Ana SayfaArşivSayı 30Irak’ta İslami Hareket

Irak’ta İslami Hareket

G                Ö                R                Ü                 Ş

Irak’ta İslami Hareket

Engeller ve olasılıklar

Mohsen Ebrahimi

Farsçadan çeviren: Siyaveş Azeri

Propaganda taktiği, siyasal zemin oluşturma

Irak halkına ilişkin görüşlerini (ister sözümona bağımsız akademisyen olsun ister resmi devlet yorumcusu) Batılı yorumculara göre oluşturan kişilerin Irak halkını dini, etnik veya bu ikisinin bir bileşimi kimliklere göre bölmekten başka yolları bulunmamaktadır. Irak halkı ya Sünnidir ya Şii, ya Kürt’tür ya da Arap, ya Sünni Kürt’tür veya bir kısmı Şii, bir kısmı Sünni, aralarında Hıristiyanların ve Türkmenlerin yaşadığı Arap. Üstelik bu bölümleme de şu mollanın tekkesi veya öteki kabile reisinin egemenlik alanına göre daha küçük parçalara ayrılıyor. Örneğin Şii oldukları damgası yiyen şu yüzde altmışlık kesim ya El Hekim’in yandaşıdırlar ya Sedr’in feadileri, ya Hoi’nin mürididirler ya da Sistani’nin izleyicileri… Bu görüşe göre Irak halkı tek bir şey değil: Bütün insani toplumlarla ortak toplumsal ve sınıfsal dinamiklere sahip, yirmi birinci yüzyıla ait bir ülkenin yurttaşı. Bu, genelde bölgesel yorumcularca da yinelenen Batılı yorumcuların sunduğu baskın görüştür.

Böyle bir görüş oluşturma çabası her şeyden önce bu siyasal yorumcuların siyasal niyetlerine karşın kentli bir toplumda kök salmış gerçek toplumsal, sınıfsal ve siyasal temelleri bir yana bırakma amacındadır, bu gerçekleri bir yana bırakmasının da nedeni kuşkusuz somut siyasal erekler izlemesidir. Kendini etnik ve dinsel ayrımlara göre tanımlayan bir topluma el atıp biçimlendirmek Amerika için daha kolaydır. Buna karşılık, Irak toplumu günümüz dünyasının bütün uygar toplumları gibi varolan toplumsal sınıfların konumu, eğilimleri ve istekleri temelinde betimlenirse, bu toplumsal sınıflar ve güçler kendi yandaşı hareketlerin ortaya çıkmasına neden olur ve bu hareketler çeşitli sayıda siyasal partiler aracılığıyla etkinleşirse, bu siyasal partiler tamamıyla açık siyasi bir atmosferde toplumun siyasal yapısını belirlemek üzere mücadeleye ve karşılaşmaya girişirse Pentagon tanklarının maiyetinde şu mollayla öteki kabile reisine rüşvet verip şu “geri kalmış kabile toplumunu” Amerika’nın atadığı işbirlikçilerin egemenliği altında bir toplum anlamına gelen “siyasal medeniyet” seviyesine bir adım daha yaklaştıracak olan Beyaz Saray ve Pentagon görevlisi General Garner’in işi epey zorlaşır.

Amerika yeni dünya düzeni yolunu düzlemek için uygarlık yapısı dağılan, savaş şahinlerinin at koşturma alanına dönen, daha fazla çöküntü ve güvensizliğe uğramamak için çaresiz insanlarının ellerini süper güç Amerika’nın dergahına açtığı güvensiz, yapısı bozulmuş bir toplum gereksiniyor. Amerika oldukça bilinçli propaganda teknikleri ve medyası yoluyla işte böyle bir görüntüyü dünya ve Irak insanlarına yutturmaya çalışmaktadır. Göğüslerini dövenlerin, kendi vücutlarını bıçaklarla yaralayanların tam boy görüntülerini tekrar tekrar yayımlamak bu ereklerin gerçekleştirilmesi doğrultusundaki taktiklerden biridir. Irak halkına İran İslam Cumhuriyeti öcüsüyle ecel terleri döktürterek Amerikan ateşine rıza göstermesini, Pentagon’un sunduğu her türden reçetenin olduğu gibi üzerine atlamasını sağlamak gerek. Öte yandan böyle bir senaryo çerçevesinde İslamcı, ulusalcı hareketlerin ve İslam Cumhuriyeti gibi devletlerin daha fazla etkinleşme olanakları bulunmaktadır.

İslam Cumhuriyeti’nin yaşam, ABD’nin

denetim manevrası

Acaba İslamcı hareket İran’a benzer İslamcı yönetim kurma olanağına sahip mi? Doğaldır ki bu İran İslam Cumhuriyeti yöneticilerinin ve Irak’taki işbirlikçileri İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin dileğidir. Üstelik İslam Cumhuriyeti Irak’ın geleceğinin bürüneceği her biçimin İran’ın ve İslami yönetimin gelecekteki gelişmelerine etkisi olacağını bilmektedir. Irak’ın gelecek yönetiminde Amerika’nın siyasal etkisi arttığında İslami yönetimin önünü kesmek için önü daha açılacak, kendi isteğine uygun daha kolay hareket edebilecektir. Irak’ın gelecekteki siyasal yapısında seküler ve sol güçlerin etkili olması da İslam Cumhuriyeti’nin zaten titrek olan dayanaklarının altını daha da eşeleyecektir.

İslam Cumhuriyeti, iktidarının ilk yıllarındaki tüm kışkırtmalarının tersine durumun genel olarak siyasal İslam’ın ve özelde İslam Cumhuriyeti’nin aleyhine değiştiğinin bilincinde. Ana sorun artık dünya çapında siyasal İslam ve İslami yönetimin yayılıp gelişmesi değil İslam Cumhuriyeti’nin ölüm kalımıdır. Yirmi yıl önce İslam Cumhuriyeti Kerbela üzerinden Kudüs’e girip oradan da Büyük Şeytan’ın kapısını çalmak ve dünya İslam devleti ilan etmek peşindeyse de günümüzde bu gidiş tam tersine dönmüş durumdadır. Büyük Şeytan, aynı rota üzerinden İslam Cumhuriyeti’nin kulağının dibine çadır kurmuş durumdadır. Dünya İslam Yönetimi iddiasıyla işe başlayan iktidar İran’daki kendi iktidarını korumada bile aciz duruma gelmiş, halk öfkesi volkanının tüm uğursuz varlığını küle dönüştürecek günü beklerken ecel terleri dökmektedir. Bu anlamda İslam Cumhuriyeti için bile, Irak’taki manevralarının, boşa çıkan Dünya İslami Yönetimi iddiasından çok İslami hareketin yaşamını sürdürmeye yönelik olduğu açıktır. Amerika’nın Irak’a saldırısı sırasındaki çekinceleri ve arka arkaya verdiği güvenceler yanı sıra İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin (Pentagon’un Irak’ın geleceğine ilişkin hazırladığı reçete doğrultusundaki ilk oturum olan) Nasiriye Oturumu’na katılmayışı, bunun yerine Kerbela’daki siyasal yas törenlerini düzenlemesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmeye yönelik bu siyasi manevranın birer parçasıydı.

İşin aslı Amerika’nın da karşı tarafta aynı işle uğraşıyor olmasıdır. ABD, İslam Cumhuriyeti’nin güçsüzlüğünün ayırdındadır. Bazen İslam Cumhuriyeti’nin nükleer silahlara ulaşmak istemesinden söz edip Irak’ın akıbetini gösteriyor. Bazen de sınır boyunca İslam Cumhuriyeti’yle işbirliğine hayhay diyor. Bir yandan Halkın Mücahitleri’nin üslerini bombalıyor öte yandan İslam Cumhuriyeti’nden Bedir Birlikleri’ne koşum vurmasını istiyor. Bir süre sonra Kerbela merasimini görüp Halkın Mücahitleri’yle “ateşkes” imzalıyor. Bunlar, İslam Cumhuriyeti açısından yaşamını sürdürmeye Amerika açısındansa İslam Cumhuriyeti’ni istediği gibi denetlemeye yarayan karşılıklı manevralardır.

Bu siyasal gerçeklikler göz önünde bulundurulduğunda İslamcılar’ın “Ne Amerika, Ne Saddam, İslam, İslam” sloganları attığı Kerbela’daki Aşure gösterileri hangi hakikati dile getirmektedir? Acaba bu, Saddam’ın devrilmesinden sonraki ilk ve en büyük siyasal gösteri değil mi ve acaba bu dinsel-siyasal gösteri Irak’ın siyasal geleceğinde İslamcı hareketin yükselişe geçtiği anlamına gelmez mi? Acaba Irak halkı bir İslam Cumhuriyeti tehlikesiyle mi karşı karşıya? Bu soruyu yanıtlamak için Irak’taki İslamcı hareketin hangi engellerle karşı karşıya ve hangi olanaklara sahip olduğunu irdelemek gerek. Engel ve olanaklarının değerlendirilmesi bu hareketin iki uğraktaki, İran Devrimi ve şimdiki koşullar uğraklarında, konumunun karşılaştırılmasını zorunlu kılmaktadır. 1979 İran Devrimi ve bu hareketin siyasal erki ele geçirmesi siyasal İslam’ı doruğuna ulaştırdı, ne var ki yirmi yıldan sonra bu hareketin İran’da parçalanmasının zemini oluşmaktadır. Her ne kadar Amerika’nın Irak’a saldırısı bu harekete kıpırdanma olanağı sağlasa da Irak’taki İslamcı hareketin yazgısı bazen karşısında bazen yanında işlev gören çok sayıda etmenden etkilenmektedir. Aşağıda bu etmenlerden en önemlilerine değinilecektir.

Irak’ta İslamcı hareketin önündeki engeller

İslamcı hareketin İran Devrimi uğrağındaki konumu, şu anki, Irak’taki gelişmeler uğrağındaki konumundan oldukça farklıdır. Bu farklar İslami hareketin etkinlik ve etki alanını o döneme göre epey sınırlamaktadır:

1. İslami hareket İran’da büyük halk devrimine bindi, kendisini devrimin önderi olarak yutturdu ve meşruiyetini devrimci koşullardan aldı. Aynı devrimin araçlarına dayanarak insanların devrimci erekleri ve isteklerine karşı büyük bir karşı-devrimi örgütledi. Siyasal İslam hareketinin siyasal erk doruğuna oturması böyle bir bastırmanın ürünüydü. Irak’ta, İslami hareketin üzerine binebileceği, devrimin aygıtlarını kaparak karşı-devrim örgütleyebileceği ve İslami yönetim karabasanını kurabileceği bir devrim gerçekleşmemiştir. Irak’ı Amerikalılar füzeler ve bombalarla dağıttılar, Saddam’ı indirdiler, altüst olmuş toplumu işbirlikçileri yoluyla doldurmaya çalıştıkları bir iktidar boşluğuna sürüklediler. İslami hareket Irak’ta, kendisi çözülmek üzere olan bir siyasal cesedi andıran İslam Cumhuriyeti’nin yardımıyla, elinden geldiği ölçüde bu siyasal boşluğun bir köşesini doldurmaya çalışıyor. Bu, İran örneğinde olduğu gibi, siyasal erk iddiasında olan ve Batı’nın desteklediği bir hareket olma konumundan oldukça uzaktır.

2. İran Devrimi uğrağında İslamcı hareket Amerika ve Batılı ülkeler tarafından var güçle desteklendi. Bu devletlerin siyasal ve medyatik desteği olmaksızın siyasal İslam’ın İran’da siyasal erki ele geçirmesi olanaklı değildi. İslami hareket Irak’ta Batı devletleri, özellikle de Amerika için böyle bir konumda değildir. Amerika bu hareketin ancak uysal, denetlenebilir bazı kanatlarına tahammül edecektir. Amerika’nın eline eteğine dolanmadıkları sürece Irak halkına karşı istedikleri bütün cinayetleri işleyebilirler. Bu anlamda Amerika bir yandan bu hareketin bölgedeki işçi hareketine, sola ve komünizme karşı kapasitesine güveniyor, öte yandan bunlara, Amerika’nın bölge için tasarladıkları çerçeve içinde yer alabilecekleri ölçüde hareket olanağı veriyor. Bunu, gerek İslam Cumhuriyeti’nin gerek İslami Yüksek Konsey’in elebaşları iyi bilmektedirler. İran’daki İslami yönetimin her iki kanadının, arada bir yükselttikleri Amerikan karşıtı siyasal patırtılara karşın, Amerika’yla ilişki kurmak için gizliden gizliye rekabete girişmeleri nedensiz değildir. Kendi varlığını korumak için Amerika’ya rüşvet vermek durumunda olan bir yönetimin Amerika’ya karşın Irak siyasal arenasını etkileme olanağı pek bulunmuyor. Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi başkanı bile uluslararası medyayla söyleşilerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin bir kopyasını Irak’ta kurmaya niyetleri olmadığı görüntüsü vermeye çalıştı hep.

Öyleyse, İslami hareket, Amerika’yla çekişmesini ilgilendirdiği kadarıyla Kerbela’ya yürüyüş gibi törenlerle bu ülkeye karşı güç gösterisinde bulunmayı ve Irak’ın gelecekteki siyasal yapısında pay sahibi olmayı istemektedir.

3. Ortadoğu’nun varolan gelişmelerinde siyasal İslam’ın konumunu belirsizleştiren bir diğer öğe ideolojik çelişkileridir. Sekülarizme, özgürlüğe, komünizme ve insanların eşitliğine karşı olmak kadar Amerika’ya da karşı olmak bu hareketin ideolojik kimliğinin önemli bir parçasıdır. Her ne kadar bu hareketin mücahitleri geçmişte yıllar yılı Amerikan dolarıyla ve Amerikan tankları üzerinde Sovyetler’e karşı savaştılarsa da Doğu Bloku’nun çökmesiyle bu hareket varlığını koruyabilmek için kendini Amerika’ya ve İsrail’e karşı Filistin sorununa düğümledi. Amerika açısından İslami hareket bütün ideolojik öğelerini koruyabilir, ancak yeni dünya düzeni çerçevesinde yer alabilmek için demin sözü edilen ideolojik öğeden, Amerika’ya düşmanlıktan vazgeçmelidir. Buna karşılık, İslami hareket açısından bu belirleyici özellikten vazgeçmek Filistin halkının dostu ve siyasal İslami iktidar iddiasında olan bir hareketin kendi dayanaklarından yoksun bırakılması anlamına gelmektedir. Üstelik bugünlerde, işgalci bir güç olarak Amerika’nın bölgeye yerleşmesiyle bu çelişki daha da belirginleşmektedir. Güçlenmek için Amerikan karşıtı propaganda yapması ve Filistin halkı için gözyaşı dökmesi gereken hareket aynı propaganda yüzünden Amerika’yla da karşı karşıya gelmelidir.

4. Siyasal İslam’ın şimdiki görünüşü gerek dünya kamuoyu, gerek bölge, özellikle de Irak halkı gözünde 24 yıl önceki görüntüsünden oldukça farklıdır. O zaman, Batı devletlerinin medyası sayesinde, siyasal İslam dünya kamuoyuna güçlü, yetkin ve meşru bir hareket olarak sunuldu, çünkü Sovyetler’le çekişmelerinde Batı devletleri bu komünizm karşıtı ve özgürlük düşmanı olguya büyük ölçüde gereksinim duyuyorlardı. Siyasal İslam’ın İran ve Afganistan’da siyasal iktidarı ele geçirmesi, muhalefette olduğu ülkelerdeki cinayetleri dünya kamuoyunun gözünde bu hareketin gericiliğinin ölçüsünü ve en temel insan hak ve özgürlükleriyle düşmanlığını açığa çıkarmıştır. Özellikle 11 Eylül’den sonra dünya kamuoyu geniş ölçekte bu hareketin insanlık karşıtı yüzünü tanımıştır. Siyasal İslam’ın 11 Eylül’den sonra gerek dünya kamuoyu gerekse Batı devletleri nezdindeki konumu hiçbir biçimde Ayetullah Hekim’in Paris’teki önder yaratma elma ağacının altına taşınmasına ve Humeyni’nin bir karikatürüne bile dönüştürülmesine izin vermemektedir.

5. Son olarak, Irak’ta siyasal İslam’ın asıl destekçisi olarak İslam Cumhuriyeti’nin kendisi siyasal bir cesede dönüşmüş durumdadır. Elebaşları tümüyle parçalanmasını geciktirecek yollar aramaktadırlar. Kendi siyasal varoluş bunalımıyla karşı karşıya olan bir yönetim yanı başındaki ülkede İslami bir yönetim uydurma gücünden yoksundur.

Bunlar, Irak’ta İslami hareketin gerçek etkinlik ve etki alanını daraltan engellerdir. Ancak bu engellerin yanında bu hareket siyasal varlığını ifade etmek için başka etmenlerden de etkilenmektedir.

Irak’ta İslami hareketin olanakları

1. Amerikan ordusunun Irak’a saldırısı ve bölgeye yerleşmesi ölüm döşeğindeki siyasal İslam’ın bölgesel ölçekte hareketlilik kazanması için yeni bir fırsat oluşturdu. İsrail’in asıl ve eski müttefiki Amerika, kendi yandaşı Arap ülke yönetimlerinin oluşturduğu atmosfere karşın bu eski müttefikinin eline ayağına dolaşan Saddam Hüseyin yönetimini devirip Filistin’in yanı başına yerleşti. İslami hareket bu yeni ve paha biçilmez fırsata oldukça güveniyor, bu duruma, Filistin davasının biricik savunucusu olarak ortaya çıkmak için yatırım yapıyor. Amerika’nın gerici yeni düzeni siyasal İslam gericiliğine yeni bir fırsat sunmuş durumda. Yeni düzen gericiliği İslami gericiliğin hizmetine girmiştir.

2. Siyasal İslam ve Arap nasyonalizmi Filistin sorununda inisiyatifi ele geçirmek için sürekli olarak çekişmişlerdir. Arap nasyonalizmi, Amerika ve İsrail karşısında militan bir hareket olarak siyaset sahnesinden çekilmiş buna karşılık siyasal İslam Filistin sorununun gerçek davacısı olarak ortaya çıkmaya çalışmıştır. Saddam Hüseyin Arap nasyonalizmi ve İslam’ın kesişme noktasının şahsiyeti, Arap, Müslüman ve Filistin davasının tek savunucusu görünmek istiyordu. Bu, Saddam Hüseyin için, yıllarca, iç baskı ve egemenliğini pekiştirme aracı olarak iş gördü. Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve Filistin davasının savunucusu Arap önderlerin yokluğunda İslami hareket Filistin sorununu kullanmak için meydanı her zamankinden daha boş buldu.

3. Tüm bunlardan daha önemlisi Irak içindeki etmenlerdir: Irak’taki siyasal istikrarsızlık uzadıkça, toplumsal güvensizlik yayıldıkça, toplumun su ve elektrik ihtiyaçları karşılanmadıkça, eğitim ve öteki sosyal hizmetler felç durumda oldukça İslami ve etnisist güçler aynı ölçüde ortaya çıkma zemini bulacaklardır. Çaresiz, güvensiz bir toplum siyasal gericiliğin güverip büyümesinin en verimli zeminini oluşturur. İslami gericilik şimdiden, cami ve molla şebekesiyle bu işle uğraşmaktadır.

4. İslami hareketin konumunu etkileyecek en önemli etmenlerden biri seküler, özgürlükçü, eşitlikçi güçlerin Irak’taki gerçek durumudur. Özgür, insancıl bir toplumda yaşamak isteyen Irak halkının milyonlarcasının tüyleri, Irak’ın neresinde olursa olsun İslami vahşet ve İslami yönetimin ipuçlarını görmekten diken diken olmuştur. Üstelik Irak halkının bu kesimi kabile reislerinin, mollaların, şeyhlerin, CIA ve Pentagon memurlarının çadırlarında başlarına örülmek istenen siyasal çoraba karşı gelecek biçimde örgütlü değillerdir.

Bu konuyla ilgili Amerika’nın Irak toplumundaki seküler ve sol güçlerin Irak siyasal arenasında örgütlü, siyasal erki amaçlayan bir güç olarak ortaya çıkmaması için elinden gelen tüm çabayı göstereceğine dikkat etmek gerekir. Bu gücün etkin bir şekilde örgütlenmesi Irak’ın siyasal arenasının geleceğinde üstün çıkmasını daha kolaylaştıracaktır ve bu güç üstün çıktıkça Amerika’nın reçetesinin dayatılması zorlaşacaktır. Saddam baskısından kurtulmuş toplum etnisizm, din, şeyh, molla ve savaş ağalarıyla zehirlendiği ve güvensiz duruma geldiği ölçüde Amerika’nın gözettiği siyasal iktidarı, polis ve baskı aygıtlarının yeniden düzenlemesini daha kolay olumlayacaktır. Müzelerin, hastanelerin, kütüphanelerin ve üniversitelerin Amerikan askerlerinin yüreklendirici bakışları altında talan edilmesine göz yumulmasına karşın Irak devletinin güvenlik ve polis bilgilerinin tutulduğu binaların bu aynı askerler tarafından ciddiyetle korunması nedensiz değildir. Amerika işbirlikçi kabilesel-İslami-askeri bir yapı dayatmak için karanlık bir gelecek karşısında her şeye boyun eğen çaresiz insanlara gereksinim duymaktadır.

Belirleyici ikilem: Irak’ın siyasal geleceğinde etnik-dinsel gericiliğe karşı seküler ve sol güçler

Kapitalist dünya tersine bir dünyadır. Böyle bir dünyada siyasal ve toplumsal herhangi bir gerçek, halka, tersyüz edilmiş bir biçimde sunulmaktadır. Böyle tepetaklak bir dünyada Amerika devleti ve medyası Kerbela’da kendini yaralama gösterilerini kurtuluş ve özgürlük simgeleri ve göstergeleri olarak dünya kamuoyuna yutturan Irak’ın sözümona sekülarizminin ve özgürlüğünün müjdecileridirler. Dünya kamuoyu Pentagon’un siyasal planını daha kolay benimseyebilmek için CNN gözeneğinden seküler ve özgür bir toplumun yeni bir görüntüsüne kavuşmalıdır. Böyle bir görüntüde kendini kefene sarıp boyundan büyük bir kamayla başına vuran çocuk özgürlüğün göstergesidir. Irak’ta özgürlük işçilerin örgütlenme özgürlüğü, çeşitli siyasal eğilimlerin örgütlenme özgürlüğü, gazete yayımlama özgürlüğü, farklı partilerin faaliyet özgürlüğü, din ve dinsizlik özgürlüğü anlamına gelmemelidir. Seküler ve özgür bir toplumun böyle bir yorumu temelinde Beyaz Saray ve Pentagon gerilik ve gericiliğin temsilcilerinden bir bileşimi sekülarizm ve özgürlük temsilcileri olarak Irak halkına dayatamaz.

Amerika’nın askeri saldırısıyla birlikte Irak’ın ekonomik altyapısı, yönetsel düzeni ve siyasal yapısı dağıldı. Bu durum sürdükçe etnisist, dinci örgüt ve hareketlerin etkinliği ve hareketliliği artacağı gibi ekonomik gönenç, siyasal özgürlük, seküler yasa ve kurallar isteyen güçlerin işleri zorlaşacaktır. Amerika Iraklı Pentagoncu şeyhler, mollalar, aşiret reisleri ve bankacılarından oluşan Luye Corge’sini oluşturana, Irak’ın gücü ve servetinden alacakları payı belirleyene ve gözettiği düzen ve asayişi kurana kadar her yandan onlarca yeni silahlı gerici çete çıkıp halen varolan ulusal, etnik ve dinsel çetelere eklenecek ve Irak halkının yaşamını daha da karartacaktır.

Özgür, güvenli siyasal bir ortam oluşturmak Irak’ın siyasal geleceğinin belirlenmesine halkın katılımının sağlanabilmesinin ilk ve olmazsa olmaz koşuludur. Bir yandan Amerika’nın Irak toplumuna dayatmak üzere gerici bölgesel işbirlikçiler arayışı öte yandan silahlı grup ve çetelerin İslam, kabile, kavim ve ulus adına ülkenin dört bir köşesinde kol gezmeleri sürerken böyle koşullar oluşturulamayacaktır.

Amerikan ve İngiliz güçlerin Irak’tan çekilmesi ve yerlerini Birleşmiş Milletler güçlerinin alması bu durumdan kaçınma doğrultusunda bir ilk adım ve sadece bir ilk adım olabilir. Üstelik bizzat Birleşmiş Milletler gerek Irak’ta gerek dünyadaki ilerici, seküler güçler tarafından böyle koşulları oluşturmak üzere ciddi bir şekilde çabalaması için baskı altında tutulmalıdır.

Siyasal erk sorununu son çözümlemede güç çözer. Irak halkının özgür ve gönençli bir yaşamı olmasını isteyen güçler kuşkusuz sayısal açıdan kalabalıktırlar. Ne var ki güçleri örgütlülüklerine bağlıdır. Bu güçler örgütlendikleri takdirde Irak toplumundaki en güçlü sese sahip olacaklardır. Yıllar süren baskı sonucunda sessizliğe gömülen Iraklı milyonlarca işçinin sesi bu güçlerin en önemlisidir, bu güç en küçük siyasal açılmada ortaya çıkıp Irak siyasal atmosferini altüst edebilir. Irak Komünist-İşçi Partisi, Irak’ın siyasal geleceği konusundaki farklı görüntüsü ve programıyla bu belirleyici uğrağa katılan söz konusu güçler arasındaki en bilinçli, en öncü ve en örgütlü kesimdir.

Bu parti açısından Pentagon’la gerici kabile reisleri, İslamcı şeyh ve mollalar arasındaki oyun ve anlaşmanın ürünü olan hiçbir iktidar meşru değildir. Bu parti açısından bu yolla oluşacak hükümette General Garner, (Pentagon uşağı sabıkalı bankacı) Ahmet Çelebi, (bir gün Saddam’ın elini öpen, öteki gün Hameney’in eteğine kapanan, bir başka günse George Bush’un dizlerine kapanan) Barzani ve Talabani ve (İslam Cumhuriyeti’nin oyuncağı) Ayetullah Hekim söz sahibi olacaklar, Irak halkının payına ise susmak düşecektir. Bu parti açısından böyle bir iktidar yerleşip istikrara kavuşursa Irak’ı Baas rejimi yerine ABD denetimindeki kabile reisleri ve şeyhlerin at koşturduğu bir alana çevirecektir. Genelde Irak halkının özelde Iraklı işçilerin payına düşense siyasal baskı, toplumsal hukuksuzluk ve ekonomik yoksunluk olacaktır.

Siyasal atmosfer açık ve güvenli olduğu ölçüde böyle bir karanlık senaryodan kaçınma şansı da artacaktır. Seküler güçler, kabilesel, yasal ve siyasal yapıyı etnik ve dinsel kurallardan arındırmak isteyen güçler, Irak halkını eşit ekonomik ve siyasal olanaklardan yaralanmaya layık gören güçler ancak böyle bir durumda güçleneceklerdir.

Böyle bir geleceği biçimlendirmede Irak Komünist-İşçi Partisi’nin konumu önemli bir etmendir. Komünist-İşçi Partisi’nin Bağdat, Musul, Kerkük, Nasiriye ve öteki kentlerdeki bürolarının çalışmaya başlaması bu yönde atılan ilk adımdır. Komünist-İşçi Partisi ve Irak toplumunun tüm seküler, özgürlükçü insanları böylesi koşullara doğru ilerleme yolu üzerinde İslamcı ve nasyonalist güçlerden oluşan bir orduyla ve Amerika’nın bu güçleri dayatmasıyla karşı karşıyayken, gönenç ve özgürlük isteyen işçiler, kadınlar ve gençlerden oluşan büyük bir safın yanında yer alıyorlar.

Şehrvend dergisi, 2 Mayıs 2003

Mohsen Ebrahimi İran Komünist-İşçi Partisi Merkez Komitesi üyesidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar