Ana SayfaGüncel Yazılar“Althusser’den hiç etkilenmedim”

“Althusser’den hiç etkilenmedim”

        Olivier Roy siyasal İslam, Afganistan, İran, Orta Asya, genel olarak dindarlık ve kültürler üzerine çalışan bir Fransız akademisyeni, yazarı. Öne çıkan özelliği, masa başı yerine “sahada çalışmaya” ağırlık vermesi. Kitapları, çeşitli makaleleri ve röportajları Türkçeye çevrilmiş, İslamcı ve solcu aydın çevrelerin ilgisini çekmiş. Bunu bir ölçüde, dünyada da ilgi gören “Siyasal İslam’ın İflası” kitabının Türkiye’de laiklik-İslamcılık tartışmalarının yoğun yaşandığı sıralarda yayınlanmasına borçlu. Geçen yıl yayınlanan Jean-Louis Schlegel’le söyleşi biçimindeki son kitabının 78. sayfasında[1], Schlegel kurgusal bir tavırla “Proleter Sol’daki arkadaşlarınızın “ustası” Althusser’in adını zikrettiniz” diyerek Roy’a konuşma fırsatı veriyor. (Oysa Althusser’in adı kitapta bundan önce, 40. Sayfada geçmişti…) Roy şunları söylüyor:

“Şahsen Althusser’den hiç etkilenmedim, çok soyut, ele gelmeyen ve somut tecrübeye dayanmayan bir düşüncesi vardı. Onunla tanıştım: Son derece sempatik bir adamdı, fakat onda – başkalarında da- ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda, ayrıntı sorunların tartışıldığı, bizim sahadaki militanlarımızın tersine kılın kırk yarıldığı bir “kavanozluk” durumu vardı; bunlar da kendimi içinde iyi hissetmediğim sosyalleşme ve cana yakınlık biçimleriyle bir aradaydı.”

İnsanın Marksizm’le ilişkilenip aynı zamanda felsefe ve siyaset bilimi üzerine çalıştıktan sonra, hele Fransa’da yaşıyorsa; Althusser’den hiç etkilenmediğini söylemesi için bu dünyadan Althusser’den önce gelip geçmiş olması gerekir. Fikirlerini ister benimse, ister benimseme; ama ortak ilgi alanların gereği mutlaka onunla temasa geçer ve bunu tanımlamak zorunda kalırsın.

Roy “hiç” diyerek, böyle bir tanım yapma derdinden kurtulduğunu sanıyor. Öyle ya, “hiç” hakkında kim ne diyebilir ki… Oysa bu yalnızca işimizi kolaylaştırıyor. Kendisinde çok küçük bir etkilenme örneği yakalamamız bile, “hiç”i çöpe atmaya yetecektir.

Çünkü genel olarak sol sosyolojinin kapsamına giren her alanda Althusser’in başlattığı sayısız tartışma, tanımlayıp kullanıma sunduğu kavram ve sorduğu sorular vardır. O öğreten, öğrenen, düşündürten, kendisi dâhil ilgilendiği alanlarda yapılıp edilen her şeyi sürekli gözden geçirerek düzelten, nadir ve bir o kadar değerli insanlardan biridir. Böyle birinin “son derece sempatik bir adamdı” diye başını okşar gibi konuşmak, ancak hadsizlik olarak nitelendirilebilir. Roy, her köy filozofunda rastlayabileceğimiz ampirik bilgi edinme alışkanlığından kaynaklanan cahilce bir kendine güvenle konuşmaktadır: ‘Bir söz kalbe, şekere, tansiyona iyi gelmiyorsa, tarla-bağ-bahçede sebze-meyveyi bir anda büyütmüyorsa, mala-davara faydası yoksa ne anlamı var’ der gibi…

Öncelikle Roy’un Althusser’den etkilenmemesi fiziksel olarak olanaksızdır. Althusser ve arkadaşları 68 Paris’inde sokakları dolduran öğrencilerle ilişkilidir. Zaten Roy da bunu “Proleter Sol’u kurmuş olan ve Althusser’in etrafında toplaşan okulumuz öğrencileri, esasen eski Louis-le-Grand öğrencileriydi…” diyerek doğruluyor.[2]

Ancak yazarımızın Althusser çevresiyle ilişkisi lise yıllarında kalmıyor, sonra da sürüyor. Althusser’den hiç etkilenmediğini söylemesinden bir sayfa önce, felsefe konusunda gençlik yıllarında yaptığı çalışmaları şöyle anlatmış:

“Hangi felsefeyi öğretmek gerekir? soruları üzerine bir düşünme çabası geliştirdik. Patrice Vermeren ve Stephane Douaillet ile “güzel” bir başlığı olan bir dergi yarattık: Le Doctrinal de sapience (Bilgelik Veri Tabanı). Bizim düşünce ustalarımızın adları, Miguel Abensour –ki benim için büyük bir rol oynamıştır-, Alain Badiou, Claude Lefort, Etienne Balibar, Jacques Ranciere idi… Bu “ustalar”ın çoğu Althusser’e yakın olmuşlardı.”[3]

Düşünsel etkilenmesi ise bundan fazladır. Roy’un İslamiyet’e bakış açısındaki belirleyici özellik, din ve dindarları birbirinden kesin olarak ayırması ve İslamiyet adına yapılanların açıklamasını “vahiy”de aramamasıdır. İslamiyet hakkındaki çalışmalarının başlangıcı budur ve bu oldukça sağlam, doğru bir kalkış noktasıdır. Cemaat, mezhep, tarikat ve Müslümanlık adına ortaya çıkan siyasi oluşumların inanç külliyatıyla, eylemlerini birbirinden ayırmak…

Onun inceleme-araştırmalarına bir yöntemle başlamadığını biliyoruz. Özellikle akademide böyle yapılmasını eleştirerek ve bu anlayışın saha çalışmasını daralttığını vurgulayarak şöyle diyor: “…kavramsal bir model ve peşinen sosyal bilimler tarafından tanımlanmış bir yöntembilimle yola çıkmaktan kaçındığımı özellikle belirtmek isterim.”[4] Peki, ama maddi süreçlerle, dışarıdan onlarla ilintiliymiş gibi görünen düşünsel süreçler arasında ayrım yapmak gibi temel bir yöntemsel tutum, daha önce üzerinde herhangi bir çalışma yapmadığı bir alana ilk kez adım atarken, Roy’un nereden aklına geliyor? O bir dahi mi, yoksa zaten çok önceleri Althusser tarafından formüle edilmiş, hemen elinin altındaki bir yöntemi mi kullanıyor?

Bilindiği üzere Althusser’i dünyaya tanıtan, arka arkaya yayınlanan iki kitabıdır: “Marks İçin” ve ortak bir eser olan “Kapital’i Okumak”, 1960’ın ilk yarısından başlayarak verilen konferanslar, yapılan dersler ve yazılan makalelerin bir araya getirilmesinden oluşurlar. 1967-68 yıllarında kitaplaştırılarak bugüne dek pek çok baskısı yapılmıştır. Buradaki ana fikir; bir yandan değişik Marksizm yorumları ortaya çıkarken diğer yandan bunların Marksizm’e donmuş, sonuna ulaşmış bir düşünce akımı gibi davranmasından kaynaklanan kriz ortamından kurtulmak için, teorik bir yol açma çabasıdır.

Althusser bu karmaşadan çıkmak amacıyla Marks’ın teorisinin kendi düşüncelerine uygulanmasını önerir.[5] Bunu, genellikle el ele giden ve Marks’ın Hegelci, özneci, özcü, ampirist yorumlarına karşı öne sürer. Marks’ın üzerinde çalıştığı konuların pek azını tamamlayabildiğini ve özellikle yarım kalan başyapıtı Kapital’in Engels tarafından tamamlandığını herkes bilir. Ancak bu çalışmaların devamının getirilmesi için rivayet muhteliftir. Örneğin günümüz Marksizm’i, Marks’ın da yaptığı gibi tekrar Hegel üstüne çalışarak mı geliştirilecek ve tamama erdirilecektir? Marksizm adına yapılanların doğruluğunun yanlışlığının ölçüsü, Marks’ın kitaplarda yazdıklarına uyup uymamak mıdır? Yoksa teoriyi bir yana bırakıp sözkonusu eksiklerin pratikten gelecek ampirik verilerle tamamlanması mı beklenmelidir? Öte yandan dışarıdakilerin, Marksizm’i, uygulamaları sonuç vermiyor diye yanlış bulmalarına ne yanıt verilecektir?

Soru çoktur. Althusser öncelikle Bachelard’dan ödünç aldığı “epistemolojik kopuş” kavramını kullanır ve Marks’ın düşüncelerini öncüllerinin devamı olarak geliştirmediğini, Marks’a dayandırarak gösterir.[6]Bu, Althusser’in, güncel Marksizm yorumlarının nereden başlaması gerektiği konusundaki bir keşfidir. Bachelard’an farkı, başka bir konjonktürdeki engel ve kopuşlar üzerine kafa yormakla sınırlı kalmaması ve salt düşünsel sonuçlar doğuracak bir konu üzerine çalışmıyor oluşudur. Evet, Althusser teorik bir konuyu ele almaktadır ama Marksizm’in Hegelcilikten geri dönüşsüz bir kopuşun ürünü olduğunu söylemesinin, bugünün konjonktüründe toplumsal sonuçları olacaktır –ve olur. Tıpkı kopuşun gerçekleştiği zamandaki gibi. Yeni bir bakış açısı (Marks’ın bilimsel keşifleri), o güne dek farklı ideolojik belirlemeler altında değişik yönlere doğru giden insanlara yeni kavramlar sunarak, böylece yeni bir ideoloji edinmelerini sağlayarak, başka bir hareket yönü gösterir. Althusser “epistemolojik kopuş” kavramıyla hem uzak bir geçmişte Marks’ın bunu nasıl gerçekleştirdiğini bize gösterir, hem de bugünün konjonktüründe Marksizm’e getirdiği yorumla “epistemolojik kopuşu” yeniden üretir. Artık hiç kimse Marksizm’e Althusser’in bu katkısından sonra eskisi gibi bakamaz.

Konumuz Althusser değil, “sevimli” bulunarak başının okşanması. Althusser çalışmalarının devamında önemli bir keşif daha yapar. Marks’ın, Spinoza ile birlikte bilgi nesnesiyle gerçek nesne ayrımı getirdiğini belirtir. Bunu, Kapital’de gömülü durumdaki Marksist Felsefe’yi ortaya çıkartmaya çalıştığı sırada farketmiştir:

“Falanca gerçek nesnenin, falanca somut-gerçek tümlüğün (örneğin verili bir tarihsel ulusun) üretim süreci tamamen gerçeğin içinde cereyan ederken ve gerçek yaratılışın gerçek düzenine göre (tarihsel yaratılışın anlarının ardışık düzenine göre) gerçekleşirken, bilgi nesnesinin üretim süreci tamamen bilginin içinde cereyan eder ve “gerçek” kategorileri “yeniden üreten” düşünülen kategorilerin gerçek tarihsel yaratılış düzeni içinde aynı yeri işgal etmediği, ama bilgi nesnesinin üretim sürecinde işlevlerine bağlı olarak onlara atfedilen tamamen farklı yerleri işgal ettiği bir başka düzene göre gerçekleşir.”[7]

Kısacası bilgi ve taşıyıcısı, iki ayrı varoluş sürecinin ürünleridir. Belli bir bilgiye her ne kadar kendi çabamızla ulaşıyorsak da, bu edinimin kendisi de yine gereksinimler, eğitim, öğretim, araştırma, uygulama vb. eylemler bağlamında üçüncü bir varoluş sürecidir aslında. Marks bütün bu süreçleri, Althusser’in de aynı yerde aktardığı gibi “soyuttan somuta yükseliş” olarak ifade eder.

…….

İşte Roy’un din ve dindarları birbirinden ayırarak sorunun dinde değil dindarlarda olduğunu söylemesi, Althusser’in Marks’ta bulup açığa çıkardığı bu yöntemin ürünüdür. Roy, Althusser’in bu gidimli keşfini izleyerek hiçbir dinî grubun eylemlerinin sorumlusu olarak Kur’an’ı göstermemiş, cihatçılık, siyasal İslam, selefilik vb. İslami akımları din kitaplarını yorumlayarak açıklamaya kalkışmamıştır. Tam tersine ampirik veriler üzerinde çalışmış ama asla böyle bir çalışmadan çıkartılamayacak olan ve en baştan beri izlediği İslam dini ile dindarlar arasına kategorik fark koyma yöntemini de Althusser’den aşırmıştır.

İslamiyet’in Müslüman aydınlar ya da oryantalistler tarafından “özcü” bir yaklaşımla ele alınmasını eleştirisi de, Althusser’in Marks’ın metinlerini temel alarak Marksist olmaya çalışanları eleştirisinin bir benzeridir. Althusser bunun için kısaca “masum okuma yoktur” der.[8] (Ve Roy bu sözü bile taklit ederek, selefilerin her türlü kültürel alıntıyı yasaklamasını, “onlara göre masum alıntı yoktur” diye nitelendirir.)[9]

Athusser’den “hiç” etkilenmediğini söyleyen birine gerçeğin tam tersi olduğunu hatırlatmak için, sanırım bu kadarı yeterlidir…

[1] Kayıp Şark’ın Peşinde, Metis, s.78

[2] Age, s.40

[3] Age,s.77

[4] Age, s111

[5] “…Marksist teorik kavramları Marx’ın kendisine uygulamak gerekiyordu.” Marx İçin, İthaki, s.42

[6] Althusser, Marks’ın Alman İdeolojisi’nde “önceki bilincimizin tasfiyesi” sözüne dikkat çeker ve epistemolojik bir kopuş yaşadığını öne sürer. Age, s42

[7] Kapital’i Okumak, İthaki, s.65

[8] Age,s.23

[9] Küreselleşen İslam, Metis, s.139

 

Teori ve Politika’nın yakında çıkacak 70. sayısı için kaleme alınan yazının bir bölümüdür.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar