Ana SayfaArşivSayı 4471 Devrimciliğinin Tarihyazımı - I

71 Devrimciliğinin Tarihyazımı – I

Emre Görür

Milat: 29 Aralık 1970

“Ezilenlerin tek kurtuluş yolu ezenlere karşı giriştikleri kutsal isyandır.”

(Hüseyin İnan)

22 Aralık gecesi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine baskın yapan faşistler, orada nöbet beklemekte olan İlker Mansuroğlu’nu kurşunlar. Bu olayı 25 Aralık günü Fen Fakültesi önünde Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (Dev-Genç) Genel Yönetim Kurulu üyesi Nail Karaçam’ın kurşunlanarak öldürülmesi ve Mehmet Demir ile Recep Sakın’ın yaralanması izleyecektir. Mansuroğlu’nun, tedavi gördüğü hastanede 28 Aralık akşamı ölmesi üzerine “Dağcılar” harekete geçmiştir.[1]

04.00 sularında Yusuf Arslan ve Tuncer Sümer’in temin ettikleri otomobille Kavaklıdere’deki ABD Sefaretinin önüne giden Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Arslan, orada nöbet tutan iki toplum polisini tarar.[2] Eylemde polisler kol ve bacaklarından yaralanmış, kulübeye on kurşun isabet etmiştir.[3] Kullanılan otomobil Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) arazisinde terk edilmiş olarak bulunacaktır.

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) pek yankı uyandırmayan bu eylemi bir dönüm noktasıdır. Hacı Tonak, Akçadağ’da, “Türkiye’deki devrimci hareket bizimle başlamıştır”[4] diye yazarken haklıydı. 29 Aralık 1970, Türkiye’de devrimci mücadelenin başladığı tarihtir.

THKO’lular, kırda gerilla mücadelesini başlatabilmek için para temin etmenin yollarını aramaktadırlar. Bu amaçla yöneldikleri ilk önemli hedef, Türkiye İş Bankasının Emek şubesi olur. Türkiye İş Bankasını, “yabancı sermaye ile işbirliği yapan en büyük müessese” olması ve “Demokrat Parti’yi iktidara getirmesi” sebebiyle hedef seçerler.[5]

Eylem, Emek şubesinin açıldığı gün, yani 11 Ocak’ta, 16.15 gibi gerçekleşir.[6] Baskını gerçekleştirip 124.000 liraya el koyanlar İnan, Gezmiş ve Cemgil’dir.[7] Alpaslan Özdoğan gözcülük yapmış, Arslan ise temin ettiği otomobilde yoldaşlarını beklemiştir.[8] Ele geçirilen para, gece İnan tarafından İsmet Hüsrevoğlu’nun evine götürülür. Daha sonra bir kısmı İnan tarafından alınarak Recep Sakın’a verilecektir. Sakın ile Malatya’da görüşen Teslim Töre bu parayla silah temin eder.[9]

Kullandıkları otomobil eylem akşamı ODTÜ’nün ısı santralinin önünde bulunur. Ertesi gün, 2 bin kadar jandarma ve bir o kadar polis, üniversitede arama yapar.[10] 13 Ocak tarihli gazetelerde, eylemi Deniz Gezmiş ile Yusuf Arslan’ın yaptığı ve polise “vur emri” verildiği yazmaktadır.[11]

16 Ocak’ta bir haciz işlemi için Sevim Onursal’ın kapısı çalınır. Evde bulunan THKO’lular, polisin kendilerinden şüphelenmesi üzerine, gelenleri etkisiz hale getirip oradan ayrılırlar. Bu olay sebebiyle Sinan Cemgil de aranmaya başlanmıştır.[12]

19 Ocak’ta, ODTÜ’ye giden İrfan Uçar’ın jandarmaların elinden kaçmasının ardından, arama yapılabileceği düşüncesiyle, bazı THKO’lular kalorifer tünelini kullanarak okuldan ayrılırlar.[13]

Hasan Ataol vasıtasıyla, Sarp Kuray’la bağlantıya geçilip kalacak yer konusunda kendilerine yardımcı olması istenmiştir.[14] O günlerde Hüseyin İnan, Siyasal Bilgiler Fakültesinin (SBF) ve ODTÜ’nün yurtlarında kalmaktadır. Genellikle subay elbiseleriyle dolaşan Gezmiş, Cemgil ve Arslan ise sık sık ev değiştirir.[15]

Devrimci mücadele için hazırlık yapmakta olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi / Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (THKP-C) kurucuları THKO önderleriyle görüşmeye karar verir. Mahir Çayan’ın yapılmasını istediği görüşmeye, THKP-C’den Çayan ile birlikte Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli, THKO’dan ise Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan katılmıştır.[16] ODTÜ’de yapılan görüşmede, THKP-C kurucuları, “mücadeleye erken başlandığını”, “bir siyasal parti olarak örgütlenmeksizin silahlı propagandaya girişilemeyeceğini” söylemiş ve aynı amaçları, aynı mücadele yöntemlerini savundukları için birlikte örgütlenmeyi önermişlerdir. İnan, “Siz kent proletaryasına inanıyorsunuz, biz ise kır proletaryasına” diyerek teklifi reddeder.[17]

THKP-C, esas olarak, Münir Ramazan Aktolga’nın önderliğindeki ODTÜ grubu ile Yusuf Küpeli ve Mahir Çayan’ın önderliğindeki SBF grubunun birleşmesiyle oluşmuştur. İki grup 1970 yazı sonlarında işbirliği yapma kararı alır.[18] Görev bölüşümü, Aydınlık Sosyalist Dergi’den ayrıldıktan sonra, 1970 Aralık ayında yapılan bir toplantıda yapılmıştır. “Hareketin genel gidişi” ve Kurtuluş, Çayan, Aktolga ve Küpeli’nin sorumluluğundadır. Toplantıda ayrıca on kişilik bir Genel Komite oluşturulması gerektiği belirtilir.[19]

THKP-C’liler Aydınlık Sosyalist Dergi’den ayrıldıklarını Ocak 1971’de Kurtuluş Yayınları’ndan çıkan “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” broşürüyle deklare ederler.[20] Mahir Çayan’ın yazdığı, Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga tarafından da imzalanan broşürde,[21] Mihri Belli’nin yaklaşımları “devrim anlayışı”, “çalışma tarzı” ve “örgüt anlayışı” başlıklarında eleştirilir. Çayan, “… şerefli bir mücadele tarihine sahip… [olan] Türkiye’deki Marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılı”[22] olduklarını belirtip, bu tarihle değil, Mihri Belli ile bağlarımızı kopartıyoruz, diye yazar.[23] Çayan’a göre, “Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında, feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.”[24]

Broşürde, Türkiye devriminin birinci döneminde “şehirlerin temel, kırların yardımcı” konumda olduğu, ikinci dönemde ise bu durumun tersine döneceği savunulur.[25]

Aydınlık Sosyalist Dergi’de verilen cevaplarda ise, sadece Çayan’ın bazı tezlerinin üzerinde durulmuştur. Dergide, halk savaşı kavramının yozlaştırıldığı, “işçi sınıfının ideolojik öncülüğü” tezinin yanlış olduğu belirtilir ve “temel gücün” köylülük değil, yoksul köylüler ve proletarya olduğu savunulur.[26] Aydınlık Sosyalist Dergi yazarlarının esas üzerinde durdukları eleştiriler ise, örgüt anlayışı konusunda olanlardır.[27] Yazı başlıklarından da anlaşılabilir, Aydınlık Sosyalist Dergi’de, bu polemiklerin yayımlandığı dönemde, örgüt meselesinin “gündemdeki en önemli konu” olduğu savunulmaktadır. Proleter Devrimci Kurultay’ın Aydınlık Sosyalist Dergi Yazı Kuruluna verdiği görev o dönemde ifa edilecek ve “Proleter Devrimci Hareketin Program Taslağı” hazırlanacaktır.[28]

Dev-Genç ve “yurtlar savaşı”

“Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup”un yayımlanması ile beraber Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin çoğu bu çıkıştan yana tavır alır. Bu durum bazı alt örgütlerin Merkez Yürütme Kuruluna muhalefet etmesine sebep olacaktır.[29] Son kongre, Mustafa Gürkan, eski Genel Başkan Attila Sarp ve Sarp Kuray’ın tutuklu bulunmaları sebebiyle, zorunlu bir uzlaşmayla sonuçlanmıştır ve İstanbul Bölge Yürütme Kurulu kendi inisiyatifini kullanarak hareket etmektedir.

O dönemde, Cihan Alptekin İstanbul’a giderek Devrimci Öğrenci Birliği’nin Gezmiş ile birlikte önderliğini yapmış olan Gürkan ile görüşür. Söylendiğine göre, Alptekin, Gezmiş’in Hüseyin İnan Grubu ile birlikte hareket etmesinden rahatsızdır ve Gürkan’a yeni bir örgütlenmeye gitme teklifi yapar. Bunun üzerine, Gürkan, Alptekin, Mustafa Lütfü Kıyıcı, Nahit Tören, Namık Kemal Boya, Zihni Çetiner ve Mustafa Zülkadiroğlu İstanbul Teknik Üniversitesinin (İTÜ) bahçesinde bir toplantı gerçekleştirerek görev bölüşümü yapar. Toplantıda, Dev-Genç’i olağanüstü genel kurula götürme çalışmalarına başlama kararı alınır.[30]

Merkez Yürütme Kurulu da karşı hamleler yapmaktadır. Çayan, Küpeli ve Sinan Kazım Özüdoğru, İstanbul Bölge Yürütme Kurulunun 3 Şubat’taki genel üye toplantısına katılır. Aynı ay içerisinde İTÜ’de yapılan ve Ertuğrul Kürkçü ile Sinan Kazım Özüdoğru’nun da katıldığı toplantıdan sonra, İstanbul Bölge Yürütme Kurulundan istifalar olmuştur.[31] Nahit Tören ile birlikte ODTÜ’de Gezmiş ile görüşmüş olan Alptekin istifa deklarasyonunda şöyle yazar: “Cuntaya karşı tavrımız Torres’e karşı tavrımızdır. Dağlara döneceğiz. Zafer veya ölüm.”[32]

Dev-Genç yönetimi bir yandan iç sorunlarla uğraşırken, öte yandan faşistlerin şiddetli saldırılarına karşı tedbir almaya çalışmaktadır. Hükümete bağlı yurtları üs haline getiren faşistlere karşı, silahlı ekipler kurulmuştur. Bu ekipler yurtlarda nöbet tutup faşistlere karşı baskınlar düzenlemektedir.[33]

ODTÜ, 20 Ocak’ta yapılan forumda alınan süresiz boykot kararının ardından, ertesi gün kapatılır.

24 Ocak’ta, büyük kısmı silahsız olan elli kadar kişi, Şaban İba liderliğinde, Niğde Öğrenci Yurdunu basar ve polisle çatışarak SBF Öğrenci Yurduna çekilir. Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyeleri, polis yurdu kuşattığında oradadır ve direnme kararı alınır. Çatışma altı saat aralıksız şekilde sürer.[34] Bu baskın üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü eski İkinci Şube Müdürü’nün arabasına el koyan İlhami Aras, Mustafa Kemal Kaçaroğlu ve Mahir Sayın, 27 Ocak akşamı bir eylem hazırlığındayken yakalanır.[35]

Faşistlerin 16 Şubat’ta İstanbul Fen Fakültesinde saldırılar gerçekleştirmesi sonucu, 18 Şubat’ta İstanbul ve Hacettepe Üniversiteleri kapatılır. Ertesi gün Hacettepe Üniversitesinin yurdunu boşaltmayan öğrencilerle polis arasında yedi saat süren bir çatışma yaşanacaktır.[36] 20 Şubat’ta ODTÜ’de gerçekleştirilen forum sonrası, bu olay üzerine, Ankara-Eskişehir karayolu öğrenciler tarafından iki saat trafiğe kapatılır.[37]

Devlet, yurtlara dönük en sert saldırısını 5 Mart’ta ODTÜ’de gerçekleştirecektir.

*   *   *

Devlet, “şehir gerillası üsleri” olarak gördüğü yurtlara saldırırken, devrimciler hazırlıklarını sürdürmekte ve yeni eylemlere girişmektedir.

THKO’lular –aralık sonlarında veya– ocakta, Akçadağ yöresinde kır gerillası hazırlıklarını başlatırlar. Mustafa Yalçıner, Metin Güngörmüş, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, Teslim Töre, Hacı Tonak ve Mustafa Çubuk’un desteğiyle, üs ve harekat planı hazırlıkları yapar.[38] 23 Ocak’ta, Kenan Rıfkı Ertuğrul, Teoman Ermete, Ahmet Cem Fıratlı, Kadir Manga ve İsmail Yılmaz, Hozat’ta yakalanır. Ertuğrul dışındakiler serbest bırakılacaktır. Hamit Necmettin Yazıcı temin edilen silahların bir kısmını İnan’a gönderir. Şubata kadar Besni’de kalan Tuncer Sümer ve Semih Orcan, Kadir Manga tarafından Malatya’ya götürülmüştür. Oradan Güvercinlik Mağarası’na geçerler.[39]

18 Ocak’ta Maçka Maden Fakültesinde düzenlenen forumun ardından, Gümüşsuyu’ndaki Philips binasına dinamit atılır. Ayrıca Opera Oteli ve Türk-İş 1. Bölge Temsilciliği taşa tutulmuştur.[40] Gezmiş, babasının basına yansıyan açıklamalarına 29 Ocak’ta Cumhuriyet’te yayımlanan bir açık mektupla cevap verir.[41]

THKO’nun mücadeleye başlamış olması diğer sosyalist çevreler üzerinde basınç oluşturmuş ve “olayların akışını hızlandırmıştır”. Kurtuluş Grubu pasif bulunarak eleştirilmektedir.

Mahir Çayan, o günlerde, para temin etmek için bir eylem yapmaya karar verir. Bu konuda ortak bir kanaat oluşunca, Aktolga hızla bir banka şubesi tespit eder. Ziraat Bankası Küçükesat şubesi baskını, 12 Şubat günü 11.30 sıralarında gerçekleştirilir.[42] Böylece THKP-C de silahlı mücadeleye başlamıştır.[43]

Bankaya giren Çayan, yoldaşları gelmeden oradan ayrılmak zorunda kalır. Plandaki aksaklığa rağmen, –Aliağa’da sendikal faaliyet yürütürken Çayan’ın isteği üzerine Ankara’ya giden– Hüseyin Cevahir, Feyyaz Erinç, Selçuk Şahin Polat ve Gezmiş’e benzediği için eyleme dahil edilen Hüdai Arıkan 48.660 liraya el koyar.[44] Eylem “Deniz Gezmiş ve arkadaşları”na mal edilecektir.

Bu eyleme katılamayan Çayan, yeni bir eylem yapılması gerektiğini söyler. Bunun üzerine, hedef olarak Ziraat Bankasının Bahçelievler şubesi seçilir. Bu eylemde kullanılmak üzere aracına el konulan bir şoför yanlış şekilde bağlandığı için ölür.[45] Mehmet Alkaya evden ayrılırken çeşitli belgeleri de orada bırakmıştır. Bunlar, daha sonra yapılan aramada bulunacaktır. 17 Şubat’ta eylem yerine giden Arıkan, Ziya Yılmaz, Çayan, Ulaş Bardakçı[46] ve Selçuk Şahin Polat bankanın önünde bir askeri araç bulunması sebebiyle eylemden vazgeçer.[47]

Bu başarısız girişimden sonra THKP-C’liler eylemlerine İstanbul’da devam etme kararı almıştır. Bunun üzerine, İstanbul’daki silahlı eylemlere katılması düşünülen kişilerle görüşülür. Selçuk Şahin Polat ve Hüdai Arıkan bu öneriyi reddeder.[48] Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Oktay Etiman ve Kamil Dede mart başında İstanbul’da bir araya gelerek daha önceden Bardakçı ve Rüçhan Manas’ın Oğuz Öder ve Ziya Yılmaz ile birlikte tuttuğu İlbay Apartmanı’ndaki dairede kalmaya başlar. Bardakçı, 3 Mart gecesi Beyazıt Nüfus Memurluğuna girerek otuz iki adet boş nüfus cüzdanı ile bu memurluğa ait mühür ve başlığa el koyar.[49]

*   *   *

THKO’lular silah temin etmek için Balgat’taki ABD üssünü basmaya karar vermişlerdir. Bunun için İnan, Gezmiş, Arslan, Osman Arkış ve Mustafa Yalçıner tarafından ocakta yapılan ilk girişim havanın çok soğuk olması sebebiyle ertelenir. İkinci deneme 14 Şubat akşamı yapılacaktır. İnan, Gezmiş, Cemgil, Arslan, Recep Sakın ve Alpaslan Özdoğan üssün yakınında buluşmaya karar verir.[50] Sakın ve Özdoğan’ı Koray Doğan otomobille üssün yanına bırakmıştır. İnan burada Sakın’ın THKO’ya alındığını açıklar. Girdikleri depoda karşılarına boya kutuları çıkmıştır. Diğer depolara bakmaya giderken rastladıkları kamyonette bulunan ABD’li bir çavuş enterne edilir. Çavuşun silahların başka bir yere taşındığını söylemesi üzerine, THKO’lular onu da yanlarına alarak dört saat kaldıkları üsten ayrılırlar. Bu arada çıkış kapısında bulunan nöbetçiler taranmıştır. Fen Lisesi civarına gelindiğinde İnan ve Arslan dışındakiler araçtan iner ve esir alınan çavuş ile birlikte ODTÜ’ye doğru yola çıkar.[51] Gezmiş, esiri bir tepeye çıkartıp gözlerini bağlattığında, Cemgil arkadaşlara da danışalım, diyerek ona engel olur.[52]

İnan ve Arslan’ın aracı şarampole yuvarlayıp onlara yetişmesiyle birlikte, THKO’lular sabaha doğru ODTÜ’ye varıp 201 numaralı odaya giderler. On yedi saat esir tutulacak olan çavuş sorguya çekilir ve THKO’nun 1 numaralı bildirisinde belirtildiğine göre, siyahi olduğu için, Gezmiş ve Özdoğan tarafından Bahçelievler’de serbest bırakılır. Aynı saatlerde, ayrıca ODTÜ bahçesindeki “Kennedy Anıtı” bombalanmıştır.[53]

27 Şubat’ta, İnan ve Cemgil ODTÜ Atölyeler Müdürü’nün otomobiline el koyar. Polis telsizini dinlerken bu durumun açığa çıktığı anlaşılınca, Türkiye İş Bankasının Bahçelievler 8. Cadde’deki şubesine gerçekleştirmeyi planladıkları baskından vazgeçerler.[54]

THKO’lular hem örgütün adını deklare etmek hem de para temin etmek amacıyla Federal Almanya Büyükelçisi’ni esir almayı planlamışlardır. Bunun için bir bildiri de kaleme alınır, ancak eylem gerçekleşmez.[55]

THKO’nun yeni hedefi, İnan’a gelen bir bilgiyle belirlenecektir.

THKO’da kırılma

“Saldırganlar akıllarını başlarına alsınlar, ellerini kana bulamasınlar. Her kusur, her yanlışlık nihayet tamir olunabilir, ama kan kusuru, kanla biten netice tamir olunamaz.”

(İsmet İnönü, 7 Mart 1971)

ABD’li dört generalin 3 Mart gecesi Ahlatlıbel’deki ABD radar üssüne gideceği bilgisi üzerine, İnan ve Cemgil radar üssüne giden yollarda keşif yapıp eylem planı hazırlar.[56]

Hazırlıklar tamamlanınca İnan, Gezmiş, Cemgil, Arslan, Özdoğan ve Mete Ertekin harekete geçer ve gece yarısına doğru eylem gerçekleştirilir.[57] Dört ABD’li araçlarından indirilerek daha önce oraya saklanmış olan otomobile bindirilmiştir. İnan ve Ertekin, ABD’lilerin aracıyla ABD Sefaretini bombalamak üzere yola çıkar. Ancak, ABD’lilerin aracının şoförü Türk olduğu için serbest bırakıldığından, takibe uğrarlar. ABD’liler sorun yaşanmadan sabahın ilk saatlerinde Amaç Apartmanı’na götürülür. İnan ve Ertekin ise bir polis otomobiliyle karşılaşmıştır. İnan oradan uzaklaşmayı başarır, ancak Ertekin yakalanacaktır. İnan ODTÜ’ye geri döner.[58]

ABD’liler getirildiği sırada evde olan Koray Doğan,[59] esir alınan askerlerin kimliklerini İnan’a götürür. Kaçırılanlar sanıldığı gibi general değil, erdir.

İnan’ın orada yazdığı bildiri,[60] sabah saatlerinde Gülay Özdeş tarafından Hürriyet Haber Ajansına, Türkan Sabuncu tarafından TRT’ye ve Seyfi Alkan tarafından Anadolu Ajansına iletilir. Bırakılan zarfların içerisinde ABD’li erlerin kimlikleri de vardır.[61]

İnan, THKO isminin deklare edildiği bildiride, “Ezilenlerin tek kurtuluş yolu ezenlere karşı giriştikleri kutsal isyandır”[62] diye yazar ve “devrimcilere” şöyle seslenir: “Barışçıl şartlar içinde mücadele metotlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye T.H.K. Ordusu’nun saflarında katılınız.”[63] İnan, “29 Aralık 1970 gecesi … hainler[in] Türkiye’de ilk defa ciddi bir devrimci terörle karşılaş[tıklarını]”[64] yazar. Belirttiğine göre, “Daha şimdiden polisinden devlet başkanına kadar hiçbirisi evinde rahat uyuyamaz, çoğu ise evine rahat gidemez olmuştur”[65] ve “düşman şimdiye dek görülmedik bir vahşetle” saldırmasına rağmen, “Tam bir aylık kovalamacadan sonra … [yapabildiği, THKO savaşçılarının] kısa zamanda kahraman olmalarına yardımcı olm[aktır.]”[66]

THKO, esirlerin serbest bırakılması için ABD’den 400.000 dolar fidye ister ve bunun için otuz altı saat süre tanır. Ayrıca, bildirinin TRT’nin 07.30, 13.00 ve 19.00 haberlerinde eksiksiz okunması ve bu olay sebebiyle hiçbir devrimcinin tutuklanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde esirler kurşuna dizilecektir.[67]

İnan, 4 Mart sabahı bir haber ajansını arayarak ek bir bildiri ileteceklerini, Mete Ertekin’in serbest bırakılmasını istediklerini söyler.[68] Öğle haberlerinde, eyleme katılanlar arasında Hüseyin İnan’ın da ismi geçmiştir. Ertekin’in polise yaptığı açıklamalar sebebiyle deşifre olan İnan, Tayfur Cinemre’nin kullandığı motosikletle ODTÜ’den ayrılarak SBF’ye gider.[69]

Gece 03.00 sıralarında iki bin kadar toplum polisi ile beş bin kadar jandarma, esir alınan ABD’lileri bulmak amacıyla, ODTÜ’yü kuşatır. Öğrenci temsilcileri, önce askeri birliklerin yurtları arayabileceklerini, ama polisi üniversiteye sokmayacaklarını bildirir, ancak hemen ardından, mahkeme kararının yasalara uygun olmadığını iddia ederek arama isteğine karşı çıkarlar. Dokuz buçuk saat süren ve devlet güçlerinin hakiki mermiler kullandıkları çatışmada Erdal Şener ile birlikte bir asker ve bir aşçı ölür.[70] Yaklaşık üç bin kişinin kaldığı yurtlarda, yapılan arama sonucu, sadece beş tabanca bulunmuştur.[71]

Daha önce Gümüşsuyu’ndaki Philips Anonim Şirketi yöneticilerini kendilerine 10.000 lira vermek zorunda bırakmış olan THKO’nun İstanbul’daki kadroları, 5 Mart’ta Akbankın Selamiçeşme şubesine düzenledikleri baskında 8500 liraya el koyar. Eyleme Cihan Alptekin, Alpaslan Özdoğan, Yavuz Yıldırımtürk, Nahit Tören ve İbrahim Öztaş katılmıştır.[72] Taşkın Tanman THKO’lulara şoförlük yapmaktadır.[73]

İnan, belirlenen sürenin dolmasının ardından Amaç Apartmanı’ndaki yoldaşlarına talimat gönderir: “Üç adamla, beş adamla da olsa bir savaşa girildi. Gerilla sözünde durmalı, THKO’nun itibarı korunmalı. Bu nedenle ABD’li erlerden en yaşlısını vurun.”[74]

Basın Yayın Yüksek Okulu Dekanı ve Türk Hukuk Kurumu Başkanı olan Muammer Aksoy o gün THKO’lulara bir çağrıda bulunmuştur. İnan bunun üzerine onunla görüşmeye karar verir ve 8 Mart’ta onunla bağlantıya geçer. Yapılan görüşmede, Aksoy’un kendileri ile ABD Büyükelçisi arasında arabuluculuk yapması şartıyla otuz altı saatlik ek süre vereceklerini söyler İnan.[75]

Aynı gün, İTÜ Maden Fakültesinde, “Yaşasın Türk Halk Kurtuluş Ordusu” pankartının da asılı olduğu bir forum düzenlenmiştir. İki binden fazla kişinin katıldığı forumda, Gökalp Eren, Turan Önalan ve İhsan Çaralan konuşma yapar ve THKO’yu tüm güçleriyle desteklediklerini belirtirler.[76]

Amaç Apartmanı’nda bulunan Gezmiş, Cemgil ve Arslan, 8 Mart gecesi İnan’ın Aksoy ile yaptığı görüşmenin sonuçlarını beklemektedir. Önlerindeki sokakta bir polis aracının birkaç kez gidip gelmesi sebebiyle evi terk etmeye karar verirler. ABD’liler serbest kalmıştır.[77] İnan bu durumu 9 Mart sabahı öğrenir ve ABD’lilerin bırakılmasına tepki gösterir.[78]

“Eleştiri silahı” “silahların eleştirisi”ne karşı

“Şiddet politikasını temel alan” THKO, ezenlerin şiddet tekelini kırmış, “silahların eleştirisi”ni devreye sokmuş oluyordu. Peki “eleştiri silahı”na sarılan Türkiye solunun diğer bileşenlerinin bu konudaki tutumları neydi?[79] 71 devrimciliğinin dışındaki örgüt ve çevrelerin değerlendirilmesi esasen başka bir yazının konusudur. Burada, Türkiye solunun o dönemdeki tablosu devrimciliğe yaklaşım temelinde ortaya konulacak…

● Türkiye İşçi Partisi’ne göre, “polis gençlik hareketlerini saptırmıştır.”[80] Gençler, “gerillacı anarşist çizgiye itilmekle, tertip ve provokasyonlara alet olmaktadır.”[81]

● Mehmet Ali Aybar, Hüseyin İnanların idam kararı tartışılırken, meclis kürsüsünden eski yol arkadaşlarını teyit edecektir: Türkiye’de oyun içinde oyun oynanmış ve sol oyuna getirilmiştir. “Sol, kanun dışı hareketlere itelenmiş ve kapan kapanmıştır.” Tarihin mantığı, “anarşik” olayların son tahlilde sağın işine yaradığını göstermektedir.[82]

● TKP’nin Demokratik Almanya’dan yayın yapan Bizim Radyo’su, “işçi sınıfının düşmanları, ajan provokatörler”[83] olarak gördüğü THKO’luların ilk duruşmasını “Ajanlar ajanları yargılıyor” başlığıyla haberleştirir.[84]

● Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıkları yoruma gerek bırakmaz. THKP-C’lilere, “gönüllü polis devrimcisi hödük”ler der. “Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına … çık[maya heveslenen]… Donkişot”lar[85] der. “‘… [K]ıçındaki çakaralmaz iğnesi yerine, kafacağızındaki beyinceğizini kullanmayı ihanet sayan’ … iğneli deliler” der. Der de der! Kıvılcımlı’ya göre, “‘Silahlı savaş’ sözü etme[k]… ‘gönüllü CIA ajanlığı’[dır.]”[86]

Proleter Devrimci Aydınlık’ta, genel eğilime uyularak, THKO’nun ilk iki eyleminin “tekelci sermayenin tertibi” olduğu yazılır.[87] Gezmiş ve Arslan’ın yakalanmasının ardından, Proleter Devrimci Aydınlık yazarları onları “arkadaşça” eleştirecektir. Yayımladıkları açık mektupta, “Son birkaç ay[dır] yaptığınız işler … büyük hatalar taşımaktadır” diye yazarlar. Gezmiş ve Arslan, “halk yığınlarının devrimci fikirlerle hızla silahlanıp mücadeleye atılmaya hazırlandığı bir dönemde”, “asırlardır kökleşmiş zulüm ve sömürüyü kişisel kahramanlıkla yenebileceklerini düşünerek” hata yapmıştır, ancak Proleter Devrimci Aydınlık yazarları onlardan umutludur: “Halkın davasını savunacağınıza, ezilen halkımıza hizmet edeceğinize güveniyoruz.”[88]

● Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Devrim, THKO’yu açık şekilde desteklemiştir. Avcıoğlu’nun, 25 Şubat’ta, “Gerilla” isimli bir makalesi yayınlanır. Bu yazıda, “Türk vatanının üstün konumdaki düşman güçleri karşısında kendi olanaklarıyla korunabilmesinin yolu”nun gerilla savaşından geçtiğini belirtir.[89] “Devrimci gençlik… haklı olarak isyan etmektedir. Artık hiçbir etki uyandırmayan bildiriler, toplantılar, gösteriler dönemi geçmiştir”[90] dedikten sonra, gerillanın yenilmez bir güç haline gelebilmesi için, “iktidarın vahşetine karşı dikilen toplumun uyanık kesimleri”nin devrimcilerin safında yer alması gerektiğini yazar.[91] Makale, “faşizmin artan vahşetine de son vermek üzere”, devrimci bir iktidar için mücadele çağrısıyla bitmektedir.[92] Avcıoğlu, 9 Mart’taki makalesinde de aynı konuyu işler. “Atatürk Diyor ki” başlıklı bu yazıda, gerilla mücadelesinin gençlerin “macera ve gangsterlik hevesi”ne bağlanmasına karşı çıkmıştır.[93] “Egemen sınıfların ihanetini lanetleyen vatanseverlerin” şiddetle bastırıldığını ve “satılık iktidarların emniyet kuvvetleri adı verilen silahlı haydutlarının” üniversiteleri “kana boyadığını” belirten Avcıoğlu, tek kurtuluş yolunun gerilla savaşı olduğunu yazar ve makaleyi “Bursa Nutku” ile bitirir.[94]

“Ezenlerin tarihsel misyonu”nu savunan Avcıoğlu’nun bu tutumu, o günün koşulları düşünüldüğünde şaşırtıcı bulunmayabilir. Asıl dikkat çekici olan, orduda tasfiyeler gerçekleştikten sonra, Avcıoğlu’nun “THKO’nun eylemleri, bugünkü Türkiye’de meşrudur artık” diye yazmasıdır.[95]

● THKO’luları destekleyen haberlerin yayımlandığı Aydınlık Sosyalist Dergi’de, “eleştiri silahı”nın “silahların eleştirisi” karşısında hükmü olmadığı belirtilmiştir: “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla bütün ayrıntılarda tam bir görüş birliği halinde olmayabiliriz. Ama büyük devrimci yüreklilik isteyen bir eylemi eleştirmeye kalkmadan önce, o eylemden daha güçlüsünü ve daha etkilisini koymak ve bütün militanlara onu örnek göstermek gerektiği görüşündeyiz.”[96]

● Doğan Özgüden’in yönetimindeki Ant’ta da THKO’nun ikinci eylemi değerlendirilirken “soyguncular iktidarı”nın tertibinden bahsedilir, ancak yapılan açıklamalar diğerlerinden “bir hayli” farklıdır: “Sıcak mücadelenin kanunları serttir ve günü gelince kimseden icazet almadan uygulanır. / Eğer devrimciler bu sert mücadele yöntemlerinden birini uygulamışlarsa, o mücadele biçiminden dolayı değil, olsa olsa o mücadele biçimini yerinde ve zamanında uygulayıp uygulamadıklarından, taktik olarak olumlu sonuca gidip gitmediklerinden dolayı ve ancak devrimciler tarafından eleştirilebilirler.”[97]

O dönem yayımladığı kitaplarla devrimcilere “lojistik destek” sunan Ant, “halk dalkavukluğu adına silahlı mücadeleyi reddedenlere” çatar.[98] Ant yazarlarına göre, “THKO’nun eylemleri, emperyalizmin ve gericilerin kağıttan kaplan olduklarını göstermesi bakımından çok önemlidir.”[99] Ant sayfalarında, “Hakim çevrelerin ‘sol anarşi’ dedikleri ve burjuva devletini kurtarmak için ezmeye çalıştıkları şey, aslında … sınıf mücadelesidir”, baskıların şiddetlendirilmesi devrimci şiddeti de artırmıştır, diye yazılmaktadır.[100] Ant, “mücadelenin en keskin noktalarındaki devrimcilere” tanıdığı eleştiri hakkının –Nisan 1971’de– henüz kullanılamayacağını belirtir: “Bu olayın başarısız görünen sonuçlarına sığınarak, üstü kapalı ‘şehir gerillası’na, özde ise sıcak mücadeleye çatmak, ancak pasifistlerin, ödleklerin ve döneklerin görevidir. Savaşçıların henüz kendi eleştirilerini yapmamış oldukları ve devrimciler için açık olmayan bir yığın nokta ortada iken, bu konuda zamansız spekülasyonlara ve suçlamalara girişmenin, ‘aman faşizm gelir’ teorisinin başka bir türünü ortaya sürmekten öte bir anlamı yoktur.”[101]

Ant, bu konuda “en uygun” yerde durmaktadır.[102]

9 Mart’tan 12 Mart’a

Küpeli ve Çayan’ın İbrahim Keskin ve Orhan Savaşçı ile politik ilişkileri, Küpeli’nin Filistin’den Ekim 1969’da dönmesinin ardından yapılan bir toplantıyla başlar.[103] Binbaşı Keskin ile yollarını ayıran Orhan Savaşçı’nın Ankara, İstanbul, İzmir ve Merzifon’da havacı subaylarla kurduğu ilişkiler, Haziran 1970’te bir örgütlenme ile neticelenir.[104] “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup”un yayımlanmasının ardından, bu grup THKP-C ile birleşecektir.[105]

Sarp Kuray, Ocak 1971’in son günlerinde, İrfan Solmazer’in Dikmen’de bulunan evinde bir toplantı düzenlemiştir. THKP-C’liler, darbe girişiminde kendilerine verilecek aktif görevleri, bir kısım önlemlerin kabul edilmesi ve kendilerine bazı garantiler verilmesi durumunda, ancak şartlı olarak kabul edebileceklerini belirtirler.[106] THKO’lular Gökalp Eren’den bu toplantıyı izlemesini istemiş, ama kendilerini temsil etmediğini bildirmişlerdir. Toplantıya Kıvılcımlı çevresinden Selahattin Okur da katılmıştır.[107]

9 Mart’a birkaç gün kala, Teğmen Mehmet Alkaya aracılığıyla, THKP-C’liler İbrahim Keskin’e tutumlarını açıklar: “… [S]izinle güç birliğine varız, işbirliğine yokuz.”[108]

9 Mart’ta Keskin’in görevi Ankara Emniyet Müdürlüğünü ele geçirmektir. O gece, Orhan Savaşçı önderliğindeki subaylar da bu eyleme katılmak için hazır durumdadır.[109] THKP-C’nin Ankara ve İstanbul’daki kadroları silahlı şekilde gelişmeleri takip etmiştir. İstanbul’dakiler, darbenin ardından ABD Konsolosluğunu ve Emniyet Müdürlüğünü basmayı planlamıştır.[110] Ancak 9 Mart akşamı yapılan toplantıdan karar çıkmaz. Bu toplantıyı 12 Mart’ta yayımlanan muhtıra izler. Ayın 16’sında, beşi general, on üç kişi emekliye sevk edilir.

*   *   *

THKO, anlaşıldığı kadarıyla, 9 Mart’taki girişimle ilişkilenmez ve muhtıraya açıkça karşı çıkar.

Hüseyin İnan’ın, 12 Mart’ta, 13.00 haberlerinden muhtıranın verildiğini öğrenir öğrenmez bir bildiri kaleme aldığı söylenir. Belirtildiğine göre, yoldaşlarıyla yaptığı görüşmeden sonra THKO’nun iki numaralı bildirisi olarak kabul gören metinde, İnan “muhtıranın reformcu söylemine aldanmamak gerektiğini, yapılanın faşist bir darbe olduğunu” yazar.[111] Bildiriyi yazarken onun yanında bulunan Gülay Özdeş’in belirttiğine göre, bildiri daha çok sosyalist çevrelere dönüktür.[112]

İnan, 4 Şubat 1970’te şöyle diyordu: “Bizim bulunduğumuz grup, milli demokratik devrimciler grubudur. Bizde de iki ayrı fikir vardır. Birinci fikir askeri darbe taraftarları. Kaba tabiri ile cuntacılar. İkinci fikir köylü, işçi ve öğrenci hareketlerine dayanan ulusal kurtuluş savaşı verme fikri. Biz, bu ikinci gruptayız.”[113] Gezmiş’in –ve ardından Cihan Alptekin’in– Mustafa Gürkan önderliğindeki eski arkadaşlarıyla yaşadığı ayrışma da esasen bu ayrıma ilişkindir. “Devrim”i ezenlerin bir kesiminden bekleyenler bir tarafta kalmış, diğerleri bağımsız bir devrimci politik öznenin oluşumuna katılmıştır. Ancak THKO’nun “cuntacılarla” bağlantıya geçtiği ve onlardan yardım aldığı biliniyor.

Burada, 71 devrimciliğinin –İbrahim Kaypakkaya tarafından aşılan– bir açmazıyla karşılaşıyoruz. Hüseyin İnan “Türkiye Devriminin Yolu”nda “işçi-köylü ittifakı”nı savunmasına rağmen, aynı Çayan gibi, “milli cephe” anlayışından kopamamıştır. Birbirini reddeden bu iki yaklaşım THKO ve THKP-C’de iç içe durur ve sürekli bir gerilim kaynağıdır. Söz konusu bildirinin de, doğal olarak, bu gerilimle yüklü olduğu anlaşılıyor. Ne diyor İnan? “Muhtıranın reformcu söylemine aldanmamak gerek…” Yani, bakmayın siz onların kendilerine Kemalist dediklerine, bu bir “sol darbe” değildir… Ulusal mücadele verdiklerini söyleyenlerin, kendilerini “İkinci Milli Kurtuluş Savaşı yapanlar” olarak görenlerin Kemalistlerle, “ezenlerin tarihsel mirası”nı savunanlarla ittifaka kapalı olmaları mümkün müdür?

THKP-C’lilerin 12 Mart darbesi hakkında yazdıklarına bakalım.

Dev-Genç yöneticileri, muhtıranın hemen ardından yayımladıkları bildiride, “… devrimci gençlik, ancak şu şartlar yerine getirildiği takdirde ordudan gelecek her ilerici hareketi sonuna kadar desteklemeye hazırdır” diye yazarak, on bir madde sıralar.[114]

THKO’nun tutumunda görülen pozitif unsur bu bildiride yoktur. Dev-Genç yöneticileri muhtıraya karşı çıkma basiretini gösteremez.[115]

Kurtuluş’un 1 Nisan tarihli ikinci sayısında, Yusuf Küpeli’nin –Kurtuluş imzasıyla yayımlanan– “Ülkemizde Oynanan Oyun ve Bütün Küçük Burjuva Oportünist Fraksiyonlarının İhanetleri” başlıklı bir yazısı vardır.[116] Yazının giriş bölümünde, “… emperyalizm[in], Demirel hükümetini … tereyağından kıl çeker gibi rahatça bir kenara itiverdi[ği]”[117] belirtilir.[118] “Yerli hakim sınıflar [giderek keskinleşen sınıf mücadelesini durdurmak için] tek bir karşı devrim cephesi içinde ittifak kurmuş durumdadır”[119] ve “‘12 Mart Muhtırasal Darbesi’nin ilerici, reformcu bir hareket olmadığı” esas olarak, borsaya ve bankaların kredi mekanizmasına bakılarak anlaşılabilir.[120] “Oynanan son oyunla birlikte, ülkemizde faşizm, yukarıdan aşağıya adım adım tezgahlanmaktadır”[121] diye yazan Küpeli’ye göre, “… faşizm, Kemalizmi de kendine ideolojik taban olarak hazırlama çabası içindedir.”[122] Bunu önlemek, “tecrit politikasını bozmak”tır[123] diyerek Kemalistlerin kendi müttefikleri olduğunu belirten Küpeli, “devrim kurumları”ndan bahsederek de kurumsal Kemalizmi savunur.[124]

Türkiye’de “genellikle küçük ve orta burjuvazinin vurucu gücü olagelen ordu”nun “radikal reformist geleneğini yitirmeye başladığı”nı yazan Küpeli,[125] Kıvılcımlı’nın bu konudaki yaklaşımını da “abartılı” bularak eleştirir.[126] Ona göre, “Devrim gazetesindeki büyük (!) ideologlar” ise, “radikal subayların hareketini sulandırıp emperyalizmin kontrolüne kolaycacık teslim ederek”,[127] “küçük burjuva radikallerine en büyük oyunu oynamışlardır.”[128]

Yazının sonlarında “Devrimcileri zor, fakat zevkli kavga günleri beklemektedir. Ak ve kara artık en keskin çizgileriyle birbirinden ayrılabilecektir” diye yazılarak “mevcut buhranı derinleştirmek”ten bahsedilir.[129] Küpeli, “temel mücadele metodunun politikleşmiş askeri mücadele metodu olduğunu” belirtmektedir.[130]

*   *   *

Aramaların gittikçe yoğunlaştığı günlerde, THKO önderleri dağdaki yoldaşlarına katılma zamanının geldiğine karar verirler. İnan bir süre daha Ankara’da kalacak, Gezmiş, Cemgil, Arslan ve Tayfur Cinemre, iki grup halinde, motosikletlerle Malatya’ya hareket edecektir.

15 Mart akşamı yola çıkılır. Cemgil, Cinemre ile birlikte, Gezmiş, Arslan ile birlikte yol almaktadır. İlk durakları Yozgat’ın Sarıkaya ilçesidir. Sarıkaya yolunun tamamen karla kaplı olması sebebiyle ilerlemekte zorlanırlar, motosikletler sık sık devrilir. Arslan’ın kullandığı motosiklet bu sebeple bozulmuştur. Sabahın erken saatlerinde Sarıkaya’ya vardıklarında, askerlik şubesinde nöbet tutan askerden bir üsteğmenin evinin yerini öğrenirler. Üsteğmen, yol durumunu gerekçe göstererek araç isteğini karşılamaz. Gezmiş ve Arslan, sağlam olan motosikleti alarak, Akçadağ’da buluşmak üzere, yoldaşlarından ayrılır. Cemgil ve Cinemre de diğer motosikleti tamir ettirerek Sarıkaya’yı terk eder.[131]

Gezmiş ve Arslan, Sivas’ın girişinde trafik denetimi olduğundan, Şarkışla’ya gitmeye karar verir. Oraya 15-20 kilometre kala benzinleri bitmiştir. Şarkışla’ya ulaştıklarında hava durumunu göz önüne alarak bir araç bulmaya karar verirler. Motosikleti kiraladıkları araca yüklemeye çalışırken yanlarına bir bekçi gelir ve onları karakola davet eder. Binanın kapısından girerken Gezmiş ve Arslan silahlarını çeker, ama bekçiyi vurmak istemezler. Havaya ateş açarak oradan uzaklaşmaya çalışırlarken Arslan kasığından vurulmuştur.[132] Gezmiş bir otomobil temin ederek Kayseri’ye doğru yola çıkar. Aracın sahibini de şoförlük yapması için yanında götürür. Gemerek yakınlarında yola barikat kurulmuştur. Orada çatışma yaşanır ve bir polis hafif şekilde yaralanır. Araç kullanılamayacak duruma geldiğinden Gezmiş tarlalara yönelir. Oradaki bir benzin istasyonunda dört jandarmayı önce esir alır, fakat sonradan vazgeçip oradan uzaklaşmaya karar verir. Karşı taraftan da jandarmaların gelmesi sonucu kıstırılır. Çemberi el bombası atarak yarmasının ardından Gemerek’e girer. Ancak, “her namlunun ucunda” o vardır.[133] Yakalanarak önce Kayseri Emniyet Müdürlüğüne, ardından da doğruca İçişleri Bakanlığına götürülür. İçişleri Bakanı ile yaptığı konuşma basına yansıyacaktır.[134]

Arslan, Gezmiş’in yakalandığını öğrenene kadar hiçbir açıklama yapmaz. Çıplak şekilde bekletildiği için zatürree olan Arslan, 17 Mart’ta sabaha doğru ameliyata alınmıştır.[135]

Cemgil ve Cinemre, Teslim Töre’nin Bölüklü köyündeki evinde buluştukları yoldaşlarıyla radyodan Gezmiş ve Arslan’ın yakalandığını öğrenir. Bunun üzerine hemen evin terk edilmesine karar verilir. Cemgil, Atilla Keskin, Kadir Manga ve Mustafa Yalçıner’in de içinde bulunduğu bir grup, Ilıcak Mağarası’na gitmek üzere yola çıkar.[136] Tecer’den Malatya’ya trenle geçen Cemgil ve Cinemre, Gölpınar köyüne kadar takip edilmiştir.[137] Onların ayrılmasının ardından ev polis ve jandarmalar tarafından basılır.[138] Cemgil ve yoldaşları Ilıcak Mağarası’ndayken, Güvercinlik ve Arap (Sarıkaya) Mağaraları jandarmalar tarafından aranmaktadır.[139]

19 Mart’ta, Dev-Genç İstanbul Bölge Yürütme Kurulu ile İTÜ Öğrenci Birliği, Gezmiş ve Arslan’ın yakalanması üzerine bir forum düzenlemiştir. Yapılan konuşmalarda THKO’nun mücadelesi desteklenir ve muhtıraya karşı olunduğu açıklanır.[140]

Tayfur Cinemre, Ankara’ya geri dönerek İnan’a buluşma yerini söylemiştir. Ardından Mehmet Nakiboğlu, İnan’ı yoldaşlarının yanına götürmek üzere Ankara’ya gider. Otomobille İnan ve Nakiboğlu Ankara’dan ayrılır ve 24 Mart’ta 03.30 sıralarında Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine giderler.[141] İnan burada önemli bir hata yapmış ve dinlenmek üzere dayısının evine gitmeye karar vermiştir. Eve girmelerinin üzerinden çok fazla zaman geçmeden polisler evi kuşatır. Dayısı silahlarını polislere verirken hem İnan hem de Nakiboğlu uykudadır ve o halde yakalanırlar.[142]

Kayseri’ye götürülen İnan, orada gazetecilere açıklamalar yapar. Konuşmasının bir yerinde şöyle demiştir: “Zaman zaman Deniz Gezmiş ile fikir ayrılığına düştük. Amerikalı dört havacıyı serbest bırakmakla hata ettik. Onları kurşuna dizmeliydik.”[143]

“Denizler”

Mustafa Yalçıner, Hüseyin İnan’ın öğrenci gençlik hareketleri içerisindeki konumu hakkında şunları yazıyor: “Hüseyin’in özelliği, tutumları ve eylemleri örgütleyip kotarması, ama asla öne çıkmayışıydı. Dönemin özellikle Ankara’da gerçekleşen hemen her anti emperyalist demokratik içerikli eyleminin baş düzenleyicisi oydu. İlişkilerini kurar, yürütücü ekibi örgütler, yönünü doğrultur ve içinde yer alır ama kendisini özel olarak gizlerdi. Belliydi ki, daha sert hesaplaşmalara hazırlanmaktaydı.”[144]

İnan, 1968 gibi erken bir tarihte, ODTÜ Mimarlık Fakültesinin harita deposuna girerek harita temin etmiş ve çıkacağı dağlarda yer tespit etmeye koyulmuştur.[145] Küresel bir akım olan 71 devrimciliğinin Türkiye’deki varlığı en başta onun ismiyle anılmalıdır. Öğrenci gençlik hareketinin önemli isimlerinden olan Deniz Gezmiş ve Sinan Cemgil, onun belirlediği yola tabi olarak devrimci mücadele içerisinde yer almıştır. THKO içerisinde 71 devrimciliğini esas olarak Hüseyin İnan temsil eder.

THKO’da yaşanan kırılma sonucu, “68’lilik”, devrimciliğin karşısında galebe çalmıştır. Bu sayede “gaddar” devrimcilerden değil,[146] “haksız yere öldürülen öğrenci liderleri”nden bahsedilebilmektedir. Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın aksine, kritik anda sorumluluk almayıp talimat vermekle yetinen İnan, devrimciliği tahkim edememiştir. THKO’lular için kullanılan “Denizler” ifadesi bu gerilimi yansıtır.

“Devrim için savaşmayana sosyalist denmez”

İstanbul’a geçen THKP-C’lilerin ilk eylemi 15 Mart’ta gerçekleşir. Cevahir, Türk Ticaret Bankasının Erenköy şubesine girerek 500 liralık bir banknotu bozdurmak istediğini söyler. Ardından Çayan, Oktay Etiman ve Kamil Dede silahlarıyla içeri girer. Ziya Yılmaz gözcüdür. Bardakçı ise otomobilde yoldaşlarını beklemektedir. 14.449 liraya el konulduktan sonra, Bardakçı, Etiman ve Dede belirlenen bir yerde otomobili terk eder. İki gün önce temin edilen otomobil ABD’li bir çavuşa aittir. Bu sebeple, Çayan ve Cevahir otomobili Celal Bayar’ın evinin önünde yakar.[147]

Aynı gün Kurtuluş’un ilk sayısı yayımlanmıştır. Mihri Belli ile birlikte hareket edildiği dönemde “işçilerin-köylülerin gazetesi” olarak çıkan Kurtuluş, artık “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez” alt başlığıyla yayımlanmaktadır.

Çayan, “Yayın Politikamız”da, “kelimenin geniş anlamı ile proleter devrimci bir örgüt[ün] doğdu[ğunu]” ve Kurtuluş’un “bu örgütün ideolojik ve politik yayın organı” olduğunu açıklar.[148] “Hareketin kitlevi gençlik örgütü” olan Dev-Genç, artık İleri’yi “ideolojik ve politik organ olarak” çıkarmayacak,[149] Merkez Yürütme Kurulu tabanıyla organik bağlantısını İleri bültenleriyle yürütecektir.[150] Yazıda, “bugün, toplumun bütün kesimleri[nin] eskisi gibi yaşamak istememeleri bir yana, patlamaya hazır volkan gibi, bir kıvılcım bekle[dikleri]”[151] iddia edilir. “Toplumun bütün kesimlerini sarsmaya başlayan bu devrimci kasırga, genç militanlara devrim arenasında sadece kendilerinin kaldığını göster[miştir.]”[152] Çayan, “politikleşmiş askeri savaş metodu”nu savunduğu yazısında, kitlelerin yayın organıyla değil, “pratik içinde öncünün yakacağı kıvılcımla” bilinçleneceğini yazar.[153]

Bu sayıda, Çayan’ın “Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi” başlıklı bir yazısı daha vardır. Çayan yazısının başında, Türkiye’nin artık “sosyalist politikanın devrimci cesaretle sürdürülebileceği bir ülke haline gel[diğini]”[154] belirtir ve şunu ekler: “Artık devrimciliğin ölçüsü … devrimci pratiktir.”[155] Çayan’a göre, “proleter devrimcisi”nin görevi, “sadece bilinç götürmek değil, bizzat fiili olarak savaşmaktır”.[156]

Çayan, “işçi sınıfı” kavramına bağlı bir politik mücadele anlayışından kopulması gerektiğinin farkındaydı. İşçiler içerisinde çalışmanın artık devrimci olmayan politik sonuçlara yol açtığını düşünüyor ve Marksizmin Lenin’den Mao’ya ulaşan devrimci dinamiğini –“Güney Amerika devrimciliği”ni de bu zincire ekleyerek– teorileştirmeye çalışıyordu.

Çayan’a göre, Lenin ve Stalin’in bu konudaki yaklaşımları, emperyalizmin işgali altında olmayan, yani “halk savaşının zorunlu bir durak olmadığı” ülkelerde geçerlidir. Yani, bir ülkede (“açık veya gizli”) emperyalist işgal yoksa, –bu, karşı tarafın zora başvurmaması demekti Çayan’a göre– “silahlı mücadelenin objektif koşullarının varlığı”ndan bahsedilemezdi. Bu durumda, şehirlerin temel alınıp işçiler içerisinde çalışılması ve “genel ayaklanma”nın savunulması gerekliydi. Devrim şehirlerden kırlara doğru ilerleyecek ve “proletaryanın öncü müfrezesi”nde işçiler çoğunlukta olacaktı.[157] Ama eğer emperyalist işgal varsa, bu yaklaşım benimsenemezdi. Çünkü o durumda, devrim “emperyalizmin sistem olarak toptan çöküşü”ne, yani “mahşer”e kadar ertelenmiş olurdu.[158]

Çayan’a göre, “gizli” de olsa işgal vardır ve bu sebeple “Devrim için objektif şartlar hazırdır”.[159] Çayan, emperyalizme karşı savaşılacağı için, halk savaşı verme zorunluluğundan bahseder.[160] Bunu Mao ve Lin Piao’nun katkısı olarak anmaktadır.[161] Kırlar, “bu zalim yönetimin yumuşak karnı” olduğu için, temel alınmalıdır.[162] Proleter devrimciler “kırlardan şehirlere doğru bir askeri strateji”yi benimser.[163] Ama bu durum, partide işçilerin çoğunlukta olmasını imkansız kılacaktır. Yani parti, “ideolojik ve politik olarak proletaryanın öncü müfrezesi” olmasına rağmen, “fiziki bakımdan” bu vasfı taşıyamayacaktır.[164] Bu durum, “işçi sınıfının fiili öncülüğü”nün değil, “ideolojik öncülüğünün” geçerli olması demektir.[165]

Çayan, “devrimin temel gücünün ülkenin toplumsal yapısından çıkarılması”na karşı çıkar. “Köylülerin temel güç olarak formüle edilmesi sadece devrimin anti-feodal niteliğinden dolayı” olamaz Çayan’a göre.[166]PDA kalpazanları”nın, “kitaba uygun” davranarak, “toplumsal yapı tespitinden” politik sonuçlar çıkardığını belirten Çayan, “devrimin sınıfsal niteliği ile sınıfların fiili yolu arasında ayniyet ara[mak]… Menşevik mantığıdır”[167] diye yazar. O, devrimci dinamiği temsil ettiğini düşündüğü için “temel gücün” köylüler olduğunu savunmakta ve Mao’nun politik eserini izlemektedir.

Mart içerisinde, ayrıca, Kurtuluş Yayınları’ndan “1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç” isimli bir broşür yayımlanır. Küpeli’nin kaleme aldığı metinde, Proleter Devrimci Aydınlık ve Aydınlık Sosyalist Dergi ile polemiklere de girilmektedir.

Küpeli, yazısında Mihri Belli’yi soluna geçerek eleştirmektedir. “‘Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur’ meselesine gelince, bu iki ayrı ideoloji arasında değil duvar, koskoca bir dünya vardır. Felsefesiyle, ekonomisiyle, her şeyiyle iki ayrı dünyayı yansıtır bu ideolojiler”[168] diye yazar. “[P]roleter devrimcileri… Türkiye’nin toprak bütünlüğünün de en tutarlı savunucularıdır” diyen Belli’ye sert şekilde karşı çıkmaktadır. “[Ş]artlara göre ayrılma, bölgesel özerklik, federasyon haklarının savunulacağı[nı] veya sadece asimilasyon politikasına karşı çıkılacağı[nı]”[169] yazan Küpeli, milli meseleyi başka bir yazıda ele alacaklarını belirtir.[170]

Ancak bu yapılamadığı gibi, daha sonraki yazılarda bu soruna değinilmemiştir bile. THKP-C’liler, Mihri Belli’nin “küçük burjuva radikalleri”ne “şirin gözükmeye” çalıştığını belirtiyorlardı.[171] “Milli cephe” anlayışından kopamayanların bundan azade olması mümkün müdür?

Küpeli, “Türkiye’de devletin bütün kurumları her zaman bütünüyle karşı devrimcidir ve devletin bir kurumu olan ordu da bütünüyle karşı devrimcidir demek” yanlıştır, diye yazar ve “küçük burjuva radikalizminin emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı soluksuz kalan karşı çıkışları”ndan dem vurur.[172] Kendilerinin bu konudaki görevlerini şöyle açıklamaktadır Küpeli: “Burada bizlere düşen görev, ‘ordu bütünüyle devrimcidir veya karşı-devrimcidir’ demeden, küçük burjuva radikallerini uyarmak; onların gerçekten emperyalizme ve yerli köpeklerine yönelmiş her çıkışlarını Leninist destek ilkesine uygun biçimde sonuna kadar desteklemektir.”[173]

“Küçük burjuva radikalleri”ni desteklemek gerektiğini söyleyenlerin[174] Kürt sorununda komünist devrimci bir tutumu benimsemeleri beklenemezdi elbette.

Küpeli, Proleter Devrimci Aydınlık ile girdiği polemikte,[175] Sovyetler Birliği ile ilgili görüşlerini tekrarlar[176] ve “Latin Amerika halklarının ancak silahlı mücadeleyle kurtulabileceğini söyleyen ve Amerika’nın burnunun dibinde bir halk savaşıyla devrimi gerçekleştiren Kastro Kübası’na yardımı kesen Çin Komünist Partisi’nin de yoldaşça eleştirilmesi gerektiği kanısındayız”[177] diye yazar. “Sovyetler Birliği’nde henüz burjuvazinin iktidarda olmadığını” belirten Küpeli’ye göre, “Sovyetler Birliği ile Amerikan emperyalizmi arasında uzlaşmaz bir çelişki vardır.”[178]

Yazısının sonlarında, “bütün oportünist, revizyonist klikler[in]… politika ile askerliği birbirinden ayırma konusunda birleş[tiklerini]”[179] belirten Küpeli şunları yazar: “Mücadele artık demokratik ve ekonomik kitle gösterilerinin sınırlarını çoktan aşmış ve ilk kıvılcımları devrimci mücadelenin en geliştiği bölgelerde parlayan bir iç savaş görünümü kazanmaya başlamıştır! Devrimin zaten varolan objektif şartları tam anlamıyla oluşmuş; bütün iş, devrimcilerin kendi subjektif güçlerini oluşturarak örgütlü biçimde en aktif mücadelenin içine girmelerine ve işçi-köylü kitlelerine emperyalizmin ve yerli köpeklerinin boyunduruğunun ancak aktif mücadele ile kırılabileceğini göstermelerine kalmıştır!”[180] Ona göre, “Devrimci mücadelenin en geliştiği bölgelerde parlayan iç savaş kıvılcımlarını, aktif mücadeleyle ülke sathına yaymak ve güç kazandıkça savaşın ağırlığını kırsal bölgelere aktarmak gerekmektedir.”[181]

1 Nisan’da Kurtuluş’un ikinci sayısı yayımlanır. Çayan, bu sayı için “Çalışma Tarzı Meselesi” isimli bir yazı kaleme almıştır.[182]

Aynı ay içerisinde, Kurtuluş Yayınları’ndan “Kesintisiz Devrim I” çıkarılır.[183] Polisin matbaada el koymasından dolayı, broşür sınırlı bir çevreye dağıtılabilmiştir.[184]

*   *   *

Son eylemde görüldüğü gibi, artık banka veznelerinde fazla para bulundurulmamaya başlanmıştır.[185] Bunun üzerine THKP-C’liler farklı arayışlar içerisine girerler.

Robert Koleje ay başlarında fazla miktarda para geldiği bilgisi üzerine, araştırmalar yapılmış, ama eylem riskli bulunduğu için gerçekleştirilmemiştir. Eli Burla ve Ahmet Dallı’yı esir alma girişimleri sonuçsuz kalır.[186] Yeni hedef Sosyete-13 dergisinden belirlenecektir: Mete Has.[187]

Kadir Has’ın yeğeni olan Mete Has’ın kapısı 4 Nisan günü 17.00 sıralarında, Çayan, Cevahir ve Bardakçı tarafından çalınır. Başlangıçta Oktay Etiman ve Kamil Dede dışarıda beklemektedir.[188] Esir alınan Mete Has ve Talip Aksoy, gece yarısı Cevahir, Bardakçı ve Etiman tarafından başka bir eve nakledilir. Sabah Çayan ve Bardakçı, Kadir Has ile birlikte evden ayrılır. Çayan, Kadir Has’ın yazıhanesine geçerek fidyenin ilk kısmı olan 200.000 lirayı alır.[189] Esirlerin yanında polis telsizini dinleyen Bardakçı ve Etiman polisin durumdan haberdar olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Çayan, berbere gitmekle ve kıyafetlerini değiştirmekle yetinecektir. Buluşma yerine gider ve fidyenin diğer yarısını da alarak Cevahir ve Dede ile birlikte oradan uzaklaşır.[190]

Çayan, bu eylemden sonra Küpeli ve Aktolga’yı İstanbul’a çağırmıştır. Küpeli, tedavi gördüğü için gidemez. 14 Nisan’da Ertuğrul Kürkçü İzmir’den İstanbul’a geçer. 12 Mart muhtırasına karşı alınacak tutum konusunda Çayan ile görüşmek istiyordur. Ertesi gün Aktolga’nın gelmesiyle üçü bir toplantı yapar.[191] Çayan, çıkış yapma vaktinin geldiğini, Genel Komitenin THKP-C haline gelme kararı alması gerektiğini savunur. Ayrıca tüzük ve programın hazırlanması gerekmektedir.[192] Çayan toplantıda, THKO’ya benzer bir şekilde ortaya çıkılabileceğini, bir büyükelçiyi esir almayı düşündüklerini, Küba devrimi, Douglas Bravo ve Carlos Marighella üzerine “daha iyi düşünmek” gerektiğini de söylemiştir.[193] Aktolga ve Kürkçü, Çayan’ın söylediği hiçbir şeye karşı çıkmaz. Birlikte tüzük taslağı hazırlanır.[194]

Aynı gün, İstanbul’daki THKO’lular, Doktor Rahmi Duman’ın köşkünde büyük miktarda nakit para olduğu bilgisi üzerine harekete geçer. Ömer Ayna, Nahit Tören, Zerruh Vakıfahmetoğlu, Avni Gökoğlu ve İbrahim Öztaş köşke girdiklerinde Rahmi Duman’ın orada olmadığını görür ve köşkte bulunanları bağlarlar. Fakat etkisiz hale getirilenlerden biri bağını çözmeyi başarır ve karakola giderek durumu haber verir. Polis ekibinin köşke geldiğini gören THKO’lular Rahmi Duman’ın on beş yaşındaki oğlunu yanlarına alarak oradan ayrılırlar. Hakan Duman’a karşılık, 18 Nisan’da 250.000 lira fidye alınır.[195]

19 Nisan’da, Cihan Alptekin, Nahit Tören, Oktay Kaynak ve İbrahim Öztaş, Türkiye İş Bankasının Gaziosmanpaşa şubesine baskın düzenleyerek 23.630 liraya el koyar.[196]

On bir ilde sıkıyönetimin ilan edildiği 26 Nisan’da,[197] Ankara’daki THKP-C’liler, Küpeli ve Aktolga’nın isteği üzerine, bir toplantı yapar. Toplantıya katılanlar arasında Kürkçü, Orhan Savaşçı, İrfan Uçar ve İlyas Aydın da vardır. Toplantıda “bireysel terör”e sürüklenildiği, silahlı eylemlerin hemen durdurulması ve hızla işçiler arasında örgütlenmeye başlanılması gerektiği söylenir. Kimse Küpeli ve Aktolga’ya karşı çıkmaz.[198]

Öğrenci gençlik hareketinin önde gelen isimleri arasında yer alan Küpeli ve Aktolga, devrimciliğe adapte olamayarak böylece geri düşmüştür.

“1 Mayıs Harekatı”

İstanbul’daki THKP-C’liler İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’u esir almaya karar verir. İlkay Demir ve Kadriye Deniz Özen eylem için istihbarat toplar.[199] Ancak Ankara’dakiler sıkıyönetim sonrası güç duruma düştüklerini belirterek yapılacak eylemin ertelenmesini ister ve “bir süre ortalıkta gözükmemeye” karar verirler. “Durumu birazcık toparlayınca her şeyi tekrar konuşmayı” düşünmüşlerdir.[200] Bunun üzerine eylemin 1 Mayıs’ta gerçekleştirilmesinden vazgeçilir. (Ancak, eylemin “1 Mayıs Harekatı” olarak adlandırılması sürer.) Çayan, Ankara’daki gelişmeleri İstanbul’a giden İrfan Uçar ve İlyas Aydın’dan öğrenir.[201]

Çayan, İstanbul’daki toplantı sonrasında tüzük taslağında bazı düzeltmeler yapar.[202] O günlerde, Ömer Erim Süerkan’dan THKP ve THKC amblemlerini hazırlatması istenir.[203]

1 Mayıs’ta Kurtuluş’un tek sayfalık üçüncü –ve son– sayısı illegal olarak yayımlanır.[204]

İstanbul’daki THKO’luların Ziraat Bankasının Unkapanı şubesine 3 Mayıs’ta düzenledikleri baskında aksilikler yaşanır.[205] Eylem sırasında bankanın odacısı öldürülmüş, Ömer Ayna yakalanmıştır. Oktay Kaynak, Zerruh Vakıfahmetoğlu ve Avni Gökoğlu el konulan 57.000 lirayla oradan uzaklaşır.[206]

Atilla Keskin ve Alpaslan Özdoğan, iki kez İstanbul’a giderek oradaki eylemlerde elde edilen paranın 185.000 liralık kısmını dağdaki kamplarına götürmüştür.[207]

THKP-C’liler, Elrom eyleminin tarihini önce 18 Mayıs olarak belirlemiş, ardından o gün öğleden sonra resmi tatil olduğunu gözeterek eylemi bir gün önceye almıştır.[208]

Eylem günü gelmiştir. Saat 11.20’de Çayan, Cevahir ve Bardakçı Elrom’un apartmanına girerek kapıcı ve kapıcı yardımcısını etkisiz hale getirir ve Refet Bele’nin evinde gözaltına alırlar. Oktay Etiman ve Necmi Demir’in apartmana alınmasından sonra, Elrom gelene kadar, on iki kişi bu dairede gözaltına alınır.[209] Elrom’un gelişi 13.20’yi bulmuştur. Elrom, şoförü gelmeden, bir hurca sarılarak Bardakçı’nın kapının önüne getirdiği araca yerleştirilir. Çayan ve Cevahir de otomobile biner ve üçü Elrom ile birlikte oradan uzaklaşır. Etiman ve Demir de kısa bir süre sonra evden ayrılmıştır. Gözcülük yapan Ziya Yılmaz, yoldaşları ayrıldıktan sonra da gelişmeleri izler. Elrom, Hamarat Apartmanı’ndaki sekiz numaralı daireye götürülür.[210]

Necmi Demir, “İhtilalin Yolu” başlıklı bildiriyi ve “THKC’nin 1 No’lu Bülteni”ni Çayan’dan alarak belirlenen yerlere bırakır. Bildiriler, Ankara’ya Oğuz Öder tarafından götürülür. Küpeli, Aktolga, Kürkçü ve Bingöl Erdumlu bunları birlikte okur. Dağıtılması için gönderilen bildiriler Ankara’da yakılarak imha edilecektir.[211]

THKC şartlarını, Cevahir ve Bardakçı’nın kaleme aldığı, “Amerikancı Bakanlar Kuruluna” başlıklı bildiriyle açıklar. Elrom’un kurşuna dizilmemesi için, tutuklu bulunan bütün devrimcilerin derhal serbest bırakılması, THKC’nin 1 numaralı bülteninin TRT’nin 07.30, 13.00, 19.00 ve 22.45 haber bültenlerinde üç gün devamlı ve eksiksiz anons edilmesi, üç günlük mühlet doluncaya kadar takibe girişilmemesi ve aleyhte yayın yapılmaması gerekmektedir.[212]

“THKC’nin 1 No’lu Bülteni” THKO’nun ilk bildirisinin tekrarı gibidir. “Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, bağımsızlık savaşında bütün gerçek yurtseverleri kendi saflarına çağırır.”[213]

“THKP’nin devrim stratejisi”nin açıklandığı “İhtilalin Yolu”nda, cuntalara bel bağlanması eleştirilir. Çayan, kendilerini “milli kurtuluşçular” olarak andığı bildiride, THKP’nin, “bütün yurtseverlerin ortak çabası sonucu, uzun, yorucu ve kanlı bir halk savaşıyla düşmanın alt edilebileceğini düşündüğünü” açıklar. Çayan’a göre, içinde bulunulan dönem “halk kurtuluş savaşının birinci aşaması”dır ve mücadele bu evrede “şehir gerillası biçiminde” yürütülür. Bu savaş, “Halk kitlelerine hainlerin yönetiminin ne kadar kof ve çürük olduğunu gösterecektir.”

Çayan, yakın zamana kadar kendisinin de savunduğu, “evrim ve devrim aşamaları” tezine ve bunun gerektirdiği politika tarzına artık itiraz etmektedir. Emperyalizmin işgalinden dolayı, bu aşamaların “birbirinin içine girdiğini” yazar Çayan. O, emperyalist işgal sebebiyle, “silahlı mücadelenin objektif şartları”nın her dönemde var olduğunu zaten “Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi”nde de belirtmişti. Çayan burada, “Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine”de ve “Kesintisiz Devrim I”de bu konuyla ilgili yazdıklarını tekzip etmiş oluyordu.

Peki ya emperyalist işgal yoksa?.. O zaman, “evrim dönemi”nde silaha sarılmak “sol oportünizmden başka bir şey olmayacaktır” Çayan’a göre.[214] Yani, devrimci durum yoksa silahlı mücadele verilmemesi gerekir.

Bildirinin sonlarında, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi’nin “politik ve askeri liderliğin birliği ilkesi”ni esas aldığı belirtilir.

Devletin THKP-C’ye tepkisi çok sert olmuştur.

İstanbul Sıkıyönetim Komutanı, eylemin gerçekleştirildiği gün üç bildiri yayımlar. Bir bildiride, “… sakın silaha davranmayın. / Aksi takdirde er geç ele geçecek olan suçluların tümünün asli fail olarak yargılanacaklarını ihtar ederim” denilir.[215] Aynı gün, Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın TRT’nin 22.45 haberlerinde okuduğu hükümet bildirisinde şu açıklamalar yapılır: “Kendilerini Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Merkez Komitesi diye tanıtan silahlı saldırganlar, küstahlıklarını daha da ileri götürerek, Türk devleti ve Hükümetiyle şartlar ileri sürerek pazarlığa girişmeye kalkışmak cüretini göstermişlerdir. / … / Kaçırılan Başkonsolos, bu bildirinin yayınlanmasını takip eden en kısa süre içinde derhal serbest bırakılmadığı takdirde, sözü geçen gizli örgütle uzak yakın ilişkisi bulunanlar ve masum gençlerimizi kışkırtıcı yayın ve sözleriyle kanunsuz hareketlere teşvik eden ve kimlikleri güvenlik kuvvetlerince öteden beri bilinen kimseler, Sıkıyönetim bölgeleri dışında bulunsalar dahi, Sıkıyönetim Kanunu gereğince derhal gözaltına alınarak en yakın Sıkıyönetim Komutanlığı’na teslim edileceklerdir. / Ayrıca, her ne amaçla olursa olsun, adam kaçıranlar, bunlara yataklık edenler ve saklandıkları yeri bildikleri halde resmi makamlara bildirmeyenler için idam cezası verilmesini öngören kanun tasarısı hemen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulacaktır. Bu arada, kaçırılan konsolosun hayatına kastedildiği takdirde, sevk edilecek kanun, makabline de teşmil edilerek, gerek bu kötü fiili işleyenler, gerekse aynı örgütün mensubu ve aynı suçtan sanık olarak tutuklu bulunanlar hakkında da aynı kanun uygulanacaktır.”[216]

Koçaş, 18 Mayıs’ta, “hiçbir pazarlığa, hiçbir tavize yer verilmeyeceği”ni açıklayarak, “Türkiye’de bir devletin mevcudiyeti mutlaka ispat edilecektir”[217] der. 21 Mayıs’a gelindiğinde, gazetelerde belirtildiğine göre, 547 kişi bu eylem sebebiyle gözaltındadır.[218] Gözaltına alınanlar arasında Ömer Erim Süerkan, Kadriye Deniz Özen ve Jülide Zaim de vardır.[219]

Devletin bu sert tutumu karşısında, THKP-C’liler arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkar. Çayan ve Bardakçı, “Dediğimizi yapmalıyız ki devlet, oligarşi bizi ciddiye alsın. THKO’lular dört Amerikalı eri öldürmemekle sonradan ne kadar kötü duruma düştüler görüyorsunuz” diyerek yoldaşlarını ikna etmeye çalışır.[220]

O günlerde Ömer Ayna, hem THKO hem de THKP-C üyesi olarak, yargılanmaya başlanmıştır.[221] Bunun üzerine, 21 Mayıs’ta THKP ve THKC imzalı bir bildiri yayımlanarak Ayna’nın THKP-C ile hiçbir ilişkisinin olmadığı açıklanır.[222]

THKP-C’liler devletin tutumuna cevaben İran Başkonsolosu’nu esir almayı düşünür, ama beklemedikleri bir durumla karşılaşacaklardır. 22 Mayıs’ta, “gece 24.00’te sokağa çıkma yasağı konulacağı ve İstanbul’daki bütün evlerin tek tek aranacağı” açıklanır.[223]

Saat 18.00 sıralarında, Hamarat Apartmanı’ndaki dairede sadece Çayan ve Bardakçı kalmıştır. Çayan, radyonun sesini sonuna kadar açıp üç kez tetiğe basar.[224]

THKP-C, böylece THKO’nun soluna geçmiş, Hüseyin İnan ve yoldaşlarının başlattığı kopuşu “kesinleştirmiştir”. THKO yalpalamış, devreye THKP-C girmiştir.

Yenilgi: “Mayıs darbesi”

25 Nisan’da THKO adına faaliyetlerde bulunmak üzere İzmir’e giden İbrahim Öztaş, 22 Mayıs’ta, yani Elrom’un idam edildiği gün, girdiği çatışmada şehit düşer.[225] Öztaş, 71 devrimci hareketinin Türkiye’deki ilk şehididir.

23 Mayıs günü saat 15.00’te biten genel aramada Elrom’un cesedi bulunmuş, ama hiçbir THKP-C’li ele geçmemiştir.[226]

THKP-C’liler durumlarını değerlendirmek üzere bir toplantı yapmaya karar verirler.[227] Çayan, bu toplantıya hazırlanırken bir durum değerlendirmesi taslağı kaleme alır.[228]

Çayan bu taslakta, Türkiye’de 1950’nin karşı devrim, “27 Mayıs harekatı”nın ise devrim olduğunu yazıyor, devletin 1970’e kadar burjuvazinin hiçbir zümresinin kesin hakimiyeti altına girmediğini iddia ediyordu.[229] Çayan’a göre, Elrom eylemiyle, “şehir gerillasını yaratma aşaması” geçilmiş ve “dostun düşmanın ciddiye aldığı, vurduğu yerden ses çıkartan, dediğini yapan bir örgütün var olduğu” ispat edilmiştir. Ancak karşı-devrim cephesinin en kuvvetli olduğu devrede bulunulmaktadır ve “sol yenilmiş, gericilik hakim duruma gelmiştir”. Böyle durumlardaki Bolşevik taktiğinin ricat olduğunu belirten Çayan, “öz gücümüzü ezdirmeme, güç toplama, savaşı gücüne göre sürdürme devresi”ndeyiz, diye yazar. Çayan’ın son cümlesi şöyledir: “Herkesin her şeyi ve herkesi bilmediği bir örgütlenme içine girmemiz gerekiyor.”

Ancak bunun için çok geç kalınmıştır. Toplantı dahi gerçekleştirilemez.

27 Mayıs’ta, 21.10 civarında, normalde o evi bilmemesi gereken Necati Sağır, Çamlıca Apartmanı’nın dördüncü katındaki daireye gider. Hemen ardından da polis baskını gerçekleşir. Sağır ile birlikte, İrfan Uçar, Necmi Demir ve İlkay Demir gözaltına alınır.[230] O sırada evde olması gereken İlyas Aydın, Sağır’ın gelmesinden kısa süre önce oradan ayrıldığı için yakalanmamıştır.[231]

Ertesi gün, Sağır’ın verdiği bilgi sonucu, Ziya Yılmaz İlbay Apartmanı’nda yakalanır.[232]

THKP-C’lilerin kaldıkları evler açığa çıkmıştır. Çayan, Cevahir, Bardakçı ve Rüçhan Manas, Mete Has ile Talip Aksoy’un bir süre esir tutulduğu Tenis Apartmanı’ndaki daireyi kontrol etmeye karar verir.[233] Önden giden Bardakçı ve Manas da 28 Mayıs’ta yakalanmıştır.[234]

Çayan ve Cevahir, Tülay Tat ile birlikte Bingöl Erdumlu’nun ailesine ait yazlığa gider.[235] Oradan Ömer Laçiner’in evine geçmeyi düşünürler. Laçiner’in kardeşinin onları eve almaması üzerine Maltepe’deki yazlığa geri dönülür.[236]

30 Mayıs’ta, bir ihbar sebebiyle, devlet güçleri evi kontrol etmeye gider.[237] Çayan, gelen bekçiyi yaraladıktan sonra Cevahir ile birlikte oradan uzaklaşır.[238] Takip sonucu Orhangazi Caddesi, Küçükbağ Sokak’taki sekiz numaralı apartmana girmek durumunda kalırlar. İlk katta bulundukları sırada çatışma çıkar. Orayı güvenli bulmayarak üçüncü kata geçerler. Orada, on dört yaşındaki Sibel Erkan dışındakilerin evden ayrılmasına izin verilir.[239]

51 saat süren kuşatma sırasında, Çayan ve Cevahir THKC savaşçıları olduklarını açıklayıp sloganlarla direnirler. Devlet güçleriyle yaptıkları konuşmalarda,[240] zaman kazanmak için Filistin veya Kıbrıs’a iltica hakkı istenir.[241] Çayan, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın şehit düştüklerini radyodan öğrendikten sonra daha çok bilendiklerini,[242] devrimciliğin nasıl bir şey olduğunu göstereceklerini söyler.[243] “Suçlarınızı öğrenmek istiyorum” diyen binbaşıya, “Suç sorun değildir. Teslim olmak yok” diye cevap verir Çayan.[244] Cevahir de, konuşmalar sırasında, “Silah taşıyan adam kan döker. İş olsun diye silah taşımaz” der.[245]

Devlet güçleri 1 Haziran’da, saat 11.20 sıralarında saldırıya geçer. Cevahir, atılan ilk kurşunla çenesinin altından vurulmuştur.[246] Kısa süren çatışma sonrasında, Çayan, orada aldıkları karar üzerine, Sibel Erkan’ın babasına ait tabancayı kalbine doğrultur.[247] Tetiği çekmesinin ardından eve giren polisler Çayan olduğunu zannettikleri Cevahir’i şehit ederler.[248] Tek kurşun yarası alan Çayan, hastaneye kaldırılır.[249] Çatışmada bir baş komiser ile bir komiser muavini yaralanmıştır.[250]

*   *   *

Sinan Cemgil yoldaşlarına katıldığında, dağdaki hazırlıklar büyük oranda tamamlanmıştır. Mustafa Yalçıner; Mehmet Asal, Fevzi Bal, Hasan Ataol,[251] Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk ve Ercan Öztürk ile birlikte 2 Nisan’da Ankara’dan yola çıkar.[252] Cemgil önderliğindeki THKO gerillalarının sayısı yirmi ikiye ulaşmıştır.[253] Temin edilen silahların dağıtımı Cibo Mağarası’nda yapılır.[254]

15 Mayıs’ta, beş kişilik bir disiplin komitesi oluşturulur.[255] THKO’luların ihbar ve ihanet durumlarında kurşuna dizme kararı vardır.[256]

24 Mayıs’ta yapılan toplantıda, iki gün önce araç kiralarken yaşanan sorun sebebiyle, Tuncer Sümer ekip komutanlığından alınır. Yerine Ahmet Erdoğan getirilir.[257] Yeni “komuta kademesi”nde şu isimler vardır: Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan[258] ve Ahmet Erdoğan.[259]

Ertesi gün yapılan toplantıda, Elrom eylemiyle yoldaşlarının serbest kalmasının sağlanamadığından haberdar olan komutanlar[260] iki eylem kararı almıştır. Buna göre, önce Antep’ten Adıyaman’a para taşıyan bir araçtaki paralara el konulacak, ardından ABD’nin Kürecik’teki radar üssü, Hüseyin İnanları kurtarmak için basılacaktır.[261]

Gölbaşı Harekatı olarak adlandırılan bu eylemler için, çatışma deneyimi olanlar ve iyi silah kullananlar seçilerek, Cemgil komutasında bir birlik oluşturulur.[262] Buluşma yeri olan Binboğalar’a gidip hazırlık yapacak olan diğer birliğin[263] sorumluluğu Osman Arkış, Ercan Öztürk ve Semih Orcan’a verilmiştir.[264]

Yapılan plana göre, ABD’lileri üsse taşıyan araç durdurularak içindekiler enterne edilecektir. Üsse, ABD’lilerin elbiselerini giyerek, onların aracıyla girilmesi düşünülür.[265]

29 Mayıs günü saat 21.00 sıralarında,[266] THKO’lular Göksu Vadisi’nde ikiye ayrılarak harekete geçer.[267]

O günlerde iki yüz elli kişilik bir birlik onları aramak için bölgeye sevk edilmiştir.[268]

Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan, Ahmet Erdoğan, Kadir Manga, Hacı Tonak ve Metin Güngörmüş 31 Mayıs’ta Gölbaşı Ovası’na vardıklarında hava aydınlanmak üzeredir.[269] Karşılaştıkları Vassaf Uçar isimli köy bekçisi, İnekli köyüne giderek durumu muhtara haber verir.[270] THKO’lular gitmeleri gereken yere zamanında varamamış ve kalmak için çok elverişsiz bir alanda sıkışmışlardır. Yapılan değerlendirmede, sivil giyimli iki kişinin, yani Ahmet Erdoğan ve Hacı Tonak’ın, silahsız şekilde ovaya inmesi kararlaştırılır. Erdoğan ve Tonak, gecikmelerinin, planlanan ilk eylemin gerçekleştirilmesini engelleyip engellemediğini öğrenecek, demiryolunun keşfini yapacak ve bir araç bulmaya çalışacaktır.[271]

Cemgil bir buluşma yeri tespit edebilmek için onlarla birlikte gider. Çevreyi tararken pusuya düştüklerini fark ederler. Cemgil geri çekilirken bacağından yaralanmıştır.[272] Cemgil, Özdoğan, Manga ve Yalçıner devlet güçleri ve köylülerle yaklaşık iki saat çatışır. Ahmet Erdoğan ve Metin Güngörmüş oradan uzaklaşmış, Hacı Tonak yakalanmıştır. 08.30 sularında biten Nurhak Dağları’ndaki çatışmada Cemgil, Özdoğan ve Manga şehit düşer, Yalçıner yaralanır.[273]

THKO’nun diğer gerilla birliği, bu durum üzerine üç grup halinde dağılma kararı alır. THKO’lular silahlarının üzerine yemin edip onları gömmüştür.[274]

Atilla Keskin, Cihan Alptekin’i getirmek için İstanbul’a gitmişti.[275] Tayfur Cinemre, Fevzi Alkan, Hasan Ataol, Gülay Özdeş ve Türkan Sabuncu da 15 Mayıs’ta Ankara’dan İstanbul’a geçer.[276] Yoldaşlarına katılmak için 31 Mayıs günü yola çıkan Alptekin de, Cinemre ile birlikte yakalanır.[277]

*   *   *

THKO’nun kır gerilla birliklerinin dağıtıldığı, örgütün İstanbul’daki önderinin yakalandığı ve Çayan ile Cevahir’in abluka altında tutulduğu saatlerde, o zamana kadar pek tanınmayan İbrahim Kaypakkaya adındaki bir genç, devrimci mücadele düşleri kurarak yeni görev bölgesine gitmekteydi. Devrimci hareket yenilmişti, ama 71 devrimcilerinin atılacak kurşunu ve söylenecek sözü bitmemişti.

 
 


[1] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 259.

[2] Bak.: A.g.e., s. 260.

[3] Bak.: THKO Davası, Akyüz Yayınları, Ağustos 1991, İkinci Basım, s. 54.

[4] Turhan Feyizoğlu, a.g.e., s. 427.

[5] Bak.: Ahmet Kahraman, Üç Asılmışların Hikayesi, Öteki Yayınevi, 9. Basım, s. 72.

[6] Bak.: Turhan Feyizoğlu, a.g.e., s. 265.

[7] Gezmiş, bu eylem esnasında hissettiklerini şöyle anlatır: “Orada duyulan duygu, öğrenci eylemlerine katılırkenki duygu gibi değil; kitle duygusuna hiç benzemiyor. Çok değişik.” (Erdal Öz, Gülünün Solduğu Akşam, Can Yayınları, 2006, 40. Basım, s. 35-36)

[8] Bak.: A.g.e., s. 35.

[9] Bak.: Turhan Feyizoğlu, a.g.e., s. 276.

[10] Bak.: A.g.e., s. 121. Ankara Emniyet Müdürü eylem hakkında özetle şu açıklamayı yapmıştır: “Bu soygun alelade bir banka soygunu değildir. Şehir gerillasının başlangıç noktasıdır. Önümüzdeki günlerde benzeri olaylar ve adam kaçırma hadiseleri beklenmelidir. Bu, bence sanıkların bir banka soygununun nasıl yapılacağı konusunda halkı bilinçlendirmek gayesi güttüklerini ortaya koymaktadır. Soygunu maskesiz yapan gençler, teşhis edilmeyi, olayların alevlenmesi yönünden bilhassa istemiştirler.” (A.g.e., s. 266)

[11] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, Su Yayınları, Kasım 2000, 17. Baskı, s. 235. “Dağcılar”, yani Hüseyin İnan Grubu kendisini henüz bir isimle ortaya koymamıştır. 68’in önde gelen öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş’in erken deşifre olması sonucu, örgüt Gezmiş’in ismiyle birlikte anılır hale gelecektir… Bu sansasyonel eylem sebebiyle Yusuf Küpeli de aranmaktadır. Küpeli’nin o günlerde yaptığı açıklama için bak.: A.g.e., s. 236.

[12] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 267.

[13] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 36-38.

[14] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 268. Sarp Kuray, bu konuda şu açıklamayı yapmıştır: “Deniz Gezmiş’i ben sakladım. Bunu herkes biliyor. Deniz Gezmiş, benim elbisemle yakalandı. Banka soygunundan sonra Deniz ve arkadaşlarının kalmaları için ev, bir yerden bir yere gitmeleri için de otomobil gerekiyordu. Orhan Kabibay, Fakih Özfakih, Numan Esin, Talat Turhan ve İrfan Solmazer’le gidip görüştüm. Durumu anlattım ve bir otomobile ihtiyaç olduğunu söyledim. Bunun üzerine bir otomobil verildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklandığı bir evden diğerine, Orman Bakanı Turhan Şahin’in makam arabası taşıyordu. Turhan Şahin Nar Limited Şirketi’nde İrfan Solmazer’le ortaktı. Ben ve askeri tıbbiyeli arkadaşlar, THKO’na değil Deniz Gezmiş’e yardım ediyorduk.” (A.g.e., s. 298-99) Özellikle son cümle dikkat çekici. Gezmiş’in, yakalandığı yolculuğa çıkarken, Ankara dışına kadar Doğan Avcıoğlu’na yakın bir mühendisin otomobiliyle götürüldüğü de iddia edilir. (Bak.: A.g.e., s. 306) Belirtildiğine göre, Gezmiş sonradan şöyle demiştir: “Kendimizi korumak, kimseye zarar vermeden olayları götürmek için belli radikal unsurlarla ister istemez dayanışma içerisine girdik.” (Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, a.g.e., s. 295)

[15] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 268.

[16] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, Ozan Yayıncılık, İstanbul 2002, 6. Baskı, s. 275. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde THKP-C’nin görüşmeye Küpeli, Aktolga ve İrfan Uçar ile katıldığı belirtiliyor. ( Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 7, İletişim Yayınları, 1988, s. 2172) Çayan’ın görüşmede bulunduğunu belirten kişi Yusuf Küpeli. Küpeli ayrıca Gezmiş’in dövmek için Çayan’ın üzerine yürüdüğünü iddia ediyor. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 275.

[17] Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2172. Sarp Kuray da Hasan Ataol aracılığıyla İnan’a görüşme çağrısı yapar. İnan, Kuray’ın birlikte hareket etme önerisini de reddedecektir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 269. Ordudan ihraç edilen altmış dokuz deniz subayının önderi konumundaki Sarp Kuray ve Dev-Genç eski Genel Sekreteri Ruhi Koç, Atıf Erçıkan’ın evini bombaladıktan sonra yakalanmıştır. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2166-2167. Erçıkan, 9 Mart darbe girişimini açığa çıkardığı iddia edilen korgeneraldir.

[18] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 215-217.

[19] Bak.: A.g.e., s. 269-271. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde, aralıktaki toplantıda on bir kişilik geçici Genel Komitenin kurulduğu belirtiliyor. Orada verilen listeye göre, geçici Genel Komite ile THKP-C davası iddianamesinde belirtilen Genel Komitenin tek farkı, ilkinde, “Kocaeli’ndeki faaliyetlerin yürütülmesi ve işçi örgütlenmesi” ile görevlendirilen Sırrı Öztürk’ün de yer alması. Öztürk’ün bu konudaki açıklamaları için bak.: Sırrı Öztürk, 12 Mart 1971’den Portreler I, Sorun Yayınları, İstanbul 1993, s. 83, 92-93. Geçici Genel Komitede yer aldığı belirtilen isimler şöyle: Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Ertuğrul Kürkçü, Bingöl Erdumlu, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Sina Çıladır, Orhan Savaşçı, Sırrı Öztürk. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2178. İddianameye göre, İrfan Uçar “o tarihlerde tutuklu bulunması, salıverilmesini müteakip de aranılan kişi durumunda olması nedeniyle” Genel Komiteye alınmamış, yerine Hüseyin Cevahir getirilmiştir. Bak.: THKP-C Davası – İddianame, V Yayınları, Ankara 1988, s. 86.

[20] Broşürde Mihri Belli’nin kişisel tarihinin karşısına “en eski sosyalizm”in temsilcisi Hikmet Kıvılcımlı’nın kişisel tarihi çıkarılır. Bak.: Mahir Çayan, Teorik Yazılar, Gökkuşağı Basın Yayın, İstanbul 1996, s. 183-184. Kıvılcımlı 1970’in sonlarında birçok kitap yayımlamış, etkisini artırmaya başlamıştır. Çayan ve Küpeli de Ocak 1971’in sonlarına doğru “genel direniş stratejisi”ni tartışmak için Sosyalist’in İstanbul’daki bürosuna gider. Kıvılcımlı prostat kanseri olduğu için o günlerde hastanede yatmaktadır. Onunla da bir görüşme gerçekleştirilir. Ancak Küpeli’nin belirttiğine göre, Kıvılcımlı onlara sadece ameliyatından söz etmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 265. 5 Mart’ta Belli ve Çayan’ın da katılacağı “Büyük Derleniş ve Proletarya Partisi” konulu bir konferans düzenlemek üzere anlaşıp ayrılırlar. Kıvılcımlı SBF’ye gittiğinde, “Halk savaşı başlamıştır. Konferans falan olmaz” sözleriyle karşılaşacaktır. Bak.: A.g.e., s. 268. Kendisi o günlerde “Vatan Partisi Tüzük ve Programı”nı yayımlamakla meşguldür.

[21] Çayan’ın bu metni Dev-Genç eski Genel Başkanı Attila Sarp’a vererek imza atmasını istediği söylenir. Bak.: A.g.e., s. 265.

[22] Mahir Çayan, a.g.e., s. 186-187.

[23] Bak.: A.g.e., s. 187.

[24] A.g.e., s. 181.

[25] Bak.: A.g.e., s. 198, 4 numaralı dipnot. “Birleşik devrimci savaş” kavramı ilk kez, Ant Yayınları’nın yayımladığı, Douglas Bravo’nun “Milli Kurtuluş Cephesi” adlı kitabında kullanılmıştır. Bak.: Engin Erkiner, “Küba’dan Türkiye’ye Öncü Savaşı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce – Sol, Cilt: 8, İletişim Yayınları, 2007, s. 540.

[26] Yazıda, “devrimde proletaryanın kendisi yok, ama ideolojisi var!” denmektedir. Bak.: “Örgüt İçin Görev Başına”, Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı: 27, Ocak 1971, s. 201-210. Bu konuda bak.: Emre Görür, “71’in Kavramlar Dünyasında Yolculuk”, Teori ve Politika, Sayı: 42-43, Yaz-Güz 2006, s. 19-24.

[27] Bak.: “Parti Üzerine”, Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı: 28, Şubat 1971, s. 341-351.

[28] Bak.: “Proleter Devrimci Hareketin Program Taslağı”, Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı: 29-30, Mart-Nisan 1971, s. 377-393. “Program Taslağı”, Türkiye Solu’nun 6 Mart tarihli ilk sayısının eki olarak yayımlanır… Mihri Belli sıkıyönetim ilan edildikten sonra Filistin’e gider. Eylül 1971’de –iddiaya göre İncirlik’teki ABD üssünü basmak için!– ülkeye girme girişimi Suriye askeri istihbaratı tarafından tutuklanması sebebiyle sonuçsuz kalır. Geri dönme imkanı bulduğunda “Haziran Hareketi” adlı bir oluşuma öncülük eder. Kendilerine dönük operasyonlar başlayınca tekrar ülke dışına çıkmıştır. Bak.: Gökhan Atılgan, “Mihri Belli”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce – Sol, a.g.e., s. 554. “Haziran Hareketi” davasında yargılananlar arasında Rasih Nuri İleri, Yılmaz Elmas ve Hasan Kıyafet de vardır. Belirtildiğine göre, “Haziran Hareketi”nin bir taraftarı işkencede öldürülmüştür. Bak.: Ali Taşyapan, Duvarın İki Yakası – Anılarla Geçmişe Yolculuk – 2, Tohum Basın Yayın, Şubat 2001, s. 201.

[29] Merkez Yürütme Kuruluna ilk tepki Hacettepe Üniversitesi Sosyalist Fikir Kulübünden gelmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 246.

[30] Bak.: M. Zihni Çetiner, Ölümü Paylaştılar Ama!.. – Bir İhtilalci, Bir Fedai, Bir Devrimci…, Belge Yayınları, Şubat 2005, s. 276-277. Mustafa Gürkan Grubu, sonraki dönemde para temin etmek için Beşiktaş Emekli Sandığı baskını gibi bazı eylemlere girişmiştir. Bak.: A.g.e., s. 283.

[31] İstifa eden kişiler: Cihan Alptekin, Gökalp Eren, İhsan Çaralan, Münir Danışman. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 248.

[32] A.g.e., s. 246-248. “Deklarasyon, Bolivya Ulusal Kurtuluş Ordusu Komutanı Guido İnti Peredo Leigue ve kardeşlerinin kaleme aldığı bildiriden esinlenerek yazılmıştır.” (A.g.e., s. 248)

[33] Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2164. Mahir Çayan, 5 Ocak’ta SBF’de yapılan bir danışma toplantısında, olası saldırılara karşı ani cevap verebilmek için beşer kişilik timler oluşturulmasını önermiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 273.

[34] Bak.: A.g.e., s. 277 ve Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2165. Polis yaptığı aramada hiçbir silah bulamamıştır. Bak.: “Paşaların Tehditleri Düzeni Kurtaramaz”, Ant, Sayı: 11, Mart 1971, s. 2.

[35] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 278.

[36] Bak.: A.g.e., s. 279 ve Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2165.

[37] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 119. Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, SBF’de düzenlenen forumda, bu olaylar üzerine şöyle der: “Artık faşizmin saldırısını beklemeden, güçlerimizi toplayıp en zayıf yerlerinden vuracağız. Bundan böyle mücadele kan ve ateş içinde yürütülecektir.” (A.g.e., s. 120)

[38] Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2169.

[39] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 277.

[40] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, a.g.e., s. 237.

[41] Bak.: A.g.e., s. 237-238.

[42] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 284-286 ve Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, Ozan Yayıncılık, 2006, s. 191.

[43] Aktolga’nın önderliğindeki ODTÜ grubu, Ağustos 1969 tarihli Toros Kampı sonrası, Aktolga’nın İrfan Uçar ve Ulaş Bardakçı ile bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bak.: A.g.e., s. 99. Grup, 17 Aralık 1969’da Çankaya’daki “Tuslog Amerikan Kulübü”ne dinamit lokumları yerleştirir. Ancak bunlar etkisiz hale getirilmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 173. SBF’deki grup ise, 29 Nisan olaylarının onuncu yıldönümünde (1970) Balgat civarında bulunan Amerikan Yardım Deposu’nu basmış ve binanın önündeki iki araç ile jeneratörü yakmıştır. Çayan, bunu ilk eylemleri olarak THKC’nin 1 numaralı bültenine koymak ister, ancak Kaçaroğlu, Sayın ve Aras’ın tutukluluk durumları göz önüne alınarak bundan vazgeçilir. Bak.: A.g.e., s. 191-193. Bir diğer bilgi: 24 Aralık 1970’te Kavaklıdere’deki Fransız Büyükelçiliğinin bahçesinde bomba patlamasının ardından, gazetelere bombayı “Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi adında yeni kurulan bir örgüt”ün koyduğunu belirten telefonlar gelir… Bak.: A.g.e., s. 271-272. 1971 başından 12 Mart’a kadar geçen süre içerisinde yapılan bazı şiddet eylemleri: “1 Ocak: İzmir NATO karargahında patlamalar oldu. 19 Ocak: Hacı Ali Demirel’in Özel Yükseliş Koleji’ne dinamit atıldı. 27 Ocak: Ankara Toplum Polisi karargahına dinamit atıldı. 5 Mart: Üç polis noktası dinamitlendi.” (Bak.: Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a – İkinci Cumhuriyet’ten 12 Mart’a, Cilt: 4, May Yayınevi, 1977, s. 1843-1846)

[44] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 286. İddianamede, eylemi gerçekleştirdiği belirtilen kişiler şunlardır: Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Kamil Dede, Oktay Etiman. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 191. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde ise, Çayan, Cevahir, Arıkan, Bardakçı ve Ziya Yılmaz’ın eyleme katıldığı yazılmış. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2179.

[45] Şafak’ın beşinci sayısında bu konuyla ilgili bir haber vardır. Haberde MİT ajanı olan şoförün, eski İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun MİT’te çalışan oğlu tarafından öldürüldüğü iddia edilir! Bak.: “MİT Kendi Ajanlarını Öldürüyor”, Şafak, Sayı: 5, Özel Sayı, s. 4.

[46] Bardakçı, bu baskınlara hazırlık amacıyla, birkaç ay bir bankada çalışmıştır. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 104.

[47] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 286-287.

[48] Bak.: A.g.e., s. 290.

[49] Bak.: A.g.e., s. 290-291 ve Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 194-195.

[50] Bak.: THKO Davası, a.g.e., s. 59. Bu eylemi yedi kişi gerçekleştirmiştir. “Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından verilen idam kararı”nda eyleme katılanlar arasında Mete Ertekin’in de olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor. Bak.: Halit Çelenk, İdam Gecesi Anıları, Tekin Yayınevi, 1998, 13. Basım, s. 146.

[51] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 277-279.

[52] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 39-40. Gezmiş, yolculuk esnasında “öldürme eyleminin yanlış bir şey olacağı” yargısına vardığını söyler. Bak.: A.g.e., s. 40.

[53] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 279-280.

[54] Bak.: A.g.e., s. 281.

[55] Bak.: A.g.e., s. 281. Bu bildiri için bak.: A.g.e., s. 405.

[56] Bak.: A.g.e., s. 281-282.

[57] Gezmiş, bu eylemden birkaç gün önce “Basın Yayın Komünü”nün önderi konumundaki Aktan İnce ile görüşür, ancak anlaşma sağlanamaz. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, a.g.e., s. 226.

[58] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 282-285.

[59] Feyizoğlu, Amaç Apartmanı’ndaki daireyi Koray Doğan’ın tuttuğunu belirtiyor. Bak.: A.g.e., s. 285. Gezmiş’in belirttiğine göre evi Arslan ve Cemgil tutmuştur. Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 42. İrfan Uçar, bu daireyi tuttuğu iddiasıyla THKO davasında yargılanır. Sözleşme “Orhan Sel” üzerinedir. Bak.: THKO Davası, a.g.e., s. 61.

[60] Amaç Apartmanı’nda yapılan aramada bulunan bildiri taslağı için bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 405-407.

[61] Bak.: A.g.e., s. 286.

[62] Halit Çelenk, a.g.e., s. 208.

[63] A.g.e., s. 208.

[64] A.g.e., s. 209.

[65] A.g.e., s. 208.

[66] A.g.e., s. 210. “Milli cephe” anlayışını yansıtan bu bildiri, solundan eleştiriye tamamen açık durumdadır. O günlerde İsmail Cem dahi Milliyet’te bunu yapabilmekteydi: “… Latin Amerika’daki hareketler, sosyalist teorinin belirli koşullardaki uygulama biçimleri olarak belirmektedir. Oysa, Türkiye’deki şiddet eylemlerinin belirgin özelliği ‘küçük burjuva milliyetçiliği’, hatta küçük burjuva ‘romantizmi’ olmalarıdır. Latin Amerika’da sınıfsal tahlillere dayanan mücadele yöntemleri, bizde, soyut bir ‘milliyetçilik’ anlayışından hareket etmektedir. Dört Amerikalıyı kaçıran ‘Türk Halk Kurtuluş Ordusu’nun bildirisi de bu konuda aydınlatıcıdır: Bildiri, ‘bağımsızlık, emperyalizm’ gibi kavramları bol bol kullanmaktadır. Ancak, sınıfsal tahlillerden hareket eden ve sınıf mücadelesiyle emperyalizm sorununu diyalektik bütünlüğüyle ele alan bir sosyalist anlayışı değil, küçük burjuvalara özgü devrim anlayışını yansıtmaktadır.” (İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart – … Nedenleri Yapısı Sonuçları, Cem Yayınevi, 1978, 2. Baskı, s. 42)

[67] Bak.: Halit Çelenk, a.g.e., s. 209. THKO, bildirisinde, bu yazıda belirtilenlerin dışında şu eylemleri üstlenmiştir: “Şubat ayı ortasında [19 Şubat] İstanbul’da bir Amerikan motoru bombalanmıştır. Motor batmaktan zor kurtarılmıştır. / … 20 Şubat gecesi İstanbul’da Edirnekapı’da nöbet bekleyen iki toplum polisi kurşunlanmıştır.” (A.g.e., 210) 25 Ocak’taki bir patlamadan sonra gazeteleri arayan bir kişi, “Türk Halk Kurtuluş Örgütü, Esentepe Tuslog binasına bir ihtar patlaması yaptırmıştır” açıklamasını yapar. Feyizoğlu’nun belirttiğine göre, o dönem İstanbul’daki birçok patlamayı Oktay Kaynak ve Zeki Erginbay gerçekleştirmektedir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 271.

[68] Bu bildiri için bak.: A.g.e., s. 404.

[69] Bu konuyla ilgili neredeyse bütün kaynaklarda, İnan’ın kuşatma sırasında ODTÜ’de olduğu iddia edilir. Ancak Gülay Özdeş’in anlatımlarından bunun doğru olmadığı anlaşılıyor. Bak.: A.g.e., s. 351-352. Evet, İnan ODTÜ’nün ön kapısından çıkıp gitmiştir, ama kuşatmadan önce… Zaten İnan arandığını ve ODTÜ’ye baskın yapılacağını biliyordu.

[70] THKO savunmasında, asker ve aşçının da devlet güçleri tarafından öldürüldüğü iddia edilir. Bak.: THKO – Savunma, Altmışsekizliler Birliği Vakfı Yayınları, Mayıs 2000, s. 189.

[71] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 289-290, 354 ve Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2165.

[72] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 300.

[73] Bak.: M. Zihni Çetiner, a.g.e., s. 265.

[74] Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 292.

[75] Bak.: A.g.e., s. 296-297.

[76] Bak.: A.g.e., s. 295.

[77] Bak.: A.g.e., s. 298. Erdal Öz, Gezmiş’in bu konuda şöyle dediğini yazar: “Yok, öldüremiyorsun. Faşistlere benzemiyoruz biz. Kolay değil adam öldürmek.” (Erdal Öz, a.g.e., s. 43)

[78] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 355.

[79] THKP-C varlığını “1 Mayıs Harekatı” ile deklare etmiştir. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra sosyalist yayınların yasaklanmış olması sebebiyle, burada –büyük oranda– THKO ve onun eylemleriyle ilgili değerlendirmeler baz alınacak… Kaydedilmesi gereken bir husus: THKP-C’liler, THKO’yu en sert şekilde eleştiren sosyalist çevreler arasındadır. Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan’ın da isteğiyle, (Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 275) THKO’nun eylemlerini eleştiren açıklamalar yapmıştır. THKC, 1 numaralı bülteninde, THKO’nun bazı eylemlerini “adi gangsterlik olayları” olarak nitelemiş ve bunları şiddetle kınayarak “hiçbir maceraperestin ve gangsterin” sorumluluğunu üzerine almayacağını bildirmiştir. “İhtilalin Yolu”nda da, “adi gangsterlik niteliğindeki eylemler” şiddetle kınanmış, THKP’nin “‘sol’ fokocu eğilimlere ve gruplara” karşı olduğu açıklanmıştır. Ancak bu tutum zamanla değişecektir. Bir örnek: Kamil Dede polisteki ifadesinde THKO aleyhine sözler sarf etmiştir. Bunun üzerine Çayan, bir duruşmada yazılı müracaatta bulunarak bunu düzelttirir. Bak.: Sırrı Öztürk, a.g.e., s. 236.

[80] Bak.: “TİP’in Pasifist Yöneticileri, Burjuva Devletini Kurtarma Peşinde!”, Ant, Sayı: 9, Ocak 1971, s. 13.

[81] Bak.: “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu”, Ant, Sayı: 12, Nisan 1971, s. 6.

[82] Bak.: Uğur Mumcu, Aybar ile Söyleşi – Sosyalizm ve Bağımsızlık, Tekin Yayınevi, Haziran 1986, s. 76-77.

[83] Bak.: “T. Halk Kurtuluş Ordusu”, Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı: 29-30, Mart-Nisan 1971, s. 445.

[84] Bak.: Ergun Adaklı, “1971: Devrimci İktidar Savaşında Yol Ayrımı”, Teori ve Politika, Sayı: 41, Bahar 2006, s. 101.

[85] Hikmet Kıvılcımlı, “Yeter Be!”, Teori ve Politika, Sayı: 23, Yaz 2001, s. 176.

[86] Hikmet Kıvılcımlı, Yol Anıları, Derleniş Yayınları, 1998, s. 97.

[87] Bak.: Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı: 27, Ocak 1971, s. 177-188 ve “Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarına Karşı Hazırlanan Oyun Sökmeyecek”, Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı: 28, 2 Şubat 1971, s. 2-3.

[88] “Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş Arkadaşlara!”, Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı: 35, 23 Mart 1971, s. 5. Ayrıca bak.: “Canlanalım! Mücadele Edelim! Deniz Gezmiş ve 17 Arkadaşımızı Faşistlerin Kanlı Ellerine Terk Edemeyiz!”, Şafak, Sayı: 7, 12 Ekim 1971, s. 4. İhtilalci Gençlik Birliği’nin idamlara karşı yayımladığı bildiri için bak.: Şafak, Sayı: 11, 20 Ocak 1972, s. 6.

[89] Bak.: Doğan Avcıoğlu, Yön ve Devrim Yazıları – Atatürkçülük, Milliyetçilik, Sosyalizm, İleri Yayınları, Ocak 2006, s. 849.

[90] A.g.e., s. 850.

[91] Bak.: A.g.e., s. 851.

[92] Bak.: A.g.e., s. 851.

[93] Bak.: A.g.e., s. 855.

[94] Bak.: A.g.e., s. 855. Avcıoğlu, o dönemdeki yazılarında ayrıca Dev-Genç’i pasif bularak eleştirmiştir: “Bilir misiniz ki, Dev-Genç’in SBF’de üstünlük kuran seçimle işbaşına gelmiş bugünkü yöneticileri, faşizme çanak tutmaktan kaçınma gerekçesiyle, gençliğin devrimci potansiyelini köreltecek ölçüde pasif bir tutum izlemekte…” (A.g.e., s. 844) “… [Y]apılacak iş faşizme karşı korunmak için değil, faşizmi yenmek, faşizmi tepetaklak etmek için safları sıklaştırmak ve ileriye dönük iktidarı en kısa sürede kurmak için mücadele vermektir.” (A.g.e., s. 845) Uluç Gürkan da, Devrim sayfalarında Dev-Genç’lilere Güney Amerika’daki öğrencilerin “bombalı eylemlerini” örnek göstermekteydi. Bak.: Ertuğrul Kürkçü, “Türkiye Sosyalist Hareketine Silahlı Mücadelenin Girişi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce – Sol, a.g.e., s. 507.

[95] Bak.: A.g.e., s. 507.

[96] “T. Halk Kurtuluş Ordusu”, a.g.e., s. 445.

[97] “Soyguncular İktidarının Tertipleri İflas Edecektir”, Ant, Sayı: 10, Şubat 1971, s. 3.

[98] Bak.: “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu”, a.g.e., s. 6.

[99] A.g.e., s. 7.

[100] Bak.: “Faşist Yönetimin Her Biçimi Çökecektir; Kurtuluş Devrimci İşçi-Köylü İktidarındadır!”, Ant, Sayı: 12, Nisan 1971, s. 20.

[101] “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu”, a.g.e., s. 7.

[102] 12 Mart muhtırasına karşı, yapılan değerlendirmeler bazında, “en solda” duran çevre de Ant’tır. Bak.: “Halkın Kurtuluşu Devrimci İşçi-Köylü İktidarındadır”, Ant, Sayı: 12, Nisan 1971, s. 2-5; “Faşist Yönetimin Her Biçimi Çökecektir; Kurtuluş Devrimci İşçi-Köylü İktidarındadır!”, a.g.e., s. 20-21; “Reform ve Huzur Planının İçyüzü”, Ant, Sayı: 13, Mayıs 1971, s. 2-6.

[103] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 165-167.

[104] Bak.: A.g.e., s. 199-200.

[105] Bak.: A.g.e., s. 491, 162 numaralı dipnot. THKP-C davasında yargılanan “256 kişinin 116’sı subay ve askeri öğrencidir.” Bak.: A.g.e., s. 508, 336 numaralı dipnot.

[106] Bak.: A.g.e., s. 276. Toplantıya Sinan Kazım Özüdoğru ile Şaban İba katılır. Mazhar Timuçin Amaç ve Yılmaz Salih Veyisoğlu da orada bulunmuştur. Bak.: A.g.e., s. 276.

[107] Bak.: A.g.e., s. 277.

[108] A.g.e., s. 297. THKP-C’liler, Keskin’in dışında, Sarp Kuray ve –Necmettin Giritlioğlu’nun ağabeyi– Aycan Giritlioğlu’ndan da darbe girişimi ile ilgili gelişmeleri öğrenmektedir. Bak.: A.g.e., s. 496, 192 numaralı dipnot.

[109] Bak.: A.g.e., s. 297.

[110] Bak.: A.g.e., s. 298.

[111] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 357-358.

[112] Bak.: A.g.e., s. 357. Gülay Özdeş tarafından bazı sosyalist çevrelere iletilen bu bildirinin bugüne ulaşan bir kopyası yoktur. Bildiri dava dosyası içinde yer almamış ve duruşmalarda gündeme getirilmemiştir.

[113] Hüseyin İnan’ın Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifadeden aktaran: A.g.e., s. 394.

[114] Bak.: Ali Yıldırım, FKF, Dev-Genç Tarihi (1965-1971) – Belgelerle Bir Dönemin Serüveni, Doruk Yayımcılık, Şubat 1997, 2. Baskı, s. 560-561.

[115] Hüseyin İnan, SBF’de Dev-Genç’lilerle muhtıra üzerine sert tartışmalara girmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 359.

[116] Küpeli, Dev-Genç’in muhtırayla ilgili ilk bildirisinin de oynanan oyunu açıkça ortaya koyduğunu yazar… Bak.: “Ülkemizde Oynanan Oyun ve Bütün Küçük Burjuva Oportünist Fraksiyonlarının İhanetleri”, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) Dava Dosyası – Yazılı Belgeler, Yar Yayınları, Mayıs 1988, 2. Baskı, s. 281. Dev-Genç’in 20 Nisan tarihli bildirisi, Küpeli’nin yazısındaki görüşleri yansıttığından, burada ele alınmayacak. Bu bildiri için bak.: Ali Yıldırım, a.g.e., s. 562-563.

[117] “Ülkemizde Oynanan Oyun ve Bütün Küçük Burjuva Oportünist Fraksiyonlarının İhanetleri”, a.g.e., s. 264.

[118] Çayan ise, “İhtilalin Yolu”nda, “Düzen partilerinin düzeni korumakta gösterdikleri yetersizliğin oluşturduğu boşluğu oligarşinin askeri kanadı doldurdu” diye yazacaktır.

[119] A.g.e., s. 266-267.

[120] Bak.: A.g.e., s. 271.

[121] A.g.e., s. 281.

[122] A.g.e., s. 281.

[123] Bak.: A.g.e., s. 282.

[124] Bak.: A.g.e., s. 268.

[125] Bak.: A.g.e., s. 269-270.

[126] Bak.: A.g.e., s. 270.

[127] A.g.e., s. 265.

[128] A.g.e., s. 280.

[129] Bak.: A.g.e., s. 282.

[130] Bak.: A.g.e., s. 282.

[131] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 306-308.

[132] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 47-48 ve Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, a.g.e., s. 246-248.

[133] Bak.: A.g.e., s. 248-253 ve Erdal Öz, a.g.e., s. 49-64.

[134] Bu konuşmanın metni için bak.: Turhan Feyizoğlu, Deniz – Bir İsyancının İzleri, a.g.e., s. 377 veya Bizim ‘68, Yayına Hazırlayan: Aydın Çubukçu, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1996, 3. Baskı, s. 137-138.

[135] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 87-90.

[136] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 109-110. Teslim Töre, Cemgil’in buluşma yerini bilmediği için kendi evine geldiğini ve şans eseri o sırada orada bulunan Kadir Manga’nın onu götürdüğünü söylüyor. Bak.: A.g.e., s. 311.

[137] Bak.: A.g.e., s. 313.

[138] Bak.: A.g.e., s. 311.

[139] Bak.: Yılmaz Erkekoğlu, Nurhak Ey Nurhak, Tekin Yayınları, 1988, s. 44.

[140] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 314-315.

[141] Bak.: A.g.e., s. 314-315 ve Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2173.

[142] Bak.: A.g.e., s. 2173. İnan, yakalanmasıyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Uykuda yakalanmasa idim, ölür veya öldürür, müsademeye girişerek kaçmaya çalışırdım.” (Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 317) Operasyonu gerçekleştiren polislerin anlatımları, İnan’ın açıklamasıyla uyumludur. Bak.: A.g.e., s. 318.

[143] A.g.e., s. 317.

[144] Mustafa Yalçıner, “Deniz, Sinan ve Hüseyin İnan”; Oral Çalışlar, Denizler İdama Giderken, Gendaş Yayınları, Ekim 2003, 3. Baskı, s. 53. Ulaş Bardakçı da öğrenci gençlik hareketleri içerisinde kendisini geriye çekmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 102-103. Bardakçı, Münir Ramazan Aktolga ve İrfan Uçar, bir araya gelerek, İnan, Cemgil, Taylan Özgür ve Arslan’dan uzaklaşmıştır. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2168 ve Bizim ‘68, a.g.e., s. 275.

[145] Bak.: A.g.e., s. 255.

[146] Ertuğrul Özkök bir yerde şöyle yazmıştı: “Deniz Gezmiş’e yazık oldu! Hiç insan öldürmemişti. Mahir Çayan öyle mi? Gaddardı o.”

[147] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 196-197 ve Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 300.

[148] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 200.

[149] 1971’de İleri’nin sadece altıncı sayısı çıkmıştır.

[150] Bak.: A.g.e., s. 201.

[151] A.g.e., s. 200.

[152] A.g.e., s. 200.

[153] Bak.: A.g.e., s. 200-201.

[154] A.g.e., s. 202.

[155] A.g.e., s. 203.

[156] A.g.e., s. 216. Çayan, “ilk bakışta doğru şeyler söylediği zannedilen” Proleter Devrimci Aydınlık yazarlarını (Bak.: A.g.e., s. 217, 3 numaralı dipnot) bu konuda şöyle eleştirir: Onlara göre, “Savaşacak olan fukara köylülerdir. Onların görevi ise, savaşmak değil, köylüler arasında Mao Tse Tung düşüncesini yaymaktır…” (A.g.e., s. 215) Çayan’ın Mihri Belli’ye dönük eleştirilerinden biri şöyledir: Belli, “… egemen sınıfların militarize gücünün aracılığıyla kurulması mümkün olan reformist burjuvazinin iktidarının Milli Demokratik Devrim programını uygulamasından dem vurmaktadır!” (A.g.e., s. 205) Kıvılcımlı için ise bir parantez açar ve şöyle yazar: “Türkiye Sol’unda Doktor Kıvılcımlı’nın bir yeri vardır. Geçmişine saygılıyız.” (A.g.e., s. 217, 4 numaralı dipnot)

[157] Bak.: A.g.e., s. 207.

[158] Bak.: A.g.e., s. 209.

[159] A.g.e., s. 211.

[160] Bak.: A.g.e., s. 211-212.

[161] Bak.: A.g.e., s. 207.

[162] Bak.: A.g.e., s. 208, 212.

[163] Bak.: A.g.e., s. 212.

[164] Bak.: A.g.e., s. 207, 209.

[165] Bak.: A.g.e., s. 209.

[166] Bak.: A.g.e., s. 210-211.

[167] A.g.e., s. 211.

[168] 1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç, Kurtuluş Yayınları, Mart 1971, s. 33, 6 numaralı dipnot.

[169] A.g.e., s. 77.

[170] Bak.: A.g.e., s. 77, 25 numaralı dipnot. Çayan da, “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup”ta, “bu meseleyi ayrı bir yazıda etraflı bir şekilde ortaya koyacaklarını” belirtip şöyle yazmıştı: “Biz, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ışığı altında diyoruz ki: ‘Her şart altında, her zaman meseleyi misak-ı milli sınırları içinde ele almak gerekir veya Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek çözüm yolu ayrılma hakkının kullanılmasıdır’ diyen görüşler yanlıştır. Bu görüşlerin sahipleri, her iki tarafın burjuva ve küçük-burjuva milliyetçi unsurlarıdır. Oysa, devrimci proletarya, meseleyi diyalektik bir tarzda ele alır. Yani, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının öngördüğü ayrılma, özerklik, federasyon vs. çözüm yollarının hangi şartlar altında ve ne zaman geçerli olabileceğini açıkça ortaya koyar.” (Mahir Çayan, a.g.e., s. 196) Bu konuda bak.: Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Kaypakkaya’da Özgülleşen Devrimci Diyalektiği”, Teori ve Politika, Sayı: 42-43, Yaz-Güz 2006, s. 99-107.

[171] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 196.

[172] Bak.: 1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç, a.g.e., s. 62-63.

[173] A.g.e., s. 64.

[174] Bir bilgi: Aktolga, 9-10 Ekim 1969 tarihlerinde yapılan Fikir Kulüpleri Federasyonu Olağanüstü Kurultayı’nda şöyle diyordu: “Milli cephe, küçük burjuvazinin yanlış eylemlerini pohpohlamakla olmaz. … Sol Kemalistlerle proleter sosyalistler arasında güç birliği yapılamaz. Yok böyle hikaye. MDD küçük burjuva politikacılarına alet olamaz.” (Ali Yıldırım, a.g.e., s. 362)

[175] Küpeli, yazısında Proleter Devrimci Aydınlık’ın evrimini üç döneme ayırmıştır. Bak.: 1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç, a.g.e., s. 55-62.

[176] “Çağımızda … kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçişin mümkün olduğunu söyleyen modern revizyonist ‘komünist partileri’ vardır. Yalnız bizler, halk savaşı verme durumunda olan bir ülkenin proleter devrimcileri olarak, SBKP’ye küfredemez ve bunu gündemin baş meselesi haline getiremeyiz.” (A.g.e., s. 69)

[177] A.g.e., s. 65.

[178] A.g.e., s. 65-66.

[179] A.g.e., s. 81.

[180] A.g.e., s. 79-80.

[181] A.g.e., s. 83.

[182] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 183.

[183] Bu yazı, “Kesintisiz Devrim II-III” ile birlikte ele alınacak.

[184] Bak.: “THKP-C Kendine Özgü Bir Yapıydı”, Ertuğrul Kürkçü ile söyleşi, Toplumsal Dayanışma, Sayı: 5, 7 Nisan ‘93, s. 16.

[185] Küpeli, eylemden sonra İstanbul’a giderek Çayan ile görüşür. Ayrıca Ulaş Bardakçı ile birlikte, kısa süre önce Ankara’da tanıştığı Yılmaz Güney ile görüşmeye gider. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 300-301.

[186] Bak.: A.g.e., s. 301-303.

[187] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 198.

[188] Bak.: A.g.e., s. 199. Eylemde birbirlerine sayı ile hitap ederler. Bir, Çayan; iki, Cevahir; üç, Bardakçı; dört, Etiman ve beş, Dede’dir. Bak.: A.g.e., s. 200.

[189] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 304-305.

[190] Bak.: A.g.e., s. 306-307. Bu eylem sebebiyle Adil Ovalıoğlu gözaltına alınmıştır. Bak.: A.g.e., s. 307.

[191] Bak.: A.g.e., s. 309-310. İddianamede, Merkez Komitenin bu toplantıda oluşturulduğu söylenir. Savcılara göre, bu toplantıya katılanlar Merkez Komite üyeleridir ve toplantıda Aktolga değil Küpeli bulunmuştur. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 204.

[192] Aktolga, THKP-C ismini ilk defa bu toplantıda duyduğunu söyler. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 310. Kürkçü de “Cephe sözünden ilk defa o gün söz edildi” diyor. Bak.: A.g.e., s. 311. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde, nisanda (Bu toplantı kastediliyor olsa gerek) Genel Komitenin yeniden düzenlenerek kalıcılaştırıldığı yazılıyor. Belirtildiğine göre, geçici Genel Komitede yer alan Sırrı Öztürk’ün yerine İrfan Uçar Genel Komiteye alınmış. Ayrıca o dönemde görev bölüşümünün gözden geçirildiği ve “Karadeniz ile Doğu Anadolu bölgelerinde yürütülecek çalışmaların sorumluluğu”nun Aktolga’ya aktarıldığı belirtiliyor. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2181.

[193] Çayan o günlerde “İhtilalin Yolu”nu yazmaktadır. Kürkçü, Çayan’ın bu yazıda, İleri’nin üçüncü sayısında çıkan “Honduras Devriminin Yolu”ndan esinlendiğini söyler. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 311.

[194] Bak.: A.g.e., s. 309-311.

[195] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 301.

[196] Bak.: A.g.e., s. 300.

[197] Başbakan Nihat Erim ünlü açıklamasını 22 Nisan’da yapmıştır: “Alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir.” Sıkıyönetim ilan edilene kadar kitle hareketleri durulmaz. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2167-2168. 27 Nisan’da kapatılan Dev-Genç, kitlesel gücü zayıflamaya başlamışken, özel yüksek okul öğrencilerinden ve Dev-Lis adında bir örgütlenmeye giden orta öğrenim öğrencilerinden destek görmeye başlamıştır. Bak.: A.g.e., s. 2164. Dev-Lis’in kuruluş tarihi 11 Mart 1971’dir. Bak.: Sadi Koçaş, a.g.e., s. 1846.

[198] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 313-314.

[199] Bak.: A.g.e., s. 319.

[200] Bak.: A.g.e., s. 321-322.

[201] Bak.: A.g.e., s. 322.

[202] Bak.: A.g.e., s. 317.

[203] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 207.

[204] İddianamede bu sayıyla ilgili şu açıklama yapılıyor: “… ‘Sıkıyönetim Kahramanlarına Sesleniyoruz’ başlığı altında, bunların uşak, hain olduğu ileri sürülerek, proleter devrimciler olarak anti-emperyalist mücadelenin en önünde sonuna kadar, devrime kadar savaşılacağı, değişen şartlara uyularak örgütlü biçimde bütün sosyalistlerin her türlü mücadeleye hazırlanmaları gerektiği, işçilerin baskılara karşı grevler ve en azından fabrikalarda üretimi yavaşlatmak suretiyle cevap vermeleri ve köylülerin ekonomik ve demokratik hareketlerinin önüne geçerek bu kitleleri harekete geçirme yolunda yoğun çaba sarf etmeleri icap ettiği kaydedilmektedir.” (A.g.e., s. 183)

[205] THKO’nun İstanbul’da yaşadığı sorunların, 28 Mart’ta, Ömer Ayna’nın Vakıfahmetoğlu’nun nişanlısı Rukiye Dülger’i yanlışlıkla ayağından vurmasıyla başladığı söylenir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 300.

[206] Bak.: A.g.e., s. 300.

[207] Bak.: A.g.e., s. 302.

[208] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 327. Bu değişiklik Kamil Dede’ye iletilemediğinden, eyleme onun yerine Necmi Demir’in katılmasına karar verilir. Bak.: A.g.e., s. 327.

[209] Bak.: A.g.e., s. 328-329. Gözaltına alınanlar arasında Mete Has’ın şoförü de vardır. Bak.: A.g.e., s. 331-332. THKP-C’liler bu eylemde de birbirlerine sayı ile hitap etmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 215.

[210] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 330-332.

[211] Bak.: A.g.e., s. 333.

[212] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 108-109.

[213] THKC şu eylemleri de sahiplenir: “2. Kanlı Pazar’da şehit düşen devrimcilerin anılarına düzenlenen 16-17 Şubat devrimci terör harekatında: a) Amerikan askeri malzeme deposu Tuslog’un Zincirlikuyu merkezi, b) Tuslog’un Şişli şubesi, c) Amerikan-Türk Dış Ticaret Bankasının Elmadağ şubesi, d) ABD Başkonsolosluğu, e) İngiltere Başkonsolosluğu, f) Emperyalist Amerikan teşekkülü IBM’in Gümüşsuyu’ndaki merkezi bombalanmıştır. 3. Salıpazarı’ndaki Amerikan askeri botu bombalanmış ve tahrip edilmiştir.”

[214] Bak.: Mahir Çayan, a.g.e., s. 273.

[215] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 334.

[216] A.g.e., s. 334-335.

[217] A.g.e., s. 336.

[218] Bak.: A.g.e., s. 338.

[219] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 398.

[220] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 337.

[221] Ayna, mahkemede, avukatını tanımadığını, savunmasını kabul etmediğini –adeti olduğu üzere, Kürtçe küfürler savurarak– haykırmış, eğer Türkiye’de devrimci avukat yoksa, kendi kendisini savunacağını belirtmiştir. Öyle de yapar. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2193 ve Sırrı Öztürk, a.g.e., s. 127.

[222] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 338-339.

[223] Bak.: A.g.e., s. 340.

[224] Bak.: A.g.e., s. 344.

[225] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 302, 325 ve Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2193.

[226] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 347. Çayan, Cevahir ve Etiman genel aramanın yapıldığı gece Yılmaz Güney’in evinde kalmıştır. Bak.: A.g.e., s. 345.

[227] Oktay Etiman, böyle bir toplantı yapmayı Elrom eyleminden önce önerdiğini söylüyor. Bak.: A.g.e., s. 322.

[228] Bak.: A.g.e., s. 349. Saffet Alp’in evinde yapılan aramada bulunan bu metin, ilk kez Devrimci Yol’un 1 Mayıs 1977 tarihli ilk sayısında yayımlanmıştır. Ele geçen, yazının müsveddesidir. Çayan temize çektiği taslağı Maltepe’deki kuşatma sırasında yakmıştır. Bak.: A.g.e., s. 349.

[229] Bardakçı da savunmasında şöyle diyecekti: “12 Mart muhtırası Cumhuriyet tarihinde finans-kapitalin diktatoryasını okuyan bildiridir.” (Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 391)

[230] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 350 ve Sırrı Öztürk, a.g.e., s. 285. Bu evde yapılan aramada, tüzük taslağı ve bildiriler ile birlikte şöyle bir “örgüt şeması” da bulunmuştur: “1- Vurucu kadro, 2- İşçi sınıfının içindeki kadro, 3- Gençlik ve Dev-Genç, 4- Bölgesel çalışma, 5- Yayın organı –rapor.” (Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 187)

[231] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 353.

[232] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 222 ve Sırrı Öztürk, a.g.e., s. 285.

[233] Kamil Dede’nin, kendisine verilen bu görevi yerine getiremediği söylenir. Bak.: A.g.e., s. 237.

[234] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 113-114 ve Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 354.

[235] Bak.: A.g.e., s. 355.

[236] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 223.

[237] Turhan Feyizoğlu, o esnada Hüdai Arıkan ve Bingöl Erdumlu’nun da evde olduğunu yazıyor. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 357.

[238] Tülay Tat, durumu öğrenmesi üzerine, o gece Ankara’ya geçecek ve Çayan’dan aldığı yaklaşık 140.000 lirayı Yusuf Küpeli’ye ulaştıracaktır. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 226.

[239] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 357-359. 31 Mayıs’ta “2 Gerilla Kuşatıldı” manşetiyle çıkan Hürriyet’in ilk sayfasında dikkat çekici bir haber daha vardır: “Kıbrıs üzerinden Suriye’ye kaçan üç Türk’ten biri Doktor Hikmet Kıvılcımlı”

[240] Çayan’ın annesi ile Cevahir’in amcası kuşatılan binaya götürülerek THKC savaşçıları üzerinde baskı kurulmaya çalışılır. Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 276.

[241] Bak.: A.g.e., s. 228.

[242] Bak.: A.g.e., s. 238. Çayan sendikacı Hıdır Altunay’ın 3 Mart’ta işkencede öldürülmesinden de bahseder. Bak.: A.g.e., s. 290, 294. Niyazi Tekin de, 10 Nisan’da İstanbul’daki Balıkesir Öğrenci Yurduna faşistlerin saldırması sonucu, 21 Nisan’da ölmüştür. Bak.: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, a.g.e., s. 2168.

[243] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 303.

[244] Bak.: A.g.e., s. 266.

[245] Bak.: A.g.e., s. 316. Devrimci Doğu Kültür Ocakları ile yakın ilişkileri olan Cevahir, çekilen Türklük nutuklarına karşı Kürt olduğunu söylemiştir. Bak.: A.g.e., s. 48, 271.

[246] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 364. Cevahir’i, orada bulunan iki keskin nişancıdan biri olan Cihangir Erdeniz vurmuştur. THKO’lular, mücadeleye hazırlık safhasındayken, Erdeniz’in silahlarına el koymayı kararlaştırmış, ancak bunu gerçekleştirememiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 255.

[247] Çayan’ın solak olması ve tabancanın horozunu kaldırmayı unutması sebebiyle, kurşun kalbe isabet etmez. Bak.: Savunma – (THKP-C) Dava Savunması, Devrimci Savaş Yayınları, Şubat 1979, s. 158.

[248] Bak.: A.g.e., s. 158-161. Çayan’ın eşkali İkinci Şube’de tutulan Bardakçı, Ziya Yılmaz ve İlkay Demir’e sorulmuştur. Onların tarifleri sonucu Cevahir’in Çayan olduğu sanılır. Cevahir’in vücudundan yirmi yedi kurşun çıkmıştır. Bak.: A.g.e., s. 159-160.

[249] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 364-365.

[250] Bak.: Turhan Feyizoğlu, İki Adalı – Hüseyin Cevahir – Ulaş Bardakçı, a.g.e., s. 232.

[251] Ataol hastalandığı için yoldaşlarına katılamadan geri gönderilmiştir. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 319.

[252] Bak.: A.g.e., s. 319. Mustafa Yalçıner’in ele geçen “gerilla günlüğü”nde, 16 Mart’ta dağda şu isimlerin bulunduğu belirtiliyor: Sinan Cemgil (17 Mart’ta yoldaşlarına katılmıştır), Tuncer Sümer, Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan, Kadir Manga, Osman Arkış, Atilla Keskin, Sadık Soysetenci, Cengiz Baltacı, Semih Orcan, Recep Sakın, Fevzi Bal, Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk, Hacı Tonak, Yusuf Aslan, “Cemal”, Ercan Öztürk, Mehmet Asal, Adem Topal, Hasan Kırteke, Hüseyin Cemal Özdoğan. O tarihte Mustafa Çubuk köyüne geri dönmüştür. Teslim Töre ise onlara yardım etmektedir. Bak.: A.g.e., s. 416-417 veya Erdal Öz, a.g.e., s. 177-180. Görüldüğü gibi, tarihler birbirine uymuyor. Günlükte ayrıca, “Soygunlarla ilişkili olduğumuzu açıklamıyoruz” ifadesinin yazıldığı tarih olarak 25 Aralık 1970 gözüküyor. Bak.: A.g.e., s. 416.

[253] Bak.: THKO Davası, a.g.e., s. 68 ve Halit Çelenk, a.g.e., s. 203. Adem Topal 27 Nisan’da THKO’lulardan ayrılır. 2 Mayıs’ta Hasan Dalkılıç gerillalara katılmıştır. Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 181, 183, 184.

[254] Bak.: Halit Çelenk, a.g.e., s. 204.

[255] Bak.: A.g.e., s. 214.

[256] Bak.: A.g.e., s. 203, 205. Erdal Öz, Hacı Tonak’ın kendisine “Görerek ateş etmiyordu Sinan. Vurmak için de ateş etmiyordu bence. Çünkü bu konuda önceden alınmış kesin kararımız vardı” dediğini yazar. Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 120.

[257] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 424.

[258] Özdoğan, yoldaşlarının yanına 27 Nisan’da dönmüştür. Bak.: A.g.e., s. 418.

[259] Bak.: A.g.e., s. 327.

[260] Bak.: Halit Çelenk, a.g.e., s. 214-215. Elrom’un esir alınması THKO’luların da gündemindeydi. Alpaslan Özdoğan, İstanbul’a giderek, bir elçiliğin basılması veya bir elçinin esir alınması konusunda Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile görüşmüştür. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Mahir – On’ların Öyküsü, a.g.e., s. 317.

[261] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 327.

[262] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 153.

[263] Feyizoğlu, bu birlikte şu isimlerin yer aldığını yazar: Tuncer Sümer, Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk, Recep Sakın, Mehmet Asal, Semih Orcan, Yusuf Aslan, “Sun’lu Cemal”, Sadık Soysetenci, Cengiz Baltacı, Fevzi Bal, Osman Arkış, Ercan Öztürk. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 328. Bu isimler doğru, ancak –Binboğalar’a giden birliğin dağılma kararından sonra Akçadağ istikametine doğru yola çıkan grupta yer alan– bir kişi daha vardır.

[264] Bak.: A.g.e., s. 327. Kısa süre sonra Tuncer Sümer’e komutanlık yetkileri iade edilecek ve bu birliğin sorumluluğu verilecektir. Bak.: A.g.e., s. 328.

[265] Bak.: A.g.e., s. 327.

[266] Bak.: Yılmaz Erkekoğlu, a.g.e., s. 69.

[267] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 103.

[268] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 329.

[269] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 109.

[270] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 333. Operasyona katılan jandarmalar ile ihbarda bulunan dört köylüye 62.500 lira tutarında ikramiye verilmiştir. Bak.: A.g.e., s. 362.

[271] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 114-115.

[272] Bak.: A.g.e., s. 118-119, 122.

[273] Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 335.

[274] Bak.: Erdal Öz, a.g.e., s. 154-167 ve Bizim ‘68, a.g.e., s. 170-172.

[275] Keskin, 28 Nisan’da yoldaşlarından ayrılmıştır. Bak.: Turhan Feyizoğlu, Sinan – Nurhak Dağları’ndan Sonsuzluğa, a.g.e., s. 418.

[276] Bak.: A.g.e., s. 324.

[277] Bak.: A.g.e., s. 326.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar