Yeter Be!

Hikmet Kıvılcımlı

Bilimsel sosyalizmin çok bilmiş düşmanları, ona kandökücü diktatörlüğü yakıştırırlar. Oysa gerçek sosyalizmin bilim olarak başlıca ödevi, Marx’ın en büyük eserinde belirttiği gibi:

“Doğum sancılarını kısaltıp ılımlandırmak”tır (Das Kapital).

Dünyamız, yarım yüzyılı geçiyor: “doğum sancılarıyla” kıvranmaktadır. Vietnam’da kandökücü diktatör kimdir? Doğumu, sosyalizmin doğumunu engellemek isteyen Amerika U.S.’a satılmış üç beş general ve politikacı. Şili’de sosyalizmin doğumunu demokrasi (ama lâfta değil, işde halkın bilinçli örgütleri) ile hiç sancısız gerçekleştirenler kimlerdir? Seçime yanyana girmiş: Sosyalistler, komünistler, radikaller, Bağımsız Halk Aksiyonu (adlı hıristiyan demokrat din adamları), Sosyal-Demokratlar‘dır.

Tek yaygaralıca: “Seçime hayır! Tek yol: Savaş!” parolasını koparan: “Sol Devrimci Hareket” şarlatanları çıktı. Ama “Şili İşçilerinin Birleşik Konfederasyonu” 700.000 üyelidir. “Sol Devrimci Hareket” şarlatanlarının aldıkları oy: 3.838’dir. Sancısız doğuma ikinci karşı koyan akım, Allende’nin Şili başkanlığına seçiminden önce Başkomutan General Schneiderş’i öldürten, 21 Ekim 1969 sağ hükümet darbecisi General Roberto Viaux’dur. Demek kan dökücü diktatörlük kimlerin özlemidir? “Sol Devrimci” veya Sağ karşı-devrimci PROVOKATÖRLERİN özlemidir.

Bu hiç kimsenin bir an unutmaması gereken gerçekliği Koca Dünya’dan küçücük Türkiye olayları içinde izliyelim. 28 Nisan olaylarında genç üniversiteli kanı döken kimdi? Halkımızı demagojiyle ayartabildiğine güvenen Türkiye’nin (birkaç yüz kişilik) Finans-Kapital oligarşisi. O kaniçici oligarşiyi en “kansız ihtilâl” ile deviren ne oldu? Tepeden tırnağa silâhlı Türkiye silahlı kuvvetlerinin 27 Mayıs devrimi.

Dikkat edelim. Türkiye’de görevi, gereğince kan dökmek olan silâhlı kuvvetler bile kan dökmüyor da, Türkiye silâhlı kuvvetlerinin halk çocuklarına güvenemiyen bir avuç tekelci sermaye ve politika azlığını, özel kanunsuzluklarla, azıcık insan hakkı arıyanların kanını döküveriyorlar. Maksatları açık: Halk uyanmasın. Halkı uyarmak istiyen gençlik kan içinde boğulup susturulsun. “kansız” 27 Mayıs’tan kan dâvâsı güdülerek, son kalmış demokratik kırıntılar da yok edilsin…

Öyle bir Dünyanın böyle bir Türkiye’sinde yaşıyoruz. Oligarşinin İktidarı T.B.M.M.’de resmen şöyle bağırıyor:

“Aslında bu komando teşkilâtının sahibi benim diyen bir partinin başkanı çıkmış meclisin kürsüsüne!”

Yâni iktidar: “kandökücü komandolar, diktatörlüğü silâhla kuran komandolar bizden değil” demiye getiriyor. Bu, kaç bin yıllık Roma Vâlisi Ponçe Pilât’ın “masum kanından ellerimi yıkarım!” deyişidir?… Oysa, arkalarına toplum polisini takarak hergün bir üniversite, bir öğrenci yurdu basan “Komando”lar azıttıkça, hergün gazetelerde şöyle olaylar okunuyor:

“Fakülteye yapılan silâhlı bir saldırı üzerine emniyet müdürlüğüne haber verilmiş, ancak müdürlükten: (Telefon numaranızı bırakın, biz sizi ararız) cevabı verilmiştir.” (Milliyet, 5.1.1971)

S.B.F. Dekanı Prof. Cahit Talas konuşuyor:

“Polis yurda girmişti. Vâli beye telefon ettim. Vâli bey anlayış gösterecek yerde bizi suçlamıya kalktı. Emniyet müdürü de aynı his içinde, bizi suçlamıya kalktı… Talebe çok insafsızca dövüldü. Yurt feci şekilde tahrip edilmiştir.” (Cumhuriyet, 25.1.1971)

Bunun örtbas edilecek gizli kapaklısı kaldı mı? Otuz gencin temiz başını yiyen İktidar, “insafsızca” kandökücü diktatörlük yapıyor. Finans-Kapital Türkiye’de gerçek demokrasinin doğumunu önlemek için kan dökmekten başka çıkar yol bulamıyacak bir acz ve şaşkınlık içindedir. Öteki bezirgân partiler de, sözde “parlemanter muhalefet” kayıkçı dövüşü ile cilveleşiyorlar. İki bin yıl önceki İsâ gibi 1971 Gencinin “bir yanağına vurulunca, öbür yanağını çevir!” diyecek köle ruhunu taşımadığına öfkeleniyorlar.

Bu kanlı oyun ne sayede sürdürülüyor? Çok sırmalı, çok yıldızlı bir iki başın arasıra sahneye itilmesi sayesinde mi? Hem evet, hem hayır. Ne var ki, beşyüz “Oligark”ın (Tehakkümcü azınlığın); ne imam talkını, ne topu tüfeği otuz beş milyon insanı köleleştirmeye yetemez. Ancak, tek başına bu kanı: Faşizmi durdurmaya ve demokrasiyi kurtarmaya, sosyalizmi kurmaya yeter mi?… Hiçbir zaman yetemez. Hele plâtonik “antifaşist” tekerleme “bildiriler” ardında, “hamamın nâmusunu kurtarma” particilikleri: Yavuz hırsızlık değilseler, düpedüz hareketi gülünçleştirmektir.

1- Anarşiyi kes! Derlen! deniliyor. Bu, Proletarya Partisi içinde çelik çekirdekleşmekle ve en yaygın yığın örgütlenmeleri ile olur.

2- Halkın içine anlayışla in! “Sol” yobazlığı bırak! deniliyor. Bu, somutça; pratikçe işsizlik ve pahalılıkla savaş manivelâsına dayanır.

Ne gezer! Çoğu nereden çıktıkları bilinir veya bilinmez sürü sürü keskin “lider” ve avantürye “ideolok” zibidileri ortalığı kavram mahşerine çeviriyorlar. Halkın da, gençliğin de bilınçsizliğini – bilgisizliğini – örgütsüzlüğünü -davranışsızlığını son kertesine dek sömürüyorlar… Ve hepsi birden, denizin dibine atılmak üzere çuvala doldurulmuş kedilerle köpekler gibi hâlâ birbirleriyle dalaşıyorlar. İçlerinde “mârifet” yapmadıklarına inanmıyan da çıkmıyor.

Kanlı Faşizmle, antidemokratik Finans – Kapital diktatörlüğü ile her araçtan yararlanıp savaşmak en birinci ilke (prensip)… Şu anda, ondan önemli yakıcı ilke (prensip) olabılirmiş gibi: Türkiye için uydurma “ilke – tilke” havlayışlarıyla iki kişiyi bir araya gelemez kılıyorlar. Bu tür düşünceler ve davranışlar Tarihin her döneminde yenik düşmüş anıtsal beyinsizlikler midir? Yoksa, firavunlardan çarlara ve padişahlara dek her müstebidin binlerce yıl besleyip yetiştirdiği en başarılı provokatörlükler midir?

Halk bir damla ve bir lokma ekmek için kıvranıyor. Halkı o işsizlik ve pahalılık cehenneminde aydınlatacak bilinçli örgütlenme günün biricik problemi. Herif durmuyor, dinlenmiyor. İktidar canavarına birkaç yüz gencin daha sıcak kanını içirme fırsatını ve keyfini vermek isterce, horoz dövüşü çapında ve yazıyla, çiziyle: “silâhlı savaş devrimciliği” kışkırtmalarını aklınca “teori”leştiriyor. Silâh sözcüğünün salavatla ağıza alınacağını, onu da ancak ehil olanın, yerinde alabileceğini pratikçe kavramıyor.

Silâh kim, sen kimsin, a gönüllü polis devrimcisi hödük? Silâhlı kuvvetin ne olduğunu hiç mi kimse bilemez sanırsın a hebenneka! Silâhın ve silâhı kullanmanın ne olduğunu senden mi öğrenecek Kuvayimilliyecilikle yoğurulmuş bu millet, bu halk, bu işçi sınıfı, bu köylü yığını, a hâin değilse soytarı cici devrimci! Sen daha sağ karşı – devrimci molla hacıağa kadar olsun, “saf bağlayıp”:

“-Rab! Rab!” diyen sol – sağ adımını atmayı öğrenmemişsin. Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına mı çıkacaksın a Donkişot?

“Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” en açık ve kesin çağırıdır. Daha iyisi ileride: Ama “Karga dernekleri” kurarak değil, hareket, davranış örgüt içinde yapılabilecek olan Vatan Partisi Tüzüğü ve Programı ortada… İlk adımda “Devrimci Derleniş Merkez Komitesi” kurulmak üzere, bütün örgütlü: İşçi – köylü – esnaf – aydın ve ilh. halk grupları: “Devrimci Derleniş Komiteleri” kurmalıdırlar. Komiteler, kendi çevrelerinde “Halk Uyanış Güçleri” örgütlerken, ortak bağ noktası, Sosyalist’in ve Tarihsel Maddecilik Yayınları’nın: Lâleli – Çelik Palas – Kat 3 adresidir. Kurucu Komitelerin bu adresle hemen ilişki kurmalan rica olunur.

Namusunu, yüreğini, zekâsını, bilimini, bilincini zerrece proleter alçak gönüllülüğü ile bağdaştırabilen arkadaşların Büyük Derlenişe öncü Gönüllü Er olarak hemen katılmaları tutulacak ilk ve tek yoldur. Var mısınız bu yola başkoymaya?

Yoksanız, başka gerekçe aramayın ve üzülmeyin: yoksunuz, demektir. Varolanlar, işçi sınıfı ile köylü yığını adına, sizin yerinize de derlenirler ve dövüşürler. Merak etmeyin. Elli yıldır derlenenler ve dövüşenler, her şeyden önce bu halkın içinden fışkırmışlar ve cepheyi tutmuşlardı. Sağ kaldıkça tutacaklardır da. İt ürüyecek, kervan yürüyecektir.

2 Şubat 1971

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar