayı: 10, Aralık 1978, s. 45.

* “Yön’e göre, Türkiye’de Batı anlamında bir burjuva sınıfı ve kapitalizm hızla gelişmektedir. Yalnız, ‘bu burjuvazi, sanayide öncülük yapmadığı gibi, toprak ağasına karşı köylüyle birleşerek tarım alanında da ilerici bir rol oynamamaktadır. Burjuvazi toprak ağasıyla işbirliği yaparak sosyal gelişmeyi önlemekte çıkarı olan statükocu kuvvetlerin safında yer almaktadır.” (Hikmet Özdemir, a.g.e., s. 207)

Tek tırnak içinde ifade edilen sözler D. Avcıoğlu’na aittir ve Nisan 1963 tarihlidir. Özeti şudur: Gelişmekte olan kapitalizm feodalizmi tasfiye etmez! D. Avcıoğlu aynı görüşünü TDKP’nin “yarı sömürge, yarı-feodal ülkeler” dediği tüm geri ülkeler için de geneller: “Kapitalizm bu ülkelere Batıdan ithal yoluyla gelmiştir. Bunun içindir ki, bu ülkelerdeki kapitalist sınıf, Batı kapitalizminin bir alt maddesidir.” Sanayileşmeyi temsil etmez; tersine, “gücünü toprak mülkiyetinden alan Ortaçağ kalıntısı sınıflarla” birleşir. (Hikmet Özdemir, a.g.e., s. 240)

[15] Makaleyi metin içi ek olarak yayınlayan Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler – 5, Tekin Yay., İstanbul 1988, s. 671-79.

[16] Kongre Belgeleri, s. 229-30.

* Kaldı ki bu bile aslında henüz resmen yapılmış değil.

* ‘60’lı yıllarda bir dönem TİP yöneticiliği yapan ve kendisi de bir MDD’ci olan Rasih Nuri İleri, “Milli Demokratik Devrim tartışması”nın başlangıcı hakkında şunları yazıyor:

“Bizim, bir avuç militanın zaten TİP bağrında sürdürdüğümüz mücadele, Mihri Belli’nin Yön dergisindeki yazıları ile su yüzüne çıkmış, bir bakıma bilimsel ismi ile ortaya atılmıştır.” (Mihri Belli Olayı -I, Anadolu Yay., İstanbul 1979, s. 13)

[17] Mihri Belli, Yazılar 1965-1970, Sol Yay., Ankara 1970, s. 10-11.

[18] A.g.e., s. 12-13.

[19] A.g.e., s. 137.

[20] A.g.e., s. 226.

[21] M. Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971)

[22] M. Belli, Yazılar, s. 212.

[23] M. Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971), s. 131-2.

[24] Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’de Devrimin Stratejisi, Sosyalist Kütüphanesi, İstanbul 1989, s. 18.

* Hikmet Kıvılcımlı ile 1967’den itibaren “Türk Solu” dergisinde, daha sonra “Aydınlık” dergisinde birlikte çalıştıklarını, “Kıvılcımlı arkadaşın yazılarında Milli Demokratik Devrim çizgisi ile açıkça bağdaşmayan bir şey görmedik”lerini belirten Mihri Belli, daha sonra “ ‘Demokratik Zortlama’ kitabını görünce biraz şaştı”ğını belirtiyor. M. Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971), s. 139-141

[25] M. Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi, s. 129.

[26] M. Belli, Yazılar, s. 222-23. Aynı tanımlamalar için bak.: Kongre Belgeleri, s. 229.

[27] M. Belli, Yazılar, s. 14.

[28] A.g.e., s. 32 (Aynı görüşün en son şekli için bak.: Kongre Belgeleri, s. 257-59)

[29] Parti Bayrağı, Sayı: 5, Temmuz 1978, s. 118.

[30] Kaypakkaya, Bütün Yazılar, Tufan Yay., s. 64-65.

[31] “Halkın Birliği’nin Yarı-Feodalizm Anlayışının Eleştirisi”, s. 11-12.

[32] Parti Bayrağı, Sayı: 8, s. 87-104.

[33] A.g.y., s. 87.

[34] “Halkın Birliği’nin Baş Çelişme, Faşizm ve İttifaklar Anlayışının Eleştirisi”, s. 29.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar