Ana SayfaArşivSayı 35-36Marksizm ve politika üzerine notlar

Marksizm ve politika üzerine notlar

Mithat Seloğlu

Devrimciler olarak Marksistler

Marksizm olarak adlandırılan bütünsel yapı, en azından tarihsel olarak, ezilenleri, teorik bir kategorizasyona tâbi tutacak gereçlere sahip değildir. Mevcut ezilen hareketlerinin öznelerinin politik niteliğini, ilan ettikleri ideolojilerinin doğrusal sonucu kabul etmek, ve bu hareketlerin Marksizmle ilişkisini bu ideolojik perspektiften yola çıkarak tayin etmek, Marksizm alanında yaygın ama aynı ölçüde sorunlu bir husus olarak kaydedilmelidir.

Bugün Devrimciler ile Reformistler arasındaki keskin ayrım sadece ve sadece devletin baskı aygıtları karşısında aldıkları konumun savaşçılığıyla ilişkili iken, Marksist-olmayan devrimciler ile Marksist devrimciler arasındaki ayrımı bu ya da benzer bir ölçütle belirlemek oldukça zor görünmektedir. Her Marksist öznenin aynı zamanda –belirli bir süreç boyunca– devrimci olduğu ancak her devrimci öznenin Marksist olmak durumunda olmadığı tezi[1], belirli problemleri barındırıyor gibi.

Bir politik öznenin mevcut devlet iktidarıyla şiddet temelli bir ilişkilenim içinde olması onun Marksizmin politik alanında sayılması için yeterli değilse, burada tarihsel ve teorik bir tür işlemin pratik politik alana dahil edildiği mi anlaşılmalıdır? Örneğin, günümüzde devrimci İslamcı öznelerin Marksizm ile ilişkisiz bir devrimci niteliğe sahip olduklarının anlaşılması, onların verili bütünlüklerinin göz önüne alınmasıyla pek kolayken, kendini bilişsel olarak Marksizmin politik alanına yerleştiren ve ezilenlerin iktidar karşısındaki meşru şiddetini devrimci pratiklerle ortaya koyan solcu öznelerin Marksizmin dışında tutulabilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Bu anlamda, politik düzlemde Marksist olma ile devrimci olma arasına politika-dışı bir faktör sokuluyor ve bu faktör bir nirengi noktası olarak görülüyorsa, burada,–öteden beri ısrarla ortaya konulan bir yaklaşıma aykırı şekilde– ‘an’a ilişkin ve ‘an’ın içinde bir kategorik tutumun mu söz konusu olduğu zorunlu bir soru olarak belirmektedir.

Burada üzerinde durulmaya çalışılan husus, Marksistler ile Devrimciler arasında kategorik bir ayrıma gidilmesinin anlamsızlığı değil, devrimci niteliğin kategorizasyonda ikincil bir öğe haline getirilmesinin zor anlaşılır oluşudur. Bugün Marksist olarak nitelenen politik özneler ile, Marksist değil fakat Devrimci olarak görülen politik özneler arasında, pratik alanda dişe dokunur hiçbir kategorik ayrımın olmaması[2] sonucu, ayrıştırma işlemi zorunlu olarak başka alanlara kaymaktadır. Bu anlamda tarihsel olarak yapılacak sınıflandırmalar ve belirli politik öznelere atfedilen kopuşlar[3], Türkiye Marksist hareketi için son derece anlamlı iken, bu ayrım halkalarını devrimciler ile bir ayrıştırma işleminin ortasına koymanın, pratik devrimcilik değerlendirmesine yine bir o kadar dışsal olduğu kaydedilmelidir. Devrimciler ile Marksistler arasında ortaya konacak olan belirli ayrım halkalarının nasıl belirlenebileceği ve bu ayrım halkalarının ezilenler nezdinde bir anlamı olup olmadığı ise kayda değer diğer bir soru olarak sorulmalıdır. Bu ve benzeri sorular Marksizmin diğer ezilen ideolojilerinden bir ayrımının olmadığına değil, var olan ayrım halkalarının çok daha net şekilde vurgulanmasına yöneliktir. “Marksizm, Durkheim’ın sosyalizm için söylediği üzere ezilenlerin bir acı çığlığı değildir. Hatta ezilenlerin tüm diğer eğilimlerinden bir acı çığlığı olmamak bakımından ayrılır.”[4]

Bütünsel bir yapı olarak Marksizmin bir işçi ve ezilen ideolojisi olmadığı anlayışı, Teori ve Politika’da değişik vesilelerle ve farklı yollardan sürekli tekrarlandı. Marksizmin işçi sınıfına atfettiği epistemolojik nitelikteki önem, günümüzde reformist kesimler tarafından politik alana ilişkin bir yönerge olarak kabul görmekte ve bu anlayış, Marksizmin bir işçi ideolojisi olarak algılanmasına olanak tanımaktadır.

Yakın geçmişte, “Ne Sam ne Saddam” diye haykıran, Kürt hareketini bir işçi sınıfı hareketi olmadığı için eleştiren, İkiz Kulelerin devrilmesini “masum insanların” ölmesini önlerine koyarak bir “terör” eylemi olarak niteleyen kesimlerin Marksizmi algılayış tarzı, bu ve benzeri konjonktürel durumlar ya da politik hareketlere verilen tepkiden ortaya çıkmaktadır. “El Kaide ABD’yi vururken, dilinde hala onun Sovyetler Birliğine karşı ABD tarafından organize edildiği nakaratı olan birinin, politik niteliği tayin ediciyse gerçekten, Marksist olması imkansızdır. Bir Marksistin somut gerçeğe bu kadar kör olması, onun ancak Marksist olmamasıyla mümkün olabilir.”[5] Egemen iktidarlar karşısında dünya ölçekli politik bir güç konumunda olamayan Marksist özneler, bu anlamda İslamcı hareketin iktidarları sarsan politik pratikleri karşısında, Marksizmi bir “sol” düşünsel alana indirgeyen yaklaşımları olabildiğince yalıtmalıdır.

Ezilenler ve devrimci politika

Türkiye devrimci hareketi içerisinde “ezilenler vurgusu” son dönemde hissedilir ölçüde öne çıkmış durumda. Ancak ezilenlere vurgu yapmanın ezilenlerle pratik bir etkileşime girmekten ne kadar farklı olduğu yine devrimci öznelere bakarak anlaşılabilir. Ezilenlerin, iktidar karşısında “aynı düşman” imgesi pratik olarak değil ideolojik olarak görülmektedir, devrimciliğe dönük ya da devrimci roller oynayan İslamcılar ile bu anlamda bir tür etkileşim içerisine girilememesi (bu etkileşime vurgu dahilinde dahi olsa girilememektedir) pratik-politik alanın, ideolojik unsurlarla tanımlı bir alan olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.[6] Genelde dünyada, özelde ise Türkiye konjonktüründe, Marksist devrimcilerin iktidarlar karşısında güç kaybetmeleri veya güç olamamaları, somut olarak farklı öğelerin devrimci politikanın nesnesi durumuna gelmesini sağlamaktadır. Tercih yapabilecek durumda olmayan pratik Marksistler yeniktir ve bu yeniklik onları, sistemin dışına şu veya bu şekilde çıkan her türlü politik yönelimi kendi bütünselliği içerisinde değerlendirmeye itmektedir.[7] Çünkü; “Ezilenler mücadele etmek için ‘öncüleri’ne bakmıyor. Onların mücadelesi sonlanamıyor, durdurulamıyor. Tersine, öncüler model oluşturmak için, yollar çizmek için ezilenler pratiğine ihtiyaç duyar.”[8]

Küreselleşme karşıtı hareket içinde yer alan kesimlerin, hangi “ideoloji”lerden beslendiğine veya içinde bulundukları ve ideoloji-altı denilebilecek parçalanmış pratik konumlarına bakıldığında Marksist öznelerin kavganın içerisindeki yitik yeri daha net görülmektedir.

Marksizmin bir ezilen veya işçi ideolojisi olmadığına, ancak tüm ezilen ideolojilerinden kategorik olarak farklı bir yerde konumlandığına, ve buna ek olarak yalın varlıklarını ve ideolojilerini kategorilere sokmaksızın politik olarak ezilenlerin yanında saf tutulması zorunluluğuna ilişkin önerme oldukça kuvvetlidir ve Marksizmin nirengi noktalarındandır.

11 Eylül’ü gerçekleştiren öznenin[9] ve pratiğinin karşısında saldırıya uğrayanlarla birlikte tepki veren solcu kesimlerin tutumu tarihsel bir ibret vesikasıdır. Ancak Türkiye coğrafyasının pratik politik Marksistlerinin bu pratiğe karşı aldıkları tutumun net olması, politik Marksistlerin “amasız…” devrimciliğinin duruşu olarak kaydedilmek zorundadır. Savaşmayan bir “Marksizm”in iktidarlar karşısında bir tehdit oluşturmaya çalışan İslamcı hareket önünde söyleyecek sözü olamaz. Marksizm olarak adlandırılan bütünsel yapının politik alanına ilişkin olarak ortaya konacak herhangi ideolojik tahakküm alanı yoktur ve Marksizm bir tür ezilen ideolojisi olmadığı gibi ezilenlerin devrimci pratiklerini ideolojik tahakkümlerle sınırlayan bir alana da sahip değildir. “Her bir durumda yapılmaması gereken, geri dönülmesi mümkün olmayan bir angajmana girmektir. Bu, ideolojik anlaşılmış ilkeleri merkeze koymak anlamına gelir.”[10] İdeolojinin genel bir tanımlama ile teorik bir bütünsellik olarak algılanması,[11] teoloji konusundan pratik-politikanın anlaşılmasına kadar kör bir noktadan hareket edilmesine neden olmaktadır. Marksizmin teorik kategorilerini, gündelik pratiğin içerisinde değerlendirmek ve aramak; politikayı boğmak, politikaya politik alanın dışından bakmaya çalışmaktır.

Marksizm ezilenlere, hükmen galip bir kavganın müjdeleyicisi olarak konumlanmıyor, konumlanamıyor, ancak sosyalizm ve ezilenler tarihi içerisinde, tarihsel nitelikte bir zorunluluğun epistemolojik nitelikteki nirengi noktalarını sunuyor, ezilenler hareketine tarih biliminden bakmamızı sağlıyor; bu ise ne ideolojik duvarlarla örülü bir alanı zorunlu kılıyor, ne de sadece Marksist olmak zorunda olan bir ezilen hareketine dahil olmamızı gerektiriyor. Marksizm ezen ezilen ilişkisi üzerinden, “bu sorunla karşılaşma bakımından değil, ama onu çözme bakımından tarihteki ilk adımın sahibidir.”[12] Ancak buradaki önemli olan ve bu önemli teorik tezin hemen ardından ortaya konması gereken nokta; “Marksizm, ilk defa, bu iki alan arasında bir bağ kurmaya yöneldi. Ama tarihsel olarak günümüzde, Marksizmin çizdiği tablo, Marksizmin öncesine dönüşün çok ciddi işaretlerini veriyor. Bugün ezilenlerin temel unsuru olan işçi sınıfının tepkisinin politik ifadesi ile tarihin hareketine ilişkin bilimsel bilginin Marksizmin bütünlüğünde bir araya gelmelerinden söz edilemez. Bu, Marksizme ilişkin bir bütünlük yitimidir.”[13]

Marksist olmayan ezilenlerin iktidarlar karşısında uyguladıkları devrimci pratik, Marksizmi bir tür tarihsel döneme indirgeyen ve tarihsel dönemlerle sınırlayan kesimler karşısında elbette avantajlı bir konumdadır. Günümüzde küreselleşme karşıtı hareket içindeki bazı eğilimlerin Marksizmi devletlere karşı mücadele bakımından yapısal yetersizlikle suçlamalarıyla, küreselleşme karşıtı harekete, bu hareket kendi Marksizmlerinin doktriner yönergelerini uygulamadığı için sırt çeviren “Marksistler”[14] aynı düzlemdeki kurgusal bir yanlışın içerisinde yer almaktadırlar.

İdeolojik olarak algılamak ve güç ilişkilerini bu yaklaşım dahilinde değerlendirmek, var olan düşman imgesinin farklı yollardan kırılmasına neden olmaktadır. Aydınlanmacılıkla birlikte “insan merkezli” bir dünyayı ortaya koyma çabası ve Marksizmin insan merkezli düşüncelerden biri olarak algılanması sonucunda, yıkıcı pratikler karşısında Aydınlanmacı Marksistlerin düştüğü durum sır olmaktan uzaktır. Marksizmin politik alanına ilişkin olarak; ezilenlerin ve şiddet öğesinin nasıl bir birliktelik üzerine kurulacağı, ve şiddetin Marksizme nasıl içselleştirilebileceğini ortaya koyma çabası, Marksizm içinde ya da çevresinde reformizm ile devrimciliği ayıran bir işlev de üstlenecektir.

Politik olarak kapitalizm ve onun ideolojik-baskı aygıtları ile girilen mücadeleyi, Marksizmin bilimsel ayağına ilişkin bir zorunluluk dışında anlamak ve anlamlandırmak, üzerinde durulan Marksizm anlayışı için oldukça önemli bir yere sahiptir. Devrimcilik, Marksist politik öznelerin iktidar ile savaşımlarının bir zorunluluk ilişkisi olarak anlaşılmasına karşı duracak kadar başat, aynı zamanda Marksizm olarak adlandırılan bütünsel yapının temelini teşkil eden bilim ayağını da ayrımlar üzerinden anlayabilmemiz için gerekli bir unsurdur.

Tarihsel olarak ortaya çıkan ezilen hareketlerinden Marksizmin kategorik ayrımını burada üzerinde durulan bilim ayağı teşkil etmektedir. Politikanın özgül koşulları ile Marksizmin bilim bileşeni üzerine yapılan ayrımlar, sorunlu bir unsurun da çözüm yoluna girmesine neden olabilecek güçtedir. Marx, üretim ilişkileri ve üretim güçleri üzerinden kapitalizmin yasalarını ortaya çıkarmıştır. İşte burada, tarihsel yasalar politik Marksist öznelerin varlığını anlamsız mı kılıyor sorusu, bir tür reformizme kapı aralayan önerme şeklinde anlaşılabilmeye müsaittir. Bu nedenle, döne döne vurgulanması gereken; tarih biliminin sınıflar üstü özelliğinin pratik-politikadan ayrı olarak konumlandığı, devrimci pratikler ile tarihsel zorunluluklar arasında kategorik bir ayrımın Marksizm içinde kalarak olanaklı olduğudur.

Politikanın doğasını kavrayabilmek, politikanın içerisindeki ideolojik öğelere teslim olmamaktan geçmektedir. Politikanın geçmişte de günümüzde de nesnel doğruları bulunmamaktadır ve var olan dengeler üzerinden yürütülen politika pratiğinin iktidarın karşısında süreçsel bir edinim olarak devrimci-yıkıcı-parçalayıcı olması Marksist özneler için zorunlu bir noktadır. Marksist olan politik özneler ile devrimci politik özneler arasında yıkıcılık üzerinden değil (çünkü her ikisi de bu tanımlamaya içseldir), tarih biliminin kavranılması açısından kategorik bir ayrım bulunmaktadır. Ancak Marksizmin, özellikle Türkiye coğrafyasında savaşan Marksist öznelerce, ayrımlar üzerinden ilerleyen bir edinime tabi tutulmaması, bu coğrafya üzerinde faaliyet yürüten devrimci özneler arasında Marksist olan / olmayan şeklinde yapılacak bir kategorik ayrımı ikincil bir etmen olarak bir kenara koymamıza neden olmaktadır. Burada, bu coğrafya üzerinde mücadele eden ve kendilerini tarihsel olarak Marksist geleneklere bağlayan politik öznelerin Marksist olmadıkları üzerine bir uğraş verilmiyor, ancak Marksist-olan devrimci politik özne ile Marksist-olmayan devrimci politik özne arasındaki ayrımın hangi kriterler üzerinden yapılacağı hususunun problemli olduğu üzerinde duruluyor.

İktidarların aygıtlarına karşı yapılan devrimci pratikleri ideolojik bir tarzda eleştiriye tabi tutan Marksist bir özne ile bu pratiklerin emperyalistlere karşı kusulan öfkenin bir sonucu olduğunu ifade eden devrimci özne arasında, İslamcıların dünya ölçekli pratiklerini ideolojik tahakkümün içerisinde değerlendiren Marksist bir özne ile bu pratikleri selamlayan devrimci politik özneler arasında yapılacak ayrım çok daha işlevseldir.

Yeni bir dönem

Günümüzde post-Marksistler ve post-modernistler ile teorik olarak girilecek tartışmalar Marksizmin günümüz konjonktürüne dair getireceği açılımlar için ne kadar önemliyse; Marksist olmayan dinamiklerin ortaya koydukları devrimci dinamiksel pratikleri ciddiye almamak bir o kadar körü körüne dogma bir Marksizm anlayışının işaretleri olarak kaydedilmelidir.

Marksizme teorik olarak saldıran post-modernizme karşı, Marksizmin sadece modern düşünce yapıları arasında bir bütünlük olmadığını ifade etmek ve Marksizmin sınıflar üstü bir epistemolojiye dayandığını ortaya koyma çabaları teorik olarak girilen kavgada Marksizmi tek bir kulvardan ikili bir çatışmanın ortasında bulmak anlamına gelmektedir. Bir yandan post-Marksistlere karşı gerçekleştirilecek teorik bir yeniden yapılanmanın ve günümüz konjonktürünü değerlendirebilecek bir Marksizm anlayışının kotarılması, diğer yandan ise Aydınlanmacı düşünceler arasından sıyrılan Marksist terminoloji ile dar-Marksizm ve post-Marksizm dışında varlığını ortaya koyan Marksizmin bütünlüğünün sağlanması.

Günümüz konjonktürünü değerlendirmede Marksist öznelerin seslerinin oldukça gerilerden gelmesi, ezilenlerin çeşitli şekillerde “kozmopolitik” bir yapılanma ile post-Marksistlerin ve post-modernistlerin ileri sürdüğü “yeni çağ” anlayışını onaylarmışçasına iktidarlar karşısında çeşitli politik manevralar ortaya koyma çabaları, elbette dar-Marksistlerin oluşturduğu kanadı bir yenilgiye uğratmıştır. Marksizmin, temel bileşeni olan bilimin, ontolojik alan içerisinde aranmaya başlanması ve bilgi nesnesinin karşılığının pratik-politikada nafile bir çabayla değerlendirilmeye çalışılması, ilk elden yenik bir kavganın kapısını aralamaktadır. “Kavganın ateşli rüzgarı”nı Kapital’in içinde arayanlar, bilimsel unsurları ontolojik alanın içerisine hapsedenler, ezen-ezilen ilişkisini sınıfçı temelde açıklamaya çalışanlar sadece post-Marksistler karşısında değil, onun taşıyıcıları olarak Marksizmin karşısında da ağır bir açmazlar yumağı içinde debelenmektedirler.

 
 


[1] Melik Kara, “Devrimcilerin Marksizmi”, Teori ve Politika, S.12, Güz 1998, s.18

[2] Burada belirtilmek istenen, devrimci öznelerin pratik faaliyetidir. Marksistler ile Devrimcilerin pratik varoluş tarzlarının verili bir anda düşmanla “savaşmak” olduğu, bir ortak ve önkabuldür. Bu durumun dışında yapılacak olan ayrıştırma işlemi zorunlu olarak tarihsel ve teorik düzlemde gerçekleşecektir. Ancak burada gerekli ve zorunlu olan nokta, devrimciliğin andaki pratik gerçeklik ile ilişkili olmasıdır ve devrimci bir öznenin durumunu belirleyen nirengi noktası, tarihsel olarak konumlanışından çok düşman karşısında aldığı pratik tutumdur.

[3] 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir grup devrimci tarafından kurulan TKP-ML, bu anlamda, o dönem var olan ancak Marksizmin gerek teorik gerekse tarihsel birtakım niteliklerini barındırdıkları söylenemeyecek olan diğer politik devrimci öznelerden kategorik bir ayrım ortaya koymuştur. Bu anlamda TKP-ML Marksizmin gerek politik olarak devrimci pratiğini gerekse terminolojik öğelerini kendi bütünlüğünde var etmesi anlamında tarihsel bir kopuşu ifade etmektedir. “TİİKP, görece teorik ve sistemli bir bakış açısına sahip ve Marksizm-Leninizmin temel terim ve tezleriyle konuşurken, THKO ve THKP-C’nin içinde olduğu devrimci pratik hattına gelemedi. Bu iki devrimci hareket ise çeşitli düzeylerde etkilenmelerine rağmen Marksizm-Leninizmin sistematik düşünme evrenine lafzen dahi girememişlerdir. İşte, İ. Kaypakkaya ve onun TKP-ML Hareketi özgül yollarında ilerleyen bu iki ayrı çizgiye bir üçüncü olarak, gelişmeyi aşamasına götüren kuvvet olarak, bir moment olarak müdahale ederek ortaya çıktı.” (Melik Kara, “Kaypakkaya: Marksist Tarih Yazımı İçin Bir Başlangıç Noktası”, Teori ve Politika, S. 23, Yaz 2001, s.179)

[4] Metin Kayaoğlu, “Ezilenler ve Marksizm”, Teori ve Politika, S. 2, Bahar 1996, s.78

[5] Melik Kara, “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, Teori ve Politika, S. 32-33, Güz-Kış 2004, s.197

[6] Haksöz dergisinin varlığında temsilini bulan kesim, bu anlamda devrimcilerle oldukça önemli ve anlamlı bir etkileşim içerisindedir. “(…) Şimdi sıra bir türlü susmak bilmeyen TAYAD’a gelmiştir. TAYAD’ın da susturulması sağlanacak olursa devlet cezaevlerinde ‘huzur ve güven ortamı’nın tadına varacaktır! İşte o zaman tecrit duvarları tam manasıyla ölüm sessizliğine bürünecektir. Buna izin verilmemeli, cezaevlerinin muhalif insanların diri diri toprağa gömüldükleri bir mekana dönüştürülmesine sessiz kalınmamalıdır.” (Etem Ceylan, “Tecrit Duvarları, Ölüm Sessizliği ve TAYAD’ın Suçu”, Haksöz, S.156, Mart 2004, s.68). Ancak Haksöz’ün bu anlamlı yakınlaşmasını ve duruşunu pratik olarak göremeyen Marksistler bu anlamda olabildiğine sığ kalmaktadır. İslamcı hareketin devrimci dinamik taşıyan kesimlerine uzak durulmasındaki en önemli etkenlerden biri, teolojik belirlenimlerin ve bunun getirisi olarak da İslamcıların pratiklerinin bir tür “geri ideoloji” olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır, ve Marksistlerin bu noktada gördükleri var olan devrimci politika-pratiği değil kendilerine ait olan “ileri ideoloji”nin bu tür omuzlaşmalara izin vermemesidir. İdeolojik bir tahakküm alanı içerisinde hareket eden Marksistlerin teolojik unsurlar üzerinden politik-pratiklerini oluşturmaları da “ezilen” kategorisine dışsal bir bakış açısı olarak değerlendirilmelidir. M. Kayaoğlu’nun belirttiği gibi, “Akıllı bir İslam Marksizme aptal bir ateizmden/akılcılıktan çok daha yakındır.” 

[7] Türkiye coğrafyasında mücadele eden iki önemli devrimci öznenin, farklı alanlarda yer alan ezilenleri politikalarının genel bir bütünlüğü içerisinde değerlendirmeleri bu anlamda kayda değer niteliktedir. Atılım’da temsil olunan hareketin, günümüzde Kürt Yurtsever Hareketine bakış açısı, bu hareketi ezilenlerin önde gelen bir dinamiği olarak değerlendirmesi ve günlük politik faaliyetlerinde bunu göstermesi, devrimci özneler içerisinde ileri bir yaklaşımı ifade etmektedir. Ekmek ve Adalet’te temsilini bulan hareketin ise ‘radikal’ İslamcı harekete ilişkin aldığı pozisyon –bu, henüz organik bir bağa dönüşmekten uzak olsa da– mutlaka kaydedilmesi gereken önemdedir.

İslamcı tutsak Nurettin Şirin’in Ekmek ve Adalet dergisinde yayımlanan Sol ve İslamcı devrimcilere dönük değerlendirmesi bu anlamda önemli veriler sunmaktadır: “… Sizler bu çelişkide sınıf çatışması esasını baz almakta ve dünya ezilen halklarını, onların özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerini desteklemekte ve savunmaktasınız. Ben bu noktada içtenliğimle sizlerle beraberim. Sizin Filistin ve Irak halkının direnişlerine verdiğiniz destek ve dayanışma ortadadır ve bu, devrimci geleneğin onurudur.” Yine Şirin devam eder: “(…) Buna karşılık Ekmek ve Adalet’in ortaya koyduğu açılım şöyle olmaktadır: Bütün mesele, anti-emperyalist, anti-oligarşik ittifakı büyütmek, emperyalizme, faşizme karşı mücadeleyi geliştirmektir. İttifaklar politikasını belirleyen en temel olgu budur. İşte benim benimsediğim, savunduğum ve önemsediğim bakış açısı budur. Bu, sol devrimcilerin İslamcılara ya da İslamcıların sol devrimcilere yanaşması değil anti-emperyalist, anti-oligarşik ve anti-Siyonist mücadele düzleminde ortak paydalarda buluşmak ve omuzdaş olmaktır.” (Ekmek ve Adalet, S. 119, 15. 08. 2004)

[8] Metin Kayaoğlu, “Bitimsiz Mücadele Kesintisiz Devrimcilik”, Teori ve Politika, S. 26, Bahar 2002, s.35

[9] 11 Eylül, El Kaide’nin feda tarzında gerçekleştirdiği bir eylemdir. Marksistlerin bu tarz devrimci pratikler ile nasıl bir bağ içerisinde olması gerektiği konusunda Cemal Poyraz’ın ortaya koyduğu genel önermeler önemlidir. Bkz.: Cemal Poyraz, “Devrimciler ve Mücahitler”, Teori ve Politika, S. 24-25, Güz 2001, Kış 2002, s. 276-85

[10] Metin Kayaoğlu, “İslam’da Bir Keşif Turu: Marx’tan Gazali’ye”, Teori ve Politika, S. 17, Kış 2000, s.28

[11] İdeoloji ile teori arasında var olan kategorik ayrım Althusser tarafından net bir biçimde vurgulanmıştır. “Althusser, ‘bilim’ ile ‘ideoloji’ arasında keskin bir ayrımın yapılması konusunda ısrar eder. Bunlardan ilki, tarihselci tarzda olduğu gibi, ikincisinin ‘ifadesi’ olarak görülmez; aksine, bilim veya kuram, Althusser’in ‘epistemolojik kopuş’ adını verdiği şey ile ideolojiden ayrılan, kendi protokol ve prosedürleriyle kendine özgü bir uğraş türüdür.(…) Bilim ile ideoloji arasındaki Althusserci ayrım, sosyolojik olmaktan çok epistemolojik bir ayrımdır.” (Terry Eagleton, İdeoloji, Çev.: Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1996, s.195, 197)

[12] M. Kayaoğlu, “Marksizmin Ayıraçlarına Doğru”; Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara 1995, s.18

[13] A.g.e., s.18

[14] Marksizmin algılanmasında problemli bir yerde duran ve dar-Marksizm olarak adlandırılan bir akımın temsil ettiği “Dar-Marksistler, karakteristik olarak, yanlış yerde doğru ilkeyi, doğru ilkede yanlış yeri savunuyor. Bilim alanında Marksizmin politik önermelerini, politik alanda bilimsel önermelerini savunuyorlar (…) politik, felsefi ve bilimsel olarak, yani Marksizmin temel bileşenleri bakımından dar-Marksizm, Marksizmin hiç de iyi ya da başarılı bir temsilcisi değildir.” (Metin Kayaoğlu, “Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, Teori ve Politika, S. 24-25, Güz 2001 – Kış 2002, s.6)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar