Rusya: Yeni Bir Emperyalist Güç mü?

 

Alexander Buzgalin, Andrey Kolganov & Olga Barashkova (2016), “Russia: A New Imperialist Power?”, International Critical Thought, 6:4, 645-660.

Çeviri: Sina Güneyli

Özet

Yazarlar modern Marksist metodolojiyi ve teoriyi, emperyalizmi ve “imparatorluk” olarak adlandırılan şeyleri analiz etmekte kullanmışlar, “merkezi” oluşturan ülkelerin sermayelerinin ve devletlerinin “çevre” üzerindeki ekonomik, politik ve ideolojik manipülasyonunu garantiye alan mekanizmaların açığa çıkarılmasını mümkün kılmışlardır. Bu temelde, genel olarak yarı-çevre ülkelerinin ve özel olarak Rusya’nın sermayelerinin ve devlet mekanizmalarının esasen emperyalist tabi kılmanın ve manipülasyonun nesneleri olduğu gösterilmiştir. Sadece, çok az bir durumda, bu tür ülkeler ve bunların sermayeleri emperyalist politikanın öznesi olabilirler. Rusya, Ukrayna ve Batı arasındaki ilişkileri etkileyen çelişkilerin bir analizi sunulmuştur. Rusya’nın kural olarak emperyalist politikanın bir öznesi olarak hareket etmediğini, ve sadece özel durumlarda (çoğunlukla Sovyet mirasına dayandığı durumlarda) emperyalist güçlerce dayatılan “oyun kurallarına” karşı koyma yeteneğinde olduğunu göstermek amacıyla politik-ekonomik, jeopolitik ve diğer argümanlarla ilgili bir sistem de ileri sürülmüştür. İronik olarak, bu direniş örnekleri “Rus emperyalizmi” suçlamalarını getirmektedir.

10 veya 15 yıl kadar önce olsaydı, bu makalenin başlığında ortaya konulan soru, aklı başında olup da konu hakkında bilgi sahibi olanların çoğuna saçma gelecekti. Fakat 60 yıl sonra, 2014 yılında, Kırım bir kez daha Rus toprağı olduğunda, yeni bir emperyalist saldırgan olarak Rusya sorunu jeopolitik tartışmaların hemen hemen merkezine yerleşti.

Bu konunun tartışmalı niteliği, gerçekte çoğunluğu sağlamaya yakın olan pek çok yazarı, sorunu çözmeye yönelik analitik yaklaşımlar sergilemek yerine, polemik bir nitelik taşıyan, bir ölçüde prematüre duruşlar sergilemeye sevk etmiştir.

Ancak, bizim görüşümüze göre, tutkulu bir yürek sakin düşünmeye engel olmamalıdır. Sonuç olarak, bu metinde, oldukça uzun bir yer ayırarak ilgili konunun metodolojik ve teorik yönlerine değineceğiz.

Yirmibirinci yüzyıl emperyalizmi, araştırma

metodolojileri

Bu metnin yazarları, söz konusu problemin hukuki formlar veya jeopolitik çıkarlar açısından incelenmesini önermemektedir. Bu konuları ikincil olarak değerlendiriyoruz. Tersine, bu soruna, hem ilgili hukuki formları ve hem de çatışmada yer alan ana katılımcıların dış politik çıkarlarını belirleyen altta yatan dayanakları çözümleyerek yaklaşacağız. Hem bu formlar ve hem de bu çıkarlar, esasen, modern küresel kapitalizmin nesnel üretim ilişkilerinden ve bu ilişkilerde içkin olarak bulunan çelişkilerden kaynaklanmaktadır. Bu ilişkileri inceleyerek, bu ilişkilerin ve diğer dış ilişkilerin, hukuki çatışmaların ve hatta askeri çatışmaların sadece şans eseri olmadıklarını göstermeyi amaçlıyoruz. Dahası, sadece ekonomik-politik mücadelede değil, fakat aynı zamanda işe karışan çeşitli aktörler arasındaki askeri-politik ve ideolojik mücadelelerde de yer alan ana katılımcıların eylemlerinin ve çıkarlarının altında yatan nedenleri açığa çıkarmayı amaçlıyoruz. Başlarken, bu çatışmalarda kimlerin ipleri elinde tuttuğunu ve kimlerin basit birer kukla olduğunu tanılamayı amaçlıyoruz.

Bu metodolojik ve teorik yaklaşım yazarların Marksizme bağlılığını son derece açık bir biçimde göstermektedir. Bu paradigmayı seçmemiz tesadüfi değildir. Konunun kendisi ‒ekonomik, toplumsal ve politik süreçlerde nitel kaymalar‒ nesnel toplumsal çelişkilerin dinamiğinin incelenmesini, yani, “Sovyetler Sonrası Eleştirel Marksizm Okulu” olarak bilinegelen araştırma yöneliminin teorisinin ve metodolojisinin uygulanmasını gerektirmektedir. Geçtiğimiz onyılda, bu okul, kendi kendine yapılan bir isimlendirmeden (Buzgalin and Kolganov 2005), çağdaş Marksizmde bir akıma dönüşmüştür. Bu okulun temsilcileri tarafından yürütülen araştırmaların sonuçları toplu monografilerde ve makale derlemelerinde düzenli olarak basılmıştır. Buzgalin (2009) ve Aitova and Buzgalin (2014) bunlar arasında yer alır, ve bu okul Rusya dışında da artan bir tanınırlığa sahiptir (Lin 2010; Buzgalin and Kolganov 2013). Sovyetler Sonrası Eleştirel Marksizm Okulunun ayırt edici özellikleri şunlardır: a) yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Rusya’da ve dışarıda klasik Marksizmdeki ve onun hümanist eğilimlerindeki kazanımların eleştirel bir edinimi; b) Marksizmin dogmatik Stalinist versiyonlarının bir eleştirisi, ve son onyıllardaki deneyimler temelinde bir dizi tezin gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi; c) özellikle (ancak sadece bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) varoluşçuluk ve diğer hümanist akımlar, klasik kurumsalcılık vs. olmak üzere diğer okullarla açık diyalog; d) modern gerçekliği (yirminci yüzyılla birlikte başlayan, dünyanın geniş anlamında) toplumsal yaşamın en derin temellerindeki nitel küresel değişimler çağı olarak anlama konusuna yapılan bir vurgu, bu değişimler sadece post-kapitalist değil fakat aynı zamanda post-endüstriyel ve post-ekonomik toplumun (“özgürlük âlemi”) yaratılışının önkoşullarını oluşturan değişimlerdir, bu anlamda bu akımı “post-endüstriyel çağın Marksizmi” olarak betimleyebiliriz; e) can çekişen bir otoriter bürokratizmi ilerici sosyalist ilişki öğeleriyle birleştiren çelişkili bir sistem olarak “reel sosyalizm” deneyimine yönelik diyalektik bir tutum. Bu okulun ana ilkeleri ve kazanımları Buzgalin and Kolganov (2016)’da sunulmuştur.

Bu araştırma metodolojisi, basit olduğu kadar önemli de olan, emperyalizmin kronotoplarının farklı ve hatta nitel olarak çeşit çeşit olabileceği sonucunu çıkarmamıza izin verir.[1] Farklı bir şekilde söylersek, tarihin farklı dönemlerinde (toplumsal zaman, chronos) ve dünyanın farklı yerlerinde (toplumsal mekân, topos) içerik açısından farklı olan saldırganlık çeşitleri ve imparatorluk çeşitleri var olmuştur. Şimdi de, yirmibirinci yüzyılda, farklı kronotoplarda, şu ya da bu ölçüde ekonomik, politik, kültürel-ideolojik ve hatta askeri saldırganlıkla karakterize edilen [proto] emperyal toplumlar olarak davranan çeşitli sosyo-politik formasyon türleri bulunmaktadır.[2]

Bu varsayımı aklımızda tutarak, erken yirmibirinci yüzyıl küresel sermayesinin başlıca özelliklerini kısaca formüle edelim; neoliberal küreselleşmenin proto-emperyal bir duruma dönüşmesinden kaynaklanan özellikler, bunların tümünü, bir ölçüde kayıtlı olarak, “yeni emperyalizm” olarak adlandırabiliriz.[3] Makalenin bu kısmında, bu “yeni emperyalizmin” başlıca özelliklerini sunacağız.

Birincisi, bu sermaye, ulusal kapitalizmin aşırı gelişmesi ve sermayenin kronik iç aşırı birikimi nedeniyle devlet sınırları çerçevesinin dışına çıkar.

İkincisi, bu sermaye dünya arenasına (1) küçük ulusal devletlerinkiyle karşılaştırılabilir boyutlara ulaşmış muazzam ölçekte bir sermaye olarak, ve (2) dünya ekonomisindeki diğer aktörleri manipüle etme politikasını harekete geçirme yeteneğine sahip bir sermaye olarak girer. Emperyalist sermayenin sadece büyük şirketler olmadığını, fakat (üreticileri, tüketicileri ve çevre ülkelerin devlet kurumlarını) saldırgan bir şekilde manipüle eden özne olduğunu vurguluyoruz. Burada, bakanlıklardan ve bakanlardan değil fakat “oyunun kurallarından” söz ettiğimizi vurguluyoruz. Bu hususun daha ayrıntılı bir değerlendirmesi bu makalede daha sonra verilecektir.

Üçüncüsü, bu sermaye birikimleri, nihai olarak bunlara hizmet eden “merkezin” devlet kurumlarının ve uluslararası kurumlarının yardımıyla, dünyanın ekonomik ve politik süreçlerindeki tüm diğer aktörleri bağlayan “oyun kurallarını” koyar. Bu kurallar, (örneğin, Dünya Ticaret Örgütü’nün kuralları ve Uluslararası Para Fonu’nun borçlu ülkelere uyguladığı kurallar) serbest pazarın “evrensel, uygar” normları olarak görünmektedirler, fakat gerçekte bunlar çok büyük ulusötesi şirketlerin, ve bunların “ana yurdu” olan devletlerin ve ittifaklarının egemenliklerini garantiye alan kurumlardır (Toussaint and Millet 2010; Zhdanovskaya 2015). Bu arada, sermaye, emperyalist genişlemesini sürdürdükçe, “dünya polisi” olarak hareket ederek ekonomik, politik ve hatta askeri araçlarla bu kurallara uyulmasını garanti altına alır.

Dördüncüsü, “yeni emperyalizm” sermaye ihracından daha fazla bir şeydir. Yirmibirinci yüzyılın küresel sermayesi, diğer ulusal sistemlerin teknikleri, yönetimi ve mali durumu üzerinde kontrol sağlayarak ve bu kontrolü sürdürerek genişlemesini gerçekleştirirken, sadece servet ihraç etmez fakat bu ülkelerin ekonomilerini kendi kurallarına tabi kılar (bu “yeni emperyalizmin” her zaman başarılı olmadığı not edilmelidir).

Beşincisi, bu sermaye, dünya finans kapitali içinde iş birliği yapan ve rekabet eden bileşenlerden birisi olarak dünya finansal sistemini kontrol eder. O, bunu, dünyadaki finansal süreçleri regüle eden uluslararası ödeme sistemi ve kurumlar (Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve diğerleri) üzerindeki kontrolü sayesinde sağlar.

Son olarak, bu sermaye, yukarıda verilen özelliklerinin tümü sayesinde özel, “emperyalist” bir ranta el koyma yeteneğine sahiptir (Amin 2010, 110-11, 127, 128, 134).

Çeşitli ulusal devletlerin dış ekonomik ve politik genişlemesi ile ilgili sorunlara dönersek, proto-imparatorluklar (“proto-imparatorluk” terimini, imparatorluğun oluşma sürecinin başlamış fakat tamamlanmamış olduğu ülkeler için kullanıyoruz) oluşturmak için yukarıda betimlenen günümüz koşullarında uygun emperyalist politikanın öznesi olan ülkelerin sadece “kendi” küresel sermayelerine, küresel hegemonyanın en azından daha önce listelenen başlıca niteliklerini gerçekleştirme olanağı sağlayan ülkeler olduğu sonucuna varabiliriz.

Yukarıdakini sosyo-felsefi dile “çevirirsek”, modern bir proto-imparatorluk, sistemik özelliği, tanımlayıcı sermayeleri içinde küresel hegemonyanın başlıca niteliklerinin bulunması olan ekonomik-politik bir kronotop olarak anlaşılabilir. Bu sosyo-felsefi ve aynı zamanda politik-ekonomik tanımı basitleştirerek, modern emperyalizmin öznesinin ‒proto-imparatorluk‒ şimdiki zamanda (kronos) diğerlerini manipüle etmek ve nihai olarak tabi kılmak için küresel aktörleri (ulusötesi şirketler vs.) (özellikle, hukuki, politik, ideolojik ve askeri mekanizmalara sahip) kurumsal çerçeve olarak işin içine katan bir toplumsal mekan (topos, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper-ülkeyi; Avrupa Birliğinin çekirdeği gibi bir ülkeler grubunu; küresel büyük ölçekli finans kapital şebekesini belirtir) olduğunu söyleyebiliriz. Özel olarak, bir ulus devlet, eğer kendi içinde yerleşik ulusötesi şirketleri yabancı sosyo-ekonomik sistemlerin politik (uç durumlarda askeri) tabi kılınması için bir mekanizma olarak işin içine katarsa proto-emperyal olabilir. Bu durumda, söz konusu yabancı sosyo-ekonomik sistemler, “merkezinde” proto-imparatorlukların yer aldığı küresel politik-ekonomik mekanın çevresi olarak rol oynarlar.

Bu durumda, emperyalist bir ülkenin ulusötesi şirketleri sadece ekonomik genişleme için politik-askeri savunma elde etmekle kalmazlar, aynı zamanda çevre ülkelerin ekonomik oyuncularını aktif olarak manipüle etmelerine izin veren kurallara göre bu genişlemeyi sürdürme fırsatı da yakalarlar. Bu kurallar, kuralların sağlanması için gerekli uygun ekonomik kurumları (formel ticaret ve yatırım vs. özgürlüğü), ve aynı zamanda askeri araçları (aşağıda NATO olarak kısaltılacak olan Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı), yasal araçları (şirketlerin kendilerinin tasarladığı uluslararası hukuk sisteminin ve son tahlilde kendilerinin kurmuş olduğu uluslararası mahkemelerin önceliği), ideolojik araçları (içeriği burjuva politik-ideolojik kurumlar olan “Avrupa” değerleri denilen değerlerin önceliği), kültürel araçları (küresel kitle kültürünün ve “elit” kültürü denilen kültürün genişlemesi), eğitimsel araçları (“Bologna sistemi”) ve diğer araçları içerir.

Bu temel üzerinde, çevre ülkelerin (ekonomilerinin, politik sistemlerinin, ve hatta vatandaşlarının dünya görüşlerinin) ekonomik, politik ve ideolojik olarak tabi kılınması ve bunun sonucu olarak, emperyalist rantın sistematik olarak çıkarılması için kurumlar yaratılır.

Emperyalist baskının nesnesi olan bir ülke, söz konusu ekonomik, politik yaptırımlara ve diğer yaptırımlara direnebildiği ölçüde yarı-çevrenin bir parçası olur. Bu yarı-çevre ülkelerinden bazıları, ve özellikle Rusya, standart emperyalist hedeflere ulaşmak ve/veya “savunma ittifakları” kurmak üzere zayıf komşuları üzerinde baskı uygularken, emperyalizminkine benzer mekanizmalar kullanmaya çalışır. Bu durumlarla, “yeni emperyalizm” için işin içine giren çeşitli ekonomik, politik ve hatta askeri mekanizmalar arasındaki yüzeysel benzerliğe rağmen, yarı-çevre ülkeler tarafından kullanılan mekanizmalar uygun anlamdaki emperyalist tabi kılmadan esasen farklıdır. Bu, kuşkusuz, bunun sonucu olarak yarı-çevre ülkelerin politikalarının hiçbir şekilde daha ilerici olduğu anlamına gelmez.

Bu konuya metnimizin sonuç kısmında döneceğiz, burada sadece ek bir not düşeceğiz. “Merkez” ülkelerin aktörlerinin uyguladığı dış etkiler her zaman emperyalist saldırganlık dürtüsü anlamına gelmez. Bazı durumlarda, merkez ülkeler veya bunların içinde yerleşik organizasyonlar (sosyal yönelimli STK’lar, hareketler, vs.) dış çevrede ilerici bir etki oluşturabilirler (Abramson et al. 2011). Devletleri ele aldığımızda, bu bir tür istisnadır. Dahası, pek çok durumda, emperyalist devletlerin bu olumlu pratikleri bu devletlerin genişlemesinin esas bir parçasıdır, ve nihai olarak emperyalist rantın çıkarılması ve manipüle edilmesi şeklindeki temel amaçlara tabidir.

Sovyetler sonrası Rusya kapitalizmi, jeopolitik ekonomi (Rus sermayesinin ve Rus devletinin dış ekonomik ve politik hedeflerinin doğası)

O halde, pek çok yabancı ve bazı Rus yazarların bakış açısına göre Rus devletini emperyalist olarak karakterize eden nedir? Sövgüleri ve boş konuşmaları bir tarafa bırakırsak, geriye çok yakından ilgilenmeyi hak eden ve dahası bir doğruluk payı da içeren bir dizi argüman kalır.

Rusya’nın “yeni emperyalizmin” bir öznesi olduğuna delil olarak gösterilen ilk argüman, politik-ekonomik niteliktedir ve ülke ekonomisinin önemli ölçüde büyük şirketlerin elinde yoğunlaşmış olan üretime dayandığı gerçeğiyle bağlantılıdır. Dahası, bu şirketlerin çoğunun Rusya Federasyonu dışında şubeleri bulunmaktadır ve yurt dışı projelere para yatırmaktadırlar. İlk bakışta, bu, Rusya’da emperyalist politikaların ekonomik temelinin varlığını doğruluyor gibi görünmektedir.

Daha sonra, bu “emperyalizm temelinin” seraptan başka bir şey olmadığını gösterme girişiminde bulunacağız. Şimdilik, bu görünüşün rastlantısal olmadığını vurgulayalım. Rusya ekonomisindeki yoğunlaşma düzeyi gerçekten de büyük şirketlerin bu temelde (Lenin’in tanımına göre) tekel olarak değerlendirilmeleri için yeterlidir. Bu firmalar serbest rekabetin altını oymaktadırlar, ve böylece emperyalizme özgü bir nitelik sergilemektedirler. Fakat içinde bulunduğumuz onyılın ekonomisi, yüzyıl öncekinden farklı olarak küreseldir ve Rus firmalarının ezici bir çoğunluğu küresel ulusötesi rolüne sahip olduğu iddiasında bulunamaz. Nadir istisnalar olarak değil fakat kural olarak bazı istisnalar vardır, ve dolayısıyla emperyalist genişlemenin ajanları olarak hizmet edebilecek olan şirket türlerinin Rusya’da oluşması için bazı ön koşullar mevcuttur. Biz bu kayıtları “kural olarak”, “pek çok durumda” vs. şeklinde adlandıracağız. Bunlara daha sonra döneceğiz, çünkü bunlar tesadüfi değildir, ve Rusya’nın jeoekonomik konumunun çelişkili, (Sovyet sisteminden henüz açık olmayan gelecekteki sisteme) geçiş halindeki doğasını yansıtır. Dahası, Rusya’nın bugünkü ulusötesi şirketlerinin bazı davranışları bile emperyalist saldırganları çağrıştırmaktadır. Fakat şimdilik, pek çok durumda, hemen hemen sadece (kapitalizmin erken ve klasik aşamalarındaki kapitalist ülkeler için tipik olan) “normal” genişleme ile karşılaşmaktayız, bu genişleme dünya pazarlarına girmeye yetecek kadar büyük bir ölçeğe ulaşmış herhangi bir sermayenin karakteristiğidir.

Emperyalist saldırı, uygun anlamda, ulusal ekonomik sistem çerçevesinde aşırı birikmiş olan gerçekten muazzam büyüklükteki ulusötesi sermayenin dünya ekonomik süreçlerinin çeşitli parçalarının manipülasyonunun bir öznesi olarak dünya pazarına girdiği noktada başlar.

Rusya’nın şirket sermayesi halihazırda bu kategoriye girmez, ve bunun bir dizi nedeni vardır.

İlk önce, Rusya aşırı sermaye birikimi ile karakterize edilmez. Bu, sermaye ihracından daha çok sermaye kaçışından kaynaklanan bir kıtlık olan ülkedeki kalıcı yatırım eksikliği ile temsil edilir. Örneğin, 2014’te 153 milyar $ olan sermaye çıkışı Rusya Merkez Bankasının istatistik yaptığı tüm dönemler içinde görülen en yüksek düzeye ulaşmıştır (Bank of Russia 2016). Sermaye çıkışına yönelik, resmi verinin en az iki kat abartıldığını ileri süren başka alternatif hesaplamalar da vardır (Osipov 2012). Fakat bu alternatif hesaplamada bile, rakamların büyüklüğünün derecesi ‒on milyarlarca dolar‒ değişmeden kalır.

Pek çok durumda, Rusya Federasyonu’ndan sermaye ihraçlarının, çevre üzerinde kontrol sağlamayı amaçlayan uzun dönemli yatırımlar olmadığına, fakat sermayenin vergilerden ve istikrarsızlıktan kaçışını temsil ettiğine dikkat etmek önemlidir. İlgili tutarlar kıyı bankacılığı (offshore) bölgelerinde[4] veya emlak yatırımlarında ve “merkez” ülkelerde istikrarlı, garantili kâr kaynaklarında tasarruf olarak sonlanır. Bu, çevre sermayesine özgü bir stratejidir. Rus ulusötesi şirketleri, elde edilen servetlerin uluslararası genişlemede hedeflenen uzun dönemli yatırımları temsil ettiği birleşme anlaşmalarında ve devralmalarda çok az yer alırlar. Dahası, bu anlaşmalar esasen gelişmiş ülkelere yöneliktir.

Böylece, gerçekler, Rus sermayesinin, emperyalist kontrole tabi olan çevre ülkelerine özgü sermaye hareketi türünün eşsiz bir örneğini sergilediğini gösterir. Ham maddelerin (ya da bir alternatif olarak, ucuz emek kullanılarak üretilen ürünlerin) satışı, serbest çevrilebilir para cinsinden gelir getirir, ve bu fonlar “merkez” ülkelerde ya da kıyı bankacılığı bölgelerinde güvenilir servetlere yatırılır. Sonuç olarak, yabancı ekonomik işlemlere aktif olarak yönelen Rus sermayesinin öğeleri pek çok durumda sadece emperyalist olmamakla kalmaz, fakat açık bir komprador niteliğe sahiptir.

İkincisi, Rus şirketlerini emperyalist olarak değerlendirmek zordur, bunun sebebi basittir, bu şirketler çoğunlukla ham maddelerin çıkarılmasıyla ilgilenirler. Ek olarak ve örneğin Batı’daki ulusötesi petrol şirketlerinden farklı olarak, çevre ülkelerin ham madde kaynaklarını sömürmek amacıyla kendi ülkelerinden sermaye ihraç etmezler (bunların bu tür genişlemeyi arzu ettiklerini fakat bunu gerçekleştiremediklerini söyleyebiliriz), fakat maksimum kâr elde etmek amacıyla ham madde ihraç ederler, ve bunlarla “merkez” ülkelerde hisse senetlerine, tahvillere, emlaka vs. yatırım yaparlar. Bu ham madde şirketlerinin sadece az bir kısmı önde gelen küresel ulusötesi şirketlerle çok çekingen bir şekilde rekabet etme girişiminde bulunmuştur, ve sonuçların yarı-çevredeki pek çok ülke için olduğundan daha kötü olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, 2014 yılı için 3 milyar $’dan daha büyük tutarlardaki uluslararası birleşme ve devralma anlaşmaları listesinde sadece bir tane Rus ulusötesi şirketi (ve bu şirketin profilinde ham madde bulunmaktadır) yer almıştır. Bu arada, bu liste yarı-çevredeki Güney Kore, Şili ve Brezilya gibi ülkelerden ham maddeye yönelik olmayan şirketleri içermektedir (United Nations 2015, A15).

Üçüncüsü, Rus emperyalizminin “yeni emperyalizmin” tam donanımlı bir katılımcısı olarak değerlendirilememesinin önemli bir nedeni Rus finans şirketlerinin zayıflığıdır. En büyük Rus bankaları dünyanın en büyük ulusötesi finans şirketlerinin sadece onda biri kadardır[5], ve bunların amaçları ve işlemlerinin doğası saldırgan emperyalist sermayeye hemen hiç benzememektedir.

Rusya’nın emperyalist bir güç olarak değerlendirilebileceği konumunu destekleyenlerce delil olarak gösterilen ikinci argüman, sorunun askeri yönüne değinir, ve Rusya’da kitle imha silahlarının ve Rusya Federasyonu’nun büyük ölçekli bir silah ihracatçısı olduğu noktaya kadar gelişmiş olan güçlü bir askeri-endüstriyel kompleksin varlığına işaret etmekle ilgilidir. Rusya’nın askeri üretimi, büyük ölçüde, tamamıyla tahrip olmamış olan görece gelişmiş bilimsel ve teknik aygıta dayanmaktadır.

Burada da sayısız karşı argüman bulunmaktadır.

İlk olarak, Rusya’nın kitle imha silahları (aşağıda SSCB olarak kısaltılacak olan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ninkilerden farklı olarak) şimdi yalnızca caydırıcı bir rol oynamaya hizmet edebilmektedir, çünkü bunların çoğu Sovyet zamanından kalmadır, yani bir çeyrek yüzyıldan daha eskidir. Yeni modeller mevcuttur, fakat askeri-endüstriyel komplekse ayrılan kaynaklar ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çok az korkuyor olması açısından değerlendirildiğinde bu yeni silahlar henüz azdır. Günümüz Rusya Federasyonu’ndaki stratejik silahların geliştirilmesi ve üretimi, yarım yüzyıl önceki SSCB’deki benzer süreçle uzaktan yakından karşılaştırılamaz (Podvig 1998, 116).

Ancak, daha önemli olan şu gerçektir: bu tür silahlara sahip olmak kendiliğinden emperyalist bir gücün ayırt edici bir belirtisi değildir. 1960-1980 yılları arasında Çin’in nükleer silahları vardı, fakat Çin uzaktan yakından emperyalist bir güç rolüne sahip olduğunu iddia edemezdi. Gerçek sorun farklıdır: hangi nedenle, ve nasıl, Rus otoriteleri kitle imha silahlarını kullanmaya hazırlanıyor olabilirlerdi? Bu satırların yazarlarının ilgilendiği kadarıyla, tek bir makul cevap vardır: ilgili silahlar, şimdilik, sadece bir caydırıcılık unsurudur, ve bunun böyle kalacağını umuyoruz. Bu sadece Rusya için değil, Çin için de, Avrupa Birliği ülkeleri için de, ve hatta Amerika Birleşik Devletleri için de geçerlidir. Amerikan sermayesinin emperyalist olduğundan en küçük bir şüphemiz yoktur, fakat bunun nedeni Amerika Birleşik Devletleri’nin nükleer silahlara sahip olması değildir.

İkincisi, silah satışı, kendiliğinden emperyalist bir gücün ayırt edici belirtisi değildir. Küçük ülkeler ve çevre ülkeler tarafından da silah satılır. Önemli olan nokta Rusya’nın en büyük silah ihracatçılarından birisi olmasıdır. Stokholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI 2015) verilerine göre, Rusya silah ihracında tutarlı bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra dünyada ikinci sıradadır, Rusya dünya pazarında 2005-9’da %22 olan payını 2010-14’te %27’ye çıkarmıştır, ABD için bu paylar, sırasıyla, %29 ve %31’dir. Burada, Rusya Federasyonu’nun “yeni emperyalizmin” bir öznesi olmasına yönelik belirli bir potansiyel görüyoruz. Fakat bu potansiyelin gerçekliğe dönüşmesi için, küçük bir şey, Rus sermayesinin dünya pazarının belli bölgelerini manipüle eden ve belli sosyo-ekonomik alanları tabi kılma amacı ile sermaye ihraç eden gerçek bir ajana dönüşümü gereklidir. Rusya bunların hiçbirisine sahip değildir, veya şimdilik sahip değildir.

Üçüncüsü, Rusya’nın reel ekonomisinde daha önce sözü edilen bir dizi gelişmiş sektörün varlığından, düzeyi gelişmiş ülkelerinkine yakın olan bilim, eğitim ve yüksek teknolojinin çeşitli alanları (nükleer, uzay ve metalürji endüstrileri), ülkenin “emperyal” niteliğinin kanıtı olarak sadece nadiren bahsedildiğine dikkat edilmelidir.

Rusya’yı emperyalist bir güç olarak değerlendiren yazarların ileri sürdüğü üçüncü bir argüman politik-ideolojik niteliktedir. Sadece “büyük güç” ruh halleri değil, fakat emperyal ruh halleri de Rusya’da gerçekten de kuvvetlidir (ülkenin kazanımları ile duyulan gurur ve kaybedilen güce duyulan nostalji gibi kamusal ruh hallerine ek olarak emperyal ruh hallerinin varlığının da modern Rusya’daki kamusal ruh hallerinin temel bileşeni olarak tanınması gerektiği vurgulanmalıdır). Kural olarak, bu duygular önde gelen devlet adamları tarafından doğrudan seslendirilmez, fakat bunlar Rusya Federasyonu’nda desteklenmekte ve geliştirilmektedir. Bizim görüşümüze göre, bu fenomen son derece gericidir, fakat sorulması gereken soru şudur, burada, yirmibirinci yüzyıla özgü, çağdaş emperyalizm modelinin bir özelliği ile mi karşılaşıyoruz?

Mevcut yazarlar buna olumsuz yanıt vermektedirler. Bugünün Rusya’sında, Rus İmparatorluğunun bir kronotopuna yönelik bir hedef olan eski Sovyet sahasında emperyal örgütlenme modelini restore etme hedefi, son derece aktif bir şekilde ileri sürülmektedir. Fakat pek çok açıdan geç-feodal olan bu hedefin sadece çok sınırlı bir popülaritesi vardır.

İlkin, bu zaruret, emperyal bir biçim sergilemekle birlikte, pek çok Rus vatandaşı için içerik olarak Sovyet ilişkiler sisteminin en iyi özelliklerinin, ve özellikle halkların dostluğu fenomeninin restorasyonuna duyulan bir hasreti temsil etmektedir. Bu zaruret içerik olarak emperyal değildir, Sovyet sonrası sahada entegrasyon planlarını göz önüne aldığımızda bunu aklımızda tutmamız gerekir.

İkincisi, Rusya’nın oligarşik sermaye ile kaynaşmış olan gerçek politik-ekonomik yönetim sistemi, emperyal sloganları, esasen, Rus kapitalizmine musallat olan ve giderek açık hale gelen toplumsal ve ekonomik çelişkilerin yurtsever bir kamuflajını oluşturmayı amaçlayan bir iç politik manipülasyon aracı olarak kullanır. Emperyal eğilim, daha önce dikkat çektiğimiz, en güçlü Rus sermayesinin komprador niteliği ve dünya ham madde piyasalarına ve para piyasalarına bağlı olan Rus ekonomisinin zayıflığı nedenleri ile gerçek bir dış politika doktrini olamaz.

Üçüncü argümana cevabımıza, Rusya’nın jeoekonomik ve jeostratejik davranışını etkileyen iç politik durumuna ilişkin birkaç satır eklenebilir. Rus devletinin iç politikaları, pek çok şekilde dış politikada sürdürdüğü çizgiden uzaklaşır. Daha önce dikkat çektiğimiz gibi, Rusya’nın sosyo-ekonomik sistemi, yarı-çevresel bir geç kapitalizm modelinin feodal elemanlarla ve eski Sovyet elemanlarıyla birleşmesine dayanmaktadır. Bu örüntü iç politikada da büyük ölçüde yansıtılmaktadır. Formel terimlerle, Rusya’nın politik sistemi standart bir burjuva başkanlık cumhuriyetinin özelliklerini taşımaktadır. Başkan, farklı partilerden adaylar arasında rekabetin olduğu bir doğrudan oy sistemiyle seçilmektedir. Parlamentoda çok sayıda parti temsil edilmektedir. Başkanın izlediği çizgiyi doğrudan eleştiren kitle iletişim organları (Eho Moskvı radyo istasyonu ve Novaya Gazeta isimli gazete ve çeşitli internet yayınları dikkate değer örneklerdir) açık olarak çalışmaktadır. Ancak, gerçek anlamıyla, Rus politik sahnesine, kontrolü başkanlık yönetiminin geniş informel güçleri tarafından takviye edilmiş olan tek bir parti, Birleşik Rusya tarafından hükmedilmektedir. Merkezi kitle iletişim araçları ve özellikle merkezi televizyon, resmi politikaları şaşmaz bir şekilde desteklemektedir.

Rusya’daki politik-ideolojik eğilimler görece dağınıktır, devleti güçlendirmeye yönelik olan ve iç politikada ve ideolojide tutucu olan neoliberal ekonomik ve sosyal fikirlerin çelişkili bir birleşimini içerir. Rus İmparatorluğu’nun ve SSCB’nin Stalinist modelinin kazanımları ile mevcut devlet otoritesinin arttırılması hedefinin birleştirilmesi gerektiği şeklindeki tez aktif olarak ileri sürülmektedir.

Mevcut hükümetin toplumsal tabanının da çelişkili olduğunu vurgulamak önemlidir. Burjuva çevrelerdeki “komprador” ve “yurtsever” eğilimli güçler arasındaki belirsiz çelişki, ifadesini, parti içi mücadelelerden daha çok hükümetin ve başkanlık yönetiminin üst düzeylerinde taraftar edinme girişimlerinde bulur. Rusya’nın sıradan vatandaşlarının çoğu başkanın politikasını destekler, fakat aynı zamanda hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarına karşı eleştirel bir tutum takınır. Yurtsever, devlet yönelimli bir başkan ile neoliberal bir hükümet arasındaki çatışma efsanesinin ülkede yaygın olduğu da vurgulanmalıdır.

NATO’nun Rusya sınırlarına ilerlemesi ile takviye edilen Batı yaptırımları ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve Avrupa Birliği’ndeki kitle iletişim araçlarındaki ‒isteri bir tarafa‒ Rusya karşıtı propaganda, ülkede, ulusal güvenliği sağlamak ve yeni bir dünya savaşından kaçınmak üzere tüm toplumsal güçleri konsolide etme dürtüsü yaratmıştır. Bu, derin sosyo-ekonomik çelişkilerin kamufle edilmesi etkisi yaratır, ve sosyal ve demokratik eğilimli güçlerin etkinliğine karşı koyar. Paradoksaldır fakat doğrudur, küresel sermayenin Rusya karşıtı eylemleri, halihazırdaki Rusya otoritelerinin etkisini takviye etmekte ve popülaritesini artırmakta, ve pro-emperyal eğilimlerin ve ruh hallerinin kuvvetlenmesine yardım etmektedir.

Aynı zamanda, Rusya, hatırı sayılır ölçüde entelektüel etkisi olan ve küçük ölçekli fakat aktif bağımsız sendikalarla ve toplumsal hareketlerle diyalog halinde çalışan demokratik, sosyal eğilimli bir entelijensiyaya ev sahipliği yapmaktadır. Bu eğilim, çok sayıda popüler web sitesi, birkaç dergi (üç ayda bir çıkan Alternatives de içinde olmak üzere) ve yukarıda bahsedilen akıma mensup önemli şahsiyetlerin çeşitli televizyon kanallarında ve radyo istasyonlarında düzenli olarak görünmesi ile temsil edilir. Burada ilginç bir örnek Aleksandr Buzgalin’in federal Komsomolskaya Pravda isimli radyo istasyonunda altı ay boyunca yayınlanan bir saat uzunluğundaki haftalık “Yaşayan Marx” programıdır.

Rusya’nın emperyalist bir güç olarak karakterize edilmesini destekleyenlerce kullanılan dördüncü bir argüman politik-ekonomik niteliktedir, ve bizim görüşümüze göre önceden ele aldıklarımızdan biraz daha büyük bir ağırlığa sahiptir. Rakiplerimiz, Rusya’nın, dünya ölçeğinde olmasa bile en azından Sovyet-sonrası sahada emperyalist bir hegemon rolü oynadığını ileri sürmektedirler.

Sovyet sonrası kronopta, Rusya Federasyonu gerçekten de en büyük ve en başarılı formasyonlardan birisidir. Rusya, BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) ülkeleri arasında, kişi başı GSYİH (gayrisafi yurt içi hasıla) açısından en üst sıradadır. En büyük şirketler Rusya’da yoğunlaşmıştır. Forbes’in dünyanın en büyük 2000 şirketi sıralaması (Forbes 2015), bankalar da içinde olmak üzere (RIA Rating 2014), BDT ülkelerinden sadece 11 firmayı içerir, bunların 10 tanesi Rusya’dan, bir tanesi Kazakistan’dandır. Üstelik, Rusya, doğrudan yatırım şekli de içinde olmak üzere BDT ülkelerine sermaye ihraç etmektedir.

Ancak, burada durum o kadar basit değildir. İlk olarak, bir yanda ekonomik değişimin entegrasyonunu ve etkinliğini destekleme gereksinimi ile diğer yanda genişlemeci emperyalist hevesler arasında çelişki olduğuna dikkat edilmelidir.

İlkin, bu bölgedeki toplam işlem hacmi son derece küçüktür. Rusya’nın BDT ülkelerine yaptığı sermaye ihracının, “merkez” ülkelere ve kıyı bankacılığı bölgelerine yaptığı sermaye ihracı ile karşılaştırılması Rusya’nın BDT’deki “emperyalist” etkinliğinin son derece zayıf olduğunu gösterir. BDT ülkeleri, Rus sermaye ihracı açısından ilk 10 ülke arasında bile yer almazlar. Dünya ülkelerine, Rus YDY’sinin (Yabancı Doğrudan Yatırım) ortalama yıllık akış verisi Belarus’un 11. sırada ve Ukrayna’nın 14. sırada olduğunu gösterir, bu ülkelerin mutlak indisleri ile ilk 10 ülkenin mutlak indisleri arasında büyük bir aralık vardır (Kuznetsov 2011, 19). Daha belirgin ilişkiler yaklaşık aynı ekonomik (ve esasen endüstriyel) gelişmişlik düzeyindeki ‒Belarus, Kazakistan ve Ukrayna gibi‒ ülkelerle kurulmaktadır.

İkincisi, ve bu temel önemdedir, Rusya’nın bir dizi BDT ülkesiyle ilişkileri ikircikli ve çelişkilidir. Örneğin, 2014 yılına kadar Rusya, Ukrayna ile son derece muğlak bir ilişki içinde olmuştur; Rus oligarkları Ukrayna ekonomik sahasına nüfuz etmek için (Vasilyev, Golovin and Sedakov 2014), ve Ukrayna oligarkları Rusya ekonomik sahasına nüfuz etmek için (Romanova 2016) aktif olarak uğraşmışlardır. Rusya Federasyonu’nun Kazakistan, Belarus ve Azerbaycan ile olan etkileşimi için aynı şey söylenebilir.

Son olarak, Sovyet sonrası sahada her tür ve tüm mal ve sermaye hareketlerinin şu ya da bu ülkenin emperyalist saldırganlığının bir sonucu olarak değerlendirilmek zorunda olduğunu varsaymak yanlıştır. Geç kapitalizm dünyası, sadece, (“yeni emperyalizm” biçimini alanlar da içinde olmak üzere) şirket sermayesinin hegemonik ilişkilerini değil, fakat dünya sosyo-ekonomik sahasındaki çeşitli aktörler arasındaki karşılıklı ilişkilerde kurulmuş olan nesnel olarak vazgeçilemez pozitif entegrasyon ve iş birliği süreçlerini de içerir.

Sovyet sonrası sahada bu bütünleşmeci eğilimler daha da güçlüdür. Ülkelerimiz arasındaki entegrasyon bağlarının restore edilmesinin teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel bakış açılarından ilerici olacağını tekrar tekrar yazmıştık. Bu arada, (hâlâ son derece zayıf olan) bu bütünleşmeci süreçlerin, Sovyet sonrası sahada varsaydığı politik-ekonomik biçim esasen geç-kapitalist çevre ve yarı-çevre türü ilişkilerden oluşur.

Rusya’yı emperyalist bir saldırgan olarak değerlendirenlerin tümü tarafından ileri sürülen en önemli ve belki de en güçlü argüman beşincisidir. Bu argüman jeopolitik niteliktedir. Bunun esası (Rusya muhaliflerinin görüş açısından tırnak işareti olmaksızın) “ilhaka” ve Rusya’nın Donbass’ta Ukrayna’ya karşı sergilediği (yine onların görüş açısından tırnak işareti olmaksızın) “saldırganlığa” dayanır.

Halihazırda, bu çatışmalarda görülen çok kutuplu mekân ve zaman çelişkileri üzerine bir dizi metin kaleme almış durumdayız (Bulavka-Buzgalina 2014; Kolganov 2014; Buzgalin 2015). Orada söylenenleri tekrar etmeden, söz konusu makalelerde önerilen bazı sonuçları şimdi kullanacağız.

Küresel sermaye tarafından konulmuş olan “oyun kurallarının” ihlalinin zorunlu olarak emperyalist bir saldırganlık eylemi olmadığına dikkat çekerek başlayacağız. Belli durumlarda, bu, söz konusu kuralları gözetmekten daha ilerici (yani vatandaşların çıkarları ile daha uyumlu) olabilir. Sonuç olarak, Rusya Federasyonu’nun Kırım’daki ve Donbass’taki eylemlerinin nasıl nitelendirileceği sorunu, “uluslararası yasa” denilen şey çerçevesinde hazırlanmış olan kuralların ihlal edilip edilmediğine değil, fakat bu ihlalin Kırım ve Donbass vatandaşlarının çıkarları açısından ilerici olup olmadığına bağlıdır.

Ancak, burada bazı önemli “nüanslar” vardır.

Rusya Federasyonu’nun 2014 yılında NATO’nun doğrudan rakibi olarak eylemde bulunmuş olduğu ve bunun önemli bir emsal oluşturduğu doğrudur. Dahası, Rusya’nın attığı bu adımlar hem teorik ve hem de pratik olan bir sorunu ortaya koymuştur: aşağıdakilerden hangisinin daha ilerici olduğu (yani barışa, eko-sosyo-insani gelişmeye, demokrasiye ve insan haklarına saygıya yardımcı olduğu) düşünülebilir?

(1) NATO’nun, esasen tek küresel hiper-polis olarak Merkez ülkeleri tarafından konulan dünya düzenini desteklediği bir dünya mı, yoksa,

(2) diğer ülkelerin de aktif olarak (ve üstelik silah gücüyle) küresel hegemonyadan pay alma hakkını savunabildiği çok-kutuplu bir dünya mı?

Her iki seçeneğin de kabul edilemez olduğunu ve gerekli olanın ya barışsever STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşu) ve diğer barışçıl güçlerin şiddet-içermeyen eylemleri sonucu erişilecek olan dünya çapında bir barış olduğunu, ya da dünya sosyalist devrimi olduğunu ifade ederek bu soruyu reddetmek mümkündür.

Samimi konuşursak, bu iki seçenekten herhangi birinin yakın tarihsel perspektifte gerçekleştirilebilir olmasından memnuniyet duyardık.

Fakat, güneydoğu Ukrayna’daki savaş deneyiminin gösterdiği üzere, iki melek arasında değil, iki şeytan arasında seçim yapmak zorundayız.

Kırım ile ilgili olarak, Rusya, yarımadaya sosyal yönelimli bir demokrasi ve Sovyet geleneklerinin bir yeniden doğuşunu değil (bu sonraki, söylememize izin verin, Sivastopol sakinlerinin önemli bir kesiminin hayali idi), fakat sadece bilindik Rus “Jura kapitalizmini” getirdi. Donbass’taki durumdan farklı olarak Kırım’da en azından bir savaş olmamıştır, ve Kırım nüfusunun Rusça konuşan %90’ı Ukrayna dili kullanmak zorunda kalmayacaktır. Ne de geriye kalan %10 Rusça kullanmaya zorlanacaktır. Daha önce atıf yaptığımız makalelerimizde gösterildiği üzere, Rus yetkililerinin eylemleri, çeşitli olumsuz sonuçlarına rağmen, yarımadanın vatandaşlarına eksiden daha çok artı getirmiştir. Bu, Kırım halkının şüphe götürmez bir duygusudur, hem Kırım’a tekrar tekrar yaptığımız ziyaretlerimiz sırasında ve hem de geniş hacimli bir malzemenin analizi sonrasında bu konuda ikna olmak için defalarca neden bulmuştuk.

Daha önemli olan gerçek şudur ki, Rus yetkilileri, tek taraflı ilan edilmiş Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerine (DHC ve LHC) insani ve ideolojik destek sağlamakla birlikte, orada, pek çok durumda, bölge vatandaşlarının başlatmış olduğu olumlu, sosyal yönelimli hedeflere karşı koyan politikalar da izlemişlerdir. Fakat yine, yeni cumhuriyetlerin işlerine Rus müdahalesinin (fakat Ukrayna’ya karşı savaşın değil, Rusya Ukrayna’ya karşı savaş yürütmemektedir) tüm olumsuz özelliklerine rağmen, Rusya’dan gönüllülerin milisler tarafından yürütülen mücadeleye destek olmak üzere katılımı ilerici bir olaydır. Bu çelişki tümüyle yeni bir şey değildir; tarihte iç politikaları gerici olan devletler tarafından yürütülen ilerici dış politika eylemlerinin epey fazla bilinen örneği vardır (1920’lerde ve 1930’larda bir dizi Asya ülkesindeki yarı-feodal yöneticiler tarafından yürütülen SSCB ile iyi komşuluk ilişkilerine geçiş örnekler arasında yer alır).

Aynı nedenlerle, küresel sermaye tarafından konulan “oyun kurallarını” ihlal etmenin, böyle bir eylemi kimin yaptığına, eylemin hangi amaçlarla yapıldığına ve sonucun ne olduğuna bağlı olarak ilerici ya da gerici olabileceğini ileri süreceğiz. Eğer bu eylemin vektörü, dünyada yaygın olarak yürürlükte olan toplumsal yabancılaşmanın kısmi olarak bile hafiflemesine yönelik ise desteklenmeyi hak eder.

Tartışmakta olduğumuz özel durumda, bu, 60 yıl sonra Kırım’ın Rusya’ya dönüşünün ve Rusya Federasyonu vatandaşları ve yetkilileri tarafından bu eylemlere verilen destekle birlikte Donbass vatandaşlarının kendi kaderlerini kendilerinin belirleme haklarını savunmalarının, son derece çelişkili fakat son tahlilde görece pozitif bir olay olduğu anlamına gelir.

Bu değerlendirmenin göreceli kalitesi üzerine olan vurgumuz tesadüfi değildir. Bu çatışmanın arkasında sadece dil problemleri, bölgesel haklar vs. değil fakat aralarında çelişki olan iki oligarşik klan grubu arasındaki mücadele de bulunur: Bir yanda merkezi ve batı Ukrayna’nın az ya da çok Batı yanlısı sermaye hisseleri, diğer yanda güneydoğuda daha çok Rusya yanlısı sermaye. Burada ardı sıra gelen talihlerden birisinin hikâyesi söz konusu olmuştur; Kuçma ve Yuşenko, Yanukoviç ve Poroşenko, hep bu mücadelede geçici bir üstünlük sağlamış olan oligarşik gruplar adına hareket etmişlerdir. Şu ya da bu şekilde, bunların hepsi, geniş yığınların tüm oligarklar sınıfından ve oligarkların yerleştirmiş olduğu kurallardan duyduğu memnuniyetsizliği istismar etmişlerdir. Oligarşik gruplardan hiçbirisi daha çok veya daha az ilerici değildir; bunlar, yarı-çevre ülkeler ‒bunlardan birisi Ukrayna, diğeri Rusya’dır‒ için tipik olan türden şirket klanlarından daha çok (ve eşit olarak, daha az) bir şey değildirler. Burada, her iki taraf aynı şekilde gericidir.

Burada, görece ilerici olan şeyler, sadece, hırsız Yanukoviç grubunun gitmesi talebiyle Meydan’a gelenler; Rus kapitalizminin tüm dezavantajlarına rağmen Rusya’ya dönüşün kendileri için daha iyi olduğunu kabul ettiklerini açığa çıkaracak şekilde Kırım referandumunda oy kullananlar; evleri ve okulları Kiev Meydanının dalgası üzerinden iktidara gelen güçlerce bombalanmaya ve topa tutulmaya başladığında Donbass’ta silaha sarılanlar içinde olmak üzere, işin içinde yer alan çeşitli insanların eylemleridir.

Burada, emperyalist bir Rusya ve bir saldırgana karşı kendisini savunan bir Ukrayna klişesine uyması imkânsız olan bir diyalektiğin işlemekte olduğunu görüyoruz.

Jeopolitik ve ekonomik teoriye dönersek, Kırım’la ve Donbass’la ilgili Rus eylemleri ister pozitif ister negatif olarak değerlendirilsin, bu eylemlerin, çevre ve yarı-çevre ülkeler arasındaki ilişkiler için tipik olan “olağan” dış çatışmaların damgasını taşıdığını ifade edebiliriz. Teorik bir görüş açısından, bu çatışmalar, Asya, Latin Amerika ve Afrika ülkeleri arasındaki diğer pek çok çatışmadan pek az farklıdır. Yine, burada teorik görüş açısından, çevre ve yarı-çevre ülkelerin birbirleriyle olan çatışmalarında bu ülkelerin sermayelerinin ve devletlerinin sergilediği saldırganlığın doğası ile ilgili çok ilginç ve çok az araştırılmış bir sorun ortaya çıkmaktadır. Sorun, bu çatışmaların nasıl ve daha önemlisi neden düzenli olarak ortaya çıktığı ve bunlara kimin neden olduğu ile ilgilidir (jeopolitik ekonomi açısından modern uluslararası düzeni oluşturan küresel süreçlerin derinlikli bir incelemesi Desai [2013]’te sunulmuştur).

Pratik görüş açısından, ve evlerini ve hayatlarını kaybeden binlerce ve onbinlerce insanın çıkarları açısından bu sorun çok daha sert bir nitelik taşır, bu çatışmaların bitip tükenmeksizin tekrar etmesini veya daha da tırmanmasını nasıl engelleriz?

Formel olarak konuşursak, bu sorunların hiçbirisi bu yazı konusunun bir parçası değildir, fakat sonuç kısmında bunlar üzerine kısa bir yorum yapacağız.

Yarı-çevredeki bir ülke emperyalist bir saldırgan olabilir mi?

Bu sorun halihazırda canlı tartışmaların konusu olmuştur (Bond and Garcia 2015). Bizim görüşümüze göre, böyle bir şey, sadece belli açılardan ve sadece kısmen mümkün olabilir. Daha özgül olalım. Yukarıda söylenmiş olanları izleyerek, hegemonyanın (özellikle, diğer ekonomik ve politik aktörlerin manipülasyonunun) öznesi olan ekonomik ve politik bölgeleri (ülkeler, bunların ittifakları, küresel oyuncular ağı) “merkez” olarak tanımlayabiliriz.

Buna dayanarak, karşı tarafın, “çevrenin”, bu niteliğe sahip olamayacağını ifade edebiliriz. Diğer bir deyişle, bir ülke, emperyalist “merkezin” niteliklerine sahip olmadığı ve hegemonya uygulayamadığı ölçüde çevrenin parçası olarak düşünülebilir. Bu nedenle, söz konusu ülke emperyalist bir saldırgan olamaz. Bu, çevre ülkelerin emperyalist olmayan, diğer yerel saldırganlık eylemlerinin ve hatta savaşların öznesi olabileceğini inkâr anlamına gelmez; bu ülkeler bu eylemleri geçmişte yürütmüşlerdir, ve kuvvetle muhtemel böyle yapmaya devam edeceklerdir.

Böylece, belirli bir politik-ekonomik sahanın bir yarı-çevre statüsüne sahip olup olmadığı, bunun parçası olan aktörlerin (ülkeler, bunların ittifakları vs.) dünya kronotopunun belirli sınırlı alanlarına uzanan yerel manipülatif eylemleri yürütebilme derecesi ile belirlenir.

Şirket sermayesi ile birlikte Rusya, Sovyet sonrası sahada kısmen ve çeşitli alanlarda, diğer oyuncular üzerinde manipülatif etki uygulayabildiği ölçüde, sermayesi ve devleti (genel olarak sermaye, ve özel olarak yirmibirinci yüzyıl şirket sermayesi gibi) genişlemeci dürtülere sahip olan yarı-çevre bir ülke olarak düşünülebilir.

Ancak, burada, analizimizi sonlandırırken dikkat çekmekten kaçınamayacağımız çeşitli can alıcı önemde “nüanslar” vardır.

İlk olarak, ve daha önce gösterildiği gibi, Rusya’da devlet ve ulusötesi şirketler, pek çok açıdan, diğer büyük BDT ülkelerininki (özellikle, 2014 öncesi Ukrayna, Belarus ve Kazakistan) ile tam olarak karşılaştırılabilirdir. Bu ülkelerin dördü de “yarı-çevresel” olarak tanımlanabilir.

İkinci olarak, daha önce yürütülen çalışmalarla, Rus sermayesinin ve Rus devletinin esas amacının mal ve sermaye hareketlerinin, şirket manipülasyonlarının ve jeopolitik manipülasyonların, ideolojik ve kültürel baskıların küresel genişlemesine, en azından “merkez” ülkelerinin ve sermayelerinin sahip olduğu şartlara görece yakın bir şekilde katılmak olduğunu göstermiş olduğumuz hatırlanmalıdır. Ancak, bu Rus amacı çok zayıf bir ölçüde gerçekleşmektedir. Dahası, Rusya, ortaklarını, hatta Avrasya Ekonomik Topluluğu (ve bunun devamı olan Avrasya Ekonomik Birliği) çerçevesindeki ortaklarını bile manipüle etme yeteneğinde olan bir “merkez” değildir.

Diğer bir deyişle, Rusya Federasyonu’nun sermayesi ve devleti (tüm sermayeler ve tüm kapitalist devletler gibi) yağmacıdır, fakat “ikinci derece” yağmacıdır. Rus aktörler (devlet, şirketler vs.) halihazırda dünya ekonomik ve politik süreçlerindeki diğer katılımcıları manipüle etme ve dünyanın geri kalanına kendi “oyun kurallarını” empoze etme yeteneğine sahip değillerdir. Bunlar, “sadece” (1) ana küresel oyuncular arasındaki rekabet sürecinde geçici olarak boşalan nişleri işgal etmek; (2) benzer “ikinci derece” yağmacılarla rekabet halinde, dünya jeoekonomik ve jeopolitik pastasının “artıklarını” paylaşmak; (3) zaman zaman, “birinci derece” yağmacıların saldırganlığına ve aşırı rezil manipülasyonlarına direnmek; ve (4) sadece belirli bazı ülkelerde, bu ittifak eşit bir temelde olmasa bile, Rusya’yı desteklemekte kendileri için yarar gören güçlerin kuvvetli desteğine sahip oldukları durumlarda, bu ülkelerle hegemonya ilişkisi kurmak üzere çabalama yeteneğine sahiptirler.

Rusya Federasyonu’nu diğer yarı-çevre ülkelerden ayıran hemen tek şey olan buradaki son nokta, Sovyet mirasını temsil ettiği ölçüde, modern Rus aktörlerinin eylemlerinin bir sonucu değildir.

SSCB’den miras aldığımız askeri-endüstriyel kompleks, küresel politik-ideolojik “piyesin” pek çok aktörünün Sovyetler Birliği ile dostluk çağına duyduğu özlem, ve diğer çeşitli faktörler Rusya Federasyonu’nun 2014’te ve 2015’te bir dizi olayda (Kırım’da, ve bir ölçüde Donbass’ta ve Suriye’de), eski Sovyet iktidarı tarzında hareket etmesine izin vermiştir. Kırım’ın, Donbass’ın, Suriye’nin ve diğer yerlerin politikacıları ve halkları, (ülkemizin gerçek yöneticileri olan) oligarklardan ve yoz bürokratlardan oluşan bir Rusya Federasyonu’ndan daha çok SSCB’nin mirasçısı olan bir Rusya Federasyonu görmüşlerdir.

Rusya Federasyonu’nun yeni jeopolitikteki başarılarının[6] arkasında esas olarak Sovyet gücünün (imparatorluk değil!) dönüşü umudu, iki kutuplu bir dünyanın en azından bazı özelliklerinin restorasyonu umudu ve sermayenin ve “merkez” ülkelerinin mutlak hakimiyetinin sınırlanması umudu yatar. Bunlar, dünya çapında pek çok ülke vatandaşının ve politikacısının, ve yine Rusya vatandaşlarının çoğunluğunun, Rusya başkanının jeopolitik hamlelerine verdiği desteğin kaynaklarıdır. Rusya Federasyonu, kendisine, önceden sadece dünya sosyalist sisteminin kendisine verebileceği izni, “birinci derece yağmacıların” koyduğu kurallara karşı gelme iznini ‒çok sınırlı bir ölçüde olsa da‒ vermiştir.

Bu sonraki, efektif olarak, “merkezin” gücünün (daha açıkça, küresel şirket sermayesinin gücünün) destekçilerini Rusya Federasyonu’nu emperyalist bir saldırgan olarak eleştiren aktif bir kampanya başlatmaya iten başlıca neden olmuştur. Bu husus, bir grup ABD’li bilim adamı tarafından yayınlanan bir kitapta vurgulanmıştır (Lendman 2014). Söz konusu çalışmanın yazarlarının çoğunluğunun ilgili sorun karşısındaki tutumunun anahtarı olarak, bu satırların yazarlarının (Buzgalin ve Kolganov) Rusya’da ve dışarıda defalarca dile getirmiş olduğu ifadeyi tekrarlamış olan John McMurtry’nin sözlerini alabiliriz: “Geçtiğimiz 25 yıl içinde Rusya ilk kez ABD tarafından yönetilen ulusötesi mekanizmanın ve NATO’nun bir genişlemesini durmaya zorlamıştır” (Lendman 2014, 245). Sonuç olarak, evvel zamanda SSCB’nin “şer imparatorluğu” olduğunu açığa çıkartmaya çalışanların hemen hemen tamamının (bunlar, aşırı sağ kanat muhafazakârlardan liberallere ve çeşitli “solculara” kadar uzanır) şimdi Rus “emperyalist saldırganlığının” eleştiricileri olarak ortaya çıkmış olmaları hiç de tesadüfi değildir.

Burada, en üzücü husus, sadece, Sovyet-sonrası Rusya liderliğince benimsenen tutumların, dış politika alanında bile, Sovyet liderlerinin stratejilerinden esas olarak farklı olması değildir. Daha kötüsü, bugünkü Rusya liderliğinin iç çizgisinin (bu her şeyden önce sosyal ve ekonomik politika için geçerlidir) esasen oligarşik sermayenin çıkarlarına tabi olduğu gerçeğidir. Bunun sonucu olarak, Rusya’nın esasen yeni bir dünya düzeni modeli başlatması engellenmiştir, ve bunun etkisi hem “merkez” ve hem de “çevre” ülkelerdeki milyarlarca potansiyel Rusya dostunun hızlı bir şekilde Rusya’dan soğuması olmuştur. Bunlar, küresel sermayenin hegemonyasını en azından sınırlama yeteneğinde olan nitel olarak yeni bir dünya politikasının güçlü liderlerini bekleyen insanlardır.

Referanslar

Abramson, I., A. Buzgalin, P. Linke, and L. Ozhogina, eds. 2011. Kto Tvorit Istoriyu—II, Al’terglobalistskie Praktiki Sotsial’nykh Dvizhenii i NPO [Who makes history—II, alterglobalist practices of social movements and NGOs]. Moscow: Cultural Revolution.

Aitova, G. S., and A. V. Buzgalin, eds. 2014. Kriticheskii Marksizm, Pokolenie Next—II. Novyi Vzglyad na Metodologiyu, Postindustrial’noe Obshchestvo, Sotsiologiyu i Praktiku [Critical marxism, generation next—II. A new look at methodology, post-industrial society, sociology and practice]. Moscow: Cultural Revolution.

Amin, S. 2004. The Liberal Virus, Permanent War and the Americanization of the World. New York: Monthly Review Press.

Amin, S. 2010. The Law of Worldwide Value. New York: Monthly Review Press.

Bakhtin, M. M. 1975. “Formy Vremeni i Khronotopa v Romane: Ocherki po Istoricheskoy Poetike” [Forms of time and chronotope in the novel: Essays on the historical poetics]. In Voprosy literatury i estetiki [Questions of literature and aesthetics: Studies of different years], edited by M. M. Bakhtin, 234–407. Moscow: Khudozhestvennaya literatura.

Bank of Russia (The Central Bank of the Russian Federation). 2016. “Chistyy Vvoz/vyvoz Kapitala Chastnym Sektorom” [Net import/export of capital by the private sector]. Accessed June 28, 2016. www.cbr.ru/statistics/credit_statistics/bop/outflow.xlsx.

Bond, P., and A. Garcia, eds. 2015. BRICS, An Anti-Capitalist Critique. London: Pluto Press.

Bulavka-Buzgalina, L. 2014. “Novyy chelovek Donbassa: Ne razglyadeli?” [The new Donbass person: didn’t you make them out?]. Al’ternativy 3: 181–202.

Buzgalin, A., and A. Kolganov. 2005. “Politicheskaya Ekonomiya Postsovetskogo Marksizma (Tezisy k Formirovaniyu Nauchnoy Shkoly)” [The political economy of post-Soviet Marxism (theses for the formation of a scientific school)]. Voprosy Ekonomiki 9: 36–55.

Buzgalin, A., and A. Kolganov. 2013. “Re-actualizing Marxism in Russia: The Dialectic of Transformations and Social Creativity.” International Critical Thought 1 (3): 305–23.

Buzgalin, A., and A. Kolganov. 2016. “Critical Political Economy, the ‘Market-Centric’ Model of Economic Theory Must Remain in the Past—Notes of the Post-soviet School of Critical Marxism.” Cambridge Journal of Economics 40 (2): 575–98.

Buzgalin, A., A. Kolganov, and O. Barashkova. 2016. “Russia, a New Imperialist Power?” Working paper on IDEA, https://ideas.repec.org/p/upa/wpaper/0030.html.

Buzgalin, A. V., ed. 2009. Marksizm, Al’ternativy XXI Veka, Debaty Postsovetskoi Shkoly Kriticheskogo Marksizma [Marxism, an alternative to the XXI century, debates of the post-Soviet school of critical Marxism]. Moscow: URSS.

Buzgalin, A. V. 2015. “Ukraine, Anatomy of a Civil War.” International Critical Thought 5 (3): 327–47.

Buzgalin, A. V., and A. I. Kolganov. 2015. Global’nyy Capital [Global capital]. 2 vols. Moscow: LENAND.

Desai, R. 2013. Geopolitical Economy: After US Hegemony, Globalization and Empire. London: Pluto Press.

Expert RA (Rating agency “Expert RA”). 2015. “Ezhemesyachnye Vypuski Renkingov Bankov, Iyun’ 2015” [Monthly ranking of banks, June 2015]. Accessed June 28, 2016. http://www.raexpert.ru/ratings/bank/monthly/Jun2015.

Financial Times. 2015. “Global 500.” Accessed July 28, 2015. http://im.ft-static.com/content/images/b38c350e-169d-11e5-b07f-00144feabdc0.xls.

Forbes. 2015. “Global 2000, The World’s Biggest Public Companies.” Accessed June 28, 2016. http://www.forbes.com/global2000/list.

Harvey, D. 2003. The New Imperialism. Oxford: Oxford University Press.

Kolganov, A. 2014. “Liniya Razloma (ob Ukrainskoy Tragedii 2014 Goda)” [The line of fracture (on the Ukrainian tragedy of 2014)]. Al’ternativy 3: 33–47.

Kuznetsov, A. 2011. “Outward FDI from Russia and Its Policy Context, Update 2011.” Columbia FDI Profiles. Accessed August 2, 2016. http://ssrn.com/abstract=2337449.

Lendman, S., ed. 2014. Flashpoint in Ukraine: How the US Drive to Hegemony Risks World War III. Atlanta: Clarity Press.

Lin, Y. 2010. “Buzgalin and the School of ‘Post-Soviet Marxism.’” [In Chinese.] Modern Philosophy 3: 28–33.

Mészáros, I. 1995. Beyond Capital: Toward a Theory of Transition. London: Merlin Press.

Osipov, I. 2012. “Mifi ob Ottoke Kapitala, Skol’ko Deneg Real’no Vyvodyat iz Rossii” [Myths concerning the outflow of capital, how much money is really exported from Russia]. Forbes.ru, 17 December. Accessed June 28, 2016. http://www.forbes.ru/sobytiya/finansy/231099-mify-ob-ottoke-kapitala-skolko-deneg-realno-vyvodyat-iz-rossii.

Podvig, P. L., ed. 1998. Strategicheskoe Yadernoe Vooruzhenie Rossii [Russian strategic nuclear forces]. Moscow: IzdAT.

RIA Rating (The rating agency “RIA Rating”). 2014. TOP-200 Bankov SNG, Issledovanie “RIA Reyting” [Top-200 banks in the CIS, the study “RIA Rating”]. Accessed June 28, 2016. http://vid1.rian.ru/ig/ratings/rating_bank_TOP200_2014.pdf.

Romanova, T. 2016. “Chuzhoy Sredi Svoikh: Kakie Aktivy Ukrainskie Oligarkhi Derzhat v Rossii” [Stranger among it: What are the assets of Ukrainian oligarchs held in Russia]. Lenta. ru. Accessed June 28, 2016. http://lenta.ru/articles/2014/09/04/property.

SIPRI (Stockholm International Peace Research Institute). 2015. “Trends in International Arms Transfers: 2014.” SIPRI Fact Sheet, March. Accessed June 28, 2016. http://books.sipri.org/files/FS/SIPRIFS1503.pdf.

Toussaint, E., and D. Millet. 2010. Debt, the IMF, and the World Bank, Sixty Questions, Sixty Answers. New York: Monthly Review Press.

United Nations. 2015. World Investment Report 2015, Reforming International Investment Governance. New York and Geneva: United Nations.

Vasilyev, I., V. Golovin, and P. Sedakov. 2014. “Etot Biznes v Ogne, Chem Riskuyut Rossiyskie Milliardery na Ukraine?” [This business is on fire, the risk of Russian billionaires in Ukraine?]. Forbes.ru, February 25. Accessed June 28, 2016. http://m.forbes.ru/article.php?id=251274.

Veltmeyer, H., and J. Petras. 2015. “Imperialism and Capitalism, Rethinking an Intimate Relationship.” International Critical Thought 5 (2): 164–82.

Zhdanovskaya, A. A. 2015. Kuda vedut Rossiyu MVF, Vsemirnyy Bank i VTO? V 2-kh [Where are the IMF, the World Bank and the WTO taking Russia? 2 books]. Moscow: URSS.

 

[1] “Kronotop” kavramı (“zamansal genişlik”) Bakthin (1975) tarafından önerilmişti, ve yazarlar tarafından, özel bir fenomenin içinde karşılıklı bağlantılı uzaysal ve zamansal koordinatlara sahip olduğu toplumsal uzay-zamanın birliğini belirtmek için kullanılmaktadır.

[2] Örneğin, “çıkarıcı emperyalizm” için Veltmeyer and Petras (2015)’e bakınız.

[3] Bu yeni emperyalizmin başlıca karakteristiklerini açıklayan ayrıntılı bir inceleme, Buzgalin and Kolganov (2015)’in iki ciltlik çalışmasında sunulmuştur; bu çalışma Amin (2004), Harvey (2003) ve Mézsáros (1995) gibi öngelen geniş bir dizi araştırmaya dayanmaktadır.

[4] İstatistikler, orta vadede, kıyı bankacılığı bölgelerine doğrudan yatırım şeklinde ihraç edilen fonların hemen hepsinin Rusya’ya döndüğünü göstermektedir (Osipov 2012).

[5] 2015 verilerine göre, Rusya’nın en büyük finans şirketi olan Sberbank’ın hisse değeri 378 milyar $’dır (Expert RA 2015), ve dünyanın en büyük bankası olan Çin Sanayi ve Ticaret Bankasının hisse değeri 3,317 milyar $’dır (Financial Times 2015).

[6] Mecazi olarak konuşarak, Rusya’nın, ilk olarak Kırım meselesinde, NATO’nun suratına açıktan şamar atan ilk ülke ve şimdilik tek ülke olduğunu söyleyebiliriz. Rusya’nın yeni jeopolitikteki başarıları, Rusya’nın yabancı analistler tarafından bile bir “yumuşak güç” olarak tanınmasına olduğu kadar Kırım’ın dönüşüne ve bağımsız devletlerin şekillenmesindeki artan etkisine dayanır. Esas başarı, Rusya’nın, Washington’un ve Brüksel’in çıkarlarına doğrudan karşı gelebilmiş ve bunların jeopolitik hırslarının yerine getirilmesini engelleyebilmiş olması gerçeğinde yatar.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar