Ana SayfaArşivSayı 64-65Marksizmin Teorik Oluşum Tarihine Yaklaşımlar Üzerine

Marksizmin Teorik Oluşum Tarihine Yaklaşımlar Üzerine

 

 

Marksizmin Teorik Oluşum Tarihine
Yaklaşımlar Üzerine
 

İ. Meriç Velioğlu

“Marx’ın vardığı noktadan yola çıkarsak,
başlangıç gerekli midir?” L. Althusser

Marksizm ve Marksist olmak bugün ne anlama geliyor? Bu sorunun cevaplanması, geçmiş kuşaklardan bugüne ulaşan bir terekeyi, dökümünü yapıp borçlarıyla birlikte sahiplenmeyi gerektiriyor. Bu da hem teorik hem de politik pratikler ve sonuçlarının kaynağa kadar izlenmesi, bunlarla hesaplaşılması ve sorumluluğunu almak demek oluyor.

Başarılar kadar başarısızlıkların sergilenmesi ve dağılmış öğeler, hatta kendini Marksist olarak ifade etmeyen politik hareket ve teorilerdeki ilhamlarına kadar sonuçların sorumluluğunu üstlenmektir gereken…

Karl Korsch’un konuyla ilgili değerlendirmesi şöyleydi: “Marksistler için genel olarak ‘Marksizm’ gibi bir şeyden bahsedilemez –genel olarak ‘demokrasi’, genel olarak ‘diktatörlük’, ya da genel olarak ‘devlet’ gibi bir şeyden bahsedilemeyeceği gibi. Farklı gelişme aşamalarında, farklı Marksist ekolleri birbirinden ayıran inanç ya da eğilimlerdeki bariz ayrışmalara bağlı olarak, ulusal ölçekte olduğu kadar uluslararası ölçekte de hepsi kendini ‘Marksist’ olarak niteleyen ancak karşıt kuramsal sistemler ve hareket pratikleri mevcuttur.”[1] Bu çeşitlilik, çoğu kez bir kriz ve bölünme olarak yaşansa da bazı dönemlerde Marksizmin yerelleşmesi anlamında bir zenginlik olarak da işlev görebildi.

Şüphesiz, tarihsel etkilere bağlı açıklamalar yapılacaktır; fakat bir zenginlik değil, sökülme olarak ortaya konduğunda, mesele, Michelangelo’nun “Benim bilimim birçok cahiller doğuracaktır” dediği gibi, meselelerin altından kalkamamış cahil halefler meselesi olmasa gerek.

Öyleyse, tarihselin Marksizme etkisinden daha çok, teorik-politik bir bütünlük olarak Marksizmin tarihsel etkilerinin sorumluluğunu almak gerek. Marksizm, karanlıkta ansızın parlayıp yok olan bir şimşek değildir; kendiliğinden bir kitle eylemi değildir; kopuşları ve kalıtsal kusurlarıyla, yeniden ortaya çıkışları, dallanmaları ve bütünsel olarak yeniden kurulmalarıyla teorik ve politik pratiğin sürekliliğinde sebat eden niteliklere sahip bir yapıdır.

Bu, kategorik kesinlikler aramadan eserin tümünü sahiplenmek anlamına gelmemektedir. Marksizmin gelişme seyri içinde, epistemolojik kopuşlar ve politik kopuşlar üreten koşullar ve kavramsal yapı ile; geri dönüşleri üreten koşullar ve kalıtsal kavramsal zayıflıklar tespit edilmelidir. Ancak bundan sonra bir bilimi oluşumu ve gelişimi içinde öntarihi ile birlikte tarihimiz olarak sahiplenebiliriz.

Değil bahsedilen toplam, sadece Marx’ın eseri bile saf teorik ve politik sonuçlar çıkarmaya müsait değildir. Balibar’a göre Marx’ın düşüncesinin içeriği pozisyon değiştirmelerinden ayrılamaz. Bu, onun toplamından çalışarak soyut olarak sistemini neden rekonstrükte edemeyeceğimizi açıklar. Gelişimi kırılma ve dallanmaları ile izlenmelidir.[2]

Fredric Jameson’ın ortalamacılığı

Fredric Jameson, “Marx’ın en az sermaye kadar tükenmek bilmez olduğunu (…) ve metinlerinin ve düşüncesinin yeni anlam zenginlikleriyle dolu yeni yollar ve taze üsluplar ile kendisini yansıttığını” belirtiyor. “Kapitalizmin modernist uğrağının gerçek anlamıyla kendisini gösterdiği zamanlara, 1844 Elyazmaları içindeki yabancılaşma teorilerinin yeni bir tür çekicilik kazanması eşlik etmişti. (…) 60’lar kendi sonuçlarını ortaya koymaya başlayınca bu kez Grundrisse adındaki 1857 tarihli not defterleri cazibe kazandı. Grundrisse’in oldukça açık uçlu yapısı, ‘diyalektik materyalizmin’ ve onun çeşitli el kitaplarının katı şemacılığından kurtulmayı vaat ediyordu”[3].

Marksizmin, Jameson’ın bir zenginlik olarak sunduğu çatışkılı yapısı, aynı zamanda bir kalıtsal zayıflık olarak da değerlendirilebilir. Marx’ın eserindeki gerilimler görmezlikten gelinirse, bu durum, eserin kendisinde değil de sadece algılanışındaki çatışkılar olarak değerlendirilmek durumundadır.

Jameson, Marx’ın da Lenin’in de konjonktürün politik olanaklarını hevesle kolladıklarını ve Machiavelli’nin öğretisine uyumlu bir biçimde son derece şaşırtıcı manevralar ve keskin dönüşler yapabildiklerini belirtmektedir:

“Bu durum, bunların eserlerinden veya hiç değilse Marx’ın bizzat kendisinden bir miktar pratik siyasal gündemin çıkarsandığı anlamına gelir. Stanley Moore’un o eski kitabı Three Tactis in Marx (1963), Marx’ın sadece bu anlamdaki uygulanabilirliğini değil aynı zamanda onun gelişkin ve geniş kapsamlı çalışmasının içinde sosyal demokrasi, Komünizm ve Maoizm gibi çok çeşitli perspektiflere girdi sağlamaya elverişli pek çok kaynağın olmasını göstermesi bakımından öğretici bir eserdir.”[4]

Jameson, Marx döneminde ve sonrasında süren bu Marksizm çeşitlerini Kapital’de somutlaşan bilimsel pratikten ayrı tutarak ideolojik ve politik pratikler olarak görmenin makul olduğunu, fakat bu arkaik dilden kimse hoşlanmayacağından ayrımı sahiplense de kullanmaktan kendi isteğiyle feragat ettiğini belirtiyor.

Jameson, sanki, Marksizmin tarihsel etkilere açık ucu olarak felsefi, ideolojik ve politik pratikler alanı ve karmaşık tarihin problemlerinden azade bir bilim alanı ile meselenin üstesinden gelmeyi düşünmektedir.

Oysa farklı pratiklerin ortaya konması gerekmekle birlikte, günümüzde Marksizmin politik olarak ve bilimsel olarak yeni bir temellendirmesi yapılması gerekiyorsa, bu, Marx’ın eseri dahil olmak üzere Marksizmde işleyen farklı pratiklerin, bilimsel pratiğin, ideolojik ve felsefi pratiğin, politik pratiğin birbirleriyle etkileşimleri (farklı pratiklerin etkileşimleri görece daha tartışmalı bir konudur) de göz önüne alınarak kavramlarının tarihlerinin Marksist bir incelenmesini ve her bir pratikte Marksizmin özgülleştiği noktaların tespitini gerektirmektedir. Özgülleşme noktaları ele alınmadan ortalamacı bir yaklaşım kurucu değil yıkıcı nitelikte olmak durumunda kalacaktır. Politika ve sanatta belki işleyebilecek “hem o hem bu” şeklindeki şizoid yaklaşımdan özellikle teoride uzak durulmalıdır. Teoride, “ya o ya bu” ilkesi işlemelidir.

Bu inceleme için gerekli belki de tek anlamlı çabayı Althusser’in eserinde buluyoruz.

Althusser’in yaklaşımı

Althusser’in belirttiği gibi, “her türlü us teleolojisini bir yana atmaya ve bir sonuç ile onun varoluş koşulları arasındaki tarihsel ilişkiyi bir anlatım değil bir üretim ilişkisi olarak (…) olumsallığın zorunluluğu diyebileceğimiz bir şey olarak kavramaya mecburuz. Bu zorunluluğu kavramak için, bu üretime yol açan çok özel ve paradoksal mantığı, eşdeyişle ister hâlâ ideolojik bilginin bir dalının tarihine, isterse kendisini bir bilim olarak yapılandırmaya çabalayan, ya da, zaten bir bilim olarak oturmuş bulunan bir bilgi-dalına ilişkin olsunlar, bilgilerin üretim koşullarının mantığını kavramalıyız.” [5]

Althusser’in eseri, her ne kadar sıklıkla, II. Enternasyonal’in bilimciliğinden tutun, Leninizme, Stalinizme kadar sonuçlardan sorumlu Ortodoks Marksizmin “kendini temizlemek ve daha önce yitirmiş olduğu yeri tekrar elde etmek için yaptığı bir girişim”[6] olarak eleştiri konusu olsa da, bu eleştiriler ciddiye alınabilecek gibi durmuyor. Althusser suçlanırken Marx’ın olanlardan sorumlu tutulmaması bir çelişki olarak beliriyor. Althusser, olumlu olumsuz sonuçlarıyla Marksizmin sorumluluğunu üstüne alıyor.

Althusser, bu suçlamaya, “bilim ile ideoloji arasındaki, kuramsal bakımdan özsel ve kılgısal (pratik) bakımdan da belirleyici olan ayrımın” herhangi bir etki yaratan düzenekler arası ya da farklı sonuçlar yaratan ‘üretim ilişkileri’ arasındaki fark olarak konulmasından “kendisini tehdit eden dogmatist ya da bilimci ayartmalara karşı bir savunma elde edeceğini” belirterek cevap vermiştir:

“Zira bizler bu araştırma ve kavramsallaştırma çalışmasında bu ayrımdan, Aydınlanma felsefesinin ideolojisini canlandıracak şekilde yararlanmayı değil; tam tersine, bir bilimin ön tarihini oluşturan ideolojiyi, örneğin, kendi yasalarıyla gerçek bir tarih olarak ve –öteki teknik kılgılarla ve öteki ideolojik ya da bilimsel edinimlerle gerçekten karşı karşıya gelmesiyle birlikte, özgül bir kuramsal konjonktürde, bir bilimin vargısını (arrival; l’avenement) onun ereği olarak değil, sürprizi olarak üretebilen– gerçek öntarih olarak ele almayı öğrenmek durumundayız. Bunun bizleri, her bir bilimi başlatan ‘epistemolojik kopuntu’ koşulları sorununu, (…) bilimsel buluşun koşulları sorununu, ortaya atmaya zorlayacağı (…) görevimizi önemli ölçüde artırmaktadır.”[7]

Bununla birlikte, bu farklı pratiklerin karıştırılması sık görülen bir yaklaşımdır. Althusser, sosyalist ülkelerin planlamasının teknik pratiğinde görülebileceği gibi, amprizmin modern kullanım biçimleri olan modellerin, belli bir ereğe ulaşmak amacıyla ayrımlı verileri derlemenin teknik bir aracı olarak kullanıldığını belirtmektedir. O zaman ampirizm Althusser’e göre yerli yerindedir, yuvasındadır; bilgi kuramında değil pratik uygulamadadır. Althusser’e göre Stalin, net olarak meselenin ayrımındadır: “Stalin politik ekonomi ve ekonomik politikanın, kuramın, onun teknik uygulanımıyla karıştırılmasını kınıyordu”[8]

Koselleck’in ‘Kavram Tarihi’: Avantaj ve dezavantajlar

Reinhart Koselleck’in yaklaşımı, toplum ve dil’i tüm pratiklerde meta-tarihsel ortak önkoşul olarak belirleyerek, kavram tarihi için tüm özel tarihlere uygulanabilir bir epistemolojik statü iddiasındadır. Bu epistemolojik statüyü kabul etmekle birlikte, epistemolojik statünün düzeyi konusunda tartışılabileceği belirtilmelidir.

Koselleck, dilbilimsel olarak yalıtılmış bir kavramın tarihinin yazılmasına yönelik eleştirileri kabul ettiğini ve genişletilmiş metinsel bağlam olmaksızın münferit bir kavramın anlamını ve anlamın değişimlerini yeniden kurgulamanın mümkün olmadığını belirtir. Ancak bunun cevabını araştırma pratiği düzleminde vermenin yeterli olduğunu; münferit kavramların anlamlarının analiz edilebileceği dilsel bağlamları ele alırsak işin içinden çıkılamayacağını söyler.

Koselleck, kavramların dönüşümü imkanı sorununu dilbilimsel üçgen içinde düşünür: Sözcükler, anlamları, bu anlamların dayandığı dilsel ya da dil dışı gerçeklikler. Önemli olan, bir sözcüğün belirli bir anlam ve belirli bir ilişki içinde özel bir gerçeklik için kullanılmaya başlandığı andan itibaren, bu sözcüğün benzersiz olduğu tespitidir.

Koselleck, Heiner Schultz’un kavram ve gerçeklik arasındaki ilişkinin değişimine ilişkin heuristik modeli’ni[9] tanıtır. Buna göre hem durum hem kavramın uzun süre sabit kalması, ikisinin birden değişmesi, kavram ve durumun uyum içinde değişmesi ya da ayrılması, durumun değişmezken kavramın değişmesi, kavramlar sabit kalırken durumun değişmesi olmak üzere dört ayrı form söz konusudur. Marksizmin dördüncü formun dikkate değer bir örneği olduğunu belirten Koselleck, Marksizmdeki kavramsal yapı dayanıklılığını Ortodoks Marksizmin ağırlığına, yoğun ideolojik tebliğine ve etkili sansürüne bağlar.[10]

Koselleck’in yaklaşımı sözcük, anlam, gerçeklik üçlemesi ile nesne kavram ilişkilerinin niteliğini açık olarak belirtmemekte, açıklamalarından ampirist bilgi teorisi ile hareket ettiği sonucu çıkmaktadır. ‘Genişletilmiş metinsel bağlam’dan anlamamız gereken eğer bir düzeyde farklı söylensel pratikler ise aynı sözcüğün farklı metinsel bağlamlarda kullanımından farklı etkiler açığa çıkması ve bunların ortaya konması gerektiği açıktır.[11]

Farklı pratiklerin işleyişlerini belirleme ve gösterme sorumluluğu Marksistlerin önünde duruyor. Althusser’in, farklı etkiler biçiminde ürünler yaratan, farklı üretim ilişkileri olarak düşünülen farklı pratikler düşüncesi; alternatif bir metodoloji ile meseleye yaklaşan “kavramlar tarihi” yaklaşımın değişik biçimlerinin çıkmazlarına girmemektedir. Bununla birlikte Koselleck’in yaklaşımının daha kapsamlı biçimde ele alınması Marksizmin teorik oluşumu tarihi ve özgülleşme noktalarının izlenmesinde yararlı olabilir.

Aydınlanma ve Modernizmin çeşitli kavramlarda yarattığı değişim üzerine kurulan Koselleck’in problematiği, bir hayli tartışmalı olan Marksizm-Modernizm-Aydınlanma ilişkilerine yönelik okumalarda faydalı olabilir.

C. Dutt’un belirttiğine göre kavram tarihinin günlük politik dile ulaşmayı ihmal ettiğine yönelik eleştirilere Koselleck, “Kavramlar tarihi, dil arazisini her seferinde yeniden ölçmekte kullanılabilecek köşe ve dönüm noktaları arar. Yenilikçi bir güce tanıklık eden bu tür dönüm noktaları, ancak uzun vadeli zaman akışı içinde bulunabilir. (…) Marx’tan önce ve sonra neyin farklı görüldüğü, ne kadar iyi temellendirilmiş olursa olsun, emekçiler denen kesimin dilinden ziyade, Hegel’le farkın ele alınmasıyla daha hızlı ve anlaşılır bir şekilde çıkarsanabilir”[12] diyerek cevap vermiştir. Koselleck’e göre, “kavramlar kendilerini vazgeçilmez kılacak kadar hedefe yönelik ve anlamlı oldukları anda ya da takdirde temel kavram niteliği kazanırlar. Ondan sonra da doğru yorum mücadelesi başlar”.[13]

Koselleck’in bu yaklaşımları Althusser’in Marksist teoride özgülleşme arayışları ile verimli bir diyaloğa girebilir.

 



[1] K. Korschtan aktaran: Georges Haupt, Tarihçi ve Toplumsal Hareket, Çev: Barış Sennan, Ayrıntı Yay., İstanbul 2012, s. 89.

[2] “Fikriyatının muhtevası onun yer değiştirmelerinden ayrı mütalaa edilemez. Bu nedenledir ki, onu incelemek için sistemini soyut biçimde yeniden kuramayız. Fikriyatının evrimini, kopuşları ve yön değiştirmeleri ile izlemek gerekir.” Etienne Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çev: Ömer Laçiner, Birikim Yay, İstanbul 2000, s. 13.

[3] Fredric Jameson, Kapital’i Sahnelemek, Çev: Cenk Saraçoğlu, Sel Yay., s. 9

[4] A.g.e., s. 173-74.

[5] Louis Althusser, Kapital’i Okumak, Çev: Celal A. Kanat, Belge Yay., İstanbul 1995, s. 70

[6] Harry Cleaver, Kapital’i Politik Olarak Okumak, Çev: Münevver Çelik, Otonom Yay., İstanbul 2008, s. 54

[7] Althusser, Kapital’i Okumak, a.g.e., s. 71

[8] A.g.e., s. 63, dipnot 17.

[9] Buroway, Lakatos’un heuristik modelini Marksizme uygular. Koselleck ile benzer biçimde Lakatos, Marksizmin bozulan araştırma programı olduğunu, örneğin Newtoncu program yeni olguların yolunu açarken Marksist programın olguların gerisinde kalıp onların peşinden koştuğunu belirtirken Buroway ise Marksist araştırma programının tek bir merkez çekirdek değil merkezler ailesi olarak anlaşılması ve her dalın merkezi farklı biçimde inşa ettiğini, ilerleyen ve bozulan dalların tespit edilmesi gerektiğini, Marksizmin bu yüzden ilerleyen bir araştırma programı olduğunu belirtir. Bak.: Michael Buroway, “Bilim Olarak Marksizm”, Çev: G. İrfanoğlu, E. Akay, Teori ve Politika 59-60, Mayıs 2013

[10] Reinhart Koselleck, Kavramlar Tarihi: Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, Çev: Atilla Dirim, İletişim Yay., İstanbul 2009, s. 87-91.

[11] Buroway da benzer biçimde, kullandığı heuristik modelde her ne kadar postulalar halinde araştırma izlencesinin çekirdeklerini açık olarak belirten daha derinlikli bir konum almışsa da, açıklamalarında ampirist bilgi teorisi konusunda dikkat göstermemekle malûldür. Ayrıca Buroway’da da ele aldığı metinlerde aynı anda farklı pratiklerin işlemesi ihtimali düşünülmemektedir.

[12] A.g.e., s. 556-57

[13] A.g.e., 554

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar