Ana SayfaArşivSayı 45Tarihsel Materyalizm ve Kapital

Tarihsel Materyalizm ve Kapital

The Scientific Marx,

University of Minnesota Press, Minneapolis 1986

Tarihsel Materyalizm ve Kapital

Daniel Little

Çeviri: Özgür Yakupoğlu

Marx’ın ekonomik araştırması, daha büyük bir araştırma programının bünyesinde yer almaktaydı: tarihsel materyalizm. Tarihsel materyalizm, Marx’a, hem ekonomi’ye ilişkin incelemelerindeki genel sorunsalı (kapitalizmin ekonomik yapısının temel özelliklerini işlemek) hem de kendi projesini tanımlamakta kullandığı genel kavramları (ekonomik yapı, üretim ilişkileri, üretici güçler, üretim tarzı, sınıf, mülkiyet vb.) sağlamıştır. Ayrıca tarihsel materyalizm, Marx’ı, toplumsal örgütlenme ve gelişim yasalarının tarihsel özgüllüğünü vurgulamaya yönelterek, toplumsal açıklamayı, klasik ekonomi politiğe ait terimlerden çok daha farklı terimler itibariyle tasarlamasına yol açtı. Buna ek olarak Marx’ın, tarihsel materyalizmin içeriğinin büyük bir kısmını, hiç değiştirmeden Kapital’e aldığı açıktır (örneğin, ideoloji sınıf çıkarlarıyla uyumludur). Bu yüzden, tarihsel materyalizm, Marx’ın kendi ekonomi bilimine dahil ettiği araştırma hedeflerini ve varsayımları anlamakta temel bir öneme sahiptir. Bu bölümde, tarihsel materyalizmin temel fikirlerinden bazıları ve karşılaştığı bazı kavramsal sorunlar sunulmaktadır.

Marx’ın araştırmasına yön veren tarihsel materyalizmin önemine rağmen, kapitalizme yönelik bu tahlilin, onun tarihsel materyalizm teorisinin temel savlarından büyük oranda bağımsız olduğunu öne süreceğim. Kapital, tarihsel materyalizmi tanımlayan ideoloji, politika, kültür teorileri ve genel üretim tarzı teorisi gibi hipotezlerin çoğuyla mantıksal bir bağa sahip değildir. Daha ziyade, kapitalist toplumun temel bir özelliğine, yani ekonomik yapısına dönük özelleşmiş bir çalışmadır. Üstelik, tarihsel materyalizmin, Marx’ın ekonomi alanındaki asıl araştırmasının seyrinde çok az yardımı olmuş ve ekonomik yapıyı tahlil etmekte kullandığı özel teorik araçları sağlamamıştır. Tarihsel materyalizmin kaynakları, kendi başlarına, kapitalizmin bilimsel incelemesini ortaya çıkarmaya yeterli değildir. Bu bölüm, tarihsel materyalizmin bilimsel tarih teorisi değil, bir araştırma programı olduğu argümanıyla sona ermektedir.

Tez ve Temel Kavramlar

Tez

Marx, Alman İdeolojisi, Komünist Manifesto, Kutsal Aile ve 1840’lardaki diğer çalışmalarında, tarihsel materyalizm tezini çeşitli şekillerde formüle etmektedir. Son zamanlardaki yorumcular, alternatif açıklamaları tek bir tutarlı görüşte buluşturan bir teori yorumu sunmaya çalışmıştır.[1] Çok şematik olarak ifade edilirse, tarihsel materyalizm, bir toplumdaki üretim sürecinin toplumsal ve teknik özellikleri –üretici güçler ve üretim ilişkileri- hakkındaki olguların, devlet, ideoloji, din ve benzeri ekonomi dışı kurumların özelliklerini “belirlediğini” iddia etmektedir. (Bununla birlikte, burada kullanılan belirleme kavramının yapısına ilişkin merkezi bir sorun varlığını korumaktadır.) Üretici güçler, toplumun, nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için ihtiyaç duyulan malları üretmekte temel aldığı, belirli bir toplumdaki mevcut teknoloji biçimleri olarak ifade edilebilir; üretim ilişkileri ise, üretici güçlerin kullanılması ve sahipliğinde geçerli olan toplumsal iktidar ve otorite ilişkileridir. Tarihsel materyalizme göre, üretim sistemi, temeli oluşturmakta ve toplumun ekonomi dışı kurumlarını ve düzenlemelerini “belirlemektedir”. Devletin örgütlenme biçimi, egemen ideoloji sistemi veya belirli türde bir dinsel kurumun hakimiyetinin ayrıntılarını açıklamak için, bu üstyapısal düzenlemeleri doğuran üretim sisteminin temel özelliklerini keşfetmek zorunludur. Tarihsel materyalizmin tezi, hem toplumsal yapının farklı düzeyleri arasında belirli bir olumsal ilişki varsayması anlamında yarı ampirik bir varsayım olarak, hem de metodolojik bir yönerge olarak iş görmektedir. Marx’ı araştırmasını belirli bir yöne, üretim sisteminin işleyiş şeklinin ayrıntılı bir tahliline yönlendirmeye itmektedir.

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözde, bakış açısına dair, çoğunlukla bu bakış açısının temeli olduğu düşünülen bir ifade sunulmaktadır:

Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. . . . Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. (EPEK, s. 425-26)

Bu pasaj, tarihsel materyalizmin tezini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Toplumun temeli, ekonomik yapısıdır (“bu üretim ilişkilerinin tümü”). Üretim ilişkileri, maddi üretici güçlerin gelişim aşamasına tekabül eder; üretici güçlerin gelişmesini sağlar. Belirli bir ekonomik yapıya tekabül etmek üzere, mevcut ekonomik yapıyı destekleyen bir hukuk ve bilinç üstyapısı gelişir. Üretici güçler geliştikçe, üretim ilişkileriyle (veya mülkiyet ilişkileriyle) çatışmaya başlarlar. Üretim ilişkileri, üretici güçleri engeller hale gelirler ve büyük ya da daha az hızla, yeni üretici güçlerle daha uyumlu olan yeni bir mülkiyet ilişkileri kümesine dönüşürler. Son olarak, yeni ekonomik yapı ortaya çıktıkça üstyapı da, yeni ekonomik ilişkiyi daha yeterli bir tarzda yansıtacak şekilde değişir. Şematik olarak, üretici güçler, içinde geliştikleri üretim ilişkilerini genişletip patlatır ve sonrasında üstyapı da, ekonomik yapıdaki değişikliklerin ışığında değişir.

Bu tezler, tarihsel materyalizm teorisinin merkezini teşkil eder.[2] Ancak bu formülasyonun, Marksist teori alanındaki yakın tarihli çalışmalarda öne çıkan bir dizi sorunu, örnek vermek gerekirse tarihsel belirlemenin doğası, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin görece önceliği, üstyapı kurumlarının ekonomik yapıya nedensel etkisinin kapsamı ve sınıf çatışması ve politikanın tarihsel süreçteki rolü sorunlarını gizlediği veya görmezden geldiği belirtilmelidir. Bu sorunların çoğu bu bölümün ilerleyen kısımlarında ele alınacaktır. Ancak, bu eksikliklere rağmen Katkı’ya önsözde belirtilen model, teorik ekonomiklik ve basitlik avantajına sahiptir ve tarihsel materyalizmin esas fikirlerine ilişkin önsel bir açıklama işlevi de görmektedir.

Gelin tarihsel materyalizmin ana kavramlarını daha dikkatli bir şekilde ele alalım: üretici güçler ve üretim ilişkileri, üretim tarzı ve ekonomik yapı.

Temel Kavramlar

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözde Marx, tarihsel süreci üretici güçlerle üretim ilişkileri arasında çatışma olarak ifade eder. Bu kavramlar birlikte ele alındığında üretim sisteminin hem teknik hem de toplumsal veçhelerini kapsar. Tek bir sorunun farklı cevaplarını teşkil ederler: Belirli bir toplum, zaman içerisindeki yeniden üretimi için ihtiyaç duyulan maddi malları nasıl üretir? Bu soru, üretim teknikleriyle ve üretim sürecinin toplumsal denetimiyle ilgili bilgi gerektirir. Öncelikle, toplumun elindeki üretim tekniklerinin özelliği nedir? Yani, ne tür zirai ve mamul mal teknolojileri bulunmaktadır? İkinci olarak, üretim sürecinin denetlenmesinde geçerli olan toplumsal iktidar ve otorite ilişkileri nelerdir? Diğer bir deyişle, emek hizmetleri nasıl bölüştürülmekte ve denetlenmekte, toplumun üretken zenginliği nasıl denetlenmekte, mamul mallar nasıl bölüştürülmekte, artı değer nasıl bölüştürülmekte ve teknik üretim süreci nasıl düzenlenmektedir? İlk sorulara verilen cevaplar belirli bir toplumda bulunan üretici güçleri, ikinci soruya verilen cevaplar ise üretim ilişkilerini tanımlar.

Komünist Manifesto’da Marx, üretici güçleri oldukça net bir şekilde ele alır. Bunlar, “makine, kimyanın sanayiye ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları, elektrik telgrafı, koskoca kıtaların tarıma açılması, nehirlerin suyolları haline getirilmesi, yerden bitercesine nüfus çoğalması” (KM, s. 72) da dahil olmak üzere belirli bir zamanda kullanımda olan üretim araçlarıdırlar. Bu doğrultuda, toplumun, nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için gereken malları ürettiği araçları da içerirler: aletler, emek gücü, hammaddeler, teknik iş bölümü, uygulamalı bilim ve benzeri. Üretimin toplumsal örgütlenmesinden bağımsız olarak, belirli bir üretim sistemindeki teknoloji düzeyini ve biçimini temsil ederler.

Üretim ilişkileri, üretici güçlerin kullanılması ve geliştirilmesinde ve üretimin meyvelerinin dağıtılmasında geçerli olan toplumsal egemenlik ve denetim ilişkilerini içerir. “İşbölümünün gelişmesinin çeşitli aşamaları, bir o kadar farklı mülkiyet biçimlerini temsil eder; bir başka deyişle, işbölümünün her yeni aşaması, çalışmanın konusu, aletleri ve ürünleri bakımından bireylerin kendi aralarındaki ilişkileri de belirler” (Alman İdeolojisi, s. 43). Bu ilişkiler, mülkiyet sistemini ve emek denetim sistemini içermektedir: üretim araçlarının, aletlerin ve emek gücünün (kapitalizm) sahipliği; işçilerin sahipliği (kölelik); ve emek hizmetleri sağlama yükümlülüğünün denetimi (feodalizm).

Önsel olarak, üretim sürecinin teknik ve toplumsal veçhelerinin mantıksal olarak bağımsız olduğu belirtilebilir. Örneğin, on dokuzuncu yüzyıl sanayi üretimindeki teknolojinin ilkel komünal toplumun toplumsal ilişkileriyle eşleşmesi gibi alternatif üretici güçler ve üretim ilişkileri tahsisini temsil eden çeşitli varsayımsal toplumlar hayal edebiliriz. Ancak tarihsel materyalizm, mevcut üretici güçler üretim ilişkilerini sınırlandırdığı ve bazı üretim ilişkileri kümeleri üretici güçlerin belirli biçimleriyle uyumsuz olduğu için aslında bu varsayımsal toplumların yalnızca çok az bir kısmının mümkün olduğunu iddia eder. (Örneğin, köleci üretim ilişkileri, teknolojik olarak karmaşık bir sanayi üretimi sistemiyle uyumlu değildir.)

Marx, bu üretim süreci sınıflandırmasını, tarihsel materyalizm dahilinde en temel tezlerinden birini formüle etmek için kullanır. Bu, Marx’ın, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çatışmanın toplumsal değişimi hayata geçiren diyalektiği sağladığı görüşüdür.[3] Ancak Marx, belirli bir toplumsal sistem geliştikçe, üretim ilişkilerinin üretici güçleri geliştirme aşamasından üretici güçleri sınırlandırma aşamasına geçtiğini ve “üretici güçlerin engeli haline geldiklerinde” parçalanmaları gerektiğini öne sürer. Bu yüzden, feodal üretimden kapitalizme geçişi tartışırken Marx, Komünist Manifesto’da şöyle yazmıştır: “Şu halde görüyoruz ki: … üretim ve değişim araçları feodal toplum içerisinde yaratılmışlardır. Bu üretim ve değişim araçlarının gelişiminin belirli bir aşamasında … feodal mülkiyet ilişkileri, gelişmiş bulunan üretici güçlere artık ayak uyduramaz hale geldiler; bir o kadar ayak bağı oldular. Bunlar kırılmalıydılar; kırıldılar” (KM, s.27). Bu, Komünist Manifesto’nun temel hipotezidir ve ayrıca Alman İdeolojisi ve Kapital’de de yer almaktadır. Kapital’in kapanış pasajı, bu defa kapitalist üretimle ilgili olmak üzere aynı temaya sahiptir: “Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.” (Kapital I, s. 929). (Ayrıca bu bölümün ilerleyen kısımlarındaki teknolojik determinizm tartışmasına da bakın.)

Şimdi, Marx’ın toplumun ekonomik yapısı kavramına dönelim. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünden daha önce alıntılanmış olan pasajda, ekonomik yapıyı, “maddi üretici güçlerin belirli bir gelişme derecesine tekabül eden üretim ilişkileri” olarak tanımlar. Bu durumda, ekonomik yapı, içerisinde üretken faaliyetinin örgütlendiği toplumsal üretim ilişkileri itibariyle, örneğin mülkiyet biçimi, emeğin örgütleniş biçimi, artık değer çıkarma biçimi ve sınıf sistemi itibariyle tanımlanır. Farklı üretim tarzları, son derece farklı üretim ilişkileriyle karakterize olur ve bu farklılıklar, toplumsal formasyonda farklı gelişim ve örgütlenme yasaları gerektirir. Belirli bir toplumsal formasyonun üretim ilişkileri, söz konusu toplumsal formasyonun en temel kurumlarına yönelik bir gelişim modeli gerektirir ve bazı üretim tarzları kendi iç dinamikleri doğrultusunda yeni bir üretim tarzının gelişmesine yol açar. Bu bağlamda Marx’ın ekonomi politiğinin hedefi, belirli bir üretim tarzını tanımlayan ve diğer üretim tarzlarından ayırt eden özgül üretim ilişkilerini keşfedip incelemek ve bu ilişkilerin üretim tarzı açısında zorunlu kıldığı örgütlenme ve gelişim yasalarını belirlemektir.

Ekonomik yapı kavramı toplumsal bir üretim ilişkisi nosyonuna dayanmaktadır. Toplumsal ilişki, bazı ödüllendirme ve cezalandırma sistemleri üzerinden toplumun yapısında somutlaşan, insanlar arasındaki objektif bir ilişkidir. Bu ilişki, uzun bir süre boyunca istikrarlı olup ilişkiye dahil olan tek tek bireylerden bağımsızdır ve bir dönemden diğerine uzanacak şekilde, belirli toplumsal kurumlar tarafından tipik olarak yeniden üretilir. Örneğin kütüphane adlı toplumsal kurum, barındırdığı kişiler arasındaki istikrarlı ilişkiler itibariyle tanımlanan bir yapıdır: kütüphaneciler, memurlar, kullanıcılar, denetleyiciler vb. Kütüphane, (1) personel değişikliklerine rağmen kurumun aynı kalması ve (2) bireylerin rollerine uygun olarak davranmasını sağlayan disiplin amaçlı teşviklerin bulunması anlamında, bu rolleri yerine getiren tek tek kişilerden bağımsızdır. Aynı husus, toplumun ekonomik yapısı için de geçerlidir. Ekonomik yapıyla tanımlanan pozisyonlar, personel değişikliğine karşı istikrarlıdır; ve rollerini gerektiği gibi karşılayamayanlara karşı yaptırımlar vardır. Örneğin, kapitalizmde, “asi” işçiler işlerini kaybeder. Bir örnek vermek gerekirse, klasik köleciliğin kurumları, katılımcılarının yerine getireceği, egemenlik ve itaat ilişkileri ile karakterize olan ayrı rollerle tanımlanmaktadır: köle sahibi, kahya, ekip başı ve köle. Bu pozisyonlar, rolle ilişkili yetkiler ve yükümlülükler itibariyle ele alınır; ve söz konusu yetkiler ve yükümlülükler, bireysel olarak değil kurumsal olarak tanımlanır. Son olarak, bireyin bir rolün yükümlülüklerine uygun davranması, etkili toplumsal yaptırımlarla zorunlu kılınır: Efendiler için ekonomik ve toplumsal teşvikler, köleler için ise zorlayıcı ve cezai tehditler.[4]

Bu hususlar, toplumsal ilişkiler için genel olarak geçerlidir; peki ya toplumsal üretim ilişkisi nedir? Üretim ilişkisi, üzerinden üretici faaliyetin örgütlendiği ilişkidir. Bununla birlikte, bu türden her ilişki üretim ilişkisi olarak kabul edilmez. Örneğin, Cohen, üretim süreci dahilindeki çalışma ilişkilerinin üretim ilişkisi olmadığını iddia eder.[5] Çalışma ilişkileri, üretim sürecindeki teknik iş bölümüne karşılık gelen ilişkilerdir; örneğin, iki kişinin kullanabileceği bir testereyi kullanan ormancılar arasındaki ilişkiler. Bu ilişkiler, kullanılan teknolojinin niteliğiyle tanımlanır; bazı bireylerin diğerleri üzerinde sahip olduğu toplumsal yetkiler itibariyle tanımlanmazlar. Daha ziyade, üretim ilişkileri, belirli bir toplumdaki zenginliğin kullanılmasını, denetlenmesini ve keyfinin sürülmesini sağlayan iktidar ve otorite ilişkileridir.[6] Üretim ilişkilerinin paradigmatik örnekleri olarak, klasik köleciliğin efendi-köle ilişkisi, Avrupa feodalizminin serf-toprak sahibi ilişkisi, modern kapitalizmin ücret-emek ilişkisi ve fabrika üretiminde görülen yetki ilişkileri gösterilebilir.

Bu durumda, toplumun ekonomik yapısı, üretim sürecinin denetlenip yönlendirilmesini ve üretimin meyvelerinin dağıtılmasını düzenleyen toplumsal ilişkilere göre tanımlanır. Katılımcılarının iradelerinden bağımsız ilişkilerden oluşması anlamında objektif bir yapıdır. Tarihsel materyalizme göre, bu, toplumun üstyapısının üzerine kurulduğu “gerçek temel”dir. Ekonomik yapı, ekonomik olmayan kurumların alabileceği biçimleri sınırlandıran bir dizi kısıtlama getirmek suretiyle ekonomik olmayan fenomenlere ayrı bir şekil verir.

Bu açıklama, Marx’ın, ekonomi araştırmasının merkezine kapitalizmin ekonomik yapısını yerleştirmesinin nedenini anlaşılır hale getirir. Marx, kapitalist toplumun diğer temel veçhelerini, ekonomik yapı hakkındaki bilgiler temelinde açıklamanın mümkün olacağını beklemekteydi. Bu yüzden ekonomik yapı, Marx’ın bilimsel araştırmasını birleştiren kavramdır. Bu kavram, Marx’ın ekonomi alanındaki araştırma programının çok kısa bir şekilde özetlenmesine olanak tanır: Marx, ekonomik olmayan fenomenlerin açıklanmasında temel teşkil edebilecek, modern toplumun ekonomik yapısının teorisini sunmayı istedi. Marx, kapitalizmin detaylı bir analizini sunarak, kapitalist toplumun en önemli yapısal ve gelişimsel özelliklerinin açıklanmasına yönelik bir temel atabileceğine inanmaktaydı.[7]

Bu ana kadar, üretim tarzı kavramını açık bir tartışma yapmadan kullandık. Marx, bu kavramı tarihsel materyalizmin diğer kavramlarının kesinlik içeren özelliğine sahip olmayan çeşitli şekillerde kullandığı için bu atlama dikkat çekicidir. En genel anlamda, üretim tarzını toplumsal yaşantının maddi temeli olarak açıklar. Üretim tarzı, “yaşamın dolaysız maddi üretiminden başlayan gerçek üretim sürecini, … ve bu üretim tarzına bağlı ve onun tarafından yaratılmış karşılıklı ilişki biçimlerini….” (Aİ, s.58) kapsar. “Bu üretici güçler, sermayeler, toplumsal karşılıklı ilişki biçimleri toplamı, filozofların ‘töz’ olarak ve ‘insanın özü’ olarak tasarladıkları….şeyin somut temelidir” (Aİ, s. 59). Ancak Marx, kavramı tutarlı bir şekilde kullanmaz. Bazen üretim tarzı üretim sürecinin teknik özelliklerini ifade eder; bazen sürecin toplumsal özelliklerini ifade eder; bazen de sürecin hem toplumsal hem de teknik veçhelerini ifade eder (üretim ilişkileri ve üretici güçler).[8]

Ayrıca Marx, ciddi bir şekilde analize giriştiğinde, genel olarak üretim tarzından ziyade ekonomik yapıyı ele alır. Alman İdeolojisiKomünist Manifesto ve Kapital’de ana kaygısı, belirli bir toplumsal düzendeki mülkiyet ilişkileri ve üretim ilişkileridir. Üretim tarzı, Marx’ın ideoloji ve politika gibi ekonomik olmayan fenomenlerin maddi yaşam hakkındaki olgulara bağımlılığını tanımlarken en sık kullandığı kavramdır; hem üretim teknolojisi hem de üretimin sosyal kurumlarının toplumsal yaşantıya bir “mantık” empoze ettiği iddia edilmektedir. Ancak Marx’ın Kapital’deki araştırması esas olarak bu tezin toplumsal yönüyle ilgilidir; teknolojinin içerdiği anlamları tartışmaktan ziyade teknolojinin kullanılmasına temel teşkil eden toplumsal ilişkilerin içerdiği anlamlarla ilgilenmektedir. Ve bu olgu daha sonra, ekonomik yapının neden onun ana bilimsel ilgi konusu olduğunu da açıklar. Bu nedenle üretim tarzı kavramı, Marx’ın ciddi kapitalizm analizlerinin çoğunda ekonomik yapı kavramına tabidir. Bu olgu, ekonomik yapının Marx’ın araştırmasında merkezi odak noktası olduğunu ve üretim tarzının ise daha az titizlik gösterdiği bağlamlarda kullanılan bir şemsiye terim olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, üretim tarzı kavramının tarihsel materyalizm teorisi dahilinde bir tür yan rol oynadığı sonucuna varılabilir.[9]

Üretim tarzı nosyonu, bu tarihsel materyalizm çerçevesinde yürütülen toplumsal bilim açısından en az bir önemli metodolojik anlama sahiptir: tarihsel özgünlük gereksinimi. Üretim tarzı, belirli bir tarihsel aşamada insanların, kendi maddi ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayan toplumsal örgütlenme yapısı olduğu için, doğal olarak tüm üretim tarzları arasında belirli ortak öğeler olacaktır. Hepsi de örgütlü emeği içerir, hepsinde de bazı biçimlerdeki araçlar ve hammaddeler kullanılır; hepsi bir maddi artık değer üretir; hepsi doğal kıtlık içerir ve hepsi insanların ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eder. Bu yüzden, genel olarak üretim gibi bir şey vardır. “Genel olarak üretim soyut bir kavramdır, ama ortak özellikleri gerçekten saptayıp belirlediği ölçüde bizi yinelemelerden kurtaran ussal bir soyutlamadır. . . [Aynı biçimde, gelişmeyi belirleyen bu öğeleri] üretim olarak üretim için geçerli belirlenimlerden ayırt etmek gerekir ki… birliktelikleri içindeki özsel farklılıkları unutulmasın.” (Grundrisse, s .85) Bu durumda Marx’a göre, üretim tarzları, bu amaçlara ulaşılmasını sağlayan toplumlar ilişkiler biçiminde önemli farklılıklara sahiptir ve farklılıklar, farklı üretim tarzlarında radikal olarak farklı gelişim ve örgütlenme yasalarını zorunlu kılar. Bu nedenle, bir materyalist, üretim tarzının tarihsel olarak özgül özellikleriyle, yani bir üretim tarzını diğerlerinden ayırt eden ve üretim tarzının örgütlenme ve gelişimine kendi benzersiz damgasını vuran toplumsal ilişkilerle ilgilenmelidir. Marx’ın kendi gözlemleri doğrultusunda vardığı sonuç, üretim tarzı teorisinin tarihsel olarak özgül bir bilim olduğudur: Tarihsel olarak özgül bir üretim tarzı teorisi üretmekle yükümlüdür.

Ekonomik Yapının Toplumsal Formasyonla İlişkisi

Marx’ın araştırmasının amacı, kapitalizmin somut toplumsal formasyondan farklı olan ekonomik yapısıdır: Belirli bir zamanda ve yerde varolduğu haliyle belirli bir toplum.[10] Bu iki açıklama düzeyi arasındaki ilişki nedir? Kısaca belirtmek gerekirse ilişki, soyut bir toplumsal örgütlenme modelinin bu modeli barındıran somut toplumla ilişkisidir. Marx, ekonomik yapıyı, belirli bir toplumsal formasyondan bağımsız olarak kendi başına bir varoluşa sahip olan, toplumsal formasyonların yapısal bir özelliği olarak ele alır. (Kapital I, s. 96-98). Ve Marx’ın teorisinin nihai hedefi, çalışmalarını yürüttüğü dönemde İngiliz toplumunun ortaya koyduğu özel toplumsal formasyon değil de genel olarak kapitalizm olduğu için, bu ayrımın anlamlarını biraz dikkatle tartışmak şarttır.

Marx’ın toplumsal formasyon (özel, tarihsel olarak belirli bir toplumsal sistem) ile üretim tarzı arasındaki ilişkiye dair görüşü Kapital’in önsözündeki bir pasajda yer almaktadır. Burada Marx şöyle yazar:

Fizikçi, fiziksel olguları, ya en tipik biçimde oldukları, bozucu etkilerden en uzak bulundukları yerlerde gözlemler, ya da olanaklıysa, olayın en normal biçimde geçmesini sağlayacak koşullar altında deneyler yapar. Ben, bu yapıtta, kapitalist üretim tarzını ve bu tarza tekabül eden üretim ve değişim koşullarını inceleyeceğim. Bugüne kadar, İngiltere, bunların klasik yurdu olmuştur. Teorik düşüncelerimin gelişmesi içinde, İngiltere’nin başlıca örnek olarak gösterilmesinin nedeni işte budur. Ancak eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinin durumuna omuz silker, ya da iyimser bir biçimde Almanya’da işlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa, ona açıkça şunu söylemeliyim: “De te fabula narratur!” (Kapital 1, s. 90).

Bu pasaj üç ana sonuç sunmaktadır: Öncelikle, bir üretim tarzı olarak kapitalizm kesin gelişim ve örgütlenme yasalarına tabidir. İkincisi, Marx’ın araştırmasının temel hedefi İngiliz kapitalizmi, yani belirli bir toplumsal formasyondur; ancak bu, tanımlayıcı bir örnek olarak değil yalnızca bir üretim tarzı olarak kapitalizmin en gelişmiş göstergesi olarak ele alınmaktadır. Üçüncü olarak da Marx, kapitalizm analizinin tek başına İngiltere için geçerli olmadığını düşünmektedir; Alman kapitalizminin gelişimi hakkında da bilgi sağlamaktadır.

Bu yüzden Marx, “kapitalizmi”, İngiliz veya Alman toplumsal formasyonlarında ayrı bir öğe olarak ele almaktadır. O, bu özel toplumsal formasyonların (belki de kusurlu bir biçimde) paylaştıkları soyut yapıdır. Bu yüzden, “kapitalizm”, az ya da çok, çeşitli toplumsal biçimleri belirten soyut yapıyı, farklı toplumsal formasyonların altında yatan üretim tarzını ifade eder.

Üstelik Marx, üretim tarzının, kapitalist toplumların belirli özelliklerini açıklama görevi açısından temel bir öneme sahip olduğuna inanmaktadır. Bu, tüm kapitalist sistemin aynı çizgide geliştiği çünkü kapitalist üretim tarzı (KÜT) teorisinde tanımlanan özellikleri paylaştıkları iddiasına kadar gider. Bu nedenle, KÜT teorisi, Kapital’in yazıldığı tarihte henüz varolmasa da açıklama doğrultusunda Japon kapitalizmi ile de ilgilidir. Bu anlayış, Marx’ın, kapitalizmin kurumlarının, içinde varoldukları tüm toplumlara hem ekonomik (örneğin tüm kapitalist sistemler mülkiyetin merkezileşmesine dönük bir eğilim sergiler) hem de üstyapısal (örneğin, tüm kapitalist toplumlarda özel mülkiyeti destekleyen bir ideoloji vardır) olarak güçlü bir “kurumsal mantık” oturttukları görüşüne dayanır. İlki Kapital’in alanında kalırken ikincisi tarihsel materyalizme uygundur.

Teknolojik Determinizm

Bazı yorumcular, tarihsel materyalizmin, John MacMurtry tarafından “teknolojik determinizm” olarak adlandırılan şeye dayandığını iddia etmektedir: üretici güçlerin (daha sonra ekonomik olmayan yapıyı belirleyen) toplumsal üretim ilişkilerini belirlediği yönündeki görüş.[11] Bu iddia, yorumcular arasında hatırı sayılır bir anlaşmazlığa yol açmıştır. Sorun, tarihsel değişimin “motor”unun karakteri sorusuyla ilgilidir. İki geniş olası faktörler grubu vardır. Değişimin itici faktörü ya üretici güçler dahilinde ya da üretim ilişkileri dahilinde yer alabilir. G.A. Cohen, ilk pozisyona dair en kapsamlı savunuyu sunmuştur. Marx’a göre, üretici güçlerin tarihsel olarak temel önemde olduğunu öne sürmektedir; üretici güçler geliştikçe, önce kendi gelişimlerinden faydalanan daha sonra ise daha fazla gelişmelerinin önünde engel teşkil eden üretim ilişkilerini yaratırlar. Üretici güçler ile üretim ilişkileri çelişkiye düştüğünde, üretim ilişkileri “parçalanır” ve üretici güçlerin gelişimini sürdürmesine olanak tanıyan yeni üretim ilişkileri ortaya çıkar. Bu tezi tümüyle anlaşılır kılmak için Cohen, üretici güçlerin genişleme yönünde yapısal bir eğilime -insan doğası hakkındaki olgular temelinde açıkladığı bir eğilime- sahip olduğunu ileri sürer (insanın genişlemeye ihtiyacı vardır, insan aklı mevcut üretici güçleri iyileştirmenin yöntemlerini bulmaya yetecek kadar güçlüdür ve doğa, genel olarak insanın ihtiyaçlarının tümünü emek devreye girmeden karşılayacak kadar bereketli değildir).[12]

Cohen’in argümanı, Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözdeki tarihsel materyalizm teorisiyle ilgili açıklamasına dayanmaktadır. Bu formülasyonda Marx, tarihsel süreci, içerisinde üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimini önce iyileştirdiği ardından engellediği bir süreç olarak tanımlar. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin daha fazla gelişmesi önünde engel haline geldiklerinde, “parçalanırlar”. “O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.” (EPEK, s. 425-26). Teorinin bu formülasyonu, Cohen’in pozisyonu açısından büyük bir destek sağlar ve Marx’ın eseri boyunca benzer formülasyonlar bulunabilir.

Ancak (Richard Miller’in kapsamlı olarak öne sürdüğü gibi),[13] Marx’ın kendi tarihsel açıklamalarının toplamı (Kapital, Alman İdeolojisi, Komünist Manifesto ve daha pek çok yerde) teknolojik determinizm şemasına uymamaktadır. Marx, Kapital’de “İlkel Birikim” bölümünde burjuvazinin doğuşunu açıklamaya çalışırken (Kapital I, s. 874-76, 914-26), Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda 1848 proletarya devriminin başarısızlıklarını açıklamaya çalışırken (SE, s. 45-47) veya ortaçağ şehrinde bir “günlük ücretli ayaktakımının” oluşmasını açıklamaya çalışırken (Alman İdeolojisi, s. 70), ilgisi esas olarak bu tarihsel süreçlerin cereyan ettiği sınıf ve mülkiyet ilişkilerinin özelliklerine yönelmiştir. “Tek başlarına gelen bu emekçiler [kaçak serfler] hiçbir zaman bir kuvvet meydana getirecek duruma ulaşamadılar, çünkü onlar için şu iki şeyden biri kaçınılmazdı: ya onların yaptıkları iş bir loncanın yetki alanına giriyordu ve öğrenilmesi gerekiyordu, o takdirde bu loncanın ustaları onları kendi kurallarına bağımlı kılıyorlar ve onları kendi çıkarlarına göre örgütlüyorlardı; ya da onların işi çıraklığı gerektirmiyordu, bir meslek kolunun alanına girmiyordu, gündelikçi bir işti bu, bu durumda ise hiçbir zaman bir örgüt yaratmaya yaklaşmıyorlar ve örgütlenmemiş bir pleb olarak yaşıyorlardı.” (Aİ, s. 70). Mevcut üretici güçlerin özgül karakteri ise bu açıklamaya hiç girmez. Bu gözlemler, Marx’ın kendi tarihsel pratiğinin, teknolojik determinizmden ziyade üretim ilişkilerine açıklayıcı bir öncelik atfeden pozisyonu desteklediğini gösteriyor gibidir.

Ancak bu argümanlar tümüyle kesin değildir, çünkü Marx’ın tarihsel açıklamalarını, izafi sınıf erki ve yapılabilirlik düzeyine koymaktadırlar. Ancak, toplumdaki farklı sınıfların kullanabileceği erk ve yapabilirlik derecesini hangi faktörlerin belirlediği sorusu açık kalmaktadır ve Cohen’in görüşü, bu sorunun en iyi üretici güçlerin gelişim düzeyi hakkındaki olgulara başvurularak cevaplanabileceğidir. Cohen’in teknolojik determinizm versiyonu, üretim ilişkilerinin nedensel olarak üretici güçleri etkilediğini reddetmez; tam aksine, fonksiyonalizmi, tersinin doğru olmasını gerektirir. Onun pozisyonunu bir tür teknolojik determinizm yapan şey, üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimine yol açtıkları için seçilmiş olduğu yönündeki görüşüdür.[14] Bu bakış açısından, daha önce alıntılanmış olan tipteki tarihsel açıklamalar ilginç ve önemli olmakla birlikte, tam da üretici güçler dahilindeki koşulları tanımlamadıkları ve bundan dolayı belirleyici olan belirleyici sınıflar olduğu için temel önemde değildir. John McMurtry’nin teknolojik determinizmi yeniden yapılandırması da benzer dolaylı anlatımlara sahiptir. Onun görüşüne göre, üretici güçler üretim ilişkileri üzerinde, üretici güçlerin üretici güçlerle uyumlu olmayan üretim ilişkilerini geçersiz kılması anlamında açıklayıcı önceliğe sahiptir;[15] ancak bir kez daha, tam da bu formülasyondan, üretim ilişkilerinin üretici güçler üzerinden nedensel sonuçlara sahip olduğu sonucuna varılır. Teknolojik determinizmi çevreleyen sorunları bu bağlamda çözmek mümkün değildir. Bununla birlikte, teknolojik determinizmin Kapital’deki rolü hakkında bir yargılamaya varmamız önemlidir ve bence, Kapital böyle bir pozisyonu yansıtmamaktadır. Kapital daha ziyade, açıklayıcı önceliği, kapitalist ekonomik yapıyı tanımlayan üretim ilişkilerine atfediyor gibi görünmektedir. Kapital, kapitalizmin teknoloji ve üretimde patlamaya varan genişlemesine yol açan şeyin, toplumsal ilişkilerde değişime yol açan teknolojik genişlemeden ziyade kapitalizmin toplumsal üretim ilişkileri özelliği olduğunu gösteriyor gibidir. Örneğin, Marx’ın Kapital‘deki merkezi argümanlarından biri, KÜT’de sağlamlaştırılan sermaye birimine yönelik zorunluluğu açıklamaya çalışmaktadır. Kapitalizmin üretkenlik ve teknoloji özelliğinde patlamaya varan artışlara yol açan bu zorunluluktur. Ancak bu zorunluluk, üretici güçlerin doğasında bulunan genişleme yönünde bir eğilimden değil, kapitalizmin toplumsal ilişkilerinden (özellikle de, kapitalist karar merciini hem motive eden hem de sınırlandıran koşullardan) kaynaklanmaktadır. Gary Young, “The Fundamental Contradictions of Capitalist Production”da bu pozisyonu ikna edici bir şekilde savunmaktadır.[16] Üretici güçlerin genişleme eğiliminin yalnızca üretim ilişkileriyle ilgili olgular temelinde açıklanabileceğini iddia etmektedir. Kapitalizm şu çelişki üzerinden gelişir: Üretim ilişkileri hem üretici güçlerin sınırsız bir şekilde genişlemesine neden olur hem de bu şekilde üretilen metaları sorunsuz bir şekilde satmayı imkansız hale getirir. Bu nedenle bu açıklama, kapitalizmin dinamik özelliklerinin kaynağını, üretici güçlerin kendilerinin içine değil, ekonomik yapı içine yerleştirir.[17]

Gerçekten de, kapitalizmi diğer üretim tarzlarından en keskin şekilde ayırt eden özelliklerden biri, üretici güçlerin gelişiminin hızıdır. Klasik kölelik oldukça sabit bir üretkenlik düzeyi gösterir, feodalizm ise yüzyıllar boyunca oldukça yavaş artan bir üretkenlik düzeyine şahit olur. Diğer taraftan kapitalizm, üretkenlik düzeyini sıçramalarla artırır. Ve Marx’ın bu farka dair açıklaması, tümüyle, bu alternatif üretim tarzlarını tanımlayan toplumsal ilişkiler tarafından zorunlu kılınan farklı gelişim modelleri görüşüne dayanmaktadır.[18]

Son olarak, Kapital, ekonomik yapıyı tanımlayan toplumsal ilişkilere odaklanmaktadır: kapitalist ve ücretli işçiden oluşan sınıf sistemi, kapitalistin davranışını belirleyen dürtüler ve kısıtlamalar ve sömürü teorisi. Bunların her biri, üretici güçlerle değil, kapitalist üretim tarzını oluşturan toplumsal ilişkilerle ilgilidir.

Bu argümanlar, teknolojik determinizmin, Marx’ın Kapital‘deki duruşunu doğru bir şekilde nitelemediğini göstermektedir. Ancak, bu çıkarsama kabul edilse bile, genel tarihsel materyalizm teorisi sorunu hala çözülmemiştir. Bu çalışma boyunca, tam tarihsel materyalizm teorisi ile Kapital’in temsil ettiği özel sorgulama arasında net bir ayrım yapmanın zorunlu olduğunu iddia edeceğim. Bu ayrım, mevcut bağlamda sonuçlara sahiptir. Teknolojik determinizmin genel olarak tarihsel materyalizmi niteliyor olması, ancak Kapital’de benimsenen yaklaşımı nitelemiyor olması tümüyle mümkündür.

Sınıflar ve Ekonomik Yapı

Sınıf kavramı hem tarihsel materyalizm teorisinde hem de Marx’ın kapitalizm teorisinde merkezi bir role sahiptir. Marx’ın yapısal bir sınıf teorisine sahip olduğu (G. A. Cohen, Perry Anderson ve diğerleri tarafından öne sürülmüştür)[19] görüşünü kabul ediyorum: sınıf üyeliği, kişinin mülkiyet sistemi dahilindeki konumuna göre belirlenir. Bir kişi, yalnız ve yalnız (1) herhangi bir üretici zenginliğe sahip değilse ve (2) ücret karşılığında işgücünü satıyorsa proletaryaya aittir. Bu sınıf tanımının dikkate değer iki özelliği vardır. Öncelikle, sınıf bilincine dayanmadığı için objektif bir sınıf üyeliği kriteridir. (Yani, kişi kendini öyle tanımlamıyor olsa bile proletaryanın üyesi olabilir.) Ancak Marx, burada tanımlandığı haliyle objektif sınıf üyeliğinin açıklayıcı bir öneme sahip olduğunu savunmaktadır: Objektif kriterlere göre tanımlanan sınıflar, kendi ortak çıkarlarını algılamaya başlama ve bu doğrultuda, kendinden bilinçli politik eylem birimleri oluşturma eğilimindedir, yani sınıflar sınıf bilinçli hale gelme eğilimindedir. Bu nedenle, “kendinde sınıf” nosyonu, “kendi için sınıf” nosyonuna göre açıklayıcı önceliğe sahiptir; ancak ikinci kavram sınıfsal politik eylem ve devrimci motivasyona dair açıklamalarda merkezi konumdadır.[20] Ve ikinci olarak da, bu sınıf tanımı, konumları sömürücü bir mülkiyet sistemi tarafından tanımlandığı için, sınıfların birbirleriyle çatışan maddi çıkarlara sahip olacağını garanti eder.

Kapital’de yalnızca yapısal sınıf kriterinin kullanılıyor olması dikkate değerdir; sınıfı politik olarak birleşik bir örgüt haline getirme eğilimi taşıyan etmenlere yönelik geliştirilmiş çok sınırlı bir analiz bulunmaktadır. Kapital’de sınıflara dair tek açık tartışma, III. cildin son bölümünde yer almaktadır ve bu tartışma kötü bir şekilde parçalıdır (Kapital III s. 1025-26). Bununla birlikte, sınıf kavramı tüm çalışma boyunca kullanılır ancak bu kullanım neredeyse her zaman, öznel sınıf bilincinden ziyade nesnel sınıf kimliği şeklindedir. Bu yüzden Marx, Kapital’in önsözünde, “Ama burada kişiler, ekonomik kategorilerin temsilcileri oldukları, belirli sınıf ilişkileri ile sınıf çıkarlarını kişiliklerinde topladıkları ölçüde ele alınıp incelenirler” (Kapital I, s. 92) diye yazar. Bu yorum, açıktır ki sınıf kavramına açıklayıcı bir merkezilik vermektedir ve aynı açıklıkla, burada kullanılan yapısal sınıf tanımıdır; ekonomik bir kategorinin somut hali olarak sınıf. (Kapital‘in ikinci bölümünün sonunda bu türden bir temsile ilişkin hicivli bir örnek yer almaktadır: “Eski para sahibi, şimdi kapitalist olarak önde çalımla yürüyor; emek-gücü sahibi onun emekçisi olarak peşi sıra onu izliyor. Biri önemli insan pozunda, sırıtkan, işbilir; öteki sıkılgan, çekingen, kendi derisini pazara götüren ve yüzülmekten başka umudu olmayan bir kimse gibi.” (Kapital I, s. 279-80.) Kapital’de sondan bir önceki bölümde yapısal sınıf tanımına ilişkin önemli bir istisna bulunmaktadır. Burada Marx, “sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları”ndan bahseder. (Kapital I, s.929) Bununla birlikte, Marx, Kapital’de kapitalist üretim tarzının mantığını ayrıntılı olarak incelerken, bireyi motive eden birbiriyle ilişkili çıkar ve dürtü nosyonlarıyla birlikte yapısal kavramlaştırmayı kullanır.

Bu yüzden, Kapital’deki analizin amaçları doğrultusunda sınıf teorisi, iki basit noktaya indirgenebilir: Ekonomik yapı, belirli bir mülkiyet biçimiyle tanımlanır ve toplumun farklı grupları bu yapı içerisinde farklı konumlara yerleşir. Bu açıklamanın seyrek görülmesinin nedeni, Kapital’in politik bir analizden ziyade ekonomik bir analiz olmasıdır. Ve bu durum, Kapital’in, üstyapının özellikleri olan politika ve sınıf bilincinin analizine değil, esas olarak kapitalizmin ekonomik yapısına ve bunun üretim tarzı açısından gerekli kıldığı mantığa ilişkin bir çalışma olduğu çıkarsamasını güçlendirir.

Bu bağlamda önemli bir sorun, ekonomik yapının ihtiyaçlarının gerçek toplumsal değişime nasıl çevrildiği sorusudur. Sınıf teorisi en azından kısmi bir çözüm sunmaktadır. G.A. Cohen, sınıf mücadelesinin (çoğunlukla), ekonomik yapının toplumsal yapının diğer veçhelerini etkilemekte kullandığı araç olduğunu öne sürer.[21] Sınıf, ekonomik yapı içerisindeki konumları tarafından belirlenen bir çıkarlar toplamına sahip birtakım insanlardan oluşmaktadır. Bu kişiler, rasyonel olarak kendi çıkarlarının peşinden koştukları ölçüde, temsil ettikleri ekonomik yapının öğelerinin “ihtiyaçlarını” da karşılarlar. Ekonomik yapı, mevcut mülkiyet ilişkilerini destekleyen bir “politik kurumlar” kümesine ihtiyaç duyar; ve bu mülkiyet ilişkilerinden yararlanan sınıf, devletin eylemlerini gerekli yönde etkileyecek bir konumdadır. Belirli bir sınıfın belirli bir zamanda neden egemen olduğunu açıklayabilmek için, ekonomik yapıya ve ekonomik olarak egemen sınıfın üyesi olmanın söz konusu sınıfın kullanımına sunduğu erk biçimlerine başvurmak zorunludur. İngiltere’de pre-kapitalist ekonominin çöküş döneminde burjuvazinin gücü, söz konusu sınıfın üyelerinin, geleneksel mülkiyet biçimleriyle (yani, geleneksel toprak sahipliği) ilişkili olandan dramatik ölçüde daha üretken bir üretici güçler grubunu kontrol ediyor olmasıyla açıklanacaktır. Bu nedenle, ekonomik yapı, diğer toplumsal kurumlara, bir sınıfın üyelerinin rasyonel eylemleri aracılığıyla kendi damgasını vurur.

Öncelik ve Belirleme

Kısıtlamaya Göre Belirleme

Tarihsel materyalizm, ekonomik yapının ekonomik olmayan yapı üzerinde açıklayıcı önceliği olduğunu savunur. Toplumsal yapının farklı düzeyleri arasındaki bu ilişki, bir düzeyin diğerini “belirlediği” fikrine dayanır. Ancak bu nosyon üzerinde daha ayrıntılı düşünülmesi gerekir. Toplumsal örgütlenmenin bir düzeyinin ne tür bir ilişki üzerinden diğerini açıklayabildiği söylenebilir? Geçerli olan ilişki, üst düzeydeki yapıların alt düzeydeki etmenler tarafından kati nedensel belirlenmesi değildir. Ekonomik yapı ile üstyapı arasında, açıkça büyük bir enlem farkı vardır; kapitalist ekonomik sistemler arasında görülen politik biçimler çeşitliliği (örneğin, temsili demokrasiler, anayasal monarşiler veya askeri diktatörlükler) buna şahitlik edecektir. Bu yüzden, bu bağlamdaki belirleme, benzersiz bir belirlemeyi zorunlu kılmaz. Marksist yorumcuların çoğu, ilişkinin kati bir nedensel belirleme olmadığını kabul etmektedir. Ücret ilişkisi, mekanistik olarak adil sözleşmeler ideolojisinin gelişimine neden olmaz.[22]

Son yıllarda, belirleme nosyonunun mekanistik olmayan yorumuna olanak tanıyan birbiriyle ilişkili iki belirleme modeli ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, John McMurtry’nin sınırlamaya göre belirleme nosyonudur. Bu modelde, yapı ile üstyapı arasındaki ilişki sınırlandırıcı bir ilişki olarak kabul edilir: “Ekonomik yapı, kendisiyle uyumlu olmayan her türlü fenomeni engellemek veya elemek yoluyla hukuki ve politik üstyapıları, ideolojiyi ve toplumsal bilinç biçimlerini belirler.”[23] Böylece üstyapılar, kendi ekonomik yapılarına karşılık gelme eğilimi sergiler, çünkü yapı, yapının kesintisiz olarak işleyişi açısından uyumsuzluk yaratacak üstyapı özelliklerinin ortaya çıkışını engeller. Benzer bir şekilde, -teknolojik determinizmin doğru olduğunu kabul edenler için-, ekonomik yapılar mevcut üretici güçlere karşılık gelme eğilimi sergiler, çünkü bu üretici güçler, kendileriyle uyumlu olmayan üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasını engeller. Bu açıklama tarzında, yapı ve üstyapı arasındaki ilişki, yapının, üstyapının alabileceği biçimlere sınırlamalar getirdiği türden bir ilişkidir. Ayrıca, ekonomik kurumlar, kendi gereksinimleri ile tutarsızlık içerisindeki üstyapısal kurumların negatif yönde filtre edilmesi işlemi yoluyla kendi çoğalmaları ve gelişimleri açısından uygun bir ortam yaratırlar. Yalnızca belirli yapılar verili bir üretim tarzıyla uyumludur; kapitalizmle uyumlu olmayan bir yapı etkili hale gelirse, biri veya diğeri kaybolmalıdır. Ve Marx’a göre, üretim sistemiyle ilişkili yapılar, karşıt eğilimleri bastırma mekanizmalarıyla birlikte özellikle güvenli bir şekilde kurulurlar; bu durumda genel olarak, üretim tarzı, üst düzeydeki yapılar üzerinde, uyumsuz olanlarını ayıklamak suretiyle denetim kuracaktır.

Bu nedenle, toplum içerisindeki çeşitli yapı düzeyleri arasındaki ilişkiye dair bu görüş dolaylıdır: Ekonomik yapı, ekonomik olmayan yapıyı doğrudan belirlemez, ancak, uzun vadede belirli bir toplumsal örgütlenme biçimine doğru gelişme yönünde güçlü bir eğilim oluşturan yapılar üzerinde sınırlamalar uygular. Belirli yapılar, kapitalist altyapıyla çok daha başarılı bir şekilde kaynaşır ve bu yüzden bunların çoğalma ihtimali yüksektir.

Ekonomik yapı ile ekonomik olmayan fenomen arasındaki ilişkiye dair bu görüşü tam olarak anlayabilmek için, alt düzeydeki yapıların üstyapı öğelerini sınırlandırmakta veya elemekte kullandığı mekanizmaları açıklamak zorunludur. Eleme işlemi, hem bilinçli hem bilinçsiz olarak, çeşitli mekanizmalar üzerinden gerçekleşebilir. Önce, ekonomik yapının ihtiyaçları, ekonomik yapı içerisinde egemen olan üretim ilişkilerine karşılık gelen sınıfın ihtiyaçlarıyla yansımasını bulan önemli bir dereceye kadar bükülür; ve az ya da çok derecelerde olmak üzere, sınıfların, kendi çıkarlarını korumak ve ihtiyaçlarını karşılamak için rasyonel eylemlere girişmesi beklenir. Örneğin, kapitalist ekonomik yapı sermaye biriktirmeye “ihtiyaç duyar”. Buna karşılık olarak, kapitalist sınıf, özel mülkiyet üzerinden kar elde etme özgürlüğüne sahip olmaya ihtiyaç duyar ve bu gücü koruma ve elinde tutma araçlarına (ekonomik ve politik güç biçiminde) sahiptir. Bununla birlikte, kapitalist sınıfın üyeleri, kar elde etme özgürlüklerini korumak için hareket etmek suretiyle ekonomik yapının sermaye biriktirme ihtiyacını da karşılar. Böyle bir sonucun örneğini düşünün: Çelik sanayini millileştirme vaadinde bulunan kapitalist demokrasi dahilindeki politik bir parti, kapitalist sınıftan mali destek almayı bekleyemez; ancak, kapitalist demokrasilerde partiler, büyük bir mali destek olmadan başarılı olmayı da bekleyemez, çünkü medyaya (gazeteler, radyo, televizyon, matbaalar vb), büyük oranda yüksek maliyetli reklam bütçeleri aracılığıyla ulaşılır.

Ekonomik yapının üstyapısal öğeleri elediği ikinci bir mekanizma ise bilinçsizce işler; yani, sınıfların kendi pozisyonlarını korumak için bilinçli olarak giriştikleri eylemlerden kaynaklanmaz. Bu eleme tarzı büyük oranda, topluma, başlıcası kapitalist şirketlerdeki karlılık olan, sorunsuz bir şekilde işleyen bir kapitalist ekonominin gereksinimleri tarafından getirilen koşullarda kökünü bulur. Örneğin, Massachusetts Eyaletinin, sanayi alanında ayrı ayrı kapitalistler için yüksek maliyetli olan yeni bir katı sağlık ve güvenlik gereksinimleri paketini yasalaştırdığını ve bu yasaların New Hampshire’da sanayi alanında uygulananlardan önemli oranda daha katı olduğunu düşünün. Ayrı ayrı kapitalistler yeni koşullar altında Massachusetts’de olası kar oranını New Hampshire’daki ile karşılaştırdığında Massachusetts’deki tesis kapanır. Massachusetts’teki vergi gelirleri düşer, eyaletteki işsizlik artar ve gereksinimlerin gözden geçirilmesi için (işsiz kalan işçilerden, şehir mülki amirlerinden, belediye çalışanlarından, gelirli sanayi işçilerine yapacağı satışlara bağlı olan küçük işletme sahiplerinden vb.) basınç yükselir. Bu basınçlar, en nihayetinde yasaların yeniden biçimlendirilmesine yol açar ve karlılık gereksinimleriyle daha uyumlu yeni gereksinimler yasalaştırılır. Bu örnekte, kapitalist ekonomik yapıyla (özel olarak ise, kapitalistlerin kar oranını en üst seviyeye çıkarmaya çalışması gereksinimiyle) uyumlu olmayan üstyapısal bir yenilik (yeni sağlık ve güvenlik yasaları) uygulamaya koyulmuş ve yeni yasaların gözden geçirilmesini zorlayan tepki mekanizmaları ortaya çıkmıştır.

Daha önce belirtilen her iki biçimini de içeren bir eleme örneğinde ise, kapitalist demokrasilerin genel gidişatı ve gerilimleriyle ilgilenilir. İdeolojik sistem, verili bir toplumda insan doğası ve toplum hakkında yaygın olarak benimsenen tutumlar, inançlar ve değerleri etkileyen ve şekillendiren bir kurumlar kümesidir. Bu sistemin genel olarak üretim sisteminin ihtiyaçlarıyla koşullandırıldığı Marx’ın görüşüdür. Bu koşullamanın nasıl olduğu düşünülür? Öncelikle, toplumsal bilincin büyük oranda gazeteler, televizyon, okullar, kitaplar ve aile yaşantısı tarafından şekillendirildiğini belirtmeliyiz. Ancak bunların çoğu, sınıf dengelerince etkilenir ve varolan sınıf yapısı açısından özgün bir tehlike arzeden görüşler etkili bir şekilde elenebilir. Gazeteler, yayıncılar ve eğitimciler, yaygın olarak, kendi ürünlerine esin veren egemen ideolojiyi yansıtır; ve kamuoyunun düşünce ve tutumlarının şekillendirilmesinden bu ürünler sorumludur. Varolan toplumsal sistemin ciddi bir şekilde altını oyan veya ona meydan okuyan “Radikal” bakış açılarının bu anlamda bir “sorumluluğu yoktur”, zira kamuoyunun bu araçlara erişimi ihmal edilecek boyuttadır. (Marx’ın bu sürece dair modeli, Almanya’da ekonomi politiğin durumuyla ilişkili olarak Kapital’in önsözünde yer alır. Kapital I, s. 96-97.) Bu görüş, düşüncenin altta yatan yapı tarafından belirlenmesini gerektirmez; tümüyle rölativist bir bilgi teorisi ima etmez. Bu yalnızca, toplumsal bilinci üretim sisteminin gerektirdiği doğrultuya yönlendiren güçlü kurumsal güçleri vurgular.[24] Radikal bakış açılarının tümüyle bastırıldığı veya bu tür görüşleri yayınlamanın mümkün olmadığı söylenmemektedir; daha ziyade, bu tür bakış açılarının, nihai olarak yaygın bir şekilde ortaya çıkmalarını önleyen baskılara göğüs germesi gerektiği ifade edilmektedir. Bunlar, genellikle hakim ideolojinin savunucuları tarafından boğulurlar. Bu örnekte, ekonomik yapı, güvenli bir şekilde tesis edilmiş olması ve kendisiyle çelişen veya işleyişine müdahale eden yapıları diskalifiye etmesi (ya da en azından çok olanaksız hale getirmesi) sayesinde üst düzeydeki toplumsal yapıları koşullandırır.

İşlevsel Belirleme

Diğer önemli öncelik modeli ise G.A. Cohen’in işlevsel belirleme anlayışıdır. Cohen’e göre, üstyapı, dikkate değer özelliklerine, altyapının söz konusu özellikler tarafından karşılanan işlevsel gereksinimleri sayesinde sahip olur; benzer bir şekilde, ekonomik yapı, üretici güçlerin işlevsel gereksinimlerine referansla açıklanabilir. “[Üretici] güçlerin niteliğinin [üretim] ilişkilerini işlevsel olarak açıkladığını öne sürüyoruz. . . . Benimsenen açıklamalar şu biçime bürünür: üretim ilişkileri t zamanında R türündedir çünkü, üretici güçlerin t zamanındaki gelişim düzeyi dikkate alındığında R türündeki ilişkiler t zamanındaki üretici güçlerin kullanımına ve gelişimine uygundur.”[25] Ve yine: “İlişkiler istikrarlı bir şekilde gücünü koruduğunda, … güçlerin gelişimini destekledikleri için bunu yapabilmektedirler.”[26] Bu tarz bir açıklama, bir “sonuç açıklaması” olarak nitelenebilir çünkü, içerisinde, “bir şeyin belirli bir türde etkiye sahip olma eğilimiyle açıklandığı”[27]bir açıklamadır. Bu açıklamada, ekonomik yapı ile üstyapı arasındaki ilişki, doğrudan nedensel bir ilişki değil, işlevsel bir ilişkidir. Altyapıyla uyumlu olabilecek üstyapısal özelliklerden bazıları, sistemin süregiden ihtiyaçlarına daha uygundur. Ve işlevselci tez, (1) ekonomik yapının kesintisiz olarak varlığını sürdürmesiyle tutarsızlık gösteren politik veya ideolojik öğeler ortaya çıktığında bu öğelerin genellikle ayıklanacağını ve (2) her biri ekonomik yapıyla uyumlu olmakla birlikte ekonomik yapının farklı yönlerine uygun olan birbirine rakip üstyapısal öğeler ortaya çıktığında, genellikle, daha az uygun olana nazaran daha uygun olanın varlığını koruyacağını iddia eder. Sonuçta ortaya çıkan toplumsal sistem, içerisinde üst düzeydeki yapıların altta yatan örgütlenme düzeyinin işlevsel ihtiyaçlarına (kısa vadede) büyük oranda uygun olduğu bir toplumsal sistem olacak ve altta yatan sistem üst düzeydeki yapıları doğrudan şekillendirmiş gibi görünecektir, fakat gerçekte, bu ikisi arasında nedensel bir doğrudan ilişki yoktur.

Cohen, işlevsel açıklamaların, üstyapısal özelliklerin altyapı tarafından “ihtiyaç duyulan” nitelikleri kazandığı süreçlerin açıklanmasıyla desteklenebileceğini kabul eder. Bu tür açıklamaları, işlevsel açıklamanın “detaylandırılması” olarak adlandırır. Bu detaylandırmalar, daha önce açıklanmış olan ayıklama türlerine büyük oranda benzemektedir.[28] Ancak, Cohen, bir işlevsel açıklamanın doğruluğunun, açıklamanın kabul edilebilir bir detaylandırmasının bulunmasına bağlı olmadığında ısrarcıdır; işlevsel açıklama daha ziyade, ampirik olarak onaylanabilir.[29]

Cohen’in işlevselciliği yoğun eleştirilere konu olmuştur. İşlevselciliğin önemli bir şekilde ele alındığı bir çalışmada Jon Elster, “[işlevselcilikte,] Marksist toplumsal analizin, aslında tembel ve çatışmasız düşünmeyi teşvik eden, görünüşe göre güçlü bir teori kazanmış” olduğunu öne sürer.[30] Jon Elster’a göre, işlevsel açıklamanın toplum biliminde hiçbir özel rolü yoktur çünkü toplumsal kurumların nasıl olup da işlevsel özellikler kazandığına dair (suni durumda tasarım yoluyla veya biyolojik sistemler durumunda doğal seleksiyon yoluyla) uygun hiçbir açıklama yoktur.[31] Sonuç olarak Elster, toplum bilimindeki işlevselci açıklamaların uygun “mikro-temellerle”, verili toplumsal modellerin ortaya çıktığı süreçlerin detaylı analiziyle desteklenmediği sürece anlamsız olduğunu iddia etmektedir.[32] Ve bu türden mikro-temeller olduğunda, artık işlevsel açıklamaya gerek kalmaz. John Roemer de bu pozisyonu destekler: “Sınıf analizinin, sınıfların neden ve ne zaman ilgili analiz birimi haline geldiğini açıklamak için birey düzeyinde mikro-temeller gerektirdiğini iddia ediyorum”[33].

Bu sorun, karşıt pozisyonların özgün bir uyumsuzluk içerip içermediği tümüyle net olmadığı için bir tür bulanıklık taşımaktadır. Cohen, tarihsel materyalizmin esas olarak toplumsal yapının büyük birimleri arasında makro düzeyde işlevsel ilişkiler kurmayla ilgilendiğini ileri sürmekteyken, Elster, tarihsel materyalizmin esas olarak söz konusu ilişkilerin ortaya çıktığı mikro düzeydeki süreçleri keşfetmekle ilgilenmesi gerektiğini savunmaktadır. Cohen, bu tür süreçler olduğunu veya bunları ayrıntılı olarak ele almanın toplum bilimi açısından önemli bir sorun teşkil ettiğini reddetmemektedir, fakat Elster’in pozisyonu, yapının düzeyleri arasında işlevsel ilişkiler olmamasını zorunlu kılmamaktadır. Bu nedenle bu sorun, nihai olarak, toplumsal değişimin doğası üzerinde anlamlı bir uyuşmazlıktan ziyade bir araştırma programı dahilindeki vurgu farkına dönüşmektedir.

İşlevsel belirleme, başka bir yönden saldırıya daha açıktır. Bu açıklık, ekonomik yapının her veçhesinin (ve benzer bir şekilde üstyapıyla ekonomik yapı arasındaki ilişki için) üretici güçlerin belirli işlevsel özelliklerine hizmet etmesi gereksinimiyle ilgilidir. Bu, sınırlama modelinde kabul edilenden çok daha güçlü bir belirleme biçimidir. Aslında çok güçlüdür: Cohen’in kendisinin öne sürdüğü detaylandırmalar ve alt düzeydeki etmenlerin üst düzeydekileri etkilediği toplumsal süreç türleri dikkate alındığında, alt düzeydeki kurumları ne destekleyen ne engelleyen üst düzey kurumlarının ortaya çıkması son derece mümkündür. Tam aksine, sınırlama modeli, yalnızca üstyapısal özelliklerin altyapıyla uyumlu olmasını gerektirir ancak üstyapının belirli özellikleri, altyapının işlevsel ihtiyaçları itibariyle nötr olabilir. Genellikle, verili bir ekonomik yapı biçimiyle uyumlu olan bir olası üstyapısal kurumlar yelpazesi olacaktır. Ve, bu olasılıklardan hangisinin ortaya çıkacağını belirleyen etmenin ekonomik olmayan hususlar olabilmesi, sınırlandırma modeliyle mükemmel bir tutarlılık içindedir. (Örneğin, İtalyan toplumunun ağırlıklı olarak Katolik olması olgusu, aslında hangi olası devlet biçimlerinin vücut bulabileceğini belirleyebilir.) Bu bağlamda, sınırlandırma görüşü, işlevsel belirleme görüşünden daha ikna edici görünmektedir.

Üstelik, sınırlandırma görüşü, sınırlandırıcı süreç sıklıkla, verili toplumun ekonomik yapısına işlevsel olarak uygun kurumlar ortaya çıkaracağı için işlevselci açıklamanın en anlamlı kısımlarını yakalamamıza olanak tanır. Ve, iki modelin ayrıldığı noktada -sınırlandırma modelinin altyapının işlevsel ihtiyaçlarına hizmet etmeyen üstyapısal öğelerle tutarlı olması anlamında- sınırlandırma modeli daha uygun görünmektedir. Bu nedenle, tekabüliyet nosyonunun en ikna edici yeniden kuruluşunun, ekonomik yapının büyük bir biçimler çeşitliliğini dışarıda bırakmaksızın olası politik ve ideolojik biçimler yelpazesini sınırlandırdığını söyleyen sınırlandırma görüşü olduğunu düşünüyorum. Ekonomik yapı, kurumların sahip olması gereken özelliklerle ilgili kapsamlı sınırlar getirir ve bu, toplumsal kuruluşlardaki belirli işlevsel ve yapısal özellikleri zorlar.

Bu açıklamaların her ikisi de, tarihsel materyalizme dönük klasik bir itirazın üstesinden gelmede başarılıdır: tarihsel materyalizmin alt düzeydeki etmenlerin (üretici güçler veya üretim ilişkileri), üst düzeydeki etmenlerin (üstyapının öğeleri) kesin karakterini belirlemesini gerektirdiği suçlaması. Her iki açıklama da, ekonomik yapı açısından ekonomik olmayan kurumlar için önemli ölçüde bir özerkliğe alan bırakır. Sınırlandırma modeli, uyumluluk gereksinimi oldukça zayıf bir tekabüliyet biçimi olduğu için, geniş bir üstyapısal kurumlar yelpazesinin altyapı ile uyumlu olacağını belirgin hale getirmektedir. Üstyapı düzeyindeki bu değişkenlik boyutu, işlevsel ilişki nosyonuna da içkindir. Bir çöl kemirgeninin su israf alışkanlıkları olması olasıdır –her ne kadar bu, kuru bir ortamda dengeleyici düzeyde etkili su toplama mekanizmalarını gerektirse de. Benzer bir şekilde, kapitalist bir toplum için, gelişimiyle mükemmel bir uygunluk içinde olmayan ideolojik öğelere sahip olmak veya anakronistik bir devlet biçimi dahilinde varolmak mümkündür. Bu anormallikler mümkündür; ancak pek umulmamaktadır ve ekonomik yapının tam gelişimini engelledikleri ölçüde istikrarsızdırlar. Belirli bir zamanda, ekonomik yapıya aşağı yukarı uygun bir olasılıklar aralığı veya birbirinden farklı şekillerde uygun ancak pek de uygulanabilir olmayan bir olasılıklar aralığı bulunabilir; örneğin, kapitalizm mutlakiyetçi bir devlet altında daha az üretken olabilir, ancak ekonomik varlığını hala sürdürebilir. Bu yüzden, her iki modelde de, kapitalist ekonomik yapıyla ilişkili bir farklı devlet biçimleri çeşitliliği olacağını savunmak son derece makuldür.

Ekonomik olmayan yapılarla ilgili bu önemli bağımsızlık derecesi dikkate alındığında, eksiksiz bir kapitalizm teorisi, kaçınılmaz olarak politika ve ideoloji teorilerini de gerektirir ve bu teoriler, bir ekonomi teorisinden türetilemez. Marx’ın haleflerinden bazıları (örneğin Gramsci)[34], bu anlayışı, burjuva devletin egemen sınıfın yönetim komitesi olduğu tezinde gerek görülenden daha eksiksiz bir politika teorisi sağlama yönünde geliştirmiştir. Ralph Miliband’ın The State in Capitalist Society[35] ve Nicos Poulantzas’ın Political Power and Social Class eserleri, esin kaynağını aynı anlayıştan alan çağdaş örneklerdir. Ve bu olgu, ekonomik yapı teorisinin -eksiksiz olsa bile- prensip olarak doğru politika teorisini belirleyemeyeceği görüşünü tesis ettiği için E. P. Thompson’ın The Poverty of Theory adlı kitabındaki Kapital eleştirilerini karşılamaktan uzaktır.

Tarihsel Materyalizm ve Kapital

Tarihsel materyalizme son yıllarda hasredilen yoğun ilgiye rağmen, tarihsel materyalizm ile Kapital arasındaki ilişki sorunu yeterince ele alınmamıştır. Yazarların çoğu, kapsama teorisi olarak adlandırılacak şeyi varsayma eğilimindedir. Bu görüş, tarihsel materyalizmin genel bir tarih teorisi olduğu ve Kapital’in, bu teorinin özel olarak kapitalist topluma uygulanması olduğunu savunur. Bu pozisyona göre, Kapital, kavramları, yöntemleri ve araştırma hedeflerinin daha önceki eser tarafından belirlenmesi anlamında tümüyle tarihsel materyalizmin çerçevesi dahilinde yer alır. Kapital, bu fikirlerin kapitalist toplumun belirli özelliklerine uygulanmasıdır.

Bu kapsama teorisi, geniş bir Marx yorumcuları yelpazesi tarafından desteklenmektedir. Bu yüzden Nicos Poulantzas, “Tarihsel materyalizm, kendi bütün araştırma alanını (üretim tarzı, toplumsal formasyon, gerçek el koyma ve mülkiyet, birleşim, ideoloji, politika, konjonktür ve geçiş kavramları) yöneten kavramları tanımlayan genel bir teoriyi savunur. . . . Tarihsel materyalizm ayrıca, özel teorileri de (köleci, feodal, kapitalist ve diğer üretim tarzı teorileri) içerir.”[36] Ve Poulantzas’a göre, Kapital de yalnızca böyle özel bir teoridir. Benzer bir kanaldan I. I. Rubin şöyle yazar: “Marx’ın ekonomi teorisi ile … onun tarihsel materyalizm teorisi arasında sıkı bir kavramsal ilişki vardır… Teorik ekonomi politik, kesin bir toplumsal-ekonomik formasyonla, özel olarak meta ekonomisi-kapitalist ekonomi ile ilgilenir. … Marx’ın tarihsel materyalizm teorisi ve ekonomi teorisi, tek ve aynı temel sorun etrafında döner: üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ilişki. … Bu genel metodolojik yaklaşımı meta toplumu-kapitalist topluma uyguladığımızda Marx’ın ekonomi teorisini elde ederiz.”[37] Maruice Godelier de Kapital’i benzer terimlerle açıklar. “Kapital’in yöntemi felsefi materyalizm varsayımı temelinde oluşturulmuştur. Bu felsefe, gelişmesini olanaklı kıldığı teorinin kalbinde yatmaktadır. Bu nedenle Kapital, Marx’ı 1844 Elyazmaları’ndan Alman İdeolojisi vb. aracılığıyla diyalektik idealizme ve ardından materyalizme götüren kritik hareketi varsayar.[38]

Kapsama teorisi, Anglo-Amerikan Marx yorumcularında da aynı derecede güçlü bir savunuya sahiptir. Bu yüzden John McMurtry, tarihsel materyalizmi ve Kapital’i, her iki araştırmanın da çeşitli üretim tarzlarının “hareket yasalarının” keşfedilmesi ile ilgili olduğunu iddia ederek birleştirir: “Kapitalizm örneğinde, bu ‘hareket yasaları’ ayrıntılı olarak tanımlanır; . . . diğer ekonomik yapıların ‘hareketinin’ analizinin aksine [Marx], bu bütün süreci biçimlendirir ve şematize eder. . . . Kapitalizmin özel ekonomik yapısı ile, kısacası, egemen sınıf üretim ilişkileri modelini yöneten ‘hareket yasaları’ kapsamlı bir teorik sistem oluşturur.”[39]Burada, tarihsel materyalizm ile Kapital arasındaki fark, yöntem veya kapsam farkı değil ayrıntı düzeyinde bir farktır. G.A. Cohen de kapsama teorisini varsayıyor görünmektedir. Tarihsel materyalizmi genel bir tarih teorisi olarak ele alır: “Bunu Marx’a atfedebiliriz. . . Sadece bir tarih felsefesi değil, bir tarih teorisi olarak da adlandırılmayı hakeden bir şey…”[40] Ve, Marx’ın tarih teorisine dair okumasını geliştirirken Kapital’i serbestçe kullanması, onun Kapital’i teorisinin bir parçası olarak gördüğünü ima eder.[41] Kapital’e bu şekilde yaslanmak, Cohen’in tarihsel materyalizm ile Marx’ın ekonomisi arasında herhangi bir keskin ayrım görmediğini ortaya koyar; daha ziyade, Kapital, Marx’ın tarih teorisinin işlenip uygulandığı ana eserlerden biridir.

Kapsama teorisiyle ilgili yaygın anlaşmaya rağmen, bu bakış açısı hedefi kaçırmaktadır. Kapital’in bilimsel içeriği, tarihsel materyalizmden önemli oranda ayrıdır ve kapsama teorisi, Marx’ın düşüncesinin bu alanları arasındaki kapsam ve katılık farklarının önemini gizlemektedir. Bu noktanın çeşitli temelleri vardır. Öncelikle, Kapital’in kapsamı, tarihsel materyalizminkinden önemli oranda daha dardır. Kapital, kapitalist topluma dair sınırlı ve özel bir çalışmadır. Yalnızca kapitalist ekonomik yapıyla ilgilenir (politik, kültürel veya ideolojik veçheleriyle değil). Sonuç olarak Kapital, tarihsel materyalizmin en ilginç fakat bir o kadar da tartışmalı iddialarından çoğunu, örneğin ekonomik yapının politikayı veya ideolojiyi belirlediği iddiasını işlememektedir. İkinci olarak Marx, Kapital’de, ampirik kanıtı, tarihsel materyalizmle ilgili ana eserlerindekinden çok daha kapsamlı ve kesin bir şekilde kullanmaktadır. Ve son olarak Marx’ın düşüncesinin bu iki alanı, bilim eserleri olarak duruşlarında farklılaşır. Tarihsel materyalizm, en fazla bir araştırma programı olan bir genel fikirler kümesi iken, Kapital, bilimsel ve gelişkin bir ampirik analizdir.

Kapsama teorisinin başlıca zararı, o kadar da titiz olmayan tarihsel materyalizm hipotezine benzeterek Marx’ın ekonomik analizinin bilimsel değerini karartmasıdır. Kapital, bir toplum bilimi çalışması olarak duruşuyla, Marx’ın erken başarılarının önemli oranda ötesine gider. Marx’ın düşüncesinin bu iki alanı arasındaki önemli ayrımlar üzerinde ısrarcı olmak suretiyle, her birini kendi değeri üzerinden değerlendirmek mümkündür.[42]

Bu çıkarsamaları tesis etmek için ihtiyaç duyulan argümanlara geri dönmeden önce tarihsel materyalizmle Kapital arasında önemli bir soysal ilişki olduğunu kabul etmek gerekir. Tarihsel materyalizm, Marx’a, ilgisini kapitalizmin ekonomik yapısını oluşturan toplumsal üretim ilişkilerine yoğunlaştırmak suretiyle Kapital için genel bir araştırma problemi sağlamıştır. Tarihsel materyalizm, diğer toplumsal fenomenleri açıklamak için toplumun ekonomik yapısına dair sıkı bir analiz gerekli olduğunu iddia etmiş ve Kapital de bu analizi sağlamaya yönelmiştir.[43] Ayrıca, tarihsel materyalizm, Marx’ın projesini tanımlamak için kullandığı genel kavramlardan (ekonomik yapı, üretim ilişkileri, üretim tarzı, sınıf, mülkiyet ve tarihsel ilişkilerin tarihselliği) bazılarını da sağlamıştır. Bu kavramlar, Kapital’de genel bir arkaplan ontolojisi işlevi görür ve Marx’ın, araştırmasını, kapitalist üretimi karakterize eden toplumsal ilişkilerin tarihsel özgünlüğünü vurgulaması anlamında klasik politik ekonomistlerden önemli oranda farklı tanımlamasına neden olur.[44] Bu nedenle tarihsel materyalizm, Marx’ın araştırma hedeflerini ve varsayımlarını anlamak açısından önemlidir. Ancak, tarihsel materyalizm, ekonomik yapının araştırılmasının önemini tesis ettikten sonra, söz konusu araştırmanın yürütülmesine yönelik kapsamlı ve metodolojik sorunlar hakkında büyük oranda sessizdir.

Ayrıca ikinci bir niteleme de yapılmalıdır. Kapsama teorisini reddederken Kapital’in tarihsel materyalizmin esaslı bulgularını altüst ettiğini veya Marx’ın düşüncesinin bu iki alanı arasında büyük tutarsızlıklar olduğunu iddia etmiyorum. Daha ziyade, Kapital’in tarihsel materyalizmin ötesine giden önemli bir ilerleme olduğunu iddia ediyorum: Daha özelleşmiş sorunları araştırmak için farklı yöntemler ve kavramlar kullanmaktadır, ve tarihsel materyalizmin önemli iddialarından çoğunu işlememektedir. Bu nedenle, tarihsel materyalizmin ana eserlerinin toplandığı teori kapsamında sınıflandırılamaz.[45]

Kapital’in Kapsamı ve Sınırları

Öncelikle iki araştırmanın kapsamındaki farklılıkları ele alalım. Tarihsel materyalizm, tüm toplumlardaki toplumsal değişim ve örgütlenmenin dinamikleri hakkında genel bir hipotezdir. Herhangi bir toplumun ekonomik yapısı ve teknolojisinin -“maddi temel”- ekonomik olmayan kurumların açıklanmasında esas olduğunu iddia eder. Verili bir toplumda bulunan üretici güçler ve üretim ilişkilerinin özgül karakteri ve bunlar arasında nihai olarak gelişen çelişkilerin, toplumun ekonomik olmayan kurumlarına bir mantık dayattığı söylenmektedir. Ekonomik etmenlere yönelik kabul edilmiş olan bu önceliğin sonucu, tarihsel açıklamanın bu üretici güçler ve üretim ilişkilerinin analizi üzerine kurulması gerektiğidir. Bu nedenle tarihsel materyalizm iki bakımdan genel bir teoridir: Pek çok farklı üretim tarzına dair bir teoridir ve her bir üretim tarzı için, sadece sistemin ekonomik yapısının değil tüm toplumsal sistemin teorisidir.[46]

Tam aksine Marx’ın Kapital’deki araştırması iki kez sınırlıdır. Kapital, tek bir üretim tarzını ele almaktadır ve söz konusu üretim tarzı içerisinde de tüm kapitalist toplumun değil yalnızca ekonomik yapının mantığıyla ilgilenmektedir. Marx’ın Kapital’deki amacı, “modern toplumun ekonomik hareket yasalarını” (Kapital I, s. 90) ortaya çıkarmaktır. Bu hareket yasaları, kapitalist ekonomide gözlemlenebilir olan uzun vadeli gelişim eğilimleridir. Kapitalist toplumdaki karın düşme eğilimini, kapitalizmin yinelenen krizlerini, endüstriyel yedek ordu yaratılmasını, üretimin yoğunlaşması ve merkezileşmesini ve sürekli sınıf ayrımını içeririler. Marx bunları, ampirik olarak gözlemlenebilir eğilimler olarak ele almakta ve kapitalist toplumun yapısına dair, bunları açıklayabilecek soyut bir model sağlamaya çalışmaktadır.

Bu nedenle Marx’ın Kapital’deki araştırma programı oldukça dardır: Kapitalizmin ekonomik yapısının oluşturduğu kurumsal mantığı araştırmak. Kapitalist toplumun pek çok farklı veçhesi -kültürel, ideolojik, politik vb.- vardır. Marx’ın Kapital’deki amacı sınırlıdır: kapitalist ekonominin yasalarını keşfetmek ve destekleyici ekonomik kurumların mantığına ilişkin bir açıklama sağlamak. Marx, kapitalist toplumun hareket yasalarından bahsettiği aynı pasajda, bunların ekonomik hareket yasaları olduğunu vurgular. Bu araştırma sorununu öne çıkarmakla Marx, ekonomik sisteme odaklanabilmek için genel olarak kapitalist toplum sorununu bir kenara bırakır. Böylece, -tarihsel materyalizmin aksine- Kapital, bir bütün olarak kapitalist topluma dair eksiksiz bir teori sunmak amacıyla tasarlanmamıştır.

Marx’ın kendi açıklamasının kapsamına getirdiği sınırlar, hem kendi amaçlarına dair açık beyanlarında hem de Kapital’in kendisinin içeriğinde açıkça görülmektedir. 1850’lerden başlayarak pek çok araştırma planında Marx, sürekli olarak kendi ekonomi çalışmasını, yalnızca, kapitalist toplumun daha kapsamlı bir analizinin ilk kuruluşu olarak açıklamaktadır. Ekonomi çalışması, kapitalizmin ekonomik kurumlarına odaklanmaktır, daha sonraki bir ciltte ise kapitalist toplumun politik özelliklerine odaklanılacaktır.[47] Marx, Kapital’deki amaçlarını her açıklayışında, bunu, konunun bu tanımını yansıtan bir tarzda yapar: “Ben, bu yapıtta, kapitalist üretim tarzını ve bu tarza tekabül eden üretim ve değişim koşullarını inceleyeceğim”; “bu yapıtın son amacı da, zaten modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmaktır”; “Toplumun, iktisadi biçimlenişinin evrimini doğal tarihin bir süreci olarak gören benim görüşüm” (Kapital I, p. 91, 92, 93; vurgular eklenmiştir).

Kapital’in esas olarak ilgilendiği alanlara ilişkin bir araştırma bunu doğrulayacaktır. Marx’ın araştırma sorunları birincil olarak tarihsel materyalizmin ana eserlerinden değil, klasik ekonomi politikten çıkmaktadır. Kronik işsizliğin nedeni nedir? Kapitalist endüstriyi teknolojik yeniliğe götüren nedir? Hangi etmenler, kar oranının uzun vadeli davranışını etkiler? Kar, faiz ve kiranın kaynağı nedir? Bu sorularda, tarihsel materyalizmin genel kavramlarından ziyade (sınıf, ideoloji, üretim tarzı) ekonomi politiğin özel kavramsal şeması (değer, fiyat, kar, birikim vb.) kullanılmaktadır. Bu sorular, kapsam olarak bir dereceye kadar dardır ve bilimsel işleme imkan verecek kadar özgüldür.

Ayrıca, Kapital’in bilimsel içeriği, tarihsel materyalizmin ana ilgi alanlarından, politika ve ideoloji teorilerinden büyük oranda bağımsızdır. Marx, bu alanları Kapital’de kapsamlı olarak tartışmaz ve ekonomik argümanlarının, ideoloji ve politika hakkında kapsamlı varsayımlara bağlı olduğu durumlar nadirdir. “İşgünü” bölümünde Marx, ,işçi sınıfının politik gücüne başvurur ve Fabrika Faaliyetlerini tartışır; “İlkel Birikim” bölümünde ise Kuşatma Faaliyetlerini tartışır (Kapital I, s. 375-411, 876-904). Ancak, her iki bağlam da, ne politika teorisine kapsamlı bir katkı niteliğindedir, ne de Marx’ın böyle bir niyeti vardır. Ayrıca Marx, kapitalist ekonominin sorunsuz bir şekilde işleyebilmek için çeşitli devlet desteği ve müdahalesi biçimlerine ihtiyaç duyduğuna hiç şüphesiz inanıyor olmasına rağmen, devlet iktidarının kendi çıkarlarının savunulması için egemen sınıflar tarafından yönetilme şekillerinin titiz ve kapsamlı bir analizine girişmeyi kendi üstüne almaz.

Marx’ın Kapital’deki ideoloji tartışması da aynı derecede sistematikten yoksundur. Bölüm 1’de, “meta fetişizmi”nden bahseder ve kapitalist bir ekonomide katılımcılar tarafından savunulan belirli yaygın yanlış anlamaların kökenlerinin açıklamasını sunar. Ancak, bu yorumlar, güçlü analizler olmak yerine ilgili kişilerin duymadığı anlamlı fısıltılar olarak iş görmektedir ve Kapital’de başka yerlerde geçen diğer argümanlara zemin teşkil etmedikleri için teorik açıdan gereksizdirler. Üstelik, burada ilerletilen toplumsal bilinç bakış açısı, bir dereceye kadar Alman İdeolojisi ve Komünist Manifesto’da sunulan ideoloji teorisiyle tutarsızlık içindedir, çünkü, sonraki çalışmaları karakterize eden sınıf iktidarı ile bilinç arasındaki bağlantıyı vurgulamamaktadır. Marx, Kapital’de bir başka yerde, mübadele ideolojisinden (“insanın doğuştan varolan haklarının tam bir cenneti”; Kapital I, s. 280) ve ideolojinin bilimsel ekonomi politik üzerindeki etkisinden (Kapital I, s. 96-98) bahseder ancak açıklamalar yine sistematik değildir ve bildiktir. Burada Alman İdeolojisi veya Komünist Manifesto’daki benzer iddialara göre çok az ilerleme vardır.

Bu noktalar, Marx’ın, Kapital’deki araştırmasında politika ve ideoloji sorunlarına dikkate değer bir ilgi göstermediğini ortaya koymaktadır. Kapital’de gelişmiş politika veya ideoloji teorileri sunulmamaktadır ve Kapital’in politika ve ideolojiyle ilgili merkezi argümanları, daha genel olarak tarihsel materyalizm teorisinden türetilmiş iddialara dayanmamaktadır. Üstelik, Marx açısından bu alanları görmezden gelmek makuldü. Bunun nedeni, kapitalizmin ekonomik teorisinin diğer tüm araştırmaların yerini almaya yeterli olması değil, bilimsel çalışmanın, araştırmanın kapsamının sınırlandırılmasına bağlı olmasıdır. Bu sayede Marx, kapitalist toplumun, ekonomik olmayan yapının indirgenemez öğelerine (örneğin politik kurumlar) dayandığını ve hatta ekonomik yapısının kendisinin bu kurumları (örneğin mülkiyet haklarının yasal güvenceleri biçiminde) gerektirdiğini iddia edebilirken ilgisini kati bir şekilde sistemin ekonomik süreciyle sınırlandırabildi. Marx, uygun bir şekilde, ekonomik olmayan fenomenleri tarihsel materyalizmin genel çerçevesi dahilinde çalışan diğer uzmanlara bıraktı.

Bu nedenle, Kapital’in içeriği, söz konusu çalışmanın kapsamının son derece sınırlı olduğu iddiasını kanıtlayabilir. Marx, bir bütün olarak kapitalizmi değil, daha ziyade, ekonomik olmayan kurumlardan yalıtılmış bir şekilde kapitalizmin yalnızca ekonomik yapısını ele alıyordu. Ekonomik yapıyı açıklayıcı olarak öncelikli hale getirdikten sonra, tarihsel materyalizmin tüm genelliğinden daha özel bir disipline, ekonomi politiğe yöneldi. Özetle, Kapital, kapitalizmin ekonomik yapısının bu yapıt tarafından ekonomik sisteme dayatılan gelişim dinamiğinin ayrıntılı bir analizidir. Kapsamı daraltılmış olup tarihsel materyalizmin daha genel iddialarından büyük oranda bağımsızdır. Bu nedenle Kapital, en azından bu özelliği örnek bilim çalışmalarıyla paylaşır: dikkatli bir şekilde sınırlandırılmış bir fenomenler yelpazesine dair özel ancak sınırlandırılmış bir analiz sunar.

Kapital’deki Kanıtlar

Şimdi de tarihsel materyalizmle Kapital arasındaki ikinci önemeli farkı ele alalımMarx’ın ampirik kanıtlar kullanması. Tarihsel materyalizm, ampirik araştırma ihtiyacını kabul eder: “Bizim hareket noktamızı oluşturan öncüller, keyfi temeller, dogmalar değillerdir; bunlar, onlara ilişkin soyutlamaların ancak imgelemde yapılabileceği gerçek öncüllerdir. . . . Bu öncüller, demek ki, ancak ampirik olarak oluşturulabilirler” (Aİ, s. 42). Bununla birlikte, paradoksal olarak, tarihsel materyalizmin geliştirildiği ana metinler kapsamlı ampirik ayrıntılar içermez.[48] Alman İdeolojisi ve Komünist Manifesto’da, örnek alınacak bir ampirik veya tarihsel araştırma modeli yer almaz. Bu çalışmalar, bir dereceye kadar Avrupa toplumunun tarihine değinir ancak, ortaya çıkan sonuç, ampirik kanıtlar temelinde dikkatli bir tarihsel analizden ziyade yorumlayıcı bir genel bakıştır. Örneğin, Marx ve Engels’in Avrupa tarihinde görülen mülkiyet biçimleri serisine ilişkin araştırmasını ele alalım. Tartışma, bir açıklama modelinin ana hatlarını çizer: toplumsal formasyonlar, içerdikleri mülkiyet biçimi temelinde ayırt edilebilirler; ve bu model, ilkel komünal mülkiyet, klasik kölecilik ve feodal mülkiyete ilişkin yüzeysel bir tartışma ile resmedilir. Ancak Marx ve Engels, tarihsel kanıtı, açıklamalarına ciddi bir tarihsel işlem duruşu kazandırmak için gereken miktarda ve hassaslıkta ele almaz.[49]

Tam aksine, Marx’ın kapitalizm çalışması, mevcut kanıtların titiz bir işlemden geçirilmesine dayanır.[50] Kapital’de, tarihsel ve ampirik maddeyi çeşitli şekillerde kullanırteorik hususlara örnekler olarak, kapitalizmin dikkate değer düzeyde korkunç özelliklerinin belgelendirilmesi olarak, özel teorik iddiaların destekleyicisi olarak ve soyut bir teorinin doğruluğunu değerlendirme aracı olarak. Bu nedenle Marx’ın ampirik akıl yürütmesi, basit onaylama modellerinin önerdiğinden daha karmaşıktır. Ancak, Marx’ın, dikkatini kendi kapitalizm teorisinin ampirik değerlendirmesini yapmaya hasretmiş olduğu çok açıktır. Teorik araştırması, kapitalizmin ekonomik tarihi, İngiliz kapitalizminin çağdaş davranış şekli (örneğin fiyatlarda dalgalanmalar ve iş döngüsündeki salınımlar) ve İngiliz kapitalizmindeki mevcut toplumsal koşullar (Almanaklar, kent koşullarına dair gazete açıklamaları vb.) ile ilgili kapsamlı okumalardan edinilen bilgilerle sürekli olarak desteklenmektedir.[51] Bu nedenle Marx’ın kapitalist üretim tarzına dair soyut analizi, Avrupa tarihinden alınan kanıtların, sosyolojik açıklamaların ve bu üretim tarzının politik ekonomiden alınan mevcut örgütlenmesine dair açıklamaların bütünleştirilmesine dayanmaktadır.

Kapital, bu disiplinli dikkati ampirik kanıtlara yansıtmaktadır. Bölüm 25’te (“Kapitalist Birikimin Genel Yasası”) Marx’ın veri kullanımına ilişkin gayet iyi bir örnek yer almaktadır. Burada Marx, kapitalist ekonominin gözlemlenebilir davranışları, özellikle de iş gücü dahilinde daimi bir “artı nüfus” (yedek sanayi ordusu) bulunmasına ve yoğunlaşma ve merkezileşmeye dönük eğilimleri itibariyle sermaye teorisinin başlıca anlamlarından bazılarını işler. Daha sonra, teorik analizin doğruluğunu savunmak için İngiliz ekonomisiyle ilgili istatistikleri kullanır.[52] Kapital’in sonraki ciltlerinde de benzer bir eğilim görülür. Marx. II. Ciltte, yeniden üretimin mantığını tartışır ve ardından analizinin değerlendirilmesiyle ilgili ekonomik verileri ele alır; III. Ciltte ise, dinamik kar oranı eğilimlerini inceler ve bu analizi, gerçek kar oranı davranışı itibariyle değerlendirir.[53] Her bir durumda, teorik ilkeleri değerlendirmek için gerçek ve önemli kanıtlara dayanmaya dönük disiplinli bir çaba görürüz.

Bu argümanlar, Marx’ın, Kapital’de ampirik verilerden kapsamlı ve hassas bir şekilde yararlandığını gösterir. Teorisinin başarısına dair nihai kriterin, kapitalist ekonomiyle ilgili mevcut ampirik verilerle desteklenme düzeyi olduğunu anlamış ve bu tür verileri titiz bir şekilde kullanmıştır. Bu nedenle Marx’ın Kapital’deki kanıt kullanımı, Alman İdelojisi’ndekiyle kesin bir zıtlık içindedir: Kapital, bilimsel araştırmanın talep ettiği ampirik veri kullanma türünü temsil ederken Alman İdeolojisi’nin böyle bir özelliği yoktur.

Bir Araştırma Programı Olarak Tarihsel Materyalizm

Bu değerlendirmeler, tarihsel materyalizmin ve Kapital’in birbiriyle karşılaştırılabilir bilimsel araştırma çalışmaları olmadığını iddia etmektedir. Bunun yerine, tarihsel materyalizm en iyi şekilde toplum bilimleri için bir araştırma programı olarak yorumlanabilecekken Kapital, kapitalist üretim tarzının program dahilinde kalan sınırlı sayıdaki veçhesinin gelişmiş bir bilimsel analizidir. Tarihsel materyalizm genel olarak tarihsel değişim süreci hakkında bir hipotez sunar: ekonomik yapı, ekonomik olmayan yapıyı “belirler”. Ayrıca, daha özgül bir hipotezler çeşitliliğini de içerir; sınıf, politika, ideoloji, din vb. teorileri. Ancak, bunlardan hiçbiri, bilim itibariyle tam anlamıyla bir teori değildir; sonuç olarak Marx, bilimsel bir tarih teorisine sahip değildir.

Bu açıklamada, tarihsel materyalizm en iyi ihtimalle, ayrıntılı ampirik araştırma için zemin teşkil edebilecek bir araştırma hipotezleri ailesi olarak görülebilir; Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözde belirttiği gibi, daha özel araştırma biçimleri için bir “kılavuz” veya “yol gösterici ilke”dir. (EPEK, s. 426) Araştırma hipotezi nosyonu, yakın tarihte bilim felsefesinde önemli bir rol oynamıştır. Genel olarak ifade edersek, bir araştırma hipotezi, bir bilim adamının izlemeye değer gördüğü ancak henüz ampirik değerlendirmeye imkan verecek tamlıkta formüle etmediği bir nosyondur. Thomas Kuhn, Imre Lakatos, Larry Laudan ve daha başka kişiler, bu tür fikirlerin bilimsel araştırmadaki merkeziliğine işaret etmiştir;[54] Benjamin Franklin’in “elektrik bir akışkandır” nosyonunu, on sekizinci yüzyıl fizikçisinin “ışık bir dalgadır” fikrini ve Marx’ın “tarih, sınıflar mücadelesi tarihidir” tezini içerirler. Her biri, ampirik ve teorik araştırma için verimli bir başlangıcı temsil eder; her biri, verileri düzenleme, analiz etme itibariyle bir başlangıç hipotezi sunar. Bu düzeydeki fikirler, bilimin yürütülmesi açısından inkar edilemez bir öneme sahiptir ancak tam olarak donatılmış teoriler değildirler. Açıklamalar oluşturmaya yetecek kadar genişletilmemişlerdir ve kati ampirik sonuçlara sahip olacak kadar hassas değildirler. Bilimsel bilginin son noktasından ziyade başlarını temsil ederler.

Tarihsel materyalizm tezleri, yalnızca bu türden araştırma hipotezleridir. Tarihsel materyalizm, büyük ölçekli toplumsal değişimin nedenleri hakkında genel bir hipotez sunar ve toplum bilimcileri, araştırmalarını söz konusu hipotezin önerdiği çizgiye yönlendirmeye davet eder. Tarihsel materyalizmin bu işlevi, bilimsel olarak önemlidir ancak tam olarak geliştirilmiş bilimsel bir teori tarafından karşılanan işlevle aynı değildir. Özellikle, tarihsel materyalizmin, ilgili yönelimi altında daha özgül bir araştırma tamamlanana kadar kati ampirik içeriğe sahip olduğu söylenemez.[55]

Bu tarihsel materyalizm görüşü, tarihsel materyalizmi bir araştırma programının bir kısmı, bir araştırma yönteminin parçası olarak görür. Ancak bu çıkarsamanın bile nitelenmesi gerekir. Bir metodoloji olarak bile, tarihsel materyalizm, Marx’ın Kapital’deki araştırmasında sınırlı kullanıma sahiptirBu sınırlılık, ana yöntemsel girdisi “Ekonomik yapıyı araştır” sözüyle ifade olduğu için, tarihsel materyalizmin tanımına içkindir. Ancak tam da bu emir ekonomik yapıyı açıklayıcı olarak temel kabul ettiği için, tarihsel materyalizm ekonomik yapının kendisinin kurucu bileşenlerinin analizine dair bir temel sunmaz. Tarihsel materyalizm, ekonomik yapı ile üstyapı arasındaki ilişkilerle ilgilenirken Kapital, ekonomik yapının dahili mantığıyla ilgilenir. Bu tür bir analiz sunmak için, tarihsel materyalizmin sağlayabileceğinden daha ince elenmiş bir yöntem ve teori sunmak zorunludur.

Marx’ın yöntemsel gelişiminin 1840’ların sonundaki eserleriyle (tarihsel materyalizme ilişkin düşüncelerinin zirve noktası) durmaması yeterince önemlidir. Grundrisse ve Artı Değer Teorileri’nin girişi ile Kapital’in bazı kısımlarında, bilimsel yöntem kavrayışını daha da geliştirir. Bu eserlerde ortaya çıkan yöntem, sebatlı bir şekilde genel tarihsel materyalizm perspektifi dahilinde kalır ancak toplumun ekonomik yapısının örgütlenmesi ve gelişimini açıklamada daha özgül bir yönelim sunar. Bu bilim teorisi, bilimsel açıklamaya dair bir anlayıştan, toplum bilimine uygun gelişmiş bir soyutlama biçimi görünüşünde ve bilimsel iddiaları değerlendirmede kanıtların rolünün tam olarak kabul edilmesinden oluşur.[56] Bu nedenle Marx, toplum bilimi için ekonomik araştırmasına yol gösteren bir metodoloji oluşturmak suretiyle tarihsel materyalizmin çok daha ötesine geçmiştir.

Hem tarihsel materyalizm hem de Kapital büyük katkılardır ve birbirleriyle sıkı bağlara sahiptir. Ancak, farklı düşünce sistemleri oldukları vurgulanmalıdır. Tarihsel materyalizm, tümüyle donatılmış bir bilim çalışması değildir. Oldukça çeşitli tarihsel fenomenlere uygulanabilen bir açıklama yöntemi öneren verimli bir araştırma programıdır, ancak gelişmiş bir ampirik hipotez değildir. Tam aksine, Kapital, tarihsel materyalizm çalışmasının olmadığı şekillerde özgül ve ayrıntılıdır; iddialarını daha dar bir şekilde sınırlandırmaktadır; ve kanıtları daha kapsamlı ve disiplinli bir şekilde kullanmaktadır. Bu nedenle Kapital, kapitalist ekonomik yapıya dair ampirik olarak özgül bir açıklama, toplum bilimine net bir katkı sayılacak bir açıklama sunarak tarihsel materyalizmin ötesine geçer.



[1] Özellikle önemli olanları: G. A. Cohen, Karl Marx’s Theory of History: A Defence (Princeton: Princeton University Press, 1978); John McMurtry, The Structure of Marx’s World-View (Princeton: Princeton University Press, 1977); William Shaw, Marx’s Theory of History (Stanford, Calif.: Stanford University Press, 1978) ve Melvin Rader, Marx’s Interpretation of History (Oxford: Oxford University Press, 1979).

[2] Cohen’in Karl Marx’s Theory of History adlı eseri, bu tezlerin kapsamlı bir yeniden inşasını sunar.

[3] Bu tez, Komünist Manifesto (KM, s. 72-79) ve Alman İdeolojisi’nde, feodal toplumun yeni ortaya çıkan kapitalist etkinlik tarafından yıkılmasına uygulanır“Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada, mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen üretici güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar” (Aİ, s. 94)

[4] Prekolonyal Vietnam köy sisteminde köylü tarımını örgütleyen ekonomik ve toplumsal kurumlara dair ayrıntılı bir tartışma için bkz. Samuel Popkin, The Rational Peasant (Berkeley: University of California Press, 1979), bölüm 2 ve 3. Popkin, köylülerin, toprak sahiplerinin ve “ileri gelenlerin” konumlarını tanımlayan dürtüler ve sınırlamaların, köy sisteminin gelişiminin temel dinamiğini belirlediğini savunmaktadır.

[5] Cohen, toplumun toplumsal ve maddi özelliklerini birbirinden ayırır. Toplumsal özellikler, “öznel amacın içeriğinde toplumsal hak ve yetkilere bir gönderme görünürse, başkalarını gözeten öznel amaçlı eylemin toplumsal sayılmasını” gerektirir (Karl Marx’s Theory of History, s. 118). Verili bir toplumun özel bir çelik üretimi teknolojisi kullanıyor olması maddi bir olgudur; çelik fabrikaların sermaye olarak birilerinin mülkiyetinde olması toplumsal bir olgudur. Ekonomik yapı, toplumsal üretim ilişkilerinden oluşurken çalışma ilişkileri, maddi üretim ilişkileridir. Bu nedenle, çalışma ilişkileri ekonomik yapıya ait değildir.

[6] Bunun Marx’ın görüşünün özü olduğu Alman İdeolojisi’nde açıktır. Örneğin, onun ilkel komünizmden kapitalizme uzanan tarihsel aşamalar sıralamasını ele alalım. (s. 43-46). Bu aşamalar, onları karakterize eden mülkiyet biçimleri itibariyle tanımlanmıştır: ilkel mülkiyet, köle sahipliği, serf emeğiyle birlikte toprak mülkiyeti, para ve sermaye halinde özel mülkiyet.

[7] Bununla birlikte, bu bölümün ilerleyen kısımlarında, Kapital’in, kapitalist toplumun komple ele alınmasında yalnızca ilk adımı temsil ettiğini öne süreceğim. Kapital, kapitalizmin üstyapısal kurumlarını açıklamaya değil, söz konusu açıklamaların inşasına temel teşkil edecek ekonomik yapının teorisini sunmaya çalışır.

[8] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 79-85.

[9] Richard Miller, tarihsel materyalizmde üretim tarzının önemine dair alternatif bir görüşe sahiptir. Bu kavramın, aslında, tarihsel materyalizm teorisi dahilindeki merkezi analiz birimi olduğunu savunur. Bununla birlikte, Miller’ın açıklamasında kesin bir şekilde belirlenmiş bir üretim tarzı kavramı itibariyle ifade edilebilecek herhangi bir iddia, ekonomik yapı, üretici güçler ve üretim ilişkileri terimleri itibariyle yeniden ifade edilebilir. Üstelik, Cohen’in, terimin Marx’ın çalışmaları genelindeki sistematik belirsizliği ve kabalığına dair argümanları doğru görünmektedir. Her durumda, Miller ve Cohen’i ayıran temel sorun, üretim tarzı nosyonunun önemiyle ilgili değildir ve Miller’ın teknolojik determinizm eleştirisi, bu sorundan tümüyle bağımsızdır. Richard Miller, “Productive Forces and the Forces of Change,” The Philosophical Review 90 (1981): 105-12.

[10] Üretim tarzı ve toplumsal formasyon arasındaki ayrıma dair ayrıntılı ve görece net bir tartışma için bkz. Nicos Poulantzas, Political Power and Social Class, çeviri: Timothy O’Hagan (London: New Left Books, 1975), s. 13-16.

[11] Bu sorunun ayrıntılı bir ele alınışı için bkz. McMurtry, Structure of Marx’s World-View, bölüm 8; ve Cohen’in üretici güçlerin önceliği görüşü için bkz. Cohen, Karl Marx’s Theory of History, bölüm 6.

[12] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 152-60

[13] Miller, “Productive Forces,” s. 99-101. Ayrıca, G.A. Cohen’in üretici güçlerin önceliği savunusuna karşı ilgili argümanlar için Joshua Cohen’in kapsamlı Karl Marx’s Theory of History incelemesine bakın (The Journal of Philosophy 79 [1982]: 253-73).

[14] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 160

[15] McMurtry, Structure of Marx’s World-View, s. 189-93

[16] Gary Young, “The Fundamental Contradiction of Capitalist Production,” Philosophy and Public Affairs 5 (1976): 196-234.

[17] Young’un, teknolojik determinizme karşı argümanını Marx’ın “olgunluk teorisi” olarak adlandırdığı şeye (ekonomisine) dayandırdığını belirtmek önemlidir (s. 201). Diğer taraftan, Cohen’in teknoloji determinizmle ilgili argümanı, esas olarak ekonomiyi önceleyen metinlerden kaynaklanır: Alman İdeolojisi ve Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözBu durum, Marx’ın Kapital’deki pozisyonunun, Alman İdeolojisindekinden önemli oranda farklı olduğunu ortaya koyar: İkincisi önceliği teknolojiye verirken birincisi, önceliği toplumsal üretim ilişkilerine verir. Bu yorum doğru ise, bu bölüm boyunca alınan pozisyonu, yani Kapital ve tarihsel materyalizmin birbirinden oldukça bağımsız olduğu fikrini güçlendiriyor demektir.

[18] Bu argüman çok daha güçlü bir çıkarsamaya götürülebilir: tarihsel değişim sürecinde üretici güçler ve üretim ilişkilerinin merkeziliğine dönük vurgusuyla birlikte tarihsel materyalizm teorisi, kapitalizmin özgül ve benzersiz özelliklerinden yola çıkarak tarihin tamamına doğru aceleci bir genelleştirmeyi temsil eder. İnsanlık tarihinin büyük bir kısmı, kapitalizmde bulunan üretici güçler ve üretim ilişkilerinin hızlı gelişimiyle karakterize olmamıştır; ve pek çok toplumsal düzen (örneğin ortaçağ toplumu) ekonomik olmayan kurumlara (örneğin, dinsel veya politik-askeri kurumlar) bu tür kurumların kapitalizmde oynadığından daha merkezi bir rol vermiştir. Bkz. R. F. Atkinson, “Historical Materialism,” G. H. R. Parkinson, ed., Marx and Marxisms (Cambridge: Cambridge University Press, 1982), s. 59.

[19] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 73-77; Perry Anderson, Arguments Within English Marxism (London: New Left Books, 1980), s. 40-43. Hem Cohen hem de Anderson, argümanlarını, E. P. Thompson’un sınıfın sınıf bilinci temelinde tanımlanması gerektiği görüşüne yöneltir; The Making of the English Working Class (New York: Vintage, 1963), s. 9-10.

[20] Marx, proletaryanın politik bilincinin, bir sınıf olarak proletarya nesnel tanımına eşlik eden nesnel yaşam ve çalışma koşullarından gelişeceğine inanıyordu. Bu görüşe dair önemli bir ifade, Kapital’in I. Cildinin sondan bir önceki bölümünde yer almaktadır: “…büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte…sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler.” (Kapital I, s. 929). Bununla birlikte “devrimci” motivasyon sorunuyla ilgili olarak önemli kolektif rasyonalite sorunları ortaya çıkmıştır: rasyonel proleterlerin bir devrimci harekete katabileceği güdüler sorunsalı. Bölüm 5’te geri döneceğimiz bu sorunun kapsamlı bir tartışması için bkz. Allen Buchanan, “Revolutionary Motivation and Rationality,” Philosophy and Public Affairs, 9(1979):59-82.

[21] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 148-50

[22] “[Marx], ekonomik olmayan fenomenlerin ekonomik düzen tarafından benzersiz bir şekilde belirlendiğini söylememektedir. Marx ‘belirleme’ yazdığında onu ‘benzersiz bir şekilde belirleme’ olarak okumaya dönük yaygın eğilim Marx’ın eleştirel yorumlarının büyük kötülüklerinden biridir.” John McMurtry, Structure of Marx’s World-View, s. 158. McMurtry, daha ziyade aşınarak yok olma temelinde bir belirleme biçimi öne sürmektedir: Ekonomik olmayan bazı biçimler, ekonomik yapının özellikleri dikkate alındığında, diğer bazı biçimlerden daha kolay yok olma eğilimindedir.

[23] McMurtry, Structure of Marx’s World-View, s. 161. Benzer bir görüş için ayrıca bkz. Terrell Carver, Marx’s Social Theory (Oxford: Oxford University Press, 1982), s. 38-39.

[24] Bu, Marx’ın 18 Brumaire’de atıfta bulunduğu tarihsel olarak koşullanmış bilinçtir“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar” (18B, s. 146).

[25] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 160

[26] A.g.e.

[27] Cohen, “Functional Explanation, Consequence Explanation, and Marxism,” Inquiry 25 (1982):27.

[28] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 285-89.

[29] “Darvin…açıklamaya katkıda bulunma şeklini keşfetti…Böylesi iddialar, uygun ayrıntılı açıklamaları elde olmadan da rasyonel olarak anlaşılabilirler.” Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 285-86.

[30] Jon Elster, “Marxism, Functionalism, and Game Theory,” Theory and Society 11 (1982):453.

[31] A.g.e., s. 463.

[32] A.g.e., s. 454

[33] John Roemer, “Methodological Individualism and Deductive Marxism,” Theory and Society 11 (1982):513.

[34] Antonio Gramsci, Selections from the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, çeviri ve redaksiyon Q. Hoare ve G. Nowell-Smith (New York: International Publishers, 1971)

[35] Ralph Miliband, The State in Capitalist Society (New York: Basic, 1969)

[36] Poulantzas, Political Power and Social Classes, s. 12.

[37] I. I. Rubin, Essays on Marx’s Theory of Value, çeviri Milos Amardzija ve Fredy Perlman (Detroit: Black and Red, 1972; ilk olarak 1928’de yayınlanmıştır), s. 1, 2

[38] Maurice Godelier, Rationality and Irrationality in Economics (New York: Monthly Review, 1972), s. 198.

[39] McMurtry, Structure of Marx’s World-View, s. 91.

[40] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, s. 27.

[41] Örneğin Karl Marx’s Theory of History içerisinde bölüm 7’de, Marx’ın tarih teorisindeki kapitalist üretim tarzının, büyük oranda Kapital ve Artı Değer Teorileri’nden alıntılara dayanan kapsamlı bir açıklaması yer almaktadır.

[42] Thompson, The Poverty of Theory and Other Essays (New York: Monthly Review, 1978) içerisinde, hem burada savunulan pozisyona hem de kapsama teorisine tümüyle karşı duran bir pozisyonu savunur. Buna sapma teorisi denilebilir: Marx’ın ekonomik araştırması, tarihsel materyalizmdeki daha verimli eserinden uygunsuz şekilde başka yöne yönelmektir. (s. 59, 65, 164).

[43] “Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar hukuki ilişkilerin de ne kendiliklerinden, … aşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, … “sivil toplum” adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı (EPEK, s 425).

[44] Örneğin Marx’ın, Proudhon’un ekonomi politiğinin eleştirisini ele alalım: “Ekonomist olan Bay Proudhon, insanların giysileri, kumaşları veya ipek malzemeleri belirli üretim ilişkileri dahilinde ürettiğini çok iyi anlamaktadır. Ancak, onun anlamadığı şey, bu belirli toplum ilişkilerin tıpkı kumaş, keten vb. gibi insanlar tarafından üretildiğidir. Toplumsal ilişkiler, üretici güçlerle yakından bağlantılıdır” (Felsefenin Sefaleti,, s. 109).

[45] Tarihsel materyalizme dair temel çalışmalar en azından Alman İdeolojisi, Komünist Manifesto ve Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsözde yer almaktadır.

[46] Bu formülasyon esas olarak Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya önsöze dayanır.

[47] Roman Rosdolsky’nin The Making of Marx’s Capital (London: Pluto Press, 1977) adlı çalışması, Marx’ın araştırma planlarının evrimine dair ayrıntılı bir tartışma sunmaktadır (s. 10-62). Bu tür planlara bir örnek Grundrisse’in önsözünde bulunmaktadır (s. 108)

[48] Bu görüşe ilişkin önemli bir istisna, Marx’ın, Fransa’daki politik çatışmaya dair tarihsel analizidir; bu yazılar, ayrıntılı tarihsel araştırma çalışmalarıdır. Bkz. Fransa’da Sınıf Savaşımları, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i ve Fransa’da İç Savaş (SE, s. 35-142; 143-249; Ft, s. 187-236).

[49] Alman ideolojisi, s. 43-46. Perry Anderson’ın Passages from Antiquity to Feudalism (London: New Left Books, 1974) adlı çalışması, büyük oranda aynı arazide yer alır ancak önemli oranda daha fazla ayrıntı içerir.

[50] E. J. Hobsbawm, Pre-Capitalist Economic Formations (New York: International Publishers, 1965 ) adlı eserinin giriş bölümünde Marx ve Engels’in kanıt kullanımına dair oldukça benzer bir değerlendirmeye ulaşır : “Marx ve Engels’in prekapitalist devirlere ilişkin gözlemlerinin Marx’ın kapitalizme dair açıklama ve analizlerindekinden çok daha az kapsamlı bir çalışmaya dayandığı genel olarak kabul edilmektedir. Marx, enerjisini kapitalizm çalışmasına yoğunlaştırmıştır ve tarihin kalan kısmıyla çeşitli ayrıntı düzeylerinde, fakat esas olarak kapitalizmin kökenleri ve gelişimiyle ilgili olduğu ölçüde uğraşmıştır” (s. 20).

[51] Bu materyallerin Marx açısından önemi kendi yazışmalarından anlaşılmaktadır: “Son detaylandırma çalışmasının ortasındayken birinin ardından bir başka Almanak geldi ve teorik sonuçlarımın olgularla tam olarak doğrulandığını görmekten büyük mutluluk duydum” (Yazışmalar, s. 180-81)

[52] Örneğin bkz. Kapital I, s. 802.

[53] Bkz. Kapital II, s. 109-229, ve Kapital III, s. 200-34, 273-301, 317-75

[54] Thomas Kuhn, The Structure of Scientific Revolutions, 2nd ed. (Chicago: University of Chicago Press, 1970); Imre Lakatos, “The Methodology of Scientific Research Programmes,” Imre Lakatos ve Alan Musgrave içinde, Criticism and the Growth of Knowledge (Cambridge: Cambridge University Press, 1970). Larry Laudan’ın Progress and Its Problems (Berkeley: University of California Press, 1977) ve Harold Brown’ın Perception, Commitment, and Theory (Chicago: University of Chicago Press, 1979) çalışmaları, bilimsel araştırmaya yön veren varsayımlar çerçevesinin yakın tarihteki işlenişlerine dair faydalı özetler sunmaktadır.

[55] Terrell Carver, tarihsel materyalizmin önemine dair benzer bir görüş sunar. 1859 önsözünü tartışırken, “Genel sonuç ve kılavuz olarak Marx’ın aklında olan şeyin, fizik bilimleri veya toplum bilimleriyle ilgili (determinist olarak algılansın veya algılanmasın) bir yasadan ziyade araştırma için bir hipoteze daha yakın bir şey olduğunu düşünüyorum.” Marx’s Social Theory, s. 22-23. Ayrıca bkz. Allen Wood, Karl Marx, s. 102.

[56] Maurice Godelier, Rationality and Irrationality in Economics, s. 130-61 içerisinde, bir toplum bilimi eseri olarak Kapital’e dair kapsamlı bir tartışma sunmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar