Ana SayfaArşivSayı 32-33Adam gibi müzik ve ‘dağlı’ bir adam: Cem Karaca

Adam gibi müzik ve ‘dağlı’ bir adam: Cem Karaca

Ulaş Eloğlu

Cem Karaca sola kırgındı. Ama sol da ona kırgındı. “Halkın değil düzenin sanatçısı olarak öldü” (Ekmek ve Adalet, 13 Şubat 2004) veya “O zaten ölmüştü” (Atılım, 14 Şubat 2004).

Cem Karaca kırgınlığında haklıydı; solun uzun yıllar boyunca coşkuyla eşlik ettiği şarkıların aktörünün ideolojik bakışı, yalpalamaları –sanki bir politik lidermiş gibi- eleştirilmişti. Bize gelince… Belki kantarın topuzunu biraz kaçırmıştık ama haklıydık; yaşayan bir fani olarak Cem Karaca, uzun bir dönem boyunca solcu olmamaya çalıştı.

Cem Karaca, bir dönem boyunca kesinlikle, ardından, ‘istese de istemese de’ solcu oldu. Cem Karaca’nın solculuğunu, solculuğunun sürekliliğini sağlayan güçlü dayanaklardan biri kuşkusuz müziğidir. Alanında sanatsal anlamda çığır açıcı olması bir yana, mesele bu sanatsal başarısının kaynağını politikadan alması, solcu bir pratik sergilemesidir. Üstelik Cem Karaca’nın solcu şarkılarına ‘modern’, ‘aydın’ bir hava değil, kendisinin deyişiyle ‘dağlılık’, bizim deyişimizle ‘barbarlık’ hakimdir. Cem Karaca’yı ‘doğulu’, ‘periferiden’, ‘Anadolulu’ yapan, dolayısıyla ve bundan hareketle bir tarz solculuğu ona içrek kılan diğer güçlü dayanak da budur. 1980 sonrasına da uzanan bir tür tutarlılıktan bahseden şu sözler aslında bunun bir başka anlatımla dile getirilmesidir: “Popüler sanatın 90’ların başında toplumsal yaşama ve sanat üretimine tümüyle hakim olmasına karşın, müzikal çizgisinden sapmadı ve korudu Cem Karaca. Bu, onun tutarlı yanıydı. Belki de geride bıraktığı en değerli şeydi.” (Atılım) Yani Cem Karaca’nın müziği hep aynı müzikti ve müziğine içkin yerli solculuk sürekli nüksediyordu.

Solcu ve bir o kadar da ‘dağlı’. Solcu ve bir o kadar da ezilen. Solcu ve bir o kadar da isyankar. Öyle ki, usta, çırağın sırtına vurup “İşçisin sen işçi kal, giy tulumları” demekte, çırağın üst sınıftan bir kıza olan aşkını mahkum etmektedir. Devrimci bir fakir genç “parkasıyla vurulmuş yatar iken” bulunmaktadır ve anası “dört hain kurşunun değdiği” parkadaki delikleri gencin kardeşi de giyeceği için dikmektedir. Ezilenlerin kendiliğinden solcu çığlıkları da yankısını bulmaktadır Karaca’nın şarkılarında, ya da herhangi bir çığlık solculaşmaktadır. Namus belasına kıydığımız can da, verdiğimiz can da bizimdir. Ağa kızı Zeyno’yu alamayan fakir Memed bizden biridir. Kağnılar kaza yapmadığı için trafikten ölemeyenler elbette bizlerizdir. Bizler üryan gelir üryan gideriz… Ve elbet bir gün kavga kurulacaktır! Dadaloğlu ile birlikte hakkımızda fermanı veren devlete karşı savaşacağızdır; ölenler ölecek, kalan sağlar bizim olacaktır. Elbet bir gün hava dönecek yel işçiden yana esecektir. Tüm bu poyraz, yıldız, karayeller süt limanlara bedel olacaktır! Süt limanlar ezilmişliğimizin sürekliliğidir çünkü.

Gerçekler ve mücadele bu kadar soğuktur, bu kadar dağlıdır ve Cem Karaca’nın şarkıları da öyledir. Bu yüzden Cem Karaca’yı mesela “namus belası”nı kutsadığı, şiddeti övdüğü için eleştirenler olmuştur. Ehil bir dünya özlemindeki şehirliler onun dağlı bir ruha sahip ama eleştiremeyecekleri kadar gelişkin müziğinden rahatsız olmuştur.

Cem Karaca ‘istese de istemese de solcudur’, çünkü faşist darbenin ardından Türkiye’ye döndükten sonra da yaptığı şarkılar bir türlü ehlileşememiştir. O sıralar İstanbul’a büyük bir göç vardır ve İstanbullular bu durumdan pek memnun değildir. Halbuki Cem Karaca tam aksini düşünmektedir. Onlara şöyle seslenir: “Duvara astığın o çorapların sahibi geldi, altına serdiğin o kilimlerin sahibi geldi.” Kimliksizliğinden utanması gerekenin bu Bizans eskisi şehir ve Bizans eskileri olması gerektiğini hatırlatır. Aile kökeni düşünüldüğünde emsali sanatçılardan kat be kat kentli olduğu ortada olan Cem Karaca işte bu yüzden dağlıdır!

Hava döndü

Ezilenlerin mücadelesinin yükseldiği bir dönemde, yükselen mücadeleyle doğmuş, doğduğu yere kaynağını politikadan alan şarkılarıyla güç katmıştı. Gerçekten de -bir şarkısında dediği gibi- hava dönmüştü, yel işçiden esiyordu. Yıldız, poyraz, karayel elbette süt limanlara bedeldi.

Ve mücadelenin kırıldığı, ezilen hareketinin inişe geçtiği dönemlerde aynı kaderi o da paylaşmış, 1979’da gittiği Avrupa’dan uzun yıllar dönememişti. Ezilenlerin mücadelesinin üzerine çöken faşist darbe onun da üzerine çökmüştü; vatandaşlıktan atılmıştı. Cem Karaca yükselen ve yenilen ezilenler mücadelesinin bir parçasıydı, aynı dalganın üzerindeydi. Dolayısıyla aynı sonu kendi alanında yaşadı. Ya sonrası? “Halkın sanatçıları, bedel ödemeyi öğrenmek zorundadır” (Ekmek ve Adalet) sözleri sonrasına ilişkindir ve öyle anlaşılmalıdır.

Cem Karaca’nın müziği, biraz da Cem Karaca’ya rağmen, yani ‘istese de istemese de’ 80 sonrasına bir şekilde taşınmıştır. Yani Cem Karaca 80 öncesindeki müziği nedeniyle 80 sonrasında da solda kalmıştır denilebilir. Politikadan kaynağını alan müziği olmasaydı, 80 öncesindeki hizmetlerine rağmen bizim tarafta kalmayabilirdi, birçokları gibi. Ama öyle olmadı.

Özal’la görüşerek Türkiye’ye dönen Cem Karaca soldan gelen sert bir tepkiyle karşılaştı. Turgut Özal başbakanken Türkiye’de kısa süreli de olsa soldan esen hafif yel Cem Karaca’yı yanına alıp götürememişti, belki de alıp götürmesi imkansızdı. Dönem değişmişti. Dönemin Ahmet Kaya’sı, ardından mücadelenin içinden doğan Grup Yorum’u vardı.

Cem Karaca’ya gösterilen tepki ve onun yanıtı, karşı tepkisi üzerine akıl yürütmeler yapmadan, “Özal’ın elini öpmüş müydü yoksa öpmemiş miydi”, “dönmüş müydü yoksa dönmemiş miydi” sorularına kişi tarihleri ve beyanları üzerinden verilen cevaplar ve süregiden tartışmalara girmeden düşünmek gerekmektedir. Olay ve anlamı gayet somuttur: “Karaca’nın düşmanına yalvararak ülkeye döndüğü yıllar, aynı zamanda sokak ortalarında, dağ başlarında, hapishanelerde devrimcilerin katledildiği yıllardır. Özal’ın liberal politikalarının tüm halkı, gençliğimizi yozlaştırdığı yıllardır.”(Ekmek ve Adalet)

Rüzgar işçiden yana eserken rüzgarın sesine ses katmıştı Cem Karaca, politikadan kaynağını alan müziği doğmuştu. Döndüğünde devrimciler katlediliyordu ama yel 1980 öncesindeki gibi, o hızla ‘işçiden yana’ esmiyordu! O zamanlara kıyasla her yer süt limandı. Onu solun kanallarına alıp götürecek bir şey yoktu. Gerçi Cem Karaca yine Nazım Hikmet’ten okuyordu, yani hala solcuydu ama 80 öncesinin Cem Karaca’sının sağında kalıyordu. Günün solcu sanatçılarının da sağında kalıyordu. Bir ceviz ağacı gibi kimse onu fark etmiyordu.

Ama o ‘biraz dağlı’ydı. Barbarların sesiydi biraz. 80 öncesinde hiç unutulmayacak eserler vermişti ve bunlar unutulmayacak kadar solcuydu. Türkiye’ye döndükten sonra da birçok albüm yapmıştı. Ancak bu albümler, hatta olaylı ülkeye dönüşü bile, sadece 80 öncesi Cem Karaca’sının yeniden doğuşunu beraberinde getirdi. Öyle ki, Cem Karaca, 80 öncesinin Cem Karaca’sıyla savaştı. Bazen eski şarkılarından oluşan kasetler piyasaya çıktı, Tamirci Çırağı, Parka yeniden hatırlandı. Bazen de katıldığı radyo ve televizyon programlarında birçok yeni parçalar yaptığını ama hala barlarda Tamirci Çırağı’nın çaldığını söyleyerek serzenişlerde bulundu. Konserlerinde ondan Tamirci Çırağı istendi, söylemedi. Parka’dan uzak durdu. Yani gerçekten de ismini değiştirmeyi kendisi de istedi ama olamadı. İyi ki olamadı!

Kimileri, gün be gün sergiledikleri pratiklerle solda kalır. Kimileri de alanlarında önde gelen bir sima olma, önde gelen ürünler verme sayesinde. Cem Karaca’yı, solcu şarkıları yeniden ve yeniden solculaştırdı. Kalıcı politik sanatı olmasa yeni pratikleriyle sönümlenebilir, bizim tarafta kalmayabilirdi. Ama o hep Tamirci Çırağı, Parka, Namus Belası olarak kaldı. “Parkalılar ve Tamirci Çıraklarının safından düzenin safına” (Ekmek ve Adalet) geçmek istedi ama geçemedi.

Vasiyetinde kendisi için devlet töreni yapılmasını istemedi. Zaten böyle olması gerekirdi, hakkımızda fermanı veren devlet değil miydi! Ama ne hazindir ki, hakkında ferman verenlerin uğurladığı bir sanatçı olamadı. Önemli olan, “Cenazesinde ne söylendiği değil, cenazesini ‘Parkalıların’, ‘Tamirci Çıraklarının’ yani Cem Karaca’nın 1980 öncesi şarkılarıyla anlattığı bu ülkenin ezilenleri ve ezilenlerin mücadelesini verenlerinin uğurlayıp uğurlamadığıdır.” (Ekmek ve Adalet)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar