Ana SayfaArşivSayı 58Bilim Çalışmaları: Yanlış Olan Nedir?

Bilim Çalışmaları: Yanlış Olan Nedir?

Jean Bricmont, “Science studies – what’s wrong?”, Physics World, December 1997, ss. 15-16

 

 

Bilim Çalışmaları

Yanlış Olan Nedir?

 

Jean Bricmont

Çeviri: Gülsüm Emek Aytaç

Bazı bilim sosyologları, bilimin ne olduğunu anlamaksızın bilimsel teorilerin nasıl geliştiğini açıklamak istiyorlar. Jean Bricmont, onların çalışmalarını bazı yönlerden eleştiriyor ve bu sosyologların, rasyonel, objektif dünya görüşünün temelini çürütüyor olabileceklerine işaret ediyor.

Fizikçiler, oldukça kapalı bir insan grubundan oluşmaktadır. Zaman zaman bir kimyacı veya matematikçi ile konuşabilirsiniz ancak kampustan geçerken “bilim çalışmaları”, “bilimsel bilgi sosyolojisi” (BBS) ve “bilim, teknoloji ve toplum” (BTT) gibi görece daha yeni akademik disiplinlerle uğraşanlarla hangi sıklıkta karşılaşırsınız? Tarih ve bilim felsefesi gibi daha geleneksel alanlardaki insanlarla bile karşılaşabilir misiniz?

Nerede olduğunuza ve enstitünüzde kimin çalıştığına bağlı olarak, bu “bilim çalışmaları” gruplarında epey büyük çapta (fakat hiçbir şekilde evrensel olarak değil) kabul edilen ifadelerden bazıları sizi şaşırtabilir. Örneğin iki önde gelen bilim sosyoloğu, Harry Collins ve Trevor Pinch, denemelerden oluşan derlemeleri The Golem’de (1993, Cambridge University Press, ss. 144-145) “araştırma cephesindeki bilim insanlarının, anlaşmazlıklarını, daha iyi deney, daha çok bilgi, daha ileri teoriler veya daha mantıklı düşünceler yoluyla çözemeyeceklerini” söylemişlerdir.

Bu bilim tanımının gerçeklikten çok uzak olamayacağını ve Steven Weinberg, David Mermin, Kurt Gottfried ve Kenneth Wilson gibi tanınmış fizikçilerin bu sosyolojik görüşlerin ayrıntılı eleştirisini sunmuş olduklarını düşünebilirsiniz. Başka tipte bir yanıt, New York Üniversitesinde bir fizikçi olan Alan Sokal’dan geldi; Alan Sokal, Social Text dergisinde bazı sosyologların ve filozofların saçma sapan fikirlerini gülünç bir şekilde taklit ettiği, şu anda çok ünlü olan aldatmaca bir makale yayınladı (bkz. “Reality is not a hoax”, Physics World, June, s. 3). Makalesinin başında Sokal, “nesnel olmaktan uzak bu bilimsel ‘bilgi’nin, egemen ideolojileri ve bunları üreten kültürün güç ilişkilerini yansıttığını ve kodladığını” alay ederek açıklıyor. Endişe verici şey ise bu anlatımın bazı sosyologların gerçekte söylediklerinden çok farklı olmaması!

Kabaca söylemek gerekirse, Sokal iki çeşit söylemi taklit ediyordu: ünlü (çoğunlukla Fransız) entelektüeller tarafından yapılan bilim hakkındaki aptalca açıklamalar ve Sokal ve benim son kitabımızda (Impostures Intellectuelles, 1997 Editions Odile Jacob) geliştirdiğimiz aşırı “felsefi rölativizm” temaları. BBS, BTT ve ilgili alanlarda çalışan bazı kişiler, şaka ve kitabımız tarafından haksızca saldırıya uğradıklarını hissediyorlar. Bu nedenle bilim çalışmalarındaki bazı yaygın (ancak evrensel olmayan) eğilimlerle ilgili eleştirimizi tam olarak özetlemeye çalışacağım.

Başlarken “kültürel çalışmalara” ait olan bilim çalışmaları kısmı ile BBS’nin kendisi arasında bir ayrım yapmalıyım. Sokal’ın aldatmacasının büyük çoğunluğu, BBS alanında değil kültürel çalışmalar alanında çalışan insanlara dair bir şaka idi. Son yıllarda akademik çevrelerde bile çeşitli anti-bilimsel tutumlarda (daha çok post-modernizm etiketi altında) artış görülmüştür. Bu tutumlar, prensipte rasyonel bir girişim olan bilim çalışmaları ile karıştırılmamalıdır.

Güçlü görüşler

1970’lerde, bilim sosyolojisinde, Edinburgh Üniversitesinde Barry Barnes, David Bloor ve arkadaşlarının öncülük ettiği ve “güçlü program” olarak adlandırdıkları yeni bir eğilimin geliştiği görülmüştür. Thomas Kuhn’un bilim tarihi üzerine olan önceki çalışmalarıyla ilişkili olan bu program sosyolojik olarak daha tutkulu olmakla ve yeni bir kavramsal tutumu benimsemekle öncellerinden ayrılır. Önceki bilim sosyologları sadece bilimsel etkinliği veya bilimsel kurumları betimlemekle yetinebilirken bu yeni “Edinburgh okulunun” hedefi bilimsel teorilerin içeriğine nedensel bir açıklama getirmek olmuştur.

Yeni kavramsal tutum bir “metodolojik rölativizm” biçimiydi. Diğer bir deyişle, Knowledge and Social Imagery’de (1991, University of Chicago Press, s. 7) Bloor’un yazdığı gibi, güçlü programdaki sosyolojik açıklamalar, içeriği açıklanacak olan teorilerin “doğruluğu veya yanlışlığı, rasyonelliği veya irrasyonelliği, başarısı veya başarısızlığı karşısında” tarafsız olmalıydı. Bu tarafsızlık “simetri prensibi” olarak adlandırılır.

Bu sosyolojik tutku ve metodolojik rölativizm bileşiminin, bilim çalışmalarındaki sorunun kaynağı olduğuna inanıyorum. Mesela, (çağdaş) fizikçiler arasındaki günlük kıyafet giyme alışkanlıklarına hangi sosyal faktörlerin neden olduğunun, fizikçilerin teorilerinin gerçek değeri hakkında kaygı duyulmadan analiz edilmesi tamamen kabul edilebilirdir. Ancak burada bilimsel teorilerin nasıl geliştiğini gerçekten açıklamaya çalışan sosyologlardan bahsediyoruz.

Sorunun ne olduğunu görmek için evvela felsefi ve metodolojik rölativizmi birbirinden ayırt edelim. Kabaca “felsefi rölativizm”, bir önermenin gerçekliğinin, önermeyi ortaya atan kişiye veya bu kişinin ait olduğu sosyal gruba ya da gruplara bağlı olduğunu iddia eder. Bu yüzden ifadeler, “bizim için” veya “bizim kültürümüzde” ya da daha sofistike görünmesi için bazı sosyologların yapmaya çalıştığı gibi “bizim dil oyunumuzda” doğrudur. Ancak felsefi rölativizmdeki ifadeler daha geniş herhangi bir bağlamda doğru değildir.

Tabii ki bu tutum, estetik yargılar ya da hatta etik yargılar gibi bazı iddia türleri bakımından geçerli olabilir. Ancak birçok bilim adamının görüşüne göre, bilimsel ifadelerin –nadiren mutlak doğru olmakla birlikte– koşulsuz bir şekilde (kısmen) doğru veya yanlış olmak zorunda olduğu varsayılmaktadır. Örneğin parçacık fiziğinin ince yapı değişmezinin bir anlamı varsa, bu Roma İmparatorluğu zamanında da, 12. yüzyıl Çin’inde de aynı olan bir sayıdır.

Kuşkusuz, bilim sosyolojisi üzerine olan tartışmalarda, bazen felsefi rölativizmi desteklemek üzere ileri sürülen çeşitli septik iddialar vardır. Örneğin, sosyologlar zihinlerimizin dışında bir şeylerin gerçekten var olduğunu nasıl bilebileceğimizi tartışabilirler. Ve zihinlerimizin dışında bir şeyler gerçekten var olduysa bile, bu dış dünya hakkındaki bilgimizden nasıl bir şekilde emin olabiliriz?

Bu iddiaların tartışılması uzun sürecek ve karmaşık olacaktır, aynı zamanda da ilgisizdir. Buna rağmen, bilim sosyologları açık bir şekilde hedeflerinin bilimsel etkinliklere ilişkin bilimsel bir anlayış oluşturmak olduğunu söylüyorlar. Birisi herhangi bir şeye dair (atomlar, genler veya toplumlar) bilimsel bir teori oluşturmaya çalıştığında, bu kişi bu septik şüpheleri bir kenara koymalı ve gerçekte dış dünyanın muhakeme ve deneyim yoluyla öğrenilebileceği inancına göre davranmalıdır.

Güçlü eleştiri

Ancak “güçlü programı” benimseyen sosyologlar, felsefi rölativizmden çok simetri prensibi olarak adlandırılan metodolojik bir biçime bel bağlarlar. Diğer bir deyişle, bilimsel teorilerin nasıl geliştiğini değerlendirirken tarafsız olmaya çalışırlar ve bilimin kendisinin doğru olup olmadığına göre bir tutum almazlar. Fakat bu prensip gerçekten savunulabilir mi? Birkaç bilim filozofu metodolojik rölativizmi de eleştirmiştir; işte onların bazı tartışmalarının kısa bir özeti:

Neden bazı insanların Newton ve Darwin’in teorilerine inandıklarına dair nedensel bir açıklama getirmek istediğinizi varsayalım. Böyle bir açıklamada birçok tarihsel, politik, sosyoekonomik ve hatta teolojik faktör rol oynayacaktır. Fakat ayrıca –önemli olan da budur– açıklamanın bir kısmı bu teorilerin sağlam kanıtlarla desteklendiği olgusunu içermelidir. Tabii ki, bu son faktör kendi içinde yeterli değildir (örneğin Darwin’in teorileri için neden birçok insanın evrim gerçeğini reddettiğini de açıklamanız gerekir) ve bu noktanın vurgulanması için bilim sosyolojisindeki yeni eğilimlere itibar edilebilir. (Bunun tersine, bilimin tarihine ilişkin “hagiografik” görüşler, bilimin sosyal faktörlerden etkilenmeksizin tamamen mantığın ilerleyişi olduğunu savunur.)

Şimdi, bir batıl inanca, diyelim ki astrolojiye nedensel bir açıklama getirmek istediğinizi varsayalım. Bu gibi inançları destekleyecek kanıta başvurulmaksızın (çünkü böyle bir kanıt yoktur) bu inançların varlığına dair tam bir sosyolojik açıklama elde edilebileceği düşünülebilir. Tabii ki, ayrı bir endişe duyulabilir: halihazırda herhangi bir kişi, batıl inançlar dahil olmak üzere herhangi bir inanç sisteminin nedensel ve açıklayıcı bir değerlendirmesini veren iyi test edilmiş bir sosyolojik teoriye sahip midir? Ancak bunu bir kenara bırakırsak, Newton’un teorileri ve astroloji arasındaki karşılaştırma böyle bir açıklayıcı şemadaki gerekli ve çok önemli bir asimetriyi açık bir şekilde gösterir: birinde kanıt açıklamaya dahil edilmelidir, diğerinde edilmemelidir. Tabii ki, (yanlış bir şekilde) astrolojinin kanıtla iyi bir şekilde desteklendiğine inanıyorsanız, bu faktör muhtemelen astrolojide inancın nedensel bir açıklaması olarak kabul ettiğiniz şeye dahil olmalıdır.

Bu daha ileri bir soruna yol açar: sosyologlar, “eylem halindeki bilimi” yani araştırma cephesindeki bilimi incelerken, tamamen sosyolojik nedenlerle sahip olunan inançlar (bununla birlikte bilim insanları modaya duyarsız değillerdir) ve geçerli ampirik nedenlerle sahip olunan inançlar arasındaki ayrımı nasıl yaparlar? Evet, yalnızca sosyolojiyi değil fiziği de ayrıntılarıyla bilmeniz gerektiği apaçık görünüyor. Ancak sosyologların bu tür bilgileri elde etmeleri hiçbir şekilde imkansız değildir. Fizikçilerle veya diğer bilim insanlarıyla birlikte çalışabilirler ve gerçekte bazı sosyologlar fizik alanında bir arkaplana sahiptir. Ancak bu biraz çalışmayı gerektirir ve en azından bazı bilim sosyologları bu tür bir çalışmadan kaçınmak ister. Sosyolog Steve Fuller’ın dediği gibi, BBS’nin amacı “çalıştıkları alanlarda uzmanlaşmak zorunda olmaksızın bilimin hem ‘iç işleyişini’ hem de ‘dış karakterini’ anlamalarını sağlayacak yöntemleri kullanmaktır” (bkz. Philosophy, Rhetoric, and the End of Knowledge: The Coming of Science and Technology Studies, 1993, University of Wisconsin Press, s. xii).

Bu kadar ileri gitmeyen sosyologlar bile, fizikçi olmadıkları için bilimsel tartışmalarda taraf olmak zorunda olmadıklarını söyleme eğiliminde olacaktır. Ancak bana göre, en azından altta yatan bilimsel hususlar bir ölçüde değerlendirilmeksizin, rasyonel, bilişsel faktörlerin moda, prestij, ekonomik kişisel çıkarlar ve benzerine karşı oynadığı göreli rol gibi bilimsel teorilerin içeriğinin sosyolojisi yeterince yorumlanamaz.

Bilim sosyologlarına haksızlık etmemek için, güçlü programın en tartışmalı iddiaları yakın geçmişte yumuşatılmıştır. Örneğin, Barnes, Bloor ve John Henry’nin BBS üzerine yakın zamanlı ders kitabının (Scientific Knowledge: Sociological Analysis, 1996, University of Chicago Press) dizininde bile simetri prensibinden bahsedilmemektedir. Ve “simetri prensibinin” içerdiği tarafsızlık, yeniden tanımlanarak zararsız ve hatta daha çok anlamsız hale getirilebilir. Bu yüzden bazı sosyologlar (önceki) görüşlerini yanlış sunduğumu iddia edebilirler. Ancak, en azından bugünlerde, sosyologlar birbirlerinin abartılı “sosyolojizmini” sık sık suçladığı için, bu gibi görünürde yanlış okumalarda yalnız değilim.

Eylem planı

Peki ne yapılması gerekiyor? Birçok şey yapmalı. Her şeyden önce halka sunduğumuz bilim imajı hakkında endişelenmeliyiz. Bilimin çok fazla popülerleştirilmesi bana hayli kötü görünüyor. Bilim, marjinal veya “muhalif” görüşleri savunan bilim insanları tarafından yazılıyor ya da en iyi kurulmuş bilim görüşleri en spekülatif bilim görüşleriyle eşdeğer tutuluyor. (Bu sorunla Sokal’ın aldatmaca makalesinde iyi dalga geçilmiştir.) Diğer yandan öğrencilerimize sunulan felsefe, tarih veya pedagoji derslerine karşı gözümüz açık olmalı; açık fikirli ve hoşgörülü olmayı sürdürsek de bu dersleri öğreten kişilere bu kanallarla yayılan bilimsellik karşıtı zırvalardan kaçınmasını söylemeliyiz. (Yakın zamanlarda, bir lise fizik öğretmeni, bana, okulunda sunulan “bilim felsefesi” dersinin ana amacının bir fizik öğretmeni olarak yaptıklarını yıkmak olduğunu söylemişti.)

Dikkat edilecek bazı şeyleri söyleyerek bitirmek istiyorum. Fizikçiler, bilim çalışmaları kalabalığına kolayca aşırı tepki verebilirler. Bir yandan negatif tepki anlaşılabilirdir: çoğu zaman felsefi olarak kafa karıştırıcı argümanlarla gerekçelendirilen, sözde kültürel çalışmalar adı altında bir yığın çapaçul çalışma var; ikna olmazsanız Sokal’ın Social Text’teki makalesindeki referanslara bakın. Ancak bir sosyolog çıkıp “e, ne olmuş?” diyebilir. Buna rağmen fizik alanında da çok fazla çapaçul çalışma var ve bizi Sokal’ın yaptığına benzer bir şeye kamusal olarak maruz kalmaktan koruyan tek şey jargonumuzun teknikselliği…

Bilim insanlarının kendilerinin bazen felsefi olarak kafası karışıyor (sosyologlar bu şekilde söylemese de, kuantum mekaniğinin Kopenhag yorumunda çok fazla kafa karışıklığı bulunabileceğini düşünüyorum) ve teorilerinin doğrulama ilişkisini, kapsamını ve düzeyini fena halde abartabiliyorlar. Bilim insanları ayrıca bencil, kibirli ve önyargılı olabiliyor. Bu açıklamalar sizin için geçerli değilse, meslektaşlarınızı bir düşünün! Bilimsel araştırma, bir insan (belki de çok fazla insan) etkinliğidir. Bu onu tarihsel, sosyolojik ve felsefi görüş açısından dikkatli ve mantıklı bir analize tabi tutmayı tam olarak gerekçelendiriyor. Ancak çapaçul düşünceleri veya radikal rölativizmi gerekçelendirmiyor.

Sokal ve ben, hiçbir şekilde, bazı eleştirmenlerin “bilim savaşı” olarak adlandırdığı ve bilim insanlarının her türden antibilimsel hümaniste karşı yarıştığı bir savaşta bulunmayı arzulamıyoruz. Ancak hepsi için ortak olan ya da olması gereken rasyonalitenin genel kurallarını savunmak istiyoruz. Ve dünya hakkındaki nesnel, kültürden bağımsız gerçeklerin keşfinin, aydınlanmanın kaynaklarından biri olarak, güçlü sonuçlara sahip olduğunun ve kültürel önyargılarımızın kalıcı miyopluğuna karşı en iyi tedavilerden biri olduğunun unutulmasını istemiyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar