Ana SayfaArşivSayı 39Komünist Hareketin Genel ve Kronik Krizi Üzerine

Komünist Hareketin Genel ve Kronik Krizi Üzerine

  

 

Komünist Hareketin Genel ve
Kronik Krizi Üzerine[1]

  A. H. Yalaz 

“Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz. Bugün en önemli görevimiz, bunalımın derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün Marksistleri bir çatı altında toplayarak, Marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan ‘yol arkadaşlarının’ çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır…” (Lenin)[2]
“… bu parçalanmayı kaçınılmaz kılan nedenleri anlamak ve onu önlemek için kararlı ve birlik içinde savaşmak, yaşadığımız dönemin Marksistlere yüklediği en önemli görevdir.” (Lenin)[3]
“Bilime giden zahmetsiz yol yoktur, ve yalnızca onun sarp patikalarına yorucu  bir tırmanmadan korkmayanlar onun aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahiptirler.” (Marx)[4]

 1. Giriş

Gelinen aşamada artık öyle kabul edilmese bile, dünya komünist hareketinde uzun yıllardır her şeyin yolunda gittiği, zaferden zafere koşulduğu düşüncesi var olan sorunların görülmesini, teorinin geliştirilmesi ve sorunların çözümü için kullanılması çalışmasını olumsuz yönde ve devasa ölçüde etkiledi. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da da öyle oldu. Komintern dönemindeki egemen hava ve dünya devriminin kaderinin Sovyet devletinin kaderine ve Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluşuna bağlanması bu açıdan özellikle dikkate değerdir. Vurgulanmalıdır ki, 1920’li yılların sonları ve 1930’lu yılların başlarından başlayarak Ekim Devriminin kesintiye uğramasıyla küçük-burjuva bürokratik bir parti olarak yozlaşan SBKP’de egemen olan ve “ulusal komünizm” anlayışı olarak tanımlanabilecek “Marksizm-Leninizm yorumu”, gerek sol hareket içinde gerekse kapitalist politik çevrelerde egemen olan görüşün tersine, Marksizm-Leninizm’i ve dünya komünist hareketini temsil etmiyordu.[5]

Bürokratik devlet kapitalisti sistemin çöküşünün sosyalizmin ve dolayısıyla onun teorisi olan Marksizm-Leninizm’in çöküşü ve sonu olduğu propagandasının, hem sağdan hem de “soldan”, kulakları sağır edercesine, yapıldığı biliniyor. Kapitalizme karşı sosyalizm seçeneğinin, kapitalizmin sömürdüğü ve ezdiği işçilerin ve diğer emekçi kitlelerin bilincinden, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde, çok uzakta olduğu bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönem, en azından son yüzyıl söz konusu olduğunda, daha önce yaşanmadı. Sosyalizm, “Sovyet bloğu” olarak anılan devlet kapitalisti sistemin yıkılmasından sonra, geniş emekçi kitleler tarafından da antik bir şey olarak görülmeye başladı. Komünizmi savunanlar da eksantrikler ve dinozorlar olarak.

Sosyalizm, hatta komünizm olarak gösterilen devlet kapitalizminin çöküşünün pratik sonuçlarından biri de “Marksizm’in krizi” tartışmasının yeniden canlanmasıdır.  İyi de oldu. Komünist akımın böyle bir tartışmaya gereksinimi vardı ve vardır. On yıllardır ertelenen, ya da teorik-politik bilinç düzeyinin düşüklüğü ve deneyimsizlik de dahil olmak üzere, çeşitli nedenlerle ertelenmek zorunda kalınan böylesi bir sorunun ele alınmasından artık kaçılamaz. Ya gerçekle ve öncelikle de kendi gerçeğimizle karşı karşıya kalmaktan ve hesaplaşmaktan korkacak ve kabalaştırılmış bir Marksizm-Leninizm yorumunun afyonumuz olmasına izin vereceğiz ya da isyan edeceğiz.

Kendi sorunlarımız, hatalarımız ve eksikliklerimiz/yetersizliklerimiz için geçmiş/eski kuşakları suçlama ve bir teorik-pratik akım olarak komünizmin içinde bulunduğu genel ve kronik kriz için yalnızca onları sorumlu tutma gibi bir tutum içinde değiliz ve olamayız. Ancak, unutulmamalıdır ki, bugün karşı karşıya olduğumuz ve boğuşmak zorunda kaldığımız birçok sorunu da bu kuşaklardan miras olarak devraldık. Birçok teorik sorunun yanı sıra, belli bir politik kültür de miras kaldı bize. Marx bir yerde şöyle der: “Ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerinde bir kabus gibi asılı durur.”  Miras aldığımız ya da fiilen miras olarak kabul etmek zorunda bırakıldığımız kimi gelenekler var ki, beyinlerimizde gerçekten de bir kabus gibi asılı durur. Elimizi yıkayıp her şeyden kolayca arındırma girişimi olarak da değerlendirilebilecek olan basitçe bir reddi-miras lüksüne de sahip değiliz. Böylesi bir tutum komünist devrimcilerin tutumu olamaz.

Diğer yandan, neyi miras olarak kabul edeceğimiz konusunda düşünce açıklığına sahip olmak zorunlu. Böylesi bir düşünce açıklığına ulaşmak için de komünist hareketten ne anlaşılmak gerektiği konusunda da düşünce açıklığı gerekiyor. Şu ya da bu nedenle komünist bir ideolojik-politik kimliğe sahip olma savında olan ya da kendini Marksizm alanında (örneğin “Batı Marksizmi” olarak tanımlanan akım) ya da Marksizm-Leninizm alanında (örneğin revizyonist-oportünist SBKP gibi) gören her partinin, örgütün, çevrenin ve bireyin “mirasına” sahip çıkılacak değildir. Komünist devrimciler bu anlamda reddi-mirasçıdırlar. Komünistler Marksizm-Leninizm’in revizyonist çarpıtılmasının ve bu çarpıtmaya uygun düşen pratiğin yükünü miras olarak kabul edemezler; böylesi bir yükü sırtlayamazlar.  Marksizm’in, revizyonizm, devrimci kanadı da dahil olmak üzere, küçük-burjuva sosyalizmi, “Batı Marksizmi” vb.  akımlar tarafından sürekli olarak çarpıtılması ve, özellikle “Batılı” akademisyenlerin eliyle “Marksizm’in akademik bozulması” da dahil, bu çarpıtılmış Marksizm anlayışının/yorumunun Marksizm olarak propaganda ve kabul edilmesi komünist hareketin krizi sorunu tartışılırken üzerinde durulması gereken son derece önemli bir noktadır. 

Sahip çıktığımız miras, dünya ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin mirasıdır. Karl Marx’ın, Friedrich Engels’in, Vladimir İliç Ulyanov’un (Lenin’in) ve bilimsel komünist teorinin geliştirilmesine değişen derecelerde katkı yapan diğer komünist devrimcilerin mirasçısıyız. İlk materyalist komünist devrimci örgüt olan Komünistler Birliği’nin mirasçısıyız. İkinci Enternasyonal oportünizmine karşı savaşım yürütenlerin mirasçısıyız. Bolşevizmin ve 1920’li yılların ortalarına kadarki Üçüncü Enternasyonalin (Komintern’in) mirasçısıyız. Değişik tarihsel dönemlerde, gerek dünya düzeyinde, gerekse Türkiye ve Kuzey Kürdistan düzeyinde SBKP’nin bürokratik-revizyonist yozlaşmasına karşı direnenlerin, Sovyetler Birliği’nin korunmasını dünya devrimi perspektifinin önüne geçirilmesi teori ve pratiğine karşı teorik ve pratik savaşım yürütenlerin ve “sol” içinde SBKP revizyonizminin egemen akım olduğu dönemde, devlet olarak da örgütlenmiş olduğu için de “güçlü” olan bu komünizm düşmanı akıma karşı değişen derecede direnenlerin, bu akıma karşı Marksizm-Leninizm’in teorik temellerini ve temel ilkelerini, şu ya da bu derecede var olabilecek eksikliklere ve hatalara karşın, savunan parti, örgüt, çevre ve bireylerin mirasçısıyız.

Marksizm-Leninizm / bilimsel komünizm adına hareket etme savında olan her akımın, partinin, vb. mirasçısı olmadığımızdan, onların teorileri ve pratiklerinden de sorumlu değiliz.  Bize sağladığı teorik temelleri ve temel ilkeleri kullanarak hatalarını komünist devrimci anlamda aşmamız ve eksiklerini tamamlamamız gereken bu mirasın içinde bürokratik-revizyonist yozlaşmanın, proletarya enternasyonalizmini yadsıyan ulusal dar görüşlülüğün vb. yükleri yok. Komünist olmayan ya da komünist devrimci ideolojik-politik kimliğini yitirmiş olanların mirası bize kalmadı. Ama ne yazık ki, komünizm deyince akla belli bir akım, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde (SBKP) cisimleşen bir akım geldiği için ve bürokratik-revizyonist yozlaşmayı inceleyip ondan dersler çıkarmak gerektiği içindir ki bu istenmeyen mirası ayrıntılı olarak irdelemek, anlamak ve açıklamak zorundayız. Böylesi bir devasa görev yerine getirilmeksizin sosyalizmin bütün ülkelerin işçilerinin ve ezilen emekçilerinin gözünde yeniden bir umut olması, kendilerini sömüren ve ezen kapitalizme karşı yalnızca teorik değil, pratik bir seçenek olması da beklenemez. Komünistler on yıllarca fiilen taşımak zorunda bırakıldıkları bu kamburla da hesaplaşmak zorundadırlar. Bu kamburun gerçekte komünizmin kamburu olmadığı sabırla, ısrarla ve inatla anlatılmak durumundadır. Ne yazık ki, özellikle Sovyet modern revizyonizmi bize böyle bir yükü de yükledi ve bu yükün altından “bu yük bize ait değildir” türünden açıklamalar yaparak kalkamayız.

Vurgulanmalıdır ki, komünist hareketin ve/veya komünist olma savındaki hareketin hatalarının, eksikliklerinin ve yenilgilerinin faturası Marx, Engels, Lenin ve diğer komünistlerin oluşturdukları ve geliştirdikleri durumuyla Marksist-Leninist teoriye fatura edilemez.

2. Komünist hareketin krizine ilişkin yaklaşımlar

Bu yazıda Marksizm-Leninizm’in krizi sorununa ilişkin yaklaşımların özel bir eleştirel değerlendirilmesi, en azından örgütler, çevreler ve bireyler açısından, yapılmayacaktır. Marksizm-Leninizm’in krizine ilişkin başlıca yaklaşımları kısaca aşağıdaki gibi  ele alabiliriz.

Birincisi, Marksizm-Leninizm’in düşmanlarının, açıkça anti-komünist olanların yaklaşımıdır. Onlara göre, özellikle Sovyet bloğunun çöküşünden sonra, Marksizm-Leninizm’in varolma koşulları yoktur; o artık tarih olmuştur, vb. Onlara göre, ulusal merkezi planlamaya dayanan bürokratik kapitalist sistemin çöküşünden sorumlu olan Marksizm-Leninizm’in kendisidir.

İkincisi, komünist olmayan; ama varolduğu durumuyla kapitalist sistemi savunmayan ve verili sisteme devrimi ve devrimci dönüşümleri gerektirmeyecek bir seçeneğin bulunmasından yana olan ve kendilerini “solda” ya da burjuva solda konumlandıranların yaklaşımı. Komünist olmayan solcuların yaklaşımı olarak da tanımlanabilecek bu yaklaşıma göre, genel teorilerin, devrimlerin ve köklü devrimci dönüşümlerin geçerli olduğu veya olabileceği tarihsel dönem geride kalmıştır; ama durum böyle de sürüp gidemez.

Üçüncüsü, Marksizm-Leninizm’in krizinden söz edilemeyeceği yaklaşımı. Bu yaklaşımı savunanlar arasında komünist devrimcilerin yanı sıra, Marksizm-Leninizm’den oldukça etkilenmiş ve komünist devrimci örgütlerin ve diğer komünist organizmaların yakın çevresinde bulunan devrimciler  ve kendilerini komünist olarak tanımlayan demokrat devrimciler ya da küçük-burjuva/halkçı sosyalistler de var.

Dördüncüsü, Marksizm-Leninizm’in, kimi teorik eksiklere, hatalara vb. karşın asıl olarak/hemen tamamen uygulama alanında ya da pratik-politika (kitlelerle birleşme, onları harekete geçirme ve onlara önderlik etme) ve örgütlenme alanında krizde olduğu yaklaşımıdır. Bu yaklaşımı “yamacı” bir yaklaşım olarak da niteleyebiliriz. “Yamacılara” göre, kimi teorik eksiklikler giderilir ve hatalar düzeltildikten sonra sorun pratiğin sorunudur.

Beşincisi, Marksizm-Leninizm’in krizinin genel ve kronik olduğunu kabul eden ve krizin üstesinden gelmek için komünist devrimci potansiyelin çok yönlü olarak harekete geçirilmesi yaklaşımıdır. Bu yazının yaklaşım da budur.

3. Komünist hareketin krizi sorunu nasıl anlaşılmalı?

Neyin krizi?

Marx, Engels, Lenin ve değişen derecelerde katkılar yapan diğer komünistler tarafından oluşturulup geliştirilmiş durumuyla, dayandığı temel ilkeler ve genel olarak teorik temelleri bakımından, Marksizm-Leninizm’in krizinden söz edilemez. Yani, felsefesi (diyalektik materyalizm), ekonomik teorisi ve tarih teorisi (tarihsel materyalizm) genel olarak kapitalist sistemin, özel ve esas olarak kapitalist ekonomik sistemin evriminin sonucu olarak geçerliliklerini yitirmemişler ya da teori olarak çürütülmemişlerdir. Bir öğreti olarak Marksizm-Leninizm, yukarıdaki anlamda, üç oluşturucu unsuru bakımından bir kriz içinde değildir.

Komünist hareketin krizi, bir toplumsal bilim olarak Marksizm-Leninizm’in tarih teorisi, politika teorisi ve ekonomik teorisinde temele ilişkin hatalar ve eksiklikler varolduğu için ya da bu anlamda olmak üzere teorik kriz içinde olduğu için ortaya çıkmış değildir. Ama, on yıllardır geliştirilmeyen bu özgürleştirici teorinin de geliştirilmesi ve yanlış okumalardan, yanlış yorumlardan, bilinçli çarpıtmalardan ve karikatürünün aslı gibi gösterilmesinden ve öyle de kabul edilmesinden de, olabildiğince özgürleştirilmesi, kurtarılması gerekiyor. Olabildiğince özgürleştirilmesinden söz ediyorum; çünkü, temel nesnesi olan kapitalist sistem varlığını sürdürdüğü sürece Marksist-Leninist teorinin yanlış yorumlanması, yanlış okunması, bilinçli olarak çarpıtılması ve bu çarpıtılmış, revizyona uğratılmış “Marksizm”i aslının yerine geçirme teori ve pratiği de sürecektir. Marksizm-Leninizm’in teorik temelleri ve temel ilkeleri bugünkü dünyayı anlamak, açıklamak ve onu bu bilimsel teorinin yol göstericiliğinde bilinçli-planlı olarak değiştirme uğraşına girişmek için yetersiz değildirler. Söz konusu olan Marksist-Leninist teorinin gereği gibi kullanılmıyor ve geliştirilmiyor olmasıdır. Toplumsal değişimlerin teoriye yansımaması ve bilimsel alandaki buluşların Marksist-Leninist teoriyi geliştirmek için kullanılmaması ya da kullanılamaması söz konusudur.

Marksizm-Leninizm toplumsal bir bilim olduğuna göre, temel nesnesi olan kapitalizmin evriminin bilimsel bilgisi olma özelliğini sürdürmelidir, sürdürebilmelidir. Marksist-Leninist teori, gereği gibi geliştirilmiyor ya da geliştirilemiyor.  Maddi gerçeklikteki değişiklikleri açıklamakta yetersiz kalması, bu değişiklikleri gereği gibi yansıtmaması anlamında Marksist-Leninist teorinin krizden söz etmek gerekir. Dinamik bir teori olarak görülmesi gerekirken, Marksist-Leninist teorinin bir kez verilmiş ve değişmeyen ve değişmeyecek bir  metinler dizisi olduğu anlayışının yaygınlığı kriz durumunu ağırlaştırıyor. Sözün özü komünist hareket “bilimsel bilgi” açısından sorunludur.

Teorinin geliştirilememesinin bizzat kendisi bir kriz göstergesidir. Marksizm-Leninizm, geliştirilmeme anlamında kriz geçirmektedir. Geliştirilmezse var olma nedenini yitirir ve yaşayamaz. Ansiklopedik bilgi alanıyla sınırlı kalır. Geliştirilmeyen teori ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır.  Sözcüğün gerçek anlamıyla bundan daha tehlikeli bir sonuç olabilir mi? Sağlam teorik temelleri sayesinde onca on yılın krizine dayanma yeteneği gösterebilmiş ve toplumsal yaşamın her alanından gelen onca burjuva ve küçük-burjuva saldırıya direnmiş yaşayan bir öğreti olarak Marksizm-Leninizm’in ölü teoriler arasına karışması ve gelecek kuşaklar için yalnızca bir tarih araştırması konusu olması istenmiyorsa geliştirilmek zorunda olduğu tartışma konusu bile yapılamaz.

Marksizm-Leninizm, diğer bilimlerle yakın bir ilişki içinde bir toplumsal bilim olarak kurulmuş ve geliştirilmiştir. Temelleri sağlam atılmış bir yapıdır. Teorik temellerinin ve temel ilkelerinin yeniden kurulmaya ve formüle edilmeye gerek duymadığı bir yapı. Söz konusu olan onu sürekli olarak geliştirmek, uygulama alanını da durmaksızın genişleterek zenginleştirmektir. Toplumsal bir bilim olarak Marksizm-Leninizm’in geliştirilmediği, bilim gibi irdelenmediği ve kullanılmadığı anlamında bir krizden söz etmek doğru olur. Geliştirilememe krizi. Eksiklikleri giderilmeyen, yanlışları düzeltilmeyen, toplumdaki değişmeleri yansıtmayan, yani geliştirilmeyen ve zenginleştirilmeyen bir bilim er ya da geç kriz geçirir. Kitap sayfalarına sıkışıp kalır. Varlığını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için gerekli oksijeni alamaz. Eski eserler  müzesine kaldırılır. Marksizm-Leninizm’in tamamlanmış, her şeyin yanıtını, zaman ve mekan üstü olarak, içeren “dinsel bir ideoloji” olmadığı biliniyor. Marksist-Leninist teori her şeyi kapsayan, kesin ve mutlak bilgi değildir. O, konusunun çok çeşitliliğine, sınırsızlığına açıktır. Marksist-Leninist teori, sorunları inceleyerek sürekli olarak bilgi üretir. Üretmek zorundadır. Bunu yapamaması durumunda süreç içinde bilimsel karakterini yitirir. Kendini sürekli olarak tekrarlayan, gelişme özelliklerini yitirmiş bir teori durumuna düşer. Eğer bir teori gereği gibi kullanılmaz ya da kullanılamazsa ve sürekli olarak geliştirilmezse işe yaramaz bir duruma düşer ve ölür gider.

İdeolojik kriz, teorik kriz ve pratik kriz ayrımı

Sözcük anlamıyla kriz, tehlikeli sonuçlar doğurabilecek durum, güç dönem demektir. Bir birey böyle bir dönemden geçebileceği gibi, bir toplum, bir ideolojik-politik akım, bir örgüt vb. de geçebilir. Örneğin, bir ideolojik-politik akım olarak komünizm kriz geçirmektedir dendiğinde anlaşılması gereken onun tehlikeli sonuçlara yol açabilecek ve/veya açmış bir dönemden geçmekte olduğudur.

Komünist hareketin krizi sorunu irdelenir, çözümlenir ve tartışılırken ideolojik kriz,  teorik kriz ve örgütsel ve politik yönleriyle pratik kriz ayrımı yapılmalıdır. Kriz sorununa yaklaşırken böylesi bir ayrım yapmak yöntem bakımından doğru olduğu gibi, krizi çözümlememizi, anlamamızı, ve üstesinden gelmemizi, en azından ilk ikisini yapmamızı, kolaylaştırır da. Komünist hareketin kriz içinde olması onun yalnızca politik bir hareket olarak kriz içinde olması olarak anlaşılamaz. Hareket kavramından ortak bir amaca sahip olan ve kolektif olarak düşünülen bir grup birey, kolektif bir organizma ya da yapı anlaşılıyorsa eğer, söz konusu olan yalnızca pratik-politik hareket değildir. Toplumsal bir hareket olarak komünist hareketin de, diğer toplumsal hareketler gibi, belirli bir ideolojisi ve genel bir teorisi ve alt-teorileri/alan teorileri vardır. Marksizm-Leninizm kavramı, genel olarak, belli bir bilimsel toplumsal teoriyi  ifade etmek için kullanılır. Komünist akım, komünist hareket vb. terimlerse belli bir toplumsal hareketi ifade etmek için. Ama, Marksizm-Leninizm kavramı, belli bir toplumsal teorinin yanı sıra, belli bir pratik hareketi ifade etmek için de yaygın olarak kullanıla gelmiştir. Teorik-pratik bir akım olarak anlaşılmaması durumunda, Marksizm’in ya da Marksizm-Leninizm’in krizinden söz etmek, gereken açıklamanın yapılmaması durumunda, krizi teoriyle ya da bilimsel düzeyle sınırlamak anlamına gelir.

İdeolojik kriz

Komünist hareketin ideolojik krizinden ne durumda söz edilebilir? Marksizm-Leninizm’in teorik temelleri ve temel ilkeleri hakkında kuşku duyuluyorsa, bunları gözden geçirme ya da bunlardan vazgeçme eğilimi vb. varsa komünist hareket ideolojik kriz geçirmektedir. Örneğin, işçi sınıfına dayanan sosyalizm anlayışı sorgulanıyorsa, komünist toplumun örgütlendirilmesi için proletarya diktatörlüğünün zorunlu olduğu  düşününden vazgeçme eğilimi varsa söz konusu olan ideolojik krizdir. Marksizm-Leninizm’in teorik temelleri revizyondan geçirilerek terkedilmişse, temel ilkelerden vazgeçilmişse artık komünist hareketin krizinden söz edilemez; çünkü o hareketin yerini bir başka hareket, örneğin revizyonist bir hareket almıştır.

Teorik kriz

Teori sözcüğünün bilimsel kullanılışı da bir sorun olageldi. Bir şeye bakmak anlamına gelen Yunanca ‘theorein’ sözcüğünden türeyen teori sözcüğü, bilimsel olarak maddi gerçekliğin insan bilincine düşünsel olarak yansıması anlamına gelir. Teori terimi farklı anlamlarda kullanılır. Gözlem tarafından desteklenmeyen, pratikte denetlenemeyen bir varsayım (hipotez), bir tahmin, tam olmayan/ eksik bilgiye dayanılarak oluşturulan düşün anlamında kullanılabileceği gibi, gözlem tarafından desteklenen, pratikte doğrulanan bir varsayım, bilimsel bir varsayım anlamında da kullanılabilir. Bilimsel anlamda teori, gerçekliğin düşünsel olarak kendi içinde tutarlı bir modeli ya da çerçevesi olarak tanımlanabilir. Bilimlerde teoriler ya da teorik düşünceler bilimsel yönteme göre formüle edilirler (bilimsel düzeyde teorik düşüncelere bilimsel bir anlatım biçimi verilir), geliştirilirler ve değerlendirilirler. Birçok durumda maddi gerçeğin bir modeli olarak görülen teori, gözlemler ve insansal deneyimler konusunda genellemeler yapar ve iç-ilişkilere sahip olan, tutarlı ve sistemli bir dizi düşünceden oluşur. Bir varsayımın teori olarak gelişmesi ya da teoriye dönüşmesi için onun pratik tarafından doğrulanması gerekir. Teori, sahip olduğumuz verileri genel olarak açıklayan ve denenebilir geçerli tahminlerde bulunan kurulmuş bir model, bir paradigmadır. Örneğin, Marksizm-Leninizm kendi içinde tutarlı ve sistemli bir modeldir.

İnsanlığın tarihi bize teoriye duyulan gereksinimin vazgeçilmez insansal gereksinimlerden biri olduğunu gösterir. Teoriye neden gereksinim duyarız? İnsan olarak olguları açıklamak, öngörmek ve hakim olmak isteriz. Bunun için, diğer şeylerin yanı sıra, teoriler oluştururuz. Toplumsal bir teorinin ortaya çıkması için ortada çözülmesi gereken bir sorunun ve yerine getirilmesi gereken bir görevin olması gerekir. Başka sözcüklerle, toplumun maddi gelişme düzeyinden bağımsız bir toplumsal teorinin ortaya çıkması, ütopya olması dışında, olanaksızdır. Ancak toplumun maddi gelişmesi toplumsal bir teoriye gereksinim yaratır. Örneğin, bilimsel komünizm/Marksizm, kapitalist ekonomik, sosyal ve politik sistemin 19. yüzyılda ulaştığı gelişme aşamasının yarattığı sorunların irdelenmesi ve toplumun önüne koyduğu yeni görevlerin yerine getirilmesi çalışmasının  bilimsel ürünü oldu.

Marksizm-Leninizm, her şeyden önce kapitalist toplumun yıkılıp yerine komünist bir toplumun kurulması politik projesidir. Kapitalist toplumun maddi yaşamındaki gelişmeler Marksizm-Leninizm’in de geliştirilmesini zorunlu kıldı. Marksizm, kapitalizmin çelişkilerinin çözümlenmesi sürecinde doğdu. Gelişmesi de öyle oldu. Öyle olmayı da sürdürecektir. Onun bilimsel materyalist bir teori olması bunu kaçınılmaz kılar. Marksizm-Leninizm kapitalizmin çok yönlü ve derin eleştirisini sunan biricik toplumsal teoridir. Bu özelliğini sürdürebilmesi için kapitalizmin çelişkilerini çözümleme işini sürdürmek zorundadır. Aksi durumda, Marksizm-Leninizm bilimsel bir teori olarak krize girer ki, on yıllardır yaşanmakta olan da budur. Genel olarak konulacak olursa, genel bir teorinin ya da onun herhangi bir alan/alt teorisinin krizinden onun varolanı irdeleme ve açıklama bakımından yetersizliği durumunda söz edilebilir. Temelleri sağlam olan Marksist-Leninist teorinin krizi de onun genel olarak kapitalist sistemdeki gelişmeleri irdeleme ve açıklamada  yetersiz kalması olarak anlaşılmalıdır. Bunun sorumlusu teorinin kendisi değil, onu genişliğine ve derinliğine geliştirme konusunda üzerlerine düşen görevleri yapmayan/yapamayan komünist kuşaklardır. Komünist kuşakların seksen yıldır görevlerini gereği gibi yapamamalarının faturası, kendilerinden önceki kuşakların oluşturdukları ve geliştirdikleri teorinin kendisine çıkarılamaz. İdeolojik-politik bir akım olarak komünizmin teorisi de dinamiktir; ama bu dinamikliği sağlayacak özneler gereğince dinamik değillerse teori ne yapsın? Örneğin, önceki kuşakların çöküşünü yakın gördükleri kapitalizmin nasıl olup da bu denli direngen çıktığı ya da bu duruma geldiğini açıklayan, en azından benim bildiğim, bir Marksist-Leninist teori yok. Örneğin, bütünsel  bir “sömürü teorisi”, yine bildiğim kadarıyla, yok. Örnekler çoğaltılabilir; ama burada vurgulamakla yetinmek gerekir ki, teorinin dinamikliği onu geliştirecek teorisyenlerin dinamikliğini zorunlu kılar. Bu yoksa öbürü de yoktur.

Kapitalizmin dünya ölçeğinde yeniden örgütlendirilmesi komünist teoriye nasıl yansımalı/yansıyor? Komünist hareketin teorisi kapitalizmin ulaştığı gelişme düzeyini, dünya kapitalist  sisteminin politik-ekonomik yeniden örgütlendirilmesinin nedenlerini ve ortaya çıkan sonuçları açıklayabilmeli ve olası sonuçlara ilişkin bilimsel varsayımlarda bulunabilmelidir. Ancak bunu yaparak dünyanın komünist devrimci dönüşümü için kullanılacak bir silah olma özelliğini koruyabilir. Kapitalizmin dünya ölçeğinde yeniden örgütlendirilmesi ya da kapitalizmin giderek daha uluslararası/küresel bir karakter kazanması komünist hareketin de uluslararası/küresel  karakterini geliştirir ve güçlendirir. Giderek artan derecede küreselleşen kapitalizme karşı küresel taktiklerle (savaşım ve örgüt biçimleriyle) savaşım yürütmek zorunluluğu vardır. Sermayenin yeni örgütlenme biçimleri, emperyalist kapitalizme karşı savaşımı daha doğrudan ve uluslararası karakteri  daha güçlü bir savaşım kılıyor. Komünist hareket bunun teorisini formüle edebilmelidir.

Vurgulanmalıdır ki, komünist hareketin ve işçi sınıfı hareketinin karşı karşıya bulundukları pratik-politik sorunlara ilişkin olarak, en azından teorik düzeyde, çözüm üretememe ve genel olarak sınıf savaşımında, özel olarak da sosyalist sınıf savaşımında ortaya atılan sorulara yanıt verememe ya da yanıt verebilecek biçimde geliştirilmeme ve kullanılmama anlamında da bir kriz vardır.

Politik kriz

Komünist hareket, elverişli nesnel  koşullara karşın politik hareket olarak büyüyemiyor, hatta güç yitimine uğruyorsa, yani işçi sınıfı hareketiyle kitlesel politik bağlar kurmasını sağlayabilecek ya da bu bağları sürdürebilecek taktikler uygulayamıyorsa, genel olarak toplumsal gelişmeler, özel olarak politik gelişmeler karşısında edilgin kalıyorsa, politik sınıf savaşımında ciddiye alınabilir bir politik güç durumuna gelemiyorsa politik bir kriz içinde demektir. Bu durum politik hareket olarak büyüyememe krizi olarak da tanımlanabilir. Komünist hareketin politik krizi şöyle özetlenebilir: On yıllardır süren savaşıma karşın bilimsel komünizm ile işçi sınıfı hareketi ayrı yollardan yürümeyi sürdürüyorlar, yani ortada komünist bir işçi hareketi yok. Ne tekil ülkeler düzeyinde, ne de dünya düzeyinde.

Örgütsel kriz

Tekil bir devletteki komünist hareketi örnek olarak alalım. Komünist parti ve komünist hareketin henüz parti-öncesi örgütlerden oluştuğu gelişme aşamasında parti-öncesi politik örgütler büyüyüp güçlenme yerine bölünüyor ve güç yitimine uğruyorlarsa, partinin ve örgütlerin yapıları örgüt-içi demokrasinin uygulanmasının ve geliştirilmesinin önünde engel oluşturuyorlarsa, örgüt-içi  anlaşmazlıklar, örneğin temel örgütlenme ilkeleri ve bunların uygulanması sürekli olarak örgüt-içi savaşım konusu oluyorlar ve örgüt olarak davranılmasını engelliyorlarsa ortada örgütsel bir kriz vardır.

Örgütsel kriz sorunu dünya düzeyinde ele alınacak olursa, bu krizin bir diğer önemli unsuru da dünya komünist hareketinin parçalanmışlığı ve politik olarak büyüyememesidir. Dünya komünist hareketini oluşturan parti ve parti-öncesi örgütler arasında örgütsel ilişki ve birlikte çalışma yokluğudur Dünya komünist hareketinin durumu tek bir sözcükle özetlenebilir: paramparçalık.

Tekil ülkelerde teorik, politik ve örgütsel olarak görece olgunlaşmış komünist partilerin varolmadığı tarihsel koşullarda komünist partiler ve örgütler arasında dünya düzeyinde örgütsel ilişkilerin komünist-devrimci bir merkez aracılığıyla sağlanması ve sürdürülmesi  daha bir önem taşır. Dünya komünist hareketi seksen yıldır dünya proletarya diktatörlüğü için savaşım yürütme yeteneğinde olan böylesi bir merkezden yoksun. Genel ve kronik kriz bataklığında debelenip duruyor. Bataklıktan kurtulma çabaları son derece zayıf ve örgütsüz. Komünizmin ancak dünya ölçeğinde kurulabileceği  nasıl gereği gibi anlaşılmamışsa, krizi atlatmanın da dünya ölçeğinde gerçekleşebileceği anlaşılmamıştır.

Örgütsel krizin temel bir öğesi de komünist devrimci önderlik krizidir. Yalnızca komünist hareketin önderlikten yoksunluğu anlamında değil, hem tekil devlet düzeyinde, hem de dünya düzeyinde işçi sınıfının devrimci önderlikten yoksunluğu anlamında da önderlik krizidir söz konusu olan.  Komünist hareketin önderlik kriziyle işçi sınıfının savaşımının devrimci önderlikten yoksunluğu arasında diyalektik bir ilişki vardır.

Komünist hareket, krizinin nedenlerini, çok yönlülüğünü, derinliğini kavrayan ve olası çıkış yollarını bulabilecek ideolojik-teorik-politik olgunluğa sahip önderlerden yoksundur. Var olan örgüt önderleri komünist hareketin kriz durumundan çıkışına önderlik edemedikleri gibi, veriler gösteriyor ki, önderlik edebilecek yeteneklere de sahip değildirler. Özellikle teorik (yeniden) üretim alanında.

İçinden geçilen dönem komünist-devrimci önderlerin ağır yükümlülükler taşımak zorunda oldukları bir dönemdir de. Önderler bir önderlik sınavından geçmektedirler. Ya krizden çıkış savaşımına önderlik edecekler ya da yerlerini bu zorlu görevi yapabilecek olanlara bırakacaklardır.

4. Krizlerin de tarihi vardır

Komünist devrimci hareketin tarihi, aynı zamanda onun krizlerinin ve kopuklukların tarihidir. Teorik-pratik bir akım olarak dünya komünist hareketi, söylenebilir ki, devrimci yükseliş veya devrim dönemleri gibi kısa zaman dilimleri dışında, genel bir kriz içinde oldu. On yıllardır sürmekte olan “güncel” kriz, komünist hareketin en ağır krizi olma özelliğine sahip.

Bilimsel komünist teori kapitalist toplumun bilimsel irdelenmesinin ürünüdür. O, kapitalist toplumsal gerçekliğin düşünsel yansıması olduğu içindir ki, tıpkı kapitalizm gibi eşitsiz ve sıçramalı olarak gelişir ve dönemsel krizler geçirir. Gerek kapitalizmin, gerekse komünist hareketin tarihi, kapitalizmin gelişme aşamaları ve kriz dönemleriyle komünist hareketin gelişme aşamaları ve kriz dönemleri arasında yakın bir ilişki, diyalektik bir ilişki  olduğunu gösteriyor. Genel bir kural olarak birincisi ikincisinin gelişme aşamalarına damgasını vura geldi.

Komünist hareket, 1848 devrimlerinin yenilgiye uğramalarının bir sonucu olarak ilk kez krize girdi. Komünistler Birliği’nin kapatılması bunun en çarpıcı örgütsel göstergesidir. 1848 devrimlerinin yenilgisini kapitalizmin görece hızlı gelişmesi izledi. Bu dönemde işçi hareketi oldukça zayıftı. Hızlı kapitalist gelişmeyi 1859 ekonomik krizi izledi. Bu dönem işçi sınıfı hareketi ve komünist hareketin görece canlanma dönemiydi ve 1863’te komünist bir ideolojik-politik bir kimlik taşımamasına karşın bilimsel komünist akımı da içinde barındıran Birinci Enternasyonal kuruldu. 1871’de Paris Komünü’nün yenilgisi Birinci Enternasyonalin de sonu oldu. Paris Komünü’nün yenilgisini kapitalizmin hızlı olarak büyüdüğü bir dönem izledi. Politik düzeyde reformizm güç kazandı. İkinci Enternasyonal ancak on sekiz yıl sonra, 1889’da kuruldu.[6] İkinci Enternasyonalin komünist kimlik taşıdığını varsayarsak, komünist hareketin, onun teorisini ve politikasını derinden etkileyen ve etkisini günümüzde de sürdüren son derece kapsamlı sonuçlara neden olan ilk ön önemli krizi, Almanya’da kapitalizmin hızlı gelişmesinin ve bu gelişmenin işçi sınıfı ve komünist harekette ideolojik ve politik olarak güçlü bir burjuva etki yaratmasının ürünü olarak 19. yüzyıl sonunda ortaya çıktı. Eduard Bernstein’ın babası olduğu kabul edilen revizyonist akımın ortaya çıkışı, işçi sınıfı ve komünist hareketin tarihindeki en önemli kilometre taşlarından biri oldu.[7] Dünya kapitalist-emperyalist sisteminin genel krizi sosyal-reformist İkinci Enternasyonalin de sonu oldu. Birinci Emperyalist Savaş sırasında son derece güç yitiren komünist akım, özellikle Ekim Devrimi’nin etkisiyle savaş sonrasında büyük bir çekici güç oldu. Denilebilir ki, Birinci Emperyalist Savaş sayesindedir ki,  bilimsel komünist akım sosyal-reformizmden ideolojik-teorik, politik ve örgütsel olarak kesin kopuşu gerçekleştirdi ve uluslararası düzeyde merkezi olarak örgütlendi. Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonal (Komintern) kuruldu. Doğrudan komünist ideolojik-politik karaktere sahip olan bir enternasyonal örgütün kurulması için küçük-burjuva oportünist İkinci Enternasyonalin çökmesi gerekiyordu.

Üçüncü Enternasyonalin (Komintern) ilk yılları dışta tutulacak olursa 20. yüzyıl, özellikle yüzyılın ilk yarısı, yalnızca kapitalizmin genel ve devresel krizlerinin değil, komünist hareketin krizinin de yüz yılı oldu. Genel olarak saptanabilir ki, kapitalizmin krizi ve emperyalist savaş dönemleri, toplumsal bir teori ve hareket olarak Marksizm-Leninizm’in de kriz içinde olduğu dönemler oldu[8]. Birinci Emperyalist Savaşın başında İkinci Enternasyonalin “ihaneti” yaşanırken, kapitalizmin ağır bir genel kriz geçirmekte olduğu 1930’lu yıllarda ve İkinci Emperyalist Savaş öncesi dönemde ve sırasında Üçüncü Enternasyonalin “ihaneti” yaşandı.

5. “Güncel” kriz

Dünya komünist hareketi, tarihinde daha önce görülmeyen uzunlukta bir kriz sürecini yaşamaktadır. On yıllardır teorik, politik ve örgütsel olarak çok yönlü ağır bir kriz, kronik bir kriz içinde bulunmaktadır. Yine on yıllardır, bu kronik kriz durumuna, onu aşmaya yönelik güçlü bilinçli-planlı, ne ülkesel ne de küresel düzeyde, bir örgütsel müdahalede bulunulmuyor, daha doğrusu bulunulamıyor. Komünist hareket, krizine güçlü ve sonuç alıcı müdahalede bulunma yeteneğinde olan örgüt ve örgütleri henüz ön plana çıkaramadı. Varolan görece büyük komünist örgütler, örneğin Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında, ne kendi krizlerinin, ne de parçası oldukları komünist hareketin krizinin farkındalar ya da farkında değillermiş gibi davranıyorlar. Böyle devam etmeye de kararlı gözüküyorlar.

Komünist hareket ideolojik-teorik hareket olarak az gelişmiştir. Söz konusu olan, diğer şeylerin yanı sıra, ideolojik-teorik olarak olgunlaşamama krizidir. Genel bir çekim gücüne sahip olan teori ya da teoriler yok. On yılların birikmiş sorunları son derece ağır. Bu sorunların çözümü büyük ideolojik-teorik ve politik güçlerin harekete geçirilmesini gerektiriyor

Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi açısından sözü edilecek olursa, komünist hareketin sorunlarını, görevlerini ve önceliklerini kavrayabilen az sayıda komünist bu sorunlar ve devasa görevler karşısında çaresiz kalıyor. On yıllardır, ne teorik ne de pratik olarak çekim merkezi olan ya da olabilecek kapasiteye sahip komünist odak ya da odaklar var.

Güncel krizin tarihsel kökenleri

Komünist hareketin geçirmekte olduğu krizin kökleri çok eskilere dayanır. Şimdilik kısaca değineceğim bu kökler, aynı zamanda, krizin neden bu denli uzun sürerek kronik bir karakter kazandığının da ipuçlarını verecektir. Komünist hareketin genel ve kronik krizine neden olan etkenler nesnel ve öznel etkenler olarak ayrılarak irdelenmeli, çözümlenmeli ve sonuçlar çıkartılmalıdır.

Sosyal-reformist İkinci Enternasyonalden kopuşta gecikme

Komünist hareketin “güncel” sorunu ele alınırken üzerinde durulması gereken noktalardan biri de İkinci Enternasyonal içinde bulunan komünist-devrimci akımın bürokratik-revizyonist akımdan kopuşu gerçekleştirmekte geç kalmasıdır. Devrimci Bülten’in 31. Sayısında yayımlanan “Komünist Hareketin Sorunları, Görevleri ve Önceliklerine Genel Bir Bakış ve Öneriler” başlıklı yazıda şöyle yazdım:

Eleştiri silahını daha gerilere de çevirme söz konusu olduğu sürece vurgulanması gereken noktalardan biri de, Lenin başta olmak üzere Rusya komünistlerinin ve diğer ülkelerden komünistlerin İkinci Enternasyonal revizyonist-oportünizmine karşı komünist devrimci savaşımı başlatmada gecikmiş olmalarıdır. Lenin’in önderliğinde Rusya komünistleri ve diğer ülkelerin komünistleri, İkinci Enternasyonalin açık ihanetine karşı devrimci tutum takınarak ve sosyal-reformist İkinci Enternasyonalin karşısına Komünist Enternasyonali çıkararak dünya komünist ve işçi hareketine büyük bir hizmette bulundular. Ancak, kabul etmek gerekir ki, onlar, Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin (ASDP) bürokratik-revizyonist yozlaşma sürecini yaşadığını, bürokratik bir sosyal-reformist düzen partisi durumuna geldiğini saptayamadılar, onun yozlaşmasına zamanında karşı çıkamadılar. Asıl önemli olan açık revizyonist ihanetten sonra ASDP’ye ve onun önderlik ettiği İkinci Enternasyonal revizyonizmine karşı tutum almak değil, onun gelişimini önceden görmek ve daha ağır zararlar vermeden ona karşı savaşım bayrağını kaldırmak ve komünistlere ve sınıf-bilinçli işçilere önderlik etmekti. Komünist devrimci önderlik bunu gerektirir. Bu anlamda, başta Lenin olmak üzere komünistler görevlerini yapmadılar ya da yapamadılar. Uluslararası komünist hareketin, sonuçlarının ortaya çıkması on yıllara yayılan, ağır bedeller ödemesinin nedenlerinden biri de işte bu başarısızlık oldu.”

Avrupa devrimlerinin yenilgiye uğramaları

Birinci emperyalist yeniden paylaşım savaşını izleyen yıllarda (1918-1923 dönemi), Almanya başta olmak üzere Avrupa’da patlak veren devrimlerin yenilgiye uğramaları da dünya komünist hareketi içinde oportünist, ulusal dar görüşlü ideolojik-politik eğilimlerin gelişmesine elverişli bir zeminin oluşmasına katkıda bulundu.

Komünist-devrimci önderlik eksikliği

Lenin’in ölümü Üçüncü Enternasyonalin tarihindeki kilometre taşlarından biri oldu. Dünya komünist hareketi geç bulduğu Lenin gibi bir önderi çabuk yitirdi. Onun ölümü yalnızca Komintern’in değil, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ve Ekim Devrimi’nin de öndersiz kalmasına neden oldu. Avrupa devrimlerinin yenilgisi, Lenin’in ölümü gibi nedenler komünist hareket-içi kimi öğelerle (örneğin, dünya komünist hareketinin teorik ve örgütsel olarak azgelişmişliği, küçük-burjuva milliyetçi sosyalizm anlayışının etkisi) birleşince Üçüncü Enternasyonal bürokratik-oportünist bir yozlaşma sürecine girdi. Bunun olumsuz etkileri bugünümüzü etkilemeye devam ediyor.

Ekim Devriminin kesintiye uğraması. Bürokratik yozlaşma

Nesnel nedenlerden (örneğin, Avrupa devrimlerinin yenilgisi gibi) dolayı Ekim Devrimi’nin yalnız kalması ve Avrupa devrimlerinin yenilgisiyle birleşen ve bir anlamda da onun sonucu olan öznel nedenlerden (örneğin, komünist devrimci önderlikten yoksunluk ve komünist harekette oportünizmin güç kazanması gibi)  dolayı 1920’li yılların ikinci yarısından itibaren küçük-burjuva milliyetçi bürokratik yozlaşma sürecine girilmesi komünist hareketin krizi sorunu irdelenirken titizlikle üzerinde durulması gereken bir nokta. Bir akım olarak komünizmin “güncel” krizi, denilebilir ki, Ekim Devrimi’nin kesintiye uğramasıyla başladı. Şöyle ki, Ekim  Devrimi’nin kesintiye uğraması ve küçük-burjuva bürokratik yozlaşma dikkatleri tek ülkede komünist toplumun alt aşamasının (sosyalizmin), hatta  üst aşamasının kurulması ve yaşatılması üzerinde toplanmasına neden oldu. Başka biçimde ifade edilecek olursa, SBKP’nin, Sovyetler Birliği’nin ve Üçüncü Enternasyonalin bürokratik yozlaşması Ekim Devrimi’nin kesintiye uğramasının sonuçları arasındadır.

Marksizm-Leninizm’in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) korunmasının ideolojik silahı durumuna getirilmesi

Komünizmin bugünkü krizi ile Marksizm-Leninizm’in, Kruşçev revizyonizmi ya da modern revizyonizm olarak adlandırılan akımın ortaya çıkmasından çok daha önce, Josef Stalin’in başında bulunduğu bürokratik kliğin yönetimi döneminde gerçekleştirilen oportünist-revizyonist çarpıtılması arasında dolaysız bir ilişki vardır.

Marksizm-Leninizm kapitalizmi yıkmanın ve yerine komünist bir toplum kurmanın teorisidir. Statükonun korunmasının, sosyalist bile olsa, bir devletin iç ve dış politikasının aleti değil. Veriler gösteriyor ki, Marksizm-Leninizm, SSCB’de politik iktidarı ele geçiren bürokrasinin çıkarlarına uygun olarak kurulan “yeni” bir toplumun ideolojik olarak haklı çıkarılması amacıyla revizyondan geçirildi. SBKP’nin otoritesi kullanılarak teori ve teorik gelişme üzerinde bürokratik bir tekel kuruldu. Girişkenlik ve yaratıcılık engellendi. Marksizm-Leninizm devrimci bir teoriden evrimci bir teoriye dönüştürüldü. Bu ikinci durumda artık Marksizm-Leninizm’den değil, revizyonist reformizmden söz edilebilir.

SSCB’nin devlet gücünün ve SBKP’nin otoritesinin komünist hareket üzerinde denetimi sağlamak için kullanılması

Genel olarak dünya komünist hareketi ve özel olarak SBKP, devlet olarak Sovyetler Birliği’nin korunmasının aracı durumuna getirildi. Parti olarak SBKP’nin, devlet olarak da Sovyetler Birliği’nin otoritesi dünya komünist hareketi üzerinde ideolojik, teorik, politik ve örgütsel denetimi sağlamak için kullanıldı. SBKP’de ve Komintern’de egemen olan eğilimlere muhalif olan ve komünist olarak değerlendirilebilecek eğilimlerin bürokratik olarak bastırılması pratiği uygulandı. Dünya komünist partisi olarak kurulan Komintern, dünya proletarya diktatörlüğü uğruna savaşımının bir aracı olmaktan çıktı, Sovyetler Birliği devletinin dış politikasının bir aleti durumuna geldi.

Bir akım olarak komünizm, SBKP’nin Lenin sonrası bürokratik yozlaşmaya uğramasının ve diğer ülkelerde kurulu bulunan komünist partilerin ve parti-öncesi örgütlerin ezici çoğunluğunu etkisi altına almasından sonra bir daha kendini toparlayamadı. Dönemsel olarak hafifleyen sürekli bir kriz içerisinde yaşamını sürdüre geldi.

İkinci Dünya Savaşında SSCB’nin zafer kazanması da  Marksizm-Leninizm’in “Stalinist” yorumunun sürmesine katkıda bulundu. Otoritesi güçlenen ve uluslararası etki alanı genişleyen SSCB’nin devlet gücü daha da artan derecede kullanıldı.

Kruşçevci karşı-devrim ve sonrası

Stalin’in ölümünden sonra “Kruşçevci” gerici bürokratik katmanın parti ve devlet yönetimini ele geçirmesinden sonra oportünist-revizyonist harekette bölünme daha da belirginleşti. Faşizme karşı zafer kazanmış bir devletin gücü ve onu yöneten partinin otoritesi uluslararası etkiyi sürdürmek için kullanıldı. Dünya işçilerinin ve emekçilerinin önemli bir kesiminin gözünde Sovyet modern revizyonizminin Marksizm-Leninizm’in yaratıcı biçimde uygulanması olarak görülmeye devam edilmesi ve  SSCB’nin sosyalist olduğu yanlış bilinci gibi nedenlerle de krizin farkına varılmasında gecikildi.[9]

“Refah devleti” olgusu

Kapitalizm, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1970’li yılların başlarına dek görece istikrarlı olarak büyüdü; ve işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimlerin sosyoekonomik koşullarında daha önce görülmemiş derecede bir iyileşme dönemi yaşandı. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde, işçi sınıfı hareketi üzerinde sınıf işbirlikçiliği egemenlik sağladı. Anti-komünist saldırıların da etkisiyle komünist devrimci hareketin işçi sınıfı hareketi üzerindeki etkisi çok zayıf kaldı.

“Ulusal” savaşımın ve uluslararası savaşımın birleştirilememesi

Dünya komünist hareketinin krizinin nedenlerinden biri de tekil ülkelerdeki sosyalizm savaşımının küresel sosyalizm savaşımıyla birleştirilmemesi ya da birleştirilememesidir. Bunda tekil ülkeler işçi sınıfı  hareketi içinde milliyetçi ideolojik-politik etkilerin ve dar ekonomik çıkarlar için yürütülen rekabetin yanı sıra, “komünist” olarak tanınan revizyonist-reformist partilerin de büyük bir rolü oldu. Proleter örgütlenme sorunu hem ulusal, hem de uluslararası bir sorundur. Komünist örgütlenme sorunu da. Bu ikisinin buluşamaması komünist hareketin krizinin belli başlı öğelerindendir. Bu ikisinin buluşamaması bir yana, komünist hareket kendine uluslararası düzeyde birleşik örgüt karakteri kazandıramadı.

Küçük-burjuva sosyalizminin büyüyen etkisi

Küçük-burjuva devrimci sosyalizminin önderliği altında Çin, Vietnam, Küba gibi ülkelerde gerçekleşen devrimler nedeniyle küçük-burjuva sosyalizminin etkisi arttı. Çin ve Vietnam gibi ülkelerde devrime ve ulusal kurtuluş savaşına önderlik eden partilerin kendilerini komünist” olarak adlandırmaları nedeniyle bu partilerin ve toplumların sosyalist olduğu yanlış bilinci yaygınlaştı ve devrimci kuşaklar üzerinde  etki sağladı.[10]

 

6. Kazanılan mevziler savunulacak, teori geliştirilecek ve örgütler hazırlanacaktır

“Eğer geçmişe bir gözünle bakarsan tek gözün kördür; ama geçmişi unutursan iki gözün de kördür.” (Bir Rus atasözü)

Kazanılan ideolojik, teorik ve pratik mevziler inatla savunulacaktır

Genel olarak dünya komünist hareketinin, özel olarak Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketinin içinde bulunduğu bugünkü durumun nedenlerini inceleyip açığa çıkarmak, anlamak ve dünya komünist hareketi söz konusu olduğunda on yıllardır süren genel krizden başarılı bir çıkış yapabilmek için tarih teorisi, ekonomik teorisi ve politik teorisi söz konusu olduğunda Marksizm-Leninizm’in teorik temelleri ve başlıca ilkeleri ödünsüz olarak, en büyük direnç ve inatla savunulmalıdır. Marksizm-Leninizm’in teorik temelleri ve başlıca ilkelerinin yeniden keşfedilmeleri gerekmiyor. Bu anlamda olmak üzere, sosyalist sınıf savaşımında (sosyalizm savaşımında) genel bir yol göstericiden yoksun değiliz. Dahası, teorik temellerden ve başlıca ilkelerden daha fazlasına, hem de çok daha fazlasına, bu arada devasa boyuttaki dolaylı deneyime, politik savaşım mirasına sahibiz.

Geçmiş sorgulanacaktır

Kriz dönemleri aynı zamanda fırsatlar ve olanaklar yaratır. Komünist devrimciler olarak kriz durumundan yararlanmasını bilmeliyiz. Komünist hareket, varolmak, büyümek ve politikada ciddiye alınır bir devrimci-politik özne olmak istiyorsa eğer, geçmişin sorgulanması zorunlu bir görevdir. Yenilginin ve krizin nedenlerinin araştırılması ve tartışılması görevinden kaçınılamaz. Bunu yapmak ve sonuçlarına katlanmak ya da göğüs germek zorundayız. Geçmişten, yalnızca kendi örgütsel geçmişimizden değil, ama işçi sınıfı hareketi ve genel olarak devrimci hareketin, özel olarak da komünist hareketin geçmişinden ders almasını bilemezsek, sınıf savaşımı sertleşse ve genel devrimci dalga yükselse bile, krizden çıkamaz ve bir sonraki yenilgiyle randevulaşmış oluruz. Böylesi bir durumda, daha da ağırlaşabilecek bir krizin bizi girdabına alarak daha da aşağılara çekme olasılığı vardır.

Komünist hareketin içinde bulunduğu durumuna ilişkin olarak Ekim 1993’te yazdıklarım ne yapılması gerektiğinin genel bir çerçevesini çiziyordu:

“Yeni bir ayrışma ve yeni bir saflaşma artık daha fazla geciktirilemez. Komünistlerin teori ve pratiklerini ipotek altına alan teori, politika ve örgüt biçimleriyle kıran kırana bir hesaplaşmaya girişmekten kaçınılamaz. Deniz bitti. Durumu idare etme dönemi bitti. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma dönemi artık geride bırakılmalı. Ciddi bir irdeleme olmaksızın, geçmişi neredeyse körü körüne savunma pratiğine son verme dönemi başlamalı. Geçmişe tutucu bir kıskançlıkla sarılma döneminin yerini, geçmişi devrimci eleştirel yöntemle irdeleme ve sorgulama ve hatta yargılama dönemi almak zorunda. Böylece sosyalist geçmişin doğrularına sahip çıkılabilir ve yanlışlar reddedilebilir. İyi olan alınır, kötü olan atılır. Sosyalist geçmişimize bilimsel bir kıskançlıkla sahip çıkılır; anti-komünist saldırılara, hataların, güçsüzlüklerin ve eksikliklerin bilincine varmanın da verdiği bilimsel cesaretle, karşı konulur. Dönem, ne biçim altında kendini gösterirse göstersin, dogmatizme, tutuculuğa, düşünsel kireçlenmeye, sözde miras savunuculuğuna ve taklitçiliğe karşı savaş dönemidir. Bu dönemde sert iç mücadelelerden, örgütsel bölünmelerden, şu ya da bu biçimde suçlamalarla karşılaşmaktan kaçınmak komünistlerin işi olamaz.

“Artık yakın geçmişteki bölünmeler temelinde saflaşma dönemi de geride kaldı. Marksizm-Leninizm’in temel teorik ve taktik ilkeleri, dünya devriminin temel ve taktik sorunları temelinde yeni bir ayrışma dönemi var dünya komünistlerinin önünde. Gerçekte bu dönem, bu süreç, kimsenin ilan etmesi gerekmeksizin, başlamıştır. Özellikle Sovyetler Birliği, Doğu ve Orta Avrupa ve Arnavutluk’taki yüksek ölçekli depremlerden sonra.

“Dar örgüt çıkarlarını ve hatta kimi kişisel çıkarları büyük sosyalizm davasının önüne çıkarmak komünistlerden uzak dursun. ‘Düşman ne der’ gibi gerekçelere yaşam hakkı tanımak, engel tanımaması gereken komünistlere yakışmaz. Marksizm-Leninizm’i toplumsal bir bilim gibi değil, bir yol gösterici olarak değil, bir dogma olarak görmeye, onu donuklaştırmaya, katılaştırmaya, sık sık olduğu gibi, boş söz kalıpları olarak yozlaştırmaya son vermeye cesaret etmek gerek. Devrimci bir teorik yenilenme, teorik ve politik bir rönesans zorunlu.

“Verileni olduğu gibi kabul etmemek; gerçeği araştırmak, bulmak ve açıklamak komünist ahlak gereğidir. Yanlışlara, eksikliklere ve güçsüzlüklere göz yummak, onları geçiştirmek; başkalarını ve kendini haklı çıkarmak için bahaneler aramak, yeni toplumun aynası olma iddiasındaki yeni insanın karakter özellikleri arasında olamaz. Bütün bunlar eski dünyaya, burjuva dünyaya aittir. Komünistler kendilerine karşı da samimi olmak zorundadırlar. Özsaygısı zayıf olan ya da bu saygıyı yitirmiş olanlar yeni bir dünyanın kurulmasına önderlik edemezler. Lenin sonrası sosyalist hareketin ve özel olarak Komintern döneminin irdelenmesi çalışması, aynı zamanda, var olan komünist hareketin ahlak ve karakter bakımından sınavdan geçeceği bir çalışma olacaktır.

“… Günü kurtarmanın ve kötü anlamda kurnazlığın olgunluk, devrimci uyanıklık ve büyük bir beceri sayıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Yakın bir gelecek için de tünelin ucunda ışık görünmüyor. Dünya ve Anadolu komünist hareketinin bugünkü önderleri genel olarak gelecek vaat etmiyorlar. Dahası komünist hareketin ideolojik atılım yapma olanaklarının önünde ciddi bir engel oluşturuyorlar. Genel bir yenilenmeden geçmesi gereken komünist hareket içinde öncelikle önder kadrolar ideolojik ve politik olarak sert biçimde sarsılmaya gereksinim duyuyorlar. Statükoculuğu ve küçük-burjuva nitelikli var olanı koruma, büyük amaçlar için risk almama psikolojisi ve alışkanlığını yıkmak için önderlerin yüksek ölçekli bir ideolojik ve politik depreme ya da deprem dizisine uğramaları gerekiyor. İdeolojik düzeyde müdahalenin yanı sıra, devrimci bir işçi sınıfı hareketinin gelişmesinin zorlayıcı etkisine de gereksinme var.”[11]

Teorimiz ve örgütümüz gelecek büyük sınıf savaşımları için hazırlanacaktır

Tarihsel deneyimlerden öğreniyoruz ki, yaşanılan karanlık dönemin yerini sınıf savaşımlarının sertleştiği politik bir yükseliş dönemi, devrimci dalganın kabardığı bir dönem alacaktır. Ama ne zaman? Bunu bilmiyoruz ve bilemeyiz; ama bilmemiz gereken bir şey vardır ki, teorimizi ve örgütümüzü gelecek büyük politik sınıf savaşımları için sürekli olarak hazırlamak ve hazır tutmak zorundayız.

İşçi sınıfı hareketinin ve genel olarak devrimci hareketin, özel olarak da komünist hareketin “artık daha geriye çekilecek yer yok” denilebilecek denli gerilediği bir yenilgi sonrası dönemden geçtiğimiz bugünkü süreçte Marksizm-Leninizm’in temel ilkelerine sıkıca sarılmak, onları savunmada katı olmak ve olanaklı olan her durumda komünist hareketin krizine, komünist organizmalar küçük ya da büyük olsun, örgütsel olarak müdahale etmek başlıca görevlerden biridir.

Dönem zorlu ideolojik-teorik savaşımın olmazsa olmaz olduğu bir dönemdir. Bu savaşımın gereği gibi yürütülebilmesi ve istenen sonuçların alınabilmesi için komünist-devrimci teorinin yalnızca savunulması değil, sürekli olarak yeniden üretilmesi de zorunludur. Teorik üretim ve  yeniden üretim olmadıkça komünist hareketin ne  ideolojik-teorik krizinin ne politik-pratik krizinin aşılması ne de devrimin teorik zemininin, işçi sınıfının devrimci politik eylemine yol gösterici olacak bilimsel bir temelin oluşturulması  olanaklıdır. Sürekli teorik üretim! Bunu yapabilmek için yenilgilerden öğrenmesini bilmenin yanı sıra zamanı da iyi kullanmak gerekir.

Son derece zor olan bu iş büyük bir sabır gücüne sahip olmayı da gerektirir. On yılların teorik yükünün ve yıkıntısının altından kısa sürede kalkmak olanaklı değildir. Kim ki, kimi teorik düzeltmelerle ve yama yapmakla bu işin üstesinden geleceğini düşünüyorsa, ya teorik sorunların ağırlığının bilincinde değildir, ya da kendi yeteneklerini aşırı olarak abartan bir düş severdir. 

Marksizm-Leninizm, Marx, Engels, Lenin ve diğer komünistler tarafından ortaya konulduğu ve geliştirildiği durumuyla korunamaz. Varolanla yetinmek olmaz. Bu tutuculuktur. Onun kullanılması ve kullanılırken de, eksikliklerini giderme ve yanlışlıklarını düzeltme yoluyla geliştirilmesi gerekir. Nasıl canlı organizmalar sürekli bir değişim içinde oldukları için canlı iseler, yaşayan bir teorinin de yaşamını sürdürebilmesi için değişmesi zorunludur. Değişime direnen teori anlama, harekete geçirme ve değiştirme yetisini yitirir. Marksizm-Leninizm’in değişmesi, onu o yapan teorik temellerinin ve temel ilkelerinin değiştirilmesi olarak anlaşılamaz. Bu Eduard Bernstein’ın ve onun izinden gidenlerin yöntemidir, toplumsallaştırılmış üretim araçları temeline dayanan komünist bir toplumun işçi sınıfının sosyalist diktatörlüğü yönlendiriciliğinde kurulmasını savunan komünist devrimcilerin değil. Komünist devrimciler olarak Marksizm-Leninizm’in yavaş yavaş ölmesine izin verecek miyiz?

Örgüt sorunu üzerinde neden bu denli ısrarla duruyoruz? Duruyoruz; çünkü, diğer şeylerin yanı sıra, amaçla araç (örgüt) arasında diyalektik bir ilişki vardır. Amaca uygun düşen örgüt biçimi olmazsa amaca ulaşılamaz. Yaşanılan ve hedeflenen yönde ilerlemesi istenen süreç üzerinde gereken etki yapılamaz. Sosyalist politik savaşımda örgüt her şey demek değildir; ama sağlam bir (gizli) örgütün yoksa kapitalizm koşullarında çalışmanın sürekliliğini sağlayamaz ve kendini yeniden üretemezsin. Genel olarak politikada, özel olarak devrimci politikada ciddiye alınmaz ve bağlaşıklarınla ilişkilerinde politik bağımsızlığını koruyamazsın. Düşmanını yenemez ve geleceği kuramazsın.

Varolan politik organizmanın büyük olması, örgütsel sorunlarının karmaşıklaşması, ya da kısa veya orta erimde büyük bir organizma durumuna gelme beklentisi içinde olmamız vb. değil bizi örgüt sorunu üzerinde böylesine ısrarla durmaya iten. Temel çalışma biçimi olarak propaganda çalışmasını seçen, daha doğrusu içinde bulunduğu gelişme aşaması nedeniyle seçmek zorunda kalan ve henüz oldukça küçük olan varolan organizma, amaçlarını gerçekleştirmek için olmazsa olmaz araçlardan biri olan örgüte, örgüt sorununa, dolayısıyla örgüt teorisine büyük bir önem vermektedir. Bu sorunun tartışılması üzerinde, sınıf savaşımının bugünkü düzeyi ve örgütsel sorunlarımız bunu gerektirdiği için değil, geleceğe hazırlandığımız için ısrar ediyoruz  Çok yönlü ve ağır bir kriz içinde varlığını sürdürmeye çalışan bir hareketin parçası olan ve bu hareketin sorunlarını kendi sorunları olarak gören varolan organizma, sosyalist savaşımının gelecek büyük günleri için teorinin ve örgütün hazırlanması gerektiği görüşündedir. Dönem, devrimin özellikle teorik hazırlığının yapılması gerektiği bir dönemdir. Teorik ve örgütsel olarak görece hazır olan bir örgüt ya da hareket büyük toplumsal  hareketliliklerden devrim ve sosyalizm savaşımı için en büyük ölçüde yararlanmasını bilecektir.

Varolan politik organizma, haklı olarak Leninist örgüt teorisi olarak adlandırılan teorinin titizlikle irdelenmesi ve kapitalist sistemin ve sistem içinde yaşanan sınıf savaşımının geçirdiği değişimler hareket noktası olarak alınarak geliştirilmesi gerektiğini görüşündedir. Örgütlerin işlev gördükleri toplumsal koşullar, sürekli olarak ve kimi dönemlerde köklü olarak değişiyor. Komünist örgütler bu değişimleri kendi örgütsel yapılarına yansıtmak ve kendilerini yeniden yapılandırmak zorundadırlar.  Örneğin, gerek sermayenin örgütlenme biçimlerindeki gerekse işçi sınıfının yapısındaki değişimler (sanayi sektöründen hizmet sektörüne doğru kayma gibi) Leninist örgüt teorisini nasıl etkiler? Leninist örgüt teorisinde eskiyen öğe ya da öğeler var mıdır, varsa ne ya da nelerdir bunlar? Bu teorinin hangi yönlerden geliştirilmeye gereksinimi vardır? Sözün kısası, toplumun ekonomik, toplumsal-sınıfsal, politik ve kültürel yapılarındaki ve genel olarak politik savaşım teorisi ve pratiğindeki değişimler örgüt teorisine ve örgüt pratiğine yansıtılmak zorundadır.

Krize karşı komünist devrimci sinir merkezi

Lenin’in “Marksizmin Tarihi Gelişiminin Bazı Özellikleri Üzerine” başlıklı yazısında Marksizm’de parçalanmaya (iç krize) ilişkin olarak belirttikleri, gerekli değişikliklerle birlikte, bugünkü duruma da uygulanabilir:

“Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz.Bugün en önemli görevimiz, krizin derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün Marksistleri bir çatı altında toplayarak, Marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan ‘yol arkadaşlarının’ çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır…”[12]

“… bu parçalanmayı kaçınılmaz kılan nedenleri anlamak ve onu önlemek için kararlı ve birlik içinde savaşmak, yaşadığımız dönemin Marksistlere yüklediği en önemli görevdir.”[13]

İdeolojik-teorik savaşım, teorik yeniden üretim ve yeni kadroların eğitimi ve örgütlendirilmesi ve genç kadro kuşağının deneyimli kadro kuşağıyla  iyi bir harmanlanması yoluyla komünist hareketin krizine müdahale. İşte içinde yaşadığımız dönemin komünist-devrimcilerin önüne koyduğu en önemli görev. Bu görev, komünist kadrolardan ve devrimci pratikten koparak gerçekleştirilemez. . Bu görev, teoricilerle pratikçilerin ayrı yollardan yürüdükleri koşullarda yerine getirilemez. Komünist hareketin çok sayıda ve çok yönlü yeteneklere sahip olan bilim insanlarına, özel olarak anmak gerekirse teorisyenlere gereksinimi vardır, olumsuz anlamıyla akademisyenlere değil.   

Verili durumda komünist hareketin en çok gereksinme duyduğu şey, en önemli örgütsel görev kronik kriz içinde yaşandığını kabul eden, krizin nedenlerini anlayan ya da en azından bunları araştıran, sorular soran, komünist hareketin varolan görevlerini ve önceliklerini doğru saptayabilen komünistlerden oluşan, özellikle ideolojik-teorik olarak güçlü ve gizli örgütlenme sanatında görece ustalaşmış bir çekim merkezi örgütlemektir: komünist devrimci sinir merkezi!

Varolan organizma, sınırlı kadro gücüyle komünist hareketin çok yönlü kriziyle boğuşmayı göze alıyor. Bu anlamda da gözü kara ve inatçı olan komünist-devrimcilerden oluşan, açık ve ilan edilmiş politik amaçlara sahip olan küçük bir propaganda örgütü olduğunu da unutmuyor. Komünist hareketin genel ve kronik kriziyle boğuşan ve boğuşma niyetinde olan bireylerin, başka çevre ve örgütlerin varolduğunu da.

Politik bir organizma olarak, sözü edilen türden bir sinir merkezinin orta ya da uzun erimde kurulabileceğinin bilincindeyiz. Komünist hareketin kriziyle uğraşma görevini verili durumda temel görevimiz olarak kabul ediyoruz. Komünist devrimci bir sinir merkezinin kurulması görevini komünist hareketin krizden çıkış sürecinin kavranacak halkası olarak saptıyoruz. Böylesi bir komünist devrimci sinir merkezinin kurulması için alçakgönüllü bir çalışma içindeyiz. Böylesi bir görevin yerine getirilmesine katkıda bulunabilecek en küçük bir potansiyel enerjinin en verimli olarak kullanılması gerektiğinin bilincindeyiz. Bu yönde atılacak en küçük adım komünist-devrimcilerden gereken ilgiyi görecektir. Proleter Devrimci Köz’ün çağrısına katılıyorum: Bütün ülkelerin komünistleri birleşin!

Krize müdahalede teorik çalışma – pratik çalışma ilişkisi

Dünya komünist hareketinin krizi sorunu ele alınırken öncelikle onu analiz etmek gerekiyor: önce analiz, sonra sentez. Krizin analizi, olabildiğince ayrıntılı olarak, onu bileşenlerine ya da ilgili alanlarına ayrılarak yapılmalıdır. Bir akım olarak Marksizm-Leninizm’in krizinden genel anlamda da söz edilebilir, tikel anlamda da. Marksizm-Leninizm’in genel krizi dendiğinde anlaşılması gereken bir teorik-pratik akım olarak onun hem teorik ve hem pratik düzeyde kriz geçirmekte olduğudur. Başka biçimde ifade edilecek olursa, söz ve tartışma konusu edilen komünist hareketin ideolojik, teorik, politik ve örgütsel alanlarda geçirmekte olduğu krizdir. Son iki alandaki krizi “pratik kriz” başlığı altında toplayabiliriz. Marksizm-Leninizm teorik düzeyde bir kriz geçirmekte midir? Bu soruya olumlu bir yanıt veriliyorsa eğer, sorulması gereken diğer soru Marksizm-Leninizm’in teorik kriziyle pratik krizi arasında nasıl bir ilişki olduğudur. Bir düzeydeki krizin diğer düzeyi, şu ya da bu derecede etkilememesi düşünülemez. Bu nedenledir ki, bilme sürecinin göreli olarak iki karşıt yanını oluşturan teori ve pratik  birbirinden ancak analiz kolaylığı sağlaması nedeniyle ayrı ele alınabilirler. Eğer her iki düzeyde de kriz varsa bu iki  düzeyin birbirlerini nasıl etkiledikleri konusunda bir senteze ulaşmak gerekir.

Marksizm-Leninizm’in geçirdiği ağır krizi anlamak, onun üstesinden gelmek için işçi sınıfı hareketi ve emekçi kitle hareketi ile haşır neşir olmak gerekiyor. Onların içinde olmak gerekiyor. Dünya ve yurt ölçeğinde pratik hareketin sorunlarına çözüm ve ortaya attığı sorulara yanıt üretmeye yönelik olmayan bir teorik çalışma krizi atlatmaya yardımcı olmaz. Hatta onu ağırlaştırır. Teorik çalışma bir tarih araştırması ve yazımı olmayacaksa eğer, bugünkü durumu başlangıç noktası olarak almalıdır. Verili durumdan hareket etmelidir. Bu sosyalizmin sorunlarını geçmişe uzanarak araştırma vb. çalışması  ile bir çelişki oluşturmaz. Tam tersine, bu ikisi birbirini tamamlar. Marksist-Leninist teori özel olarak içinde bulunulan kapitalist toplumu tanımak ve onun bilgisine dayanarak onu tasfiye etmenin teorisidir. Yerine yeniyi kurmanın teorisidir. Onun bu özelliği ısrarla korunmalıdır. Dünyayı değiştirme etkinliğine olabildiğince etkin olarak katılmaksızın (bu komünist hareketin her bir üyesi için  her günkü pratik mücadelede bizzat yer almak demek değildir) krizden çıkışı sağlayabilecek katkılar (teorik düzeyde de) yapılamaz. Marksizm’in kurucularının,  olanaklı olan her durumda, politik mücadelenin içinde yer aldıkları unutulmamalı.

Olabildiğince ayrıntılı işbölümü yapılmaksızın  görevler gereği gibi yerine getirilemez. Komünist hareket, herkesin her işi yaptığı, yapabildiği işbölümü tanımayan bir organizma değildir. Diğer şeylerin yanı sıra, teorik çalışma yapabilecek bilgi birikimi ve özelliklere/yeteneklere sahip olanlar arasında yapılacak iyi düşünülmüş ve verimli bir işbölümü zorunludur. Teorik çalışma ne kadar ilerletilirse, teori ne kadar geliştirilirse, Lenin’in ” ‘Halkın Dostları’ Kimlerdir?”de vurguladığı gibi, komünist hareketin pratik çalışması da o kadar hızlı büyür, güç kazanır.

Teorik çalışma – pratik çalışma ilişkisinde komünistler için öncelik ikincisindedir. Teorik çalışma pratik çalışma için yapılır, onun hizmetindedir. Ama pratiğin önü de teori tarafından sürekli olarak aydınlatılmalıdır. Teoriye maddi bir güç kazandıracak olan pratiktir. Önünü  ve olabildiğince uzağı görebilmek için de sürekli olarak geliştirilen ve zenginleştirilen teori de  olmazsa olmazdır.

7. Sonsöz yerine

Marksizm-Leninizm’in temel ilkelerine dayanılarak yapılan her eleştirinin, arayışın vb. destekçisi olmak gerekir. Yaşanılan süreçte, arayış girişimlerini, devrimci konumda kalmak önkoşuluyla, anlayışla karşılamak gerek. Devrimci olarak kalındığı sürece arayış çabalarında kötü niyet aranmamalı. Marksist-Leninist otorite ya da otoritelerin olmadığı, komünist hareketin tarihinin en ağır krizini yaşadığı tarihsel koşullarda arayış içinde olmak, o güne kadar var olanı, bazen aşırıya da kaçarak, eleştirmek anlayışla karşılanmalıdır. Devrimci bir arayış içinde olmayı son derece normal, haklı ve gerekli sayarım. Komünist hareketin on yıllardır süren çok yönlü krizi koşullarında başkası da olamaz. Her şeyin yolunda gittiğini düşünmeyenlerin sorular sormaları, sorunları gündeme getirmeleri, çözümler önermeleri kadar yerinde olabilecek başka ne olabilir ki? Marksizm-Leninizm’i devrimci eleştirel biçimde kullananlara, devrimci bir arayış içinde olanlara, “buna ne gerek var?”, “sorunlara çözüm üreten ya da üretme yeteneğinde olan somut teori ya da teoriler var; Marksist-Leninist teori dünya ve ülke sorunlarına, işçi sınıfı hareketi ve sosyalist hareketin karşı karşıya bulunduğu sorunlara yanıt verebilecek düzeyde sürekli olarak zenginleştiriliyor, yeniden üretiliyor” diye karşı çıkmak olanaksız. Dünya komünist hareketinin içinde bulunduğu durumda iyi niyetli çıkış yolu arayışlarına karşı sekter tavır takınmak ancak kendi durumundan hoşnut olanların işi olabilir.

Genel bir çekim gücü olan teori ya da teoriler yok. On yılların birikmiş sorunları son derece ağır. Ne teorik ne de pratik olarak, on yıllardır çekim merkezi olabilecek odak ya da odaklar var. Doğru dürüst teori üretimi yok, vb. Komünistler, diğer şeylerin yanı sıra, üretememe krizi geçiriyorlar. Çok eskiden, 20. yüzyılın ilk on yıllarında, sosyal bilimlerde ve politikada, özellikle teorik ve pratik yaratıcılık söz konusu olduğunda,  öncü konuma sahip olanlar ve düşün dünyasında gündem belirleyici olanlar Marksistler ya da Marksizm adına hareket edenler olurdu. Bu dönem çok gerilerde kaldı. Hiç kimse ne kendini, ne de başkalarını aldatsın ya da oyalasın.  On yıllardır teorik çöllerde yönümüzü bulmaya çalışarak dolanıp duruyoruz ve zaman zaman da serap görüyoruz. Böylesi bir durumda insanların bir çıkış yolu arayışı içine girmeleri değil, girmemeleri anormaldir. Teoride ve pratikte öncü olma konumunu bir daha ne zaman yakalayacağız? İşte, yanıtlanması gereken sorulardan biri de budur.

Arayış içinde olmak yeni baştan başlamak demek değildir. Arayış çalışmasında yol göstericiden yoksun olmak demek değildir. Arayış çabaları içinde hatalar da yapılacaktır. Önemli olan en az ve en az zarar verici hatalar yapmaktır. Krize yol açan nedenler ve karşı karşıya bulunulan sorunlar bilimsel bir çözümleme konusu yapılacaklarsa eğer, Marksizm-Leninizm her yönüyle eleştirel yaratıcı biçimde kullanılmalıdır. Yol gösterici vardır. Sorun bu yol göstericinin ışığında doğru yolu bulabilmektir. Arayışta kullanılacak yol gösterici temel düşünceler (ilkeler) sorunu muğlaklaştırılamaz ya da alacakaranlıkta bırakılamaz. Hiç değilse bu bakımdan zihin açıklığına sahip olunmalı. Marksist-Leninist olma iddiasında bulunanlar, Marksist-Leninist teorinin özünü ve temel ilkelerini tartışma konusu yapmazlar. Örneğin, proletarya diktatörlüğü ilkesini tartışma gündemine getirmezler. (Burada, bu diktatörlüğün nasıl anlaşılması ve örgütlenmesi gerektiği üzerinde durmak gerekmiyor.) Çok ve ağır zarara yol açabilecek hatalardan sakınmak için Marksizm-Leninizm’in temel ilkelerini kullanmak ve komünist hareketin mirasının olumlu ve olumsuz unsurlarından/yönlerinden öğrenmesini bilmek zorunlu.

Komünist hareketin genel ve kronik krizi irdelenir ve tartışılırken birçok şey belki yeniden keşfedilmek zorunda kalınacaktır. Gerekiyorsa çok gerilere de gidilir. Geçmişte gereken ilgiyi görmemiş tezler ve teoriler de olabilir; ama, ciddiye alınabilir bir çıkış yolu arayışı için, kabul edilmek zorundadır ki, başlangıç noktasından yoksun değiliz. Krizin dev dalgalarıyla boğuşurken kılavuzsuz ya da pusulasız değiliz. Yeter ki, onu kullanmasını bilelim.

 Eylül 2005

   



[1] Başlığında dile getirilen sorunun görece ayrıntılı olarak ele alınmasına genel bir giriş olarak görülmesi gereken bu yazı, 1980’li, 1990’lı ve 2000’li yıllarda yazmış olduğum kitaplardan, broşürlerden, yazılardan, mektuplardan ve notlardan da büyük ölçüde yararlanılarak hazırlandı.

[2] Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 144

[3] A.g.y., s. 145

[4] Karl Marx, Kapital’in 1. Cildinin Fransızca baskısına “Önsöz”

[5] 1920’li yılların sonu ile 1930’lu yılların başlarından bu yana Marksizm-Leninizm’i kimlerin temsil ettiği, yani kimlerin komünist ideolojik-politik kimliğe sahip oldukları ayrıca ele alınması gereken bir konu.

[6] Genel olarak kabul edilenin tersine, İkinci Enternasyonalde bilimsel komünizmin egemen akım olup olmadığı benim için bir soru işaretidir. Eğilimim olmadığı yönündedir. Bilimsel komünizmin egemen akım durumuna gelmiş olduğu kabul edilse bile bunun çok kısa sürmüş olduğu söylenmelidir. İkinci Enternasyonal, özel olarak anmak gerekirse, Alman Sosyal Demokrat Partisi (ASDP), 1914 Ağustos’undan çok önce sosyalist devrimci savaşım alanını terk etmiş, sosyal-reformist bir ideolojik-politik karakter  kazanmıştı.

[7] Revizyonist görüşlerine rağmen  ASDP üyesi olarak kalan Bernstein’ın ideolojik-teorik etkisi arttı ve yandaşları parti yönetimi içinde giderek artan derecede etkili mevkiler ele geçirdiler.

[8] Kapitalizmin krizi dönemlerinin Marksizm’in yükselme dönemleri olması beklenirdi. Ama öyle olmadı. Nesnesi krizde olan bir teori ve hareket, nesnesinin geçirdiği krizden onun nesnesi olması durumuna son vermek için yararlanamıyor. Bu durum nasıl açıklanabilir? İşte, son derece ilginç bir araştırma konusu.

[9] Marksizm-Leninizm’in krizi sorununun komünist devrimcilerin gündemine geç girmesinin ulusal ve uluslararası nedenleri vardır. Bu yazıda başlı başına ele alınmamış olmasına rağmen, farkına varılacağı gibi, yazının birçok yerinde, özellikle bu bölümde, bu konu, şu ya da bu derecede, işlenmektedir.

[10] Yakın politik tarihin konuları olmalarına karşın, SSCB’nin çökmesinin olumsuz ve olumlu etkileri ve Çin, Kuzey Kore, Küba gibi ülkelerin, burjuva propagandasının etkisi altında,  işçi kitlelerinin ezici çoğunluğu tarafından da  hala “sosyalist ülkeler” olarak görülmeleri komünist hareketin krizi sorunu irdelenirken  dikkate alınmaları gereken noktalar arasındadır.

[11] A. H. Yalaz, Üçüncü Enternasyonal’ i Oportünizm Tüketti, s. 6-8

[12] Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s.144

[13] A.g.y., s.145

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar