Otofaji

“Otofaji”yi bilimdeki anlamıyla değil, düz anlamıyla kullanıyoruz: Kendini yemek.

Bundan beş altı ay önce Erdoğan karşıtı cepheye “seçim ikinci tura kalacak” deseydiniz insanlar buna hayırhah yaklaşırlardı. Zira iktidar gücünü elinde bulunduran ve “yenilmezlik” hatta “kadir-i mutlaklık” gibi algılarla efsunlanmış bir tek adama karşı seçimi ikinci tura atabilecek bir sinerjinin ortaya çıkması olumlu bir durum olarak yorumlanırdı.

Sadece işçi, köylü yoksul kesimleri çok sert biçimde etkileyen, mülk sahipleriniyse (en alttakiler dâhil) palazlandıran bu krizin doğrudan iktidar değişimine yol açmayabileceği öngörülebilir bir şeydi. “Kriz götürür”, “tencere götürür” eksenli bekleme siyasetine dair karşıt fikirlerimizi daha önce birçok yazımızda öne sürdük.

Kriz götürecekse de ülkenin kılcal damarlarına kadar hâkim olan ve belli / kalabalık bir sosyolojik tabana dayanan iktidarı eylemsiz götürmeyecektir. Bu sitede seçimden bir gün önce yazdığımız “Büyük Anlatının Yitimi” başlıklı yazıda da yaşanan korkunç enflasyonun daha önceki krizlerin aksine kepenk kapanmalarına vesaire yol açmadığını da belirtmiştik. Yani sokakta görüntü olarak bir kriz falan yok ancak bir lokantadan, mağazadan, büfeden içeri girdiğinde soğuk gerçeklikle yüz yüze geliyorsun. Kira krizi de bu soruna eklemlenen en büyük ve kilit başlıklardan bir diğeridir.

Fakat yine aynı yazıda iktidarın bu durumun yaratacağı reaksiyonlara kendince tedbirler aldığını da söylemiştik: Ekonomik durumun hilafına yorumlanabilecek düzeyde maaş zamları, sosyal yardımlar, toplu konut projeleri vesaire.

Tüm bu çabanın somutta enflasyon karşısında neredeyse anlamsızlaşmış olmasına karşın yine de tabanı tutmakta bir miktar işe yaramış olduğu görülüyor.

Tüm menfi gidişata karşın iktidar lehine işleyen bir diğer gelişme ise istihdamdaki artış oldu, insanların en azından bir işi var. Hükümetin bu süreçte işsizliği azaltmayı başarmasının da ona kuşkusuz bir katkısı olmuştur. Yani kriz görünümünü, onun hissedilirlik dozunu düşüren bir etken daha ortadadır. Üstelik ekonomik büyüme de (burjuvazinin büyümesi diye okunmalı) devam etmekte. Geriye sadece enflasyon oranları, en temel ihtiyaçlarda, barınmada, ulaşımda ortaya çıkan inanılmaz fiyatların halk üzerinde yarattığı ağır yük kalıyor. İktidar buna bir çözüm bulamamıştır, mevcut mali politikalarla da bulması zordur. Sorun orta yerde duruyor ve her geçen gün katlanarak büyüyor. O raddeye vardı ki insanlar iş buldukları hâlde kiraya çıkacak ev bulamadıkları için yenilgiyi kabul edip memleketlerine dönmek zorunda kalıyorlar.

Maksimum ekonomik indirgemeci yaklaşımların bu tip iktidarların ekonomik tabloyla yıkılacağına dair yorumlarının kadük olduğunu söylemiştik ama son süreçte Erdoğan’ın gidebileceği tezine biz de bir miktar yaklaşmıştık. Üst üste iki büyük deprem gerçekleşti, resmi rakamlarla elli bin gerçekte bu sayının çok üstünde insanımız öldü, evsiz kaldı, yarınsızlaştı. Ve Erdoğan rejiminin gerçeği bu depremlerde “şu noktada iyiydi” denilemeyecek biçimde teşhir oldu.

Yine de sağ kanadın, muhalefetten çok daha ideolojik tavır alışlarla biçimlendiğini bildiğimiz ve gördüğümüz için temkinliydik. Ancak anketlerde de (her biri iktidarın ya da muhalefetin aparatı olan şirketleri saymıyorum) Kılıçdaroğlu’nun öne çıkması, kendi dar çevremizdeki eğilimlerin de bizi biraz yanıltmasıyla son birkaç günde “acaba olabilir mi?” diye düşünmeye başladık. (Pek ifrada varmayan, temkinli, şerhli yanılgılar andığımız bir önceki yazımızda görülebilir.)

Muhalif kitleler sandığa bu motivasyonla gitti ve bilhassa, güvenilir bir imajı olan Konda’nın paylaştığı veriler bir “umut iklimi”nin doğmasında daha da etkili oldu. Anket şirketi yanıldı mı yoksa bir manipülasyona mı girişti bilemiyoruz. Ancak işin tabiatı gereği sapmalar hep olasıdır: Ölçülmesi zor küçük partiler, örneklem hataları, fikir bildirmeyenler, ulaşılması kolay olmayan muhafazakârlar özellikle de muhafazakâr kadınlar, fikir değiştirenler vesaire.

Sonuçta seçimin neticesi muhalefette bir soğuk duş etkisi ve moral çöküntü yaratmış oldu. Erdoğan’ın etrafındaki yenilmezlik hâlesi daha bir belirginleşti. Her şeye rağmen, Erdoğan’ın birinci çıkması bu kitleler tarafından aslında pekâlâ tolere edilebilirdi. Ama seçim gecesi, CHP tarafından rezalet bir biçimde, AKP tarafından ustaca yönetildi. Erdoğan psikolojik üstünlüğü geri almış oldu.

Veriler ‒erken bir saatte‒ açıklanırken AA’nın Erdoğan’ı çok üstten başlatma klasik siyaseti pek kimseyi etkilemedi. Fakat saatler geçtikçe tablo netleşmeye ve seçimin ikinci tura kalacağı, öyle olmayacaksa da Erdoğan tarafından kıl payı kazanılacağı netleşmeye başladı. İşte burada o tarihî hata yapıldı ve “kazanıyoruz” açıklaması yapıldı, çoktan bitmiş bir seçim için insanlara umut pompalandı. CHP’ye, Kılıçdaroğlu’na, Yavaş’a ve İmamoğlu’na kefil olacak hâlimiz yok ama herhâlde halka bile bile yalan söylememişlerdir, zira kendi ayaklarına sıkmış olurlar. Mevzu CHP’nin verilerinde düğümleniyor. Artık parti içeriden mi manipüle edildi yoksa “basit” bir giriş hatası mı söz konusuydu ya da verilerin gidişatı yanlış mı yorumlanmıştır bunun hakkında bir şey söyleyemiyoruz.

CHP’nin sandık takip sistemi seçimden sonraki günlerde de başa bela olmaya devam etti. Sistemde küçük partilerin yer almaması, birçok oyun yanlış girilmesi “seçimler çalındı”ya kadar varan büyük bir infiale yol açtı. Hatta sahte vekil yer değiştirmeleri, her şeye kolayca kanmaya teşne olan, umut açlığı çeken muhaliflerce bir gün boyunca ‒muhtemelen planlı bir manipülasyonun sonucunda‒ gündemde tutuldu.

CHP sistemi verileri direkt YSK’dan alıyor fakat bu veriler YSK’dan böyle mi geldi yoksa elle girildi de hata mı oluştu açıklanmadı. Parti epey bir süre sonra sandıklara itirazların yapılmakta olduğunu ancak genel tabloyu değiştirecek bir şey olmadığını açıkladı. Benzer bir açıklamayı bundan çok önce de Yeşil Sol Parti yapmıştı ama muhalefet saflarında bunu ciddiye alan pek kimse olmadı ve tutanaklarla ilgili şaibe fırtınası devam ettirildi.

Oyların çalınması mümkündür lâkin veriler herkesin elindeyken ve milletvekili olacak olan onlarken, bu partilerin bunları görüp itiraz etmeyeceği beklenemez. Tabii, terör estirilen ve toplu oy kullanılan yerler hariç… Sonuçta muhalif kesime yine umut satılmış oldu. Komploculukla pesimizm arasında gidip gelen umut açlığının rahatsız edici görünümlerine şahit olduk. Buna sosyalistlerden de dâhil olanlar oldu. Hâlbuki mevzubahis bir seçimse en soğukkanlı olması gerekenler ideolojik konumlanışları gereği onlardı. Fakat objektif yorum yapanın bile ağır saldırıya uğrayacağı bir halet-i ruhiye var birkaç gündür.

Muhalefet üstüyle altıyla kendini yiyip bitirmekte. Depremzedelere küfürden panik havasına, umutsuzluktan komploculuğa bir dağılma, savrulma hâli. Hâlbuki AKP bu seçimde dramatik bir biçimde oy kaybetmiştir. Fakat bu oylar, geçen seçimde olduğu gibi yine ittifak içinde dağılmıştır. MHP’nin oyunu yine kimse bilemedi ve geçerken belirtelim ki AKP kurmaylarının Yeniden Refah’ın potansiyelini tespit etmeleri başarılı bir hamleydi. “Koskoca” Saadet’in ve Hüda-Par kadar katkı yapamamış ama bol keseden vekillik almış ‒stratejik dehâ…‒ Gelecek ve Deva’nın, tabela partisi DP’nin durumunu düşünürsek ana muhalefet partisinin hâli hayli dramatiktir. Sanırım küsuratlı oy artışını ve vekil artışını şu tabloda başarı olarak saymayacaklardır.

Aslında Saadet, Deva, Gelecek CHP’ye hiç ilişmeden kendi aralarında ama Erdoğan karşıtı bir ittifak kursalar, muhafazakâr tabanda ‒Yeniden Refah gibi‒ çalışsalar kendi adlarına da, CHP adına da daha faydalı olabilirdi. Bunu denemek, sıcacık ve beleş koltuklar dururken, muhtemelen akıllarının ucundan bile geçmemiştir.

AKP’nin bariz oy kaybını ama bu kaybı yine ittifak içi tutarak telafi edişini andık. 2018’de de aynısı yaşanmıştı. Erdoğan da yüzde 50’nin ucuna gelerek sadece bu şartlarda değil, her şartta başarılı sayılabilecek bir oy aldı. Kılıçdaroğlu’nun aldığı oyun da CHP tarihi açısından oransal bir başarı olduğu kaydedilmelidir.

Sağ kanat ya da Türk-İslâmî seçmenin ideolojik açıdan karşı tarafa göre çok daha sağlam durduğu görülüyor. Bu sağlam duran kesim, yanına ultra ulusalcılardan ve Kürt İslamîlerden de (Hizbullah bu kesimin çok azıdır) bir bölük almayı başarabiliyor. Şu hâliyle zaten muhalefet cephesine göre daha kompakt ve dağılmaya daha uzak konumlanan bir yapı söz konusu. Buna rağmen AKP’deki kısmî erimeyi de değerlendirme yaparken göz ardı etmemek gerekmekte.

Milliyetçi muhafazakâr cephede Erdoğan fanatiği en az yüzde 30’luk bir kesim var. Durum ne olursa olsun ona oy vermekten başka bir şey akıllarının ucundan geçmez. Bunun yanı sıra sadece ideolojik değil yönetim becerileri adına da muhalefete duyulan güvensizlik bu insanların bir arada durmasında bir tutkal işlevi görüyor. “Bunlar da iyi değil ama onlar gelse ülke hepten batar, düzeltirse yine bunlar düzeltir” fikri çok yaygın.

Burjuva muhalefet partilerinin bu kesime dokunması oldukça zor ama bu yönde sahici bir çaba da zaten ortada yok. Muhalefet anca kendini eyliyor.

İttifak içinde ne işe yaradığı belli olmayan partiler Yozgat’ta, Çorum’da, Erzurum’da çalışacaklarına ana muhalefet partisinden rol çalma yarışına giriyorlar.

Neticede İyi Parti dışında ittifaka faydası olan bir parti geriye kalmıyor ama onlar da ırkçı reflekslerle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 800 bin fire veriyorlar… (Geçen seçime göre de oyları biraz düştü. Akşener’in masa krizinden önce Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de gelişmekte oldukları görülüyordu.)

Cumhur İttifakı tabanını tutan saikler sadece ideoloji ve muhalefetin onlar nezdindeki itibarsızlığı değil tabii. Kültür / kimlik kavgasında tavırları, sağlanan iş olanakları ve sosyal yardımlarla örülen geniş bir ağdan da direkt çıkarları var. Önceki yazıda da belirttik.

Mevzu “çomar”la, “zekâ”yla açıklanabilecek bir şey değil. Ortada kurtarılmayı bekleyen bir kitle de yok, onların karşısında kurtarıcı rolüne soyunabilecek donanımı haiz bir kesim de söz konusu değil. Boş üstünlük martavallarının altı son derece boş ama tek tatmin edici şey bu fantezi olduğu için hâlâ buna sarılınıyor.

Deprem bölgesinde AKP’nin 10 puan kadar, Cumhur İttifakının 3,5 puan oyu düştüğü hâlde depremzedelere sitem bile değil küfreden bir kitlenin üstünlük iddiası kadüktür. Bence de daha fazla oy kaybetmeliydiler hatta keşke silinseydiler ama olmadı. Silinme zaten olmazdı fakat oy kaybı daha anlamlı olmalıydı “normal” şartlarda. Bu sosyo-politik çıktının rahatsız edici olduğu ortada ama depremi bizzat yaşamış, acıyı bizzat çeken insanlarla aynı durumda olmadığımıza göre aşırı yorumların bir faydası yok. Her şeyden önce zaten insanî de değil.

Deprem bölgesinde sonuca dair muhalefet partilerinin ya da solun politikasında başarısız bir eylemlilik görmüyorum bilakis beklendiğinden daha iyi yürütüldü süreç. Lâkin görülüyor ki bölgenin sosyolojik gerçeğinin duvarına çarpıldı. Sadece TİP Antakya’da önemli bir oy aldı, Arap-Alevi yerleşimlerinde yüzde 20 küsurlara tırmandı. Ki buralar zaten CHP’nin ve sosyalist solun çok güçlü olduğu yerlerdi. Bölgede çok öne çıkan TKP’ye anlamlı bir oy verilmemiş olması ise üzücüdür.

Yeşil Sol Parti ise sadece deprem bölgesinde değil, tüm ülkede ve Kürdistan’da da belli bir düşüş yaşadı. Suç TİP’e atılsa da TİP’in bir varlığının olmadığı yerlerde de sonuç ortada. Anlaşılıyor ki partiyi götüren neredeyse yegane şey örgütlü halkın kendi inisiyatifidir. AKP’nin bölgeden silineceği söylenen seçimde moral bozukluğu yaşayan Kürt hareketi oldu. Bunun Yeşil Sol Parti çatısını seçmekten adaylara, yürütülen politikanın merkez siyasete çok angaje olmasından devlet baskılarına, PKK siyasetinden, meskun mahal savaşından bugüne yaşanan gelişmelere ve yüksek özgüvene dek sebepleri var. Oysa geçen seçimde de bu düşme eğiliminin bazı işaretleri söz konusuydu, ciddiye alınmamış yahut önlem alınamamış. Sonuçta hareket tekrar Kürdistan’a sıkıştı ve orada da gelişme kaydedemedi.

TİP’in oy kaptığı ortadadır ama HDP’nin bu kesimleri kendi seçmeni yapamadığı da ortadadır.

TİP ise yüzde 1,7 gibi azımsanamayacak bir oy alıp, dört vekil çıkarsa da kendi iddiasının gerisinde kaldı. Bu kadar göz önünde olan, “popüler” bir partinin Yeniden Refah’ın, Zafer’in gerisinde kalması sol adına düşündürücüdür. Yine de TİP adına felaket senaryosunun yani hiç vekil çıkarmama ihtimalinin gerçekleşmemesi bir kazanımdır.

Seçime zaten iddialı girmeyen SGB bileşenlerininse ANAP, AP, Güç Birliği, Genç Parti gibi nasıl teşkilatlandığı bile belli olmayan abuk sabuk partilerin gerisinde kalması dramatik.

Yılların legal sosyalist siyasi gelenekleri tek tek100 bin barajını bile aşamıyorlar. Üstelik Kürdistan’dan gelen sehven verilmiş oylar da bu oranın içinde.

Türkiye’nin kendine özgülüğü solu için de geçerlidir. Devrimci hareketler güçlüyse legal sol da yükselir, devrimci hareket zayıfsa legal sol da zayıftır. Bu, bugüne dek hep paralel gitti. TİP bugün bir istisna teşkil etti ama bu partinin de söylemlerinin merkez muhalefet söylemine oldukça yakın, orta sınıfla flörtleşen kıvamda olduğu göz önünde tutulmalı.

Gerçi seçime katılan diğer legal sosyalist partiler de laiklik, cumhuriyet kazanımları gibi kavram setlerini alabildiğine sivrilterek çok da farklı bir mesai yapmıyorlar.

Genel tabloya baktığımızda, sağa, merkeze kayış solun neredeyse tümüne şamil. Sadece bazılarının Kürt hareketine bağımlı oluşu onlar adına farklı bir görünüm yaratıyor ama Kürt siyasi hareketi de liberal açılımlara açık, pragmatik bir kümedir.

Her şey bir yana, solun tarihindeki merkeze en yakın, en yumuşak geçirilen seçim dönemi yine onun adına krizin süreğenliğiyle noktalanmıştır. Kendini yiyen bir bölük de soldur. Bağımsız siyasal yönelim çizgileri alabildiğine silinmiştir. Buraya doğru olan akış müthiş bir sürate kavuşmuştur.

Şimdi ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun milliyetçi söyleme abanacağı belli olan agresif politikasıyla Kürt hareketinin, solun desteği ne olacak göreceğiz. Destek tutumu o durumda da devam ederse sol siyaset adına yakın gelecekte ne gibi kaynamalar yaşanacağını da göreceğiz.

Burjuva politikacılarına soldan koçluk yapacak hâlimiz yok. Enflasyon bu hâldeyken ekonomik durum üzerinden sınıfsal bir yarma hareketine gir diyemeyiz Kılıçdaroğlu’na. Zaten yapamaz. Ama anlaşılıyor ki ikinci tur propaganda programı sol adına ilk tura göre çok daha can sıkıcı olacak.

Bu işler motamot matematiksel olarak işlemez, bin tane faktör giriyor işin içine ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde zafere Erdoğan’ın daha yakın olduğu açık. Sonuç her ne olursa olsun insanımızın kendi kendini tüketen moral hastalığından da, umut açlığından da kurtulması gerekiyor. “AKP’ye yarar” sözü çokça dalga geçtiğimiz bir söz fakat seçim gecesinden beri her şey gerçekten de AKP’nin işine yarıyor.

Seçimin ikinci tura kalmasıyla, ilk turun Erdoğan lehine zaferle bitmesinin yaratacağı toparlanması zor kitlesel moral çöküntüden kurtulunmuş oldu. İkinci turda muhtelif sebeplerle Erdoğan cephesinde farklı bir galibiyetle bitecek bir seçim bile önceki ihtimaldeki sarsılmayı yaratmayacaktır. Lâkin burjuva muhalefetinde bunun sebep olacağı dağılma on ay sonraki yerel seçimler için de ciddi bir yenilgi ihtimalini doğurabilir.

Sosyalist soldan ve onun artık iyice küçülmüş olan tabanından beklenen en azından soğukkanlılığını korumasıdır. Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda da bu taraf adına büyük anlamlar ihtiva eden bir resim ortaya çıkmayacak. O taraf lehine de kendini kaptırmış hâle bir son verilmeli.

Zira bu tarafın sorunları bir seçimi kimin kazanıp kimin kaybedeceğinden çok daha büyük, çok daha derin.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar