Ana SayfaArşivSayı 37Geçmiş Misyon Gelecek

Geçmiş Misyon Gelecek

Geçmiş Misyon Gelecek
 
 
Ezilenlerin Marksizmi için teori ve politika
 
Onuncu yıl… 1996’nın Ocak ayında ilk sayısı çıkan Teori ve Politika, onuncu yayın yılına, elinizdeki sayısıyla girmiş bulunuyor. Varlığımız gerçekte kamuya, 1995’in Ocak ayında yayımlanan temel metnimizle, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı’yla, duyuruldu. Dolayısıyla, Taslağımızı esas alırsak, biz Teori ve Politikacılar, on yılımızı idrak etmiş bulunuyoruz. Onuncu yılımızı, geçmişimizin bir toparlaması olarak geçirmeyi ve on yaşımızı, birtakım aşamalar kat etmiş olarak sürmeyi hedefliyoruz. O bakımdan, aşağıda öne sürülen görüşler, bir tartışmanın açılması için ortaya konmuş vargılar olarak anlaşılmalıdır.
1. Yola çıkarken
Teori ve Politika, dünyada ve Türkiye’de Marksizmin derin ve çok boyutlu bir kriz yaşadığını ve esaslı bir parçalanmaya uğradığını saptadı. Parçalanma, hem enternasyonal nitelikte ve hegemonik etkiler yaratan bir hareketin yokluğu anlamındaydı, hem Marksizmin bilim, felsefe ve politika olarak belirlenen sektörleri nezdindeydi. Kriz, Marksizmin varlığına kast eden bir nitelik gösteriyordu. Marksizm tanınabilir niteliklerini kaybediyordu.
Bu parçalanma ve dağınıklık tablosu, Marksist hareket ve akımları tanımada sorunlar doğuruyordu. Teori ve Politika’ya öngelen Taslak bu durumu saptamış olmak ve uygun çerçeveyi yaratmak için “Marksizmin genel alanı” kavramını yeniden kullanıma soktu.
Okullu Marksizm akımları eriyor, ve yeni bir harmanlanma yaşanıyordu.
Marksizmin krizi ortamında sorunlarla uğraşmak için en uygun hareket tarzı, güçleri bir merkezde toplamayı öngören anlayış doğrultusunda davranmak değil, uygun bir dağılıma tabi tutmak olarak saptanıyor ve Teori ve Politikacılar, örgütsel politik alandan, tasfiyeci bir konuma düşmeden kopuyordu. Bu, daha üst bir birlik için örgütsel ayrılık olarak duyuruluyordu.
Mücadele içinde olan özneler açısından, sorun, ne verili Marksizm kendi kriziyle baş başa bırakılarak aşılmaya çalışılabilirdi (post-Marksizm), ne de onun içinde bir alana çekilerek (dar- Marksizm) ya da gerisine düşerek (Marksizm öncesi ve dışı modern sosyalizm akımları) bertaraf edilebilirdi.
Marksist olunmakta bir inat uğruna ısrar edilmiyordu. Marksizm adıyla anılan yapı, mücadele yürütme konumunda olan ideo-politik özneler için benzersiz bir nitelik arz ediyordu.
Marksizmle, bütünsel bir yapı olarak onun her boyutuyla ayrı ayrı karşı karşıya gelebilecek uğraş özneleri yaratmak gerekiyordu. Türkiye’de pratik-politik Marksistler vardı, ama onların verili konumlarıyla Marksizmi bütünsel olarak karşılayabilme imkanlarından söz edilemezdi. Zaten, Marksizmin bütünsel olarak karşılanmasının, kriz koşullarından dolayı mümkün olmadığı saptanıyordu. O halde, Marksizmin bileşenlerine karşılık gelecek misyonlar oluşturmak zorunlu bir yükümlülük halini almıştı.
Biz bu manzarada kendimize, ‘teorik-politik’ olarak adlandırdığımız konumu yakıştırdık. Türkiye’de Marksizm için bir ‘teorik-politika misyonu’ oluşturacaktık.
Hiçbir konum Marksizmin krizinin üstesinden gelmek açısından bir garanti sunamazdı; ve krizin çözülmesi önsel olarak hiçbir bileşenin karşılık geldiği alana ait değildi. Tarafımızca yapılmak istenen, sadece, daha önce açılmamış olduğu iddiasında olduğumuz bir alanda ‘cephe’ açmaktı.
2. Yolda: Teorik-politik akım
Bu yükümlülükler doğrultusunda çıkardığımız dergi, Teori ve Politika adıyla, 1996’nın Ocak ayında ilk sayısıyla yayın yaşamına başladı. Bu yıllar boyunca asıl etkinliğimiz, bizi varlığıyla tanımlamaya uygun temel çıktımız dergi oldu.
Teori ve Politika, ‘Marksizm üzerine’, ‘Marksizm içinde’ ve ‘Marksist olarak’ ortaya koyduklarıyla tanınabilir ve kimliklendirilebilir bir varlık olarak görece yeterli bir süre boyunca ve istikrarlı denebilecek bir tarzda Türkiye’de Marksist sayılan çevreler içindeki yerini aldı. Teori ve Politika’nın Marksizmi, Türkiye’de sol ve sosyalist alanın diğer öznelerinden ayırt edilebilir nitelikler gösterdi.
Teori ve Politika, Marksizmin birçok temel konusunda net ve özgül görüşler ortaya attı; bütün temel konularda, söyledikleriyle ya da söylediklerinden görece dolaysızca çıkarsanabileceklerle, kendine özgü görüşler oluşturdu.
Teori ve Politika, geride bıraktığımız yıllarda ortaya koyduğu özgül Marksizm anlayışıyla bir teorik-politik akımı temsil eder hale geldi. Bunu cüretle ifade ediyoruz ve başarılı olduğumuz en önemli, hatta tek belli başlı husus olarak vurguluyoruz.
Biz bir Marksizm anlayışını temsil ediyoruz. Temsil ettiğimiz ve kurmaya çalıştığımız anlayışın felsefi bakımdan güçlü, bilimsel bakımdan geçerli ve politik bakımdan uygun olduğu, Marksizmin cari varlığı ve ihtiyaçlarını karşılama bakımından yeterliliğe en yakın konumda olduğu ve kategorik bir nitelik taşıdığı konusunda güven içindeyiz.
Yaklaşımlarımızın, bir bütünün bileşenlerini veya öğelerini oluştururken özel bir tutarlılık taşıdığını kabul ediyoruz. Bu, toplam varlığımızın sistematik bir bütün olarak belirmesinde tayin edici bir rol oynadı. Gidimli yaklaşımı benimsedik ve bir önermeden ötekine, bir vargıdan bir önermeye “mantıksal yol”la ilerlemeye gayret ettik. Bunu sağlamak uğruna bazı konularda kesin bir tutumla gözlerimizi kapadık, bazı konularda ise verili bilincimize rağmen zorunlu bir yol izledik. Tutarlık arayışımız, Marksizmin özgülleştirilme çabasında bizleri, kategorilerin ve önermelerin zorunlu vargılarının taşıyıcısı kıldı. Benliğimizi yok ettik. Bu, yazım tarzımıza da yansıdı. Bu anlamda sezgisel düşünmeye itibar etmedik.
Bizim karakteristik ve öne çıkan özelliğimizin, Marksizm içinde bir akımı Türkiye’de oluşturmaya çalışmamız olduğunu ifade edebiliriz. Marksizm içinde, tarihsel kaynaklardan gelen ve günümüzde de çizgisel ya da kesintili ve çapraşık olarak üretilen taraflar ve akımlar var. Marksizm anlayışları arasında veya karşısında, Marksizmin her bir bileşeni bağlamında veya bütün olarak Marksizm bakımından tarafsız, nötr bir yer zaten bulunmuyor. Hiçbir zaman böyle bir yanılsamaya kapılmadık; baştan beri Marksizm içinde ayrımları izledik ve ayrımlar arayışında olduk. Ayrıştırılmış ve açığa çıkmış bir “bütün olarak” Marksizm yok ortada.
Teori ve Politikacılar, kendi eserleri olan ve gelişmeleri anlamada katkısı olduğunu gördükleri birçok yeni terim, kavram ve kategori kullanıyor. Ortaya koymaya yöneldikleri ve belli bir mesafe aldıklarına inandıkları teorik-politik bütünselliği, birçok farklı konuda yeniden-kurarak güçlendiriyor ve somutluyorlar. Teori ve Politikacılar, ellerindeki teorik-politik teçhizatın operasyonelliği konusunda derin bir özgüven içinde.
Bu anlamda, Teori ve Politika’nın varlığıyla beliren bütünlüğü teorik-politik bir çıktı olarak saptayabiliriz.
* * *
Teori ve Politika, Taslak olmadan eksik değerlendirilmek zorundadır. Taslak, Teori ve Politika’nın varlığını içinde ve rehberliğiyle oluşturduğu gerçek bir çerçevedir. Taslağın bizim pratiğimizde gördüğü rol, tutarlı ve iyi düşünülmüş, etraflı bir temel metnin bir hareket tarzının menziline gidişi için ne kadar yaşamsal bir role sahip olduğunu bizim hayatımızda günü gününe gösterdi. Bu on yılda, her sıkıştığımız anda Taslağa başvurduk. Buradan, Türkiye solunda, şu ya da bu şekilde temas kurmuş olduğumuz çok sayıda oluşumun neden bizim gibi net olamadığını, neden özüyle sözü, eylemiyle söylemi örtüşen bir manzara sergileme konusunda büyük sorunlar içinde debelendiğini de gösteriyor. Taslakta ortaya konulan görüşler, en başta tutarlık testinden çok farklı düzlemlerde ve çok sayıda olayda başarıyla geçtiği için biz bugün varolabiliyoruz. Burada, Taslağı ortaya çıkaran dinamik tarihe borcumuzu kaydetmek zorundayız.
* * *
Teori ve Politika;
Felsefede materyalist olmanın Marksizmin bütünlüğü açısından merkezi önemini vurguladı. Marksizm alanının idealizmin nüfuzu altında oluşunu tartıştı.
Marksizmin temeli kabul ettiği tarih biliminin epistemolojik konumunu savundu. Bilimin, ideoloji tarzında, felsefi ve politik edinimine karşı durdu.
Politikanın konjonktürde başlayıp bittiğini savundu, ve bu yönüyle bilimsel ve felsefi anlaşılmış politika görüşlerini Marksizm adına reddetti.
     Aydınlanmacı Marksizm anlayışlarına Marksizmin bilim bileşenini de kıskançlıkla savunarak karşı durdu. Marksizmin Aydınlanmacı / modernist ya da post-modernist cendereler arasında ve birinden birinin alt-ayrımı olduğu anlayışlarına karşı durdu.
İşçiciliğin ve sosyalizmciliğin Marksizm içindeki nüfuzuna karşı mücadele etti. Ezilenleri bir sıfat olmaktan çıkararak ad olarak kategorize etti ve günümüzün mücadelesinin “ezilenler birleşin” şiarında yoğunlaştığını savundu.
Marksizme ilişkin en aldatıcı manipülasyonlardan birine, fizik bilimlerinin felsefi sömürüsüne dayalı ve determinizmin reddini vazeden sözde bilimsel ilerlemelere sert bir darbe vurmakta tereddüt etmedi. Bu konuda Türkçe literatüre katkı yaptı.
Özneciliğin Marksizmdeki yansımalarına karşı durdu ve öznesiz tarihin savunusuna girişti. Tarihsel idealizmin Marksizmin devrimci yapısını istismar ettiğini dile getirdi.
Toplumsal gerçeğin ele alınışındaki temel yanlışları ortaya koydu; çifte ontolojiyi reddetti, determinizmi bir kez daha savundu.
Din sorununda genel olarak Marksizm alanındaki ideolojik konumlanışı reddetti ve Marksizmin ideolojiye indirgenmesine karşı durdu. Marksizmin din, ya da laiklik başlıklarında radikal burjuva ideolojisinin daha radikal bir mirasçısı ve versiyonu olduğu tarzındaki anlaşılmalara karşı, Aydınlanma ve Avrupa-merkezcilik dışında bir özgülleştirmeyi savundu.
Marksizmi bir ideoloji olarak algılamanın kategorik olarak önüne geçti. Ezilenlerle ilişkiyi bu bağlamda tanımladı. Ezilenler Marksistlerin karşısına ham maddi varlıklarıyla değil, bir bütün olarak, ideolojileri, kültürleri, görenekleri, dinleri-imanlarıyla çıkıyordu; ve Marksistler açısından ezilen, brüt-ezilendi –net değil.
İdeoloji-aşırı bir Marksizm anlayışının zorunlu sonucu olarak, bugün, ‘Marksist program’a sahip ama düzen reformcusu bir ‘komünist parti’dense devrimci yönelimler içindeki bir İslamcıyı kendine daha yakın gördü. Marksizm, eğer politik anlamda her şeyden önce devrimci olmak durumundaysa, bu önermenin dışında bir yaklaşım, Marksizmin varlık gerekçesine bir küfür mahiyetindeydi.
* * *
“Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koyduk! Sol harekete mensup çoğu kesimin, oluşturmaya çalıştığımız Marksizm anlayışına derin bir tepkiyle yaklaşmalarına tanık olduk. Bazıları için bizim durduğumuz yer solcu bile olamazdı; ‘insan’ı reddediyorduk!
Biz yenilgi dönemlerine has özneci, ütopyacı, hümanist eğilimle uğraşıyoruz. Marksizm alanının özneci eğilimlerin ayrık otlarının istilasına uğramasının nedeni bu.
Bugün Türkiye’de hümanizmle bulaşık –hatta çoğu nezdinde düpedüz hümanist– olmayan, determinizmi tümden reddetmiyorsa bile indeterminizmle iğreti bir karışıklık içinde savunmayan hiçbir Marksizm anlayışı –ve teorik dergi– yok.
Evet, bu kadar iddialı bir önermeyi ileri sürmeye cüret edebileceğimiz bir ortamdayız. Marksizm alanında idealist, ütopyacı, hümanist, liberal eğilimlerin cirit atması yeni değil ve Marksizmin ortaya çıkışından beri mevcut. Ancak bu eğilimlerin Marksizm adına boy vermelerinin tarihsel nedeni, içinde bulunduğumuz yenilgi ve kriz koşullarıdır. Marksizm alanındakiler yenilgi ve kriz koşullarında, fiziksel varlıklarını değil, Marksizm anlayışlarını geriye –kimsenin itiraz edemeyeceği bir yere– çekiyor.
Bugün, Türkiye’deki Marksizm iklimine bakan birinin görmekten imtina ettiğinde mutlaka eksik kalacak tablonun zorunlu unsurlarından biri olarak yerini almıştır Teori ve Politika.
* * *
Tüm bunları, pratik devrimciliği ve devrimci özneyi tereddütsüz gözeterek yapmayı bildiğimiz görüşündeyiz. Varlığımızın ampirik olarak saptanabilir bu yönü, en azından, genel yönelimimizi ve politik tutumumuzu olumlu gören, ancak felsefi yaklaşımımıza, devrimci bilincin tarihteki rolü adına tepki duyan devrimciler dikkat etsin.
Teori ve Politika, salt teorik ürünlerinde değil, çeşitli konjonktürel politik gelişmelere ilişkin yazılarında da devrimci hareketi ve ezilenleri işaret etmeyi sabit bir tutum olarak benimsedi. Bunu, Teori ve Politika’nın vazgeçilmez ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” vasıflarından biri olarak görüyoruz.
Teorik denilen yazılarımızla politik denilen değinme yazılarımız arasında, bizi gururlandıran bir bütünleşiklik ve tamamlayıcılık oldu. Bu, gelecekteki yönelimlerimizin içeriği hakkında eleştiren gözlere bir şeyler verebilir. Biz böylece teorik yaklaşımlarımızın politik ‘karşılıklarını’ gösterebildik. Aynı zamanda, dediklerimizle, henüz herhangi bir şey söylemediğimiz teorik konularda da bir şeyleri potansiyel olarak demiş olacağımız özgüveni oluştu.
Ancak, politik yazılarımızın temel bir karakteristiğini vurgulamalıyız. Biz, politik bir özne olmadığımızı hiçbir zaman unutmadık; ve politik meselelerde görüş ve tutum beyan ederken, bu ayrımı gören ve somutlayan bir politika terbiyesi geliştirdik. Bu elbette, bir etkinlik olarak politikaya bakışımızın kategorik ve dolaysız sonucuydu. Hiçbir zaman ordusuz general pozları takınmadık; ve hiçbir zaman dövüşenlere akıl öğretici bir tarzda yazmadık.
3. İki cami arasında ya da dolayım…
Teori ve Politika, birkaç ayrı boyutta, “iki cami arasında” kaldı. Bu durum geleceğimiz açısından tayin edici görünüyor.
Ötekilerce beri, berikicilerce öte tarafta görülme eğiliminde olduk. Bu konuda, somut olarak iki genişçe alan bizi “öte/beri” ikiliği dışında algıladı: İslamcılar ve anarşistler.
Sokaktaki devrimciye “fazla teorik ve az politik”, akademi topluluğuna “fazla politik ve az teorik” göründük.
Post-Marksizmi eleştirirken yeni dinamikler tarafından gereksiz ve gerçeksiz bir “ortodoksi” yakıştırıldı; dar-Marksizmi eleştirirken “post”ların alanında “heterodoks” sayıldı.
Devrimcilerin gözünden pratikten kopuk nafile bir çabanın sırtlayıcıları olarak, reformcuların bakış açısından iflah olmaz “devrimci demokratlar” olarak ayrık tutuldu. Pratik devrimci olmadığımızı dilimizden düşürmememiz, “Laf ile dünyaya nizamat verenler”ce bir itiraf olarak iştiyakla kabul görürken, pratik devrimciler tarafından yaptığımız işin gereksizliğinin kendi ağzımızdan itirafı ve kendi pratiklerinin bir kez daha tarafımızca onanması olarak kabul gördü.
Teori ve Politika, Taslağın yönergesiyle başta iki temel etkileşim alanı belirlemişti. Bunların birini, Teori ve Politika kollektifinin bulunduğu alanda bulunan topluluklar, diğerini pratik-politik Marksist alanda yer alan örgütsel yapılar oluşturuyordu. Ancak, uygulamada bu ikili etkileşim kanalının etkin şekilde ve ifade edildiği tarzda açıldığı söylenemez. Öncelikle, kendimizle aynı alanda bulunduğunu kabul ettiğimiz toplulukların kendilerini hiç de öyle algılamadığı net bir şekilde açığa çıktı. Maazallah, hepsi, küçük de olsa birer “tam politik örgüt”tü! Pratik-politik örgütler için ise, biz ancak ‘nesnel’ bir etkileşim umabilirdik –kendimizi tarifimizi sağın anlayanlar bunlardı! Bu durumda, aslında politik örgüt olmayan –bir türlü olamayan– ama ısrarla öyle olduklarını yineleyen ve gerçekten bu niteliğe sahip politik örgütlerin ancak kötü ve ilkel birer kopyası ya da daha kötü örneklerde karikatürü olan gruplaşmalarla etkileşim kanalları aramaktansa, pratik-politik yani devrimci örgütlenmelerle bir etkileşim arayışına yoğunlaşmayı yeğlemeliydik. Ama bu da öngördüğümüz tarzda karşılık bulamadı. Bize, iki arada bir derede, kendi içimize dönmek kaldı.
Çoğunlukla, “ortodoks” kabul edildiğimiz sırada değil başka bir uğrakta ortodokstuk; ve başka bir uğrakta “heterodoks”. Meleklerin cinsiyetiyle değil ‘teori’yle uğraşıyorduk, ve evet, teorimiz teori olduğu için akademik standartta değildi –Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in yazılarının çağdaşları kürsü papazlarınca değerlendirildiği gibi tıpkı. Devrimci değildik ama reformcuların yanında hiç değildik. Dolayısıyla bu durum, bizde çoğu zaman ‘arafta’ olduğumuz duyusu oluşturdu.
Post-Marksist ya da ‘non’-Marksistlerce ortodoks Marksist, dar-Marksistler tarafından sapkın, post-Marksizan, anarşizan, ve nihayet, Marksizmi bir reformcu tarihsel solcu politika ve teoriye indirgeyenlerce “devrimci demokrat” görülmemiz de bunu tanıtlayan hususlardı bizim için…
Bir yandan, geçmişin Marksizminin geleceğin Marksizmini de içerdiğini iddia ederek, Teori ve Politika’nın yönelimlerinin Marksizmin dışına çıkmak olduğunu ileri süren ve bizim “dar-Marksizm” diye andığımız Marksist tepki; öte yandan, Marksistlerden farklı, ve onlara aykırı olarak, yeni dünyanın içinde varolmanın zorunlu ve gerekli olduğunu gören, ama bu yeni dünyada, özsel olarak eskimiş Marksizme yer olmadığını savunan, neo-Marksist, post-Marksist, post-modernist, anarşist, akım ve yönelimler…
Teori ve Politika, Marksizmin epistemolojik boyutunun geleceği de geçmiş kadar içerdiğini ısrarla savundu –bu konuda ortodoks Marksist olarak görülmesi haksız değil. Ama aynı Teori ve Politika, Marksizmin verili ontolojik boyutunun tanımı gereği geleceği içermemekten öte bugünde de olamadığını, dolayısıyla Marksizmin, olmadığı alan ve arazilerde, yoktan var edilmesi gerektiğini, üretilmesi gerektiğini savunuyor. Bu konuda Teori ve Politika ikili bir mücadele yürüttü. Bir yandan, “yenilikler”i görüp Teori ve Politika’nın Marksizmden uzaklaştığı kanısına kapılan inanmış ve samimi (ama dar-)Marksistleri ikna etmeyi dert etti; diğer yandan, karşılaştığı yeni teori, yönelim ve görüşlerin tazelik yayan esintisine kapılmadan, bu alanın öznelerinin evrenine dahil olmadan alacağını almaya ve bu alanlarda Marksist tarzı yaratmaya uğraştı. Her ikisi de zordu –bunun güçlüğünü, bizi izleyen ve eleştiren dostlarımızdan aldığımız, birbirine karşıt tepkilerden anlıyoruz.
Çoğu zaman ‘Marksist devrimciler’in ya da ‘genel olarak Marksistler’in bizi toz duman arasında muarızlarımızdan ayırt etmekte güçlük çektiğini gördük. Zaman zaman da bizi ‘yabancı araziler’in ılık ılık esen meltemi cezbetti ya da rüzgarı çarptı.
İki cami arasında binamaz olarak çıkışsız mı kalacağımız, yoksa iki dinamik gerilim arasında enerji biriktiren bir dolayım pozisyonunda mı olacağımız daha belli değil. Sürecin şimdiye kadarki seyri için olumlu bir sonuca sahip olduğumuzu kaydediyoruz.
***
Türkiye’de sol politik yelpazede, devrimciliğin eksen oluşturduğu bir ayrımda ara bir yerde duranların oluşturduğu ve devrimcilikle reformculuk arasında salınan politik kesimlerden oluşan bir ‘ara bölge’ var. ‘Ara bölge’yi iki ayrı bölmeye veya kata ayırmak mümkün. ‘Büyük ya da politik ara bölge’ diye anlaşılabilecek bölmeyi, dar anlamda politik akımlar veya gruplar oluşturuyor. ‘Küçük ya da ideolojik ara bölge’ diye anılabilecek bölmeyi ise, politikleşme perspektifiyle hareket eden ama bunu yeterince gerçekleştiremeyerek politik alanda ideolojik gruplar, ya da ideolojik alanda politik gruplar olarak faaliyet gösteren özneler oluşturuyor. Küçük ara bölgenin özneleri katı ya da gevşek bir yapı arz edebiliyor, ama pratik devrimcileşme sürecinde bir türlü mesafe kat edemiyorlar. Öte yandan, son yıllarda devrimci hareketin yaşadığı tasfiye sürecinden darbeli çıkabilen bazı kıdemli devrimci örgütlerin –ya da parçalarının– küçük ara bölgedekilere benzer bir görünüm sergilediği izleniyor.
Teori ve Politika, dışarıdan bir bakışla küçük ara bölgenin olsa olsa bazı ayrımlar taşıyan bir mensubu olarak görülebiliyor. Gerçekten de, Marksist olmayı, belli bir plan dahilinde politik faaliyete yönelen bir sürecin neredeyse çizgisel ara aşamalarının birinde yer almak şeklinde değerlendirenlerin bakışıyla, bizim başka bir pozisyona yerleştirilmemiz söz konusu olamaz. Tarihsel ‘risk’leri gözardı etmemekle birlikte, Teori ve Politika’nın teorik varlığını esas alırsak bu söz konusu edilemez. Önümüzde küçük ara bölgede konumlanma ‘riski’ olduğunu inkar edemeyiz. Kısa yoldan politikleşme niyetleri, bizi, gözümüzü bu alanda açacağımız bir yola sürükleyebilir. Teori ve Politika, küçük ara bölgenin ortalama mensubuyla epeyce farklı bir Marksizm anlayışına sahip; bunun pratik bir araya gelişi zorlaştıran en sivri yönünü politika yapma ve politik niteliğe ilişkin görüşler oluşturuyor.
Küçük ara bölgenin tipik mensubunun başta gelen özelliği doktrinerlikse, Teori ve Politika’nın bu anlamda başta gelen özelliği doktrinleştirmeye kategorik olarak kapalı pozisyonudur. Bu, başka Marksist çevrelere karşı olduğu gibi, Marksizm dışındaki dünyaya karşı daha da göze batan bir nitelik arz ediyor. Bu akımların post-modernizm ve post-Marksizme, anarşizme ve İslamcılığa yaklaşımları, genel olarak gayet doktriner olmuştur.
Küçük ara bölgede bulunan ve Marksizm alanında gördüğümüz özneler var. Bu öznelerle ilişkimizi önsel olarak sakatlayan temel unsur, bizim onları politik-devrimci görmeyişimiz. Onlar bizi, politik pratik dışında görmekle bir sorun yaşamıyor, ancak böylelikle kendilerini, bize karşı da, pratik-politik devrimcilerle aynılaştırmış oluyorlar. Bu tanımlama, gerçek bir sorun oluşturuyor. Bizim için, yolun daha başında olmanın getirdiği bütün sorunları yaşayan bir örgüttense, deneyim biriktirmiş ve olgunlaşmış bir örgüt açıkça üstün ve yeğlenir pozisyondadır. Biz; kendilerinden, pratik-politik devrimcilerden ve bizden oluşan üç kimlik türü arasında bir hukuk koyuyoruz ortaya; onlar ise ancak ikili… Üstelik, pratik-politik Marksistleri kendilerinden başlayan tek yönlü bir etkileme faaliyetinin nesnesi kabul ederek meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Pratik-politik Marksistlerin ve bizim yaklaşımımız üçlü ve hiç değilse karşılıklı –en azından “özne-tipi” sayısı aynı: Politik, ideolojik ve teorik.
Teori ve Politika, benzer kimi yanları olsa da, toplam özellikleri itibarıyla ara bölgede yer almıyor. Teori ve Politika, politik duruşları devrimci olan kesimlerle, teorik duruşları teori üretimine daha müsait oluşumlar arasında ve her ikisiyle de Marksizmin gerekleri üzerinden ilişkilenen, etkileşilen bir dinamik noktada yer alıyor.
Küçük ara bölgenin gözlerinin son yıllarda devrimci politik örgütler alanına daha kararlı bir şekilde dönük oluşu, Teori ve Politika’nın ayırt edici niteliğini gözden kaçırıcı bir faktör. Fakat, bu aldatıcı; küçük ara bölgenin tipik mensubu, kendisinin pratik devrimci ve elbette Marksist olduğundan zerre kadar kuşku duymuyor; ve bizim “pratik-politik alan” deyişiyle onlardan ayırdığımız örgütleri ancak Marksizmle bulaşık –kendilerinin oluşturduğu Marksist akımlarla Marksist olmayanlar arasında “orta yolcu” olmak anlamında– “merkezci akımlar” olarak görüyor. Bizim bu konudaki görüşlerimiz esaslı bir ayrım gösteriyor. Biz, politik Marksizmin ülkede yaşayan –eksikli, yetersiz, parçasal ama– yegane adresi olarak “pratik-politik Marksistler”i gösteriyoruz. Bu konuda, yani politik anlamda, kendimizi pratik-politik Marksistlere bağlı sayıyoruz –nitekim bunu “pratik tutum”larımızda gösteriyoruz da.
* * *
Teori ve Politikacılar, yuvarlak hesapla geride bıraktıkları on civarında yılın hiç de kısa olmadığını ve bu süre boyunca pratik devrimcilikten uzak oluşlarının, kendilerine, telafisi zor birtakım özellikler ‘kazandırması’ ihtimalini gözardı edemez. Bu da bizi, geçmişimizle geleceğimizi tek bir organik süreçte birleştirecek ‘misyon’umuza yoğunlaştırıyor olmalı. Teori ve Politika’nın varlığıyla, biz Teori ve Politikacılar arasındaki gerilim… Toplam varlığımız, bu anlamda da ‘iki cami arasında’ mı, yoksa bir ‘dolayım’ konumunda mı? Geçmişimiz bizleri birer fani olarak iki cami arasında tutacaktır, bizleri ‘kurtaracak olan’, misyonumuzun taşıyıcıları kılacak ve daha sıkı örülmüş, ritmi daha yüksek bir pratiğe başlangıç yapmaktır.
4. ‘Teorik’ dergiler arasında Marksizm üzerine teori
 
1997’de bir yazarın, Türkiye solunda “kuramsal derinlik aranışı”nda olduğunu kabul ettiği dört dergi arasında Teori ve Politika da bulunuyordu. Bugün bu dergilerden sadece Birikim’le Teori ve Politika varlığını sürdürüyor. 2003’te bir başka yazar, Türkiye’de tarihsel materyalizme katkı yapma konumunda olan sadece iki dergiden söz ediyordu: Praksis ve Teori ve Politika. (Bugün aynı ya da benzer ölçütlere göre bir liste yapılmaya kalkılsa, listeye, yayın yaşamına yeni atılan bir (ya da iki) derginin eklenebileceği şüpheli.)
Şu halde, elde üç dergi kalıyor. Bunlardan Birikim, kendini artık açıkça Marksist değil, Marksizmin de içinde yer aldığı sosyalist alanla ilgili görüyor. Ancak eğer Marksist olmak ya da öznel olarak kendini bu bakımdan bağlamak gibi bir ayrımdan söz edilmesi gerekmeseydi, Birikim’in (diğer yayın örüntüleriyle birlikte) bu ayrımda başta gelen bir yer alması zorunlu olurdu. Öte yandan, Praksis dergisinin –üstelik sadece teorik olarak– Marksist kabul edilmesi, Marksizmi bugün kimilerinin gelişen eğilimi olarak görüldüğü üzere bir kampus düşüncesine indirgemek olacaktır. Bu derginin Marksist kabul edilmesi, Marksizm arayan birinin gözünü akademiden başka yere çevirmesinin yasaklanması demektir. Praksis, Marksizmi tarihsel materyalizm olarak sınırlamak gibi, pozitivist / hijyenik bir sakatlıkla işe başlamıştır, ve bu derginin Marksist olmakla ilişkisi bir an kesilirse aslında önemli ve gözden kaçırılamaz bir işlev gördüğü ortaya çıkar. Praksis akademik bir eğilimin kendini Marksist görmesi anlamında Marksisttir ve ileridir; ancak Marksizmin bu topluluğun ‘mesleki etkinliği’ olarak görülmesinden dolayı –Marksizm açısından– sakıncalıdır. Kendini Marksist kabul etmeyen Birikim ile kendini “tarihsel materyalist geleneği bütün olarak sahiplenmek”le belirleyen Praksis’in, ‘tarihsel materyalizm’e katacakları ve gerçekte kattıkları arasında kategorik denilebilecek bir ayrım yoktur. Ancak, bağlam bu yolda teşkil edilmeye başlandı mı, Özgür Üniversite Forumu’ndan Toplum ve Bilim’e, Bilinç ve Eylem’den Teoride Doğrultu ve Yol’a kadar uzanan belirsiz ve karmakarışık bir ‘teorik alan’ ortaya çıkacak ve bu manzara hiçbir kategorik tasnife imkan vermeyecektir. Kategorik tasnif, yani Marksist olanla olmayan, akademik olanla teorik olan, teorik olanla ideolojik olan, bir temel ve tutarlı platforma sahip olanla birbiriyle ilintilendirilmesi olanaksız görüşlerin yan yana durabildiği dergiler yığınını ayırmak anlamında ifade ediliyor. Birikim, genel olarak ‘teorik’ terimine kültürel ağırlıkla sulandırılmış olsa da karşılığını veren bir tablo sunmasına karşın, Praksis genel olarak teori alanının ancak bir kesiminde vaziyet almış bulunuyor ve böylece ancak ‘teknik’ bir rol –fakat bu kadarıyla temel bir rol– üstleniyor.
Birikim ile Praksis’in Marksizme ilişkin bir edinim çabası karşısında olumsuz bir konum işgal etmelerinin öteki temel boyutunu, bu dergilerin ikisinin de güncel –yani yegane gerçek– devrimci pratiğe kategorik kapalılıkları oluşturmaktadır. Bu ayrım, akla gelebilecek ama burada adı geçmeyen ‘teorik’ nitelikte değerlendirilebilecek diğer dergiler için de geçerlidir. Öte yandan, devrimci politik örgütler tarafından yayımlanan, ancak teorik olarak sadece bu örgütlerin politik taktik, yönelim ve programlarının pasif soyutlayıcılığını yapmaktan ibaret olan dergileri, teori-işi denilebilecek özgül etkinliği gerçekleştirmedikleri için, listeleme girişiminden uzak tutmak uygun görünüyor.
Teori ve Politika, Birikim’de görülene benzer bir ‘teorik’ niteliğe sahiptir. Günümüz dünyasında Marksizmin gerekleri açısından teori dendiğinde ne anlaşılmalıdır? Başta, öznenin kendini sorgulamasıdır bugün teorik-olan. Deyiş uygunsa, karşı tarafı incelemek, bu ilk ve öncel iş yerine getirilmezse, teknik bir uygulama halini almaktadır. Nitekim, devrimci örgütlerin ‘teorik’ yayınlarının teorik kabul edilmemesinin nedeni tam da bu tarihsel özelliklerden kaynaklanmaktadır..
Bugün Marksist anlamda teorik faaliyet, Marksizmin kendisi üzerine yönelmeden, böyle bir kapsama sahip olmadan yapılamaz. Ancak bununla başlamak ve burada kalmak –Teori ve Politika’nın ortaya koyduğu eserin eksik yönlerinden birini bu oluşturuyor– yeterli görülemez. Bu akıl yürütmede kendini önsel olarak haklılayan bir nitelik görülebilir. Teori-işini Marksizmin krizine yönelten ve krizi üzerinde durmak olarak belirleyen bir yaklaşımın meşruiyetini sorgulamak da bu anlamda ‘teorik’ bir iş olacaktır.
Kriz öğeleri, Marksizmin merkezine (felsefe), temeline (bilim) ve açık ucuna (politika) yerleşmiştir.
Krizi “politik hareketin”, teori olmadığı anlamda “ideolojinin”, “işçi hareketinin” krizi olarak gören bir yaklaşımın ‘teorik’ olmasına gerek yoktur. Daha doğrusu, buradaki teori, bir uygulama ilişkisidir, ayrık anlamda bir ‘yaratım’ ilişkisi değil. Bu yaklaşım, yarın gelişebilecek bir işçi hareketiyle, bir bölgede yükselebilecek devrim süreciyle, krizin de bittiğini söyleyecektir. Oysa, bizim ortaya koymaya çalıştığımız kriz kategorisi, bu adla anılmayı, tarihsel dönemlerle ilişkili ancak onlar tarafından belirlenmeyen bir nitelikte olduğu için hak etmektedir. Böylece, görülmektedir; Teori ve Politika’nın “Marksizmin krizi” anlayışı, ilgili özneyi ‘teori-işi’yle zorunlu bir yükümlenme ilişkisi kurmak zorunda bırakmaktadır. “Marksizmin krizi” demek ‘teorik’ tir; yukarıda anılan kriz anlayışları bu anlamda ‘teori-altı’ bir düzeyi yeterli görmektedir. Kriz, politik anlamda, Marksistlerin politik ve toplumsal hareketlere önderlik edememesi ve başarılı mücadeleler yürütememesinde somutlanmaktadır. Dolayısıyla, Marksistlerin önderliğinde gerçekleşecek muzaffer bir devrim, krizin politik boyutunu çözecek ve büyük olasılıkla, diğer boyutlarını da örtecek veya öteleyecektir. Ya da, bir Marksist akademisyenin yazdığı kitapla kriz çözülecek ve bu rehberi izleyen başarılı politik mücadele dönemi başlayacaktır. Krizi, yukarıda anılan anlamlarda kesimsel gören yaklaşımlar için sorun bu kadardır. Burada, krizin çözümünün politik mücadelenin başarısına kilitlenmesiyle, bir teorik esere yüklenmesinin her ikisi de ‘teorik’ olmamak anlamında özdeştir. Belirgin bir ifadelendirmeyle, bugün krizi “yeni bir Kapital”in çözmeye yeteceğini söylemekle, “yeni bir Ekim Devrimi”nin çözeceğini söylemek arasında bir fark bulunmamaktadır. Marksizmi “tarihsel materyalist teori” olarak anlamayan –dolayısıyla krize ilişkin sürecin burada başlayıp bittiğini söylemek anlamına gelen– ve politikayı açık ya da örtük olarak bunun dışsal uygulaması kabul eden bir yaklaşımla, Marksizmi teori olarak gören ve krizi, bu krizden münezzeh teorinin iyi, doğru, etkin uygulanamaması tarzında anlayan –dolayısıyla, krizi Marksizmin -izm’ine yaklaştırmayan– anlayışın epistemolojisi aslında aynıdır. Bu yaklaşım, ontolojik anlamda, teoriyi politikadan koparan ama epistemolojik anlamda özdeş kabul eden (bizim yaptığımızın tam tersi!) bir ortaklığın sonucudur. Ve ontolojik anlamda teoriyi ontolojik anlamdaki politikanın başarısı değil de başarısızlığı karşısında sorumsuz kabul eden bir yaklaşım ortaklığı. Bu anlayış teorik değildir.
Bizim anlayışımıza göre, başarılı devrimler ve sosyalist iktidarlar için Marksist öznelerin varlığı zorunlu değildir, ama söz konusu “ortak anlayış”a göre zorunludur. Bizim anlayışımıza göre, epistemolojik anlamda teori (temel felsefi kategoriler, bilimsel kavramlar…), ne zaferden ne de hezimetten sorumludur. Oysa bu ortak anlayışa göre, başarı teorinin hanesine yazılmalıdır (epistemoloji ontolojiyi içerir, ona uzanır), ama başarısızlık ya objektif koşullara ya da yanlış, kötü uygulamacılara bağlıdır (epistemoloji ontolojiyle ilişkisizdir). Bu, teori-pratik ilişkisi üzerine sözel onca ifadeye karşın, teorinin “ölü”, “cansız” olduğu anlamında bir epistemolojik çelişkidir. Ve bu yaklaşım sahipleri, teoriyi sorumsuz gördükleri, yeniden-yaratımını gereksiz gördükleri için teorik bir konumda değildir.
Bizce, Teori ve Politika dışında, kendini krizle bu anlamda karşılaşmaya hasretmiş bir odağın mevcudiyetinden söz edilemez. Teori ve Politika, tarih biliminin, materyalist felsefenin temel kavram ve kategorilerinin geçersizleştiği ve krizin bu alanlarda yaşandığı görüşünde değildir. Kapitalist üretim tarzının yerini sınıfsız topluma yönelen üretim tarzına bırakacağı konusunda kuşkusu yoktur. Teori ve Politika, Marksizmin bu tezlerinin yeniden yaratılmasını değil, sadece yeniden anlatılması gerektiğini savunmaktadır. Ancak Marksizm alanının manzarası görüldüğünde ve bir Marksist teorik-politik militanlar kuşağı yaratılması gerektiğinden, bu tezlerin yeniden kurgulanması ve savunulması gerekmektedir. Marksizmin tarih bilimi ve materyalist diyalektiği çoğu zaman öteki Marksistlere karşı savunulmalıdır.
Kendini, Marksizmin bütünlüğüyle karşılaşma konumunda görmeyen bir ‘Marksist özne’nin konumu, teorik ya da politik farketmez, bir teknisyen / uygulamacı konumudur. Kendini Marksizmle karşılaşmakla, “meslek icabı” yükümlü görmeyenlerle, Marksist / komünist devrimci olmak icabıyla yükümlü görmeyenlerin yaptığı, aradaki kategorik nitelikteki politik farka rağmen, aynı şeydir.
İdeolojileştirmenin teorik-olmayan tarihsel doğası
Marksizmin gerekleri bakımından teorik bir konum alışı engelleyen bir diğer temel etmeni, ideolojileştirme oluşturuyor. İdeoloji, çoğu örnekte, genelleştirme eğilimi nedeniyle teoriyle karıştırılıyor ve benzeştiriliyor. Ancak yayımlanan ‘teorik format’taki dergilerin ağırlıklı bir kısmının Marksizmi ve Marksist olmayı bir ideolojik işlem ve cepheleşme olarak algıladığı görülüyor. Somut olarak söylemek gerekirse, örneğin post-modernizm ve post-Marksizmle ideolojik bir karşılaşma ve dolayısıyla ret ve mahkum etme, günümüz Marksizmi açısından bir görevin ifa edilmesi ve Marksizmin somutlanması, özgülleştirilmesi, güncellenmesi olarak anlaşılıyor ve bu yeterli görülüyor. Bununla yetiniliyor. İslam düşüncesi ve politikasıyla ideolojik düzlemde karşılaşılıyor ve ret işlemi, örneğin İslamın geri bir ideoloji olduğu ve politik bir programdan yoksun oluşu, İslamcıların emperyalizmin maşası olduklarına ilişkin tarihsel ve güncel anlatımlarla zenginleştirilip gerçekleştiriliyor. Post-modernizm, post-Marksizm, İslam, anarşizm, küreselleşmeci veya küreselleşme-karşıtı düşünce akımları, muhafazakar ve liberal düşünce akımlarıyla herhangi bir kavramsal, kategorik, terminolojik / teorik etkileşime girmek önsel olarak reddediliyor. Onları ret üzerine kurulu bir süreç başlatılıyor ve bitiriliyor.
Marksizm alanında yer alan ya da bu alanla şöyle ya da böyle ilişkili olan teorik yayınların bu hususlarda birbirinden ayrılması neredeyse olanaksız. Özellikle küreselleşme, post-modernizm konularında ve birbiriyle aynı şeyler yazıyorlar. Devrimci olan ile olmayan, Marksist olan ile olmayan, teorik meseleler ve politika teorisi meseleleri söz konusu olduğunda ayırt edilemiyor. Küreselleşme ve post-modernizm konusunda yazılan-çizilenler, dünyanın öküzün boynuzları üzerinde durduğu esprisinden pek farklı değil. Bu ortamda, öküzün neyin üzerinde durduğu sorulmuyor. Bazı politik ama önemli meselelerde ayrımlar belirmese, solda Marksizmin izini sürmek oldukça güçleşecek.
Biz, Marksizmin ideolojileştirilmesine karşı konumlanışımıza bağlı olarak, bu tür cepheleşmeleri sadece ‘ideolojik’ düzleme ve politik konjonktürdeki olası karşılaşmalara bırakmak gerektiğini savunuyoruz. Bugün Marksizmin toplam varlığı ve ihtiyaçları bakımından onun ideolojik niteliğini öne çıkarmak olduğu kadar, sözü edilen veya edilebilecek akımlarla ideolojik bir etkileşimin öne çıkarılmasının da teorik-olmayan bir işlem olduğunu savunuyoruz.
Bu özellikler itibarıyla, yinelemek gerekirse, Türkiye’de yayımlanan ‘teorik’ dergilerin örneğin post-modernizm ya da neo-liberalizm eleştirilerindeki benzerlik, sanki aynı kalemden çıkmışçasına basmakalıp nitelik ve artık rahatsızlık veren yeknesaklık, teorik-olmayan ve teorileştirmeyi engelleyen ideolojik tutum ortaklığından kaynaklanıyor. İdeolojik kimlikler gereğinden fazla ciddiye alınıyor ve gerçekte bu anlamda idealist bir tutum sergileniyor.
5. Etkileşim kanalları
Teorik-politik bir akım olduk; ama Marksizmin ülkedeki zayıf varlığına paralel bir etkiye dahi sahip olamadık. ‘Kitleler’ elbette bizden habersizdi, ama kıdemli politik şahsiyetlerin birçoğunun da haberdar olmadığı bir dönemi geride bırakmış oluyoruz. Bir anlamda, kendi-için bir yayın olduk.
Etkimiz, teorik-politik varlığımızla kıyaslandığında tek kelimeyle fukaradır. Marksizme ilişkin, ülkedeki hiçbir örnekle karşılaştırılamayacak bir külliyat ortaya koyduk, ama bu esasen çok dar bir edinimin konusu oldu.
Sol harekette Marksist teoriyle ilgili kimseler için bir çekim merkezi olamadık. Böyle olduğu gibi, bizimle hareket eden çok değerli birçok arkadaşımızla birlikte yürüyüşü sürdüremedik.
Başta, kendi düzlemimizde bulunan çevreler ve pratik-politik komünistlerle etkileşim öngörmüştük. Her iki alana ilişkin sonuç da yetersiz oldu. Kendi düzlemimizde kabul ettiğimiz çevreler genellikle sosyal gevşekliklerini ve politik etkisizliklerini telafi etmek istercesine dar ideolojik sektler gibiydi. Pratik-politik Marksistlerle öznel bir etkileşimin özneler düzeyinde gerçekleşmesi ‘doğal’ olarak beklenemezdi; buna karşın, ‘ezilenler’ teriminin ve ‘Marksizmin krizi’nin bu kesimler nezdinde tartışma gündemine gelmesinde payımız olduğu izlenimi edinmemiz, “küçük ara bölge”yle gerçekleşen kısır diyaloglarla kıyaslandığında, çok verimli bir sonuç sayılabilir.
Paradoksal olarak, legal politik çevreler içinde cereyan eden devrimcileşme sancılarında belirli bir etkimiz olduğunu izledik. Varlığımız açısından somut etkileri de olan bu gelişme, başta öngördüklerimiz arasında değildi.
Marksizmin dönemsel gerçeğe ve onun içindeki dinamiğe, ideolojik kimliğine bakmadan dalıvermesi şeklinde beliren anlayışımız kendi pratiğimizde somutlandı, ve İslamcı ve anarşist bazı çevrelerin dikkatini çektik. Teori ve Politika’nın, sol hareketçe görülmeyen bazı ayıraçları bu kesimler tarafından özenle not ediliyor. Bu konuda, klasik ya da geleneksel sol hareketin kadim mensuplarından çok daha iyi bir yerde durduğumuzu söyleyebiliriz. İslam ve anarşizm, biri Doğu’da ve öteki Batı’da, dünyanın yükselme eğilimi gösteren birbirinden çok farklı meşreplere sahip iki dinamik ideo-politik kimliği, ve biz, Marksizm anlayışımızın gereğini yerine getirmiş olarak bu kesimlerden anlamlı işaretler alıyoruz.
Şimdiki TKP’de politik kişiliğini bulan Gelenek ve aynı yere dönen Sosyalist Politika dergilerinin bizden hiç hazzetmediğini yazılarından izledik. Bu iki dergide Teori ve Politika’yla ilgili yer alan bütün yazılar, kin güden bir edayla kaleme alındı. Günümüzde ulaştıkları politik menzil daha açık gösteriyor; TKP’lilerin tepkisini almış olmak bizim için bir onur madalyasıdır. Gelenekçiler bizi “devrimci demokrat”lardan görüyor ve devrimci demokrasinin mensuplarından birilerinin Marksizmin teorik meseleleriyle, belki de kendilerine ait gördükleri, birtakım kanalları açarak ilgilenmesini hazmedemiyor. Moda tabirle, Gelenek’in “devrimci demokratlar”a ilişkin ezberini bozduk.
Marksizm ya da sosyalizm ‘baronlar’ıyla neredeyse hiçbir temasımız olmadı. Sol kamuoyuna mal olma konusundaki fukaralığımızda, bu kamuoyuna hakim olan baronların teveccühüne hitap etmeyişimizin tayin edici bir rolü olduğu kanısındayız. Ama bizim mücadelemiz, zaten baştan beri, onlara karşıydı ve onlara dönük herhangi bir beklenti içinde olmamalıydık. Ne olacaksak onlara rağmen olacaktık ve ne yapacaksak onlara rağmen yapacaktık. Fakat buradaki onulmaz açmaz, önemsediğimiz devrimci kesimlerin “teori” denilince ağırlıklı olarak gözlerini baronlara dikmeleriydi. Bu halen süren bir sorun ve özgül varlığımızın gerçekleşmesinde bu hususun büyük bir önemi var.
Bütün bu olumsuz tabloya rağmen bir saptama yapabiliriz: Sol harekette ve özellikle devrimciler içinde, geçen on yıl içinde, bize dönük ilgide yoğunlaşma görülmeyen bir arayış ve tartışma süreci olmadı –bunu, çoğu nezdinde ampirik olarak belirleyebiliyoruz.
* * *
Arkadaşlar
Taslak süreciyle birlikte yaklaşık 13 yıl boyunca, birçok arkadaşımızla yollarımız ayrıldı. Taslağın imzacıları arasında bulunan ve dergimizin de sürekli yazarları arasında olan iki arkadaşımızla birlikte, emeğini ve inancını koyarak bizi güçlendiren, ve yazarak ya da başka şekillerde katkılar yapan çok sayıda arkadaşımız şu anda bizimle birlikte değiller. Borcumuz bakidir.
6. Hareket tarzı: Teoriden politikaya?
Teori ve Politika, kendini hep bir ‘büyük parti’nin teorik-politikayla ilgili çalışmak üzere ayrılmış bir misyonu (özel görevlisi) gibi gördü. Ezilenlerin Marksist partisi elbette bir somut gerçeklik değil; ancak biz, kendimizi ‘bağımsız’ ve “serbestçe süzülen entelijansiya”dan ayırmak zorundaydık. Geçmiş on küsur yılımızın, bir de, bu anlayışın bir pratiği olarak değerlendirilmesini öneriyoruz.
Misyonumuzda, öteki Marksistlerle olduğu kadar ‘partimiz’le de mücadele etmek vardı. Partimizin ‘pratik-politik’ ağırlığının ‘teorik-politik’ misyonunun eksik olduğunu ve bu konuda çetin bir mücadele göze alınmazsa, pratik-politik Marksistlerin kendi politik varoluşlarına uygun olmayan ve ortalıkta “Marksist teori” olarak dolaşan hazır paketi edineceklerini biliyorduk. Nitekim, geçen yıllarda gördük ve bugün de görüyoruz, bu işlem gerçekleşiyor.
Marksizm alanında kabul ettiğimiz politik örgütlerin tümünü kendi örgütümüz gibi kabul etmeyi öngördük. Ancak anlaşılacağı üzere, ‘büyük parti’ modelimiz, bu örgütlerin toplamı değildi; içinde bizim de olduğumuz, salt olanlardan değil, olması beklenenlerden de oluşan bir başka model tahayyül ediyorduk.
Çeşitli özerk kollara ayrılmış, farklı alanlara göre ‘uzmanlaşmış’ kolları olan bir büyük parti. Aralarında çekişmeler veya bazen mesafeler olan, aykırılıklar ve iletişimsizlikler olan küçüklü büyüklü kollarıyla imgelenebilecek bir büyük parti. Kendi görüş açımızdan, içinde bulunduğumuz kriz koşullarının tarihsel tarzı bu oldu.
Bu anlayış bize, koşulların gerektirdiği ‘özgürlüğü’ verdi, ama böylece biz kendimizi, bilerek ve isteyerek, üyesi kabul ettiğimiz bir dünyanın zorunlulukları tarafından bağlanmış kıldık. Söz konusu özgürlük ancak bu bağla gerçeklik kazanabilirdi.
Bir başka ifadeyle, Teori ve Politika, fiili olarak devrimci olmayan ama kendini politik olarak devrimci hareketin varlığına, ve daha özel ve belirtik olarak Marksist devrimci hareketin varlığına bağlayan yegane ‘teorik’ yayındır. İçinde bulunduğumuz dönemi tarifimiz doğrultusunda, kendimizi ‘örgütlü’ gördüğümüzü, pratik-politik Marksistlerin pratiğine bu genellik düzeyinde tabi olduğumuzu baştan itibaren kayıt altına almıştık. Bu yaklaşımımızı geçen yıllarımızda izlediğimiz tutumla gösterdiğimizi kabul ediyoruz.
Devrimci ve özel olarak Marksist devrimci hareketle bir tamamlayıcılık ilişkisi içinde olma anlayışımızdan, pratik-politik Marksizmin “gövde”, bizim ise teorik-politik düzlem olarak “baş” olduğumuz bir modeli tahayyül ettiğimiz çıkarılmamalıdır. Bugün Marksizm kriz içinde ve bütünlüğü parçalanmış durumda. Bu durumda, her bir Marksist ‘parça’, ‘kesim’, kendi içinde geçici bir bütünsellik arz ediyor.
Bu nedenle, Teori ve Politika’nın hareket tarzı, ‘teoriden politikaya doğru bir hat planı’na dayanmıyor. Bu, bir Marksistin somut politik örgütlenme perspektifiyle hareket etmeksizin ve giderek politik pratiğe yönelmeksizin Marksist de olamayacağı doğrultusundaki geleneksel anlayışa aykırı. Bizi değerlendirenlerin birçoğunun başta gelen eleştirilerinden biri de hep buna ilişkin oldu. “Teori ve politika” olduk. Ancak, ilgililer bize hemen her zaman “politika olun” dediler. Uğraş tarzımız zaten yanlıştı, kazaydı ve artık doğru yola girmeliydik.
Dünya-tarihsel sorunlar, ve asıl olarak Marksizmin krizinin boyutu, bizim tür uğraşı, şimdilik geçici ve iğreti bir iş olarak görmeye izin vermiyor. Ancak, teorik-politik misyonun kurulmuş olduğunu saptamamız, tarzımıza yeni boyutlar katmayı, en azından şekillenmemizi zenginleştirmeyi vazediyor.
7. Sonuç: Düşünceden düşünmeye, varlıktan varoluşa
Geçen yıllar boyunca, özgül bir Marksist akım teşkil ederek, Marksizmi, temsil ettiğimize inandığımız alanda somut bir varlık haline getirme konusunda bir köprü başı tuttuk. Ancak bunu yeterli görmemeliyiz. Kendi-için bir nitelik gösteren varlığımızı, ‘dış dünya’yla organik etkileşime ve bu süreç içinde organik yaratıma yönelterek varoluşa dönüştürmeyi hedeflemeliyiz.
***
Taslaktan beri, on yılı aşkın bir süredir, Marksizmin krizde olduğunu savunuyoruz. Asıl işimiz bu konuyla ilgiliydi ve hâlâ Marksistiz.
On yılı aşkın bir süredir, devrimci faaliyetten uzağız ve bu halimizle kendimizi pratik-politik Marksist devrimcilere bağladığımızı ilan etmiştik. Hâlâ bağlıyız. Bunu, asgari nesnelliği yitirmemiş her gözlemcinin teslim edeceğini kabul ediyoruz.
Bu iki hususa dikkat çekiyoruz. On yıl, bırakalım bireyleri, kollektifler için bile epeyi uzun bir süre.
***
Bu çerçevede, geleceğimizi ele almaya yönelmek için, tartışmaya muhtaç kaba genellemelerde bulunabiliriz.
Belirlemeler onuncu yılımız içinde yapılacak. Bu süre zarfında, etkileşimde bulunduğumuz öznelerden öğreneceğimizi öğrenecek, onların etki ve belirlenimine açık bir pozisyon alacağız.
Bu süreci şu başlıklar altında değerlendirmenin uygun olduğunu sanıyoruz.
Operasyonel olarak: Kendimizi geleceğe dönük güvenceleyecek önlemler almayı gerçekleştireceğimiz bir aşamaya sonunda geldiğimizi kabul ediyoruz. Etkileşim alanımızın halihazırdaki fukara ve dar çeperini kıracak pratik koşulların yaratılmasına girişmeliyiz.
İşlemsel olarak: Bu zamana kadar ortaya koyduğumuz eserin çeşitli boyutlar ve yönler katarak zenginleştirilmesi, ele aldığımız meselelerin ‘hedef kitlemiz’ gözetilerek tekrar kurgulanması gerekiyor.
Genel olarak: Bunu, teorik-politik bir yapılaşma olarak her türlü pratiğimizin amacı gördüğümüz bir ‘partileşme’nin işaretlerinin daha belirginleşmesi yolunda yapacağımız faaliyetler teşkil edecektir. Genellik, operasyonel ve işlemsel olanların ortak yönleri, ve genel bir ‘strateji’de belirecektir.
Teori ve Politika’nın ilk dört-beş yılı, bir anlamda içe dönük teorik oluşma, belirginleşme dönemiydi. İkinci beş yılı, ‘dış dünya’yla ilgimize kategorik bir boyut kattığımız yıllar oldu. Bu dönemde, dünyada politik mücadelenin koşullarına ve halihazırda esen teorik ve politik cereyanlara ilişkin söz söyleme konumuna geldik.
Üçüncü beş yılımızda, bizi izleyenler, Marksizmin bilim bileşenine ilişkin, bu bileşenin pratiği anlamında, daha fazla sözümüz olacağını görecek ve bu dönemde, Türkiye’nin özgüllükleriyle karşılaşmaya başlamış bir Teori ve Politika bulacaktır.
Sorunsalımızı, devrimci kadro ve militanların, örgütsüzleşmiş ama devrimci duruşunu korumaya gayret eden bireylerin ve hatta belki en önemlisi, yeni genç kuşağın en seçkinlerinin ilgileneceği tarzda ve asıl olarak araçlarla, yeniden-üretmeliyiz.
Marksizm adına, solu ve sosyalist hareketi bölmeyi sürdürmeliyiz. Dışına açılma işlemini sürdürerek Marksizme yeni alanlar açmayı sürdürmeliyiz. Buna, Marksistler dışına açılmayı da eklemeliyiz.
Teorik-politik misyonumuzu, özel olarak verili pratik-politik Marksizmin teorik-politikası kılmak için özel uğraş tarzlarıyla geliştirmeliyiz. Bu alanı, ‘sonuna kadar’ değerlendirmeliyiz.
* * *
Marksizmin çerçevesinin saptanması, Taslakın yazıldığı günlere göre daha zor. Ancak bu ayrımdan vazgeçmek söz konusu edilemez. Biz, dünyayla ilişkisini Marksist olarak kurmak dışında bir ihtirasa, bir yönelime, bir ihtiyaca sahip değiliz. Bu anlamda ortodoks Marksistleriz.
Uğraşacağız!
Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı’mızın son sözü buydu. Uğraşımızın ulaştığı aşama, içtenliğimizle olanca muktesabıtımızı Marksizmin gereklerine sunduğumuz bir dönemin sonu bu. Yol gösterenin ardında yürümeye, sözü olanın sözünü izlemeye hazırız; ama gösterdiğimiz yolun ardında yürünmesine, ettiğimiz sözün izlenmesine de hazır içten ve her türlü benlik varlığını, ezilenlerin Marksizm adıyla andığımız kurtuluş ve egemenlik bayrağının harcına katmaya koşullanmış birey ya da grup, topluluk militanlarına da çağrı yapma hakkına sahibiz.
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar