Ana SayfaGüncel Yazılar15-16 Temmuz Darbe Girişimi ve Devrimci Tutum

15-16 Temmuz Darbe Girişimi ve Devrimci Tutum

17 Temmuz 2016

TSK’ne bağlı bazı birliklerin 15 Temmuz’da başlattıkları ve görüldüğü kadarıyla başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi, bir dizi soruyu da beraberinde getirdi. Henüz konunun detaylarına ilişkin gerçek verilerin yeterince bilinmediği ve büyük olasılıkla öğrenilmesinin de engellendiği bugünlerde 15-16 Temmuz darbe girişimi hakkında tutarlı ve kapsamlı bir değerlendirme yapmak çok zor. Dolayısıyla ben burada böyle bir değerlendirme yapmaktan çok, bu darbe girişimine nasıl yaklaşmak gerektiği üzerinde duracak ve bu darbe girişiminin ve Erdoğan kliğinin bunu izleyen karşı-darbesinin olası sonuçlarına ilişkin tahminlerimi dile getireceğim.

Türkiye sol ve devrimci hareketinin çeşitli bileşenlerinin hemen hemen hepsi 15-16 Temmuz darbe girişimini, “Her ikisi de kahrolsun! ” biçiminde özetlenecek bir tarzda değerlendirdi. Birkaç örnek üzerinde duralım.

1) Halk Cephesi, 16 Temmuz 2016: “ ‘Demokrasi Savaşçılığı’ Faşist AKP’ye Kalmadı!.. ”

“Demokrasi savunuculuğu ve savaşçılığı AKP’ye kalmamıştır. AKP karşı karşıya kaldığı darbeyi bertaraf etmiş olmakla demokrasi koruyucusu bir güç haline gelmemiştir… Darbeciler gayrı meşru, AKP meşru bir güç değildir.”

2) Devrimci Proletarya, 16 Temmuz 2016: “Yaşasın İşçi Demokrasisi…!”
“Sermaye’nin yönetim krizinde bizi taraf etmeye çalışanlara karşı kendi sınıfımızın Özgürlüğünü istiyoruz! ”
3) Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanları, 16 Temmuz 2016: “Darbenin her türlüsüne karşıyız”
“AKP liderliğinde yürütülen saray darbesi sürecine karşı olduğumuz kadar, dün ordunun içindeki bir klik tarafından girişilen darbeye de karşı olduğumuzun altını çiziyoruz.”
4) Halkevleri, 16 Temmuz 2016: “Ne askeri ne sivil diktatörlüğe izin vereceğiz! Özgür, demokratik, laik bir ülke için mücadele edeceğiz! ”

“Ne tanklarla sokakları işgal edip meclisi bombalayarak darbe girişiminde bulunanların ne de neoliberal-İslamcı bir diktatörlük kurmak uğruna ülkeyi bu noktaya sürükleyen AKP iktidarının Türkiye halklarının çıkarına dönük en küçük bir adım atma ihtimali vardır.”

5) Birleşik Haziran Hareketi, 16 Temmuz 2016: ”HAZİRAN’dan darbe girişimi açıklaması”
“Türkiye’nin ilerici, sosyalist güçlerinin ve emekçilerin darbecilerden ya da TSK’dan hiçbir beklentisi olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Demokrasinin ve özgürlüğün ne anlama geldiğini AKP’den ve onun arkasındaki bilcümle sermaye güçlerinden, cami hoparlörlerinden öğrenecek değiliz.”

Başka bir dizi ilerici ve devrimci grup ta, somut koşulların somut analizi ilkesiyle taban tabana karşıt benzer tavırlar aldılar.
Öte yandan Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın HDP adına
“HDP, her koşulda ve ilkesel olarak her tür darbeye karşıdır” biçiminde bir açıklama yapmakla yetinmesi ve İslami-faşist AKP, faşist MHP ve Kemalist gerici CHP ile birlikte darbe girişimini kınayan ortak deklarasyona imza atması doğru olmamıştır. Anımsanacağı üzere bu deklarasyonda, diğer şeylerin yanısıra şöyle deniyordu:
“Milletimiz, bütün dünyaya örnek olacak şekilde darbenin karşısında durmuş ve kanlı darbe girişimini engellemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve kurumlarını canı pahasına koruyan bu aziz millet her türlü övgü ve takdiri ziyadesiyle hak etmektedir. Bu uğurda canlarını veren şehitlerimize milletçe minnettarız ve o kahramanlarımızı da asla unutmayacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu aziz ve kahraman milletin temsilcisi olarak milletimizin verdiği yetkiyle bombaların ve kurşunların altında görevini ifa etmiş, bir kez daha milletine layık bir Meclis olduğunu göstermiştir. Unutulmamalıdır ki, TBMM, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştiren, demokratik parlamenter sistemi yıllar içinde geliştirmiş, bir milleti yokluk ve yoksulluktan alıp muasır medeniyet seviyesine çıkarmanın mücadelesini vermiş bir meclistir. Meclisimiz tek yürek, tek vücut olarak büyük bir cesaretle darbeye karşı haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Darbecilere gereken cevabı, dünyaya da gereken mesajı vermiştir.”
HDP’nin 15-16 Temmuz darbe girişimin kınaması anlaşılabilir. Ancak HDP açısından doğru olan; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının düşmanları ve katilleriyle ortak bir deklarasyona imza atmak yerine, kendi imzasıyla bir açıklama yapması ve burada, 15-16 Temmuz darbe girişiminin yanısıra Türkiye Kürdistanı, Türkiye, Suriye, Irak, Yemen, Libya gibi ülkelerde Türk gericilerinin de aktif katkısıyla işlenen cinayetleri ve kıyımları da kınamasıydı.

* * * * *

Devrimci grupların açıklamalarına dönecek olursak şunu söyleyebilirim: Aslında bu ve benzer sözleri söylemek, hiçbir şey söylememek ve dahası hiçbir şey söylemediğini gözlerden saklamak anlamına geliyor. Bütün ezilen ve sömürülen sınıf ve katmanların çıkarlarını savunan Marksistler ve tutarlı devrimciler, hangi yolla işbaşına gelmiş olursa olsun burjuva iktidarının bütün biçimlerine (anayasal monarşi, askerî ya da faşist diktatörlük, burjuva demokrasisi vb.) karşıdır. Onlar, büyük çoğunluğu gerici nitelik taşıyan askerî darbelere de karşıdırlar. Çünkü onlar, hepsi de küçük bir sömürücü azınlığın çıkarlarını savunan ve ezilen ve sömürülen işçi ve emekçi yığınları ve ezilen ulustan/ uluslardan sömürülen -emekçiler üzerinde bir diktatörlükten başka bir şey olmayan burjuva devlet biçimlerine karşı Sovyet iktidarını savunurlar. ANCAK bu gerçeği bir papağan gibi yineleyip durmak bizi bir adım bile ilerletmez. Buna, devrimci güçlerin kendi öz güçlerini seferber ederek sokağa dökülmeleri yolunda, altı dolu olmayan ve lafta kalan çağrılar yapmayı da katabiliriz. İlke olarak siyasal gericiliğin tüm biçim ve fraksiyonlarına karşı olduğunu söylemek işin ABC’sidir. Bu kadarını her devrimci sempatizan zaten bilmektedir.

O halde şu soruyu sormalıyız: 15 Temmuz gecesi itibariyle karşı karşıya gelen güçler kimlerdi ya da kimleri temsil ediyordu? Bu iki taraftan hangisinin zaferi ya da üstün çıkması Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının yararınaydı? Burada bu soruların hepsine doyurucu yanıtlar veremesek de kaba çizgileriyle doğru bir değerlendirme yapabiliriz.

15-16 Temmuz darbe girişimini yapanların siyasal kimlikleri konusunda AKP gericiliğinin yaptığı yaygara ve bu yaygaranın gönüllü propagandisti konumundaki kişi ve çevrelerin, yani ulusalcıların, neo-Kemalistlerin, liberallerin, muhalefet partilerinin ve Batılı emperyalistlerin söylediklerine bakmanın bizi pek fazla aydınlatmayacağı açık. Ordu, yargı ve devlet aygıtı içinde Fethullah Gülen yanlılarının varlığı bir gerçek; ancak onların etki ve gücünün -bilinen nedenlerle- AKP gericiliği tarafından ölçüsüzce abartıldığı ve Erdoğan’a tam olarak biat etmeyen herkesin; “vatan haini”, “terörist” vb. olarak nitelenmesinin yanısıra “Gülenci” vb. olarak damgalandığı da bir gerçek. 15-16 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan kliğinin, TSK içinde yapmaya hazırlandığı geniş-ölçekli tasfiye operasyonuna karşı bir çıkış olduğu anlaşılıyor. Haklı ya da haksız bir biçimde “Gülenci” olmakla yaftalanan 15-16 Temmuzcuların amaçları konusundaki bilgimiz onların, Yurtta Sulh Konseyi adına yaptıkları açıklamanın çok ötesine geçmiyor. Onlar burada şöyle demişlerdi:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, anayasal düzenin, demokrasinin, insani hak ve özgürlüklerinin tekrar temin ve tesis, ülkede hukukun üstünlüğünün yeniden hakim kılınması, bozulan asayış düzeninin tekrar sağlanması maksadıyla ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.
“Tüm uluslararası anlaşmalarımız ve taahhütlerimiz geçerliliğini korumaktadır. Tüm dünya ülkeleri ile iyi ilişkilerimizin devam edeceğini temenni ederiz…
“Bu ahval ve şerait altında yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla kurduğu TSK ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesinden hareketle milletin bekasını devam ettirmek, hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak, yolsuzluğu engellemek, terörizm ve terörün her türlüsüyle mücadele etmek.”

Peki, karşı tarafta kim var? Nedense herkesin unuttuğu bu gerçeği bir kez daha anımsatmak zorundayım: Karşı tarafta;
a) Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde en büyük yolsuzluk, yağma, hırsızlık ve rüşvet olaylarının mimarı,
b) Devlet aygıtının hemen hemen tümünü eline geçirmiş ve varolan anayasayı ve burjuva hukukunu açıkça ve pervasızca ayaklar altına almış,
c) TBMM’ni içi boş bir kabuğa dönüştürmüş ve burjuva muhalefet partilerine bile katlanamadığını söylemi ve eylemiyle kanıtlamış,
d) Türkiye’yi, evlere hapsedilen kadınlarına ve işçilerine karşı işlenen cinayetlerde rekorlar kıran bir ülke haline getirmiş,
e) Alevileri, Kürtleri ve bağnaz Sünni olmayan herkesi açık ya da potansiyel düşman ilan eden, dinsel gericilik ve bağnazlığı toplumsal yaşamın bütün alanlarına yaymak için sistemli bir çaba harcayan ve ve harcamakta,
f) En masum ve sıradan bir eleştiri ya da protestoyu bile terör eylemi olarak gösteren ve polis zoruyla bastırmayı sıradan bir davranış haline getirmiş ve dolayısıyla ülkede adı konmamış bir İslami-faşist rejim kurmuş,
g) Türkiye’nin doğal çevresini ve tarihsel dokusunu kendisinin ve yakınlarının bitmek tükenmek bilmez kar hırsının kurbanı haline getirmiş ve en önemli kuruluşlarını özelleştirerek yabancı şirketlere satmış,
h) Son aylarda Türkiye Kürdistanında yaptığı kıyım operasyonlarında binlerce, onbinlerce Kürt emekçisini ve gencini acımasızca katletmiş ve onların yaşadığı köy, mahalle ve ilçeleri birer yıkıntıya çevirmiş,
i) Beslediği, eğittiği, donattığı cihatçı çeteleri ve Suriye ve Irak’a gönderen ve yüzbinlerce Arap, Kürt, Ezidi, Hristiyan vb. insanın ölümünden ve bu ülkelerin doğal kaynaklarının vb. yağmalanmasından doğrudan sorumlu,
j) Türkiye ve Kürdistan’ı, Suriye, Irak vb. ülkelerden kaçan ve çoğu, bu ülkelerden gelen/ kaçan mülteciler arasında yuvalanan onbinlerce teröristin ve onların çeşitli düzeylerdeki yöneticilerinin karargahı haline getirmiş, 
k) Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Ukrayna’da en gerici ve en şoven parti ve gruplarla ilişki kurarak savaş kışkırtıcılığı yapmış ve yapmakta vb. olan azgın gerici bir klik var.

Bu durumda Erdoğan kliğinin, en azından son birkaç yıldır Türkiye ve Kürdistan halklarının BAŞ DÜŞMANI olduğu açıktır. O halde bu kliğin devrilmesi ve iktidardan uzaklaştırılması; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının zararına değil, yararınadır. Erdoğan kliğinin devrilmesi ve iktidardan uzaklaştırılması; en azından ABD emperyalistlerinin onu destekleyen ve neo-con olarak bilinen neo-faşist fraksiyonuna, Britanya ve Fransa emperyalistlerine, Siyonist İsrail’e ve onların da teşvik ve desteğiyle Suriye ve Irak’ı yangın yerine çeviren ve Rojava halkı da içinde olmak üzere bu ülkeler halklarına karşı savaşan İslami terör çetelerine ağır bir şamar vurulması sonucunu verebilir. Ne yazık ki, kendisini solda gören pek çok insan karşımızda; Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bir dizi devletin sınırlarının değiştirilmesini ve bu bölgelerdeki devletlerin birbirleriyle çatışması ve zayıflatılmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı olduğunu bir çok kez açıkça söylemiş olan bir kişi ve tümüyle onun güdümüne girmiş bir Türk burjuva devletinin olduğunu unutmuş gibi.

Bu söylediklerime, 15-16 Temmuz darbe girişimini yapanların da bütün bu konularda benzer bir rota izleyecekleri söylenmek suretiyle yanıt verilebilir. Bu, zayıf da olsa mutlaka dikkate alınması gereken bir olasılıktır elbet. Gene de, başarılı olmuş olması halinde Yurtta Sulh Konseyi’nin; Alevi-Sünni çatışmasını kışkırtma, Türkiye’yi bağnaz Sünniliğin egemen olduğu bir ülke haline getirme ve “dindar nesiller yetiştirme” politikalarından vazgeçme, bilim, sanat ve kültür üzerindeki yoğun baskıyı gevşetme, Suriye ve Irak’a cihatçı teröristlerin akınını durdurma, Türkiye içinde yuvalanmış İslami teröristleri kovma ya da etkisiz hale getirme, Rusya, İran, Suriye, Irak, Mısır gibi ülkelerle ilişkileri normalleştirme vb. çizgisi izleme olasılığının çok daha yüksek olduğunu tahmin edebiliriz. Bu Konsey’in iktidara gelmiş olması halinde Kuzey Kürdistan halkına karşı AKP gericiliğinin son aylarda uyguladığı zulüm ve yıkım yolunu aynen izleyip izlemeyeceğini bilemeyiz; ancak bunu da kesin bir olasılık olarak görmemek gerek. Her halükarda; Türkiye devrimci hareketinin nal topladığı ve edimsel olarak var olmadığı bugünkü koşullarda, sömürücü sınıfların cephesindeki çatlakların büyümesi, genişlemesi ve farklı gerici kamplar arasında bir çatışmaya dönüşmesinin ve AKP gericiliğinin etksizleştirilmesinin Türkiye ve Ortadoğu halklarının ZARARINA DEĞİL, YARARINA olduğunu söyleyebiliriz.

Askerî darbelere karşı olduklarını söyleyenler, Erdoğan kliğinin, en azından 7 Haziran 2015 seçimlerinden, hatta 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı bu yana izlediği yolun bir darbe yolu olduğunu unutmamalılar; yasalara ve anayasaya uymak zorunda olmadığını ve edimsel olarak başkan olduğunu söyleyen, anayasanın zorunlu kıldığı tarafsızlık statüsünü ayaklar altına alan, kullanma hakkı olmadığı örtülü ödeneği istediği gibi kullanan, TBMM’nin çalışmasını edimsel olarak engelleyen, Suriye’ye karşı adı konmamış bir savaş sürdüren, çeşitli İslami terör gruplarıyla kucak kucağa olan ve onlara her türlü yardım ve desteği sunan vb. bir cumhurbaşkanı zaten bir darbe yapmış durumdadır. Daha da beteri; 15-16 Temmuz darbe girişimini lanetleyenler ya da bu darbecilerle AKP gericiliğini AYNI ÖLÇÜDE tehlikeli görenler asıl darbenin ŞİMDİ başladığının farkında değil gibiler. 17 Temmuz itibariyle iki Anayasa Mahkemesi üyesi, 140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesi ve 40’ı general olmak üzere 2800’den fazla asker gözaltına alınırken 2745 HSYK üyesi yargıç ve savcı da açığa alındı. Önümüzdeki günlerde bu tutuklama dalgasının genişleyerek süreceğini, başta HDP milletvekilleri olmak üzere tüm muhalif milletvekillerini kucaklayacağın, muhalif TV istasyonları ve gazetelerin susturulacağını ve giderek her tür muhalefetin ortadan kaldırılacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Tabii tabandan gelen bir anti-faşist direniş olmazsa.

Bitirirken şu, “bütün askerî darbelere karşı olma ya da aynı ölçüde uzak durma” biçiminde betimlenen sözümona ilkeli tutum üzerinde duralım. Burjuva liberallerinden farklı olarak Marksist-Leninistler askerî darbelere metafiziksel bir anlam yüklemez ve onları “tüm kötülüklerin anası” gibi algılamazlar. Böylesi bir tutum, burjuva sosyal biliminin sığlığını ve burjuva liberalizminin ve demokratizminin sahteliğini ve zavallılığını sergiler, o kadar. Askerî darbelerin kural olarak ya da genellikle gerici ve karşı-devrimci bir nitelik taşıdıkları doğrudur. Ama tarihsel deneyim, ilerici nitelik taşıyan ve toplumsal gelişmenin önünü açan darbelere de tanık olmuştur. O halde yapılması gereken, şu ya da bu askerî darbeyi, siyasal-toplumsal içeriğini ve altında yatan sınıfsal güçleri irdelemeden lanetlemek olamaz. Askerî darbeler de sınıf savaşımının biçimleri ya da görüngülerinden biri olduğuna göre Marksist-Leninistler, her toplumsal ve siyasal olguyu olduğu gibi her askerî darbeyi de kendisine öngelen tarihsel süreçleri, meydana geldiği toplumsal koşulları, sınıfsal ve siyasal niteliklerini, siyasal hedeflerini ve yol açtığı sonuçları hesaba katarak ve duygusallıktan uzak durarak analiz ederler. Temel yaklaşımları, işçi sınıfı başta gelmek üzere ezilen/ sömürülen sınıfları bilinçlendirmek ve örgütlemek olan gerçek devrimciler asla, “Aman bize darbeci demesinler!” kompleksi, ilkelliği ve zavallılığıyla hareket etmezler.

 

Bu yazı aşağıdaki linkten alınmıştır:
https://tr-tr.facebook.com/garbisaltinoglu/posts/1335881143106742

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar