Ana SayfaArşivSayı 64-65Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız

Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız

Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız

Emek Aytaç

2010 yılı, Hindistan için, en sivri noktasını Maocu hareketin oluşturduğu devrimci mücadelenin yükseldiği bir yıl oldu. ‘Büyük tehlikeler ve devasa imkanlar’ın tartışılmasını mümkün kılan devrimci durum söz konusuydu.

Ekim 2009’da yapılan bir görüşmede, Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Genel Sekreteri Ganapathi, “En geniş savaş cephesini bina ederek; militan kitle hareketi, halkın silahlı direnişi ve HKGO’nun pratiklerini uygun taktikler vasıtasıyla birleştirerek, merkezi devletin güçlerini yenilgiye uğratacağız” diyordu.[1]

Buna karşın Hindistan Devleti de 1967 yılında Naksalbari Köyü’nde başlatılan silahlı ayaklanmadan bu yana süregiden ve son yıllarda şiddetlenen savaşa karşı şimdiye kadarki en büyük ve en örgütlü saldırının hazırlıklarını yapıyordu.

Teori ve Politika’nın 53. sayısında yayınlanan yazısında Saroj Giri, Hindistan Devleti’nin “mahrumların mahrumunu bu kadar tehlikeli addetmesinin nedenini, onların güzel huylu bir refah devletinden yarar sağlayanlar ya da kurban/masum siviller olma döngüsünden kendilerini kurtarmak için çaba sarf etmeleri, ‘fakir ve muhtaç’ olmaktan çıkıp ‘siyasi özne’ olmaya yönelmelerine” bağlıyordu. Ezilen başkaldırmıştı; yani politikanın alanına girmişti. Saroj Giri, ülke solunun geniş kesimlerini, dikkatlerini devletin uyguladığı şiddetten çekerek kendilerini Maocu hareket tarafından açığa çıkarılan mücadele dinamiğiyle bağdaştırmaya çağırıyordu.

Hindistan Devletinin “Kızıl Koridor” olarak adlandırılan savaş bölgelerini dışarıya kapatması, buradan gelen haberlere sansür uygulaması üzerine yerli ve yabancı gözlemcileri Dandakaranya’ya davet etmeye yönelen Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in de 2010 yılında böylesi bir sol kamuoyu oluşturmayı önemsediği anlaşılıyor.

2010 yılında aldığı davet üzerine bölgeyi ziyaret edenlerden biri de İsveçli yazar Jan Myrdal.

2013 yılı sonunda Patika Kitap tarafından yayınlanan kitabında[2] Jan Myrdal, yalnızca 16 günlük edebi bir Dandakaranya yolculuğu anlatmamış bize ya da Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in 2010 yılındaki durumuna dair bir rapor vermekle yetinmemiş. Bölgeyi ziyaret ettiğinde 84 yaşında olan yazarın görüp geçirmişliği ve uzun bir süredir kendisini örgütsüz bir komünist olarak tanımlasa da devrimci, anti-emperyalist ve “üç dünyacı” bir geleneğe kendisini bağlaması da, eklektik ve daldan dala atlayan yazım tarzının zorluklarına rağmen kitabın zenginliği ve Marksizm içinde yürütülebilecek tartışmalarda yararlanmamız açısından birçok avantaj sunuyor.

Kitabın içeriğine girmeden önce, anlattığına göre sırtüstü yattığı yerden yardımsız kalkamayacak ve diğer birçok ihtiyacını yardımsız gideremeyecek durumdaki bu ihtiyar adamın, dönüş yolunda üç ay boyunca yatmasına neden olacak kanamalı hastalık da dahil olmak üzere birçok riski göze alarak tehlikeli bir savaş bölgesini ziyaret etmesine ve meseledeki tarafgirliğini her fırsatta gururla ortaya koymasına ilk olarak değinmek bizim için bir saygı borcu olmalı.

Jan Myrdal ve Gautam Navlakha’nın Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in Genel Sekreteri Ganapathi ve partinin diğer siyasi sorumluları ile yaptığı sohbetlerin yazıya dökülmüş halinin sonundaki şu metin Jan Myrdal’ı hayli gururlandırıyor ve “tarafsız bir gözlemci” olmadığını, Marx’ı, Lenin’i (ve Edgar Snow’u) okuduğu ve 1943 senesinde anti-faşist gençlik saflarında örgütlendiği günden beri (Sovyetler Birliğini önder belleyen komünist partilerin çürüme sürecinin farkına vardığından bu yana örgütsüz bir komünist olarak) “yoldaş” sıfatını gururla taşıdığını belirtiyor:

“Parti önderliğinin tamamı, Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu’ndaki bütün yoldaşlar ve halkımız yoldaş Jan Myrdal’a uzun ömür ve sıhhat dileklerini can-ı gönülden iletmekte, Jan Myrdal ve Gautam Navlakha yoldaşları en iyi dilekleri ile uğurlamaktadırlar. Yoldaşlarımız, sunduğunuz işbirliğinden ötürü sizlere minnetlerini sunmaktadırlar ve görevinizi başarıyla yerine getireceğinizi tüm samimiyetleri ile ümit etmektedirler.”[3]

Bölgeyi o yıllarda ziyaret eden yazarlar arasında Jan Myrdal ile aynı zamanda Doğu Ghat Dağları’nda bulunan Delhi Halkın Demokratik Haklar Birliği üyesi Gautam Navlakha, Punjab’lı bir yazar ve aktivist olan Satnam ve yazar Arundhati Roy da yer alıyor. Jan Myrdal kitabında bu yazarların metinlerine değiniyor ve kendi kitabını bu metinlerden ayıran tek farkın diğer yazarların Hindistanlı yazarlar olması olduğunu söylüyor. Jan Myrdal’ın kitabı boyunca verdiği birçok örnekte Hindistan ya da başka bir ülke veya kültürden gelmeyi özellikle önemsediği görülüyor. Bunun nedenlerinden biri Hindistan dışından iyi niyetli bir yabancı dost olarak Hindistan’dakilere neyi nasıl yapacaklarını söylemeyi vazifesi olarak görmemesi. Diğer yandan aslında Jan Myrdal’ın, Avrupa-merkezci bakış açısını ve batılılaşmış sosyalist ve komünist geleneği eleştirmek gibi bir derdi var.

Kitabına Naksalitlerin ve günümüzün Hindistanlı tarihçileri, yazarları ve siyasetçilerinin “Hindistan’ın Birinci Kurtuluş Savaşı” olarak yorumladıkları 1857-1859 yılları arasındaki halk ayaklanmalarının, 1942 “Hindistan’ı Terk Edin Hareketi”, “1946 Donanma Ayaklanması” ve 1947’deki resmi bağımsızlığa kadar ulusal niteliğinin kavranmasındaki eksiklikleri ele alarak başlıyor. Solcular, komünistler ve diğer liberal bazı kişiler arasında, 1857 İsyanının, emperyalistlerin değerlendirmelerinden çok farklı olmayan şekilde aslında “ulusal bir hareket” ya da “halk ayaklanması” değil “toplumun üst kesimleri tarafından İngilizlere husumet besleyen kesimlerce tertiplenmiş bir isyan” olduğu görüşünün çok yaygın olduğunu belirtiyor. Jan Myrdal, Hindistan tarihi üzerine yorumlarında büyük ölçüde başvurduğu R. Palme Dutt’un India Today [Günümüzde Hindistan] isimli kitabında da benzer bir değerlendirmeye dikkat çekiyor: “1857 İsyanı, esas niteliği ve önderliği itibariyle gücünü yitirmiş olan ve birtakım imtiyazlar ile haklar talep eden eskinin muhafazakar ve feodal unsurlarının ayaklanmasıydı. Ayaklanmanın bu gerici niteliği, onu halkın geniş kesimlerinin desteğinden mahrum bırakmış ve yenilgiye mahkum etmiştir.”[4] Ardından daha geriye giderek Marx ve Engels’in de 1857’ye dair yazılarında “isyan” ve “ayaklanma” terimlerine başvurduğunu ancak “Halk Ayaklanması” kavramını ise kullanmadıklarını belirtiyor. Chartist hareketin önderlerinden Ernest Jones ile Marx arasında karşılaştırma yapan Myrdal, Ernest Jones’ın olaylara dair Marx-Engels’ten daha radikal bir tutum aldığını belirtiyor. Ancak bu noktada tartışmada Marx’ın üzerinden atlayarak Jenny Marx’ın Engels’e yazdığı 14 Ağustos 1857 tarihli mektubunda, “Ernest Jones tüm Hintlileri Macar yurtseverler kademesine yükseltiyor ve onlara methiyeler düzüyor” şeklindeki alaycı yorumunu örnek olarak veriyor. Jan Myrdal’ın Ernest Jones ve Marx-Engels karşılaştırmasının zayıflığı bir yana, her ne kadar Jenny Marx’ın kibirli Avrupa-merkezci yorumu rahatsız edici de olsa, bu tartışmada Jan Myrdal, Marx’ın tutumunu Hindistan’a ve Hint toplumuna dair bilgilerini François Bernier, Montstuart Elphinstone gibi araştırmacılardan ve dönemin İngiliz kaynaklarından almasına ve New York Daily Tribune gazetesine yazdığı makalelerin çoğunu pek az bilgiye dayanarak yazmasına bağlayarak Marx’ı mazur göstermektedir. Aynı şekilde Palme Dutt’un tutumunu da İngiliz Hükümeti siyasi sebeplerden ötürü Hindistan’a girişini yasakladığı için ülkenin koşullarını birinci elden görememiş olmasına bağlayarak kestirmeci bir yaklaşım sergilemektedir.

Jan Myrdal, daha önce de belirtildiği gibi kültürel öznelliğin önemini kitabı boyunca pek çok yerde vurguluyor. Ancak bu Marksist teorinin kültürel öğelerle özgülleştirilmesi gerektiğine yaptığı vurguda olumlu bir anlam ifade ederken yukarıdaki iki örnekte olduğu gibi kişilerin politik tutumlarını mazur göstermenin gerekçesi olarak kişisel, kültürel ve tarihsel öznelliklerin öne çıkarılması eleştirilmesi gereken bir yaklaşımdır. Aynı mazeretçi yaklaşımı Marx’ın “Hindistan’daki toplumsal koşulların antik çağlardan 19. yüzyılın ilk on yılına kadar aynı kalmış olduğu” ve “Hindistan toplumunun tarihi yoktur; en azından bilinen bir tarihi. Hindistan tarihi dediğimiz zaman sözünü ettiğimiz şey bu dirençsiz ve değişmez toplumun pasif zemin üzerine imparatorluklarını inşa eden işgalcilerin tarihidir” görüşü konusunda da gösteriyor. Ya o yıllarda çok az şey biliniyordu diyerek tartışmayı kapatıyor ya da artık aşılmış olan teorik ve pratik hatalar olarak ele alıyor.

Oysa Marx’ın bu görüşleri Avrupa-merkezcilik eleştirilerinden bu kadar kolayca sıyrılamamalı ve sıyrılamamıştır da. Marx’ın İngiliz emperyalizmini Hindistan’da tarihsel olarak ilerici bir rol oynadığı için olumlaması, İrlanda konusunda gösterdiği politik tutumu Hindistan’da göstermemesi çoğu zaman eleştiri konusu edilmiştir. Diğer yandan Palme Dutt ise Jan Myrdal’ın da belirttiği gibi “batılılaşmış sosyalist ve komünist geleneğin tipik bir üyesi” olarak ancak bu geleneğin eleştirisi yapılarak değerlendirilebilir. Jan Myrdal’ın Komünist Enternasyonal’in Beşinci Uluslararası Kongresi’ndeki 1 Temmuz 1924 tarihli konuşmasından alıntıladığı paragrafta, Nguyen Ai-Quac (Ho Şi Minh), bu geleneği Leninizme karşıt olmakla eleştirirken, takip edilmesi gereken yolun Leninist yol olduğuna işaret ediyor.

Marksizm içerisinde Marx’ın Avrupa-merkezci olmakla eleştirilen yukarıdaki görüşlerinin oluşturduğu bir politika ve tarih anlayışını izleyen bir kanal ve bunun karşısında Leninizm ile başlayan ve devrimci iç kopuşlarla ilerleyerek Marksizmin her durumda yeniden-üretilmesini ve kurulmasını temsil eden diğer bir kanal olduğunu vurgulamak, tarihsel ve teorik bir gerekliliktir.

Jan Myrdal yekpare bir dünya görüşü oluşturmanın güçlüğünden bahsederken hem ilk kanalı izleyen Hintli komünistler hem de ulusal bağımsızlık mücadelesi veren yurtseverler için sonuçları acı bir olayı örnek olarak veriyor.

Hintli Komünistler, Komintern tarafından dar bir grupçuk olan Büyük Britanya Komünist Partisi’nin denetimine sokulduktan sonra, Hindistan Komünist Partisi Churchill-Stalin Paktı’nın imzalanmasıyla birlikte II. Dünya Savaşı boyunca Moskova’nın kendisi için belirlediği çizgi uyarınca savaşı İngiliz ve Hint halklarının ortak mücadelesi olarak değerlendirir ve buna uygun bir şekilde İngiliz yetkililer ile işbirliği yapar. Hatta “Hindistan’ı Terk Edin Hareketi” sırasında Hint yurtseverlerini İngilizlere ihbar ettikleri bile olur. Diğer taraftan Hindistan’daki bağımsızlık hareketi ise Almanlar tarafından desteklenmekte ve Nazi propagandasının bir parçası olarak görülmektedir. Hindistan Komünist Partisi, Hindistan ve çevresindeki devrimcileri etkilemiş bir tarihsel figür olan Hintli yurtsever Subhas Chandrra Bose’yi bu çerçevede hain ilan ederek partiyi Hindistan halkının desteğinden mahrum bırakan hamlelerden birini yapar. Savaşın başında Almanya’ya oradan da Japonya’ya giderek Hindistan Ulusal Ordusuna komuta eden Bose ise savaş sonunda bir uçak kazasında ölür ve Hindistan Ulusal Ordusu askerleri İngilizler tarafından esir edilir. Savaş sonrasında bu askerlerin mahkemeleri sırasında 1946 Donanma Ayaklanması gerçekleşir.

Devrimci kopuş: Çaru Mazumdar ve Naksalitler

1960’ların sonunda ise Hindistan topraklarında bambaşka bir hava esmeye başlar.

Jan Myrdal halk ozanı Sri Sri’nin ölümü üzerine yazdığı metinde havayı şu şekilde betimliyor:

“Ardından 1967 geldi çattı ve Naxalbari’de doğrulan başlarla birlikte ovalarda bahar tufanı koptu, şimşek çaktı. Artık ne parlamento vardı ne de orta sınıf; mesele uluslararası toplantılarda gerine gerine oturmanın veya Ruslarla duble duble votka yuvarlamanın ötesine geçmişti; şimdi Hindistan’ın yoksul köylüleri ayaklanıyordu. Yozlaşmış parti yapısını parçalayarak yüzünü kitlelere dönenler, Kömür Ayaklanması’nın, Vahhabi İsyanı’nın, Santhal’ın, 1857’nin, Moplah’ın, Telangana’nın mirasını omuzlayarak devrimin güzergâhına, yani Hindistan halkının güzergâhına kenetlenenler komünistlerdi. Gerektiğinde halkın davası uğruna serden geçmesini bilen kadınlarla erkekler bir kez daha ülkenin tarih sahnesindeki yerlerini almışlardı. Bu ayaklanmayı Andhra’daki Srikakulam takip etti ve tüm ülke köylü ayaklanmaları tarafından tutuşturulmaya başladı. Kahraman arayanın çok öteye bakmasına gerek yoktu; devrimin kızıl atkısını ören Charu Mazumdar’ın, Andhra’nın ışıldayan cevherleri olan Vempatapu Satyanarayana ile Adibhatla Kaisalam’ın ve nice ölümsüz şehidin türkülerini söylüyordu artık halk.”[5]

Bugün Hindistan Komünist Partisi (Maoist), Naksalitleri ve Çaru Mazumdar’ı partinin kurucu önderi olarak kabul ediyor.

Jan Myrdal da Çaru Mazumdar’ın bir kopuşu başlattığını şu sözlerle ifade ediyor:

“1960’ların sonlarında Charu Mazumdar, o zamanın gevşek ve ekseriyetle üst kastlardan kişilerin önderliğindeki komünist hareketinden bir kopuş için gerekli teorik zemini (bugün bunlar “Sekiz Tarihsel Belge” adıyla bilinmektedir) var ederek siyasal bilinç kuşanmış yeni ve silahlı bir hareketi başlatmıştı. 43 sene evvelinin Naksalbari ayaklanması gerçekten de –Pekin’deki Halkın Günlüğü’nün 5 Haziran 1967’deki sayısının manşetindeki ifade ile– ‘Hindistan Üzerinde Bahar Tufanı’ idi. Çin’in bu husustaki resmi görüşü değişeli çok oluyor tabi ama o günden bu yana Hindistan’ın ezilenleri sadece savaşmakla kalmıyor; bilinçle savaşıyorlar, politik bir biçimde savaşıyorlar. Bu, gerçekten de Hindistan’daki sınıflar mücadelesi açısından nitel bir ileri sıçrayışı temsil etmektedir.”[6]

Ne var ki Jan Myrdal, Çaru Mazumdar’ın “infaz hattı”nı “19. yüzyıldaki Rusya, İtalya ve İspanya gibi diğer yoksul tarım toplumlarındaki anarşistlerin hattı” ile karşılaştırıyor ve Lenin’in 22 Ocak 1925 tarihli Pravda gazetesinde yayınlanan “1905 Devrimi Üzerine” metninden Narodnya Volya grubuna övgü ve eleştiri içeren cümlelerini aktarıyor: “(Onlar) inanılmaz bir fedakârlık sergiledikleri gibi, terörist mücadele yöntemlerinin yiğitliği ile de tüm dünyaya ilham kaynağı oldular. Onların ödedikleri bedeller elbette ki boşuna değildi. Doğrudan ya da dolaylı olarak Rus halkının daha sonraki devrimci eğitimine katkıda bulunmuşlardır. Ne var ki, bir halk devrimini yaratma hedefine ulaşamazlardı ve ulaşamadılar da.”[7]

Partinin 2006’da yaşadığı birlik sürecinden sonra bir yandan geniş bir birleşik cephe inşa etmeye, bir yandan da devrimci bir yeni demokrasi için uzun süreli halk savaşı yürütmeye yönelmesi ile Hindistan Komünist (Maoist), Çaru Mazumdar’ın önemli devrimci rolünü göz ardı etmeksizin infaz hattının “birleşik cephe” ve “uzun süreli savaş teorisi ve pratiği ile uyuşmadığına karar kılmış.

İlk kez 1958 senesinde ziyaret ettiği Hindistan’da birkaç sene yaşadıktan sonra Jan Myrdal bu ülkeyi sık sık ziyaret etmiş ve ‘58’de yazmaya başladığı “India Waits (Hindistan Bekliyor)” başlıklı kitabını 1980’de Maoistlerin Andhra Pradesh’teki silahlı birlikleri ile görüştükten sonra tamamlamış.

1980’de Jan Myrdal ile görüşen Naksalit önderlerinden Chandrapulla Reddy onu Andhra Pradesh’e gönderir. Jan Myrdal “partinin silahlı birliklerinin morali iyi olsa bile o bölgede zayıf ve hareketin de diğer Naksalist fraksiyonlar gibi Hindistan ölçeğinde merkezi bir önderlikten yoksun, çok sayıda gruba bölünmüş bir toplumsal hareketin bir parçası”[8] olduğunu söylüyor.

2010’da ise geçen yıllardaki gelişimi şu şekilde anlatıyor:

“Şu anki durum 1980’dekinden oldukça farklı; Naksalistler bölük pörçük gruplardan oluşmuyor. Parti artık Hindistan ölçeğinde örgütlü ve kökleri Hindistan’ın kadim tarihine uzanan devrimci ve demokratik bir devlet aygıtı olarak Janathana Sarkar –yani halk iktidarı– gerilla bölgelerinde adım adım hakim sınıfların devlet aygıtının yerini alıyor. Örgütün silahlı kanadı olan Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu da devletin kolluk kuvvetlerine ciddi kayıplar yaşatacak kadar kuvvetli.”[9]

Jan Myrdal partinin uzun süreli halk savaşı pratiğinin sonuçlarını şu cümlelerle aktarıyor: “Dandakaranya ormanlarında uzun süreli halk savaşı tam anlamıyla halkın savaşı halini almış durumda; bu mücadeleyi bölgenin yerli halkı, atadan kalma yöntemlerle veriyor.

“Dandakaranya devriminin yerel yönetim organı olan Janathana Sarkar’ın kendi bayrağı olması siyaseten olağan; fakat sembolik açıdan bir o kadar da önemli. Zira bu bayrağın üzerinde yer alan amblem son derece manidar. Dalit’leri ve Adivasileri simgeleyen altın sarısı iki yıldıza ev sahipliği yapan kıpkızıl zeminin üzerinde altın bir ok ve yay bulunuyor. Bunlar Adivasilerin binyıllardır kullandıkları geleneksel silahlarıdır; sessiz ve ölümcüldürler.”[10]

Şiddet meselesi

“Her daim hatırlanası ve kutlu devrimin öncesindeki bir devrin Fransa’sına ve Fransızlarına dair bir şeyler okumak gibiydi adeta. O devrim ki bin yıllık zulmü, şiddetli tek bir kan dalgası ile süpürmüştü. (…) Anımsayacak ve üzerine düşünecek olursak, İki Terör Dönemi olduğunu rahatça görürüz. Biri ateşli bir tutku ile cinayet işlerken öteki serinkanlı bir duygusuzlukla yapıyordu bunu; biri birkaç ay sürmüşken öteki bin yıl boyunca devam etmişti; Biri on bin cana mal olmuşken öteki yüz milyonların canına kıymıştı… Fakat bizim tüylerimiz ufak terörü –tabiri caizse, anlık terörü– işittiğimizde diken diken oluyordu nedense… Oysa enseye inen baltanın getirdiği ani ölüm, bir ömür boyu açlıktan, soğuktan, hakaretten, zulümden ve acılardan günbegün ölmekle kıyaslandığında nedir ki?”[11]

Jan Myrdal, Mark Twain’in “A Connecticut Yankee in King Arthur’s Court” [Kral Arthur’un Sarayında Connecticutlu bir Yanki] öyküsünden aktarıyor ve Connecticutlu Yanki’ninkine benzer bir gerçekliği yaşadığını fark ettiği anlar olduğunu itiraf ediyor. 1958’de Hindistan’da yaşamaya başladığında yalıtılmış, yabancı, üst-sınıfa ve üst-kasta has ortamda hoş ve ilginç bir yaşam sürdüğünü, Savunma Koloni’sinden bir subayın evinin üst katında kaldığını, öğleden sonraları Connaught Meydanı’ndaki kitapçılarda gezindiğini, kompradorlarla diplomatların ikamet ettiği yaldızlı Chanakyapuri Mahallesi’nde dostları ve tanıdıkları ile içkiler içip sohbet ettiğini ve Hintli aydın olarak nitelendirilebilecek çok sayıda yoldaşı ile ateşli entelektüel tartışmalara girdiğini ancak bu ortamın dışına adım attığında Hindistan’ın esas gerçekliği ile karşılaştığını anlatıyor. Hindistan’ın ezilenlerinin resmi ve gayri resmi devlet güçleri ile toprak ağalarının ve onların emrindeki paralı askerlerden gördükleri zulüm Hindistan’ın aydınları için sır değildi ve Hindistan’ın eski ve yeni kuşak yazarları bu vahşet ortamını tüm korkunçluğu ile betimlemişlerdi. Ülkenin kısmen liberal basın organların bakıldığında Dalitler ile Adivasilerin acılarına dair bir dolu röportajla karşılaşılabilirdi.

Bunun yanında, Hindistan’ın tarihi aynı zamanda isyan ve ayaklanmaların tarihi. Hindistan’da 30 sene evvelki şiddet ve karşı şiddet ortamı ile bugünkünü karşılaştırdığında Myrdal şu yorumu yapıyor: “… çok farklı değil. Tek bir fark var… O zamanlar hakim sınıfın baskılarına karşı halkın büyük ölçüde kendiliğinden patlak veren –ve çoğunlukla son derece acımasız hatta vahşi örnekleri olan– bir tepkisi vardı ve parti bunu kontrol etmeye gayret ediyordu.”[12]

Kendiliğinden gerçekleşen cinayetleri, geçmişte hatalı biçimde savunmuş olduklarını ifade ettikleri sınıfsal imha çizgisi ile benzeştirseler ve pratik açıdan bunu denetlemenin oldukça zorlu olduğunu düşünseler de, Naksalitlerin, bu şiddet eylemlerini kontrol altına almayı ve devrimin devlet organını savaş içinde inşa etmeyi başardıkları görülüyor.

Jan Myrdal köylerdeki yargılama ve cezalandırma eylemlerine verdiği örneklerle “partinin köylerde ağalarla onların kiralık serserilerinin şiddetine duyulan öfkeyi siyasi kanallara aktarmayı başardığını” gösteriyor.[13]

Jan Myrdal’ın umudu

Seksenini devirmiş Jan Myrdal’ın tanıklık ettiği birçok tarihsel başarı ve ağır yenilgi var. 1947 Madagaskar Ayaklanması ve Cezayir Bağımsızlık Mücadelesi’nden Meksika Devrimi’ne, Ekim Devrimi’nden Çin Devrimi’ne elde edilen başarıların eriyip gidişine tanıklık etmiş biri olarak olumsuz ihtimalin de asla akıldan çıkarılmaması gerektiğini belirtse de aşağıdaki satırlarında umudunu koruyor:

“…Edgar Snow’ın Çin Üzerinde Kızıl Yıldız’ı kaleme aldığı 1936 senesi ile Tianmanen Meydanı’nda Çin Halk Cumhuriyetinin sarı yıldızlı kızıl bayrağının göndere çekildiği 1 Ekim 1949 tarihi arasında sadece 13 yıllık bir halk savaşı sürecinin olduğunu anımsatmayı görevim bilirim.”[14]

 



[1] HKP (Maoist) Genel Komutanı Ganapathi ile mülakattan aktaran Saroj Giri, “Tehlikeler Büyük, İmkanlar Devasa”, Çev.: Deniz Tokgöz, Teori ve Politika 53, ss. 143-164.

[2] Jan Myrdal, Hindistan Üzerinde Kızıl Yıldız, Çev.: Sinan Jabban, Patika Kitap, İstanbul 2013.

[3] A.g.e., s. 51

[4] R. Palme Dutt’tan aktaran Jan Myrdal, a.g.e., s. 17

[5] A.g.e., s. 140. Çevirmen notlarında mirası omuzlanan isyanların ideolojik karakterlerine dair verilen bilgiler oldukça dikkat çekici:

Vahhabi İsyanı: 19. yüzyılda İngilizleri Hindistan’dan kovma amacıyla başlatılan ve Arabistan’daki Vahhabi düşüncelerden etkilenen İslamcı hareket.

Santhal: 1855-56 senelerinde Jharkand bölgesindeki Santhal halkının İngilizlere ve egemen kastlara karşı başlattıkları isyan.

Moplah: Güney Hindistan’daki Moplah’ta Müslümanların İngiliz tahakkümüne ve Hindulara karşı 1921’de başlattıkları silahlı ayaklanma.

Telangana: 1946-51 seneleri arasında Telangana’da toprak ağalarına karşı komünistlerin önderliğinde başlatılan silahlı köylü ayaklanması.

Srikakulam: 1967 senesinde Naxalbari Ayaklanması’ndan sonra komünistlerin başlattığı silahlı köylü ayaklanması.

[6] A.g.e., s. 33

[7] A.g.e., s. 36-37

[8] A.g.e., s.34

[9] A.g.e., s.34

[10] A.g.e., s.76

[11] A.g.e., s.123

[12] A.g.e., s.126

[13] A.g.e., s.128-129.

[14] A.g.e., s.41.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar