Ana SayfaArşivSayı 35-36Ezilenler ve Marksizmin politika anlayışı üzerine

Ezilenler ve Marksizmin politika anlayışı üzerine

 

Ezilenler ve Marksizmin politika anlayışı üzerine

İ. Veli Saltık

Üç ayrı zıtlık

Politika parçayla, bilim bütünle ilgilenir. Bilim süreçle, varlığı bütünlüğü içinde kendine nesne edinerek ilgilenirken; politika belirli bir anla, parçalarla, onların zıtlıkları ve uzlaşmaları (felsefi değil politik) ile ilgilenir. “Uzlaşmaz sınıflar yalnızca üretim ilişkilerinin sınırları içerisinde uzlaşmaz”dır (Lenin), bu uzlaşmazlıktan (felsefi değil bilimsel) politik sonuçlara varanın vay haline. At kavramı asla at yarışında oynanacak atlardan biri olamaz.

Lenin, erken çalışmalarından birinde şu değerlendirmeleri yaparken, Marx’ın epistemolojik kopuşunu vurguluyor: “Toplumbilimde materyalizm görüşünün kullanılması aslında dahice bir görüştü. Doğal olarak, şimdilik ancak bir varsayımdı, fakat tarihsel ve toplumsal sorunlara kesin olarak bilimsel bir yaklaşım olanağını ilk defa yaratan bir varsayımdı.”[1] “Gerçekten de herhangi bir şeyi ‘üçlülerle’ ‘ispatlamanın’ saçma olduğu, hiç kimsenin böyle bir şey yapmayı düşünmediği kesin olarak açıklandığında, ‘diyalektik’ süreç örnekleri ne önem taşıyabilir? Bunun ancak öğretinin kaynağını gösterdiği, bunun ötesinde hiçbir şey göstermediği açık değil midir?[2]

Böylece üç ayrı alanda üç ayrı zıtlık beliriyor: Felsefi, sadece anlamayı kolaylaştıracak bir ifade dışında anlamı olmamak kaydıyla bilimsel, ve kıran kırana mücadele anlamında politik. Bu alanlardan birini diğerinin alanına ilişki kurmak amacıyla genişletmek üçünü de yitirmek, Marksizmin bütünselliğini bozmak anlamına gelir. Sonuç; felsefi olarak anlaşılan bilim, bilimsel olduğu düşünülen politika olur.

Beheşti ‘Bilimsel politikacılar’a karşı

İran İslam Devrimi ideologlarından Beheşti soruyor: “Diyalektik materyalizm taraftarları ‘sadece zıtlık hareketin nedenidir’ diyorlar ve onun üzerinde duruyorlar. Sanıyorlar ki bu yolla dünyadaki tüm gizli noktaları aydınlatmışlar. Hiç tezatın anlamı üzerine düşünmemişler. Zıtlık felsefi mi, yoksa mantıki mi? Dahili mi harici mi?” Devam ediyor: “Kapitalist düzende işçiler çalışma yoluyla, güç arttırma yoluyla ilerliyorlar. Bu ‘sınırlı yükseliş’ bir oluşum değil midir? Kendi kanunlarına göre; her oluşum zıtlık içeriyor da bu oluşum zıtlık içermiyor mu? İşçilerin gücünün artması bir oluşum değil mi? Amerika’da gecekondularda yaşayan 60 milyon zenci, o ülkede her ne zaman ayaklanmaya kalkışıp, mücadeleye başlamak istemişlerse, onların özgürlük haykırışları kanla bastırılmıştır. Bu 20. asrın oluşumlarından biri değil midir? Amerikalı Kızılderililer Beyaz Saray’ın siyasetine –ki dünya müstekbirlik sembolüdür– itiraz için 151 günde beş bin kilometre yürüyüş yapmışlardır. Bunlar mustazaf değiller midir? Neden böyle oluşumları zıtlık kanununun dışında kabul ediyorsunuz? Bunlar şunun nedeni değil mi: Zıtlığı bir oluşum içine sokmak yerine en iyisi ve lazım olan iki oluşum arasına sokmaktır. Bir kerecik de olsa kendi yanlışlarını itiraf edip, müstekbirlikle mustazaflığın iki zıt oluşum olduğunu kabul etsinler. Onlar arasındaki rabıta zıtlık rabıtasıdır. Aynı kurt ile kuzu, şahinle serçe ve insan bedenindeki mikropla akyuvarların arasındaki rabıta gibidir.”[3]

Teori ve Politika diyalektik üzerine tartışmaktan hep uzak durdu. Öncelikle bilim, felsefe ve politika arasındaki ayrımları vurgulamak gerektiğini savundu. Çünkü onlar epeydir karmakarışık edilmiş, biri diğerine indirgenmişti. Onları, Marksizmin bütünselliği için biri diğerine halel getirmeyecek şekilde kavramak, ilişkiden önce ilişkisizliğe vurgu yapmayı gerektiriyordu. Teori ve Politika, ne bilimden ve yasalılıktan taviz verdi, ne kayıtsız şartsız materyalizmden, ne de devrimci politika savunusundan.

Beheşti’nin eleştirisi, özcülük karşıtı felsefe ve ideoloji adına her türlü bütünlüğün reddine dayanan politik sonuçlara varan post-modern eleştiriden daha fazla ciddiye alınmalıdır. O, bütünlüğü de zıtlığı da eksik ama çok doğru bir yerden anlıyor: Politik alandan. Zıtlığı anlarken sadece politikayı, kurt ile kuzu, şahinle serçe, ezen ile ezilen, dost ile düşman arasındaki zıtlığı anlıyor. Ona göre zıtlık ayrı oluşumlar arasındaki mücadeleden başka bir şey değil. İki ayrı oluşum arasında zıtlık: bir taraf ol, yoksa bertaraf olursun!

Aydınlanmacılar temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp “İran’da İslamcılar sosyalistleri kandırmadı mı? Gericilere güven olmaz” lafını önümüze koysunlar. Tarihin ironisine bakın: Metafizik, çağdışı, gerici bir kafa döneminin Marksistlerine nazaran gerçekle daha sağlam bir ilişkiye giriyor.

İlişki kurduğunu düşünmekle ilişki kurmak arasında fark olsa gerek. Burada bahsedilen hem bilim-politika ilişkisi hem de politik bir oluşumun gerçekle dolaysız ilişkisi. Beheşti’nin hasımları konjonktürde tüm bir tarihi göredursunlar ve yöntemlerinin onlara verdiği üstünlükle gereksiz, tarih-dışı mücadeleleri eleyiversinler. Öyle ya, Tarihin çöplüğü ile uğraşmaya ne hacet; oysa “Belli bir konjonktür, ne ilgili toplumdaki temel sınıf çelişkisinin yansıdığı bir görüngü, ne de politik bir stratejinin (şaşmaz) ilkelerine içkin olmak durumundadır. An veya parça, bütünü içermez. ‘Varlık’tan dolaysızca ‘oluş’a veya ‘oluş’tan dolaysızca ‘varlık’a gidemeyiz. Toplumsal varlığın kavranabilir bir tarihsel bütünlüğü ve hareket yasaları olmasıyla, aynı toplumsal varlığın, içinde bulunulan andaki oluşu, kategorik bir ayrıma tabidir ve birincisi bilim, ikincisi politikanın konusudur. Eğer içinde bulunulan an, şimdiki zaman, bir toplumsal varlığın bilim tarafından ortaya konmuş anatomisinin bir görüngüsü olsaydı, politikaya hiç gerek kalmaz; gereken, basit ve teknik bir uygulama olurdu.”[4]

İslamcı harekette değişim

Kur’an’da Kasas suresinde annesi tarafından bir sepete konulup nehre bırakılan Musa’nın Firavun tarafından yetiştirilmesi ve sonunda dönemin ezenlerini, Firavun’u ve Haman’ın ordularını alt etmesi anlatılır. Bu, Musa’nın pratiğinin, bunun sonucu olarak bilincinin ve ümmetinin değişmesi idi.

ABD’nin yeşil kuşak projesi de sonunda kendisi karşısında yepyeni bir mücadele pratiği yarattı. Bu, mücadele edenleri, yalnızca onların ideolojileriyle yani kendi bilinçleri ile yargılayanların göremeyeceği bir değişimdi. Değişimi anlamak için onları mücadele içindeki ideolojileriyle anlamak gerekiyor.

20. yüzyıldaki değişimin kökenlerini geçmişe doğru izlemek bugünün anlaşılması açısından önemli. R. İhsan Eliaçık, İslam’da siyaset düşüncesinde üç evrilmeden bahsediyor.[5]

Birinci evrilme Halifeliğin gerilemesi ile birlikte devleti kurtarma işine yöneliyor.[6]

İkinci evrilme kurtarılacak devlet kalmadığından devlet kurmaya yöneliyor. Bu da Asya ve Afrika’da onlarca devlete ve emperyalist güçlere karşı devrimci mücadele demek.

Üçüncü evrilme ise birkaç başarısız iktidar pratiği sonucu devletin ne olduğunun sorgulanmasına yöneliyor. (Ayrıksı bir okul olan Mutezile’ye ilginin bu dönemde yükseldiği kaydedilmeli.)

Her dönemde uzlaşmacı ya da devrimci, doktriner ya da dinamik politik algı sahibi, geleneksel ya da modern ideologlar ve militanlar bulunur. Şii ve Sünni ideolojilerden kopma çabaları günümüzde çeşitli İslami hareketleri yakınlaştırmış durumda.

Günümüze önemli etkileri olması gereken yüz yıllık ideolojik ayrımların bulunduğumuz konjonktürde fiili politik varlık olarak izini sürmek için ciddi bir çaba gerekiyor.

Travmatik geçmişine[7] saplanıp kalan tarihsel Marksizm ise kendini hâlâ programatik ve devletlü[8] dönemindeki gibi, İslamcılığı ise ya politik olarak sadece emperyalistlerle ilişkileri çerçevesinde ya da halkın afyonu olarak Muhammed’den bu yana kesintisizce gelen yekpare bir gerici ideoloji gibi anlıyor. “Onlara göre, tarih, sabit özne kimliklerin mücadelesidir. Özne yaratılmaz, tersine yaratır onların anlayışına göre…” oysa “her konjonktürün öznesi farklıdır.”[9] Böylelikle aslında epey önce yapılması gereken ve politik mücadele için gerekli ilk şart olan politik sınıflama, ayırma işinden kaçılıyor.

Burada da böyle bir sınıflama işine girişilmeyecek ama politik sınıflama işinin zorunluluğu kaydedilecek. Allah hiçbir Marksisti iki ayrı peygamber görmekten düşürmesin: ‘Ezilenlerin ve ezenlerin peygamberi’.

Mücadelenin yeni filizleri

Yerelin, parçaların direnişinin yükselişi ile devrimci yıkıcılığın küresel yükselişi el ele gidiyor. Ezilenler mücadelesinin bu parçalanmışlığı; yıkıcılığı, şiddeti öngörmeyen yerel direnişlerin düşmana karşı güçlü bir yapıcı konum elde etmesinin mümkün olmadığı günümüz koşullarında devrimci politik niteliklerini yitirmelerine yol açarken, şiddeti öngörenlerin ise kendisi güçlü bir konum elde edemese de düşmanın alanlarına saldırarak gerçek politik etkiler yaratmasına olanak sağlıyor.

Arif Dirlik, yerelciliğin geleneksel ya da modern bir yönelim olarak hiçbir zaman yok olmadığını ancak bastırılmış, ve modernitenin muhtelif ideolojileri içinde marjinalize olduğunu belirtiyor. Yeni durumu ise kalkınmacılığın sonunun işareti olmaktansa kapitalizmin gelişmesinin yeni bir aşamasına ilişkin görüyor. Yerelin, üretimin ulusöteleşmesi ve yerel olarak üretimin ulus altı bölgelere parçalanması anlamında geleneksel biçimlerden farkına işaret ediyor. Bu anlamda hem sermayenin manipülasyonlarına açıklığını, hem de modern öncesi baskı biçimlerini yüceltmesi ihtimalini yerelin açmazları olarak koyuyor.[10] Marksizmin modernizmden etkilenmiş politika anlayışı biçimleriyle hesaplaşma ve yerel hareketleri politik olarak sınıflama işi bu durumda giderek önem kazanıyor.

Marksizm, yeni dönemin açıklamasını idealizm bulaşıklığı olmayan bir şekilde gerçekleştirene kadar, dönemi sadece konjonktürel anlamak gerekiyor. Dönemle uygun ilişki kurmak için bu şart. Dönemin yapısallığına vurgu yapan teoriler fazlaca ideolojik görünüyor.[11] Sürekli farklı biçimlerde ortaya çıkan idealizm türleri, toplumsal ilişkilerin maddi ve ideolojik biçimlerini ayırmayan; belirlemeyi, yasalılığı kabul etmeyle etmemeyi birlikte götürmeye çalışan düşünceler, Marksizmin tarihi boyunca, çatısı altında ya da dışında ona sürekli eşlik etti. Uyanık olmak için bilimi olanaklı kılan, maddenin formları arasında doğadan üretime, üretimden topluma, toplumdan düşünceye belirleme ilişkisini gören ontolojik materyalist ilke sürekli akılda tutulmalıdır.

Ezilenlerin, ideolojilerini ve mücadele pratiklerini önemsemeli, onlardan öğrenmeli, konjonktüre uygun örgütsel biçimlere açık olmalı ama onların kendiliğinden ideolojilerinden biri derecesine de düşmemeliyiz. Yoksa ezilenlerin ideolojik çeşitlilikler denizinde boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Bu denizde boğulmamak için kerteriz noktası olarak Marksizm işlevseldir. Onu da doktriner ideolojik biçimlerinden ayıklamak, koskoca tarihiyle eleştirinin sonuçlarından korkmadan hesaplaşmak gerek.

 



[1] Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir?”, Çev.: Süheyla Kaya, İsmail Yarkın, Seçme Eserler C. II, İnter Yay., İstanbul 1997, s.312.

[2] A.g.e., s.339.

[3] Beheşti, Kur’an’da Mustazaf, Çev.: Serdar İslam, Objektif Yay., İstanbul 1992, s.76-77.

[4]Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika 1, Kış 1996, s.18-19.

[5] R. İhsan Eliaçık, Adalet Devleti Ortak İyinin İktidarı, Bakış Yayınları, Şubat 2003.

[6] Yavuz Ermeç bu döneme ilişkin Marksizmin uygun politik konumunu belirtiyor. “19. yüzyılın başında, Sırplar ve Grekler Osmanlı devletine isyan ettiğinde ezilenlerin dini Hıristiyanlıktır.” Yavuz Ermeç, “Aydınlanmanın ‘Son Zafer’i İslama Karşı mı Olacak?”, Teori ve Politika 32-33, Güz 2003 – Kış 2004, s.181.

[7] “Politik Marksizm, geçmişin başarıları ya da başarısızlıklarına ama ille de geçmişine fazla gömülmüş bir halde, yeni ufuklar arayışını yitirdi. Politik Marksizm, geçmişin sınırlayıcılığından sıyrılmalı ve fethedici akınlar düzenlemeyi yeniden pratiğine katmalıdır. Marksistler, tarihin kendilerine verdikleri öz-hoşnutluk ve kibirden sıyrılmalı ve dünyadaki her düşünce ve eylemden öğrenmeye bakmalıdır.” Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, Teori ve Politika 24-25, Güz 2001 – Kış 2002, s.25.

[8] Teori ve Politika sayfalarında programatik dönemin kapandığı ve politik olarak yeni bir dönemde olunduğu sürekli vurgulandı.

“Başarılı devrimleri sürdürme gibi bir öncelikle değil iktidarda olmadığımız bir konjonktürde, tüm ezilenler mücadelelerini kapsama önceliğiyle karşı karşıyayız. Homojenleştirmeksizin kapsama!” Ali Osman Alayoğlu, “Barbarlar ve Asiler”, Teori ve Politika 26, Bahar 2002, s.75.

“Politik iktidarı fethetme hedefinden vazgeçmemiz söz konusu edilemez, ama bugün bu hedef gerçekçi bir nitelik arz etmiyor. Dolayısıyla, onu sanki gerçekten ele geçirebilirmişiz gibi bir ‘programatik devrimcilik’ konjonktürel bir mesele olmaktan uzak bulunmaktadır bugün.” Melik Kara, “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, Teori ve Politika 32-33, Güz 2003 – Kış 2004, s.189.

[9] Melik Kara “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, a.g.e., s.196.

[10] Arif Dirlik, “Yereldeki Küresel”, Çev.: Selen Göbelez, Conatus S. 1, Şubat-Mayıs 2004

[11] Örneğin Negri kapitalist gelişimi dönemlere ayırıyor ve şunları söylüyor: “daha ikinci endüstri devrimi sırasında ve özellikle profesyonel işçiden kitle işçisine geçişte değer kuramının önemli özelliklerinin kaybolmaya yüz tuttuğunu not edelim. (…) ‘üretken emek’ ve ‘üretken olmayan emek’ arasındaki, ‘üretim’ ve ‘dolaşım’ arasındaki, ‘basit emek’ ve ‘bileşik emek’ arasındaki bütün ayrımlar düşer.(…) apriori (önsel), önceden anlaşılabilirlik yoktur; sadece yaşanacak olanın a posteriori doğruluğu vardır” diyor. (A. Negri, “Marx Üzerine Yirmi Tez”, Çev.: Erol Doğan, Conatus S. 1, Şubat-Mayıs 2004, s.94-95.

M. Kayaoğlu’nun vurgusuyla “öznenin politik alan dışına çıkarılarak toplumun tüm düzeylerine, hatta üretim alanına kadar yayılması, dar-Marksistlerle post-Marksistlerin ‘anlayış düzeyinde’ ortak olduğu hususlardan birini teşkil ediyor.”  (“Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, Teori ve Politika 24-25, a.g.e., s.9.) Böylece belirleme reddediliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar