Ana SayfaArşivSayı 71-72‘Büyük Proleter Kültür Devrimi’: Kaza mı Kazanım mı?

‘Büyük Proleter Kültür Devrimi’: Kaza mı Kazanım mı?

50. Yılında
“Büyük Proleter Kültür Devrimi”
Marksizmde Bir Kaza mı, Kazanım mı?

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Aradan yarım yüzyıl geçmişken[1] bugün Kültür Devrimini konuşmaya neden gerek duyuyoruz?
Öncelikle, gayet öznel bir nedenle, Marksist duruşumuzun konumsal ifadesiyle; sonra buna bağlı ve bununla birlikte olan içerimlerle: Tüm konjonktürel öğeler düşüldükten sonra Kültür Devriminin Marksizmin politikasının genişlemesine, eş deyişle politik evrenselleşmesine katkı sağlamış olan son büyük devrim olmasının yanında, devrimden sonra devrimciliğin sürdürülmesinde benzersiz bir Marksist girişim olduğu teorik politika tezine dayanarak. Yerelleşmenin devrimci bir tarzda ele alınmasının parlak bir örneği olan ve Aydınlanmacı/Batıcı modernleşmenin Sosyalizmin ön koşulu olduğuna ilişkin genel geçer Marksizan görüşün tam karşıtı öğeler taşıyan Kültür Devrimi, Marksist politikanın radikallik potansiyelini uç noktaya kadar taşımış ve Marksizmin edinilme biçimlerine olduğu gibi politikadaki varoluşuna genişletici etkilerde bulunmuştur.
Kültür Devriminin eleştirel bir değerlendirmesi, onun teorik kapsamını ve tarihsel gerçekliğini tanımak zorundadır. Bu konuda Marksizmin okullar dönemine ait olan değerlendirmeler belirli bir kullanışlılık taşımaktaydılar ancak bu kullanışlılık onların temelde kendi kısmî okul konumlarını ifade etme aracı olmanın ötesine geçemeyen bir olumlayıcı ya da reddedici sunumlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Değerlendirmeler içinde bugün teorik tartışmalara konu olabilecek yegâne çalışma A. Badiou’nun Kültür Devrimi üzerine yaptığı yeniden okumalardır. Badiou’nun değerlendirmesi, esas olarak politikaya felsefî bir müdahale olarak anlaşılmaya açık olmakla birlikte, aynı zamanda Kültür Devriminin Çin’deki gerçekliği ile Batı’daki alımlanış tarzları arasındaki tarihsel açı farklarını da görünür kılmaktadır. Badiou “siyaset teorisi” için parti-devlet eleştirisini Kültür Devrimi ile hem örneklendirir hem de bir politik makasın kapandığını ilan eder. Badiou, Kültür Devrimine kurgusal bir içerik yüklemektedir. İstisnasız her devrim bir kitle vurgusu ve katılım biçimi oluşturabileceğinden onun Kültür Devrimi ile öne çıkardığı özgünlük ve benzersizlikler saptadığı yerlerde değil başka yerlerde aranmalıdır.[2]
Bir politik olay olarak Kültür Devrimi belirli bir yerde ve zamanda olmuştur. 1960’ların dünya ölçeğinde kabaran devrim dalgası (Ulusal kurtuluş hareketlerinden ve devrimlerinden 1968 gençlik eylemlerine kadar geniş bir skala) ve Çin’in devrim sonrası “inşa“ problemleriyle yüz yüze kalması, Sovyet deneyiminin “geri dönüş” sorununun ve akıbetinin görülmesini de içeren koşullar, bir tarihsel çerçevenin de dar özetini oluşturur. Bu iki boyutun sınırlamalarıyla ele alınacaksa Kültür Devrimi olumsuz anlamda tarih olmuştur. Bugün ne dünyasal ölçekte bir devrimci konjonktür var ne de Marksizmin bu konjonktürü üstlenen hegemonyasından söz edilebilir. Sosyalizm deneyimleri ise büyük ölçüde yenilgiyle sonuçlanmıştır. Dahası, Kültür Devriminin direkt başa çıkmaya çalıştığı uygulamalarının doğrudan sonuçlarının izlenebileceği Çin’de de, daha Mao’nun ölümünden bile önce gerçekleşmiş bir yenilgiden bahsetmek mümkündür/meşrudur. Ancak bir politik devrimin tarihsel gerçekliği sırf onun pratik içeriğinin sonuçlarıyla sınırlandırılamaz; pratik içeriğinin de dâhil olduğu bütünselliğe etkilerine bakmak gerekir. Kültür Devrimi de Marksist politikaya kendi tarihsel bağlamını aşan bir etkide bulunmuştur.
Kültür Devrimi, savunucuları, mazur göstericileri ve hasımlarınca bir uygulamalar ve olaylar toplamı olarak tartışıldı. Birbirleriyle uzlaştırılabilecek temas noktaları bile bulunmayan konumlardan yapılan karşıt değerlendirmelerin kesişme noktalarının bulunması şaşırtıcıdır. Düşman cephesinin genişliğini, Mao’nun bilinen yaklaşımıyla ifade edersek; “düşman saldırıyorsa iyidir”. Hatta öyle ki dostların sınırlı savunuculuklarından daha aydınlatıcıdır. Çin’in geri kalmışlığının rejimin otoriter bir modernleşme girişiminde bulunmasına olanak verdiği hatta bunu zorunlu kıldığı, bunun sonucunda öne çıkan devletin kitlesel bir şiddeti tetikleyip yedeğine alarak korkunç yıkımlar yarattığı, sağ ya da sol Aydınlanmacılıktan çıkış yapan farklı kaynaklardan bolca dillendirildi. Diğer yandan Kültür Devriminin savunucuları da radikal bir modernleşme hamlesinin politik olarak yürütüldüğü bir tarihsel devrimcilik uğrağında ısrar ederler.[3]
Kültür Devriminin Marksizm alanındaki muarızlarının 1970’li yıllarda ortaya koydukları eleştirilerin önemli bir kısmı okullu dönemin damgasını taşır. Bunlara 1976’dan sonra Çin Komünist Partisinin (ÇKP) resmî tezlerini de eklemek gerekir. Bu eleştirileri kabaca şöyle özetleyebiliriz: Kültür Devrimi bir devrim değildir. Esas olarak devlete egemen olmada klikler arasındaki iktidar mücadelesidir. Mao elinden kaçırdığı iktidarı tüm Çin’i yıkıma sürükleyen kanlı çarpışmalara yol açarak yeniden ele geçirmeye çalışmıştır. Tüm bunların ardında bir saray darbesi vardır vs. vs. Mao gerçeklik duyusunu yitirmiş, bir dizi sol fanteziye kapılmış ve dostlarıyla düşmanlarını birbirine karıştırmıştır. Farklı konumlara göre bunlara Çin’in geriliği, Mao’nun bir köylü devrimcisi olarak sosyalizm sorununda burjuvaziye taviz verdiği, eş deyişle sınıf uzlaşmacı bir çizgi izlediği, Marksizmin ana yönlerinden bihaber olduğu iddiaları da eklenir. Okullu dönemin ayrımlarının keskinliğini yitirmesi ve sosyalizm deneyimlerinin sonuçlanmasıyla eleştiriler yeniden düzenlenmiştir. Bu noktadan sonra Kültür Devrimi, Marksizmin devrimci diyalektiğinin Mao’da temsilini bulan özgülleşmiş yanları paranteze alınarak Mao öncesinde biçimlenmiş programatik görüşler üzerinden ele alınmıştır.[4] Burada esas alınan, III. Enternasyonal’in 1930’larda inşa ettiği teorik-stratejik çerçevedir. Pozitif bir etkileşime açık olan bu eleştirilerin esas sınırlılığı doktrine uygunluk ölçüsünü işleterek Kültür Devriminin politik içeriğini bir tür tarihsel solculuk parametresine vurmakla onun ayırt edici içeriğine temas edememeleridir. Yani bir bakıma Kültür Devrimini ancak onun özgünlüğünü ortadan kaldırarak edinebilirler.
Kültür Devriminin politik okullu vârisi devrimci Maoculuktur. Bir okul olarak Maoculuk her ne kadar ön nüvelerini Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki 1960’lı yılların başlarında başlayan ve 1963-1964’te ilan edilen polemiklerde bulsa da, oluşumunu esas olarak Kültür Devrimine borçludur.[5]
Kültür Devrimi dönemi bir devrim konjoktürüne temas ederek Marksist devrimcilerin burada bulunmasıyla çakışan önemli bir etki doğurdu. Lin Biao’nun, zamanında büyük etki uyandıran “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” başlıklı çalışması Çin Devriminin deneyimini genel bir uygulama alanına aktarır: “Lin’in kırlardan şehirleri ele geçiren Çin Devrimine ait bir paradigmayı evrensel olarak uygulamış olması ve devrimci deneyimin temel anlamını öne çıkarması”[6] dönemin koşullarına tekabül eden bir içerik taşır. Ama daha fazlasıyla, devrimci Maoculuk, kendisini ille Çin’e ya da ÇKP’ye sadakatle tanımlamayarak ve Maoculuğun Çin’deki kaderiyle sınırlamayarak yerel dinamikleri özgülleştiren bir pratik hat izlemiştir. Örneğin, Hindistan’da Çaru Mazumdar ve Kanu Senyol’un başını çektiği Naksalit hareketin çıkışı tam da Kültür Devrimi dönemine tekabül eder. Daha sonraki dönemlerde de Çinci bir yöne sapmayan bu okul, Kültür Devriminde belirgin olan sistematik bir devrimci radikalizm ve Batıcı sosyalizme uzaklığı ile pratik varlığını kesintilerle ve iniş çıkışlarla da olsa yerellerde sürdürür. Ne yazık ki bu okulun Kültür Devrimini kendi başlangıcı olarak öznel üstlenmesi teorik sonuçlarına kadar uzanamamış, özellikle ÇKP’nin 1973’teki 10. Kongresinde oluşturulan resmî tezler ve değerlendirme bir tür doktriner savunu olarak sürekli yinelenmiştir. Kültür Devriminin betimleyici bir olay anlatımı şeklinde ve aslında tarihsel devrimciliğe açılan “üstyapısal politik devrim” olarak anlaşılması temelinde sınırlı edinimi öne çıkmıştır. Devrimci Maoculuk kendi oluşumunun kurucu momentinin özgüllüğünü ancak dolaylı olarak süzgeçten geçirerek edinebiliyor, kullanılan süzgeç ise özgülleşmeye uygun olmayan bir modelleştirmeye yol açıyor. Modelleştirme ile Kültür Devrimi programatik bir çerçeve içine konularak genelleştirilirken, bu arada onun muazzam politik içeriği ve teorik sonuçları izlenememiş oluyor.
Kültür Devriminin bir dersler ve ödevler toplamı olarak incelenmesiyle ilgilenmiyoruz. Bu tarz değerlendirmelerin, teorileştirmeye izin vermeyen doğrusal bir edinim boyutunun olduğunu, kurgusal tarihsel başarılar ve başarısızlıklar muhasebesiyle sonuçlanmak zorunda kalacağını kabul ediyoruz. Mevcut örnekleriyle bu tarz incelemeler, kendi niyetlerinden bağımsız olarak, bulundukları konuma göre mazeretçi ya da hasım tutumlardan birine kapılmaya açıktır. Resmî yazının mazeretçiliği ile hasım anti-komünist propagandaların net konum farklarına rağmen aşamadıkları sınır burasıdır.
Niyetimiz tarihsel bağlamın hiçleştirilmesi ya da Kültür Devriminin somut oluşunun sonuçlarından azade kalmak mı? Net olarak hayır! Tam tersine Kültür Devriminin bugün açısından politik kapsamına işaret etmek onun açtığı politika makasının izini sürmeyi de gerektirir. Politik Marksizmin neredeyse görünmez olduğu, ezilenlerin devrimciliğinde adının anılmadığı bir dönemde Kültür Devriminin sadece tarihsel bağlamına bağlı olmayan, onu aşan dönüştürücü etkisinin belirsiz ayrıştırıcı yönünün belirginleştirilmesi gerekiyor. Sıklıkla yapıldığı gibi bir pratik hattı modelleştirmeyi değil, politik pratiğin modeli aşan etkilerini ve yoğunluğunun dayandığı Marksist temeli belirtikleştirmeyi önemli görüyoruz. Şu halde, Kültür Devrimi Marksist politikaya bilinen en son kurucu etkilerde bulunmuştur. Sonuçları, dersleri, yenilgisi ve kazanımlarının hepsinden bağımsız olarak sırf vuku bulması ile…
Yapmaya çalıştığımız bir tür anakronizme mi denk düşüyor? Yani, bugün açısından Kültür Devrimine yönelmek, onun politik gücünden bahsetmek bir ruh çağırma seansı, mevcut politik varlığın kapsamının daralmasıyla geçmişin büyük deneyimlerine duyulan arzu işlevini mi görüyor? Ya da daha keskinleştirirsek, bugünün gerçek sorunlarından kaçışın yolunu mu döşüyoruz? Belirli bir bakış açısıyla bu soruların meşruluğu teslim edilmelidir. Marksizmin politikasının tarih yazımı, tarih yazımı açısından eğer bir mezar kazıcılığı, geçmişin olaylar toplamının yığınını depolamak ve bir tür skolastik kurtarma operasyonuna uğratmak işlemi olsaydı, böyle bir çaba, kesin olarak tam da böyle bir sorular zincirine muhatap olmaya açık olurdu. Yaygın olarak kabul edilen zaten var olan bir politikanın ve teorinin herhangi bir kurulumuna gerek duymadan onun teorik ve pratik olarak edinilip uygulanmasının içrek diyalektiği açısından, Kültür Devriminin tarih yazımı girişimleri ya doktriner tekrar (ana politikanın niceleyici bir uygulamasının aranışı) ya da ret (ana politikaya uygunsuzluk) olmanın ötesine geçemez. Biz bu sınırların dışına çıkmayı amaçlıyoruz.
1- Teorik Temel: Mao’nun Marksizmi-Devrimci
Yorumsaması
Çin Devriminin uzun süren seyri, Kültür Devrimine kadar tüm pratikleriyle bir Marksizm anlayışının oluşmasına koşul sağlamış ve devrimci pratik bu Marksizm anlayışıyla ilerletilmiştir. Birçok yönüyle teorik belirtilerinin ayrımlarının olmasına karşın, bu, pratik halde işleyen bir Marksizm idi. Mao’nun Marksizmi, özgül bir koşulda devrim yapmaya yönelen Marksistlerin bu koşulların devrimci yorumsamasıyla şekillendirdikleri Marksizme teorik bir ifade tarzı da kazandırmalarıyla oluşur. Diğer yandan bu, Marksizmin devrimci diyalektiğin sürdürülmesinin kapsamlı bir ürünüdür. 
Çin komünistlerince yola çıkarken devralınan ve açıkça dayatılan teori ve buna bağlı program, Çin Devriminin pratik ilerleyişine yol gösterici, yol açıcı nitelik taşımıyordu. Devrim pratiğinde beliren ve tıkanıklıklara yol açan sorunlar yumağı ile teori arasında bir boşluk oluşuyordu. Teori, politikanın sorunlarını çözmede ve yeni durumlara göre konumlar geliştirmede ön açıcı olmanın aksine, mevcut sorunlarla birlikte çözülecek çelişkiler yumağının bir parçası olmuştu.
Mao’nun Marksizme en önemli teorik katkıları sayılan görüşlerini içeren “Pratik Üzerine” ve “Çelişki Üzerine” adlı iki metin, Temmuz ve Ağustos 1937’de söylev şeklinde sunuldu ve Japonya’nın Çin’e karşı Temmuz 1937’de başlattığı topyekûn saldırı karşısında komünist devrimci stratejide değişiklik yapılması çağrısına denk geldi. Marksizmin Çinlileştirilmesi, yerelleşme sürecinin en temel aşamalarında bile devrim ile ilgili pratik sorunların bir ürünüydü. Bu iki metinde, Mao’nun felsefî formüllendirmeleri ile 1940’ta “Yeni Demokrasi Üzerine” adlı denemesinde değindiği Çinlileştirilmiş Marksist stratejinin ardındaki mantığı birleştiren doğrudan bir hat vardır. “Her iki metin de gayet pratik ve taktik bir niyetle ve Mao’nun Marksist teoriyi yeniden formüllendirmesinin altında yatan felsefî kaygılar temelinde geliştirdiği en eksiksiz ve kapsayıcı ifadeleri açığa çıkarma aşamasında Çin Devriminin sorunlarını Marksist teoriye dayandırmaya çalışıyordu”.[7]
Hiç şüphesiz, bu, Marksizmin uygulayan olarak kurulmasında önemli bir eşiği temsil eder. O zamana kadarki Marksizmin genel kabul görmüş formülasyonlarıyla da belirgin bir sorun yarattığı teslim edilmelidir. Bu sorun Mao’nun ifadelerinin toplamında birtakım çelişkiler olarak izlenebilir. Pratik sorunlara Marksizm içinden yapılan müdahale ile bu müdahalelerin teorik araçları ve simgesel dili arasında belirgin bir uyumsuzluk oluşmuştur. Mao’nun Marksizmi bu aşamadan sonra Marksizmin yeterli temsili olarak kabul edildiğinde, bu müdahale Marksizmin ne olduğuna yönelik kaçınılmaz bir yeniden tanımlamayı gerekli kılar. Sonrasında devrimci Maoculuğun bu çatışkıyla pratik olarak karşılaşmadan yolunu sürdürmeye çalışmasına rağmen, teoride sürekli olarak diyalektiğin dışından etkilere maruz kalması burada aranmalıdır. Devrimci Maoculuk, pratik olarak sürdürülebilen/sürdürülen bir devrimci politikadan yoksun kaldığında Mao’nun Marksizminin ayırt edici niteliklerini de gözden kaçırmaktadır.
“Mao’nun düşüncesinde Marksizmi izlemeyen herhangi bir tamamlayıcı kavramsal öğe yoktur. Aynı zamanda Mao’nun Marksizminde kaçınılmaz olarak Çin’e ait Çinli bir şeyler vardır. Mao, Marksizmi Çin tarihine göre yorumlamamıştır. Aksine ısrarla Marksizm yeniden üretme sürecinin içinde Çin tarihsel deneyimini Marksizme göre yorumlamıştır.” (204) Bu yönüyle de Marksizmin bünyesinde yerelliği aşan bir etkide bulunmuştur. En yoğun izlendiği yer politika olmasına rağmen teorik bir boyutu da kapsar.
Çin Devriminin pratik sorunlarıyla yüz yüze kalan Marksistler doğrusal bir hat izlememişlerdir. “Her şeyden önce mevcut sorunlar ve o sorunlara yönelik mevcut çözüm yöntemleriyle sürdürülen mücadelelerin her adımda bir uyuşmazlık yarattığını açıkça ve oldukça sert kayıplarla deneyimlemişlerdir. Ama daha ötesinde o güne kadar gelen koşullar içinde Çin’de ‘Marksist’ olmanın devrim yapmaya tekabül etmeyen yakıcı politik sınırlayıcılığını duyumsamış olmalılar.” Sorun teorinin kabul etmeyeceği unsurların dışlanarak sosyalist bir devrimin yapılmasının zorunlu olduğu kırsal bir toplumda devrimci pratiğin doğasıyla ilgiliydi (224). Bu sorun, Çin yerelliğinin özgün bir sorunuymuş gibi görünse de aslında Marksizmin her türlü uygulayımının kaçınılmaz olarak karşılaşacağı sorunların bir örneğiydi. Çinli Marksistler de diğer tüm Marksistler gibi “karşılaştıkları çok yönlü sorunları bir çırpıda kendi teorik kategorilerine göre yorumlayamıyorlardı. Daha çok bu sorunları teorinin olgunlaşması için yararlı toplumsal koşulların kaçınılmaz birer özelliği olarak kabul etmek zorunda kalıyorlardı.”(225) Ya da özcesi gerçeklik ile kendi teorik gerçeklikleri uyuşmadığı noktada uygunsuz gerçeğe katlanıyorlar, tarihin akışının düzelmesiyle onun teorik gerçekliklerine uyumlu olacağı tarihsel ânı bekliyorlardı. Böylece, sorun esas olarak bir ifade problemine indirgenebiliyordu ve teori de bir çeviri sorunu haline geliyordu.
Mao’nun müdahalesi bu kısır döngüye kırıcı bir etkide bulunur. Gerçeklikle ve gerçekliğin karmaşık yapısıyla doğrudan ilişki kurmanın devrimci bir yorumsamasını oluşturur. Marksizmin birçok yorumunda çatışma sınırlı sayıda toplumsal kategoriler bağlamında düşünülür. (Üretim, üretim ilişkileri, politika, ideoloji vs. vs.) Bu kategorileri toplumsal yapıdaki işlevselliklerine göre bir hiyerarşi içinde düzenleme yönünde bir zorlama olmuştur. Mao’nun çelişkilerinin çokluğu böyle bir hiyerarşiye direnir ve daha önemlisi tartışmaya değer kategorilerin sayısını sınırlandırmaya da direnir. Bazı karşıtlıklar toplumsal yapıyı ya da tarihsel yönü saptamada açıkça diğerlerinden daha önemlidir; fakat Mao görünüşte önemsiz çelişkilerin bile toplumsal dinamiklerde bir rolü olduğunu inkar etmeyi reddetmiştir.” (223) Bu durum her şeyden önce bir politik işlem yapabilme çoğulluğunu beraberinde getirir ama burada kalmaz. Salt tarihsel ilerlemeye dayalı Aydınlanmacı modelin bozuma uğratılmasının da yolunu açar. Bir çelişkiyi tespit etmek ile onun nasıl çözüleceğini ya da çelişkinin çözümünün hangi yönde olacağını tespit etmek apayrı işlemleri gerektirir.
Mao’nun yönteminin en belirgin yönü gerçekliğe kayıtsız kalan bir doktrinalizme karşı olmasıyla birlikte daima pratiğin üstünlüğünü savunmasıdır. Bu kimi zaman bir tür ampirisizm savunusu gibi görünse de esasta tüm süreç boyunca yapılan özgüllüğü tanımayan genel kalıpların karşısına olgusal durumları da kapsayan bir devrimci gerçekçilik koymaktır. Mao bunu hep bir olumsuzlamayla, özgül duruma göre ifade edilmiş “o değil” ile birlikte yapar; durumun edinilmiş kalıba uymadığını vurgular.
“Farklı çelişkileri çözmek için farklı yöntemler kullanmak; Marksist-Leninistlerin büyük titizlikle gözetmek zorunda oldukları bir ilkedir. Dogmacılar bu ilkeyi gözetmiyor. Onlar çeşitli devrim durumları arasındaki farkı anlamadıklarından, farklı çelişkileri çözümlemek için farklı yöntemler kullanılması gereğini de anlamamakta, tam tersine, her yerde, hiç değişmeden kullanabileceklerini sandıkları tek bir formülü benimseyip keyiflerine göre her yere uygulamaktalar. Bu ise sadece devrimin önüne engeller çıkarır ya da eskiden gayet güzel yürüyen işleri berbat etmekten başka sonuç vermez”.[8]
“Mao’nun Marksizmi yerelleştirmesi en derin (ve en kapsamlı) düzeyde bile Çin Devriminin gerilla savaşı olarak deneyimlenmesiyle ilgili görünür. Marksizmi kitlelerin diline çevirmek için yapılan ilk çağrıların devrimin gerilla stratejisinin ortaya çıkmaya başlamasıyla çakışması sürpriz değildir.” (241) Dirlik’in isabetle belirlediği bu durum sonrasında sürekli bir sınırlarını genişletme olarak yaşanmıştır. Mao devrim sonrasında politikayı da tipik olarak gerilla savaşı mantığına dayalı olarak yürütmüş ve Kültür Devriminde doruğa çıkan bir güzergâh izlemiştir. Bu nedenle sorun salt bir yerel devrimin stratejik planlaması sınırlarında kalmaz. Hatta bir devrim stratejisi ile de sınırlandırılamaz. Marksizmin niteliği üzerine bir müdahaledir ve “Kapsayıcı olarak Mao, Marksizmi Çin’e ait alanda yeniden yurtlandırır, ona bir alan kazandırır. Bunu yaparken Mao’nun iddiası Çin Marksizminin en az diğer herhangi bir Marksizm kadar evrensel Marksizmin ‘doğal’ temsilcisi olduğudur.” (244)
Mao’nun işaret ettiği Marksizm, öncelikle Ekim Devriminin ve Lenin’in çoktan Asya’ya taşıdığı, politik evrenselleşmeye uğramış bir Marksizmin sonuçlarının izlenmesini temsil eder. “Mao bir söylemin [Avrupalı Marksist söylemin], Lenin’in yaptığı gibi pasif bir alıcısı olmadı. Onu bir yerelleştirme sürecinden geçirerek yıkıcı çelişkilerini ortaya koydu ve onu Çin yerelliği içinde yeniden tanımladı. Marksizmin yerelleştirilmesinin Üçüncü Dünya’daki mükemmel bir örneği sayılabilecek Mao’nun Marksizmi, Marksist hegemonyaya karşı ilk ciddî meydan okumayı temsil etmektedir. Belki de en önemlisi hegemonyacı olmayan bir evrensellik ve içinde çeşitli yerel Marksizmleri barındıran gerçekten evrensel bir Marksist söylem için zemin hazırlamıştır”. (211-212) Lenin’in kuruculuğuna bağlanmış olan Mao’nun müdahalesi henüz sonuçlanmamış ve teorik sonuçlarına kadar izlenmemiş bir makasın açılmasına yol açmıştır.
Daha öncesinde, herhangi bir yersellik tanımaya karşı Aydınlanmacı tarihsel teleolojiye bağlı evrensellik iddiası her türlü pratik konumlanışı ayarlayıcılık olarak kuşatıyor ve Marksizmin gerçekleşme dinamiklerini budamaktan başka bir şey yapmıyordu. Mao’nun eserinin güçlü müdahalesi evrenselin yerelleşme zorunluluğu ile üretilmesini ve dinamik bir süreç olarak izlediği pratik yönü gösterir. Marksizmin kapsamını genişletici bir etkidir bu. Çin Devriminin sonuçlanması ile Kültür Devrimi yani iki ayrı devrim uğrağı burada farklı dinamiklerin aynı devrimci politika tarzında sürdürülmesinin bir uğraklar genişliği sunmasına da işaret eder.
Kültür Devrimine kadar Mao’nun Marksizminin net bir çerçevesini çizebilmek güçtür. Pratik politik niteliği önünde beliren sorunlara dönük çözüm geliştiren bir devrimci yorumsama sürekli eklemeler ve çıkarmalara, taktiksel dönüşlere açıklık taşır. Bu hareketliliği izlemek dönem dönem güçleşmiştir de. Devrim sonrasındaki toplumda devrim pratiği ve devrimci eylem konusunda Kültür Devrimini de kapsayan dönem bu farklı müdahale biçimlerini ve teorik belirtileri taşır.
Dirlik, “Mao’nun partideki yoldaşlarıyla ayrı düşmeye başlama noktası felsefî perspektifinden kaynaklanır” (245) tezini savunur. Mao’nun felsefesini “devrimci pratik felsefe” (205) olarak niteleyen Dirlik’in bu tezi geçici olarak tolere edilebilir. Politik bir sorunun belirme koşulları mevcut ifade biçimlerinde de ortak olanın nüanslar olarak ayrışmasına yol açar. Mao ele aldığı sorunu, devrimci bir perspektifte sonuçlarına kadar götürme konusunda ayrıksı bir örnektir. 1960’lardaki Kültür Devrimiyle sonuçlanacak olan ayrılıklar ilk olarak Komünist Partisi’nin 1956’daki Sekizinci Kongresinde Çin’in sosyalizme (yeni demokrasiden) geçişi başardığını ve ileride komünizme geçileceğini ilan etmesiyle ortaya çıktı. Bu kongre ayrıca Çin Devriminin bir dahaki aşamasının “baş çelişki”sini de ileri düzeydeki üretim ilişkileri (sosyalizm) ile üretimin gerici güçleri arasındaki çelişki olarak formüle etti. “Baş çelişki”yi saptama yönündeki bu kesinliği, çözme yöntemi konusunda görmek mümkün olmadı. Çelişki farklı fraksiyonlar tarafından farklı şekilde yorumlandı. Mao çelişkiye devrimci bir yorum getiriyor ve onu üretim ilişkilerinin dönüştürülmesi yoluyla toplumu yeniden devrimcileştirerek çözmek istiyorken diğerleri üretim güçlerini, onları destekleyen üretim yeteneğinin çoktan ötesine geçmiş olan üretim ilişkilerine uydurma için geliştirmek taraftarıydılar. (246-7) Bu ayrışmanın basit bir teorik ayrışma olmadığı kesindir. Temel problemin belirlenmesinden sonra, onun çözümünün doğrudan çelişkinin ortaya koyuluşunun belirlediği yönler aracılığıyla olacağı açığa çıkar. Dolayısıyla bir çelişkideki görelilikler için iki ayrı yön aynı zamanda çatışmanın konumsal ifadeleridir. Burada düğümü atacak olan ise Kültür Devrimi ve sonrasının gösterdiği gibi güçler mekaniğidir.
Kültür Devriminin Maoculuğunun etkisinin yaygın olması da bir bakıma değişik yerellerdeki kabaran devrimci pratiklerin karşılaştıkları sorunları çözmek için Marksizmi açılmaya zorlamalarıyla bağlantılıdır. Sınırları ve radikallik potansiyeli genişlemiş olan Marksizm, daha önce kapsamadığı politik sorunlara ve ezilenler kesimlerine açılmıştır. Bu kaçınılmaz olarak bir ikiliği beraberinde getirir: Kültür Devriminin kendi yerelliğinde uygulanma biçimi ve kapsadığı sorunlar ile etki alanındaki edinim biçimleri arasında oluşan belirgin fark. Kültür Devriminin Maoculuğunun doğrudan yereldeki uygulamasını aşan etkileri olmuştur ama bu aynı zamanda hem edinim biçimlerinde hem de yerelde bir tür yercilik, epistemolojik yerelcilik eş deyişle tikelleştirme ile soyut evrenselleştirmenin doktriner modelleştirme sorununu doğurmuştur. Her iki yan, yani yerelliği sınırlandıran tikelcilik de doktriner modelcilik de Mao’nun Marksizminin ayırt ediciliğinin farkında değildir.
2- Kültür Devriminin Marx’taki Öncülü
Aslında, Mao ve Maoculuğun yaptığı şeyin yani Marksizmin yeni coğrafyalara ve daha önce kapsamadığı politik sorunlara açılması işinin ilk örneğini bizzat Marx’ın kendi teorik pratiğinde gözleyebiliriz. Marx’ın, hayatının son yıllarında Rus Marksistleri ve Narodnikler arasında devam edegelen tartışmalara da bağlı olarak köylü komünlerinden doğrudan sosyalizme geçiş meselesiyle ilgilendiği iyi bilinir.
Marx, önce Enternasyonal’in Rusya şubesinin üyesi Elizabeth Dmitrieff’in aracılığıyla Rusya’nın özgül meseleleriyle tanışmış ve Rusya’da özellikle kırda, tarımda varlığını hâlâ koruyan kapitalizm öncesi kolektif/komünal biçimlerin sosyalist bir geçişe temel oluşturup oluşturamayacağı tartışmalarından haberdar olmuştu. Bu dönemde Rusçasını Rusça metinleri doğrudan okuyabilecek kadar ilerletmiş olan Marx yine Dmitrieff aracılığıyla bilgi edindiği, bu pre-kapitalist kolektif biçimler sayesinde “Rusya’da kapitalist gelişme aşamasının atlanabileceği, yani hâlihazırda yarı-feodalizmden doğrudan doğruya sosyalizme geçilebileceği”[9] teorisini savunan Narodnik teorisyen Çernişevski’nin görüşleriyle özellikle ilgilenmişti. Yani, Rusya’nın özgünlüğü hakkında Rus devrimci Vera Zasuliç ile ünlü yazışmalarını yaptığı daha sonraki yıllarda konuya oldukça uzun süredir vakıftı.
“Marx’a Vera Zasuliç’in bir mektubunda sorduğu soru, Rusya’da o sıralarda popülistler ile kendilerine Marksist diyenler arasında tartışılmakta olan Rus Komünü’nün geleceği sorusuydu. Zasuliç’in sözleriyle bir ölüm kalım meselesiydi bu. Rusya’daki ‘Marksistler’ evrimci bir bakış açısına, köylülerin gerici bir kitleden, tarihin kapitalist merkezîleşme yolunda izlediği amansız seyir tarafından silinip gitmeye mahkum bir artıktan öte bir şey olmadığını ileri süren bir modernleşme teorisine bağlıydılar. Popülistlere göre ise, ilksel veya ‘doğal olarak ortaya çıkmış’ komünizmin ve sınıf öncesi toplumun kalıntılarının hayatta kalması hem bugün içinde hem de gelecek içinde olumlu bir güçtü.”[10] Soru dar anlamıyla bir “Rusya sorunu” olarak belirmiş ve mecazi olarak “geri” Rusya’nın zaten “ileri” Avrupa içinde/çeperinde bir anomali oluşturduğu tespiti ile sınırlandırılmaya çalışılmış olsa da, tartışma çok daha kapsamlı sonuçların başlangıç noktası olmuştur. Marx, sorunu o zamana kadar ele alınanlardan bambaşka bir yöne, asıl zeminine, politikaya taşımıştır: “Rus Komününün yaşamını tehdit eden şey ne bir tarihsel kaçınılmazlık ne de teoridir; devletin baskısı ve devletin köylüler pahasına güçlendirdiği kapitalist işgalcilerin sömürüsüdür.”[11]
Marx soruyu ve sorunu açıkça bir kaçınılmaz tarihsel zorunluluk çerçevesinden ve büyük oranda Rusya sınırlarından çıkararak sarsıcı bir işlem gerçekleştirir. Cevabı çığır açıcıdır. “Marx, Vera Zasuliç’e kapitalist olmayan toplumların sahiden de yerli komünal biçimlerine dayanarak doğrudan sosyalizme geçebilecekleri cevabını verir. Ama diye ekler, ‘her şey içinde bulunulan tarihsel bağlama bağlıdır.’ Bu seviyede ‘bu artık çözülecek bir sorun değildir, yenilmesi gereken bir düşman vardır, o kadar’ diye bağlar sözlerini”.[12] Marx, Marksizm için çok kapsamlı bir sahanın kapılarını aralamıştır. Rus Narodnik lider Tkeçev’in “geri kalmışlığın nispî avantajları”[13] olarak ifade ettiği, Lenin’in tabiri caiz ise Marksizme yaptığı Narodnik aşının kaynaklarından biri olarak alınmayı hak eder. Sonrasında ise Marksizmin politik evrenselleşmesinde güçlü etkileri izlenecektir.[14]
Marx’ın işaret ettiği sorun, Rusya’da Ekim Devrimi ile sorun olmaktan çıkarılmıştır –çözülerek değil, üzerinden atlanarak. Kırsal bir toplumda, köylü kitlesiyle devrimi gerçekleştiren Mao ve Çinli komünistler ise neredeyse aradan yüz yıl geçtikten sonra Marx’ın sosyalizm sorununa dair açtığı kapıyı bir tartışma ve devrim başlangıcı olarak yaşadılar. Sosyalizmin kuruluşu köylü nüfusunun yoğun olduğu Çin’de politikaya mı yoksa “tarihsel ilerleme”ye mi havale edilecekti? Bu, Çin Devriminin ilk başından beri Marksist çerçeve içinde yaşadığı, içinde büyük gerilimler barındıran bir sorundur. Kültür Devrimine ulaşacak olan bu büyük çelişki, sorunun Marx’ın da tespit etmiş olduğu gibi gayet politik olduğunu gösterdi. Çinli komünistlerin bu yola ulaşması oldukça meşakkatli ve engellerle doludur.
3- Çin’in Yolu
a) Devrimin ikili hattı
Çin devrimcileri ilk başından itibaren yoğun bir köylü nüfusunu barındıran ve tarihsel olarak kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin hayli ağırlıkta olduğu bir toplumda Marksist teorinin yol göstericiliğiyle devrim yapmaya girişmenin sorunlarıyla yüz yüze kalmışlardır. Marx’ın Rusya sorunu üzerine çalışmalarının bu koşullarda herhangi bir doğrudan teorik açıcılığı olmamış/olamamıştır. Çinli Marksistler teoriyle ilişkilerini öncelikli olarak Komintern’in çizdiği genel plan çerçevesinde kurmuşlar, bunu yaparken de doğal olarak onun sınırlarıyla ve çoğunlukla engelleyici politik müdahaleleriyle karşılaşmışlardır. Ekim Devriminin oluşturduğu pozitif atmosferin etkileriyle Marksist politikanın yürütülebilme alanının Doğuya doğru genişlemesi, “Çin Marksizmi”ne doğum koşulları sağlamakla birlikte onun gelişip kendi ayakları üzerinde durması için yeterli koşullar sağlamaktan uzaktı. Leninist tarzın hep atak halinde olma yönü bu koşullarda pozitif etkinin dolaysız ifadesi olmuş, Marksist politikanın uygulanabilmesinin de yolunu açmıştır. Mao’nun bir Leninist olarak çok yönlü müdahaleleri, sınırlamaları pratik olarak ortadan kaldırmaya yönelik mücadeleler içinde şekillenmiştir.
“Maoizmde çok güçlü bir önerme vardır: Devrimci kurumlar soyut teoriden değil devrimci pratiklerden üretilmelidir. Somut koşulların bağlamında teorinin analitik bir enstrüman olarak konjonktürel konuşlandırılması gerekir.”[15] Devrimin yürütülmesi sürecinde, başından sonuna kadar ikili bir karakter taşıması buradan çıkarılabilir. Kültür Devrimi, evet devrim sonrası toplumda bir devrimcilik olarak yaşanmıştır ama Çin Devriminin 1950’lerde belirginleşen yolu kendi içinde kırsal Çin’in koşullarını politik olarak dönüştürmeye yönelik iktidar deneyimlerini de barındıran uzun bir süreçtir. 1927-1934 arasında Uzun Yürüyüş’e kadar Çiyangşi Sovyet İktidarı dönemi, 1936’dan sonra Bac An ve Yenan kızıl bölgeleri olmak üzere iktidar deneyimini barındırır. Çin Devriminin özgüllüğü, devrimci sürecin fırtınaları arasında devrimci savaşıma uygun toplumsal ilişkileri de oluşturma zorunluluğudur. İlk başından itibaren Mao (bir tarih verilecekse “Hunan Köylü Hareketinin İncelenmesi Üzerine Rapor”, 1927) Çin Devriminin hattının mevcut ilişkiler ile iç içe geçtiğini ortaya koyar. Mesele tarihsel-teorik bir mesele değil de, “yenilmesi gereken bir düşman meselesi”dir ve açıkça politiktir.
Ne var ki, bu, Çin Devriminin kotarılmasını ve iktidarın tüm Çin’de ele geçirilmesini sağlasa da, sonuçlanmış bir mesele değildir. Devrim sonrasında aynı sorunun ikili karakterinin diğer yönü belirir. Devrim sürecinde strateji oluşturma ve pratik hatta oluşan anlaşmazlık devrim sonrasında sosyalist toplumun inşası meselesinde aynı denklemi ortaya koydu: Bir yanda gerçek tarihsel devrimcilik diğer yanda politik devrimcilik.
b) İktidar yıllarında kampanyalar dönemi
1956’da ÇKP 8. Kongresi “baş çelişki”yi “çok ileri düzeydeki toplumsal ilişkiler ile üretimin gerici güçleri arasındaki çelişki olarak formüle etti. Genel olarak mutabık kalınan bu belirleme, herkes için aynı şeyi ifade etmiyordu. Mao için devrimin sürdürülmesi ve ileri düzeydeki toplumsal ilişkilere dayanarak toplumun sürekli bir devrimci kabarış halinde tutulması ve geçiş toplumunda “sınıf mücadelesinin devrimci tarzda sürdürülmesi” öne alınmışken “üretici güçler politik teorisi”nin savunucusu olan diğer kanat, ekonomik ilerleme adına kapitalist aşamanın gerektirdiği şekilde, kalkınma eksenli kırsal alan aleyhine sanayileşmeyle yürütülecek bir modernleşmeyi öne almayı öngörüyordu. Yani daha özgül biçimde ifade edersek, sorunun esası, kırsal Çin’de sosyalizmin nasıl inşa edileceğiydi: Köylü komünlerini temel alarak kır-kent çatışmasına eşitlikçi çözümler geliştirerek mi, yoksa bunu hiçe sayan bir yolla, bir bakıma yerel özellikleri tanımayan “kapitalist” hegemonyayı dolaylı olarak yeniden inşa ederek mi? Tabii ki konunun bir boyutu da Sovyet modelinin izlenmesi ile Çin’in kendi yolunu araması arasındaki bitimsiz gerilimdi.
Arka planda Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresinin ve orada Kruşçev’in okuduğu gizli raporun olduğu bir dönemde devrim sonrası “kurucu” momentin yaşanması muhtemel sorunlarına doğru çözümler bulma gereği de vardı. Mao, Çin Devriminin merkezî iktidarı ele geçirme sürecinin toplamında yaşadığı herhangi bir özgüllük tanımayan dayatmayı, aynı şekilde devrim sonrasında yaşıyordu. Kuşkusuz sorun politikti ve Mao 1956’dan itibaren bir dizi kampanya örgütleyerek ortalığı kızıştırdı. Parti, neredeyse sürekli devrim koşullarında olduğu gibi teyakkuz halindeydi. Ama bu durumun topluma yansıması dolaylıydı.
Aydınların eleştirilerinin önünü açacak durumun etkilerini ölçmeyi amaçlayan “yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın” kampanyasıyla açılan dönemin en yoğun ve kritik kampanyası “Büyük İleri Atılım” oldu. Bir tür “iradeci ekonomizm” olarak beliren “Büyük İleri Atılım” sınai ve tarımsal üretimi artırmayı amaçlayan bir projeydi. Radikal toplumsal dönüşümlere yol açtığı gibi halkın sosyal bilincini de yeni seviyeye taşıyordu. Sadece bir sene içinde 750.000 kolektifleştirilmiş çiftlik 24.000 halk komününe çevrilmişti. Bu komünlerden her biri, düzinelerce köyden ve ortalama 5.000 aileden oluşuyordu. Ama halk komünleri sadece ekonomik birimler değillerdi. Aynı zamanda siyasal, eğitsel, kültürel ve askerî işlevleri de mevcuttu.”[16]
Büyük İleri Atılım’ın esas yönü köylü yığınlarının devrimin taşıyıcısı olarak edindiği deneyimleri ve geleneksel örgütlenme birimlerini sosyalizmin kurulması için ekonomik alanda seferber etmekti. Ancak burada temel bazı sorunlar belirdi: Yürütülen kampanyanın yoğunlaşmış iradeciliği ile ekonomi arasında tuhaf bir birleşim yaşandı. Öncelik, bir kitle seferberliği ve parti kumandasının ateşlemesiyle üretimi arttırmak, kırsal alan ile sanayi üretimini birleştirmek ve sanayileşmiş Batılı kapitalist ülkeleri geçmek üzerine kurulmuş bir kalkınma planıydı. Arka bahçe ocaklarında çelik üretimi yapıldı; belirlenen hedefler o kadar yüksek ve maddî koşulları gözetmeden kuruldu ki, tarımsal üretim ihtiyaçları karşılamak konusunda yetersiz kaldı. Kadrolar arasında üretimi artırmak yönünde bir yarış başladı ve buna bağlı olarak rakamlar şişirildi, alt düzey kadrolar merkezin gözüne girebilmek için rakamlarla oynadı, merkez ise bu duruma adeta gözlerini kapadı ve yaşanan devrimci coşkunun maddî sonuçları düzenleyeceğini varsaydı.
Bu içsel ve öznel hata ve aşırılıklara Moskova ile siyasal anlaşmazlığın derinleşmesi sonucu Sovyet uzmanlarının çekilmesi ve tam o sırada gelen görülmemiş kuraklığın neden olduğu kıtlık eklenince, “Büyük İleri Atılım” başarısızlık ve özeleştiri ile sonuçlandı. Mao, 1959’da “aşırılıkları ve eksiklikleri” bizzat üstlendi. Ama bu kesin bir geri çekilme ya da ret değildi: Mao kısmî bir başarısızlıktan bahsediyordu. Mao’nun bu deneyimden ciddî dersler çıkardığı ve politik süreci daha incelikli değerlendirdiği sonraki süreçte ortaya çıktı.
Ne olursa olsun, Büyük İleri Atılım’ın tökezlemesiyle Mao, 1959’da başkanlığı Liu Şao Çi’ye devretti. Böylece, 1960’lı yılların başından itibaren Çin’de daha sonra “kapitalist yolcular” diye adlandırılacak klasik sanayileşmeci çizginin etkinliği başladı. 1961’de Deng Şiaoping’in kaleme aldığı “Sanayi Denetimine Dair 70 Madde” kararnamesi yürürlüğe koyuldu. Liu-Deng grubunun izlediği politikalarla kırla kent arasındaki uçurum belirgin şekilde genişledi. Üniversite girişlerinde sınav sistemiyle adaletsizlik arttı. Üretimde kapitalist uygulamalar cesaretlendirildi. Tüm bu politikalar komünist partinin politik öncü niteliğinden ayrılarak bir kast şeklinde toplumdan uzaklaşmasına yol açtı.
Mao bu dönemde kendi ifadesiyle “ölmüş at” muamelesi görüyordu. Yine de özellikle 1959’da Peng Duhoy’un yerine Lin Biao’nun ordunun başına geçmesi ile sonuçlanan bir mücadele yürütmüştü. Halk Kurtuluş Ordusu, devrim dönemi uygulamalarına geri dönüş yapmış, Sovyet tarzı ordu örgütlenmesinden, rütbe ve rütbelerin getirdiği ayrıcalıklardan vazgeçilmişti. Ordu öncelikle kırsal bölgelerde tıpkı devrim döneminde, kızıl üslerde olduğu gibi üretime katılıyor, bilinçlendirme kampanyaları yürütüyor ve halk milisleri örgütlüyordu. 1962’de Sosyalist Eğitim Hareketi başlatıldı, buna bağlı olarak kırlık bölgede özellikle parti içine yönelik olarak “dört temizlik” kampanyası (politik, ekonomik, örgütsel ve ideolojik temizlik) başlatıldı. Ne var ki, Çin deneyiminin devrim sonrası toplumlarının genel akıbetini izleyerek bir tür durağanlaşmasıyla birlikte inşacı bir rotaya girip politik ölümünü ilan etmeye başladığının emarelerini Mao açıkça görüyordu. Çingkongsen’e tekrar çıkıp gerilla savaşını başlatma iradesinde olduğunu her fırsatta ilan ediyordu. 1965’in Mayıs’ında ilk kızıl siyasi üs bölgesi olan Çingkongşen’e çıkan Mao, “Çingkongşen’e Dönüş” şiirinde: “Bekle/Döneceğiz bir gün zafer şarkılarıyla ve kahkahalarla/Ve unutma/Hiçbir şey zor değildir şu dünyada/Dorukları fethetme cesaretin varsa”[17] diye yazarak yeni bir devrimin kapıda olduğunu ilan ediyordu adeta.
4- Devrimin Pratik Hattı
a) Başlangıç
Kültür Devrimi tüm toplumun günlük yaşamının hem yukarıdan aşağı doğru hem de aşağıdan yukarıya doğru politikleştirilmesidir. Bir devrimin yürütülmesi için asgarî koşul olan merkezî bir önderliğe sahiptir ve bu yukarıdan aşağı doğru, harekete geçirici, yönlendirici etkilerde bulunmuştur. Yine bir devrimin gerekli koşullarından, kitlelerin devrim koşullarında ürettiği örgütlenmelere ve hareket tarzına sahiptir. Bunlar büyük bir kargaşa ve çatışmalar toplamı olarak yaşanmış ve günlük yaşamın en dar alanlarına kadar etkiler doğurarak bir fırtına oluşmuştur.
Mao şöyle anlatıyor: “ben Nieh Yuan-zu’nun Pekin Üniversitesindeki büyük duvar afişini onayladıktan, Zinhua Üniversitesi Ortaokuluna bir mektup yazdıktan ve ‘Karargâhı Bombalayın’ başlıklı kendi afişimi yazdıktan sonra Büyük Kültür Devrimi ortalığı kasıp kavurdu.”[18] Başlangıç döneminin kritik eşiğinde devrimi derinleştirme fikrinin yattığı, uzun döneme yayılan bir öngörünün nasıl ilerleyeceği sorunuyla yüz yüze kalınmıştır. Mao başlangıçta iki kritik müdahalede bulunur. İlk olarak 16 Mayıs Kararnamesi ile daha önce Kültür Devrimini yönetmek için kurulmuş olan ve daha sonra Kültür Devriminin açık hedefi olan Parti yöneticilerinin ağırlıkta bulunduğu “Başlar Grubu”nu dağıtarak Kültür Devriminin ana güzergâhını belirler ve onun bir devrim olarak yıkıcı yönünü ortaya koyar. Ağırlıkla sol kanat temsilcilerinden “Kültür Devrimi Merkez Grubu” ile devrimin yürütülmesi için yeni bir aygıt oluşturulur.[19]
16 Mayıs 1966 ile Ağustos 1966 arasındaki dönem en kritik dönemdir. Kültür Devriminin ilerlemesine bu dönemde Parti merkezi daha önce Sosyalist Eğitim Hareketi döneminde oluşturulan “Çalışma Grupları” ile müdahale eder. Parti merkezinin, durumu kontrol altına alıp sınırlama çabasının, daha sonra benzerleri olacak olan ilk hamlesidir bu. Pekin Üniversitesinde duvar afişleri ve tartışmalar engellenmeye, akademik sınıra çekilmeye çalışılır. Mao, “Bazı çalışma grupları işleri berbat ettiler. Büyük Kültür Devriminin okullardaki hedefi mücadeleyi, eleştiriyi ve dönüşümü sürdürmektir”[20] şeklindeki 22 Temmuz tarihli açıklamasıyla tekrar sahaya iner ve adeta fırtınanın kopuşunu ilan eder. Bu dönemin öncesinde Mao neredeydi? 16 Mayıs Kararnamesinden hemen sonra Mao ülke gezisine çıkar ve adeta ortadan kaybolur. 50 gün sonra 16 Temmuz’da 72 yaşındaki Mao’nun Yangtze Irmağında yüzerken çekilmiş fotoğrafları yayınlanır. Bu oldukça sembolik bir mesaj içerir ve Mao iki gün sonra Pekin’e döner. 5 Ağustos’ta kendi “Karargâhları Bombalayın”[21] afişiyle işaret fişeğini çakar. Bundan sonra devrim herhangi bir engel ve sınırlandırma tanımayarak yayılır. 16 Maddelik Kararname devrimin hedefi ve yöntemini belirleyen bir program içeriği taşır.
ÇKP Merkez Komitesinin 8 Ağustos 1966 tarihli kararnamesinin ilk maddesi “sosyalist devrimde yeni bir aşama”dır. “Dört eski”ye (eski fikirler, kültür, adalet ve alışkanlıklar) karşı “dört yeni” (yeni fikirler, kültür, adalet ve alışkanlıklar) ilan edilir ve bunun “muazzam bir devrimci süreç” olduğu gibi “sosyalist devrimin gelişmesinde geçmiştekinden daha derin iki evreyi temsil ettiği” ilan edilir. 2. Madde “Kültür Devriminin bir devrim olduğundan kaçınılmaz olarak direniş ile karşılanacağını” tespit eder ve özellikle Mayıs 1966’dan itibaren oluşan deneyimin sonuçlarını derleyerek devrimci gençlerin yöneliminin esas akım olduğunu belirtir. 4. Madde devrim tanımına gönderme yaparak oluşabilecek aşırılıkları üstlenir.
16 Maddelik Kararname aynı zamanda ciddî bir dengeleme ve kontrol arayışını da taşır. Parti kadrolarını sınıflandırır ve kadroların büyük çoğunluğunun iyi ve nispeten iyi olduğunu savunur. Yürütülecek kampanyalarda isim vererek eleştirmeyi “üst düzey bir parti komitesinin onayına” bağlı kılar ve üretimin korunmasını gözetir. Bu konuların hepsi aynı zamanda Kültür Devriminin ilerleyen aşamalarında çatışma konusu olmuştur.
En önemlisi, 9. madde, “Kitlelerin birçok okullar ve birimlerde yarattıkları Kültür Devrimi grupları, komiteler ve diğer örgütlenme biçimleri yeni şeylerdir ve büyük tarihsel öneme sahiptirler”, “kitlelerin Komünist Partisi önderliğinde bizzat kendilerini eğitmeleri mükemmel yeni örgütlenme biçimleridir” ifadeleriyle devrimin oluşturduğu örgütlenme biçimlerini sahiplenir. Kararname bu örgütlenme biçimlerinin yaygınlaştırılmasını, kalıcılaştırılmasını savunur ve bu yeni örgütlenmelere Paris Komününün seçim sistemini önerir.[22]
b) Kızıl Muhafızlar
16 Maddelik Kararnameden itibaren toplum kılcal damarlarına kadar politikleşmişti. Bunun temel taşıyıcısı Kızıl Muhafızlardı. Ağırlıklı olarak gençlerden oluşan Kızıl Muhafızlar hızla her yanda örgütlendi. Böyle bir politikleşme tarzının aynı zamanda mevcut çelişkilerin tamamını bir politik üst dile tabi kılarak çatışmanın taraflarının hızla karşıt kutupta benzer adlarla örgütlenmeler oluşturması şaşırtıcı olmadı. Bu ayrışmalar ilerleyen süreçte yoğun bir çatışma ortamı yaratacaktı.
Mao, tüm ülkeden Pekin’e gelen Kızıl Muhafızların Tiananmen Meydanında düzenledikleri mitinge Kızıl Muhafız kol bandıyla katılarak onlara desteğini gösterdi, sonrasında Kızıl Muhafız örgütlenmesi hızla yaygınlaştı. Ancak bu sorunsuz bir ilerleme göstermedi. İlk dönemlerde Kızıl Muhafız örgütlerinin önderleri parti ve devlet bürokrasisinin üst düzey kadrolarının oğulları ve kızlarından oluşuyordu. Kültür Devriminin belirgin dili olan “sınıf mücadelesi”nin öne çıkarılması ve her durumda sınıfsal kökene bakılarak bunun üzerinden işleyen sadece “iyi sınıftan gelenlerin” örgütlenmelere katılabiliyor oluşu ciddî sorunlar doğurdu. İlk dönem etki eden diğer faktör “kızılda kızıl değer” şeklinde daha önce beliren bir yozlaşmanın sürmesiydi. Bu durum, devrimci koşullara eski toplumsal ayrıcalıkların taşınmasını beraberinde getiriyordu. “Sınıf mücadelesi” anlayışının biçimsel olarak öne çıkarılması ama bir tür politik dil içinde yozlaştırılmasına yol açan bu olumsuzluk Kültür Devriminin mevcut parti bürokrasisine doğru genişlemesiyle kısmen bertaraf edildi. Ne var ki politik mücadele bir tür sınıf ifadesi olarak kazandığı dil aracılığıyla fraksiyon ayrışmalarında neredeyse aynı ifadeler ve toplumsal köken taşıyan gruplarca birbirine doğru savrulan taarruz aracı oldu. Kullanılan ifadelerden ve örgütlenme tarzlarından, doğrudan ayrılan tarafların yönelişlerini çıkarmak oldukça güçtü. Bu nedenle tüm Kültür Devrimi boyunca ayrışmaların yaşandığı her koşulda o koşuldaki pratik konumlanmanın neye tekabül ettiğine bakmak gerekmektedir.
Kızıl Muhafızlar ordunun verdiği araçlarla şehirlere akın ediyorlardı. “Büyük Deneyim Aktarımı” ile ücretsiz seyahat imkânı tanınan Kızıl Muhafızlar şenlikli bir şekilde trenlere doluşup Çin’in en ücra köşelerine kadar devrimi yaymaya koyuldular.
Bu festival görüntüsü, sokakları kaplayan duvar gazeteleri, her yerde ortaya çıkan kızlı erkekli Kızıl Muhafızlar çatışmanın yoğunluğunun ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Farklı fraksiyonlara ayrılan Kızıl Muhafız grupları özellikle taşrada çatışmalara girdiler. Ama daha belirgin ve devrimci sürece uyumlu olan rolleri “dört eski”ye yönelik kampanyanın yıkıcı gücü olmalarıydı. Doğrudan şekillendirmeye gerek olmayan bir politikalar toplamı devrimin özel bir yönünü ortaya koyuyordu. Eskiden ya da modern dünyadan devralınan hiçbir şey saygıya değer bulunmuyor ve “yeni”nin kurulması için onların yerlerinden sökülüp atılması öne alınıyordu. Kuşkusuz bu bir devrimdi ve bu devrimin “aşırılıkları”nın öne çıkarılması adeta devrimsiz bir devrim arayışına tekabül etmekten kurtulamaz.
Devrimin kitle gücü olan Kızıl Muhafızlar üzerinde tek bir otorite vardı, bu da kuşkusuz Mao’nun otoritesiydi. Ama bu doğrudan komuta biçiminde çalışan işleyen bir otoriteden (bunu da barındırıyordu) öte, tanınmış merkez olarak ona kulak vermek şeklindeydi. Rakip Kızıl Muhafız fraksiyonlarının tamamının kendilerini Mao’nun çizgisinin gerçek savunucuları ilan etmeleri bu otoritenin nasıl işlediğini gösterir.
Kızıl Muhafızlar tüm bu özellikleriyle bir tür bindirilmiş kıta ya da vurucu güç değildi. Tam aksine mevcut ilişkiler içinde temelde parti içinde beliren Kültür Devriminin diliyle “Kapitalist yolcu”ların uygulamalarına ve toplumda devrim sonrasında yaşanan eğilimlere karşı biriken rahatsızlığın taşıyıcılarıydı. Her devrimin başına gelebilen ilk kuşağın devrimcilerinin hâlâ hayattayken çöküşü ya da kurucu sınıra çekilmesine karşı, devrimi dinamik kılacak yeni bir deneyimdi. Böylece, Kızıl Muhafızlar o zamana kadar benzeri görülmeyen bir devrim deneyiminin taşıyıcısı oldular.
c) Ocak Fırtınası – Şangay Komünü
Kültür Devriminde kitlelerin aşağıdan yukarıya doğru devrimci hareketinin en ileri örneği ve bu özelliğiyle gelip çarptığı sınır “Şangay Komünü” deneyimidir.
Şangay’da neler olmuştur? 1966 sonbaharından itibaren 16 Maddelik Kararname’nin üretimin sürdürülmesi yönündeki vurgusuna dayanan yerel parti önderleri bir sanayi kenti olan Şangay’da Kızıl Muhafızların hareketlerine ve işçiler arasında faaliyet göstermelerine karşı direnç gösterir. Bir noktadan sonra bu engelleme çabası “ekonomist” tedbirlerle yürütülür. Uzun süredir ödenmeyen fazla mesai ücretlerinin ödenmesi, devrimin ilerleyişini anlamamak anlamına gelir ve tam tersi bir etki doğurur. “Devrimci isyancılar” yani Kızıl Muhafız grubu gençlerin coşkusuyla işçiler arasında yaygın bir örgütlenmeye ulaşır. Şangay Parti Komitesi’nin Kızıl Muhafızların yapmak istediği gösteriye izin vermemesi durumu içinden çıkılmaz bir hale sokar. Parti Örgütü aynı zamanda yine işçilerin ağırlığını oluşturduğu “Kor Kızıl Muhafızlar” adıyla bir grup oluşturur. Şangay’da işçilerin ve gençlerin neredeyse tamamının katıldığı bir çatışmalar dönemi başlar. Yer yer ordunun da müdahil olduğu çatışmalar sonucu İl Parti Örgütü çöker ve Komün ilan edilir. Bu noktaya kadar merkezin herhangi bir müdahalesi olmamıştır. Oluşan durum ordunun desteğini de alan “İsyancılar”ın açıkça fiili bir durumla ve bunun sonuçlarıyla karşı karşıya kalmalarıdır. Yani parti yönetimi Şangay’da alaşağı edilmemiş adeta kendini yok etmiştir.
Sonunda Mao duruma müdahale etme gereği duyar. Mao’nun müdahalesi, kimi yönleriyle ironiyle dolu ifadelerle durumun “kendiliğindenliğine” yönelik bir tepki ve devrimin genel ortalamasına işaret eden bir ayarlamadır: “Bir halk komününün kurulmasıyla birlikte bir dizi mesele ortaya çıkar. Bilmem bunları hiç düşündünüz mü? Eğer bütün Çin’de halk komünleri kurulursa Çin Halk Cumhuriyeti, adını ‘Çin Halk Komünü’ne çevirmeli midir? Öyle olsa diğer ülkeler bizi tanır mıydı? Belki İngiltere ve Fransa tanırken Sovyetler Birliği tanımazdı. Peki, çeşitli ülkelerdeki elçilerimizi ne yapardık vb… Dikkate almamış olabileceğiniz başka bir dizi mesele daha var. Birçok bölge, halk komünleri kurmak üzere Merkez’e başvurmuş bulunuyor. Merkez tarafından, Şangay dışında hiçbir yerde halk komünleri kurulmamasını bildiren bir belge yayımlandı. Başkan, Şangay’ın bir değişiklik yaparak, kendisini bir devrimci komite veya bir şehir komitesi veya bir şehir halk komitesi haline getirmesi gerektiği görüşündedir.”[23]
Mao, baştan beri Kültür Devriminin önemli önderlerinden ve Komün’ün de yöneticilerinden olan Çang Çun Çiao ve You Ven Yuan’ı Şangay’dan Pekin’e çağırır ve onlarla yaptığı toplantıda üstteki ifadeleri kullanır. Şangay devrimin yeter koşulları içinde “çok ileri” gitmiştir. Mao bu durumu körüklemek yerine “kontrol altına tutmaya” dönük müdahalede bulunur. Bu, Mao’nun Kültür Devriminde ilk sınırlayıcı müdahalesidir. Komün devrimin politik sınırları içinde bir “aşırılık”tır. Şangay komününün iki önderi bu durum için gerekli düzenlemeyi yapar ve Komün, “Şangay İl Devrimci Komitesi”ne dönüştürülür.
Şangay deneyimi böylece Kültür Devriminin olanaklarının genişlemesinin bir örneği olmanın yanı sıra sınırlarının da ortaya çıkmasına yol açmıştır.
d) Vuhan olayı, ordu içinde çatışma, Sol’un sınırları
1967 yazı Kültür Devriminin zirvesidir. Devrimin her yerde hızla ve etkili olarak yayılmasına karşın tüm taraflar da kendi varlıklarını ve pozisyonlarını az çok koruyorlardı. Kültür Devriminin hedefi olan parti yöneticileri ve sağcılar özellikle taşrada halen etkin konumlarını koruyorlardı. Daha önce kampanyalar döneminde olduğu gibi Kültür Devriminin ilerleyişine de onun kılığına bürünerek ve onun dilini kullanarak etkide bulunuyorlardı. Çinli komünistler bu duruma uygun bir deyim olan “kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak sallamak” deyimini sıklıkla kullandılar. Kızıl Muhafız gruplarında örgütlenen gençler ise azınlıkta kaldıkları yerlerde Kültür Devrimi Merkez Grubuna ve Mao’nun önderliğinin desteğine güveniyorlardı. Özellikle taşrada ve kırsal bölgelerde kritik rolü oynayan kurum orduydu.
1967 Temmuz’unda Vuhan gibi büyük bir sanayi şehrinde çatışmalar yoğunlaştı. Ordu bu çatışmaların göbeğindeydi. Kültür Devrimi ile görevden alınan yerel parti bürokrasisi ve sendika yöneticileri ve asıl olarak bölge askerî komutanı Çan Zeydao tarafından desteklenen “Bir Milyon Kahraman” grubu ağırlıkla öğrencilerden oluşan Kızıl Muhafız örgütü “İşçilerin Genel Karargâhı”nı baskı altına almış ve bu iki grup arasında “İşçilerin Genel Karargâhı”nın ezildiği çatışmalar yaşanmıştı.
Olayları kontrol altına almak ve müdahale etmek için Pekin’den üç Kültür Devrimi Merkez Grubu üyesi Vuhan’a gönderildi (Çu En-Lay, Vang Li ve Sihen Fuçih). Çu En-Lay, hemen gelişinin ertesi günü Pekin’e döndü. Vang Li ve Sien Fuçih ile gruplar ve yerel önderler arasında toplantılar yapıldı. Toplantılarda “İşçilerin Genel Karargâhı”nın solun çekirdek grubu olarak tanındığı bildirildi ve “Bir Milyon Kahraman”ın onunla birleşmesi tavsiye edildi. Bu tavsiye kitle toplantısında Vang Li tarafından duyuruldu. Vang Li, o dönem, sol’un parlak önderlerinden ve ateşli ajitatörlerindendi.
Ertesi gün ortalığı “Vang ve Sien, Vuhan’dan defolun” yazan duvar afişleri kapladı. Çan Zaydoo’nun desteğiyle yerel askerî birlikler ve “Bir Milyon Kahraman” Vang ve Sien’in kaldıkları yeri kuşattı. Vang Li ciddi biçimde dövülerek gözaltına alındı. Sien Fuçih de gözaltına alındı. Ardından “Bir Milyon Kahraman” diğer gruplara karşı saldırıya geçti. Çu En-Lay olaylara müdahale etmek için hızlıca Vuhan’a döndü. Ordu birlikleri karadan ve havadan müdahale ederek olayı yatıştırdı. Vang Li ve Sien Fuçih kurtarıldı. Mao’nun “Bir Milyon Kahraman”ı tanımadığını bildiren mesajı yayınlandı ve olaylar sona erdi.
Kültür Devriminde Sol’un düşüşünün başlangıcı olarak Vuhan olayı önemli bir eşiktir. Ordu içindeki ayrışma ve yerellerde ordu saflarında muhafazakâr kadroların bulunması konusuna bağlı olarak sol kanat Kültür Devriminin ordu saflarında da yaygınlaştırılmasını ve orduda bir temizlik hareketi başlatılmasını önerdi. İlk başlarda Mao’nun da desteği alınmış gibi görünüyordu, bu durumu özellikle (Mao’nun karısı) Çiang Çing destekledi.
Çu En-Lay’ın devlet kurumlarının başında bulunması ve bir denge unsuru olarak Kültür Devrimi boyunca çatışan fraksiyonlar arasında aracı olması yanında hareketin gelişmesi konusunda ayak sürümesi Sol’u rahatsız ediyordu. Çu En-Lay’ın bir denge unsuru olmasının ötesinde devrim döneminde kuruculuğu temsil etmesi gözle görülür bir durumdu, Sol’un bu durumu etkileyebilecek hamle aralığı olmadığı gibi sınırlı bir yapısı vardı. Mao Sol’un genel eğilimlerine ve kapasitesine şüpheyle bakıyor, bunu bir bakıma Çu En-Lay ile dengeliyor ve devrimci sürecin içinden doğacak imkanlar ile devrimi ilerletmeyi amaçlıyordu. Sol’un mevcut duruma uymayan erken hamlesi Vuhan olaylarından sonra ordu içinde bir tasfiye başlatma girişimi ve Çu En-Lay’a karşı bir kampanya başlatmak oldu. Mao 1967 Ağustos’unda Çu En-Lay’ı hedef alan afişler görmeye başladı. Bu saldırı kampanyasına karşı Mao müdahalede bulundu ve “Çan Boda’ya Çu’nun Başkan’ın ‘proleter karargâhı’nın bir üyesi olduğunu ortaya koyan bir bildirimde bulunmasını ve ajitasyonu durdurmasını emretti”.[24] Hemen akabinde sol kanattan Vang Li, Lin Jien ve Guang Fong “16 Mayıs Grubu” olarak ilan edilen aşırı solcu örgüt soruşturması kapsamında tutuklandı. Sol kanat ciddi bir yara almıştır ama Kültür Devriminde bu arada eski dönemin yöneticilerinin önemli bir kısmının alaşağı edilmesiyle bir aşama tamamlanmıştır. Bu noktadan sonra kontrollü bir düzen arayışıyla klik savaşları öne çıkar.
1968 Martında başlayan son kitlesel Kızıl Muhafız fraksiyonları arasındaki çatışma Zinhua Üniversitesi’ne ordu ve işçilerden oluşan silahsız birliklerin müdahalesiyle sonuçlanır ve Kızıl Muhafızlar dönemi kapanır. Kızıl Muhafızlar kitleler halinde kırsal bölgelere, 7 Haziran Kadro okullarına iki yıllığına gönderilir. Bu bir deneyim aktarımı ve kafa emeği ile kol emeğinin birleştirildiği eğitim kampanyası olarak sunulsa da asıl amaç Kültür Devriminin sonuçlarının derlenmesi ve yeniden düzenlemeler yapabilmek için soluklanmadır. Bir devrimin hep ileri doğru ilerleyemeyeceği kendi içinde kesintiler ve sıçramalar yaşayacağı kabul edilirse Kültür Devrimi de bu durumlarla yüz yüze kalmış ve tıkanmalar yaşamıştır.
e) Klik savaşları, aşılamayan eşik
Kültür Devriminin öncelikli hedefi Devrimi derinleştirmekti ve bunun için birincil olarak hedefe konulan sağcıların oluşturduğu devrimin diliyle “kapitalist yolcu kara çete”ydi. Şu net olarak belirtilmelidir. Bu sağcılar, kara çete dışarıda toplumun içinde kökleri olsa da bir ekonomik sınıf olarak varlık göstermiyordu, doğrudan partinin içinde yöneten konumdaydı. Yönetimin zirvesinde olan Liu Şao Çi ve Deng Şiaoping’in başını çektiği kliğin birçok üst düzey kadrosu Kültür Devriminin farklı aşamalarında hedef olmuştur.
İlk ayrışma, kırsal kesimin nasıl sosyalist dönüşüme uğrayacağı tarihsel meselesinin dolaysız politik bir mesele olarak yaşanmasıyla belirginleşmiş olmakla birlikte, bu neredeyse her noktada keskin bir ayrışmayı beraberinde getirmiştir.
Mao’nun Sovyetler Birliği deneyimini izlediği ve oradan çıkardığı dersin ilkinin devrimin daha ikinci kuşağa ulaşmadan kırılmalar yaşayabileceği olduğu görülüyor. Bu noktada kitlelerin devreye sokulmasına ve onların devrimci enerjisine ihtiyaç duyulacağına yönelik öngörü daha 1956’da ifade edilmişti. Bu bir kitlecilik ya da sınıfın kitle ile ikamesi değildir, kritik eşiklerde politikanın öncü politika olarak dayanacağı temeli işaret eder. Mao Köylü Komünlerinin kurulması döneminde saf bir kitleci olmadığını açıkça ifade eder. “Köylüler özgürlük istiyorlar, fakat biz sosyalizm istiyoruz, kitlelerin dediklerini asla dikkate alamayacağımız zamanlar var.”[25]
Mao devrimi solcular ile başlatabileceğinin farkındaydı ancak onların sınırlı yönlerine de kör değildi. Çiang Çing’e yazdığı bir mektubunda şunları söylemişti: “Solcuların hepsi bugüne kadar hep aynı şekilde konuştular. Eğer benim fikirlerim yayımlanacak olursa, onlar üzerinde soğuk duş etkisi yapar ve bundan sağcılar yararlanır. Bugünkü görevimiz, Parti içindeki sağın bir bölümünü devirmektir (sağın tümünü devirmek imkânsızdır). Daha sonra, belki yedi-sekiz yıl sonra, kötülük şeytanlarını ortadan kaldırmak için yeni bir hareket başlatılacak, daha sonra da tekrar tekrar yeniden başlamak gerekecektir.”[26] Aynı mektupta Mao “Bütün dünyada yüzden fazla komünist partisi var. Bunların çoğunluğu artık Marksizm-Leninizme inanmıyor. Onlar bizzat Marx’ı, Lenin’i paramparça ettiler…”[27] diye yazıyordu. Mao bu çifte kuşatılmışlık ve sağcı rüzgâra tersten bir akım oluşturmayı önüne koymuştu. Dünyasal olarak yaşanan devrimci konjonktür içinde hem mevcut devrimi Marksist olarak sürdürmek hem de diğer partilerin akıbetinden dersler çıkarmak zorunluydu. Devrimci dalga ancak böyle karşılanabilirdi.
Devrimin öngörülebilirlik sınırlarını aştığı kesindir. “Bir büyük duvar afişi, Kızıl Muhafızlar ve büyük devrimci tecrübe alışverişi yüzünden, bütün eyaletlerin ve şehirlerin karışacağını ben dâhil hiç kimse tahmin etmiyordu. Öğrenciler de bazı hatalar yaptılar; fakat hatalar esas biz kodamanlar tarafından yapıldı”[28] diye başlangıcı özetleyen Mao aynı zamanda bir devrim için gerekli otoriteyi de oluşturmaya çalışır. Kültür Devrimi çapında bir devrim, en yoğun olduğu dönemde 12 kişilik bir grup tarafından yönetilmiştir ve bu grup Çu En-Lay dışında solun farklı tonlarından oluşur. Kitlelerin aşırıya gitmelerine hep anlayış gösterilirken kadroların aşırıya gitmesi net cezalar ve tasfiyelerle karşılanmıştır. Mao adeta vahşi bir atı çayıra salar ve onu belirli bir rotada koşturmaya çalışmaktan hiç vazgeçmez. Dengeleme çabası Kültür Devriminin zorunlu tıkanıklığına yol açmıştır. Sol çizginin hataları özellikle Çu En-Lay’ın müdahalelerine açılan gedikler yaratırken, bir tür reel politik ayarlamalara yol açmıştır.
Lin Biao’nun 1971’de kaçışı ve ölümüyle birlikte süreç neredeyse tersine dönmüştür. Ordunun devletin omurgası olarak korunması devam eder, aynı dönemde devrimci dalganın dünya çapında geri çekildiği bir konjonktürde reel politik olarak atılan bir adımla önce Henry Kissinger’ın Çin ziyareti, sonrasında Nixon’ın Çin’e gelip Mao ile görüşmesi bir bakıma dünya devrimini politik olarak yaşamanın kapanışını temsil eder. Çin, devlet olarak kendi varlığını korumak için jeo-politik bir çerçeveye girmiş olur.
Mao’nun Kültür Devrimini modelleştirdiği yönündeki iddialar çoğunlukla onun yöntemiyle sınırlı bir temas olarak anlaşılmalıdır. Politik bir Marksist olarak Mao, her zaman oluş halindeki durum ve bunun devrimci imkânlarını/işleyişini göz önünde tutar. Klikler çatışma içinde belirmiş ve netleşmiş, yoğun olarak çatışmışlar ve Sol kanat, devrimin yürütülmesinde ana rolü oynamasına rağmen zayıflamaktan kurtulamamıştır. Kültür Devriminin oluşmuş çıktıları Mao’ya mücadelenin sonuca ulaşmadığını gösteriyordu. Mevcut koşullarda buna yeni bir saldırı dalgasıyla karşılık vermek ise devrimin yıkıcılık ufkunu aşan bir hamle olacaktı. Sil baştan mücadeleye girişmek için soluklanmak gerekiyordu. Bu Çin Devriminin erken aşamalarında da sıklıkla yaşanmış ve devrimle sonuçlanmış bir yöntemdi. Ama bu kez öyle olmayacaktı.
f) Devrimin sonu
Son klik savaşı bu koşullar altında patladı. 1973-74’te Çu En-Lay “sol aşırılıkları” önlemek amacıyla “Lin Biao’yu ve Konfüçyüs’ü Araştıralım” ismiyle bir kampanya başlattı. Çu En-Lay’ın yaptığı esasında Lin Biao üzerinden sol çizginin geneline karşı bir saldırı başlatmaktı. Bu kampanya döneminde Kültür Devrimince alaşağı edilen birçok kadro tekrar göreve alındı. Deng Şiao-Ping de başkan yardımcılığına getirildi. Bir tür tarihsel ilerlemeci program yeniden devreye sokuldu ki bu Kültür Devriminin kazanımlarına saldırı anlamına geliyordu. Kültür Devriminin programını savunanlar ve direnenler Lin Biao’nun hayaletiyle kovulmaya çalışıldı. Üniversite girişleri yeniden sınava bağlandı. Uluslararası politikada “üç dünya teorisi” ortaya atıldı. Deng, 1973’te bir Birleşmiş Milletler toplantısında bu teorinin rafine bir sunumunu yaptı. Mao’nun bunlardan haberinin olmadığını söylemek safdillik olur, ne kadarını onayladığı ise ayrı bir tartışmadır. Özellikle dış politika konusunda müdahalelerde bulunmuş olma olasılığı düşüktür.
Mao sola karşı yürütülen kampanyaya ise kesin bir itirazda bulunmuştur. Ona göre aşırı sola saldırmak iyi bir fikir değildi. Bir karşı kampanya örgütlenmeye çalışılsa da bu sınırlı kaldı. Deng Şiao-Ping yeniden görevlerinden alındı. Ne var ki bu arada Sol ciddi bir zayıflama yaşamıştı. Deng alttan alta etkinliğini devam ettirdi. Mao’nun ölümünden sonra Hua Guofeng’in darbesiyle “dörtlü çete” tutuklandı ve böylece gittikçe daralmış olan politik makas kesin olarak kapandı.
Mao 1976 yazında hasta yatağında hayatının politik bilançosunu çıkarır: “Hayatım boyunca iki şey yaptım. Birincisi, Çan Kay Şek ile on yıllarca savaşmış ve onu birkaç küçük adaya sürmüş olmamdır. Savaşarak Pekin’e ve nihayet Yasak Şehir’e ulaştık. Bunların başarı olduğunu kabul etmeyen fazla insan yoktur. Yaptığım ikinci şeyin ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bu, Kültür Devrimini başlatmaktı. Bunu artık pek az kişi destekliyor ve pek çok kişi karşı çıkıyor. Ancak bu mesele henüz sona ermiş değildir. Gelecek kuşaklara emanet edilmesi gereken bir mirastır bu. Nasıl emanet edilmelidir? Barış içinde olmazsa kargaşayla. Eğer uygun biçimde emanet edilmezse kan dökülecektir. Ne yapacağınızı Tanrı bilir.”[29] Bedeninin sonuna gelmiş bir devrimci önderin hâlâ devrimi üstlenmeye hazır oluşunun ifadesidir bu sözler.
Kültür Devriminin başarısı ya da başarısızlığının tarihsel muhasebesi yerine çubuğu onun politik niteliğine doğru bükmek gerekmektedir. Bir devrim kendi güzergâhında sürdürüldüğü sürece gerçekliğin çekimine tâbidir. Ve bu her zaman devrimci projelere sınırlayıcı bir etki olarak yaşanır. “Devrimci projelerin söz konusu olduğu yerlerde mağlubiyet aslında başarısızlığı göstermez, aynen zaferin de başarıyı göstermediği gibi”[30]. Kültür Devrimi Marksist politikada bir sonuçlanmayı değil açıkça bir genişlemeyi temsil eder. Yer yer kendi nesnel sınırlılığına rağmen.
Mao o güne kadar devrimci politikaya tahvil edilemeyen bir dizi sorunu mevcut Marksist kavramsal cephaneliği kullanarak ama esaslı bir zorlamayla devrimci politikaya dâhil etmiştir. Burada teori ve politika arasında oluşan yarık daha sonraki süreçte gittikçe açılmış, devrimci Maoculuk farklı yerelliklerde Kültür Devriminin gerekli sonuçlarını çoğunlukla pratik olarak zenginleştirmiştir.
Marksizmi uygulamak ile uygulama olarak Marksizm arasında ciddi bir fark vardır. Mao’nun Marksizmi, devrimden sonra devrimciliği sürdürme girişimi olarak uygulama halinde Marksizm şeklinde vuku bulmuştur. Eğer hazır bulduğu Marksizmi uygulamış olsaydı Mao’nun Marksizminin bir özgüllüğünden bahsedilemezdi. Kültür Devriminin kendi pratik oluşumunu aşan etkisi de onun politik yönünün açık uçluluğundan kaynaklanır. Uygulama alanı ile etki alanında bir edinim farkı olmasına rağmen, esas başlığı devrimci politikada ısrar olan Kültür Devrimi, Marksist politikada belirgin etkileri olan devrim sonrasındaki toplumlarda sosyalizmin inşası problemini de içeren “üretici güçler politik teorisi”nin tarihsel ilerlemeciliğini Mao’nun hem devrim sürecinde hem de çoğunlukla kurucu moment olarak anlaşılan devrim sonrası iktidar döneminde reddi üzerine kurulur. Mao’nun Marksizmi en rafine şekliyle Kültür Devrimi deneyiminde sadece Batılı/Batıcı sosyalizm anlayışını karşısına almakla kalmamış aynı zamanda herhangi bir ezen uygarlığı düzleminin yerel ya da buna bağlı Doğucu (Çinci) çıktılarına da kapılmayarak, devrimi sürdürme ve başka bir uygarlık anlayışıyla hareket etmiştir. Mao, devrimi yerelde başarıya ulaştırırken dünya devrimine yönelik bir açıklık tanımış ve kendi kişisel yaşamını buna uygun yaşadığı gibi Çin Devrimini de buna göre yönlendirmiştir.
Kültür Devriminin akamete uğraması iç koşulların yanı sıra dış sınırlamaların basıncının etkilerini de taşır. Sovyetler Birliği ile yaşanan sınır çatışmaları, dünya genelinde yaşanan devrimci konjonktürün geriye çekilişi, kişisel olarak Mao açısından değil ama devlet olarak Çin açısından zorunlu jeo-politik sınırlandırmalarla birlikte reel politik ayarlamaları beraberinde getirmiştir. ÇKP’nin 1969’daki 9. Kongresindeki sonradan Lin Biao’ya atfedilen ve sol aşırılıkla damgalanan “Emperyalizmin toptan çöküşü ve sosyalizmin dünya çapında ilerleyişi” çağ belirlemesi, bu nedenle salt öznelci bir sol aşırılık ifadesi olarak alınamaz. Yine 1964 tarihli “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” belgesi de aynı nedenle Lin Biao’nun politik akıbetine kurban edilemez. Kültür Devriminin uluslararası devrimci hareket açısından bütünleştirici ve devrimci coşkunun taşıyıcısı olarak ele alınması gereken bu tutumlar özellikle yerel mücadelelerle de “kendine güven” gibi, Çin Devriminin deneyiminin aktarımı gibi önemli roller oynamıştır. Devrimler konjonktüründe devrimciler için kullanışlı bir deneyimler cephaneliği sunmuştur.
Daha çok bu stratejik modelin evrenselleştirilmesi olarak da çerçeveye sıkıştırılan “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” dünyasal anlamda kurduğu “geri olanın politik ileriliği” teziyle Maocu devrim bakışının uygulaması olduğu gibi, Kültür Devriminin mantığının da Çin deneyimi aracılığıyla evrensel olarak karşılıklarının aranmasını sağlayıcı etkide bulunmuştur. Kültür Devrimi Marksizm için net olarak bu politik bakış açısını, yani sosyalizmin kuruluşu sorununu da politikleştirerek (Kültür Devriminin diliyle sosyalist toplumda sınıf mücadelesinin devam edeceği teziyle) bu koşullarda bile kırsal ilişkilerin devrimci yönünü vurgulamasıyla ayırt edici nitelik taşır ve tarihsel solculuğun ilerlemeci sosyalizmciliğinin sınırlarına çekilmeyi reddeder.
Kültür Devriminin bize ulaşan yönü de bu muazzam politik içerikte aranmalıdır. Eğer onun üstlenilmesi, onun açtığı ufku atlayarak onu kendisinden önce ortaya koyulmuş Marksizmin kalıplarıyla yorumlamak şeklinde yapılacaksa, ortada kendi zamanında devrimci ama yenik bir devrimin tarihsel olayları toplamından başka bir şey kalmaz. Tarihin çarkları arasında ezilmiş devrimci deneyimlerin onurlu ama gelip geçmiş halkalarından birisi kalmıştır elimizde. Son başarılı uygulama gelene kadar başarısızlıkların sonsuz teleolojisi ile avunup dururuz. Kültür Devrimi Marksizmin devrimci diyalektiğinde son büyük uygulama olarak, bir dersler ve ödevler toplamı değil, Mao’nun son sözleriyle “başlatılmış ama sonuca ulaşmamış olanın şimdinin koşullarında da kargaşa ve kan dökülerek” sürdürülecek Marksist politikanın konusudur.
5- Politik Devrim
Kültür Devriminin isimlendirilmesi ve başlangıcının bir tiyatro oyununun ideo-politik eleştirisi olarak kabul edilmesi ve devrimin maddî sürecinin tamamlanarak buna uygun “üstyapısal” sorunları çözmeye yöneldiği tarihselci kabulü, onun “üstyapıya ilişkin politik bir devrim” olduğu belirlemelerinin önünü açmıştır. Mao’nun devrim sonrasında yürütülen kültür politikasından memnun olmadığı, bu alanda ciddî sorunlar olduğu yönünde rahatsızlıklar belirttiği biliniyor. Mevcut maddî sürecin iktidarda geçen yıllara rağmen geleneksel alışkanlıklar ve burjuva değer sistemi arasında sıkışıp kalmış kültürel ortamı dönüştüremediği, aksine bir tür elitizmin öne çıktığı yönlü eleştirileri mevcut. Sosyalist Eğitim Hareketi de bir bakıma bu duruma müdahalenin sonucu oluşmuştur. Ne var ki, Kültür Devrimi üstyapıya ilişkin bir politik devrim değildi! Ha keza sosyalizmin üretim ile bilinç faktörlerinin bir şekilde birleştirilmesiyle inşa edileceğini varsayan tarihsel devrim uğrağı olmadığı gibi. Mao’nun komünizme ulaşana kadar birçok Kültür Devrimi yapılacağı, buna ihtiyaç olduğu şeklindeki ifadeleri bu özgül biçimi modelleştirme yolunu açmıştır, ancak bu Mao’nun ifadelerini oldukça sınırlı ve teorik-politik işlemden geçirmeden ele almaktır.
Üstyapıya dair politik devrim olarak kabul edildiğinde Kültür Devrimine çekilen ciddî bir tarihsel sınır onun politik içeriğini ve zenginliğini kırpar. Üretici güçler politik teorisinin tarihsel ilerlemeci ekonomizminin karşısında onu tersine çevirerek bir tür iradeci ekonomizm simetrisine ulaşan üstyapısal devrim yaklaşımı maddî süreç ile toplumsal süreç açısından bir düzenleyici politik müdahale arayışıyla politikayı tıpkı üretici güçler politik teorisinde olduğu gibi tarihe indirgiyor. Bu, Kültür Devriminin politik devrimci niteliğini, karmaşık gelişim çizgisini ve yürütülüşünü açıklamaya kesinlikle elverişli değildir.
Belki de Kültür Devrimi için Marx’ın Vera Zasuliç ile yazışmalarında saptadığı politik kuruluşun teorik ifadesi ile birlikte Marksist politikadan kurulabilecek en temel doğrusal bağ Lenin’in Devlet ve Devrim’idir. Mao tam da Leninist bakış açısıyla devrim döneminde devletin bilindik temeline çekilmek yerine, –devrim konjonktürünün dünyasal bir ölçek kazandığı kabulünü de içeren bakış açısıyla– devletin devrimci politik örgütlenmeler aracılığıyla (kızıl tugaylar, köylü komünleri) altını da boşaltarak devlet aygıtının formel yönünü parçalamaya girişir. Bu, Kültür Devriminin en büyük politik özgünlüğüdür. Geleneksel olarak statükoyu koruma eğiliminde olan kurumların (ordu gibi, parti komiteleri gibi) devrimcileştirilmesi ve politikanın yürütülmesinde kumanda mevkiinin tahkim edilmesi dikkatle hesaplanmıştır. Bu nedenle devrim bir aşırıya gitmeyle değil yeterince aşırıya gitmekte reel sınırlılıklar taşımasıyla ele alınabilir.
İktidarın ele geçirilmesiyle bitmeyen bir politik devrimcilik sürekliliği… Ama aynı zamanda en büyük sınırlılığı da burada belirir Kültür Devriminin, çünkü bu koşullar her türlü ayarlama çabasını ketleyici, devrimi dizginleyici etki olarak yaşar. Devrimci koşullar dengelenmeye izin vermeyen bir radikallik üretir. Dengeleme çabaları her türlü iradenin hilafına, devrime karşı “devlet”in galebe çalması anlamına gelir. Özgül durumda bu, zamanla beliren reel politik sınırlar ve fraksiyon çatışmasında solun zayıflıkları olarak yaşanmıştır. Zizek’in çizdiği çerçeve bu açıdan dikkate alınmaya değer: “Devrim, basit, geçici bir emniyet sübabı, yaşanıp bittikten sonra ertesi gün baş ağrısıyla yeniden bildik hayata uyanılacak bir karnaval çılgınlığı değildir. Mao’nun sorunu, tamamen ‘yadsımanın yadsınmasını’ kabul etmemesinde, devrimci olumsuzluğu gerçek bir yeni olumlu Düzen ile örtüştürme çabasında başarısızlığa uğramasında idi. Eğer devrimin her türlü istikrara kavuşması ancak eski düzenin şu ya da bu biçimde restore edilmesine varıyorsa, devrimi canlı tutmanın tek yolu doruğuna Büyük Kültür Devriminde ulaşan, sonsuzcasına tekrarlanan yadsımanın ‘düzmece’ bitimsizliği idi.”[31]
Mao bu durumu kesinlikle göze almıştır. Devrimci politika bir kaçınılmazlık değil net bir konum ve seçimi gerektirir. Mao, yeni bir kurucu sınırlamaya dâhil olmadan, mevcut durumun “karşı devrimci” istikrarı karşısında durarak yıkıcılığı öne alabilmiştir. Bu, başlı başına muazzam bir politik hamledir. 16 Mayıs 1966 tarihli ÇKP Merkez Komitesi Genelgesi, Kültür Devrimi için kritik bir eşiği temsil eder. Bu genelgede “Başkan Mao sık sık şunu söylemiştir: ‘Alaşağı etmek olmaksızın inşa olmaz. Devirmek, eleştiri ve devrim demektir. Eski olanı alaşağı etmek için gerekçeler getirilmek zorundadır ve gerekçelendirmek yeni bir şey inşa etmek demektir. Devirmek öne alınırsa inşa etmek zaten onun içinde saklıdır’.”[32] Bu sözlerle yıkıcılık tereddütsüz sahiplenilir ve ondaki potansiyel öne alınır. Mao’nun yönteminin, çelişkinin iki yönüyle ilgili bir yanının devrimci temel açısından tekrar ele alınması burada öncelikli olarak yeniden ortaya koyulmuştur. Kurucu olan ile yıkıcı olan arasındaki çelişkide yıkıcı olanın öne alınması çelişkinin çözümünün devrimci bir temelde olmasını sağlar ve bu, kapsamlı bir fark yaratır.
Tüm sosyalizm deneyimlerini ele alırsak, devrimden sonra devrimciliği sürdürme konusunda Mao’nun sunduğu örnek dışında bir başka örnek bulunmuyor. Sosyalizm deneyimlerinde yaygın olan, devrim sonrası olabildiğince inşa sürecine yönelmek, bir tür tarihsel devrim rotasına girmek olmuştur. Çoğunlukla ilk dönemlerde diğer ülkelerin devrimcileriyle “enternasyonal dayanışma” ve komünist harekete destek, zamanla devlet sınırlarına çekilerek uzmanlaşmış bir operasyonel birime dönüşmüş ve çoğunlukla da bir tür “devlet” çıkarı sorunuyla beraber, farklı adlarla reel politik çıkarlara tabi kılınmıştır. İçeride ise bu durumun karşılığı ideolojik propaganda mekanizması olmuştur.
 

[1]  Aslında Kültür Devriminin başlangıç tarihi konusunda farklı görüşler mevcuttur. 1956’dan başlayan bir dönemi kabul eden A. Badiou yirmi yıllık döneme işaret eder (Komünist Hipotez, Çev. Oylum Bülbül, Encore Yay., İstanbul 2011, s. 187) Çin Komünist Partisi’nin resmî tarih yazımında genellikle 10 Kasım 1965 tarihi Kültür Devriminin başlangıcı olarak kabul edilir. You Van Yuan’ın, Vu Han’ın “Hay duy daireden kovuldu” adlı tiyatro oyununu eleştirdiği makalesi bu tarihte yayınlanmıştır. Yine 16 Mayıs 1966 genelgesi, ilk duvar afişi gibi tarihler belirtilmiştir. Biz, Mao Zedung’un kendi duvar gazetesine “Karargâhları Bombalayın” başlıklı afişi astığı 5 Ağustos 1966’yı başlangıç olarak görmeyi uygun buluyoruz. Öncesindeki kısa ama yoğun aralık birçok önemli olay ve hazırlık barındırır ama bir devrim aynı zamanda kendini ifade eden sembolik tarihleri de öne çıkarır.

[2] Bu yazı kapsamında A. Badiou’nun Kültür Devrimi yorumlarını tartışmayacağız; ancak onun devrim ile ilgili fikrinin politikayı ortadan kaldıran bir politika fikri olduğunu belirtmek gerekir. Badiou bir devrimde gerçeklik içindeki olanakları ve yoğunluğu değil onun aşkın oluşunu arar. Badiou özellikle öne çıkardığı Şangay Komününe taşıyacağından fazla yük yükler ki bu konuda yalnız değildir. O sadece bunun teorik sonuçlarını önceden inşa etmiştir. Tüm devrimlerin kendi yeterli olanaklarıyla iktidar ufku içinde belirgin bir “aşırılığı” vardır. Bu kategorik bir aşkınlığı değil sadece onların devrim olduğunu gösterir.

[3] “Maocu rejimin kültürel bedeli 1966-67 yıllarına dek Büyük Proleter Kültür Devriminde açık seçik bir biçimde görüldü. Bolşevikler gibi Mao da geçmişin direncini yeni bir gelecek kurmanın önünde başlıca engel olarak görüyordu. Çin’in eski gelenekleri belleklerden silinmeliydi. Aslında Maocu rejim Çin uygarlığına karşı savaş açtı. Bununla birlikte bu rejim Batıda halkın beğenisini en çok Kültür Devrimi –yadsınamaz bir binyılcı boyutu olan siyasi olarak tasarlanmış kitlesel bir cinnet– sırasında kazandı. Batılı görüş Stalincilikteki gibi Maocu rejimi de Aydınlanma’nın evrensel bağımsızlık ülküsüne adanmış bir rejim olarak gördü. Terör Asya’ya özgü bir zorbalığı Batının özgürlük ve ilerlemesine dönüştürmekte gerekli bir evreydi. Yine, Çin Komünizmi ancak feci sonuçları artık yadsınamaz olduğunda Doğu’ya özgü despotluk biçimi olarak kınandı. O zaman Maocu rejimin suçları pekâlâ modern bir Batı ideolojisini uygulama girişiminin sonuçlarından çok geleneksel barbarlığın izleri olarak görülebilirdi.” (J. Groy, Kara Ayin, Çev. Baha Tırnakçı, YKY, İstanbul 2013, s. 68-69) Groy Kültür Devriminin Batıcı/Aydınlanmacı bir tarzda edinilmesi ya da eleştirilmesinin kodlarını vermek konusunda aydınlatıcı bir düşman; ne var ki Kültür Devriminin yerelleşme tarzı ve sadece geleneksel Çin uygarlığına değil Batı uygarlığına karşı da olan radikal reddi konusunda adeta üzerini örtücü bir düşman!

[4] Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi, Kültür Devrimini inceleyen ve üç sayı süren (Mart-Nisan 2016/2, sayı: 180, Mayıs-Haziran 2016/3, sayı: 181 ve Temmuz-Ağustos 2016/4, sayı: 182) bir yazı dizisi yayınladı. Kültür Devriminin Mao öncesi Marksizm ile değerlendirilmesinin olumlu bir örneğini sunan bu yazı dizisi okullu dönemin kapalı, doktriner sınırlarına kapılmayarak ayrı bir yeri doldurmuştur. Yazının teorik binası dar-Marksizm sınırlarında kalmakla birlikte Kültür Devrimini üstlenme gayreti çarpıcıdır.

[5] Devrimci Maoculuk Kültür Devriminin doğrudan sonuçlarından biridir. Komünist hareket içindeki 1963-1964 polemikleriyle açığa çıkan ayrışma ve Sovyetler Birliği’nin devrimci politika ile kesin olarak ilişkisini kesmesi yerellerde de ayrışmalara yol açtı. Bu ilk dönemde ayrışmanın tarafları arasında belirgin bir fark tespit etmek güçtür. Adeta santral değişmiş ve Moskova radyosu yerine Pekin radyosu ayarlanmıştır.

[6] Arif Dirlik, Kriz, Kimlik ve Siyaset, Çev. Sami Oğuz, İletişim Yay., İstanbul 2009 s. 19

[7] Arif Dirlik, “Mao Zedung ve Çin Marksizmi”, Çev. Suat Kardaş, Marksizmin Ötesinde Marksizm, Ed. Yavuz Alogan, İmge Yay., Ankara 2005, içinde, s. 222-223. Bu bölüm boyunca Arif Dirlik’in yaklaşımını takip ediyoruz. Belirtilen metinden yapılan alıntılar dipnot olarak verilmeyip parantez içinde sayfa numaraları ile gösterilmiştir.

[8] Mao, Pratik ve Çelişki Üzerine, Çev. Ahmet Kırmızıgül, Epos Yay., Ankara 2009, s. 97.

[9] Kristin Ross, Ortak Lüks, Çev: Tuncay Birkan, Metis Yay., İstanbul 2016, s. 37.

[10] A.g.e., s. 95.

[11] Marx’tan akt. a.g.e., s.95.

[12] A.g.e., s.99.

[13] Akt. a.g.e., s.100.

[14] “Asya siyasi bakımdan İngiltere ve ABD’den daha ilericidir, çünkü Asya’nın hayat standartları çok daha düşüktür.” “Yoksul olanlar devrim ister… (Gelecekte) bizler, Doğudaki ülkeler zengin olacağız. (Batılı ülkelerin) Hayat standartları düştüğü zaman, onların halkları da ilerici olacaklar.” Mao’dan aktaran: Philip Short, Mao Zedung: “Bir Yaşam”, Çev.: Yavuz Alogan, İthaki Yay., İstanbul 2007, s.472. Mao’nun doğrudan bir kaynağa ihtiyaç duymadan ilerlemeci sosyalizmciliğe politik karşıtlığı görülüyor.

[15]Arif Dirlik, Küreselleşmenin Sonu mu?, Çev. İsmail Kovacı-Veysel Batmaz, Ayrıntı Yay., İstanbul 2012, s.226.

[16] Devrimci Araştırmalar Grubu (ABD), Çin Kültür Devrimi: Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne Kısa Bir Bakış, Çev.: Sinan Jabban, Patika Kitap Yay., İstanbul 2013, s. 27.

[17] Akt. a.g.e., s.38.

[18] Mao Zedung, Seçme Eserler VI, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000, s. 386.

[19] Önce dokuz kişiden oluşan bu grup daha sonra eklemelerle 12 kişiye çıkar. 1968’in sonlarına kadar Kültür Devrimi bu on iki tarafından yönetilecektir. Mao Zedung, Lin Biao, Çan Bada, Çiang Çing, Yao Van Yuan, Çu En-Lay, Kang Shang, Çang Çin Çiao, Vong Li, Guang Fang, Lin Jian, Çi Banyu.

[20] Mao, Seçme Eserler VI, a.g.e., s. 367.

[21] Mao (afişinde), “bazı öncü yoldaşlar”ın Haziran ayı ortalarından beri Kültür Devrimine direnmekte olduklarını ve bir burjuva diktatörlüğü kurmaya çalıştıklarını doğruluyordu. “onlar doğru ile yanlışı birbirinin yerine geçirmişler ve siyah ile beyazı birbirine karıştırmışlardır” diyordu. “Devrimcileri kuşatmışlar ve baskı altına almışlardır ve farklı görüşleri boğmuşlardır. Kapitalizmi yücelterek ve proletaryayı karalayarak Beyaz Terör uygulamışlardır. Ne kadar zehirli bir tutum!” Afişin başlığı, ismi verilmeyen öncü yoldaşların parti içinde bir burjuva karargâh kurmuş olduklarını ima ederek saldırıyı teşvik ediyordu.” P. Short, a.g.e., s. 486

[22]16 Maddelik Kararname”, Y.D.İ. Çağrı, sayı 181, s.66-71.

[23] Mao, Seçme Eserler VI, a.g.e., s. 394.

[24] P. Short, a.g.e., s. 509.

[25] Aktaran P. Short, a.g.e., s.465.

[26] “Çiang Çing’e 8 Temmuz 1966 tarihli mektup”, Mao, Seçme Eserler VI, a.g.e., s.362

[27] A.g.e., s. 361.

[28] A.g.e., s. 378.

[29] Aktaran P. Short, a.g.e., s. 528

[30] A. Dirlik, Küreselleşmenin Sonu Mu?, a.g.e., s. 227

[31] S. Zizek, “Sunuş: Mao Zedung: Marksist Kargaşa Ağası”; Mao, Pratik ve Çelişki Üzerine, a.g.e., s.32.

[32] Yeni Dünya İçin Çağrı, Sayı 180, s.78.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar