Ana SayfaArşivSayı 37Solda kuramsal derinlik aranışı

Solda kuramsal derinlik aranışı

Solda Kuramsal Derinlik Aranışı*

Metin Çulhaoğlu

[Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Sarmal Yay., İstanbul 1997, ss. 48-49 ve s. 95-6.]

[Kuramsal derinlik aranışı]

[…]

Ne var ki, Marksist birikim ve olgunlaşma için gerekli ve o dönem için yeterli olan altyapının gereğince kullanılabildiğini söylemek çok güç. Daha önce sözünü ettiğim ana yörünge burada bir kez daha devreye giriyor: Dar ve görece kısa süreli Marksizm yönelimi, yoğunlaşan siyaset tarafından gene uzaklara itiliyor. Birinci neden, solun o dönemki  temel paradigmasının, “kapitalizmin bilimi” olarak Marksizmi hemen ilk elde çağrıştıramamasıdır. Türkiye solu ülkesini hala üçüncü dünyalı, sömürge vb. ülke saymakta, ulusal kurtuluşçuluk ve kalkınma paradigmaları başka her şeyin önüne geçmektedir. Elbette, bu paradigmaların oldukça kestirmeci siyasal çağrışımlarıyla birlikte. Geçmişten alınan bu mirasa, bir de 68-71 döneminin kaosu eklendiğinde, Marksist birikime yönelik ilgi giderek körelecektir. Söz konusu dönemde aşırı siyasal belirlenimli konuma gelen Türkiye solu için artık asıl klasikler, özellikle strateji ve taktik içerikli olanlardır. Türkiye solunun Marx’ı by-pass eden Lenin (özellikle İki Taktik) ve Mao (Debray, Guevara, Marighella da var) angajmanları, 68-71 döneminde başlamıştır.

Önce 68-71 döneminin, ardından, bir on yıl sonra 77-80 döneminin siyasal kaosu, birinci bölümde Mardin ve Ülken’den hareketle değinilen konuyu bir kez daha gündeme getiriyor. İnsanlar “içtimai eylem”in bu ölçüde içinde yer alırlarsa, sorunlara aydın olarak bakabilirler mi? “Buhranlı cemiyet” soyut düşünceye gerçekten olanak tanımaz mı? Özverili ve militan olanın, bu erdemlerle aynı anda bir kuramsal derinlik yakalama şansı hiç mi yoktur?

Bu sorulara kategorik biçimde değil, genel ve yaygın olanla özel ve daha ayrıksı olanın diyalektik bütünlüğü içinde yanıt aramak gerekir. Mardin ve Ülken’e genel anlamda katılmamak olmaz. Gerçekten de, güncel siyasetin aşırı yoğunlaştığı, bu yoğunlaşmanın geçmişi çok gerilere, geleceği ise çok ötelere ittiği ortamlarda kuram ve soyut düşünce alanının daralması bir kuraldır. Üstelik, kuramsal-felsefi geleneği bulunmayan Türkiye toplumunun aydını için bu kural daha da geçerlidir. Türkiye solunda, bu nedenle, hep yarı-aydınların mutlak egemenliği olmuştur. Yarı-aydın ise, Şevket Süreyya’nın dediği gibi, ülkücü olabiliyor, militan olabiliyor, ama hiçbir zaman kuramcı olamıyor.[1] Gelgelelim, Türkiye solunun en çok somut güncellik ve siyaset belirlenimli olduğu dönemlerde bile, alttan alta gelişen, dar kadro öbeklerine dayanan bir kuramsal derinlik aranışı olmuştur. Üç döneme ilişkin üç örneğin yeterli olacağını sanıyorum. 68-71 döneminde, kadroları daha sonra TSİP’in ana gövdesini oluşturacak olan “Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik Birliği” ve TİP’in çıkardığı “Emek”; 1975-80 döneminde “Birikim”; günümüzde ise gene “Birikim”i, “Mürekkep”i, “Teori ve Politika”yı ve “Sosyalist Politika”yı içeren yayın çeşitliliği, böyle bir eğilimin örneklerini oluşturuyor. Çeşitliliğe katılanlardan “Birikim”, 1970’lerden farklı olarak, kuramsal derinliği artık daha heterodoks kaynaklarda arıyor. Çeşitlilik içinde sayılmayanlardan “Gelenek” ise kuramsal derinlik aranışını giderek daha çok Marx by-pass’ına dayandırıyor.

Sonuçta, Türkiye solunun ana gövdesiyle Marksist bir temele oturması, yakın dönemde elde edilebilecek bir sonuç değildir. Böyle bir beklentiyi şimdilik bir kenara bırakmak gerekir. Ancak, günümüzün kaos ortamında bile, Marksist birikim sürecinin dar kanallarda yavaş yavaş yol aldığı söylenebilir. Burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekiyor: Türkiye solunun ana gövdesiyle Marksist bir temele oturmasının yakın gelecek için olanaksızlığı, hiçbir biçimde, Türkiye solunun Marksist belirlenim ve etkilerden büsbütün uzak kalacağı anlamına gelmiyor. Bu çalışmada Türkiye solunun Marksizmle ilişkisi üzerinde bu ölçüde yoğun durulmasının nedeni, elbette solun Marksizmle eşitlenebileceği inancı değil. Buna karşılık, Türkiye solunda Marksist bir damarın gelişip güçlenmesi mutlaka gereklidir. Çünkü, solun ana gövdesini oluşturması kaçınılmaz görünen devrimci demokratların ve demokratların, bir yanda yeni solun, öteki yanda postmodernist söylemlerin, ya da adına ister sosyal demokrasi ister başka bir şey densin düzen solunun eline terk edilmemesinin tek güvencesi budur.

[***]

İki heyüla: Pozitivizm ve indirgemecilik

Konuya, bundan 9 yıl önce yayınlanmış bir yazımdan alıntıyla girmek istiyorum: “Marksist düşüncenin gelişiminin bağlı olduğu öz, bilim ile felsefe, yapı ile özne, temel ile üstyapı arasındaki gelgitlerin ya da başka bir sözcükle salınımların ta kendisidir. Esas olan, dinamizm yaratıp Marksist düşünceyi geliştiren, doğrudan doğruya bu harekettir. Yoksa sorun, kesinlikle ve kesinlikle, saydığım ikililer arasındaki boşlukta sabit bir noktanın ‘bilimsellik’ adına seçilmesi ve burada karar kılınması değildir. Marksizmi kısırlaştıran, daha doğru bir deyişle donduran, bilim ve bilimsellik adına böyle sabit noktaların aranması, daha kötüsü, bulunduğunun sanılmasıdır.”[2]

Yukarıya aktardığım görüşü, daha sonra, Marksizm ve Gelecek dergisinde (No. 3, 1994) yayınlanan “Marksizmde Kuram ve Politika: Yerleşiklik mi Salınım mı?” başlıklı bir yazımda yinelemiştim. İlk kez 1988 yılında Gelenek’te dile getirilen bu görüş, Türkiye solunda bir tek tepki aldı. Metin Kayaoğlu, bu görüşü Marksizm ve Gelecek’teki yazımdan aktardıktan sonra, okurlarını, “salınım” anlayışının teorik bir anlamı olmadığı konusunda uyardı. Kayaoğlu’na göre, “Bilim ile politika ve felsenin ilişkileri duruma ve bağlama göre değil, kategorik ve zorunlu olmak gerekirdi.”[3] Ardından, Kayaoğlu’nun sürekli yazdığı Teori ve Politika dergisi, Balibar’ın Türkçe’ye 1996 yılında çevrilen 1993 tarihli, benim de bu çalışmada sıkça yararlandığım Marx’ın Felsefesi’ni okurlarına tanıttı.

Anlaşıldığı kadarıyla Balibar’ı tanıtanlar, teorik anlamı su götürür şeylerin bu önemli Marksist tarafından da yazılabildiğini söylemeye cesaret edemediler. Örneğin Balibar şöyle yazıyordu: “[…] Marx’ın teorik faaliyeti felsefeyi birleşik bir sisteme doğru değil, ama içinde okur ve takipçilerinin kendilerini rahatsız hissedecekleri doktrinlerin en azından potansiyel çoğulluğuna yöneltir. Aynı şekilde söz konusu faaliyet, felsefeyi tek biçimli bir söyleme doğru değil ama felsefenin berisi ve ötesi arasındaki sürekli bir salınıma yöneltir. […] Bununla birlikte yeniden ifade edelim ki, bu çelişkiler, bu gidip gelmeler kesinlikle Marx’ın bir zaafını oluşturmaz. Bunlar felsefi faaliyetin esasını da, yani içeriğini, tarzını veya yöntemini, entellektüel ve politik işlevlerini de yeniden tartışma konusu haline getirirler.” Balibar bunun ardından, Marx’ın tarihsel nedensellik şemasının, bir yanda tarihsel süreci önceden mevcut bir teleolojiye tabi kılarak, diğer yandan da dönüşümün motorunun maddi yaşamın çelişkileri olduğunu doğrulayarak “dayanılmaz bir gerilim yarattığını” söylemektedir. Balibar’ın son yargısı ise şu: “Dolayısıyla, [Marksizmden] sürekli olarak farklı yorumlamaların çıkarılması, ‘tarihsel materyalizm’in, tarihinde daimi olarak bir yeniden düzenlemenin konusu olması şaşırtıcı değildir.”

Bütün bunları, polemik niyetiyle aktarmıyorum. Konu, Marksizm-pozitivizm ilişkisi açısından oldukça anlamlı olabileceği için bu alana girdim. Marksist düşüncenin salınımlarından ya da gelgitlerinden rahatsız olup bu düşünceyi belli noktalarda sabitlemeye çalışanlar hep olmuştur. Böylelerinin yaptıklarının bile, Marksizmi pozitivizme yaklaştırdığını hiç düşünmüyorum. Örneğin Kayaoğlu bilim, politika ve felsefe arasında kategorik ve zorunlu ilişkiler kurmayı becerse bile, yaptığı işi pozitivizmle eleştirmenin bir anlamı olmayacaktır. Çünkü, suyunun suyu çıkarılmadığı sürece, Marksizme bilinen anlamıyla pozitivist bir içerik vermek mümkün değildir. Gelgelelim, özellikle son dönemde, ortalık Marksizmi pozitivist bularak eleştiren, hatta reddeden savlardan geçilmemektedir. Nasıl olabiliyor?

Marksizmde, pozitivizmi çağrıştıran kimi vurgular bulunduğu öteden beri söylenmiştir. Ancak bu sav, doğrudan bir Marksizm-pozitivizm bağlantısıyla değil, Marx’ın (ve Engels’in) aşırı determinist bulunan öngörülerinden hareketle temellendirilmiştir. Günümüzde, daha çaplı düşünürler, Marksizmde ancak “örtük” bir pozitivizm bulunabileceğini söylemektedirler. Gelgelelim, Marksizmde pozitivizm arayanlar, çaplı düşünürlerden ibaret değildir. Günümüzün postmodernist ideolojisi, Marksizmi eleştirme ve pozitivizmle damgalama alanındaki standartları hayli düşürmüş, neredeyse herkese yürü ya kulum demiştir.

 



* Başlığı biz koyduk.

[1] Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, I. Cilt, Remzi Kitabevi (2. Baskı) 1969, s. 36

[2] Metin Çulhaoğlu, “Avrupa’da Marksizm: Uzaktan Gözlemler”, Gelenek 17, Nisan 1988, s. 38.

[3] Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika 1, Kış 1996, s. 10 ve 11dn.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar