Ana SayfaArşivSayı 22Anti-Emperyalist Bir Bakış Açısı

Anti-Emperyalist Bir Bakış Açısı

Jose Carlos Mariategui

Çeviri: Özgür Yakupoğlu

Bu yazı, Latin Amerika’nın en büyük Marksist düşünürleri ve eylemcileri arasında görülen ve kimi çevreler tarafından “Amerika’nın Gramsci’si” olarak adlandırılan Perulu Mariategui’nun (1894-1930) Birinci Latin Amerika Komünist Konferansına (Haziran 1929) sunduğu bildiridir. İngilizceye 1996’da M. Pearlman’ın çevirdiği yazı www.marxists.org adlı siteden alındı.

 

Latin Amerika Cumhuriyetlerinin durumu yarı-sömürge ülkeler ile ne dereceye kadar benzerlik göstermektedir? Bu cumhuriyetler ekonomik olarak şüphe götürmez bir biçimde yarı-sömürge durumundadırlar ve kapitalizm, ve buna bağlı olarak emperyalist etki geliştikçe ekonomilerinin bu özelliği ağırlık kazanma eğilimindedir. Ancak emperyalizm ile işbirliği yapmayı kendileri açısından en iyi kazanç kapısı gören ulusal burjuvazi, iktidar sahiplerinin zihinleri ulusal egemenlik ile çok fazla meşgul olmayacağı için kendini yeterince güvende görmektedir. Henüz Yankee askeri işgaline (Panama haricinde) maruz kalmamış Güney Amerika burjuvazisi, Aprista propagandasının naif bir şekilde varsaydığı gibi ikinci bağımsızlıkları için mücadele etmenin gerekliliğini kabul etme eğiliminde değildir. Devlet ya da daha doğru ifade etmek gerekirse egemen sınıflar, daha fazla ya da daha güvenli bir ulusal özerklik ihtiyacı duyuyor gibi görünmemektedir. Bağımsızlık devrimi görece olarak çok yakındır, devrimin mitleri ve sembolleri de burjuvazi ve küçük burjuvazinin bilinçlerinde canlıdır. Ulusal egemenlik yanılsaması hala varlığını sürdürmektedir. Örneğin, son birkaç onyıldır Asya’da emperyalizm tarafından köleleştirilen yarı-sömürge ülkelerdeki anti-emperyalist mücadele açısından bir etmen olan bu toplumsal katmanın Latin Amerika Cumhuriyetlerinde hala bir devrimci milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu iddia etmek ciddi bir hata olur.

Bir yıldan uzun bir süre önce Aprista liderleriyle yaptığımız ve Latin Amerika Kuomintang’ının* yaratılması önerilerini reddettiğimiz tartışmada Avrupa merkezli aşırmacılığı (plagiarism) önlemek ve devrimci etkinliğimizi kendi gerçekliğimizin tam olarak kabul edilmesini sağlayacak hale getirmek için aşağıda da belirtilen tezi sunduk:

Çin’de yürütülen anti emperyalist mücadelede burjuvazi ve hatta feodal unsurlar ile işbirliği yapılması bizdekine pek benzemeyen ırksal ve ulusal kültüre bağlı olarak açıklanabilir. Çinli bir soylu veya burjuva kendisini tam anlamıyla bir Çinli olarak hissetmektedir. O, beyaz adamın kendisine ait ve eskimiş kültürünü hor görmesini kendisinin bin yıllık geleneğindeki kendi hor görmesi ve gururu ile karşılaştırmaktadır. Bundan dolayı anti-emperyalizm bu tür düşüncelerden destek alabilir ve Çin milliyetçiliği anlamında koşullar Yerli Amerika’sında aynı değildir. Yerel aristokrasi ve burjuvazi ortak bir tarih ve kültürü paylaşma noktasında halk ile herhangi bir dayanışmaya gerek görmemektedir. Peru’da beyaz aristokrat ve burjuva, halka özgü değerleri ve ulusal değerleri hor görmektedir. Kendilerinin herkesten üstün olduklarını düşünmektedirler. Küçük burjuva melezler de onları örnek almaktadır. Lima burjuvazisi Yankee kapitalistleri ile ve hatta bunların Şehir Kulübünde, Tenis Kulübünde ya da başka bir yerde işçiliğini yapan yabancılar ile arkadaşlık etmektedir. Yankee, ırk ve din farklılıklarının yarattığı zorlukları gözetmeden yerli bir senyorita ile evlenebilmekte ve söz konusu bayan, istilacı bir ırkın bir üyesi ile evlenmeyi tercih ederken herhangi bir ulusal veya kültürel endişe taşımamaktadır. Orta sınıf üyesi kızlar da bu anlamda herhangi bir vicdan azabı duymamaktadır. Grace Company ya da Foundation’da çalışan bir Yankee’yi ağına düşüren kız bu vesile ile toplumsal konumunun yükselecek olmasından dolayı bu işi memnuniyetle yapmaktadır. Bu kaçınılmaz nesnel sebeplere bağlı milliyetçi etmen bizim ortamımızda emperyalist mücadele açısından ne kesin ne de temeldir. Anti-emperyalizm sadece, ülkelerinin zenginliğinden ve gücünden gurur duyan büyük ve zengin bir burjuvazinin bulunduğu ve bu sebebe bağlı olarak daha gerideki ülkelere oranla çizgilerin çok daha net olduğu Arjantin gibi ülkelerde burjuva unsurlar arasında (muhtemelen) daha kolay yayılabilir. Ancak bu bizim durumumuzda olduğu gibi sosyal adalet ve sosyalist teoriye bağlı nedenlerden ziyade kapitalist yayılma ve gelişime ilişkin nedenlere bağlıdır.

Çin burjuvazisinin ihaneti ve Kuomintang’ın başarısızlığı henüz tam anlamı ile kavranmamıştır. Onların kapitalizme bağlı milliyetçilikleri (toplumsal adalet ya da toplum teorisine bağlı olmayan) Çin benzeri ülkelerde bile burjuvazinin devrimci milliyetçi duyarlılıklarına ne kadar az güvenebileceğimizi göstermektedir.

Emperyalistler bu devletlerin ulusal egemenliklerine ilişkin duyarlılıklarını ve formalitelerini “yönetebildikleri” ve silahlı müdahale veya askeri işgale başvurmak zorunda kalmadıkları sürece söz konusu ülkelerin burjuvazilerinin işbirliğine kesinlikle güvenebilirler. Onlar emperyalist ekonomiye güvenirken bu ülkeler ya da daha ziyade bunların burjuvazileri kendilerini Romanya, Bulgaristan, Polonya ve Avrupa’nın diğer “bağımlı devletleri” gibi kendi kaderlerinin efendileri olarak görmektedirler.

Politik psikolojideki bu etmen Latin Amerika’daki anti-emperyalist hareket olasılıklarının tam olarak değerlendirilmesinde göz ardı edilmemelidir. Bu konunun ihmal edilmesi Aprista teorisinin niteliklerinden birisi olagelmiştir.

Peru’da bulunan ve APRA’yı asıl olarak asla bir parti ya da etkili bir mücadele örgütleyicisi olarak değil ama birleşik bir cephe projesi olarak kabul eden bizler ile Peru sınırları dışında olup bunu daha sonradan bir Latin Amerika Kuomintang’ı olarak kabul edenler arasındaki temel fark ilkinin devrimci, sosyo-ekonomik anti-emperyalizm kavramına olan inancını koruması ikincisinin ise konumlarını şunu söyleyerek açıklamasıdır: “Biz solcuyuz (ya da sosyalistiz) çünkü biz anti-emperyalistiz.” Anti-emperyalizm bu vesile ile kendi içinde ve kendi kendine geçerli olan ve kendiliğinden sosyalizme, sosyal devrime (ne şekilde olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktur) yol açan bir program, politik bir tavır, bir hareket düzeyine yükseltilmektedir. Bu fikir anti-emperyalist harekete haddinden fazla değer yüklemekte, “ikinci bağımsızlık” mücadelesi mitini abartmakta ve yeni bir özgürlük çağında yaşıyor olmamızı romantize etmektedir. Bu durum anti-emperyalist birliklerin politik partilerin yerini alması fikrine yol açmaktadır. Başlangıçta birleşik bir cephe, bir halk ittifakı, baskı altındaki sınıfların oluşturduğu bir blok olarak tasarlanan APRA’dan Latin Amerika’nın Kuomintang’ı olarak tanımlanan bir APRA’ya geçiyoruz.

Bize göre, tek başına anti-emperyalizm devlet iktidarını ele geçirme yeteneğine sahip bir kitle hareketine yönelik politik bir program oluşturmaz ve oluşturamaz. Anti-emperyalizm, milliyetçi burjuvaziyi ve küçük burjuvaziyi işçi ve köylü kitlelerinin yanında harekete geçirebilse dahi (ve biz bu olasılığı zaten kesin bir biçimde yadsıdık) ne sınıf antagonizmalarını geçersiz kılar ne de farklı sınıf çıkarlarını yok eder.

Ne burjuvazi ne de küçük burjuvazi iktidarda iken anti-emperyalist bir politika yürütebilir. Küçük burjuvazinin Yankee emperyalizmi ile henüz yeni ittifak kurduğu Meksika deneyimi bunu bize göstermektedir. “Milliyetçi” bir hükümet Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerinde Peru’nun Leguia hükümetinden daha farklı bir dil kullanabilirdi. Bu hükümet açıkça ve utanmaz bir biçimde Pan-Amerikancı ve Monrocudur. Ancak herhangi bir başka burjuva hükümeti de kredi borçları ve imtiyazlar noktasında aynı pratik politikaları uygulardı. Peru’daki yabancı sermaye yatırımı, ülkenin ekonomik gelişimi, doğal kaynaklarının sömürülmesi, nüfusu ve iletişim güzergahlarının gelişimi ile doğrudan ve yakın ilişki içerisinde büyümektedir. Küçük burjuvaların en demagogları bile bu etkiye nasıl karşı durabilir? Sözden başka hiçbir şeyle; hızlı, milliyetçi bir ayarlamadan başka hiçbir şeyle… Mümkün olmuş olması halinde anti-emperyalizmin iktidarı alması iktidarın proleter kitleler, sosyalizm tarafından alınmış olması anlamına gelmeyecekti. Sosyalist devrimin en kanlı ve tehlikeli düşmanı (tehlikelidir çünkü kafa karışıklığı yaratmakta ve demagoji yapmaktadırlar) düzenin sahipleri tarafından iktidara getirilen bu küçük burjuvazi içinden çıkacaktır.

Görevimiz, er ya da geç mücadeleye katılabilecek olan toplumsal katmanları harekete geçirecek hiçbir anti-emperyalist ajitasyon şeklini ya da hiçbir eylemi göz ardı etmeden kitlelere, kapitalizmin ilerleyişine kesin ve gerçek anlamda sadece sosyalist devrimin engel olabileceğini açıklamak ve göstermektir.

* * *

Bu etmenler Güney Amerika ülkelerinin durumunu Orta Amerika’dakilerden farklı kılmaktadır. Orada, Yankee emperyalizmi en ufak bir çekince duymaksızın silahlı müdahaleye başvurmak sureti ile burjuvazinin bir kısmını ve küçük burjuvaziyi kolayca anti-emperyalist bir perspektife getirebilecek yurtsever bir tepkiyi tahrik etmektedir. Haya de la Torre tarafından bizatihi yapılan Aprista propagandası burada, Amerika’nın tüm diğer kısımlarından daha iyi sonuçlar elde etmiştir. Ekonomik mücadele ile ilişkili olduğu görülen kafa karıştırıcı ve mesihvari iddiaları aslında ırksal ve duygusal etmenlere başvurmakta ve bu sayede küçük burjuva entellektüelleri etkilemek için gerekli olan koşulları karşılayabilmektedir. Sınıf partileri ve güçlü, net bir sınıf bilincine sahip birlik örgütleri burada Güney Amerika’da olduğu gibi aynı hızlı büyümeye yöneltilememektedir. Bizim ülkelerimizde sınıf unsuru daha kararlı ve daha gelişmiştir. Ardında sadece gerici eğilimlerin büyüyebileceği belirsiz popülist formüllere başvurmak için hiçbir neden yoktur. Aprismo şu an da bir propaganda olarak Orta Amerika ve Güney Amerika ile sınırlıdır ve Latin Amerika Kuomintang’ı olarak gördüğü popülist, “politik patroncu” ve küçük burjuva sapmaların sonucunda tamamen tasfiye olmaktadır. Anti-emperyalist örgütleri birleştirmesi ve anti-emperyalist programlar ve ajitasyon ile sınıf partileri ve sendikaların görevleri arasında ayrım yapması gereken Paris’te yapılacak olan bir sonraki Anti-Emperyalist Kongre bu soruna kesin bir nokta koyacaktır.

Emperyalist kapitalizmin çıkarları bizim ülkelerimizdeki toprak sahibi sınıfların feodal ve yarı-feodal çıkarları ile zorunlu ve kaçınılmaz bir biçimde örtüşmekte midir? Feodalizm karşıtı mücadele anti-emperyalist mücadele ile kaçınılmaz bir biçimde ve tam anlamıyla aynı mıdır? Emperyalist kapitalizm feodal sınıfı politik olarak hakim sınıf olarak gördüğü müddetçe onun gücünü kesinlikle kullanmaktadır. Ancak ekonomik çıkarları aynı değildir. En demagogları da dahil olmak küçük burjuvazi pratikte kendine ait en göze çarpan milliyetçi tepkilerini hafifletmesi halinde emperyalizm ile aynı sıkı ittifakta yer alabilir. Finans kapital yerine getirilmeyi bekleyen belirli talepleri yerine getirmek ve kitlelerin sınıf yönelimini saptırmak suretiyle kapitalizmin çıkarlarını savunma ve onun muhafızı ve “su taşıyıcısı” olarak hizmet edebilme noktasında iktidarın eski, nefret edilen feodal sınıftan daha iyi bir konumda olan daha geniş bir toplumsal sınıfın elinde olması halinde kendisini daha güvende hissedecektir. Küçük toprak sahipleri sınıfının yaratılması, büyük toprakların kamulaştırılması ve feodal ayrıcalıkların kaldırılması şimdilik emperyalizmin çıkarlarına aykırı değildir. Tam aksine feodal ayrıcalıkları kaldırma hareketi feodal kalıntıların kapitalist ekonominin gelişimine rağmen hayat bulduğu oranda emperyalist uzmanlar ve yatırımların yön verdiği kapitalist gelişimin çıkarları ile çakışmaktadır. Büyük toprak sahipliğinin yok oluşu, burjuva demagojisinin ülkenin demokratikleştirilmesi olarak adlandırdığı yöntem vasıtası ile tarıma dayalı bir ekonominin yaratılması, eski aristokrasinin yerini daha güçlü bir burjuvazi ve küçük burjuvazinin alması toplumsal barışa dönük daha iyi bir güvence sunmaktadır: Bunlardan hiçbiri emperyalist çıkarlara karşıt değildir. Peru’daki Leguia yönetiminin, latifundista’lar ve gamonale’lerin (onu büyük oranda desteklemektedirler) çıkarlarına ilişkin ürkek olduğu ölçüde demagojiye başvurmakta, feodalizme ve feodal ayrıcalıklara karşı çıkmakta, eski oligarşilere saldırmakta ve tarlada çalışan herkesi küçük bir toprak sahibi yapmak için toprak dağıtım programını ortaya atmakta herhangi bir sorunu yoktur. Leguiismo en büyük gücünü kesinlikle bu tür demagojiden almaktadır. Legitismo büyük toprak sahiplerine dokunmaya cesaret etmemektedir. Ancak kapitalist gelişimin doğal yönelimi -sulama işleri, yeni madenlerin sömürülmesi, vb.- feodalizmin çıkar ve ayrıcalıkları ile çelişmektedir. Latifundista’lar, işlenmiş toprağın arttığı ve yeni istihdam alanlarının açıldığı oranda asıl güçlerini kaybetmektedirler: iş gücü üzerindeki mutlak ve kayıtsız şartsız hakimiyet. Amerikalı mühendis Sutton’un bir su yatağını değiştirme projesini hayata geçirdiği Lambayeque’de teknik komisyon zaten büyük feodal toprak sahiplerinin çıkarlarına karşı bayrak açmıştı. Söz konusu toprak sahipleri esas olarak şeker kamışı yetiştirmektedir. Toprak ve su üzerindeki tekellerini ve buna bağlı olarak iş gücü üzerindeki denetimlerini kaybetme tehdidi bu insanları çileden çıkartmakta ve onları, söz konusu etmenlerle ne derece yakından ilişkili olursa olsun hükümetin, devleti yıkmaya dönük olarak nitelediği tavırlar almaya zorlamaktadır. Sutton Kuzey Amerikalı iş adamında bulunan tüm özelliklere sahiptir. Bakış açısı ve çalışması latifundista’ların feodal ruhu ile çatışmaktadır. Örneğin Sutton, kaynakların devlete ait olduğu prensibine dayanan bir su dağıtım sistemi kurmuştur; latifunsdista’lar ise su haklarının toprak üzerindeki haklarının bir parçası olduğunu düşünmektedir. Bu teoriye göre su onlarındı; kendi malikanelerinin mutlak mülkü idi.

Ve kapitalizme karşı mücadelede rolü genellikle fazla büyütülen küçük burjuvazi ekonomik sömürü sebebi ile emperyalist yayılmaya zorunlu olarak karşı mıdır? Küçük burjuvazi şüphesiz, milliyetçi mitolojinin cazibesine karşı en hassas toplumsal sınıftır. Ancak hakim olan ekonomik unsur şudur: on yıllardır süren önyargı içinde sıkışıp kalmış küçük burjuvazinin proleterleşmeye direndiği; çok düşük olan ücretlere bağlı olarak ekonomik açıdan kendilerini bir işçi sınıfı haline kısmi olarak da olsa dönüştürme gücüne sahip olmadıkları; büro işi, küçük bir devlet memurluğu peşinde umutsuzca koşmanın ve “iyi” bir maaş ve “iyi bir” iş aramanın hakim olduğu İspanyol tarzı yoksulluktan mustarip ülkelerde kendi yerel çalışanlarını anormal derecede sömürseler dahi daha iyi ücretli işleri simgeleyen büyük şirketlerin yaratılması orta sınıflar tarafından hoş karşılanmaktadır. Yankee işi, sadece spekülatörlere bir gelecek sunabilen daha iyi bir ücreti, gelişme olanaklarını ve devlete bağımlılıktan kurtuluşu simgelemektedir. Bu gerçeklik bir mevki arayan ya da mevki sahibi olan küçük burjuvanın bilincinde ağır basmaktadır. Tekrar belirtmek gerekirse, İspanyol türü yoksulluktan mustarip bu ülkelerde orta sınıfların durumu bireysel teşebbüs ve başarıya ve dev tekellerin baskısına uygun bir serbest rekabet ve kapitalist gelişim döneminden geçen ülkelerdeki söz konusu sınıflar ile aynı değildir.

Sonuç olarak bizler Marksist olduğumuz için, devrimci olduğumuz için, kapitalizme onu aşacak antagonist bir sistem olan sosyalizm ile karşı durduğumuz için ve yabancı emperyalizme karşı mücadelemizde Avrupa’nın devrimci kitleleri ile dayanışma görevimizi yerine getirdiğimiz için anti-emperyalistiz.

 
 


* Çin’de 1911 yılında Sun Yat-Sen’in liderliğinde kurulan ve 1925 yılından itibaren Chiang Kai-shek tarafından yönetilen ana politik parti / Çevirenin notu.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar