Ana SayfaArşivSayı 7Tarih Bilimi ve Bilgi Nesnesi-Gerçek Nesne Ayrımı

Tarih Bilimi ve Bilgi Nesnesi-Gerçek Nesne Ayrımı

Vedat Aytaç

Felsefi varlık-oluş karşıtlığı ve bunun varlık bilgisi ile oluş bilgisi karşıtlığına dönüşmesi, Doğan Özlem’e göre, tüm tarih felsefelerinin, bilgi kuramı ve bilim felsefesi açısından aşılamamış, ortak temel sorunudur. Doğan Özlem, bu sorun karşısında konumlanmalarına göre felsefi eğilimleri sınıflandırır.[1]

Bilgi kuramlarının temel sorunu, bilgi nesnesinin neleri kapsayıp kapsayamayacağında düğümlenmektedir. Doğa ve toplum şeklindeki kategorik ikili ayrım Antikitede de yapılmış, birincisine deney alanı (empeiria), diğerine tarih alanı (historia) denilmiş ve her ikisi de theoria (varlık) alanının dışında kabul edilmiştir. “Deney alanı, empeiria ya da historia olarak, bir rastlantısallıklar, düzensiz ve bireysel oluşlar alanıdır ve bu yüzden bu alanla ilgili bilgimiz hiçbir genel geçerlik taşımaz.”[2]

Bu haliyle Felsefe, “oluş” alanında kabul ettiği doğa ve toplumu, —bilim, bilgi nesnesi olarak tanımlayıp, bilimsel bilginin konusu haline getirinceye kadar— düşüncenin dışına atmıştır.

Yeni çağda önce doğa, fizik kıtası ile bilimsel bilgiye açıldı ve böylece, antikçağ felsefesindeki theoria-emperia ayrımı aşıldı. Başlangıçta, “dar” bir bilgi nesnesine sahip olan, fizik adı verilen bu bilim, zamanla hem yeni disiplinlere ayrılarak, hem de nesnesini genişleterek “doğadaki tüm olgular”ı kapsar bir hale geldi.

Toplum alanındaki theoria-historia karşıtlığı ise felsefede devam etti. Burjuva devrimlerinin başlangıcında “merkezi felsefi kategori olarak öznenin keşfi”, antikiteden beri süren felsefi karşıtlığın kuramsal ideoloji olarak sürmesini sağladı. Hobbes, Locke, J.J. Rouseau özne olarak insanın “tabiat hali”nden, toplum haline geçişini —hareket noktaları farklı da olsa— “toplum sözleşmesi” ile sonuçlandırmışlardır. Böylece, kuramsal ideolojinin vardığı nokta “toplum sözleşmesi” olmuştur. Bu dönemde, farklı fakat sistematik olmayan bir yaklaşım, toplumu dışsal öğelerle açıklamaya çalışan Montesquieu’den gelmiştir. Tüm bu felsefi çabaların sonucu, Marx’ın “felsefi bilinç”; Althusser’in “kuramsal ideoloji” olarak adlandırdığı şeydir.

Toplumun ilk kez bilgi nesnesi haline gelmesi Marksizm sayesindedir ve bu, Marksizmin temel ayıracıdır.

Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı‘ya yazdığı önsözde, bilgi nesnesi olarak toplumsal formasyonu “altyapı-üstyapı” şeklinde bir anoloji ile betimler ve “bilimin eşiğinde” olduğunu belirtir.[3] Bu eşik, daha sonraları ardılları tarafından bir “kopuş” olarak adlandırılacaktır.

Marx, Engels’le 1845’te buluşmalarını ve “birlikte çalışmaya ve Alman Felsefesinin bakış açısı karşısında olan kendi bakış açılarını” oluşturmaya karar verdiklerini anlatıyor, ve bunun gerçekte, kendilerinin geçmişteki felsefi bilinçleriyle hesaplaşmaları olduğunu belirtiyor.[4]

Marx aynı yerde, “görüş tarzları”nın kilit noktalarının, polemik tarzında da olsa “ilk defa” “bilimsel” şekilde, 1847’de yayınlanan Felsefenin Sefaleti’nde ortaya konduğunu açıklıyor.[5]

Bütün bunlar, Marx’ın 1845’lerden itibaren felsefeye sırtını döndüğünün ve tarih bilimine yöneldiğinin açık kanıtlarıdır.

Lenin, Marx’ın eserinin öneminin, “toplumbilimde nesnel bir ölçüt bulma”sından (üretim ilişkileri); “maddi toplumsal ilişkilerin tahlili”ni, “yinelenme ve düzenliliğin gözlemlenmesini ve çeşitli ülkelerdeki sistemlerin tek temel kavramda genelleştirilmesi”ni mümkün kılmasından (toplumsal biçimlenme); ve “toplum biçimlenmelerindeki gelişmenin doğal tarihin bir süreci olduğu anlayışına sağlam bir temel sağlaması”ndan kaynaklandığını söylüyor.[6]

Gerçek Nesne – Bilgi Nesnesi Ayrımı

Ampirizm, gerçek nesneye ilişkin bilgiyi, bilinecek gerçek nesnenin gerçek bir parçası olarak görür. Kısmidir, ancak gerçektir. Bilgi nesnesinin gerçek nesne olarak algılanması, bilginin gerçek nesnede tanıtlanması gereğini doğurur.

Althusser, ampirizmin bu sorunsalının Marx’ta yaşadığını; Engels ve Lenin’de de yer yer devam ettiğini söylüyor. Oysa, “ampirizmin umutsuz bir şekilde öyle olması gerektiği isteminde bulunduğu gibi, bilgi katışıksız bir nesneyle; o durumda, kesinlikle bilgisini üretmeyi amaçladığı gerçek nesneye özdeş katışıksız nesneyle, … bilgiyle asla karşı karşıya gelmez. O zaman, kendi nesnesi üzerinde çalışan bilgi, gerçek nesne üzerinde değil, ama, terimin tam anlamıyla onun (bilginin) ‘nesnesi’ni oluşturan ve bilginin en ilkel biçimlerinde bile, gerçek nesneden ayrı olan kendine özgü bir hammadde ile çalışır.”[7]

Althusser, bilgi nesnesi ile gerçek nesneyi ayırmanın temellerini Spinoza ve Marx’ta bulur ve gösterir. “Gerçekte, Kartezyen idealizmin gizil dogmatik ampirisizmi denilmesi gereken şeye karşı, Spinoza bilgi nesnesinin ya da özün, kendisi içinde, gerçek nesneden mutlak olarak ayrı ve ayrımlı olduğu; bu iki nesnenin karıştırılmaması gerektiği konusunda bizleri uyarıyordu: onun ünlü aforizmasını yinelersek, bilgi nesnesi olan çember düşünü, gerçek nesne olan çemberle karıştırılmamalıdır. 1857 Girişinin üçüncü bölümünde Marx bu ilkeye, olabildiğince güçlü bir şekilde sarılmıştır.”[8]

Bilgi Nesnesi – Gerçek Nesne İlişkisi

Bilgi nesnesi ile gerçek nesne arasında, bilgilenme süreci ile gerçek süreçler arasında, doğrudan bir ilişki yoktur. Kabul edilen üç bilgi kıtası için de aynı şey söz konusudur. Bunlar arasında doğrudanlık ve özdeşlik ampirizmin aradığı bir şeydir. Bilimsel bilgi, ne matematikte, ne fizikte, ne de tarih biliminde doğrudan gerçek dünyaya ilişkindir. Marx, “gerçek ilişkilerin kendi kavramlarına denk düştüğü ya da gerçek ilişkilerin ancak onların kendine özgü genel tipi dile getirmeleri ölçüsünde temsil edildiklerinin” bir varsayım olduğunu söylüyor.

Bilim, tanıtlamalarını gerçek nesne değil, bilgi nesnesi üzerinden yapar. Bilimsel bilgiye, statüsünü, bu bilgilerin gerçek dünyada “uygulanabilir” olması değil, kavramsal dünyanın kendi kavramsal pratiği verir. “Marx’ın ürettiği bilgiye, bilgi statüsünü, daha sonraki tarihsel pratik veremez: Marx’ın kuramsal kılgısının ürettiği bilgilerin ‘doğruluk’ ölçütünü onun kuramsal kılgısının kendisi, eşd. bu bilgilerin üretimini sağlayan biçimlerin bilimsel statüsü, tanıtlama değeri-sağlamıştır.”[9]

Marx’ın ve Marksizmin tarihsel öncelleri (kuramsal ideolojiler) ile bağları —Marksizmin üç kaynağı Fransız sosyalizmi, Alman felsefesi, İngiliz klasik iktisadı— öznelci bir Marksizm tanımlaması olarak, günümüz Marksizminin karşısına çıkarılamaz. Bu türden her çaba ve Marksizmi bilimsel temelinden ayırıp, “yeni” kuramsal ideolojilere bağlamaya dönük yorumlar kesin bir tutumla reddedilmelidir.

Böyle bir reddin, —Althusser’in kişisel-teorik tarihi de örnek gösterilerek— teorisizmle suçlanma ihtimali vardır. En azından böyle bir tehlikenin varlığından söz edilebilir. Ama buna rağmen, gidilebilecek başka yol yoktur. Tehlikenin varlığı bilinmeli ama gene de gidilmelidir. Marx’ın söylediği gibi; “bilimin eşiğinde, cehennemin kapısında olduğu gibi şu kurala uymak zorunludur: ‘Burada bütün kuşkular kovulsun, ve burada her türlü korku yok olsun.’”[10]

Toplumun bilgi nesnesi haline gelmesinden, aynı anlama gelmek üzere kuramsal ideolojilerden kopuştan sonra, geriye dönüş imkansızdır. Öznelci Marksizm yorumları, kuramsal ideolojilerin yer aldığı “bir ara-aşama” ile “toplumu bilgi nesnesi edinmiş ve teorisinin temeline bilimi koymuş Marksizm” arasında sıkışıp kalmaya mahkumdur. “Özne teorilerinin, hatta bunların devrimci biçimlerinin, … Marksizme özgü olmadığı hem tarihsel hem teorik gerçektir. İddia edildiği şekliyle sunulan Marksizm, öznelciliğin bir ara-aşamasıdır sadece. “[11]

“Olayların ve gerçekliğin kendisiyle dolaysızca yüzyüze gelinmesi gerektiği, sadece maddi gerçekliğe ilişkin tutum alınması ve onun araştırılması gerektiği yolundaki tezlerin, kocaman bir boşluktan başka bir anlamı yok. Gerçeklikle hiçbir şekilde doğrudan karşılaşılmıyor. Biz istesek de istemesek de, olguları aracılığıyla yaşadığımız ideolojik bütünsel tasarımlar var. Bu, Marksizmle beliren ‘ideoloji’ olmazsa, mutlaka başka biri olacaktır. Öyleyse, Marksizmi ortaya koyan teorik süreç, olaylara ilişkin ‘teoriler’e önceldir.”[12]

Marx’ın altyapı-üstyapı anolojisinin vulgarize edilmesi, Marksizmin tarihinde, gerçek nesne-bilgi nesnesi ayrımının görülememesi, —başka bir deyişle birbirine karıştırılması— gibi bir sonuca yol açtı. Marx’ta, altyapı-üstyapı ilişkileri üzerine bir karıştırmanın bulunmadığı açıktır. Engels’in altyapı-üstyapı ilişkisinin karmaşıklığını teoriye halel gelmeden aşmak için ortayan attığı “son kerte” ifadesinin, Marx’ta herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır, aksine “son kerte”nin gerçek nesne – bilgi nesnesi ayrımı çerçevesinde teorik olarak reddi mümkündür. .

Marksizmin ampirik bilgiyi reddetmediği, ancak ampirizmi reddettiği açıktır. Yukarıda alıntıladığımız ifadeler Marx’ın, gerçek gerçek ile bilgi nesnesi olan gerçek arasındaki ayrımın ayırdında olduğunun, bu ikisi arasındaki ilişkinin “varsayımsal” bir ilişki olarak kurulduğunun kanıtıdır. Marksizmde bir sınıf ideolojisinin olduğu, sınıf savaşımı ve tarihsel pratiğin (politika) gerçek tarihsel süreç içinde işlediği de açıktır. Söz konusu pratik, altyapı- üstyapı betimlemesini doğrudan tarihsel sürece uygulama eğilimindedir.

Marksizm, Engels’in şahsında nasıl ki, “pudingin varlığının kanıtını, onun yenmesinde” aramışsa; teorinin kanıtını da “onun sınıf mücadelesine doğrudan bir uygulamasında” aramıştır. Bu teorik-tarihsel bir gerçektir.

Nasıl ki, bilimsel bilgiye, bilgi statüsünü, daha sonraki tarihsel pratik vermezse”; yine bu statüyü, tarihsel pratik yanlışlayamaz ve ortadan kaldıramaz. Teorinin tanıtı da, “yanlışlanması” da, teorinin kavramsal dünyasında aranmalıdır.

Bilgi nesnesinin gerçek nesneden farkını ortaya koymak yolun başıdır. Bugün ileriye götürecek adım, bilgi nesnesi ile gerçek nesneyi, bilgilenme süreci ile gerçek tarihsel süreci ilişkilendirme sorunudur. Bu aşamada kabul edebileceğimiz; bu ilişkilendirmenin Marksizm için hala problematik olduğudur.

Sonuçlar

1) Tarih bilimi; nesnel ölçütlere sahip nomotetik[13] bir bilimdir.

2) Altyapı-üstyapı anolojisi, tarih biliminin nesnesini tanımlar. Altyapı, toplumsal formasyona karakterini veren ve üstyapıyı belirleyen maddi üretim ilişkilerine; üstyapı ise hukuk, siyaset ve ideolojiye karşılık düşer.

3) Bilgilenme süreci, gerçek nesnenin ve gerçek tarihsel sürecin dolaysız soyutlanması işlemi değildir. Bilim kendi nesnesi üzerinde açtığı kavramsal dünyada, kavramsal tanıtlamalarla işler.

4) Bilgi sürecinin ve bilimsel bilginin öngördüğü zorunluluk, gerçek tarihsel süreçte, yaşanan an’da ancak bir “olumsallık” ifade eder.

5) Bilgi nesnesi – gerçek nesne; bilgilenme süreci – gerçek tarihsel süreç ayrımları ve bunların ilişkilendirilmesi, her türlü ideolojik ve felsefi sorunsalı karşısına alan bilimsel bir teorik sorunsalın kapısını açacaktır. Bu ayrımları yapmayan sorulara dayanan her tartışma, Marksizmin ideolojik ve felsefi sorunsal alanında kalmasına yol açacak; ve bu, Marx’ı Marx’la, Marksizmi Marksizmle, Devrimi Kapital’le karşı karşıya getirmek anlamına gelecektir.

 

 

 



[1] Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Anahtar Kitaplar Yay., İstanbul 1994, s.14.

[2] A.g.e., s.14.

[3] Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 1993, s.21-26.

[4] A.g.e., s.24.

[5] A.g.e., s.25.

[6] Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir? / ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, Çev.: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., Ankara 1990, s.14-15.

[7] Althusser, Kapital’i Okumak, Çev.: Celal A. Kanat, Belge Yay., İstanbul 1995, s.68.

[8] A.g.e., s.65.

[9] A.g.e., s.89.

[10] Marx, a.g.e., s.26.

[11] Metin Kayaoğlu, “Özne, Bilim ve Marksizmin Gerilimleri”, Teori ve Politika/3, Yaz ‘96, s.10.

[12] A.g.e., s.10.

[13] Tarih biliminin idiografik bir bilim mi, yoksa nomotetik bir bilim mi olduğu, tarih felsefelerinin tartışma noktalarından biridir. I. Wallerstein’ın başkanlığındaki Gülbenkian Komisyonunun Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılandırılması Üzerine Rapor’u bu konuda ilgili çevrelerce dile getirilen son önemli tartışmayı içeriyor (Sosyal Bilimleri Açın, Çev.: Şirin Tekeli, Metis Yay., İstanbul 1996, s.18 vd., ve s.88 vd.). Tarihin idiografik bir bilim olduğu iddiasındaki Doğan Özlem de, Tarih Felsefesi adlı kitabında tartışmanın tarihsel boyutlarını irdeliyor (s. 128 vd.)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar