Ana SayfaSayı 3Felsefenin Maddeci Pratiği ve Metafizik Öğe

Felsefenin Maddeci Pratiği ve Metafizik Öğe

 

“Eğer ciddi bir çalışma yapmak istiyorsanız başkalarının sırtına, işin püf noktası bulun­muş ve yoluna girmiş hissi ve kanısı yük­leyen, ge­nel ve benimsenmiş formüllerle yetinmemiz söz konusu olamaz. Bu nok­tada yanılmamak gerekir; problemler hiçbir zaman ortaya atıl­masın diye, onları elinin tersiyle iten ya da problemlerin bir söylevle çözüldüğünü düşü­nenler, işçi hareketine dahil bile olsalar pek fazla bir işe yaramaz­lar. Bir gün gelecek baş­kaları bizim ortaya koymaya teşebbüs ettiği­miz sorunlar üze­rinde düşünecek durumda olacaklar. Böyle­lerini bizim denemelerimizden esinlenmiş burjuva, sosyal demokrat ya da öteki tür­lerden Büyük Hoşnutsuzluk yazarları ara­sında bulabilmemiz için pek az şans var.”

L. Althusser

Yılmaz Sezer

I.

Althusser, Lenin’in diyalektik materyalizm ile ilgili bulu­şunu şöyle anlatıyor: “Marx’ın bilimsel teorisi, (diyalektik mad­decilik diye adlandırılan) yeni bir felsefeye değil, fel­sefenin yeni bir pratiğine, daha kesin koymak gerekirse, proletaryanın felsefedeki sınıf tavrı temeline oturtulmuş bir felsefe prati­ğine yol açmıştır. Kanımca Marksizmin özüne ilişkin olan bu buluş şu aşağıdaki tezlerle formül­lenebilir: 1)Felsefe bir bilim değildir ve bilimin bir nesnesi olduğu anlamında, felsefenin nesnesi yoktur. 2)Felsefe, teorik bir biçimde yürütülen bir po­litik müdahale pratiğidir. 3) Öncelikle iki ayrıcalıklı alanda mü­dahalesini yapar:sınıf mücadelesinin sonuçlarının yer aldığı politik düzeyde ve bilimsel pratiğin sonuçlarının yer aldığı te­orik düzeyde. 4) Felsefe, özünde, sınıf mücadelesinin so­nuçlarıyla, bilim­sel pratiğin sonuçlarının bitiştiği yer olan teorik düzeyde üretilir. 5) Böylece iki düzeyde, teorik bir biçimde, politik olarak müdahale eder: bu iki müdahale düzeyi, yani po­litik pratik ve bilimsel pratik düzeyleri, onun kendi alanla­rıdır, çünkü felsefe kendisi de bu iki pratiğin sonuçlarının bileşi­minden doğar. 6) Felsefenin bütünü bir sınıf tavrını dile geti­rir, bütün felsefe tarihine egemen olan, idealizm ile maddeci­lik arasındaki büyük tartışmada ‘taraf tutma’yı ifade eder. 7) Felsefedeki Marksist-Leninist devrim felse­fenin idealist kav­ramının (‘dünyayı yorumlama’ anlamında felsefe) yadsınması demektir. Bu idealist felsefe, kendisi her zaman taraf tuttuğu halde, felsefenin bir sınıf tavrını dile getirdiğini inkar eder. İşte bu idealist felsefeyi yadsı­yan Marksist-Leninist düşünce felsefede proletaryanın maddeci sınıf tavrını benimser, yani, teoride sınıf ayrımı­nın sonuçlarını belirten yeni bir maddeci ve devrimci fel­sefe pratiğini kurar. Bütün bu tezler Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm’de ya örtük, ya da belirtik bir bi­çimde bulunabilir. Benim bütün yaptığım, bunları biraz daha belirtik hale sokmak oldu“.[1]

Althusser Marx İçin ve Kapital’i Okumak adlı eser­lerinde yaptığı felsefe tanımını değiştiriyor ve Lenin ve Felsefe‘de, Lenin’in yardımıyla, yeni bir felsefe ta­nımına ulaşıyor. Althusser’in ileri sürdüğü tezler, bu yeni tanıma da­yanıyor. Althusser, özeleştirisinde bu durumu şöyle ifade ediyor.”1960-65’de esas sorunun ne oldu­ğunu gördüysem de bunu pek iyi anlamadığımı şimdi gö­rüyorum. Tek bir ‘teori’ terimi altında ona bilimle aynı sta­tüyü vererek onu ‘teorik-pra­tiğin teorisi’ olarak tanımlıyor­dum. Teorik açıdan felsefeye yüksek değer biçerek sınıf savaşımını ‘işin içine sokma’mak­tan beni haklı yere eleşti­renlerin de belirttiği gibi siyasal açı­dan düşük değer biç­tim. Bununla birlikte yeni bir felsefe ta­nımıyla (‘teorideki siyaset’) sapmanın esasını düzelttiğim Lenin ve Felse­fe‘de de buna şahit oluyoruz“.[2] Ve Althusser, ‘teorik-pratiğin teorisi’ olarak yaptığı önceki felsefe tanımının sa­vunulmaz olduğunu açık ve kesin bir dille ifade ediyor: “Felsefenin ‘teorik-pratiğin teorisi’ olarak tanımlanma­sını savunulmaz görüyorum ve yasaklanması gerekiyor. Ve bir formülü ortadan kaldırmak yeterli değildir; tınlamasının yol açtığı tüm yankıları ve etkileri teorik tertiplerinde dü­zeltmek gerekir.”[3]

Althusser’e göre, Devrimci Maddeci Felsefe yeni bir fel­sefe pratiğidir. Maddeci Felsefe, sınıf mücadelesinin sonuç­larının yer aldığı politik düzeye ve bilimsel pratiğin sonuçları­nın yer aldığı teorik düzeye, politik olarak mü­dahalesini teorik bir biçimde yapıyor; teorik ve politik dü­zeyin bitiştiği yer olan “teorik düzey”de üretiliyor.[4] Nitekim, Lenin’i tekrarlayan Althusser, ‘felsefenin bütü­nün bir sınıf tavrını’ dile getirdiğini söylüyor.

Yeni felsefi pratik, sınıflı ontolojik dünyanın gerekleri üze­rine inşa ediliyor. Felsefe, ontolojik sınıflı toplumun simetriği olarak, teoride ‘sınıf kavgası’ biçiminde tanımla­nıyor.

Epistemolojik düzeyde ‘sınıfsız toplum’ kurulmuştur.[5] ‘Sınıfsız toplum’ epistemolojik düzeyde bir öngörü değil, ‘şimdiki zamanı’ ifade eden bir kavramdır; yani, ‘olan’dır. ‘Sınıfsız toplum’un ontolojik kuruluşu ‘gelecek zaman’da dile getirilebilir. Epistemolojik kuruluş ile ontolojik kuruluş eşza­manlı değildir. Bu düzeyler arasında ‘geriye dönül­mezlik il­kesi’ ile kurulan ilişkide; epistemolojik düzey’de elde edilen bilimsel bilgi, bilgi nesnesine ilişkindir; ancak, bilgi nesnesi yoluyla öğrenilen şey ise ‘gerçek nesne’dir. Bir başka deyişle, ‘gerçek nesne’nin kavranışı bilimsel bilgi ile mümkündür. Bu durumda, sorulması gereken soru şudur: ‘Sınıfsız toplum’un ontolojik kuruluşu gerçek­leştiğinde; felsefenin ‘teoride sınıf kavgası’ olduğuna iliş­kin felsefe tanımı, geçerliliğini hala nasıl sürdürecektir? Bu soru üç şekilde cevaplanabilir: Bir, ‘felsefe’ sınıfsaldır; sınıflı toplumdaki ‘birey’in etkinliği ile ortaya çık­mıştır. Sınıf­ların ortadan kaldırılmasıyla, kendisi de ortadan kalka­caktır. ‘Felsefe çağı’ bitecek, ‘bilim çağı’ başlayacaktır.[6] İki, sınıfsız toplum, ‘birey’in ortadan kaldırıldığı bir durum değil; tersine, bireyin (sınıfa ait olmayan, insani bireyin) özgür­leşmesidir. Bir başka deyişle, sınıfsız toplum, felse­fenin ger­çekleşmesi ve özgürleşmesidir. Lukacs-Gramsci çizgisine göre, felsefe, tarihtir; tarihin gerçekleşmesidir. Üçüncüsü ve bizce de kabul edilen husus, Tarih Bilimi­’nin felsefeyi, ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ anlamında ta­rih-dışına ittiği ol­gusudur. Tarih-dışı olarak felsefi tezler bi­rer ‘hiç’tirler. ‘Tarihsel’de, hem bilimler tarihinde bilimsel pratiklerin, hem de toplumsal-tarihsel süreçte ideolojik-politik pratiklerin sonuçları üzerinde şekillenirler; içerik ve anlam kazanırlar ve en önem­lisi de ‘varolurlar’. Dışarıdan tanımlanan, ama salt tanımlandığı biçimiyle ‘var olama­yan’, varoluşunun ‘tarihsel’e bağlı olduğu, teorik (olarak) bir felsefe tanımı yapma olanağı vardır.

Althusser’in özeleştirisinde, ‘felsefe’ bütünüyle onto­lojik boyutların içine çekilmiştir. Felsefe, teorik düzeyde, politik düzeyin simetriği olarak ‘teoride sınıf kavgası’ bi­çiminde ta­nımlanır. Bu düşünce biçiminin doğal uzantısı şudur: Sınıfsız toplumun ontolojik kuruluşu gerçekleşti­ğinde; felsefe orta­dan kalkmayacak ve ontolojik boyuta simetrik yeni bir tanım­lamayla varlığını sürdürecektir. fiimdi, Althusser sorunsalı içerisinde soru sormanın za­manıdır: Teoride sınıf kavgasının tarafı olarak tanımlanan maddeci felsefe, işçi sınıfının ya­nında yer alarak; bilimsel olanın bilimselliğini, ideolojik olanın ideolojikliğini nasıl be­lirleyecektir? Bu durumda, işçi sınıfı ideolojisi ile bilim arasında, ‘bilimsel ideoloji’ ya da ‘sınıf bilimi’ türünden bir bağ kurmak gerekecektir.

Epistemolojik ve ontolojik kuruluşların artzamanlı oluşu, birinin diğerinden sonra gelmesi, her iki düzeyde aynı anda bulunan bilim adamları ve filozofların alanla­rında, gerilime ne­den olmaktadır. Ontolojik ve epistemo­lojik düzeylere teorik olarak müdahale eden felsefe, on­tolojik düzeyde sınıflı top­lumu, epistemolojik düzeyde sı­nıfsız toplumu görmektedir. Bir başka deyişle, teorik ve politik düzeyin bitiştiği yer olan “teorik düzey”de, Althus­ser’e göre felsefenin üretildiği yerde, tarihsel olarak sınıf­lar ve sınıf mücadelesinin sonuçları elbette vardır. Felse­fenin tarihsel biçimlenişini onun ‘özü’ sanmak, ve onu ta­rihsel biçimlenişe göre tanımlamak, felse­feyi ‘sınıf ideoloji­leri’ne indirgemek olur. Felsefe, özünde sı­nıfsal olmayan ideolojidir. Örnek olsun; maddenin birincil, dü­şüncenin ikincil olduğuna ilişkin maddeci tezin proleter ide­olojisiyle ne ilgisi vardır? Bu maddeci tez, kesin olarak tarihsel bir tez değildir. ‘İnsan akıl’ı ile başlamış ve onunla birlikte de­vam edecektir. Soru şudur: tarihsel olmayan felsefi tez, ‘tarihsel’de nasıl biçimlenir. Felsefi tezlerin ‘tarihsel’de; bi­lim­ler tarihinde ya da toplumsal-tarihsel süreçte ideolojiler olarak nasıl ve ne şekilde biçimlendiği sorusu sürekli araştırmayı ge­rektiren bir konudur. Maddeciliğin temel tezi ile tarihsel prole­ter ideoloji arasında doğrudan ne­den-sonuç ilişkisi kurmak, ya da maddeciliğin tarihte ile­rici sınıfların, idealizmin ise gerici sınıfların ideolojileri ol­duğunu söylemek, sınıfsız toplumu ‘felsefe’sizliğe mah­kum etmek demektir. ‘Sınıfsız toplum’ bir kavram, Tarih Bilimi’nin bir ‘kavram’ı ise, bu kesin olarak böyle olmak durumundadır.

Tarih bir bilim ise; yeni felsefi pratik, felsefenin sınıf­sal, yani ideolojik (sınıf ideolojileri) olduğu savı üzerine inşa edi­lemez. Aksi, felsefenin salt bir ideolojiye (sınıf ideolojilerine) indirgendiği ve ileride felsefenin sonunun ilan edileceği bir yola girmek olur.

II.

Althusser, felsefedeki Marksist-Leninist Devrim’in felse­fenin idealist kavramının (‘dünyayı yorumlama’ anlamında fel­sefe) yadsınması demek olduğunu ifade ediyor. Felse­fenin idealist kavramının içeriğine ‘dünyayı yorumlama’nın yanı sıra ‘dünyayı dönüştürme’ anlamını da eklemek ge­rekiyor. Felsefenin idealist pratiği, felsefeyi nesneye (bilimin bir nes­nesi olduğu anlamında) yönelik bir eylem olarak algılamaktan doğuyor. Bu bilim-öncesi felsefi pra­tik, bilimsel pratiğin yerine geçiyor ve onun yerine ikame ediliyor.

Felsefenin idealist pratiği, felsefeye yüklenen işlevle, ampirizm sorunsalı içinde hareket etmek anlamına geli­yor; girdilerinin maddeci ya da idealist öğeler olması, ‘fel­sefenin idealist pratiği’nin özünü değiştirmiyor ve pratik, idealizmle sonuçlanmak durumunda kalıyor. İçinde ya­şanılan dünyaya ve burada ‘egemen olan’a dolaylı ya da dolaysız onay anla­mına geliyor. Marx, Feuerbach Üzerine Tezler‘in onbi­rincisinde, filozofların şimdiye değin dünyayı yorumladıkla­rını, aslolanın ise onu değiş­tirmek olduğunu söylüyordu. Marx, filozoflara dünyayı yo­rumlamanın yanı sıra, onlara bir de dünyayı değiştirme külfeti yüklemiyordu. Lukacs ve Gramsci gibi teorisyenler, bu Tezler’i yeni bir felsefenin işareti olarak algıladılar ve Marksizmi özünde bir felsefe, bir praksis felse­fesi olarak tanımladılar. Felsefenin işlevini ve felsefi pratiği dünyayı ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ şeklinde algılayanlar, felse­fenin idealist pratiğini tekrarlamaktan daha öteye gide­mediler. Kurtuluş için ‘insanlık dini’ öneren Feuerbach’ı ve onun kaba materyalizmini ya da Lukacs’ın idealizmini hatırlaya­lım. Feuerbach (maddeci) felsefeyle dünyayı yo­rumlamaya çalıştı ve insanlığa kurtuluşu için ‘aşk dini’ gibi fizik-ötesi bir reçete yazdı. Lukacs, dünyayı felsefeyle dönüştürmek istedi; devrimciliği idealizmin olanaklarıyla materyalizme şırınga et­meye çalışırken kendini idealizmin içinde buldu. Bunlar, hangi felsefi öncüllerden hareket ederlerse etsinler, felsefe­nin işlevini nesneyi ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ şeklinde be­lirledikleri için -felsefenin idealist pratiği içinde- kaçınılmaz ola­rak idealizm ile bu­luşmak durumunda kaldılar.

Felsefi eğilimler, toplumsal-tarihsel süreçte ideolojiler ola­rak varoluyorlar. Bunlar, sınıf ideololojilerinin içinde yeniden şekilleniyorlar. Ancak, materyalizmin ilerici sınıf­larla, idealizmin ise gerici sınıflarla (ya da tersi) olan ilişkisi kendiliğinden zo­runlu bir buluşma olmuyor. Bir başka deyişle, daha özelde, işçi sınıfı ideolojisinin kendiliğinden materyalist, burjuva ide­olojisinin ise kendiliğinden idealist olma zorunlulukları bu­lunmuyor. Tersine, işçi sınıfı, ma­teryalizm ile ‘Tarih Bilimi’ ara­cılığıyla dolayımlı olarak bulu­şuyor ya da buluşturuluyor. Yeni felsefi pratik, felsefi bir müdahaledir; bilimsel olanın ‘bilimsel’liğini, ideolojik olanın ‘ideolojik’liğini vurguluyor. Bilimsel bilgi epistemolojik, ideolojik bilgi ontolojik düzeyde üretiliyor. Bilim adamı her iki düzeyde aynı anda bulunuyor; buna bilim adamının alanı deniyor. Bilimsel bilgi ile ideolojik bilgi bu alanda karşı karşıya geliyor ve birbirlerinin yerine geçmeye çalışı­yorlar; maddeci felsefe, bu ikisi arasına sınır çiziyor. Tarih Bilimi, toplumsal sınıfları ve onların ideolojilerini kendi nesnesi haline getiriyor ve onları inceliyor. İşçi sınıfına ve onun ideolojisine ilişkin tezler ileri sürüyor. Maddeci fel­sefe, işçi sınıfına ve onun ideolojisine ilişkin bilimsel bil­ginin nesnelliğini vurguluyor ve onu burjuva ideolojilerin­den, ide­alist öğelerden ayırıyor.

Tüm bunlara ek olarak söylenecek şeyler vardır: Bir, fel­sefede epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendiliğin­den maddeci olmak türünden’ kategorik bir ayrıma git­mek, felse­fenin idealist pratiğine yönelmek demektir.[7] İki, epistemolojik ve ontolojik düzeye, teorik bir biçimde müdahale eden fel­sefe, teorik olarak (Diyalektik mater­yalizm) epistemolojik dü­zeyde kurulur.[8] Üç, felsefede epistemolojik düzeyde felsefe içi çelişki yoktur ve felsefe epistemolojik düzeyde saftır. Ve ‘sonuna kadar’ materya­listtir. Epistemolojik (bilim) ve ontolojik (politika ya da va­rolan, yaşanılan somut durumda) düzeyde bilim adamla­rının, politikacıların, ve “filozofların her türlü mü­cadelele­rinde karşı karşıya gelen idealist ve materyalist eğilim­ler hiçbir zaman hiçbir ‘felsefe’de saf durumda gerçekleş­mez­ler. Her ‘felsefe’ iki büyük uzlaşmaz eğilimden bir ta­nesini mümkün olduğu kadar ‘tutarlı’ ve açık bir biçimde temsil etse de, her ‘felsefe’de öteki eğilimden hatırı sayılır miktarda ya da gizil bir takım öğeler mevcuttur”.[9] Bu du­rumda, bilim adamları­nın ve politikacıların “kendiliğinden felsefelerinin eğilimlerin­den biriyle ‘kendiliğinden’ mater­yalist olduğunu”[10] söylemek mümkündür. Ancak, her ‘kendiliğinden felsefe’ idealizm ile buluşmak zorunda ka­lır. Dört, yeni felsefi pratik, teorik olarak her iki düzeye müdahale ederek; bilimsel olanın ‘bilimsel’liğini, ideolojik olanın ‘ideolojik’liğini vurgular ve ide­alist öğeleri ayıkla­maya çalışır. Devrimci Maddeci Felsefe bunu yaparken bir şey daha yapar; politika-bilim zemininde çatışan maddeci ve idealist eğilimlerin oluşturduğu ‘ideolojik fel­sefe’ ye teorik olarak müdahale eder ve maddeci eğilimi idealist öğelerden ayıklar. Beş, felsefede taraf tutmak, poli­tika (ontoloji)/bilim (epistemoloji) zemininden hare­ketle elde edilebilir teorik bir çabanın sonucu olarak or­taya çıkar.

Felsefede, epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendi­liğinden maddeci olmak’ türünden kategorik bir ayrım bulunmuyor. ‘Kendiliğinden maddeci olmak’ tezi, felse­feyi ve felsefi pratiğini (bilimin bir nesnesi olduğu anla­mında) nes­neye yönelik bir eylem olarak algılamaktan doğuyor. Bu eski felsefi pratiğin, felsefenin idealist pra­tiğinin reddi gerekiyor.

Felsefi materyalizmin varoluşa ilişkin tezi; madde-dü­şünce karşıtlığında, maddenin birincil düşüncenin ise ikincil oldu­ğuna, bir başka deyişle, düşüncenin madde­den sonra geldi­ğine işaret ediyor. Maddeci Felsefe pra­tiği bilimsel bilginin nesnelliğini vurguluyor. Bilimsel bilgi epistemolojik düzeyde üretiliyor. Felsefede; ontolojik dü­zeyde elde edilen bilgiye nesnellik atfetmek, bununla gerçek nesnenin öğrenilebile­ceğini, kavranabileceğini söylemek ve maddeci felsefenin nesnellik tezini bu nes­nellikle ilişkilendirmek bilimi felsefeleş­tirmek anlamına ge­liyor. Felsefi materyalizmin varoluşa ilişkin tezi, bilimler alanına taşınmış oluyor. Pozitivizmin pratiği, bi­limsel pra­tik olarak sunuluyor.

Bir tarih bilimcisinin, ‘Marx’ ya da bir başkasının, bir tarih bi­limcisi olarak kendiliğinden felsefesinin materya­lizm olması zorunluluğu yoktur. Bir fizikçi için de durum aynıdır. Çünkü, felsefe Tarih Bilimi’nin bir eki veya bir öğesi değildir. Burada Marx’ın idealist olduğu söylenmi­yor. Bir bilim adamı Marx ve tarihsel bir birey olarak Mar­x’ın kendiliğinden felsefesi ile Marksist-Leninist felsefi devrimin aynı şey olmadığı ve kate­gorik olarak bunların birbirlerinden farklı, başka şeyler oldu­ğuna işaret edili­yor.

Felsefenin, idealizmin ya da materyalizmin, tarihe uy­gu­lanması tarihin felsefeleştirilmesi; maddeci felsefenin tarihe uygulanması, idealist pratikle maddeciliğin idealist­leştirilmesi anlamına geliyor.[11]

III.

Althusser, ‘epistemolojik kopuş’u, Marx İçin ve Kapi­tal’i Okumak‘da bilim-ideoloji karşıtlığına indirgeye­rek, bilim ve bilim olmayan türünden rasyonalist terimlerle ele aldığını ve tanımladığını yazıyor ve bu durumu şöyle açık­lı­yor: “İdeoloji yanlışın Marksist ‘adı’ndan başka bir şey değildi. Ama Alman İdeolojisi’nden -ki o da bu indirge­meyi uygulu­yordu- itibaren ‘pozitif doğru’dan ideolojik yanılsamaya ka­darki karşıtlığın gerisinde sadece teorik değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik, çok değişik bo­yutlu bambaşka bir kopma­nın belirginleşmekte ve ta­mamlanmakta olduğu gayet iyi his­sediliyordu. Bu kopma, Marx’ın yalnızca genel anlamıyla ide­olojiden ve mevcut ideolojik tarih anlayışlarından kopuşu değildi, aynı za­manda hem burjuva ideolojisinden hem de egemen burjuva anlayışından yani sadece toplumsal pratikler üzerinde değil, aynı zamanda pratik ve teorik ideoloji­lerde de – ta ki siyasi, iktisat ve ütopik sosyalizm eserle­rine kadar ege­men- hüküm süren, baskın ve iktidar olan burjuva anlayışın­dan kopuşuydu. Pek tabii ki bu hüküm­ranlık bölüşümsüz ol­madı, çünkü feodal bir dünya anla­yışından arta kalana ve yepyeni bir dünya anlayışı olan proleter dünya anlayışının öncüllerine karşı yapılan bir savaşın neticesiydi. Bu da Marx’ın konumunu anlamamız için gerekli bir olgudur. Çünkü, Marx, beraberinde bulun­duğu burjuva ideolojisinden ancak proleter ideolojinin öncüllerinden ve bu ideolojinin sağlam bir vücut bulduğu işçi sınıfının o ilk mücadelelerinden etkilen­mek şartıyla kopabilirdi. ‘Pozitif doğru’ ve ideolojik yanılsama karşıtlı­ğının rasyonalist sahnesi ardında yatan ve bu karşıtlığa tarihsel bir boyut kazandıran işte bu ‘olay’dır. Burjuva ideolo­jisini (hümanizm, tarihselcilik, evrimcilik, ekono­mizm, idealizm, vb. olarak) tanımlamaya ve ıralamaya çabaladığıma göre, bu tartışmanın en can alıcı noktasının burjuva ideolojisinden kopuş olduğunu gayet iyi ‘hisset­miştim’. Ama ideolojilerin mekanizmalarını, sınıf eğilimle­rini, işlevlerini yeterince anla­madığımdan dolayı, bir yan­dan Marx’ın burjuva ideolojisinden kopuşuyla, öte yan­dan da ‘kopuntu’yla olan mevcut bağları anlaşılır bir şe­kilde yansıtamadım.”[12]

Sözü edilen ‘epistemolojik kopuş’, ‘genel olarak ide­oloji’ den mi, yoksa ‘burjuva ideolojisi’nden mi bir kopuş­tur? ‘Genel olarak ideolojiden kopuş’, tüm ideolojilerin birlikte bulun­duğu, proleter ideolojisinin de içinde olduğu ideolojik sorun­saldan; ‘burjuva ideolojisi’nden kopuş ise, burjuvaziye ait ideolojiden kopuş anlamına geliyor. Bu aşamada, bir ayrımlaş­tırma yapma zorunluluğu doğuyor; ayrımlaştırma ‘kopuş’un niteliğine ilişkindir. ‘Kopuş’u, sı­nıfsal, burjuva ideolojisinden ‘proleter bir kopuş’, yani ‘i­deolojik bir kopuş’ olarak tanımla­yanlar ile ‘epistemolojik bir kopuş’ olarak tanımlayanlar ara­sında uzlaşmaz ciddi bir durum ve kapanmaz bir mesafe var­dır.

İdeolojik kopuş, gerçekte bir ‘kopuş’ değildir.

‘Kopuş’, epistemolojik bir kopuştur. Ama, nasıl? Alt­husser, özeleştirisinde, Marksist Bilimle onun ideolojik ta­rih öncesi arasında teorik bir süreksizlik, bir başka deyişle te­orik bir kopuş olduğunu yazıyor. Teorik kopuşun, “ge­nel ola­rak bilimle genel olarak ideoloji arasında değil, Marksist bilimle onun kendi ideolojik tarih öncesi ara­sında”[13] gerçekleştiğini belirtiyor. Ve kendi deyimiyle, bi­lim -ideoloji arasında idealist bir karşıtlık teorisi (doğru-yanlış, bilgi-bilgisizlik türünden) ku­ran önceki mantığını düzeltiyor ve epistemolojik kopuşun on­tolojik boyutlarının da olduğuna işaret ediyor ve şunları yazı­yor: “Marx, be­raberinde bulunduğu burjuva ideolojisinden ancak prole­ter ideolojinin öncüllerinden ve bu ideolojinin sağlam bir vücut bulduğu işçi sınıfının o ilk mücadelelerinden etki­lenmek şartıyla kopabilirdi.”[14]

Marx-Engels, işçi sınıfı ideolojisinin öncüllerinden ve mü­cadelelerinden etkilenerek (kopuş, bir gereklilik değil; kop­mak için işçi sınıfı ve onun ideolojisi tarihsel bir ge­reklilik olu­yor) ‘epistemolojik kopuş’u gerçekleştiriyor ve Tarih Bilimi’ni kuruyorlar. Çok açık; ‘epistemolojik kopuş’ için ontolojik şart… Kopmak, öncesi ile ilişiği kesmek; yeni bir başlangıç demektir. ‘Epistemolojik kopuş’ ile Ta­rih Bilimi’nden proleter ideoloji­sine doğru ‘geriye dönül­mezlik’ ilkesi çalışmaya başlıyor. Tarih Bilimi, proletarya­nın ideolojisi ya da proletaryanın bilimi anlamına gelmi­yor. Tarih Bilimi de, diğer bilimler gibi, sınıfsal değildir; ama sınıflara ve onların ideolojilerine işaret ediyor. İşçi sınıfını ve onun ideolojisinin ‘tarihsel’de ne anlama gel­diğini belirliyor.

IV.

Bilimsel bilginin üretildiği ve tüketildiği yerde[15] bilimsel olan ile ideolojik olanı birbirinden ayırma zorunluluğu vardır. ‘Bilim alanı’ ile ‘bilim adamının alanı’ farklı şeylerdir. Bilim adamının içinde bulunduğu ortam ideolojiktir. Bilim adamı, her iki dü­zeyde aynı anda bulunur ve bilimsel bilginin üretiminde, ide­oloji düzeyinden bilim düzeyine ideoloji taşır. İdeolojiyi (daha dar anlamda ütopyayı) bilim alanından çıkarmak, ideolojiyi bi­lim adamının alanından çıkarmak anlamına gelmemelidir. Bilimin sınırlarının göre­celi ve tarihsel olması, sınırının bittiği yerde başlayan bilim olmayan ideolojik süreci koşullandırmak­tadır. Bilim, ide­oloji değildir; ama, bilim adamının içinde bu­lunduğu or­tam ideolojiktir. Althusser’in önerdiği maddeci fel­sefi pra­tik, işte bu bilim olanla olmayanı, yani bilim ile ideolojiyi birbirinden ayırma, ideolojik unsurları bilimin içinden ayıklama işlemidir.

Newton bir bilim adamıdır; Newton mekaniği bilimsel bir teoridir. Teorideki ‘ilk fiske’ metafizik öğedir. Ve bilim adamı Newton tarafından yaratılmıştır. Maddeci Felsefe, ‘ilk fiske’nin metafizik olduğunu, ideolojik olduğunu söyler ama onun ye­rine bir başka şey koymaz; koyma yetene­ğinde de değildir. Sorun, bilim-içi gelişmeyle aşılır ve ‘ilk fiske’ Einstein tarafın­dan ortadan kaldırılır. Bir ideoloji ola­rak ilk ‘fiske’, bilim alanının içine bilim adamı tarafından sokulmuştur. Ne var ki, Newton’da, bilimin varmış olduğu sınırlar bakımından, söz konusu metafizik öğe bilimsel problemler çözülürken zorunlu bir biçimde ‘bilimin bir un­suru’ olarak kabul edilmiştir. İlk fiske’yi Newton Mekaniği­’nden çekip koparırsanız, Newton’un sis­temi çöker. Bir başka deyişle, felsefi-ideolojik unsur, sisteme eklemlen­mek suretiyle, bilim-içi nedenselliğin ve anlam bü­tünlü­ğünün bir parçası olmuştur.

İdeolojiler bilim alanına değişik biçimlerde sızarlar: Bir, bi­limsel sorunun çözümü için üretilmiş bilimsel bilgi­nin yerine geçmeye çalışırlar ve aynı sorun hakkında tezler ileri sürerler. İki, sorun, tarihsel olarak bilimsel tarzda çözümlenemedi­ğinde bir boşluk, bir kriz doğar. İdeolojiler bu boşluğu dol­durmaya ve çözümler üretmeye başlarlar. Üçüncüsü ve en önemlisi de, bilim adamları tarafından bilim alanının ‘tarihsel iğreti’ bir parçası olarak, Newton Mekaniğinde olduğu gibi, bi­lim adamının siste­mine eklemlenirler.

Olay, fizik-olmayan bir şeyin fiziğe eklemlenmesi olayı değildir. ‘Sorunsal’ kavramı içinde düşünmek gerekiyor. Newton sorunsalı ile Fizik Bilimini birbirinden ayırabildiği­miz ölçüde çözüme yaklaşırız.[16] Yani, ‘ilk fiske’ Fizik Bili­minin ken­disi değil, Newton sorunsalının bir parçasıdır.

Tarihsel olarak metafizik ve ideolojiden arındırılmış ‘saf’ bir bilim yoktur. Metafizik öğe, kendi başına açıkla­namıyor; ama, içine girdiği sistemin zorunlu bir unsuru olarak bulunuyor. Metafizik öğe, bilim-içi gelişmeyle orta­dan kaldırılabiliyor. Metafizik öğe, bir yandan bilim-içi ge­lişmenin önünü tıkıyor, öte yandan bilim-içi gelişmenin de itici gücü sayılıyor.

Newton sorunsalı içinde beliren fiziksel problemler Newton mekaniğince çözümleniyor. Fiziksel problemler çö­züldüğü sürece, ‘ilk fiske’ Newton sorunsalı içinde so­run ola­rak gözükmüyor. Aynı sorunsal içinde kalınarak ‘ilk fiske’nin bilim-içi bir sorun olduğu bilinci hiçbir zaman be­lirmiyor. Fiziksel problemlerin çözümü olanaksız hale geldiğinde, bir başka deyişle problemler Newton sorun­salı içinde ele alınıp çözümlenemediğinde, bilim içi kriz ve bir başka sorunsala -Einstein sorunsalına- geçiş söz ko­nusu oluyor.

Bilim adamı, bilim-içi metafizik öğeyi ancak felsefi bi­linciyle belirleme şansına sahiptir. Bilim özünde madde­cidir. Bilim adamının kendiliğinden felsefi bilinci, bu bi­linçle örtüşen me­tafizik öğeyi belirlemeyi imkansız kılıyor. Metafizik öğeyi belir­lemek, maddeci bilincin varlığını ge­rektiriyor. Bilim adamının epistemolojik ve ontolojik düzey­lerde kendiliğinden maddeci olabilmesi olanaksız oldu­ğundan, bilim adamı teorik bir uğ­raşla maddeci bilinci kendi bilinci haline getirebiliyor. Bu du­rum, bilim adamını felsefe ile uğraşmaya zorluyor.

 

 



[1] L. Althusser, Lenin ve Felsefe, Çev.: Bülent Aksoy, Erol Tulpar, Murat Belge, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İst. 1989, s.117.

[2] L. Althusser, Özeleştiri Öğeleri, Çev.: Levent Targu, Belge Yayınları, Bi­rinci Baskı, Mart 1991, s.60

[3] A.g.e., s.57

[4] Marks İçin ve Kapital’i Okumak adlı kitap­larında; düşünsel süreçlerle nesnel süreçleri birbirinden ayı­ran, ilişkisizlendiren Althusser, burada epistemolojik ve onto­lojik düzeyleri bitiştiriyor ve felsefenin burada üretil­diğini söylüyor. ‘Bitişmek’in ne anlama geldiği açık değil; ama, Althusser­’in, bu yeni teziyle, epistemoloji ve ontoloji arasında bir bağ kurduğu, bun­ları bir biçimiyle ilişkilendirdiği kesin. Nitekim, Althusser, özeleştirisinde Marx’ın burjuva ideoloji­sinden kopuşunun, proleter ideolojinin öncüllerinin ve işçi sınıfı mücadelelerinin etkileriyle gerçekleştiğini yazı­yor.Althusser’i incelemenin bir güçlüğü var; Balibar’ın deyi­şiyle, “Althusser’in başlangıcı, sonu ve iç kuramsal sürekliliği bulunan sistematik bir yapıtı yoktur. Her şey ya da neredeyse her şey programlı bir biçimdedir: Sevdiği Spinoza’nın bir ifa­desini değiştirecek olursak, ‘sonuçsuz öncüller’ ya da ‘öncülü olma­yan sonuçlar’ vardır“. (E. Balibar, Althusser İçin Yazılar, Çev.:Hülya Tu­fan, İletişim Yayınları, l. Baskı, İst.1991, s.105).

[5] Marx-Engels ve sonrasında; ‘sınıfsız top­lum’ kavramı, bilim-içi eleştiriye hiç tabi tutulmamıştır. Althusser ve Lukacs’ın tüm düşünceleri, aynı za­manda bu yazı, bu kavramın eleştirisiz kabulüne dayanır.

[6] Bkz. Orhan Gökdemir, “Felsefi Aklın Eleştirisi”, Teori ve Politika- 2, Bahar 1996.

Orhan Gökdemir, yazısında ‘felsefi aklı’ eleştirirken, felse­feye haddini bil­dirirken haklıdır. Ne var ki; ‘felsefe’ye haddini bildirirken, hattını da çizmek gerekir. Hattını bilmeyen felsefe yayılabildiği ölçüde her yere yayılır. Gök­demir felsefi aklı eleştirirken, sözü edilen felsefenin idealist pratiğini değil, fel­sefenin bizzat kendisini eleştirmektedir ve onu kaldırmayı düşünmekte­dir. Tarihi; mitoloji, din, felsefe ve bilim çağlarına bölerek, felsefeyi tarihsel­leştirmekte ve ‘felsefe’nin zorunlu­luğunu burjuva toplumuyla dönemleştir­mektedir. Yazısının son sözü şudur; “insan doğayı ve toplumu sınıfsal ola­rak kav­rar”. Doğrudur; insan doğayı ve toplumu ideolojik olarak da kavrar. Gökdemir, bunu, ‘kavrama’nın tek ve doğru bir biçimi olarak sunuyor. ‘Bi­lim’cilikte de ısrarlı…Proleter ideolojisi ile Tarih Bilimi’ni bir ve aynı şey sanıyor. Tarihselci Pozitivizmin tutarlığı içinde, Gökdemir’in ‘felsefi akıl’ın yerine önerdiği bi­lim, felsefi olarak anlaşılmış bilim oluyor.

[7] Bkz. Metin Kayaoğlu, “Ezilenler ve Marksizm”, Teori ve Politika-2, Bahar 1996.

Metin Kayaoğlu, ‘Ezilenler ve Marksizm’ başlıklı çalışma­sında maddeci felsefenin işçi sınıfına işaret etmediğini, işçi sınıfına işaret edenin Mark­sizmin bilim sektörü olduğunu ya­zıyor. Felsefenin özünde sınıfsal olmadı­ğına ilişkin yukarıda anlatılanlar ile Metin’in ulaşmış olduğu vargılar ben­zeşiyor. Ne var ki; Metin, felsefeyi bir uygulama ilişkisi olarak ele alıyor ve felsefeyi ontolojiye uyguluyor. Temel tezi şudur: felsefi ma­teryalizmin bü­tün türleri bakımından ‘olan’ ‘haklı olmak’ duru­mundadır. ‘Olan’ları ele alıp incelediğinde, aralarında ezilen­ler ve işçi sınıfı gözükmüyor. Bir ideoloji olarak felsefenin, pozitivizmin, ‘olan’ ile ilgilendiği ve değer yargısında bu­lun­duğu doğrudur. ‘Olan’a ilişkin değer yargısında bulunan pra­tik, idealist felsefe pratiğidir. Bu tez, epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendiliğinden materyalizm olabileceği’ varsayımını içerir.

[8] Hem bilim, hem de felsefe epistemolojik düzeyde; farklı farklı teorik düzey­ler olarak kurulurlar.

[9]Althusser, Lenin ve Felsefe, s.86

[10] Söz konusu tez Lenin’e aittir. Althusser, Lenin’in Materyalizm ve Ampiri­okritisizm adlı çalışmasında ileri sür­düğü bu tezi dile getirmektedir.

[11] Günümüze değin, yaygın bir şekilde kullanılan ‘Tarihsel Materyalizm’ kavramı, ‘Tarih Bilimi’nin yerine geçirilen bir kavram olmasının ötesinde başka anlamlar da taşıyor. ‘Tarihsel Materyalizm’, salt ‘Tarih Bilimi’nin yerine yanlış olarak kullanılan bir kavram değildir; maddeciliğin tarihe uy­gulanmasıyla, tarihin ‘bilim’ haline gel­diğini ifade ediyor. Marksistlerin ta­rih çalışmalarında, felsefi materyalizmin tarihe uygulanmasına ilişkin ör­neklere rastlıyo­ruz. ‘Tarihsel Materyalizm’ kavramının bu yönüyle de ciddi bir eleştiriye tabi tutulması gerekiyor.

[12] L. Althusser, Özeleştiri Öğeleri, a.g.e., s.27-28

[13]Althusser, a.g.e., s.67.

[14]Althusser, a.g.e., s.28 .

[15] Bilimsel bilgi; teknolojik, politik ve bilimsel pratiklerde tüketiliyor ve kul­lanılı­yor.

[16] Maddeci Felsefe’yi, Tarih Bilimi’ne yöneltmenin zamanı­dır. Nedenleri var: Birincisi, Maddeci Felsefe’nin pratiğine ilişkindir ve onun doğal teorik bir sonucudur. İkincisi tarihsel­dir; bilim-içi teorik krizin sürmekte ve Tarih Bilimi’nin ideolojik sızmalara tarihsel olarak açık olduğu bir dönemde ya­şıyor ol­mamızdır. Üçüncüsü, felsefedeki Marksist Leninist devrim daha çok Lenin ve Althusser katkısıdır. Marx-Engels’in felsefi bilinci ile ‘tarihsel materyalizm’ arasındaki ilişki tarihseldir ve Marx-Engels sorunsalına fel­sefi müdahaleyi zorunlu kılmak­tadır. Albayrak’ın ifadesiyle, “Marx, dün­yayı anlama ve dönüş­türme işinde felsefeyi tahtından indirmiştir ama fel­sefeden kurtulamamıştır. Zira yaptığı işi teorik olarak gerekçelendir­mesi gerekiyordu ve burada felsefe tekrar devreye girerek kendi epistemoloji­sini oluşturmaya başlar.” (Osman Albayrak, “Felsefi ve Bilimsel Açıdan Devlet Üzerine”, Teori ve Politika, 2, Bahar l996, s.83).

Tarih Bilimi bir kez kurulduk­tan sonra, bilim-içi gelişmeye tabidir. Mad­deci felsefeyi Tarih Bilimi’ne yöneltirken önemli bir hususu göz önünde bulun­durmak zorunluluğu vardır: Tarih Bilimi ile Marx-Engels so­runsalı bir ve aynı şey değildir. Bilim bir süreçtir. Marx-Engels sorunsalı, Newton sorunsalı gibi , bilim-içi tarihin bir parçası­dır. Gelişmenin dinamiği meta­fizik öğelerin belirlenmesinden geçer. Tarih Bilimi’ndeki, Marx-Engels’­deki Albayrak’ın sö­zünü ettiği ‘felsefeleri’ arayıp bulmak gerekiyor. Marx-Engels ve Lenin’e kıskançlıkla sahip çıkmak, onların bulunduğu ta­rafta, onların bıraktığı yerden devam etmek demektir. Marx-Engels’de felsefe ideolojilerin(dar anlamda ütopya) olabile­ceğini kabul etmemek; bilimi, bi­limin kuruluşunu, gelişimini ve yeniden kuruluşunu inkar etmektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar