Ana SayfaArşivSayı 42-43Suskun Türkiyeli Ermenilerin politize sesi susturuldu

Suskun Türkiyeli Ermenilerin politize sesi susturuldu

Anahid Hazaryan

Behiç Aşçı ve F tipinde tecrite karşı mücadelesinde hayatlarını kaybeden, sakat kalan tüm devrimcilerin onurlu mücadelesine saygıyla…

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri etliye sütlüye karışmadan yaşamayı felsefe edinmiş olan Ermeni toplumu geç bulduğu politik mücadeleci önderini çabuk kaybetti. Devletin kuruluş temellerinin dayandığı İttihatçı-İslamcı zihniyet etliye sütlüye karışmayan Ermeni azınlığın etliye sütlüye fazlasıyla karışan güçlü sesinin daha fazla duyulmasına tahammül edemedi ve ölüm fermanını imzaladı. Hrant Dink Ermeni olduğu için değil devlet karşısında hak arayan bir Ermeni olduğu ve ılımlı, barışçı söylemiyle dikkat çekmeye başladığı için öldürüldü.

Kuşkusuz Dink cinayetinde 301. maddeden dolayı hakkında açılan davaların, tehditlerin önemli bir payı vardır; ancak şunu unutmamak gerekir ki, 301. madde olmasaydı bile, Türkiye’nin yumuşak karnı olan Ermeni, Kürt sorunlarını demokrat söylemiyle çok fazla gündeme taşıdığı için Hrant Dink resmi çevreleri çoktan rahatsız etmeye başlamıştı ve bir şekilde bu ses mutlaka susturulacaktı.

Peki Hrant Dink kimdi? Hrant Dink’in artık herkesin neredeyse ezberlediği otobiyografisini burada tekrarlayacak değiliz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, Dink lise yıllarında dahil olduğu devrimci sol politikadan –kendisi TKP(ML) çizgisinde siyaset yaptığı için Surp Haç Ermeni Lisesinde son sınıftayken okuldan atılmış, lise eğitimini Şişli Lisesinde tamamlamıştır. Yakalandığı durumda örgütü ile Ermeni cemaati ilişkilendirilmesin diye ismini mahkeme kararıyla ‘Fırat’ olarak değiştirmiştir– her ne kadar daha sonraları uzaklaşmış olsa da, kendisine yön veren sol dünya görüşü, Doğulu köklerinden kaynaklanan cesur tavırlarıyla birleşince, onun Ermeni bir demokrat aydın olarak bilinçli mücadelesini sürdürmesini sağlamıştır.

Hrant Dink son yıllarda medyada popüler birisi haline gelmesine, sadece yurtiçinde değil yurtdışında da ün kazanmasına ve entelijansiyanın önemli isimleriyle yakın bağlar kurmuş olmasına rağmen halk adamı kimliğinden hiçbir zaman uzaklaşmadı; ait olduğu ve çok sevdiği Anadolu kültürünü ne yadsıdı ne de arabeskleştirerek ön plana çıkardı. Eğreti kimliklerin, içselleştirilmemiş hayat tarzlarının, dünya görüşlerinin yaygın olduğu bu topraklara fazla gelecek kadar doğaldı. Zaten kitleleri etkileyebilme gücünde de bu doğal tavırlarının önemli payı vardı.

Yukarda da belirttiğimiz gibi, Dink devrimci sol çizgisinden uzaklaşmıştı ama solculuğunu her zaman korudu. Kendisi demokrat kimliği niçin benimsediğini şu söyleşide açıklamaktadır*:

         “- Kimliğinizi farklılıklar ve dışlamalar üzerinden kavramanızın sürecini anlatmanızı istesem…

         “(..) Gençliğimizde bütün sorunların çözümünü sınıfsal çözümde görüyorduk. Şu ya da bu cemaatin sorunlarıyla tek tek uğraşmanın anlamı yoktu. Ama bu sınıfsal hareket içindeyken gördük ki, biz aslında başka sorunlar da yaşıyoruz. (…) O zaman anladık ki, bu sınıf hikayesiyle çözülmüyor. Örneğin, bir sendika seçimine giriyoruz, kulislerde “ama o Ermeni” diye fısıldanıyor…

         “- O zaman da bu fısıldaşmaların altında yatanları gösterme isteği duymadınız mı?

         “Ümidimiz hala sol çözümdeydi. Ne zaman ki büyük darbe yedik, nasıl tekrar toparlanır, mücadeleye devam ederiz noktasında, kendi kendimizi sorgularken gördük ki sorunlar bir başka mecraya, kimliğe kaymış. Kürt, Ermeni, Alevi sorunları ortaya çıkmış, o zaman biz de etimizde kemiğimizde hissetmeye başladık.

          “- Sizce sınıf mücadelesi artık önemini yitirdi mi?

          “Sınıf meselesi hala var ama başka sorunlar da var ve bu sorunlardan birinin çözümü diğerinin çözümü değil. Sadece kendi sorunlarınla ilgilenirsen bir batağa saplanıyorsun, o zaman da demokrat kavramının kendisi çıkıyor ortaya. Türkiye’de azınlıkların sorununun çözülmüş olması neye yarar ki? Çok daha kötü olur…”

“Kalmamın sebebi solcu oluşum”

Dink’in aynı söyleşide sarf ettiği şu cümle onun mücadelesinin temel taşı olarak kabul edilebilir: “Diğer Ermeniler gibi sessizce hazır cennetlere gidebilirdim ama kalmayı yeğledim. İyi ki solcu olmuşum, sanırım kalmama solcu olmam neden oldu.”

Hrant Dink AB adaylığının Türkiye’deki milliyetçi devlet yapısını yumuşatabileceğini düşünüyordu; buna rağmen kendisi körü körüne Avrupa’ya tapan birisi olmadı. Aslında o hiçbir kesimin adamı değildi. Nitekim Ermeni sorununda hem Avrupa’ya hem Ermeni diasporasına sert çıkması bunun kanıtıdır.

Öte yandan, AB’deki güçler de Türkiye’yi istedikleri gibi evirip çevirdikleri, hallaç pamuğu gibi attıkları Doğu Avrupa ve Balkan devletleriyle karıştırmak gibi bir yanılgıya düşmüş olabilirler. Türkiye’deki İttihatçı devlet yapısından AB’deki emperyal güçlerin rahatsız olduğu kesin; Türkiye Cumhuriyeti devletinin sert milliyetçi kabuğu AB’nin kendi merkezinde güçlü, periferisinde ise zayıf devlet yapıları oluşturma ilkesiyle çelişmektedir.

Ancak Türkiye’de son yıllarda AB pompasıyla liberal, demokrat bir yapı oluşturma umudunun Hrant Dink cinayetinin ortaya koyduğu gibi nafile olduğu görülüyor; devlet, Türkiye’de en zayıf bir kesim olan Ermeni cemaatinin barışçı liderini yok etmek suretiyle ılımlı, demokrat söyleme bile tahammülü olmadığı mesajını vermiştir.

Dink’in ölümünün ardından bu suikasti ABD’nin BOP’uyla, Mossad v.s.’yle ilişkilendirenler oldu. Kuşkusuz, bu cinayetin iç içe geçmiş birkaç ayağı olabilir. Türkiye’de de milliyetçilik bölgede yaşanan yeni gelişmeler doğrultusunda yeniden yapılanabilir. Ancak tüm olasılıklar dile getirilirken Türkiye’nin İttihatçı yapısını odak noktasına yerleştirmeyen saptamalardan kaçınılmalıdır.

Öte yandan, bu suikastin yanı sıra daha önce TAYAD’lılara yönelik linç girişimleri, rahip Santorini cinayeti, Mc Donalds’ın bombalanması ve hatta daha gerilere gidecek olursak 1996 yılında Avrasya feribotunun Çeçenlere destek savıyla Trabzon limanından kaçırılması, Trabzon’u, “Kürtçülüğün üssü” Diyarbakır’a karşı Türk milliyetçiliğinin kalesine dönüştürme çalışmalarının verimli olduğunun işaretidir. Nitekim Türkiye’nin genelinde var olan milliyetçiliğin bilenmesinde 1980’lerden itibaren bu topraklarda ivme kazanan Kürt hareketinin de önemli bir rolü vardır.

Trabzon’un Sovyetler’in dağılmasının ardından başlayan yozlaşma, mafyalaşma sürecinden en çok etkilenen yerlerden biri olması, fuhuş, çeteleşme, mafyalaşma ve ırkçı yapının birbirini beslediği bir bölgeye dönüşmesi de burada milliyetçi, dinci cinayetler işletilecek tetikçilerin bol miktarda üremesinin yolunu açmıştır.  

Ancak kuşkusuz salt Trabzon’a odaklanmak da yanlış olur. Milliyetçi-dinci yapıya eklenen küresel sistemin dayattığı yozlaşma ve çöküş, ne yazık ki, bu ülkenin genelindeki karanlığı iyice koyu hale getirmektedir.

“Hepimiz Ermeniyiz” sloganı devrimcidir

Dink’in hayattayken gerçekleştirmek için mücadele ettiği ve bedelini de canıyla ödediği ideali, ölümünden sonra simgesel de olsa gerçekleşti. Cenazesinde yüz bin kişinin “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırması Türkiye tarihinde şimdiye kadar tanık olunmamış bir durumdu.

“Hepimiz Ermeniyiz”, bir yönüyle, gelmiş geçmiş en devrimci sloganları gölgede bırakır nitelikteydi. Solun parolası olan “yaşasın halkların kardeşliği” her ne kadar barışı, dayanışmayı çağrıştırsa da yan yana durma mesajı veren bir slogandır. Oysa “Hepimiz Ermeniyiz”, farklı bir kimliği giyme, o kimliğe bürünme, Hrant Dink’in özlediği yan yana değil iç içe yaşamı savunmaktadır.

Bu slogan aynı zamanda resmi söyleme de sert bir darbe olduğu için medya her ne kadar Dink’in öldürülmesinin ardından bu suikastin Türkiye’nin zaten yolunda gitmeyen AB sürecini iyice baltalayacağı kaygısıyla sert tepki göstermişse de, üzgün ifade maskesini uzun süre taşıyamayarak atmış ve sloganı eleştiren sesler yükselmeye başlamıştır.

Sloganın ardından ivme kazanan Türkçü-İslamcı vurgular, herkesin soyunun sopunun çok karışık olduğu bu topraklarda, özellikle de alerjik bir unsur olan Ermenilik dayatılıyormuş gibi algılanarak, agresif milliyetçiliği daha da azdıran bir toplumsal psikolojik travma yaratmıştır.

Bu slogan etrafında abartılı umutlar taşımak elbette yanlış olur, ancak “Hepimiz Ermeniyiz” cümleciğinin haykırıldığı o an da tarihsel bir andır ve bunu Türkiye’deki politik mücadele tarihine not düşmek gerekir.

Sonuç olarak, Ermeni cemaatine son yıllarda az çok bir özgüven kazandırmış olan Hrant Dink artık yok ve onun yerini aynı güçte doldurabilecek birisi de olmayacak.

Son günlerde yaşadığımız bu gelişmeler aynı zamanda soldan beslenmeyen liberal, demokrat söylemin ne kadar kof olduğunu da gösteriyor.

Dünyanın ve Türkiye’nin yeni koşulları kapsamında yeniden yapılanmış, güçlü bir devrimci sol dalga yükselmediği sürece de, içi boş umutlar bile artık kimseyi avutamaz hale gelecektir.

 

Not: Burada Rakel Dink’in, eşinin cenaze törenindeki yalın ama bir o kadar samimiyet, yoldaşlık ve duygudaşlık içeren konuşmasının da kendi adıma her tür ideolojik mesajdan, keskin sözcükler içeren açıklamalardan çok daha içe işlediğini, sarstığını söyleyebilirim. Rakel Dink’in samimiyeti, hayatını paylaştığı insanı klasik bir eşin ötesinde gören, seven, dost ve yoldaş bir kadın olduğunu gösterdi. Konuşmanın politik vurgusu zayıf, duygusal, insancıl yönü ağırlıklı olsa da o yumuşak ifadelerle verdiği mesajlar çok iddialı, çok kararlıymış, derin anlamlar içeriyormuş gibi gözüken sözleri ezip geçti. Kitleleri bu derece etkilemiş olmasının nedeni de mütevazı duruşu, eşinin mirasına kadınsı bir yumuşaklıkla sahip çıkmasıydı.

 

 


*Berat Günçıkan’ın Hrant Dink’le söyleşisi: “Demokrat olmaya çalışıyorum”, Cumhuriyet Gazetesi, 28 Ocak 2007. (16 Ekim 2005’te gerçekleştirilmiş olan söyleşinin tekrar basımı.)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar