Ana SayfaArşivSayı 67Marx ve Çoğunluk Devrimi

Marx ve Çoğunluk Devrimi

 
Marx ve Çoğunluk Devrimi*
 
Stanley Moore
Çeviri: Sina Güneyli
1
1844’ten 1850’ye kadar olan dönemde, sosyalist taktikler üzerine olan erken yazılarında, Marx, esasen, proleter komünizminin burjuva liberalizmi ve küçük burjuva demokrasisi ile ilişkisi üzerinde durmuştur. Bu dönemde, Marx, esasen Almanya, ikincil olarak Fransa üzerinde yoğunlaşmıştır. Onun taktik üzerine sonraki yazıları iki gruba ayrılır. Birinci Enternasyonal döneminde, 1864’ten 1872’ye, Marx, esasen, sendikal hareketin sosyalist hareket ile olan ilişkisi üzerinde durmuştur. Bu dönemde, o, esasen İngiltere ve ikincil olarak Fransa üzerinde yoğunlaşmıştır. 1883’teki ölümünden önce geriye kalan yıllar boyunca, Marx, esasen, işçi sınıfının oy kullanabileceği bir kapitalist devlette sosyalist bir partinin rolü üzerinde durmuştur. Bu dönemde, o, esasen Almanya ve ikincil olarak Fransa üzerinde yoğunlaşmıştır.
1850’den önceki taktik yazılar 1864’ten sonraki taktik yazılardan, on dört yıllık zaman aralığından çok daha uzaktır. İlk önce, Marx’ın İngiliz politik ekonomisi üzerine olan kesif çalışması aradaki bu yıllarda çok yoğunlaşmıştı. 1850’den önce, Marx, ekonomik teori alanında sadece Proudhon’a saldırısını ve popüler Ücretli Emek ve Sermaye derslerini ortaya koymuştu. 1865 sona ermeden önce, Politik Ekonominin Eleştirisi‘ni yayınlamıştı ve Kapital‘in her üç cildinin kaba taslaklarını tamamlamıştı. İkinci olarak, sonraki yıllarında uğraştığı pratik problemler Komünist Birlik lideri olarak karşılaştıklarından radikal olarak farklıydı. Marx, 1848’in Almanya’sının, o zaman için bile, geri bir ülke olduğunu düşünüyordu. Ekonomik olarak Almanya sanayileşmenin ilk aşamalarında idi; politik olarak burjuva devrimi noktasında idi. Marx, 1864 İngiltere’sinin kapitalist ülkelerin en gelişmişi olduğunu düşünüyordu. Sanayileşme, ücretli işçilerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bir noktaya ulaşmıştı. Sendikacılığın ekonomik başarıları, kısa zamanda oy kullanmayı işçi sınıfına genişleten politik bir hareket için destek sağlamıştı. Ekonomik ve politik önemli farklara rağmen, Marx, Fransa’da aynı temel kuvvetlerin iş başında olduğunu görüyordu: sendikacılığın koşullarını üreten sanayileşme, sosyalist bir hareketin koşullarını üreten sendikacılık. Ve, Enternasyonal’in gerilemesinden sonra, dikkatini bir kez daha Almanya’ya çevirdiği zaman, orada karşılaştırılabilir bir durum gördü. Açıkça, Bismarck’ın İmparatorluğundaki koşullarla çağdaş Fransa’daki veya İngiltere’deki koşullar arasında esaslı farklar vardı. Fakat 1875 Almanya’sındaki sosyalist hareketin taktik problemleri, 1848 Almanya’sındakilerden daha çok İngiltere’dekilere ve Fransa’dakilere benziyordu.
Teorik ve pratik, her iki vurgu kayması, aynı yöne işaret ediyordu. Pratik problem, sanayileşmiş bir kapitalist toplumdaki sosyalist bir hareket için genel bir taktik plan geliştirmekti. Teorik çözüm, bu planı, kapitalist birikim çerçevesinde oluşturulan bir kapitalizmden sosyalizme geçiş modeline dayandırmaktı. Bu gelişme, Marksçı teorinin sürekliliğinde keskin bir kopuşu gerektirmiyordu: problem Komünist Manifesto kadar erken bir yapıtta dile getirilmiş ve çözüme işaret edilmişti. Gereken, bu teorinin bir yönündeki vurgunun teorinin diğer bir yönüne, sürekli devrim kalıbından artan sefalet kalıbına kayması idi.
Artan sefalet kalıbı, Marx’ın kapitalizmden sosyalizme geçiş modellerinin en kompleks olanı ve tümüyle gelişmiş olanıdır. Bu, bir kapitalist birikim teorisi, bir sınıf bilinci teorisi, ve bir devlet iktidarı teorisi içeriyordu. Kapitalist birikim teorisinin ilgili tezleri şu şekildedir: ilk olarak, sanayileşme, bir ekonomiyi giderek artan bir şekilde, küçük bir kapitalist azınlığa ve büyük bir ücretli işçiler çoğunluğuna böler, ikinci olarak, sanayileşme bu ücretli işçileri artan sefalet yaşamı sürmeye zorlar. Sınıf bilinci teorisinin ilgili tezleri şu şekildedir: ilk olarak, sanayileşme bir sendikal hareketin gelişmesini teşvik eder, ikinci olarak, bir sendikal hareketin gelişmesi bir sosyalist hareketin gelişmesini teşvik eder. Devlet iktidarı teorisinin ilgili tezleri şu şekildedir: ilk olarak, sosyalist hareket işçi sınıfını örgütlemek ve eğitmek üzere kapitalist bir devlette temsilci kurumlardan faydalanabilir, ikinci olarak sosyalistler seçim çoğunluğunu elde etseler bile, sosyalist bir ekonomiye barışçıl bir geçiş -normal koşullarda- bir azınlığın silahlı direnişi tarafından engellenecektir. Bu bir çoğunluk devrimi kalıbıdır.
2
Sınıf kutuplaşması tezi Komünist Manifesto‘da tekrar tekrar dile getirilmiş ve devrimci taktik için önemi açıkça belirtilmiştir. “Bugün burjuvazi ile karşı karşıya gelen tüm sınıflar içerisinde, sadece proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Diğer sınıflar, büyük ölçekli sanayinin gelişmesiyle birlikte dağılır ve ortadan kalkar: proletarya bunun ayrıcalıklı ürünüdür.” Yirmi yıl sonra Marx bu pasajı Kapital‘in birinci cildinin zirvesinde, tarihsel kapitalist birikim eğilimini özetleyerek alıntılamıştır. Diğer bir sekiz yıl sonra, Marx Gotha Programının Eleştirisi‘nde, yeni kurulan Almanya Sosyal Demokrat Partisinin taktiklerini tartışarak bunu bir kez daha alıntılamıştır. Kutuplaşma tezi, Marx’ın taktik üzerine yazdığı her üç dönemde de yazım tarzı bile değiştirilmeksizin olumlanmıştı.
Sınıf kutuplaşması tezi düz bir öngörü müdür? Veya bu sadece kapitalist birikimin, engelleyici eğilimlerin ağır basabileceği ya da basmayabileceği belli bir eğilim sergilediği iddiası mıdır? Yazılarının bazı yerlerinde, Marx, proleterleri maddi nesnelerin üretiminde doğrudan yer alan özel bir tür ücretli işçi olarak tanımlıyor görünmektedir. Marx, Kapital‘in ilk cildinde ve Artı-Değer Teorileri‘nin ilk cildinde, kapitalist gelişme süreci boyunca bu tür üretici işçilerin tüm ücretli işçilere oranının giderek azaldığını ileri sürer. Eğer proleterler diğer ücretli işçilerden bu şekilde ayrıştırılırsa, bu durumda nüfusun çoğunluğunun ücretli işçilere dönüşümü, bu çoğunluğun proleterlere dönüşmesi ile aynı şey değildir. Fakat bu ayrımdan Marx’ın taktik yazılarının hiçbirinde veya Kapital‘in tarihsel kapitalist birikim eğilimini ele alan bölümünde bahsedilmemiştir. Bunlarda proleter devrimi, küçük bir azınlığın, kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin, karşı konulamaz bir çoğunluk, ücretli işçiler tarafından mülksüzleştirilmesi olarak karakterize edilmiştir.
Artan sefalet tezi, Komünist Manifesto‘da formüle edildiği gibi, proleterlerin hayatlarının üç açıdan daha sefil hale geldiğini ileri sürer. İlk olarak, proleterlerin işleri giderek daha itici -daha ağır, daha monoton, daha despotik kontrollü- hale gelir. İkincisi, proleterlerin istihdamı giderek daha güvencesiz bir hal alır. Ve üçüncüsü, proleterlerin gerçek ücretleri giderek azalır. Kapital‘in ilk cildinin sonuna doğru, genel kapitalist birikim yasası üzerine olan bölümde bu tezi yeniden formüle eden Marx, işin iticiliğinde ve istihdamın güvencesizliğinde giderek artış olacağını ileri sürer. Fakat, Marx artık ücretlerin giderek azalacağını ileri sürmez. Gotha Programının Eleştirisi‘nde Marx bu tezi modifiye edilmiş bu şekliyle tekrar olumlar.
Artan sefalet tezi düz bir öngörü müdür? Veya bu sadece kapitalist birikimin, engelleyici eğilimlerin ağır basabileceği ya da basmayabileceği belli bir eğilim sergilediği iddiası mıdır? Kapital‘in ilk cildinde genel kapitalist birikim yasası üzerine olan -tezin Marx tarafından yapılmış en ayrıntılı ve sistematik sunumunu içeren- bölümde, Marx, ikinci yorum lehine bir destek sunuyor görünmektedir. Birikimin, işgücünün işsiz üyelerinin işgücünün istihdam edilen üyelerine oranını artırdığı önermesini kapitalist birikimin “mutlak genel yasası” olarak ifade ettikten sonra, Marx ekler: “Diğer bütün yasalar gibi bu yasa da pek çok durumun incelenmesi sırasında değişikliğe uğrar, fakat bunlar şimdiki analizimizle ilgili değildir.” Bu tür değişikliğe uğratıcı durumlar, artan sefalet eğilimini dengeleyen veya bu eğilime ağır basan bir duruma yol açar mı?
Marx, Kapital‘in ilk cildinin kapitalist birikimin tarihsel eğilimini özetlediği can alıcı bölümünde, en azından uzun vade için, olumsuz bir cevap verir. Marx, orada, kapitalist üretimin “bir doğa yasasının durdurulamazlığıyla” kendi olumsuzlamasına -yani proleter devrimi aracılığıyla kurulan bir sosyalist topluma- yol açtığını ileri sürer. Ve bu pasajda Marx’ın bir proleter devrimini öngörmedeki can alıcı öncülü onun artan sefalet öngörüsüdür. Kapitalist bir toplumda artan sefaletin, hiçbir zaman bir gerçekliğe dönüşmeden, bir eğilim olarak kalacağını kabul etmek Kapital‘in temel iddiasını terk etmek olacaktı. Düz bir öngörü olmaksızın, Marx, kapitalist toplumun hareket yasasından proleter devriminin kaçınılmazlığını göstermeyi nasıl umabilirdi?
Marx’ın Açılış Konuşmaları‘nda 1848’den Enternasyonal’in kuruluşuna kadar olan dönem incelendiğinde, Marx’ın sefaletin arttığını iddia etmediği, fakat sefaletin azaldığını inkar ettiği görülecektir. Marx kategorik bir ifade ile başlar: “Çalışan kitlelerin sefaletinin 1848’den 1864’e kadar azalmamış olduğu, ve yine bu dönemin sanayinin gelişmesi ve ticaretin büyümesi açısından eşsiz olduğu büyük bir gerçektir.” Marx, İngiltere’de ve Avrupa’nın diğer sanayi ülkelerinde gerçek ücretlerin bu dönemde işçi sınıfının bir azınlığı için yükselmiş olduğunu kabul eder. Yine “emekçi sınıfların büyük kitlesi, en azından kendi üzerlerindekilerin sosyal skalada yükseldikleri aynı hızla daha derine batıyordu.” Marx, Avrupa’nın tüm ülkelerinde, makinelerdeki hiçbir iyileşmenin, bilimin üretime hiçbir uygulamasının, hiçbir yeni sömürgenin, hiçbir pazarın açılmasının işçi sınıfının sefaletlerini ortadan kaldıramayacağının şimdi kanıtlanmış olduğu sonucuna varır.
On bir yıl sonra, Gotha Programının Eleştirisi‘nde, Marx, artan sefalet tezini kapsamlı terimlerle yeniden ifade etmiştir. Bu bugüne kadar olan tüm tarihin bir yasasıdır, Marx şunu kabul eder, “Emek toplumsal olarak geliştiği ve dolayısıyla bir zenginlik ve kültür kaynağı olduğu ölçüde, yoksulluk ve yoksunluk işçiler arasında gelişir, zenginlik ve kültür işçi olmayanlar arasında gelişir.” Marx, sosyalist programın görevinin, çağdaş kapitalist toplumda işçilerin bu kötülüğü sona erdirmesine olanak sağlayan ve işçileri buna zorlayan koşulların nasıl yaratılmış olduğunu göstermek olduğu sonucuna varır.
3
Sınıf kutuplaşması ve artan sefalet proleter devrimi ihtiyacını yaratır. Fakat işçi sınıfı bu ihtiyacın nasıl bilincine varır? Problemin tanınmasında ve çözümü için öznelerin yaratılmasında ilk aşama bir sendikal hareketin gelişmesidir. İkincisi bir sosyalist partinin gelişmesidir.
Sendikacılık ve sınıf bilinci arasındaki ilişki konusundaki Marksçı konum Komünist Manifesto‘da özetlenmiştir. Burada, sendikaların ücret mücadeleleri üzerinden biçimlendiği savunulmaktadır. Fakat, böylesi mücadeleler ivedi amacın elde edilmesinde sadece geçici olarak başarılı olurlar. Bunların birikimli kazancı işçi sınıfının artan örgütlenmesidir.
Birinci Enternasyonal dönemi sırasında, Marx, bu görüşleri Cenevre Kongresi için yazdığı bir önergede tekrar dile getirmiştir. Önerge, sendikaların, bu gerçeğin farkında olmaksızın, işçilerin bir sınıf olarak örgütlenmesinin merkezleri haline gelmiş olduğunu ileri sürer. İşverenlerin ekonomik gücü karşısında ücretler ve saatler konusunda savunma mücadeleleri için vazgeçilmezdirler, tüm ücretli emek ve kapitalist yönetim sisteminin devrilmesi için bir kuvvet olarak daha da önemlidirler.
İşçi sınıfının örgütlenmesinde ve eğitilmesinde ikinci aşama bir sosyalist partinin gelişmesidir. Komünist Manifesto, işçilerin ekonomik mücadelesinin politik mücadeleye evrileceğini, sendikaların gelişmesi yoluyla sınıf olarak örgütlenmelerinin işçilerin politik bir parti olarak örgütlenmeleriyle sonuçlanacağını ileri sürer. Ekonomik mücadeleden kaynaklanan politik mücadele örneği olarak, Marx ve Engels, Fabrika Yasalarının geçişini güvenceye almada İngiliz sendikalarının rolünden bahsederler. Fakat onlar verdikleri örneğin ortaya çıkardığı sorunu düşünmekte başarısızdırlar. Bu tür bir politik etkinlik, sosyalist sınıf bilincinin veya sosyalist bir politik partinin gelişmesi ile nasıl bağlantılıdır?
Yaklaşık yirmi yıl sonra durumu gözden geçiren Marx, kendisini yalnızca ve yalnızca ekonomik mücadele ile sınırlayan sendikal hareketin tüm ücretli emek sistemine saldırma gücünün bütünüyle farkında olmadığını ileri sürmüştür. Fakat, Enternasyonal’in Cenevre Kongresi için yazılmış olan önergede, Marx devam eder, sendikalar şimdi kendi tarihsel misyonlarını anlayacak bir uyanıklığa kavuşuyorlar. Marx, kanıt olarak, İngiliz sendikalarının oy hakkının genişletilmesi hareketine katılmalarından bahseder. Yine bir kez daha, Marx, verdiği örneğin ortaya çıkardığı sorunu düşünmekte başarısızdır. Kapitalist bir devlette işçilerin oy kullanma hakkı kazanma mücadelesi, sosyalist sınıf bilincinin veya sosyalist bir politik partinin gelişmesi ile nasıl bağlantılıdır?
Enternasyonal 1864’te kurulduğunda, bu ekonomik ve politik mücadele arasındaki ilişki doktrini ne açıkça kabul edilmiş ne de açıkça reddedilmişti. Açılış Konuşmaları‘nda Marx, politik iktidarın ele geçirilmesinin işçi sınıfının büyük görevi haline gelmiş olduğunu ifade eder. Ve Genel Kurallar‘da, Marx, işçi sınıfının ekonomik özgürleşmesinin her politik hareketin bir araç olarak tabi olması gereken bir amaç olduğunu söyler. Fakat bu mesele üyeleri derin bir şekilde böldüğünden, bu ifadeleri ima ettikleri taktik sonuçlarla ilişkilendirmek için veya bu sonuçlara ulaşmak için çok az girişimde bulunulmuştur. Varoluşunun ilk altı yılı sırasında, Enternasyonal’in etkinlikleri esasen ekonomik mücadeleler ile ilgiliydi.
1871’de Marx’ın Paris Komünü savunusu ile birlikte, Enternasyonal keskin bir şekilde dikkatini sendikal işbirliği problemlerinden proleter devriminin problemlerine çevirmiştir. Ve bu yıl içerisinde, Londra Konferansı, kısmen Marx tarafından yazılmış, Marx’ın politik eylem doktrinini açıkça benimseyen bir önergeyi kabul etti. Bu önerge iki tezle özetlenebilir. Birincisi, proletarya, sadece, kendisini mülkiyet sahibi sınıflarca kurulan tüm partilerin karşısında ayrı bir politik parti biçiminde oluşturarak bir sınıf olarak eyleyebilir. Ve ikincisi, politik iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi toplumsal devrimin tam bir zaferi için zorunlu bir koşuldur.
Bu genel ilkelerin arkasında belirli bir taktik plan yatıyordu. Marx’ın yorumuyla, ilk ilke bir sosyalist partinin kapitalist devletin yasal çerçevesi içinde diğer partilerle yarışması -özellikle seçimlere katılması- gerektiğini ileri sürer. Marx’ın yorumuna göre, ikinci ilke, seçimleri kazanmanın politik iktidarın devrimci olarak ele geçirilmesi için bir hazırlık olduğunu, bunun yerini tutan bir şey olmadığını ileri sürer. Bu politik eylem doktrini, kapitalist demokrasinin fırsatlarını ve sınırlamalarını vurgular.
4
1867’de İngiltere’de şehirli işçi sınıfının büyük çoğunluğu oy kullanma hakkını elde etti. Üç yıl sonra, Fransa, genel erkek oyu temelinde Üçüncü Cumhuriyeti kurdu. Bismarck ertesi yıl yarattığı Alman İmparatorluğunda aynı ilkeyi uyguladı. 1871’den sonra, sosyalist taktik ve kapitalist demokrasi arasındaki ilişki Marksçı teorinin başlıca uğraşı oldu.
Genel oydan Komünist Manifesto‘da bahsedilmez. Fakat aynı dönemin diğer yazılarında, Marx, belli ülkelerde geçerli olan somut koşullar altında bu ilkeye başvurmanın sonuçlarını çözümlemiştir. Fransa’nın 1848’deki durumu Fransa’da Sınıf Savaşımları‘nda tartışılmıştır. Almanya’nın 1850’deki durumu Komünist Birliğe İlk Sesleniş‘te tartışılmıştır. Marx, sürekli devrim kalıbını betimlerken işaret ettiğim üzere, 1848’den 1850’ye kadar olan dönem boyunca Fransa’da veya Almanya’da bir proleter devriminin çoğunluk desteğini yalnızca iktidarın ele geçirilmesinden sonra kazanabileceği sonucuna varır.
Bir kuşak sonra Fransa’da geçerli olan koşullar altında, Marx, genel oyun sosyalist hareket için farklı bir önem kazanmış olduğuna inanıyordu. 1880’de Marx, Guesde’ye Fransız sosyalist partisi programının genel kısmını dikte ettirmiştir. Program, sosyalizmin sadece ayrı bir politik parti olarak örgütlenen proletaryanın devrimci etkinliğinden çıkabileceğini ifade eder. Sonra ekler: “böylesi bir örgütlenme için, bugüne kadar olduğu gibi bir kandırma aracı olmaktan bir özgürleşme aracına dönüştürülebilecek olan proletarya için elverişli bütün araçlar, genel oy dahil olmak üzere, kullanılarak çalışılmalıdır.”
Genel oy ile ilgili bu yeni yaklaşım, Marx’ın ve Engels’in Bismarck İmparatorluğunun kuruluşundan sonraki yıllar boyunca Alman sosyalistlerine verdikleri öğütlerde örtülü olarak mevcuttu. Engels, Marx’ın “Fransa’da Sınıf Savaşımları”na Giriş‘te Fransız programındaki ifadeyi Alman partisinin kazanımları ile ilişkilendirir. Engels, Alman sosyalistlerinin genel oyun uygun şekilde kullanımını göstererek bütün ülkelerin sosyalistlerini yeni bir silahla ve en etkili olanlarından birisiyle donatmış olduklarını iddia eder.
Genel oy, işçi sınıfını örgütlemek ve eğitmek için kullanıldığı ölçüde, bir özgürlük aracına dönüştürülmüştür. Bu iddia, Marx’ın konumunu, işçilerin burjuva seçimlerine katılmaması gerektiği şeklindeki anarşist iddiadan ayırır. Fakat genel oy, seçimleri kazanmanın devlet iktidarını kazanmak olduğu kuruntusunu beslediği ölçüde, bir kandırma aracı olarak kalır. Bu iddia, Marx’ın konumunu kaba demokratlarınkinden ayırır. Gotha Programının Eleştirisi‘ne göre bir kaba demokrat, “milenyumu demokratik cumhuriyette görür ve sınıf mücadelesinin, tam olarak kapitalist toplumdaki bu son devlet biçimi çerçevesindeki kavga ile sonuçlandırılması gerektiğinden hiç kuşku duymaz.”
Marx, seçim mücadelesinin devrim için bir hazırlık olduğu, onun yerini tutan bir şey olmadığı iddiası için başlıca iki argüman sunar. İlki, son derece gelişmiş ve görece özerk askeri ve sivil bürokrasilere sahip devletler için geçerlidir. İkincisi, bu tür bürokrasilere sahip olsun veya olmasın, tüm kapitalist devletler için geçerlidir.
Ondokuzuncu yüzyılın yetmişlerinde Fransa ve Almanya son derece gelişmiş ve görece özerk bürokrasilere sahip devletlerdi. Marx, bu tür devletlerde, bir sosyalist partinin bakanlık için oy alması durumunda, askeri ve sivil bürokrasinin genel oy kararına karşı ayaklanacağını ileri sürmüştür. Seçim zaferi iç savaşın başlangıcı olacaktır. Marx ve Engels, Komünist Manifesto‘ya 1872 Önsözünde işçi sınıfının var olan devlet mekanizmasını basitçe ele geçirip kendi amaçları için kullanamayacağını göstermek üzere Paris Komünü deneyimine işaret ederler. Yönetme hakkı, sosyalist hareket tarafından barışçıl olarak, seçim zaferleri yoluyla kazanılmış olabilir. Fakat, yönetme kudreti yalnızca fiziksel kuvvet kullanılarak, askeri bürokratik devlet mekanizmasının direnci kırılarak kazanılabilir.
Marx’ın düşüncesine göre, ondokuzuncu yüzyılın yetmişlerinde, İngiltere ve Birleşik Devletler, son derece gelişmiş ve görece özerk bürokrasilerden yoksundu. Yine de, bir sosyalist parti için bu tür devletlerde hükümeti ele geçirmek daha kolay olabilirse de, bu yeni hükümet kendi gücünü toplumun radikal dönüşümü için kullanmaya kalkıştığında ne olacaktı? Fiziksel kuvveti ve şiddeti desteklediği için Sosyal Demokrat Partiyi yasa dışı ilan eden bir teklif üzerine olan Reichstag tartışması ile ilgili 1878’deki yorumunda Marx şunları yazmıştır: “Eğer, örneğin İngiltere’de veya Birleşik Devletler’de işçi sınıfı Parlamento’da veya Kongre’de bir çoğunluk kazansaydı, kendi gelişmesinin önünde duran yasaları ve kurumları yasal olarak sona erdirebilirdi. … Ne var ki, ‘barışçıl’ hareket, çıkarları eski düzene bağlı olanların ayaklanmasıyla ‘şiddetli’ bir harekete dönüştürülebilirdi. Eğer bunlar (Amerikan İç Savaşında ve Fransız Devriminde olduğu gibi) fiziksel kuvvet kullanılarak ezilseydi, bu ‘yasal’ güç karşısındaki isyancılar gibi olacaktı.” Engels, Kapital‘e 1886 Önsözünde, Marx’ın İngiltere için bile böylesi bir “kölelik yanlısı isyanın” sadece mümkün değil, olası olduğunu da düşünmüş olduğuna tanıklık eder.
5
Kendi iç bağlantıları üzerinden kapitalizmden sosyalizme bir geçiş modeli olarak alındığında, artan sefalet kalıbını oluşturan altı ilke bir çoğunluk devrimine işaret eder. Geçiş, barışçıl olmak yerine, bürokratların itaatsizliği ve sömürücülerin isyanı seçim mücadelesini ve sendikal mücadeleyi iç savaşa götürdüğü ölçüde, devrimci olacaktır. Fakat bu geçiş, sınıf kutuplaşması nüfusun çoğunluğunu ücretli işçilere dönüştürdüğü, artan sefalet bunların var olan düzeni reddetmelerine neden olduğu, seçim mücadelelerindeki ve sendikal mücadelelerdeki deneyimleri bunları sosyalist bir devrimi yürütmek için gerekli olan örgütlenme ve bilgiyle donattığı ölçüde, çoğunluğun işi olacaktır.
Marx’ın taktik yazılarında, 1844’ten 1850’ye kadar olan yıllardaki sürekli devrim kalıbından 1864’ten 1883’e kadar olan yıllardaki artan sefalet kalıbına olan vurgu kayması azınlık devriminin problemlerinden çoğunluk devriminin problemlerine bir kayıştır. Sonraki yazılarının hiçbir yerinde, Marx, bir dizi varsayımdan bir diğerine geçmesinin nedenlerini sunarak iki kalıbı açıkça karşılaştırmamıştır. Marx’ın erken ve geç doktrinleri arasındaki gerilimler çözülmüş olmaktan daha çok karanlıkta kalmıştır. Marx’ın sürekli devrim taktiklerini en açık sunumları, –Fransa’da Sınıf Savaşımları ve Komünist Birliğe İlk Sesleniş-, o hayatta iken tekrar basılmamıştı. Komünist Manifesto çok kez tekrar basılmıştı. Fakat, benim iki kalıp hakkındaki tartışmamın gösterdiği gibi, bu doküman iki türlü de okunabilir.
Sürekli devrim kalıbını açıkça reddetme görevi Engels’e düştü, Engels bunu Marx’ın ölümünden on iki yıl geçene kadar tamamlamamıştır. Yerinde olarak, açık bir ret fırsatı, Fransa’da Sınıf Savaşımları‘nın ikinci baskısının yayınlanmasıydı. Yine de, Engels’in 1895’teki Giriş‘te sunduğu azınlık devrimi eleştirisinin arkasında yirmi yıldan uzun bir tarih vardı. Bu, hayatta kalan ortağın, Marx ve Engels’in Paris Komünü savunularının ortaya çıkardığı problemleri ele alma konusundaki son girişimi olarak değerlendirilebilir.
Sedan yenilgisinden ve Üçüncü Cumhuriyet’in ilanından sonra yazdığı, Fransa-Prusya Savaşı üzerine Uluslararası İşçiler Derneğine İkinci Sesleniş‘te, Marx, Fransız işçi sınıfını, Alman ordusunun silahları altında yeni hükümeti devirmeye yönelik herhangi bir girişimin vahim bir aptallık eylemi olacağı hususunda uyarmıştır. Altı ay sonra Komün kurulduğunda, liderlerinin bir tanesi bile kendisini Marx’ın izleyicisi olarak kabul etmiyordu. Çoğunluk Blanqui’nin izleyicisi idi, ve Enternasyonal’in üyesi bile değillerdi, onlar Enternasyonal’in devrimci bir örgüt olmak yerine reformist bir örgüt olduğunu düşünüyorlardı. Bir azınlık Enternasyonal’in üyesi idi, fakat Marx yerine Proudhon’un müritleri idiler. Marx’ın Enternasyonal’e seslenişi, Fransa’da İç Savaş, bozguna uğrayan devrimcilerin önerdikleri programların ve izledikleri taktiklerin eleştirel bir değerlendirmesi olmayıp onlarla dayanışmanın bir olumlamasıdır. On yıl sonra, Domela-Niewenhuis’e yazdığı özel bir mektupta, Marx, ilkin, Komünün istisnai durumlar içindeki tek bir şehrin ayaklanmasından daha fazla bir şey olmadığını, ve ikincisi, bunun çoğunluğunun hiçbir anlamda sosyalistler olmadığını ileri sürmüştür. Marx ekler, bir sağduyu kırıntısıyla, Komüncüler Versay ile bütün halk kitleleri için faydalı olan bir uzlaşmaya varabilirlerdi, bu o zamanın koşullarında ulaşılabilir olan tek hedefti.
Yine de bütün bu kayıtlar göz önüne alındığında, Marx’ın, Komün davasıyla, Enternasyonal’i bir örgüt olarak ve kendisini politik bir lider olarak tanılamış olduğu kesin gerçeği ortada durur. Bir yandan, bu eylem, Enternasyonal’deki tüm gruplar arasında geçmişte Marx’ı en tutarlı olarak desteklemiş olan İngiliz sendikacılığının temsilcilerini alarma geçirmiş ve yabancılaştırmıştır. Muhtemel görünüyor ki, Komün hiç olmasaydı veya Marx Komünün yenilgisinden sonra sessiz kalsaydı bile Enternasyonal her durumda parçalanacaktı. Fakat, kesinlikle Komünün etkisi dağılma sürecini hızlandıran ve dramatize eden başlıca faktördü. Diğer yandan, Marx’ın eylemi, politik bir lider olarak tanınmasında ters bir etki yapmıştı. Fransa’da İç Savaş, onu, görece karanlıkta kalmış bir teorisyenden devrimci sosyalizmin en meşhur temsilcisine dönüştürdü. 1848 sırasında burjuvazi, Blanqui’nin ismini Avrupa’nın üzerinde dolaşan hayaletle ilişkilendirmişti. 1871’den sonra bu hayalet Marx olarak yeniden adlandırılmıştı.
Marx’ın Komün savunusu, onu, Blanqui’nin izleyicileri ile 1850’den beri herhangi bir zamanda olduğundan daha çok yakınlaştırdı. Fakat, bu ikinci ittifak, birincisini bozan aynı mesele yüzünden çöktü: Blankistler devrimci krizin sona erdiğini kabul etmeyi reddettiler. 1874’te Engels, Sürgündeki Blankist Komüncülerin Programı‘nda bunların komplocu romantizmine saldırmıştır. Engels’in bu makaledeki Blanqui karakterizasyonu, yirmi yıldan uzun zaman önce Fransa’da Sınıf Savaşımları‘nda Marx tarafından sunulandan belirgin şekilde farklıdır. Engels, Blanqui’ye azınlık devriminin savunucusu olduğu için saldırır.
Engels’e göre, Blanqui’nin taktikleri, küçük, son derece örgütlü bir azınlığın, devrimci bir girişim için fırsat anı yakalayarak, başlangıçta bir miktar başarı kazanabileceği, halk kitlelerini kendisiyle birlikte sürükleyebileceği, ve devrimi başarı ile tamamlayabileceği varsayımına dayalıdır. Engels devam eder, “Blanqui’nin, küçük bir azınlığın ayaklanması ile devrim yapılabileceği varsayımı, ayaklanmanın başarısından sonra bir diktatörlüğü zorunlu kılar. Bu, kuşkusuz, proletaryanın, tüm devrimci sınıfın bir diktatörlüğü değildir. Tersine, bu, devrimi yapmış olan ve bir ya da birkaç kişinin diktatörlüğü altında örgütlenmiş olan küçük bir azınlığın diktatörlüğüdür.” Engels (kehanet yeteneği onu terk etmektedir) sonlandırır, Blanqui bir önceki kuşağın bir devrimcisidir.
Bu karakterizasyon iki soru ortaya çıkarır. Birincisi, bu, Blanqui’nin taktiklerini ne kadar doğru betimlemektedir? Ve ikincisi, bu, Marx’ın ve Engels’in kendilerinin de önceki kuşağın devrimcileri oldukları bir zamanda savundukları taktiklere ne ölçüde uygulanabilir?
Kendi tezini desteklemek üzere, Engels, Blanqui’nin Mevsimler Derneğinin 1839’da kalkıştığı ayaklanmadaki liderliğine işaret eder. Ancak, Engels, Blanqui’nin 1848’de ve sonraki dönemlerde savunduğu çok daha fazla karmaşık taktikleri çözümlemek için hiçbir çaba göstermez. Marx’ın 1850’de kendi ilkeleri ile Blanqui’nin ilkeleri arasındaki benzerliği abartmış olduğu, Engels’in ise 1874’te aykırılığı abartmış olduğu ileri sürülebilirdi.
Bu makalede, Engels, bir zamanlar kendisinin ve Marx’ın benzer taktikleri ne ölçüde savunduğunu tartışmaksızın Blanqui’yi eleştirmiştir. Fakat yirmi yıl sonra, Marx’ın “Fransa’da Sınıf Savaşımları”na Giriş‘te, Engels, bu ikinci adımı atmıştır. Burada eleştiri özeleştiriye dönmüştür. Engels, kendisinin ve Marx’ın 1844’ten 1850’ye kadar olan dönemde savunduğu taktikleri, o zamanda bile, yanlış olmakla eleştirir. Onun temel argümanı, bu tür taktiklerin bir azınlık devrimi programını temsil ettiğidir.
6
1895’te, Engels Giriş‘i yazdığında, Alman Sosyal Demokratlarının liderleri, partilerini hükümetin şiddet yoluyla devrilmesini savunduğu için yasaklayan yeni bir yasanın kabul edilmesinden korkuyorlardı. Onların baskısı altında, Engels, elyazmasının var olan hükümetle silahlı çatışma beklentisini açıkça düşündüren bütün pasajlarını sildi. Engels öldükten sonra, Bernstein, basılı metinden Giriş‘in devrimci taktiklerden resmi bir vazgeçiş olduğunu ileri sürdü. Rus Devriminden sonra, Leninistler, restore edilmiş metinden durumun böyle olmadığını ileri sürdüler. Yine, her iki argüman, azınlık ve çoğunluk devrimleri arasındaki aykırılığı ihmal ederek Engels’in gerçek konumunu aşırı ölçüde basitleştirir. Restore edilen silinen parçalar, Engels’in her ne pahasına olursa olsun barış ve yasallık taktiklerini reddettiğini gösterir. Onun esas argümanı azınlık devrimi taktiklerini açıkça reddeder. Onun savunduğu taktikler çoğunluk devrimi taktikleridir.
Giriş‘e göre, 1848 döneminde, Marx ve Engels devrim teorilerini esasen Fransa’nın 1789’dan 1830’a kadar olan tarihsel deneyimlerine dayandırmışlardır. Onlar 1848’in bir diğer 1789 -bu kez proletaryanın zaferi ile sonuçlanacak olan uzun, kargaşalı bir devrimci dönemin başlangıcı- olduğuna inanmışlardı. Fakat tarih, diye yazar Engels yaklaşık yarım yüzyıllık geriye bakışla, onları iki açıdan yanlışlamıştır. Birincisi, onların teorilerinin yanlışlığını açığa çıkarmıştır. İkincisi, proletaryanın kavga yürütmek zorunda olduğu koşulları tümüyle dönüştürmüştür. Her iki nedenle de, 1848’in taktikleri 1895’in koşulları için uygun değildir.
Giriş‘e göre can alıcı nokta, 1848’de Marx ve Engels’in azınlık devriminin terimleriyle düşünmüş olmalarıdır. Her burjuva devriminde, çoğunluk ya pasif ve tarafsız kalmış ya da bir azınlığın aldığı kararları aktif olarak desteklemiştir. Çoğunluğun hangi azınlığı kabul ettiğine veya desteklediğine devrimci mücadele karar vermiştir; ve sonuç politik yönetimin bir azınlıktan diğer bir azınlığa geçmesiydi. 1848’den 1850’ye kadar olan devrimci kriz yıllarında, Marx ve Engels proleter devriminin aynı kalıbı izlemesini beklemişlerdi. “Bu, gerçekte bir azınlığın sürüklediği, fakat bu kez çoğunluğun kendi çıkarına olan bir devrimin başarılı olabileceği bir durum değil miydi?” Daha sonra, deneyim çoğunluğu kendi çıkarlarını anlaması konusunda eğittiği ölçüde, azınlık devrimi çoğunluk devrimi olacaktır.
“Tarih”, diye yorumlar Engels, “bizi ve bizim gibi düşünen herkesi yanlış çıkarttı.” İlk elde, 1848’den sonraki onyıllar boyunca tüm Kıta Avrupa’sına yayılmış olan ekonomik devrim ekonomik koşulların kapitalist üretimi sona erdirmek için büyük ölçüde olgunlaşmış olmadığını göstermiştir. İkinci olarak, Komün deneyimi, 1848’den yirmi yıl sonra, işçi sınıfı yönetiminin hala olanaksız olduğunu göstermiştir. Bir yandan, Fransa’nın geri kalanı Paris’i yüzüstü bırakmıştır. Diğer yandan, Komünün gücü, Blankist çoğunlukla Proudhoncu azınlık arasındaki amaçsız kavgalarda harcanıyordu, hiçbirisi ne yapılacağını bilmiyordu. 1871’deki işçi hükümeti, 1848’deki sürpriz saldırıdan daha verimli değildi.
Bununla birlikte, Engels, 1848’in taktiklerini yanlış çıkartmış olan aynı ekonomik gelişmenin farklı bir geçiş kalıbı için temel oluşturmuş olduğunu ileri sürer. İlk elde, bu, Avrupa toplumunun sanayi burjuvazisi ve sanayi proletaryası şeklinde kutuplaşmasını büyük ölçüde hızlandırmıştır. İkinci olarak, bu, sınıflar arasındaki mücadelenin şiddetini büyük ölçüde artırmıştır. Dahası, Avrupa proletaryası, Marksçı teori tarafından görevinin ne olduğunu açık bir kavrayışla bilecek şekilde eğitilmiş büyük bir enternasyonal sosyalist ordu biçiminde örgütlenmişti. “Eğer bu büyük proleter ordusu henüz amacına ulaşamadıysa, ve eğer, bir büyük darbe ile zafer kazanmaktan uzak olarak, zor direşken bir mücadele içinde bir konumdan diğerine yavaş yavaş ilerlemek zorunda ise, bu 1848’de basit bir sürpriz saldırı ile toplumu yeniden örgütlemenin ne kadar olanaksız olduğunu her türlü şüphenin ötesinde kanıtlar.”
Engels’in Giriş‘i bütün devrimci taktiklerden vazgeçmez. Fakat bu Giriş, uzun yıllar önce kendisinin ve Marx’ın, Babeuf, Buonarroti ve Blanqui geleneğinden ilham alarak geliştirmiş olduğu sürekli devrim kalıbını açıkça reddeder.
7
Daha az önemli olmayan bir diğer meselede, Marx’ın artan sefalet kalıbı Blanqui’nin taktik doktrinleri ile uyumludur. Artan sefalet kalıbı, sürekli devrim kalıbından daha az olmamak üzere, devrimci sosyalizmin merkezi ilkesini, devlet iktidarının proletarya tarafından ele geçirilmesinin ekonominin herhangi bir sosyalist dönüşümünü öncelemesi gerektiği tezini temsil eder. Bazen, politik devrimin toplumsal devrimi öncelemesi gerektiği tezi olarak formüle edilen bu ilke, hem reformist sosyalistler ve hem de anarşistler tarafından, farklı nedenlerle de olsa, tartışılmıştır. Anarşistler, toplumsal devrimi politik yönetimin ortadan kaldırılması ile özdeşleştirirler. Onlar, işçilerin görevinin sadece kapitalist devleti tahrip etmek olduğunu, onun yerine kendi devletlerini koymak olmadığını iddia ederler. Reformistler, toplumsal dönüşümün politik devrimi beklemesi gerektiğini inkar ederler. Onlar, işçilerin görevinin kapitalist kurumların sosyalist kurumlara ufak ufak dönüşümünü desteklemek olduğunu ve sosyalizmle tanışmanın iktidarın devrimci bir şekilde ele geçirilmesinden sonraya ertelenmemesi gerektiğini ileri sürerler. Bu üç konumun temsilcileri arasındaki çatışma Birinci Enternasyonal’in çöküşündeki başlıca etkendi. 1872’deki can alıcı Hague Kongresinde, Marksistler ve Blankistler dahil çoğunluk, politik devrimin toplumsal devrimi öncelemesi gerektiği tezini savunmuştur. Bunlara, bir yandan Bakunin’in anarşist izleyicileri, ve diğer yandan İngiliz sendikalarından reformistler karşı çıkmıştı.
Marksizm ve anarşizm arasındaki çatışma, Enternasyonal’in politik eylem ile ilgili olarak Marx’ın konumunu desteklediği 1872’de en yüksek noktasına çıktı. Ertesi yıl Marx, Politik Kayıtsızlık makalesinde, devrimden önce bir politik veya ekonomik reform mücadelesinin anarşist reddini eleştirmiştir. Engels, buna eşlik eden bir makale olan Otorite Üzerine‘de, onların devrimden sonra herhangi bir politik veya ekonomik otoriteyi reddetmelerini eleştirmiştir. Her iki makale de Marksçı konumun önemli bir sonucuna değinir fakat bu sonucu vurgulamaz. Eğer politik devrimin toplumsal devrimden önce gelmesi gerekiyorsa, bu durumda bir çoğunluk devrimi bile bir proleter diktatörlüğü dönemi gerektirebilir.
Bu makalelerin yazıldığı aynı yıl, Bakunin, Devlet ve Anarşi‘de Marksçı proleter diktatörlüğü doktrinine saldırmıştır. Proletarya yönetici sınıf olduğunda, diye sorar Bakunin, kimi yönetecektir? Marx, Bakunin’in kitabı üzerine olan notlarında cevaplar, proletarya devlet iktidarını kazandığında toplumun eski örgütlenmesi henüz ortadan kalkmamıştır. Proletarya, sınıfları ortaya çıkaran ekonomik koşullar ortadan kaldırılana veya dönüştürülene kadar kapitalistlere karşı sınıf mücadelesini sürdürmek üzere politik zorlamada bulunmalıdır. Proletarya diktatörlüğü, geçici olmakla birlikte kısa sürmeyecektir. Bu toplumsal dönüşüm süreci boyunca devam edecektir.
Marksizm ve reformizm arasındaki aykırılık daha az açık biçimde tanımlanmıştır. 1880 Fransız programındaki Marx’ın formülüne göre, sosyalizm yalnızca ayrı bir politik parti olarak örgütlenmiş proletaryanın devrimci etkinliğinden kaynaklanabilir. Fakat bu ifade nasıl yorumlanmalıdır? Bu, proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden sonrasına kadar hiçbir şekilde hiçbir sosyalizm olamayacağı anlamına mı gelir? Veya bu kapitalist kurumların sosyalist kurumlara dönüşümünün yalnızca bu yolla tamamlanabileceği anlamına mı gelir? Marx’ın feodalizmden kapitalizme geçiş modelinde, burjuva devrimi, kapitalizmin ekonomisinin feodalizmin ekonomisi ile başarılı bir şekilde yarıştığı uzun bir dönemin sonunda ortaya çıkar. Burada politik devrim toplumsal devrimin başlangıcı değil, tamamlayıcısıdır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş neden farklı bir kalıp izlemek zorundadır?
1864’teki Açılış Konuşmaları‘nda, Marx, kapitalist toplumda gelişen iki sosyalist kurum örneğinden bahseder: kooperatif hareketi ve fabrika yasaları. Kooperatifler, kapitalistler olmaksızın geniş ölçekli üretimin yapılabilirliğini pratikte göstermişlerdir. On Saat Tasarısının kanunlaştırılması proletaryanın politik ekonomisinin, toplumsal öngörü tarafından kontrol edilen toplumsal üretim, burjuvazinin politik ekonomisi üzerinde, kör arz ve talep kuralı, ilk zaferi idi. Bu tartışma, hem sürekli devrim kalıbından ve hem de artan sefalet kalıbından farklı olan ve yarışan sistemler olarak adlandırdığım bir kapitalizmden sosyalizme geçiş modeline işaret etmektedir.
Marx’ın Açılış Konuşmaları‘ndaki önerilerini, bir kapitalizmden sosyalizme geçiş kalıbına genişletmek artan sefalet kalıbında dile getirilen bazı merkezi iddiaları tartışmaya açmaktır. Proletarya kapitalist toplumda reform mücadelesi vererek ne kazanabilir? Artan sefalet kalıbına göre, ekonomik ve politik mücadeleler yalnızca işçi sınıfını örgütleyerek ve eğiterek sosyalizm davasına hizmet eder. Bu, toplumsal devrimin politik devrim tam bir zafere ulaşmadan başlayamayacağı iddiası ile eşdeğerdir. Fakat bu iddianın sorgulandığını varsayalım. Bu durumda ekonomik ve politik mücadeleler çok farklı bir ışıkta, uzun, kademeli bir kapitalist kurumları sosyalist kurumlara dönüştürme sürecinin adımları olarak görülebilir. Bu toplumsal dönüşüm sürecinin sonunda politik devrime yol açıp açmayacağı tartışma konusu değildir. Sorun, bir politik devrim olmaksızın, toplumsal dönüşümün başlayıp başlayamayacağıdır.
Engels’in ölümünden sonra, Kautsky ve Bernstein’in polemikleri, Marx’ın düşüncesindeki bu gizli gerilimin muhalif politik eğilimlerin açık bir çatışmasına dönüşmesine işaret ediyordu. Kautsky ve ortodoks Marksistler artan sefalet kalıbını savunmuşlardır. Bernstein ve revizyonistler, Marksçı teoride, artan sefalet kalıbının yerine yarışan sistemler kalıbını koymak için gerektiği ölçüde tadilat yapmayı önerdiler. Bernstein’ın ilk revizyonist makalesi, Ütopyacılık ve Eklektizm, “felaketçiliğin” (catastrophism) bir reddi, sosyalist dönüşümün politik devrimi beklemesi gerektiği tezine bir saldırı idi.
8
Reform mücadelesini sosyalizme ulaşma ile ilişkilendiren tüm doktrinler içinde, pratikte uygulaması büyük ölçüde en zor olanı bu tür bir mücadelenin vazgeçilmez olduğu, ancak sosyalizm davasına sadece işçi sınıfını örgütleyerek ve eğiterek hizmet ettiği şeklindeki doktrindir. Herhangi bir reform mücadelesinin sadece proletaryayı esas görevinden, kapitalizmin devrimci bir şekilde yıkılmasından uzaklaştırmaya hizmet ettiği doktrinine dayanan bir program formüle etmek kolaydır. Ekonomik ve politik reformların kapitalizmin sosyalizme ufak ufak dönüşmesine destek olabileceği doktrinine dayanan bir program formüle etmek zor değildir. Fakat bu konumlar arasında bir yol bulma girişimi, Marksçı sosyalistler kendi programlarını ve taktiklerini özgül meselelere göre formüle etmeye çalıştıklarında gayet düzenli olarak sert tartışmalarla sonuçlanır.
İşçi sınıfını örgütleme görevine vurgu yapanlar, muhtemelen, maksimum sayıda insanı eyleme geçirmeye yoğunlaşacaktır. Bu, onları ulaşılabilir talepler koymaya ve mevcut avantajları vurgulamaya yöneltebilir. Bu politikanın tehlikesi, bu tür taktiklerin işçilerin devrimci bilincini keskinleştirmek yerine körleştirmekle sonuçlanabilmesidir. Diğer yandan, işçi sınıfını eğitme görevine vurgu yapanlar, muhtemelen, maksimum sayıda insanı devrimcileştirmeye yoğunlaşacaktır. Bu, onları ulaşılamaz talepler koymaya ve mevcut avantajları ihmal etmeye yöneltebilir. Bu politikanın tehlikesi, bu tür taktiklerin devrimci sosyalistleri daha az sınıf bilincine sahip işçilerden yalıtmakla sonuçlanabilmesidir. İpten düşmenin bu iki yolu, -devrimci coşkuyu sayılara kurban etmek ve sayıları devrimci coşkuya kurban etmek-, Marx sonrası dönemde sağ ve sol sapma olarak bilinegelen şeyin biçimleridir.
Bu çatışan eğilimler teori ile doğrulandığı ölçüde, farklı kapitalizmden sosyalizme geçiş kalıpları ile ilişkilendirilebilir. Artan sefalet kalıbına göre, sosyalist hareketin görevleri, öncelik sırasıyla, bir çoğunluğu kazanmak, iktidarı ele geçirmek, ve toplumu dönüştürmektir. Sayısal destektense devrimci bilinci daha fazla vurgulama konusundaki ısrarcı bir eğilim farklı bir öncelik sıralamasına yol açabilir: önce iktidarın ele geçirilmesi, daha sonra toplumun dönüştürülmesi, ve son olarak bir çoğunluğun kazanılması. Bu sürekli devrim kalıbında dile getirilen sıralamadır. Devrimci bilinçtense sayısal desteği daha fazla vurgulama konusundaki ısrarcı bir eğilim bir diğer öncelik sıralamasına yol açabilir: önce toplumun dönüştürülmesi, daha sonra bir çoğunluğun kazanılması, daha sonra iktidarın ele geçirilmesi. Bu yarışan sistemler kalıbında dile getirilen sıralamadır. Bu üç taktiğin taraftarları arasındaki çatışma, Marksçı sosyalizmin iç politikası için bir teorik boyut sağlar.
Engels 1895’te öldü. Bu zamanda, artan sefalet kalıbı kendilerini Marx’ın izleyicisi olarak adlandıran sosyalistlerin hemen hemen hepsi tarafından kabul edilmişti. Fakat 1896’da Bernstein’in Sosyalizmin Problemleri isimli ilk makalesi ve 1899’da Evrimci Sosyalizm isimli kitabı çıktı. 1902’de Lenin Ne Yapmalı?‘yı ve 1905’te İki Taktik‘i yayınladı. Engels’in ölümünden on yıl sonra bir kalıbın tekeli yerini her üç kalıbın son derece çekişmeli bir yarışmasına bırakmıştı.
Stalin 1953’te öldü. O zamana kadar, Sosyal Demokratların çoğu artık kendilerini Marx’ın izleyicileri olarak tanıtmıyorlardı. Lenin tarafından incelikle işlenen, tek ülkede sosyalizm doktrini ve tarımda zorunlu kolektifleştirme doktrini ile modifiye edilen azınlık devrimi kalıbı, kendilerini Marx’ın izleyicisi olarak adlandıran sosyalistlerin hemen hemen hepsi tarafından kabul ediliyordu. Fakat 1958’de, yarışan sistemler kalıbını benimseyen ve incelikle işleyen yeni Yugoslavya Komünist Birliği Programı ortaya kondu. Daha sonra 1960’ta Seksen-Bir Komünist Partinin Bildirisi ortaya kondu. Bu bildiride yan yana, neredeyse art arda gelen paragraflarda Leninist ortodoksinin Çinliler tarafından yeniden doğrulanması ve Rusların çoğunluk devrimi kalıbını yeniden canlandırma girişimi sezilebilir. Bir zamanlar Sosyal Demokratları bölmüş olan üç taktiğin çatışması, artık şimdi Komünistleri bölmektedir.


* Stanley Moore, Three Tactics, The Background in Marx, Monthly Review Press, New York, 1963, ss. 35-61.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar