Ana SayfaArşivSayı 76Bütünsel Marksizm İçin Althusser ve Cohen ile Birlikte/Karşı

Bütünsel Marksizm İçin Althusser ve Cohen ile Birlikte/Karşı

Bütünsel Marksizm İçin Althusser ve

Cohen ile Birlikte/Karşı

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Gerald Allan Cohen’in Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma (KMTT) ile başlayan, dağınık halde çalışmalarına yayılan ve “analitik Marksist felsefe”nin tam karşıtı olarak “zırva felsefe”ye Althusser’in Marksizmini yerleştirdiği agresif polemik, Teori ve Politika’nın 75. sayısında iki çalışmada ele alındı. [1]

Cohen’in yürüttüğü tek yönlü polemik, 1960’lı yıllarda İngiltere’de Marksist çevrelerde yaşanan ‘Althusser etkisi’ diyebileceğimiz yoğun felsefi-teorik dinamikle doğrudan bağlantılı görünüyor. Cohen de KMTT’nin girişinde Althusser’in Marx İçin kitabının kendisini Marx’ın geç dönem çalışmalarına yönlendirdiğini ve kitabını yazmasına yol açtığını ifade ederek bir bakıma Althusser’e borcunu teslim eder. [2] “Entelektüel üretimde hakim merkezler iki savaş arasında ve sonrası dönemde, sırasıyla Almanya ve Latin Avrupa’da bulunurken artık (…) bunlar İngilizce konuşulan dünyaya kaymış görünmektedir. Mekandaki bu kayma, çarpıcı bir toplumsal değişime” [3] yol açan diğer nedenler bir yana, Marksizm alanındaki kısa ama yoğun Althusser etkisindendir.

Althusser’in, Cohen’in yürüttüğü ve düzeyi gittikçe artan polemikten haberdar olduğuna dair herhangi bir emare elimizde yok. Biyografik bir karşılaştrma ile hiçbir zaman haberinin olmadığını da tahmin edebiliriz. Ancak bir teori kendi oluşumundan ve oluşturucusundan bağımsız olarak nesnel bir hareket içindedir ve Althusser’in Marksizminin Cohen’in eleştirilerine karşı eleştiriler getirmesi her zaman imkan dahilindedir. Alttan alta izlenebilen sorunsal ortaklığı bu iki Marksist arasında etkin bir iletişime eserleri aracılığıyla imkan sağladığı gibi, aynı zamanda temel sorunsalı ─tarih biliminin bilimsel statüsünün savunulması─ ele alış biçimlerinin nesnenin farklı düzeylerinde oluşu ve felsefi pozisyonları temel ayrılıkları beslemiştir.

Althusser ve Cohen’in her ikisi de, tarih bilimini felsefeden yola çıkarak savunmaya girişmiş olmalarına rağmen, savunu tarzlarının felsefe prosedürleri arasında kategorik farklılıklar vardır. Althusser felsefenin “Marx’ın bilimsel keşfi içinde pratik halde içerilmiş” olduğunu, ancak bilimsel eserini vermesine rağmen “bunun kavramlarını aynı kesinlikte felsefi bir eser içinde üretmemiş” [4] olduğunu savunur ve felsefe teorisini semptomatik okumayla oluşturmaya çalışır. Ona göre bilim, felsefi ideolojiden “epistemolojik kopuş” ile oluşur; felsefe ise, bilme sürecini önceleyen, onu denetleyen değil, takip eden, bilime bağlı ardıl bir teorik pratiktir. Ya da onun ifadesiyle “teorik-pratiğin Teorisi”dir. [5] Böylece, “realizm ve materyalizm kategorileri, özellikle bilim kategorisini savunarak bilimin yükünü hafifletmesi için felsefi görev” [6] olarak belirir. “Althusser, bilim kavramı ile bilim kategorisini birbirinden ayırmanın felsefenin önemini azaltmaktan çok arttırdığını bize ısrarla hatırlatır. Felsefi bilim kategorisi verili bir kavram değil, geçerli hale getirilmesi için savaşılması gereken bir kavramdır ve bu savaşın gerçekleştiği yer felsefedir.” [7] Yani bilim kendi pratiği içinde işleyen nesnel bir süreçtir, onu ancak dışarıdan felsefe ile savunabiliriz. Cohen’in felsefesinde ise, Kayan’ın da belirttiği gibi, “felsefe alanında yürütülen polemik Cohen ve analitik Marksistlerce bir bütün olarak Marksizm alanına tahvil edilmektedir.” [8] Dolayısıyla, Cohen ve analitik Marksist felsefe bir uygulama prosedürü üzerinden hareket eder ve tarih biliminin kavramlarını bu felsefenin sınamalarına tabi tutarak felsefeyi doğrudan bilimin içine taşır. Analitik Marksistler, çağdaş bilim felsefecilerinin kimi kategorilerini ve inceleme normlarını, açıkça bilimsel pratik dışında üretilen ‘sınayıcı’ yöntemleri Marksizmin teorik yapısı üzerinde işletirler. Bu nedenle, her ne kadar KMTT “farklı okumalara açık [olsa] ve analitik Marksistlerin yöntemsel tercihleriyle birlikte ele alınması zorunlu olmasa da” [9] ve Cohen’in zımni kabulüyle KMTT, analitik felsefe sınırlamalarına tam anlamıyla uymayarak, “tarihte, ekonomik yapının üretici güçleri geliştireceği için asıl yol olduğunu mantıklı bir şekilde açıklamaya yardımcı olmak için doğruymuş gibi bir mikrohikaye anlatmaksızın modellere sahip olabileceğimizi” [10] göstermiş olsa da, genel olarak onun bilimi bilimin yöntemi olarak kabul ettiği felsefi kaynaklarına uzanmak gerekir.

Bu çalışma kapsamında Althusser (Marx İçin ve Kapital’i Okumak) ve Cohen (KMTT), bizce esas temas noktaları ve ayrımlarının izleneceği yerlerden yola çıkarak bir karşılaştırmaya tabi tutulmayacaktır. Biz, bilim-felsefe-politika epistemolojik ve teorik-politik-pratik ontolojik bütünselliğe dayalı Marksizmin Teori ve Politika’da cisimleşen savunusunda bu iki Marksist teorisyenin etkilerini ele almaya çalışacağız. Marksizmin uzun sürmüş ve güncelde tüm fonksiyonlarıyla ağırlığını hissettiren krizinde öncelikle tarih biliminin savunulması kritik önemdedir. Bütünselliğin temeli olan tarih bilimi, Marksizmi, öncesindeki ya da sonrasındaki, dışındaki ya da içinden çıkan diğer sosyalizm akımlarıyla ayrıştırmak için elzemdir. Bu nedenle, daraltılmış bir özgülleştirmeyle, bütünsel Marksizm için bu iki Marksist teorisyenin çalışmalarının önemi korunurken, aynı zamanda, bütünsel Marksist perspektiften, birbirlerinin eserlerine ve özellikle Marksizmin materyalist felsefe pratiğine yönelik yaklaşımları öne alınacaktır. Ölçek noktamız bütünsel Marksizmdir.

Doğal olarak, bu bir eşit mesafede durmayı gerektirmez ve her başlıkta aynı derecede bir yakınlık ya da uzaklığa sahip değildir. Öne alınan bütünsel Marksizme uygunluk ölçütü içinde ne analitik Marksist felsefe tarafı ne de Althusserci taraf içinde olmadan ama her iki çalışmanın da özellikle tarih biliminin savunulmasındaki farklılıklarıyla birlikte dikkate alınması gereği korunacaktır.

Bu düzey için bir başlangıç noktasına sahibiz: TvP’nin kurucu metni olan Taslak’taki ifadelerle, “Althusser’in teorik binasının zemini, bütünsel Marksist oluşum yolunda teorik bir en uygunluk taşıyor. [11] Ancak bu üstlenme, Althusserci diye bilinen okulun kategorik bir üstlenilmesi anlamına gelmiyordu: “Althusser’in bazı çıkış noktaları (ama varış noktaları değil) ve vargıları (ama bu vargıların öncülleri değil) bulunduğumuz tarihsel konum bakımından doğru soru sorma ve uygun sorunlara yöneltme olarak belirleyebileceğimiz etkin bir işlev kazanıyor. [12] Bu uğraş tüm çalışmalar toplamında ısrarla izlenmiştir.

Daha sınırlı bir zeminde olmak kaydıyla, Cohen’in çalışması, özellikle KMTT, Tarih Bilimi’nin uygulanmasında temel bir kaynak olarak alınmıştır. Metin Kayaoğlu, bir çalışmasında bu durumu şöyle ifade etmişti: Gerald Allan Cohen’e Tarih Bilimi’nin (tarihsel materyalizmin) bu tarz anlaşılışının ortaya konuluşunda özel bir yer vermek gerekiyor. Cohen, üretim kavramının Marx’ın eserindeki yerine ilişkin olarak muhataplarına sağlam bir analitik çalışmayla okkalı ve ezici bir yanıt veriyor. Yanıt bir kitabın adını oluşturuyor: Karl Marx’ın Tarih Teorisi. [13] Aynı çalışmada Kayaoğlu, Tarih Bilimi’nin temel kavramları üzerinden Althusser ile Cohen arasında bir karşılaştırma da yapar.

Çalışmanın sınırları içinde, bilim felsefesi denilen anaakım ile bilimin felsefeleştirilme biçimleri arasındaki bağlantılar ve materyalist felsefe pratiğinin epistemoloji içinde bilim ile oluşturulan ve sürdürülen bağlantı noktaları saptanırken, aynı zamanda, Cohen’in referans aldığı analitik felsefenin sınırlarına da işaret edilecek. Buradan yola çıkarak, bütünsel Marksizm açısından Althusser ve Cohen’in eserlerinin etkileri, sınırları ve yol açıcı yönleri ele alınacaktır.

A. Bilim ile felsefe arasında kalmak:
Bilim felsefesi ya da bilim için felsefe

Bir bilim insanının bilim pratiği ile ilgili fikirleri, bilimsel değil ideolojiktir. Bilim felsefesi ise bilim kategorisi üzerinden yürütülen bir felsefe pratiği olarak katmerli bir ideolojik yan taşır, materyalist ya da idealist biçimler arz eder. Bu, onun gereksizliği ya da anlamsızlığı zannını yaratmamalıdır. Materyalist felsefe pratiği açısından, bilimin bilgisel üretimine dayanmak sürekli bir inşayı gerektirir ve bu felsefe pratiği “bilimsel bilginin geçerliliğini kanıtlayamaz (ya da çürütemez) daha çok bu gerçekliğe yönelik konumu ortaya koyar.” [14] Bu konum, bilim pratiği içinden geliştirilemez. Bilim insanı, bilim pratiğinin kendisini ya da sonuçlarını farklı felsefi protokollerle ele alabilir. Bilim pratiği içinde zorunlu olarak nesnesinin gerçekliğini kabul etmek durumunda olan bilim insanı, gayet idealist bir felsefe de üretebilir. Bu, onun fikirlerinin ontolojik niteliği ile ilgilidir. Diğer yandan, felsefe ile bilim arasında teorik nitelikte, epistemolojik bir ilişki de tanımlanmalıdır. “Felsefe, bilimlerle bir arada yaşamaya meyillidir. O bilimi kodifiye ve hatta motive eder, diğer yandan bilim de felsefeye varacağı sonuçlar için veri sağlar ve başlıca analojilerini verir.” [15]

Bir felsefi ideoloji olarak bilim felsefesi, bilim üzerinde etkinlik kurmaya çalışır. O, bilimin denetleyicisi, uygunluğunun ya da uygunsuzluğunun karar verici mercii olmaya çalışırken tüm ağırlığını yöntem üzerinden işletir. Bilim alanına sızan felsefi ideoloji, bu nedenle, çoğunlukla yöntem sorunu üzerinden ortaya koyulur.

O halde felsefe alanındaki gerçekçilik/adcılık, bütüncülük/indirgemecilik, rasyonalizm/empirizm gibi bir dizi ikiliğin ve bunların içinden ifade edilen konumların doğrudan bilim alanına taşınması meselenin önemli bir yanını oluşturur. Bu ikiliklerin tamamı bir felsefi ontolojiye dayanır ve bu ontolojiyle uyumlu bir epistemoloji oluşturmaya çalışır ya da tam tersinden, bir epistemolojiye bağlı ontoloji tarif etmeye çalışır. Bu nedenle, “felsefi bir bilim görüşünün gerektirdiği dünya türü anlamındaki bir ‘ontoloji’ ile, gerçek bilimsel teori tarafından postüle edilen belirli varlık ve süreçler anlamındaki ontoloji (…), felsefi ve bilimsel ontoloji arasında”ki [16] ayrım çoğu bilim felsefesinde silinir.

Mantıksal pozitivizm, mantıksal atomculuk, mantıksal empirizm ya da analitik felsefe [17] bilimin ‘resmi felsefesi’ olan empirizmin sofistike bir tarzına dayanır. Ontolojide “Ampirizm ideolojisinde dünya yassı, tekdüze, yapılanmamış ve farklılaşmamış olarak görülür, esasen sürekli olarak birleşen, böylece kapalı sistemlerde vuku bulan atomistik olaylardan veya durumlardan oluşmaktadır. Bu olaylar ve bunların sabit bağlaşımları pasif olarak bu verili olguları sezen (veya yakalayan) ve sabit bağlantılarını kaydeden asosyal, atomistik bireyler tarafından bilinmektedir.” [18] Bu, öznelci bir epistemolojiyi beraberinde getirir. En inceltilmiş biçimlerinde dahi, mesela sabit olay örüntülerinin gözlemlenemezliğine yanıt olarak geliştirilen düşünce deneylerinde ya da teoriden bağımsız deney ve gözlem olamayacağını savunan epistemolojik holizme bağlı türlerinde dahi, empirik gerçekliğin atomistik olaylardan oluştuğu kabulü için bunlar arasındaki düzenlilik, atomistik öznenin (bilim insanının), gözlemci olarak dışarıdan yüklediği bir rasyonel inşayı gerektirir. Bilimsel teorinin deney ve gözleme önselliği de bu noktada, dönüşlü, spiral bir deney-gözlem dolayımıyla teorinin kanıtlanmasına dönüşür. Böylece ontoloji, gözlemci/deneyci için saydam olarak kurgulanır. Sonuç olarak, “mantıksal pozitivist açıklama modelinin filizlendiği bilim felsefesi, bilimi icat olarak değil bir keşif olarak görür”. [19] Bilgi, duyusal durumlar içinde mevcuttur ve uygun yöntemle sökülüp çıkarılmalıdır. Bilimsel teori, empirik dünyayı gözlemleyen bireyin, öznenin (bilim insanının) yalın betimlemelerini toparlayan, üst düzeyde açıklama gücüne sahip mantıksal bir düzenlilik sistemi olarak düşünülür.

1940’lı yıllarla birlikte ana bileşenlerinin ABD’ye taşındığı mantıkçı pozitivizm, 1920’li yıllarda Viyana’da oluşturulmuştu. Kimi değişikliklerle analitik felsefeye kadar uzanan “Viyana çevresi, bilimsel dünya kavrayışını temelde iki özellikle ıralar: Birincileyin, bilimsel dünya kavrayışı hem deneycidir hem olgucudur. Yalnızca deneyimden gelen doğrudan verilere dayalı bilgi vardır. Bu, meşru bilimin içeriğinin sınırlarını belirler. İkincileyin, bilimsel dünya kavrayışı mantıksal çözümleme yöntemini uygulamakla tanınır. Bilimsel çabanın amacı, mantıksal çözümlemeyi deney malzemesine uygulayarak hedefe, yani birleştirilmiş bilime ulaşmaktır. Bilimin her önermesinin anlamı verilene ilişkin önermeye indirgeme yoluyla belirlenebilir olmak zorunda olduğundan, aynı biçimde bilimin hangi dalıyla ilgili olursa olsun bir kavramın anlamı da, doğrudan doğruya verilenlere ilişkin olan en aşağı düzeydeki kavramlara ulaşıncaya kadar, adım adım başka kavramlara indirgeme yoluyla belirlenebilir olmak zorundadır. Bütün kavramlar için böylesine bir çözümleme yapıldığında, kavramlar indirgemeci bir dizge, bir ‘oluşturucu dizge’ biçiminde düzenlenecektir. Böylesi bir oluşturucu dizgeye yönelik araştırmalar, yani ‘oluşturucu kuram’ bilimsel dünya kavrayışının mantıksal çözümlemeyi uyguladığı çerçeveyi oluşturur. [20] Bu bir bakıma Hume’un ‘metafizik’ okuluna saldırısını üstlenerek, ‘gözlemlenemezler’ probleminden sıyrılmaya çalışmayı da beraberinde getirir. “Hume (…) matematik gibi tanım gereği doğru olma ya da bilim gibi bir deneyle temellendirilme özelliği taşımayan hiçbir şeyin anlaşılamayacağını savunur.” [21] Bilgi edinme yöntemi dış dünyadan toplanan verilerin teori içinde analitik incelenmesi olarak belirlenince, çağdaş bilimsel gelişmelerde Newton’un kütlesi ile belirip parçacık fiziğine kadar sürekli genelleşen gözlemlenemezler sorunu rahatsız edici olmakla birlikte, teoriye uygulanan ‘matematiksel mantığın’ analiz protokollerini koruyucu işlev görebiliyordu. Kurt Gödel’in matematiksel mantığın a priori kullanımına yönelik karşı kanıtlaması oluşturucu teorilerin de en azından mantıksal olarak sınırlılığını ortaya koydu.

Gödel’in ispatladığı kısaca şuydu: “Aritmetiğin bütün kurallarını içerecek derecede olan herhangi bir aksiyomatik sistemi eksiksiz bir biçimde kurmak, daha güçlü bir sistem, daha fazla sayıda ya da farklı aksiyomlara sahip bir sistem kurmamızı gerektirir. Bu daha güçlü sistemin de kendi eksiksizliklerini ispatlaması onun erişim menzilinin dışındadır. Dahası, tutarlılığa ilişkin ispatlar, içerisinde daha zayıf sistemlerin eksiksiz hale getirilebileceği bir ya da daha fazla sayıdaki güçlü sistemlere bağlı olacaktır her zaman.” [22] Bu ispat, a priori doğruluğu mantığın aksiyomlarından ─analitik doğrulardan─ türetme çabasına dönük ciddi bir sınır çekmiştir.

Gödel’in ispatının doğrudan olmayan sonuçları, Willard Van Orman Quine’ın (1908-2000) 1950’li yıllarda ortaya koyduğu analitik felsefenin empirik gerçekçilik ile karışımı olan felsefesi oldu. Analitik Marksist felsefe genel olarak mantıksal atomculuğa bağlı hareket eder. Ancak bu, beliren sorunlara yönelik geliştirilen soruşturma yönteminde ve cevaplarda analitik felsefe kapsamına dahil olan Quine gibi inceltilmiş bir empirizm savunusuna yol açar. Epistemolojik holizmi savunan filozofların, özellikle Cohen’in eseri üzerinde koşullu bir etkide bulunduğu görülüyor. Bu nedenle Quine’ın fikirlerine yakından bakalım: Quine, felsefenin bilime yakın temas halinde olması gerektiğini, felsefenin bilim karşısında vazifesinin daha bütünsel bir dünya görüşüne ulaşmak olduğunu ileri sürer. Buna göre, ‘yanlışlamacılık’ yani duyu deneyine dayalı tek bir örnekten dolayı teorinin bütününün yanlışlanması anlayışına karşı çıkar. Yanlışlamacılık ya da doğrulamacılıkta (aynı sorunun iki yüzü olarak sahte bir karşıtlık içinde görünüm sunarlar) belirsizlik vardır; çünkü, bilimsel teori aynı düzeyde önermelerden oluşmaz. Kimi önermeler destekleyici konumdadır, kimi önermeler ise temel teşkil eder. Bu nedenle, destekleyici önermelerin bilimsel teori içindeki bağlayıcılık derecesi belirsizdir. ‘Duhem-Quine tezi’ diye bilinen bu teze göre, böylesi bir durumda, yani tek bir önermenin deneysel yanlışlanmasında, teorinin bırakılmasının söz konusu olmayacağı savunulur. Deneysel sınama, bilimsel teorinin önermelerinden herhangi birini yeterli olarak sınayamaz; tüm bilimsel teoriyi sınar. Bütüncü doğrulama, bilimsel teorinin bütüne bağlılığını temel kabul eder. Her bilimsel teorinin kendi varlık alanını kendi ontolojisinin öğelerinin belirlediği kabul edilir.

Quine bilim felsefesi ile ontoloji arasında bir bağ kurar. Bir ontoloji asıl olarak varlık kategorilerine dair söylediklerinden oluşur. Bu kategoriler dizgesi de ontolojik bir bütündür. Bilim, teoriler aracılığıyla dünyayı keşfedip, onun nasıl işlediğini açıklama girişimidir. Teoriler de şeyler hakkındadır. Bu şeyler de bir ontolojik kategori içinde yer alır. Dolayısıyla bir bütünsel teori, ontoloji ve ontolojiden bağımsız bilimsel yan diye ikiye ayrılamaz. Quine için ontoloji ile bilimin sorunları aynıdır. Bilimsel bir teorinin varlığını ileri sürdüğü şey, vardır. [23]

Böyle bir ontolojik bakış, genel bir dilin niceleme mantığı içinde ele alınmasının sonucudur. Dolayısıyla doğrulama da duyu deneyine dayalı bir etkinlik olmaktan öte teoriye dayalı bir etkinliktir. Her bilimsel teori kendi ontolojisiyle ontolojik tekilliklerini oluşturduğu için doğruluktan da söz konusu teorinin oluşturduğu nesneler bağlamında, teorinin sınırları içinde söz edilecektir.

Burada kritik temel, söz konusu teorinin önermelerinden pek çoğunun a priori doğru olduğudur. Bu nedenle, varsayımlar ya da teoriler bunların ardındaki kabuller bağlamında sınanabilir. Bir varsayım ya da teori sınamadan başarıyla çıkamazsa, başarısız olan varsayım ya da teori, bunların arka planındaki bir kısım kabuller yadsınarak elde tutulabilir.

Bilimsel teoriler doğru öndeyilerde bulunmanın araçlarıdır. Dolayısıyla, bilimsel teori deneye uygun olmalıdır. Deney, bilimsel teorinin dile getirdiklerini doğrulamalıdır. Ancak deney, olguların yalın gözlemi demek değil, olguların teorik olarak yorumlanmasıdır. Deney için, kabul edilmiş teoriler ve onların nasıl uygulanacağı bilinmelidir. Bu da bütün gözlem ve deney teori yüklüdür demeye gelir, teoriden bağımsız deney ve gözlem olamaz sonucuna varır. [24]

Quine klasik mantıksal pozitivizmin sorunlarını başka bir düzeyde yeniden üretir. Onun “felsefede ve bilimde kuram seçerken başvurduğu ölçüt empirik yeterliliktir.” [25] Analitik Marksizmin de üstlendiği yönüyle “metodoloji ve mantık da bilimin geri kalanlarından bağımsız temelleriyle birlikte (bu temellerden bağımsız olarak değil) yürütülmesi gereken soruşturmalardır. Bu metotlar ve ilkeler başarılı bilim arayışında kendini gösteren en sağlam desteğe sahip metot ve ilkelerdir.” [26] Quine, tüm bunlara bağlı olarak, bilim ile felsefe arasındaki farklılığı “genellik ve soyutluk derecesine ilişkin farklılık” [27] olarak görür ve böylece felsefeyi bilimin nesnesine doğrudan bağlı, onunla özdeş kılarak epistemolojik sınıra çeker.

Quine’ın doğrulama için dilin niceleme mantığına başvurması ve mantıkçı empirizmin dilin öğrenilebilirliği argümanından çıkardığı sonuçlar ile Cohen’in zırva felsefe eleştirisi uyumluluk gösterir. “Bilimin kuramsal söz dağarı, en sonu gözlemleyebildiğimiz şeyler hakkındaki iddialara ‘tahvil edilmek’ zorundadır, aksi halde boş/anlamsız konuşup yazma riski söz konusudur. (…) Bilimsel kuram diye on dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılda insanlara yutturulan şeylerin büyük bölümünün anlamsız birer saçmalık olduğunun gösterilebileceğini, çünkü kullanılan kuramsal terimlerin sıradan olgusal deneyime ilişkin terimlere tercüme edilebilir nitelikte olmadıklarını ileri sürdüler. [28] Bu tam da Cohen’in “analitik Marksizmin analitikliği, molar fenomenleri sırasıyla varlıkları oluşturan ve daha büyük düzeylerde vuku bulan süreçlerin altında yatan mikro-bileşenlere ve mikro-mekanizmalara atıfta bulunarak açıklama eğilimidir” [29] diye ifade ettiği felsefenin kaynağıdır ve “zırva” felsefeler de buradan yola çıkarak türetilen bir eleştiridir.

“Kurucuları arasında Frege, Russell, Whitehead, Wittgenstein, Carnap ve Quine gibi isimlerin bulunduğu analitik felsefe, felsefenin sorunlarına doğa bilimlerinin teori kurma tarzından alışık olduğumuz tarzda düşünsel yöntemler kullanarak yaklaşır. Bilimdeki gelişmelerle yakından ilgilenen bu ana akımda varsayımlar açıkça ortaya konur, tanımlar netleştirilir, zaman zaman düşünce deneylerine başvurulur, mantık kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalınır, deliller açıkça ortaya konur, tartışılır vs.” [30] Başlangıç noktamıza geri dönersek, Cohen ve analitik Marksistler bu şekilde özetlenen felsefi protokollere harfi harfine bağlı bir felsefe savunurlar. Diğer yandan bunların ne kadarının normatif ve bilim üzerinden tanımlanmış felsefe etiği olduğu, ne kadarının felsefi pozisyon olduğu, ne kadarının bilim içi olduğu tartışmalıdır. Bir anlamda bilim ile felsefe arasından bilim öne alınıyormuş gibi yapılırken, felsefe lehine özdeşlik kurulur. Bilimcilik bilim değildir! “Zırva” felsefe eleştirisinin haklı yönlerini gölgelememesi gerekse de bu felsefe protokolü kendi ideal soyutluğunda çözümlerden öte sorunlara yol açar.

Althusser’in doğrudan analitik felsefe ile ilgili olabilecek ifadesi, “Bilimciler İçin Felsefe Dersleri”nin sonuncusunda “kesin bir denklem” arayışına yönelik, ismi anılmasa da Gödel esinli, Russell’ın ismini anarak yaptığı dolaylı bir eleştiridir: “İyi de bu denklemlerin temeli ne olabilir? O zaman aynı işlem bir önceki işlem üzerinde tekrar başlayacak ve bu böyle sonsuza dek gidecektir. Tarihte böyle garanti üzerine garanti operasyonunu sonsuzca tekrarlayan felsefelere rastlanır. (…) Hatta kümeler teorisinin paradokslarından (bir ögeler kümesi, ögelerinden biri olarak kendisini de içerir mi?) hareketle bu çembersel tekrarlamayı hesaba alıp ya formalist bir yönde (Russell) ya da ontolojik bir yönde (Heidegger) teorisini yapmaya çalışan felsefeler bile vardır.” [31] Althusser bunlara “idealizmin limiti” der.

Bilim pratiği içindeki yöntem seçimiyle, bunlar üzerinde yürütülen felsefe pratiği arasındaki fark tanınmadığında, bilim felsefenin hakimiyetine bırakılır. Tarih biliminin materyalist felsefe pratiği ile savunulması, empirist olmayan bir gerçekçilik ve rasyonalist olmayan bir epistemolojiyi gerektirir. Empirist gerçekçilik ve rasyonalist epistemolojilerin tamamı ya bilgiyi gerçek nesneye indirgeyen ontolojik hataya ya da gerçek nesneyi bilgi nesnesine indirgeyen epistemolojik hataya yol açar. Her iki konum da bilimin nesnel bir süreç olarak ‘özne’den bağımsız varlığını örtük ya da açık bir biçimde öznecilikle budar. İster dilsel sınama, ister anlamsal sınama yöntemi biçiminde olsun, bilim pratiğinin üzerine bir norm olarak yerleştirilen tüm eğilimlerin bir tür rasyonalist ─özneci─ epistemolojiye açılacakları görülüyor. Bütünsel Marksizm için tartışmanın düğümlendiği nokta da tam burada, materyalist felsefe pratiğinin bilime dayalı ama onun özgül nesnesini tanıyan konumundadır.

B. Cohen ile birlikte, Althusser’e karşı

Cohen’in tüm çalışma konuları [32] değil, tarih bilimi ile ilgili çalışmaları, özellikle KMTT’nin yorumlayıcı değil açıklayıcı yapısı ve yöntemsel, felsefi bildirimleri değil pratik halde karşılaştığımız, KMTT içinde beliren sınıflandırılmış analitik yaklaşım temas noktamızdır. Kesin yöntemsel bildirimleri ve felsefesi, “zırva felsefe” eleştirisi belirgin olsa da bizce Althusser ile ayrım noktaları, kesişmeler ve yapılabilecek Althusser eleştirisinin kaynağı burasıdır.

Cohen kendi yöntem ve felsefesinde önsel olarak analitik felsefeye bağlılığını beyan etmiştir. Ne var ki, en azından tarih teorisi kapsamında, ‘bilimsel gerçekçilik’ ile uyumlu bir soruşturma yürütmek zorunda kalmıştır. (Sonraki çalışmalarında, KMTT’nin dışında kalan, onun sonuçlarının ‘katı’ analitik sınamadan geçememesiyle Marksizm dışı bir sosyalizm savunusuna girmesinden ayrı olarak alıyoruz.) Cohen, tarih biliminin uygulamalı bir felsefe aracılığıyla güçlü bir savunusunu oluşturur. Sonraki çalışmaları “bir gelecek toplum öngörüsü” kapsamındaki bireyci yöntemle ele alınmış, liberter çıktılar vermiştir ve ancak eleştiri konusu olabilir. Marksizm kapsamı içinde kalan KMTT, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sının 1859 tarihli önsözünün tarih biliminin temel kavramlarını ortaya koyan ifadelerini ve ona destek olan kimi alıntıları titiz bir analitik incelemeye tabi tutar. Burada tarih biliminin kavramsal yapısı üzerine yeni bir bilgi üretilmez, kitabın başlığında da belirtildiği gibi, bu yapı savunma konusu yapılır.

Cohen KMTT’nin 2000 tarihli önsözünde “dar” ve “geniş” anlamda analitik olmayı ayırt eder: “Analitiğin geniş anlamında ‘analitik’ düşünce ‘diyalektik’ olarak adlandırılan düşünceye karşıdır ve dar anlamda ise ‘analitik’ düşünce ‘bütüncü’ [holistic] olarak adlandırılan düşünceye karşıdır. [33] “Analitik Marksizmi yaratan can alıcı işlem, Marksizmin kendine has, değerli düşünsel yöntemlere sahip olduğu iddiasının reddedilmesiydi.” [34]

Cohen’in yöntemi, kendi söylediklerinden yola çıkarsak, ‘bireyci-empirist’ bir içerik taşır: “Mikro düzeyde bir analiz her zaman arzu edilir ve belirli bir disiplinin gelişiminin belirli bir aşamasında pratik olarak başarılması mümkün olmasa bile ilke olarak her zaman mümkündür.” [35] Diyalektiğin eleştirisinin, felsefi temelleri açısından, özellikle de Marksizm içerisinde kullanılma biçimleriyle birlikte düşünüldüğünde meşru temelleri vardır. Ne var ki, Cohen’in ilke olarak ortaya koyduğu atomik düzeyde inceleme kabulü de ciddi sorunlar doğurur. Cohen atomik düzeyde inceleme oluşamadığında yöntemsel olarak zımnen epistemolojik holizme kapı aralar. “Mikro yapılar”ın aydınlatıcı olmadığı koşullarda “nasıl olduğunu söylemesek de sodyum ve klorun tuzu oluşturduğunu bildiğimiz iddiasına benzer bir iddia” [36] ile genel tarih teorisinin bir modeline sahip olabileceğimizi savunur. Bu aynı zamanda “bilimsel olarak gelişmemişlik”in [37] koşullandırdığı bir zorunluluk olarak kabul edilir.

Bu yöntem kabulü, felsefe ile yöntem arasında özdeşlik kurduğu gibi kimi felsefi normları da bilim pratiği içine ölçüt olarak yerleştirir. Analitik felsefe, bir indirgemecilikle bilimsel kavramları felsefi kullanıma sokar. Cohen’in çalışmasının yöntem seçiminin, rasyonalist ve empirist arızalarına rağmen esas olarak ele aldığı teoriyi savunma saikiyle hareket ettiği ve bunu, savunduğu teorik yapının genelini, onun nesnesinin özgüllüğünü zorunlu olarak tanıyarak oluşturduğu için oldukça kritik bir işlem yaptığını kabul ediyoruz.

Yöntem ile teori arasındaki bağlantı her zaman sorunlu, felsefenin at oynattığı bir alan olmuştur. Althusser’in Hegelci sistemle ‘diyalektik’ arasındaki ilişkiyi ya da ilişkisizliği ele alış şekli bize bir yol açabilir: “Herhangi bir ideolojik olgunun Marksist yorumuna bağlı olarak, diyalektiğin kabuk içindeki çekirdek gibi Hegel’in sistemi içine yerleşmiş olabileceğini tasavvur etmek imkansızdır. Buradan yola çıkarak belirtmek istediğim şey, Hegelci ideolojinin Hegel’in içindeki diyalektiğin özüne mikrop bulaştırmamış olması mümkün değildir; ya da ‘mikrop bulaştırma’ ancak ‘mikrop bulaştırma’ öncesi katışıksız bir diyalektik kurguya dayanabileceğine göre, Hegelci diyalektiğin yalnızca bir ‘söküp çıkarma’nın mucizesiyle Hegelci olmaktan çıkarak Marksist olabileceği tasavvur edilemez. [38] Aynı şekilde, mantıksal empirizmin genel yöntemsel önermeleri soyut ve yalıtık olarak nesnel bir içerim taşımaz, içinden çıktığı felsefenin özelliklerini taşır ve deyim yerindeyse, uyguladığı teorinin karşı etkilerine maruz kalır. Analitik felsefe, mantık biliminin nesnesini başka bilimlere indirgeyerek aslında her bilimin yalıtık özgül nesnesini tanımaz. Böylece, felsefi bir protokolle, bilimin bilimi olarak yer işgal etmeyi amaçlar. Bu nedenle Cohen, pratik halde KMTT’de tarih biliminin kuramsal yapısıyla sınırlanmış, tarih biliminin sınırlarına çekilmiş bir analitik yöntem işletmek durumunda kalmıştır. Bunun ötesindeki iddialar Cohen’in felsefi ideolojisi ile ilgilidir.

Başka bir analitik Marksist Allen W. Wood’dan yola çıkarsak, Cohen’i de kapsayan tarih biliminin bilimsel olarak gelişmemişliğine bağlı yöntemsel seçimin temel koşullandırıcısının henüz içeriğine uygun uygulamaları oluşmamış olan jenerik bir bilim kabulü olduğunu görürüz. Bilimin sürekliliğine açıklama getirmeye dönük bilim felsefesi içinde, Imre Lakatos’un bilim felsefesi olan “araştırma programı” anlayışıyla doğrudan bağlantılar oluşturur. [39] Wood’a göre, “gerek Marx gerek Engels tarihsel materyalizmin ne pahasına olursa olsun savunulması gereken bir dogma olmayıp, ampirik araştırma için bir rehber görevi gördüğünü” düşünür, onların söylediklerini “hâlâ kundakta olan” bir alan için ileri sürülen “araştırma önerisi” [40] olarak kabul etmek gerekir. Bir genel teori olarak ve jenerik bir bilim olarak tarih biliminin sınanması da Lakatos’un [41] bilim felsefesi ile bağlantılı ifade edilir. “Tarihsel materyalizmin doğruluğu veya yanlışlığı kendi kendine kanıtlanamaz olduğu gibi hangi ampirik olguların materyalist hipotezleri doğrulayacağı ya da çürüteceğini kesinlikle ifade etmek de zordur. Tarihsel materyalizm toplumların yapısı, o toplumdaki kurumlar ve yaygın fikirler ile bunların dönüşümleri hakkında bir tür açıklayıcı kuram için önerme ya da taslak mahiyetindedir. Tarihsel materyalizmi bu tarz başarılı kuramlar ürettiği oranda doğrulanmış, ampirik gerçekler materyalist açıklamalarla ters düştüğü oranda çürütülmüş kabul edebiliriz.” [42] Yine de bir bilimsel teorinin değeri onu test ederken gerçekleştirdiğimiz keşiflere dayanır. Büyük ölçüde hatalı olduğu ortaya atılsa bile tarihsel materyalizm tarih biliminde layıkıyla devrim yapabilir ve onu ilerletebilir. Wood’un savunması kısmi ve ─genel bilime oranla Marksizm bakımından─ oransal bir içerik taşır.

Bilimsel teorinin bilim içi pratiğiyle, yani kendi nesnesi içinde ve nesnesi aracılığıyla koyduğu pratikle, onun felsefi ölçütlerle sınanması arasında kurulan bağlantı örtük ya da açık bir empirizm sorunu ortaya çıkarıyor. Cohen tarzı analitik Marksizm uygulaması, bilim nesnelerini yöntemsel olmasa da pratik olarak tanımasıyla ve onların yine açıklayıcı sistemler içinde, açıklama güçlerini netleştirmeyle tarih biliminin ana çerçevesini tahkim etme yönünü yakalar.

Bu durumda Cohen’in Althusser’le karşılaşması bir felsefi yöntemin üstünlüğü ya da analitik Marksizmin ‘bilime uygun’ felsefe olarak üstünlüğü değildir. Tam aksine, bu Cohen’in zayıf noktasıdır. Dolayısıyla “zırvalık” tartışmasının Althusser’de karşılığının aranması belki Althusser’in örtük ifadeleriyle zayıf bir temel bulabilir. Linguistik ya da semantik düzeylerin ise teorik düzeyde rasyonalizmi çağıran bir etkisi vardır.

Daha ötede, özellikle tarih bilimi sınırında ‘Gerçek olanın bilgisini sağlayan nedir?’ sorusuyla temellenen Althusser’in materyalizminde Cohen ile ─en azından KMTT aracılığıyla─ bir karşılaşma yaşandığında belirgin bir eksiklik kendini gösterir. Althusser kendi materyalist epistemolojisine rağmen bilim sınırında tökezler, bilim alanında felsefi materyalizmin soruşturma biçimlerine dayanak aramak yerine felsefede oluşturulmuş ontolojik kabulleri bilgisel sürece taşır. Cohen’in teorik empirizmi ve metodolojik bireyciliği KMTT’de adeta tarih biliminin teorik yapısı içinde belirsizleşir ve uygulanamaz olurken, Althusser’in epistemolojisi bilimin bilgi nesnelerini teşhis etmesine rağmen, bilim sınırına geldiğinde ontolojik materyalizm aracılığıyla onlara sürekli sınır çeker. Bu durumun en belirgin olduğu yer, bir yapının karmaşık bütünlüğüne bağlı “üstbelirlenim” ve ölçüt olarak yerleştirilen “konjonktür”ün bilgi sürecine içerilmesidir.

Kesin ve çok önemli empirizm eleştirisine rağmen Althusser, konjonktürü “fiili anın yapısını düşünmenin epistemolojik bir koşulu olarak ortaya koyar. “Toplumsal bir oluşum tarzında yapılanmış bir karmaşıklığın somut değişikliklerini ve dönüşümlerini anlamayı sağlayan şey yalnızca budur. Bu yapıyı, sabit bir yapılanmış bütün, kategorileri ve sabit düzenleri üzerinde dışsal koşulların ürettiği tesadüfi değişiklikler ve dönüşümler olarak değil; her kategorinin özüne, ‘oyun’una dahil, her çelişkinin özüne, ‘oyun’una dahil, eklemlenmelere yansıyan başat çelişkili karmaşık yapının eklemlenmelerinin özüne, ‘oyun’una dahil somut yeniden yapılanmalar olarak anlamayı sağlar.” [43]

Althusser “üstbelirlenim”i “fiili an”ın yapısını düşünmenin temel koşulu olarak alır. Dolayısıyla “fiili an”ın, konjonktürün bir teorik, epistemolojik yanı aranmakla kalmaz, tüm epistemolojik süreç bu ontolojik koşula indirgenir. Geç dönemde Althusser, konjonktürün, doğa bilimlerinden farklı olarak, bir deneysel koşula sahip olmayan bilimler için deneysel koşul işlevi yerine getireceğini savunur. [44] Tarih bilimi için sınıf mücadelesinin belirleyiciliği de burada gerekçelendirilir.

Tarih biliminin açıklayıcılık düzeyi içinde, kavramsal netliğini teorik bakımdan ortaya koymak bakımından Cohen ciddi avantajlar barındıran bir eser ortaya koyarak Althusser’in sınırında kaldığı, koşullarını belirlerken pratiğini sergilemede tökezlediği yere oturur. Cohen’in çalışmasının değerlendirilmesi, Althusser’in ortaya attığı sorular ve başlangıç noktaları olmadan, sınırlı ve bütünselliğe kapalı bir yapıdadır. Cohen felsefeyi adeta hiçe indirgeyerek, ‒bilimin yöntemi olarak‒ bilimle özdeş kılar. Bu durum materyalist felsefe pratiğinin bilime bağımlılığının sınırlarını aşarak bilime felsefi ve ontolojik sınırlar çekmekle sonuçlanır.

Bu nedenle bizce, Cohen’in KMTT eseri, Althusser’in bilgiyi bir üretim olarak ele alan epistemolojik yaklaşımı ve gerçek nesne-bilgi nesnesi ayrımı ile birlikte ele alınmak durumundadır. Althusser’in kendi öncüllerini ihlal etmesinin sonuçlarına kapalı bir teorik bütünsellik için Cohen’in uygulaması rasyonalist arazlarından temizlenmek şartıyla uygunluk taşıyan bir tarih bilimi savunusudur.

C. Althusser ile birlikte, Cohen’e karşı

“Althusser, Marx İçin ve Kapital’i Okumak’ta Marx’ın teorisinin hangi bilimsel yapı ve felsefi kavramlardan inşa edildiğini bir analiz işlemiyle açığa çıkararak, tarihsel materyalizm üzerine açıkça kurucu nitelikte olan bir çalışma yapar. [45] Althusser’in çalışmaları nihai çözümler sağlamamakla birlikte, bütünselliği düşünmek için önemli hareket noktaları sağlar.

Cohen’in “Hem geniş hem de dar anlamda analiz gayesine bağlılığımız değişmezdir. Ve Marksist tezlere olan bağlılığımız (sosyalist değerlere olan bağlılığımızın aksine), analitik teknik gibi mutlak değildir” [46] ifadesindeki konum bildirimi ile Althusser’in “Marksist olmak, Marksist kalmak ve yeniden Marksist olmak için” [47] diye beliren konum bildirimi arasında kategorik fark vardır. Bu, Marksizmi bütünsellik olarak düşünmek ile onu belirli bir bilim tekniği prosedürüne uygun bir bilim olarak düşünmek/denetlemek arasındaki kategorik farktır. Bu farkın Cohen tarafı, aşkın bir tekniğin ‘akla uygunluk’ kriteri ile bütünselliği tanımaz.

Epistemolojk düzeyde bilimin de taşıyıcısı olan özne tipi olarak ‘Marksist’in olamayacağı, dolayısıyla Althusser’in konum bildiriminin en genel manada ideolojik bir nitelik taşıdığı doğrudur. Ancak Marksizmin bütünselliği, ideolojiyi de kapsayan ontolojik bir yapı taşır. Felsefe bu düzeyde de teorik bir konum almada materyalist pratiği işletir. Dolayısıyla, önsel olarak üstlenilen “Marksist olmak”, tarih bilimini savunmak, tarih biliminin nesnel bilgi üretim mekanizmalarını tanımamak anlamına gelmez, aksine, rasyonalist ve empirist öğelerden arındırılmış bir biliminin olanaklılığını öne sürer.

Althusser’in Cohen’le dolaylı olarak karşı karşıya geldiği yerler haricinde neredeyse doğrudan karşılaştığı yegane yerlerden biri ‘yeni-pozitivizm’ eleştirisidir. Doğrudan Cohen’in içinde olduğu felsefi protokole yönelik eleştirisinde Althusser, önce sorunu tarif eder:

“Bugün kayda değer yeni bir gelişme söz konusudur: Olgular alanında, dilin olguları ortaya çıkarken bununla beraber bilinçdışının olguları da ortaya çıkar, ayrıca daha şaşırtıcı olan, matematik, mantık, bilim ve felsefe olgularının ortaya çıkmasıdır. Bu durum tam olarak şuna işaret eder: Eski pozitivizmin, yasalar olarak, teoriler olarak incelediği ve kabul ettiği şey şimdi olgular olarak incelenmektedir; her ne kadar söz konusu olan, önceden olgu olmayan şeyler olsa da. Şu halde pozitivizmin kendini kendinden gizlice ikiye katladığına şahit oluyoruz: Eski yasalar (ya da bunlara denk olan şey) artık olgular olarak ele alınmaktadır ve bu yeni olgulara eski işlem yeniden uygulanmaya başlar. Bu yeni olguların yasalarını çıkaracağız. Böylece yasaların yasası olan yasalar, teorilerin teorisi olan teoriler, dillerin dili olan bir dil, matematiklerin matematiği olan bir matematik çıkaracağız. Eski yasaları yeni olgular olarak gösteren yeni ifadeler de buradan gelecektir: Teorilerin teorisine meta teori denir, var olan matematiğe ait biçimsel sistemlerin matematiğine meta matematik denir vb. Tüm bunlar, bundan böyle stratejik nesnesi bu ikiye katlamayı düşünmek olan mantıksal matematikte en yüksek noktasına varır.” [48]

Buraya kadar, Cohen’in de içinde bulunduğu felsefi konumun kendisini bilimle özdeş kılma biçimlerinin bilim düzeyinde işletilmesi üzerine kimi ipuçları verir Althusser. En azından Cohen’in analitik yöntemi tanımlayışında bir ‘yöntemlerin yöntemi meta yöntem’ esininin bulunduğu aşikardır. Üstteki alıntıda bilimde oluşan durum ile yeni-pozitivist felsefenin bunları kullanım tarzlarını kasten karıştırdığını belirten Althusser, yeni-pozitivizmin karıştırdığı şeyi ayırmak gerektiğini belirtir: “[B]ilimlerin haklarını bir yana, yeni-pozitivist felsefeyi diğer yana. Modern mantık matematiğinin hakları, tek bir an için bile tartışma konusu değildir. Bunlar mutlak ve sarsılmaz bilimsel haklardır. […] Tartışma konusu olan yeni-pozitivist felsefenin bu bilimsel kavramları felsefi kullanıma sokmasıdır.” [49] Peki bu sorun nasıl oluşur? Analitik Marksistlerin yaptıkları gibi: Uygulama olarak herhangi bir ayrım yapmadan ya da kullanışlı kabul ettikleri tekniklerle mantıksal matematiğin bilimsel kavramlarından tarih biliminin nesnelerine uzanılmasını sağlamayı amaçlayarak. Bu, homojen, düz bir dünyaya dayalı empirist epistemolojinin sonucu olduğu gibi, bilme sürecini de doğrudan öznenin kullandığı yöntemlere indirger. Ne var ki, her bilimin nesnesi özeldir, “bilimlerin asla ‘alelade’ bir nesneyle işi olmaz. [50] “Yeni-pozitivist felsefenin gerçek bilimlere soktuğu bilimsel kullanım, tam da gerçek, özel kılınmış nesnelerin, sanki bunlar ‘alelade’ bir nesnenin basit temsilcileriymiş gibi ele alınmasından ibarettir. [51]

Tüm bu işlemlerin içinde öne çıkarılan mantığa verilen biçimsel rol altta yatan ampirizmi gizler. “Ampirizmin bugünkü temsilcisi olarak pozitivizm bizim bir numaralı rakibimizdir. […] Bizim yakın geleceğimizi istila edecek ve yönetecek mantıksal pozitivizmi, ampirizmin biçimci değişkeni olarak hesaba katmak gerekir. Mantıksal yeni-pozitivizme ulaşmak için ona kalbinden saldırmak, mantıksal yönünden ya da ikincil olan biçimciliğinden değil ampirizminden…” [52]

Bu uzun alıntılarla Althusser’in Cohen karşısındaki konumunun netleştirilmiş olduğunu sanıyoruz. Althusser’in empirizm eleştirisi, Cohen’in yöntem ile ilgili bildirimlerine ve genel olarak bunun dayandırıldığı felsefeye karşıtlık oluşturur. Cohen’in bu konuda, özellikle linguistik sınama ve sınırlama ifadesi ile doğrudan bilim ile özdeşlik kurma haricinde belirgin bir karşı yaklaşımı, en azından bildirimlerin kısa ve kesin ifade tarzının ötesinde, bulunmamaktadır.

Cohen’in KMTT’sinde bu düzeyde bir empirizm teşhis etmek güçtür. Ama ilkesel olarak kabul ettiği inceleme biçimi/tekniği ile onun uygulandığı nesne arasındaki bir fark sorunudur bu sadece. Ne var ki, sadece “mikro yapılara” ─tarih biliminde bunun karşılığı olarak kurulan “rasyonel faillere”─ gerçekte sahip olmanın açıklayıcı gücünün artmasını sağlayacağı fikri değil, ayrıca linguistik mantığın denetleyiciliği de benzer sorunlara yol açar. Cohen, belki KMTT’de yeterince metodolojik bireyci bir empirizm içinde hareket edemez ama empirist bir gerçekçilikten de çıkamaz. Dolayısıyla empirizm, Althusser’le birlikte, Cohen’e yöneltilebilecek en net itiraz noktasıdır.

Empirizmden kaçınmanın başlangıç noktası, bilgiyi bir üretim olarak ele almaktan geçer. [53] Buna göre, “bilim ancak tanımlı bir teorik yapının alanında sorun ortaya koyabilir, bu yapı da sorunsaldır; ve bilimin belirli bir anında tüm sorunun konumsal biçimlerinin mutlak tanımlı olasılık koşulunu, dolayısıyla, mutlak belirlenimini oluşturur.” [54] Teorik bir sorunsal içinde, her bilim kendi nesnesini yalnızca belirli bir kavramsal yapı içinde sorgulayabilir. Teorik bir sorunsal, bir öznenin (bilim insanının) gözlem mesafesindeki nesneyi edinmesi değildir. Bilgi süreci de nesnede hazır ve nazır olan bilginin çekip çıkarılması ya da ondan yansıyan, ona içkin olan öğelerin soyutlanması değildir; mermer bloğunda heykelin saklı olmadığı gibi. Nesne, bilgi sürecinde doğan bazı pratiklerin ve teorik pratiklerin nesnesi olarak düşünülür; kendisi olarak değil. “Tüm ampirik bilgi süreci, gerçekten de öznenin soyutlama olarak adlandırılan işleminde yatar: Bilmek, gerçek nesneden özünü soyutlamaktır, dolayısıyla, bu öze öznenin sahip olmasına bilgi denir.” [55] Bir özne ve nesneyi pratik sürecinden önce varsayan ve ampirizmi de karakterize eden kurgusal yaklaşım “bilgiyi mevcut haliyle bilgisi olduğu söylenen gerçek nesneye bağlı olarak tanımlayan belirli bir ilişkidir” [56] ve bu nedenle, ampirist bireyci için, bilgiyi oluşturan öznenin nesnesini görmesi ve bu öze sahip olması bilmenin koşuludur.

“Althusser’in ampirist görüşe yönelik eleştirisi iki temele dayanır: Birincisi, kuramsal pratiğin ilk nesnesini ya da ham maddesini gerçeğin kendisi olarak ele aldığı için; ikincisi, kuramsal pratiğin ürünü olan bilgileri, bilinebilecek gerçek nesnelerin gerçek bir parçası olarak ele aldığı için. Bu hareketlerden ilki, savunulması imkansız bir nedensellik anlayışına, fizik yasalarının (bu olayları yaratan mekanizmalar değil) fiziksel olayların sabit bağlaçları olarak özdeşleştirilmesi ile sonuçlanır; ikincisi ise gerçek olan bilginin nesnesi ile gerçeğin bilgisi, öznenin deneyimi arasındaki ilişkiye yönelik felsefi bir sorun doğurur. [57] Cohen ilk problemden, genel teoriye, onun sınırlarına çekilerek ve kavramsal yapının bütünselliğini ilkesel olmasa da pratikte kabul ederek sıyrılır. İkinci meselede ise kullanılan tekniklerin özellikle rasyonel failler şeklinde tanımlanarak indirgenmesine açıklık taşır. Bu da bilgi nesnesinin açıklayıcılık değerini düşürür. Toplumsal sürecin açıklanmasında oluşan maddi yapılar failin rasyonel davranışlarına dönüşür, böylece, açıklanması gereken ile açıklayıcı arasındaki ilişki tersine çevrilerek teleolojiye kapı aralanır. KMTT, kendi nesnesinin sınırlandırması yüzünden, bu çekime kısmen direnebilmiş olmanın gücünü taşır.

Althusser indirgemecilik içine düşmeden ─sadece gerçeğin bilgisine indirgenmesi ya da bilginin gerçeğe indirgenmesi anlamında değil─, her bilim gibi tarih biliminin de kendi özgül nesnesini inşa ederek ortaya çıktığını, bilgi nesnesinin gerçek nesnenin bir yansıması, soyutlaması olmadığını ortaya koyar. Bilimler kendi nesnelerini üretirler ve bu nesneler aracılığıyla gerçekliğin bilinebilirliğini ortaya koyarlar. Nesnelerin bilgisi, onları tanımlayan özgül biçimler içinde üretilir.

Althusser’de bilgi nesnesi-gerçek nesne ayrımı empirist olmayan bir gerçekçilik temelinde kurulan materyalist tezler üzerine inşa edilir. “Gerçek ve farklı yanları […] başka şeydir; […] gerçeğin düşüncesi ve farklı yanları […] başka şeydir. Bu ayrım ilkesi iki temel tezi içerir: 1) Gerçeğin, gerçeğe dair düşünce üzerindeki önceliği şeklindeki materyalist tez, çünkü gerçeğin düşüncesi, gerçeğin kendi düşüncesinden bağımsız varlığını varsayar; ve 2) gerçek ve gerçek süreç karşısında düşünce ve düşünce sürecinin özgüllüğü materyalist tezi.” [58] Bu tezlere bağlı olarak, gerçek ve gerçeğin bilgisi arasındaki ilişki bir “bilgi ilişkisi” olarak ele alınır: “Bilgi ilişkisi ile gerçek ilişki arasındaki bir ayrım temeldir. Eğer buna uyulmazsa kesinlikle ya kurgusal idealizme ya da empirik idealizme düşülür: Kurgusal idealizmde Hegel ile birlikte gerçeği düşünceye indirgeyerek […] düşünceyle gerçek birbirine karıştırılırken, empirist idealizmde gerçeğin düşüncesi gerçeğin kendisine indirgenerek düşünceyle gerçek birbirine karıştırılır.” [59]

Bu noktadan sonra, Cohen’in analitik felsefe prosedürlerinin Althusser’in felsefesine uygulanabilir olup olmadığı sorulabilir. Cohen net olarak ifade etmediği için, Kapital’i Okumak’ta hangi yönlerin telafi edilemeyecek kadar spekülatif ya da “açıklanamayacak kadar belirsiz” olduğunu bilemiyoruz. Geliştirilen semantik ölçütlerin “olumsuzluk eki eklenmesi ya da çıkartılması ifadenin makuliyet düzeyinde değişikliğe yol açmıyorsa o ifade belirsizdir” [60] sınaması ilham verici olsa da bir bilgi süreci konu alınıyorsa bu testin oldukça sınırlı ve anlamı, önerme düzeyine indirgemeyle kusurlu olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan Cohen, dogmatiğin kendi pozisyonunda tutarlı olmasına rağmen, “zırvalayanın” “yenilmemiş olmak adına basitçe üzerine düşülmemiş ve/ve ya muğlak bir diğer konuma geçiş yaptığını” [61] söyler. Ne var ki bu, felsefe pratiği için sorgulanması güç bir noktadır. Haliyle Cohen’in ölçütünden, felsefede olmak yapısı gereği “zırvalığı” üstlenmektir sonucu çıkar; analitik değilseniz!

Analitik Marksizm esas olarak açıklayıcı teorinin netleştirilmesini savunmayla uğraşan bir meta-teori olma iddiasındadır. Bunun için, gerçekliği atomistik olaylar düzeyinde açıklayabilecek bir teori hedefler ve bu, atomistik önermelerin sınanmasıyla olmalıdır. Ne var ki, “kuramların mükemmelliğinin ontolojinin ölçüsü olmasını hepimiz benimsesek bile, bu ilke tek başına bütün ontolojik sorunlarımızı çözüme ulaştırmaya yetmez. Diyelim ki Ø s sınıfının en iyi ihtimalle zayıf ve yüzeysel bir kurama göre ileri sürülebilmesi ve yine de ontolojik güvenilirliğini koruması ancak bu kuramın üstünlüklerini zorunlu olarak doğrulayabileceğimiz daha üstün bir kurama açıkça indirgenebilmesi durumunda mümkündür. Buna göre kuramlar arası indirgemeye dayatılan koşulların sıkılığının merkezi bir öneme sahip olduğu ortaya çıkar. [62] Böylece tüm analitik soruşturmaya olumlu yanıt veren bir teorinin değeri yine de belirsizdir. Teoriler arasında indirgemenin nerede başlayıp nerede biteceğinin belirsiz olması gibi.

Bir teorinin kendi ifadesinde en yalın birimine başvurulması, mantıksal atomculukta açıklama sürecinde yakalanan en basit önermelerdir. Bu yalın önermelerde göstergelerin, anlamlarına işaret ettiği gerçek olgusal durumlarla özdeş oldukları varsayılır. Dolayısıyla, bilimin önermelerinin herhangi bir anlam değişikliğine uğramadan bu yalın önermelerin analitik işleme tabi tutulabileceğini kabul etmek, onların bu yalın önermelere indirgenebileceğini söylemektir. Analitik Marksizmin ilkesel kabulü, gerçek ile bilgisi arasında kurulan bu tarz bir indirgemeye dayanır. Cohen için bu kabulün sonuçları KMTT içinde ancak sınırlı izleriyle tespit edilebilir. Bu etkinin rasyonalist sonuçları temizlenmelidir.

D. Althusser ve Cohen ile birlikte/karşı

Taslak’ın ifade ettiği gibi, “şimdiye kadar yapılanın tersine, biz, eleştiri ve savununun birlikte gerçekleşebilecekleri (ve bıçak sırtında durabilen) bir yaklaşım örneği sergilemeye gayret ediyoruz, bunun en doğru yöntem olduğunu savunuyoruz. Yapılagelen, ya sadece dışlayıcı bir eleştiri, ya da eleştirisiz bir savunu olmuştur.” [63] Bu yönteme bağlı olarak, tarih biliminin ortodoks bir savunusunu Althusser ve Cohen ile birlikte ortaya koyuyoruz. Ancak Althusser’in tarih bilimini felsefeden savunusu ile örtüşürken, onun, bilimin önermelerini felsefileştirmesinden ve belirsizleştirmesinden ayrılıyoruz. Cohen’in ise bilimin önermelerini bilim içinde ortodoks savunusu ile buluşurken, onun felsefi protokollerinin içeriğinden farklı bir konumu sahipleniyoruz.

Buna bağlı olarak, tarih biliminin nesnelerinin indirgenemezliğini Althusser ve Roy Bhaskar ile birlikte savunuyoruz. [64] “Tarihsel materyalizmle diğer ‘toplum bilimi’ disiplinlerinin aynı ve bir toplumsal gerçeği dolaysızca nesne edindikleri anlayışı söz konusu edilirse, Marksizmin sadece bir yönteme indirgenmesi meşruiyet kazanmış olur. Evet, toplumsal gerçek bir ve aynıdır, fakat ‘bilimler’, o nesneye dönük bir uygulama ilişkisi veya soyutlama olarak anlaşılamazlar.” [65] Bu yaklaşıma ontolojik bir tez eşlik etmek durumundadır. Tarih bilimi ve diğer bilimler için ─ontolojik bir indirgenebilirlik─ gerçeğin yapısının maddiliği: Toplum da düşünce de maddidir ve bilme sürecinden bağımsız olarak vardırlar. Ancak onun bilgisinin indirgenemezliği: Tarih biliminin belirli bir bilme sürecinde yapılanmış, beliriveren bir özgül nesneyi, bilgi nesnesi olarak toplumu incelemesini kastediyoruz. Cohen’e karşı olarak, toplumsal gerçekliği atomistik olaylara, eyleyici bireylere indirgeme yaklaşımının tarih biliminin Marx ve Engels’in inşa ettiği yapısına uygun olmadığı gibi, bilimin pratiklerine de uygun olmadığını kabul etmek gerekiyor. Cohen’in yöntem seçimi ve aynı zamanda Marksizme özgü bir felsefe olmadığını savunması, materyalizmin yönteme indirgenmesine bir direnç oluşturma avantajını taşırken, yöntemi diğer bilimlerin nesneleri üzerinden bir felsefe olarak soyutlaması ve bundan genel bir yönteme bağlı felsefe oluşturması Cohen’den ayrıldığımız noktaları oluşturuyor.

Marksizmin esasta bir bilim olması argümanı ile bilim temeline dayalı bütünsellik taşıması argümanı arasındaki kesin farkı vurgulayarak, bilim-felsefe-politika epistemolojik bütünlüğünü kabul ediyoruz. Althusser, eksikli ancak bütünselliği Marksizm içinde arayışıyla öne çıkarken, Cohen, bilim dışında olan felsefeyi elimine ediyor, politikada ise ─politika teorisi olarak─ liberter bir bireyciliğe kapı açıyor.

Marksizmin derinleşen ve yayılan krizi belki yüzeyde, politikada en açık etkilerini hissettiriyor ancak teorideki yansımaları ihmal edilemeyecek kadar önemli. “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” (Lenin) mottosu sıklıkla ifade edilse de içeriği adeta belirsiz bırakılarak doktriner tekrarlara teslim edilmiş durumda. “Marx’tan önce de sosyalistler mevcuttu. Marx’ı onlardan ayıran, bugün bile birçok sosyalist için ─bırakın kapitalistleri─ skandal niteliğini koruyan, ortaya attığı bilimsel bir sosyalizm hedefiydi. Yani delil ve doğruluk gibi rasyonel biçimde denetlenebilen kriterlerle yönetilen sosyalizm.” [66] Bu, Marksizm tarihi boyunca unutulmasa bile genel olarak içeriksiz bir kabul ve altı oyulan bir zemindir. Söz konusu olan, teorinin taktik öncelikler belirleyebileceği kabul edilirse, bilimi savunmak genelliği içinde kalmaktan öte, tarih biliminin açıklayıcı kavramlarını net olarak ortaya koymanın ve onları işletmenin kategorik önemde olduğu bir teorik pratiktir.

Cohen’in KMTT’si bu noktada, Althusser’in genel savunusu ile birlikte, krize yanıt olmak için elverişli bir başlangıç noktası olmayı koruyor. Marksizmin 20. yüzyıl pratikleri ve sosyalizm deneyimleri bugün artık geride kalmış bir tarih. Sosyalizm deneyimlerinin Marksist olarak değerlendirilmesi gündeme geldiğinde ortaya saçılan ise Marksizmin teorik ediniminin güncel tablosunu çiziyor ve bu oldukça vahim bir tablo. Herhangi bir tarih bilimi ölçütüne vurulsa lime lime dökülecek bir dizi teori benzeri laf ortada dolanıyor. Bizatihi açıklanması gerekenlerin, adeta birer açıklayıcılarmışçasına sürekli tekrarlanması, kulak aşinalığından olsa gerek, iyi bir teoriymiş gibi alıcı buluyor. Bu alanda hazır, liberalizmin nüfuzu altında tarihselcilikle at başı giden bir ‘sosyalizm deneyimleri’ değerlendirme literatürü şimdiden oluştu. Tarih biliminin açıklayıcı düzeyini hatırlamak ve işletmek bu nedenle de kritik bir yerde duruyor. Cohen’in çalışmasının bu boşluk zeminine ortodoks müdahale için elverişli imkanlar sunduğunu kabul ediyoruz. Bunu tekrar ve inatla “Marksist olmak, Marksist kalmak ve yine Marksist olmak” için yapıyoruz.

 


[1] Burak Kayan, “Marksizm, Cohen ve Althusser”, Teori ve Politika, Sayı 75, Yaz 2018.

William Lewis, “Marx İçin, Kapital’i Okumak’tan Daha mı Az Zırva?”, Çev.: Burak Obruk, Teori ve Politika, Sayı 75, Yaz 2018.

[2] Gerald Allan Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma, Çev.: Ahmet Fethi, Toplumsal Dönüşüm Yay., 1998, s. 11.

[3] Perry Anderson, Tarihsel Materyalizmin İzinde, Çev.: Mehmet Bakırcı, H. Gürvit, Belge Yay., 2004, s. 32.

[4] Louis Althusser v.d., Kapital’i Okumak, Çev.: A. Işık Ergüden, İthaki Yay., 2007, s. 475.

[5] Louis Althusser, Marx İçin, Çev.: Işık Ergüden, İthaki Yay., 2002, s. 209.

[6] Robert Paul Resch, Althusser ve Yeni Marksist Toplumsal Kuram, Çev.: Feyyaz Şahin, Pales Yay., 2014, s. 216.

[7] A.g.e., s. 216.

[8] Burak Kayan, a.g.e., s. 13.

[9] A.g.e., s. 21.

[10] “Gerald Allan Cohen’le Bir Söyleşi: Öz Sahiplik, Tarih ve Sosyalizm, Çev.: Gülsüm Emek Aytaç, Teori ve Politika, Sayı 51-52, s. 164.

[11] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ocak 1995, s. 80.

[12] A.g.e., s. 80.

[13] Metin Kayaoğlu, Üretim ve Sınıflar”, Teori ve Politika, Sayı 19-20, Yaz-Güz 2000, s. 106.

[14] R. P. Resch, a.g.e., s. 209.

[15] Roy Bhaskar, Natüralizmin Olanaklılığı, Çev.: Vefa Saygın Öğütle, Pratika Kitap, 2013, s. 23.

[16] Roy Bhaskar, “Felsefe ve Bilimsel Realizm”, Çev.: Aysel Kara, Teori ve Politika, Sayı 4, Güz 1996, s. 70.

[17] Bu yazı kapsamında analitik Marksizmin edindiği analitik felsefenin kaynakları olan mantıksal pozitivizm, mantıksal empirizm, mantıksal atomculuk arasındaki ayrımlar görmezden gelinecektir. Oluşan farklar, en azından burada ele alınan konu kapsamında, nüanslara indirgenecek ve hepsi aynı anlama sahip kabul edilecektir.

[18] Roy Bhaskar, Gerçekliği Geri Kazanmak, Çev.: Beyza Sumer Aydaş, Notabene Yay., 2015, s. 31.

[19] Alex Rosenberg, Bilim Felsefesi: Çağdaş Bir Giriş, Çev.: İbrahim Yıldız, Dipnot Yay., 2015, s. 80.

[20] Cemal Güzel, Bilim Felsefesi, Kırmızı Yay., İstanbul 2010, s. 67.

[21] Alex Rosenberg, a.g.e., s. 29.

[22] A.g.e., s. 49-50.

[23] David Hillel Ruben’in Roy Bhaskar’ın geçişsiz nesneler” yaklaşımına yönelik eleştirisi, Quine’ın felsefesinin ana önermelerinin Marksizm alanına uygulanmasının örneğini verir. Ruben, felsefenin a posteriori olarak bilimle birlikte anılmasını ve ontolojik tezin a priori kabulünü reddetmesini de, bilim ile felsefe arasındaki farkın soyutlama derecesi farkı olarak alınmasını da buna dayalı olarak savunur. Bilimin açıklama düzeyi ontolojiyi kuran bir nitelik kazanır ona göre. Bilimin ontolojisi ile felsefenin ontolojisi ya da bilimin maddesi ile felsefenin maddesi özdeştir. Ruben’de savunulan gerçekçilik bu yüzden empirist bir gerçekçiliktir. Bkz.: David Hillel Ruben, Marksizm ve Materyalizm, Çev.: Kudret Emiroğlu, V Yay., s. 106-107.

[24] Quine’ın bilim felsefesinin üstteki genel özeti için Cemal Güzel’in çalışmasından faydalanılmıştır. C. Güzel, a.g.e., s. 183-184.

[25] A. Rosenberg, a.g.e., s. 330.

[26] A.g.e., s. 330.

[27] A.g.e., s. 330.

[28] A.g.e., s. 199.

[29] G. A. Cohen, “Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler”, Çev.: Burak Obruk, Teori ve Politika, Sayı 75, Yaz 2018, s. 29.

[30] Saffet Murat Tura, “Türkçe Baskıya Önsöz: Paul M. Churchland ve Eliminatif Materyalizm”, Paul M. Churchland, Madde ve Bilinç, Çev.: Berkay Ersöz, Alfa Yay., 2012 içinde, s. xii.

[31] Louis Althusser, Felsefede Materyalist Olmak, Çev.: İsmet Birkan, Can Yay., İstanbul 2018, s. 110.

[32] “Cohen, Marksizmi tek bir teori değil bir teoriler seti olarak değerlendirir: ‘Marx en azından dört farklı düşünce alanında ürün vermiştir: Felsefi antropoloji, tarih teorisi, iktisat ve bir gelecek toplum öngörüsü.’” Burak Kayan, a.g.e., s. 5.

[33] G. A. Cohen, Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler, a.g.e., s. 23-24.

[34] A.g.e., s. 24.

[35] A.g.e., s. 29.

[36] G. A. Cohen, Cohen ile Bir Söyleşi, a.g.e., s. 164.

[37] G. A. Cohen, Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler”, a.g.e., s.  30.

[38] L. Althusser, Marx İçin, a.g.e., s. 113.

[39] Imre Lakatos “büyük bilimsel başarıların tanımlayıcı biçiminin yalıtılmış tek bir hipotez yerine bir araştırma programı olduğunu savunur.” Bir bilimsel “araştırma programı”nın iki yönü vardır. Lakatos’a göre “olgun bir bilim ─ağır ilerleyen deneme yanılmanın aksine─ ‘höristik’ [bulgusal] güce sahiptir.” Ve bu höristik yapı olumsuz ve olumlu olarak ikiye ayrılır: Olumsuz höristik, programın onu savunanların metodolojik kararlarıyla ‘çürütülemez’ olan çekirdeğini belirler. Olumlu höristik ise, araştırma programının ‘çürütülebilir’ koruyucu kuşağını nasıl düzeltip sofistike hale getirebileceği konusunda kısmen dillendirilmiş bir önermeler ve ipuçları kümesi oluşturur. Imre Lakatos, Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi, Çev.: Duygu Uygun, Alfa Yay., İstanbul 2014, s. 24, 150, 92.

Cohen’in yöntemi, en azından KMTT’de, tarih biliminin temel kavramlarını ─Lakatosçu terimle “negatif höristiğini”─ savunmaya, açıklamaya yöneliktir. Bu düzeyde bir çürütmenin imkanı yoktur ve bu epistemolojik bir holizm sonucunu doğurur.

Bu yaklaşımda Cohen yalnız değildir. Marksizmin temeli olan tarih biliminin “araştırma programı” olarak ele alınmasının farklı örnekleri de vardır. “Tarihsel materyalizm tezleri, yalnızca bu türden araştırma hipotezleridir. Tarihsel materyalizm, büyük ölçekli toplumsal değişimin nedenleri hakkında genel bir hipotez sunar ve toplum bilimcileri, araştırmalarını söz konusu hipotezin önerdiği çizgiye yönlendirmeye davet eder. Tarihsel materyalizmin bu işlevi, bilimsel olarak önemlidir ancak tam olarak geliştirilmiş bilimsel bir teori tarafından karşılanan işlevle aynı değildir. Özellikle, tarihsel materyalizmin, ilgili yönelimi altında daha özgül bir araştırma tamamlanana kadar kati ampirik içeriğe sahip olduğu söylenemez.” Daniel Little, “Tarihsel Materyalizm ve Kapital”, Çev.: Özgür Yakupoğlu, Teori ve Politika, Sayı 45, ss. 77-78.

Oransal olarak daha pozitif bir yaklaşım Bhaskar’da izleniyor: “(…) tarihsel materyalizm de açıklayıcı güç olarak giderek daha da zenginleşen teori dizileri sağlayabilen araştırma programları oluşturmadaki verimliliği ile gerekçelendirilebilir. Tarihsel materyalizmin karşı karşıya olduğu sorunların en önemlisi her ne kadar belli açıklama alanlarında ilerleme kaydedilmiş olsa da, planın kendisinin hala yeterince dile getirilmemiş olmasıdır.” Roy Bhaskar, Gerçekliği Geri Kazanmak, a.g.e., s. 133.

[40] Allen W. Wood, Karl Marx, Çev.: Dilek Yücel, Barış Aydın, İletişim Yay., 2017, s. 196.

[41] Lakatos, Marksizmi de adını anarak bir araştrma programı olarak kabul eder. Buna göre araştırma programı “karakteristik bir çekirdeğe, daha esnek bir orta kuşağa ve incelikli bir sorun çözme düzeneğine sahiptir. […] [İ]lerletici olan bir araştırma programında kuramlar o ana kadar bilinmeyen yeni olguların keşfine götürürken yozlaştırıcı olan bir programda kuramlar ancak bilinen olgulara uyum sağlamak için öne sürülür. Imre Lakatos, a.g.e., s. 24.

Lakatos bu konuda Marksizm için daha önce Popper’in söylediğini kendi programına uyduruyor. Buna göre Marksizm yozlaştırıcı bir programdır. Bunu, onun bugüne kadar ─kuruluşundaki çarpıcı hipotezlerine rağmen─ hiçbir çarpıcı yeni olguyu öngörememesine dayandırır. Örneklerin belirgin bir ideoloji aracılığıyla oluşturulması ve olaylar üzerinden hareket edilmesi Lakatos’un sınamasının empirizmini verir. Teorinin sınanma kapasitesini, o teoriyi savunanlara indirger Lakatos. Kuşkusuz haklı olduğu yerler vardır, örneğin ilk sosyalist devrimin Rusya’da olmasının, Rus-Çin çatışmasının ancak olaylardan sonra açıklanması bir bakıma teleolojik bir yön barındırır. Marksistlerin mazeret üreten açıklamalara sığınmaları Marksizmin “araştırma programının” yozlaştırıcı olduğunun kanıtını oluşturmaz. Tarih bilimi çerçevesinde, olay bazlı olmamakla birlikte, tarihsel olgular öngörülebilir ve açıklanabilir.

[42] Allen W. Wood, a.g.e., s. 199.

[43] Louis Althusser, Marx İçin, a.g.e., s. 255.

[44] Louis Althusser, Felsefede Marksist Olmak, a.g.e., s. 76.

[45] William Lewis, a.g.e., s. 53.

[46] G.A. Cohen, “Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler”, a.g.e., s. 30.

[47] Louis Althusser, John Lewis’e Cevap, Çev.: Alp Tümertekin, İthaki 2004, s. 92.

[48] Louis Althusser, Yazılar: Cilt 6, Çev.: Yağmur Ceylan Uslu, İthaki 2012, ss. 30-31.

[49] A.g.e., s. 31.

[50] A.g.e., s. 31.

[51] A.g.e., s. 32.

[52] A.g.e., s. 33.

[53] Louis Althusser, Kapital’i Okumak, a.g.e., s. 38.

[54] A.g.e., s. 40.

[55] A.g.e., s. 56.

[56] A.g.e., s. 210.

[57] R. P. Resch, a.g.e., s. 210.

[58] Louis Althusser, Kapital’i Okumak, a.g.e., ss. 322-323.

[59] A.g.e., s. 323.

[60] Cohen’den aktaran Kayan, a.g.e., s. 11.

[61] Cohen’den aktaran W. Lewis, a.g.e., s. 32.

[62] Paul M. Churchland, Bilimsel Gerçekçilik ve Zihnin Esnekliği, Çev.: Ekrem Berkay, Alfa Yay., s. 60.

[63] Melik Kara, İ. Sert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, s. 60.

[64] “Marx’ın Kapital’de incelediği şey, bir tarihi üretim sonucu toplum olarak var kılan mekanizmadır; dolayısıyla, tam olarak incelediği ürün-toplum olan tarihin bir ürününe, bu sonucu bir kum yığını, karınca yuvası, alet deposu ya da insanların basitçe toplanması olarak değil, toplum olarak var kılan ‘toplum etkisi’ yaratma özelliği veren mekanizmadır.” Louis Althusser, Kapital’i Okumak, a.g.e., s. 102.

“O halde toplum, bireylerin asla yaratmadıkları ama pratik eylemlerinde her zaman önceden varsaydıkları ve bu şekilde her yerde yeniden ürettikleri veya dönüştürdükleri, konumlandırılmış pratikler ve ağ halindeki karşılıklı ilişkiler toplamıdır.” Roy Bhaskar, Gerçekliği Geri Kazanmak, a.g.e., s. 25.

“Marx ve Engels, kendi koydukları tarih anlayışı gereği ifade etmişlerdir: Toplum denilen yapı bireylerin toplamı değildir, bireylerden oluşmaz, onun temel yapı taşı, tarihin bir döneminden beri sosyal ifadesiyle sınıflar, iktisadi ifadesiyle üretici güçler ve üretim ilişkileridir.” Metin Kayaoğlu, “Marksizmde Belirleme Anlayışı Korunmalı mı?”, Teori ve Politika, Sayı 9, Kış 1998, s. 20.

[65] Metin Kayaoğlu, “Marksizmde Belirleme Anlayışı Korunmalı mı?”, a.g.e., s. 28.

[66] Perry Anderson, a.g.e., s. 21.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar