Ana SayfaArşivSayı 6Marx’ın Felsefesi

Marx’ın Felsefesi

 

 

Marx’ın Felsefesi

M. Ali Tütüncüler

Türkiyeli Marksistler, Fransız Marksist akademisyen ve zamanında Althusser’in en önde gelen öğrencilerinden Etienne Balibar’ı Türkçede Proletarya Diktatörlüğü Üstüne (1990), Althusser İçin Yazılar (1991), Wallerstein’la birlikte Irk, Ulus, Sınıf (1992) ve Althusser’le birlikte Kapital’i Okumak (1996) kitapları ve bazı dergilerde yayımlanan makaleleriyle tanıyor.

Fransa’da yayımlanmasını izleyen dönemde Marx’ın Felsefesi, Ömür Sezgin’in kaleminden çıkan bir yazıyla (“Marx’ın Felsefesi”, Yeni Marksizm ve Gelecek, S.4, Güz 1994) Türkçe okuruna tanıtıldı. Kitabın iki ayrı bölümü geçen yıl Birikim (“Marksist Felsefe veya Marx’ın Felsefesi”, Çev.: Ömer Laçiner, S.84, Nisan 1996) ile Teori ve Politika’da (“Praksisten Üretime: Dünyayı Değiştirmek”, Çev.: Boran Çiçekli, S.3, Yaz 1996) yayınlandı. Nihayet, Marx’ın Felsefesi, Ömer Laçiner’in çevirisiyle Birikim Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı.

Kitap, esas olarak teori içi bir tarih çalışması üzerinden yükseliyor. Yazarının belirttiği gibi, yapıtın genel amacı, Marx’ın, felsefeye sorduğu sorular ve önerdiği kavramlarla yalnızca geçmişin bir anıtı olmadığını, bugün hala güncel ve önemli olduğunu görmek ve göstermektir.

Bu kısa tanıtmada, Balibar’ın çalışması esas olarak bir temel tema bağlamında ele alınacak.

Marx’ın soruları ve kavramlarıyla yaptığı “felsefe içi sabotaj”, hem geleneksel hem de zamandaş felsefe akımlarında, kapatılması mümkün olmayan büyük bir gedik açmıştır. Bu hipotezin ispatı onun 11. Tezidir. Marx’a gelinceye kadar “Epikür ve Feuerbach gibi şu veya bu derecede muhalif materyalistler de dahil, Platon’dan Hegel’e tüm filozoflar, felsefe alanında (içinde) kalarak, dünyayı yorumlamakla yetinmişlerdir. Bu da en iyisinden Balibar’ın deyişiyle dünyayı olduğu gibi bırakmaya ve daha kötüsü, onu güzel göstermeye yöneltmiştir. Yeniden 11. Teze dönelim: “Filozoflar dünyayı değişik biçimde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.” Marx’ın, bu çıkışı ile artık dünya olduğu gibi bırakılamayacaktır. Bu bir kopuştur. Kopuş, felsefe içi epistemolojik bir soruya (felsefe nedir?) felsefe dışına çıkılarak verilmiş ontolojik bir cevapla (dönüştürmek) gerçekleşir. Hem de geri dönülmez bir biçimde. Çünkü Marx’ın felsefeye müdahalesi “fikir ve yöntemler”in değişmesine neden olmamış, tam tersine, ”felsefe pratiği”nin kendisine yönelmiş ve onu dönüştürmüştür. Yazarın ifadesiyle, Marx’tan sonra felsefe artık eskisi gibi değildir.

Marx’ın felsefe dışına çıkarak ortaya koyduğu “yön değiştirme” onun felsefe için ve felsefenin de Marx için önemini ortadan kaldırmaz.

Marx’ın felsefe için önemi, ortaya attığı sorularla ve dışarıdan felsefe içine yaptığı müdahale ile felsefede açtığı gediktir. Gerek bugün, gerekse gelecekte felsefeye soyunan her filozof, (ister materyalist olsun ister idealist) bu gediği örtmek için Marx’la yüzleşmek zorundadır.

Gelelim felsefenin Marx için önemine. Aslında bu sorunu “… Marksistler için önemi” olarak ortaya koymakta hiçbir sakınca yok. Sorun, çünkü, Marksist felsefenin ne olup ne olmadığı sorusu uzunca bir dönem tartışıldı ve tartışılıyor.

Marksist felsefe nedir? Ya da Marksizmin felsefesi nedir? Bu yanlış bir sorudur. Yanıtı, Marx’ın felsefi pratiği ile ortaya çıkan gerçekliktir. Bu gerçeklik, Marx’ın felsefeyi, “felsefe olmayan” felsefe dışı bir alternatife, ve hatta “anti-felsefe”ye çevirmesidir. O hiçbir zaman felsefe içi tutarlılığı olan bir sistematik kurmaya yönelmedi. Marx, imkansızlığın farkına vardı. Bu, idealizmin genel alanında (felsefe) iç tutarlılığa sahip sistematik bir materyalizmin kurulmasının olanaksızlığıdır. Böylece felsefe karşısında, felsefe olmayan, anti-felsefe denebilecek bir karşı duruş gerçekleşir. Bugünün Marksistleri için de aynı durum geçerlidir. Tersi kavrayışlar, 20. yüzyılın “devletlü” Marksizmlerince gerçekleştirilmeye çalışılmış, ve Marksizm dogmatik bir doktrinarizmden öteye taşınamamıştır.

Marksizmin bütünlüğünü tümleyen bileşenlerden biri olan felsefeyi Marx’ın ve Lenin’in felsefe pratiği dışında kavramamak durumundayız. Tersi durumlar felsefede açılan ve kapatılması mümkün olmayan gediğin üzerimize göçmesiyle sonuçlanacaktır.

Marksizm için kriz ve kopuştan söz edildiğinde Althusser’i anmadan geçmek mümkün değil. Balibar da öyle yapıyor ve onun kopuş-kriz tezlerini, “Marx, başkalarından daha fazla, topludurum (konjonktür) içinde yazdı” diyerek, 1848 ve 1871 hareketlerinin ve yenilgilerinin içinde yorumluyor. 1848 ve 1871’de Marx’ın “tarihin kötü yanı ile yüzleşmesi”nin teori içi etkilenimlerini ve yön değiştirmelerini çözümlemeye çalışıyor. Siyasal-tarihsel konjonktürlerin, teori içi etkileri Marx (Marksizm) için bir tutarsızlık oluşturmaz. Balibar’ın deyişiyle “fikriyatının muhtevası onun yer değiştitmelerinden ayrı mütalaa edilemez” Bu, Marksizmin tamamlanmış bir doktrin olmadığının, tam tersine yaşayan, organik bir bütünlük olduğunun ve bu bütünlüğün her tarihsel alt-üst oluş döneminde yeniden üretilmesi gerektiğinin Marx’taki ispatıdır. Yeniden üretim, Marksizme içkindir.

Balibar, Marx’ın düşünsel seyri içinde, sürekli bir kesinti ve kopuş buluyor. Onun entellektüel gelişiminin “dolaysız siyasal gelişmelerce temellendirildiğini” ileri sürüyor. Marx’ın üniversiter felsefeden çıkışı ile, Fransız ve Alman proletaryasıyla yüzyüze gelişinin zamandaşlığına dikkat çekiyor. Althusser’in “teorik hümanizm”den kopuş olarak adlandırdığı bu felsefeden çıkış, Balibar’da tarihsel karşılığını buluyor.

1848 yenilgisi ile Marx, Marksizmin ilk kriziyle karşı karşıya kalır. Bu onun, tarihin kötü yanı ile ilk yüzleşmesidir. Manifesto’da büyük bir heyecanla ifade edilen, proletaryanın kısa sürede sınıfları ortadan kaldırarak komünizme yöneleceği beklentileri, Haziran yenilgisiyle ciddi biçimde sarsılır. Beklenen olmamıştır. Ayaklanma kanlı bir biçimde bastırılmış, ardından darbeye karşı işçi sınıfı pasif kalmış ve beklenen tarihsel rol oynanamamıştır. Sonuç, Marx için tam bir moral bozukluğudur. Balibar, bu yenilginin Marx’ta yol açtığı teorik yön değiştirmeyi iki kavramla örnekliyor. Bunlardan ilki, ideoloji kavramıdır. Bu kavram bu tarihten sonra geri dönülmez bir biçimde terkedilmiştir. İkincisi ise proletarya diktatörlüğü kavramının sarsıntıyla başlayan serüvenidir. Balibar, “ayrıca toplumsal evrimin uzun dönemli eğilimlerini ve siyasal konjonktürlerin ekonomik belirleyicileri üzerine oturtulmuş bir araştırma programının tanımı da bu aradadır” diyerek, Kapital’e yönelimin tarihsel temellerine işaret ediyor. Kanımca, bu ilk krizin yarattığı teori içi yön değiştirme, Marx’ı bilime yöneltmiştir. Kriz, bilimi doğurmuştur.

1870’e gelindiğinde Marx bir kez daha tarihin kötü yüzünü görecektir. Bu dönem, Alman-Fransız savaşıyla ortaya çıkan ikinci kriz dönemidir. “Avrupa Savaşı, siyasetin Marx tarafından yapılmış temel çatışmalar ve yön gösterici güçlere ilişkin tanımlamalarının aksine bir gidiş halindedir. Bu savaş en azından görünüşte sınıflar mücadelesini başka çıkar ve tutkular lehine görelileştirmektir.”

Diğer yandan kapitalizmin gelişkinlik durumu ve sermayenin birikimi koşulları gözönüne alındığında kapitalizmin krizinin “mantıki şema”ya aykırı olarak İngiltere’de değil, Fransa’da ortaya çıkması Marx’ın görüşleri açısından teori içi bir krize yol açmıştır. Marx, teori içi bir yön değiştirmeyle bunun da üstesinden gelmeyi bildi. O, Paris Komünü ile ortaya çıkan “ilk işçi hükümeti”ni geçiş döneminde devletin sönümlenmesi olarak kavramlaştırıp, proletarya diktatörlüğü kavramının serüvenine önemli bir yön verdi.

Yaklaşık yüzyıl sonra, tarihin bu kötü yanıyla yeniden yüzleşen biz Marksistler, Marx’ın tüm krizler karşısında gösterdiği kararlılığı gösterebilecek cesarete sahip olmalıyız. Şimdi, teorik yön değiştirme ve yeniden üretimi başarma sırası bizde. 

Türkçe yayın için eleştirel not: Bu önemli kitabın yayıncılarının arka kapaktaki tanıtım yazısında ifade ettiklerinin aksine, Marksizm, hiçbir şekilde “en geniş eleştirel bir düşünüşün bileşeni olma yolunda” değildir. Marksizmin tarihsel ve teorik sorunlarının varlığı ve bunun kabulü, onu ne mahkum etmeye, ne de genel olarak burjuvazinin damgasını vurduğu “en geniş eleştirel düşünüşün parçası olma” derekesine indirmeye yol açmalıdır. Üstelik Balibar’ın kitabından, bu tür sonuçların çıkarılması İmkanlı gözükmüyor. Marksizmin açık uçluluğu, tamamlandıkça tamamlanmaz olan oluş’u, onun yeniden ve yeniden üretimini zorunlu kılıyor. Bu da, Marksizme, her türden “post” konumlanma karşısında, temel bir duruş olanağı sağlıyor.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar