Ana SayfaArşivSayı 31Demir Ökçe üzerine

Demir Ökçe üzerine

Demet Karakaş

Yıl 2003. Bir ütopyanın varsayılan dönemlerinden birindeyiz. Bu ütopyadan bahsetmeden önce bugüne, gerçeğimize bakmak gerekiyor:

”Tarihin dönüm noktalarından birini yaşıyoruz, ne yazık ki, bu dönüm noktası, insanlık için kaygı verici bir gerçeği işaret ediyor. Çokuluslu büyük şirketlerin kârını artırmayı en önemli amaç ve değer olarak gören yeni küresel anlayış ve onun iktidarını temsil eden ABD öncülüğündeki güç ittifakı, uzunca bir süredir, insanlığı ve hatta gezegenin tüm canlı varlığını tehdit ediyordu…”[1]

Nuray Mert, Radikal’deki ‘İnsanlıkla Dayanışma’ başlıklı yazısında, içinde bulunduğumuz durumu değerlendiren bir grup aydının girişiminden bahsediyor ve diğer ülkelerin siyasetçi, aydın, sanatçıları ya da bu kaygıları taşıyan herkesle, Türkiye, bölgemiz ve dünyaya doğru iletişim kurma çağrısında bulunuyor.

Jack London’ın Demir Ökçe’sinden, egemenlerin açık, net yanıtına dönelim şimdi de:

”İşte size yanıtımız. Boşuna ağzımızı yoracak değiliz..O güçlü ellerinizi saraylarımıza ve debdebemize uzattığınızda gücün ne olduğunu göstereceğiz size.(…) Sizin devrimcilerinizi ökçemizin altında ezeceğiz, yüzlerinizin üstüne basa basa yürüyeceğiz. Dünya bizimdir. Biz dünyanın hakimleriyiz ve böyle kalmaya kararlıyız. Emekçiler ordusuna gelince.. Onlar, tarih başlayalı beri pisliğin içindeler.(…) Ben, biz ve bizden sonra gelecekler iktidarı ellerinde tuttuğu sürece de pisliğin içinde kalmaya mahkumlar. Bu sözcüğü iyi belleyin: İktidar.. ik-ti-dar..”[2]

1906’da Jack London Demir Ökçe’yi varsayımlarıyla kurguladığında henüz ABD’de Karl Marx’ın pek çok yapıtının yayımlanmadığı göz önüne alındığında, kitabın temel saptamalarının isabetinden, günümüzde hâlâ geçerliğini koruyan Demir Ökçe’nin varlığından, hatta ağırlığınca bütün dünyaya abandığından söz etmek abartılı olmayacaktır. Aksine, Demir Ökçe ağırlaşıp sertleşmekte, Afganistan’da, Irak’ta, Venezuella’da haykırmaktadır:

”…Biz dünyanın hakimleriyiz ve öyle kalmaya da kararlıyız..!”

***

Şemsa Yeğin’in önsözünde belirttiği üzere Bukharin’in toplumcu kitaplar listesine aldığı tek Amerikalı yazar, Demir Ökçe’siyle London, yayımlanışından (1906) nerdeyse yüzyıl sonra bile günümüz dünyasını aydınlatma, anlamlandırma özelliğini koruyor. 1876-1916 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen (ne yazık ki kırk kısa yıl), London’ın bugüne hâlâ ışık tutabilen saptamalarının ardında yatan gerçek ”gerçeğin değiştirilemezliği”nden başka bir şey olmasa gerek.

Özellikle son yılların ”küreselleşme”, ”yeni dünya düzeni”, ”tek kutuplu dünya” kavramları değerlendirilirken, bunlara Marksist ideolojinin çerçevesinden yanıt aranırken, Lenin’in ”Emperyalizm”ine sık sık başvurulmaktadır. 1916’da Lenin’in Emperyalizm’i yazacağından habersiz bir Amerikalı, London, emperyalizmin kurgusal romanını yazmış; kahramanı Everhart’ın kişiliğinde, Marx’ın Fransa’da devrim yenilgisinde ”asıl yenik düşenin devrim değil devrimciler olduğu”na ilişkin vurguyu yüzlerce yıl süren Demir Ökçeye karşı, devrim hareketlerinden, direniş ve savaşımdan bir kesit halinde, roman düzeninde aktarmıştır. Demir Ökçe’yi bugün hâlâ anlamlı kılan, belki de bu kurgusal dönemin, günümüzde başlangıç yıllarını yaşıyor olmamızdır. Günümüz dünyasında, emperyalizme ve onun küreselleşme saldırısına karşı direnebilmenin yolu, emperyalizmin ekonomik özü ve politikalarının iyice anlaşılmasından geçecekse, sınıf savaşlarının başarısını sınıflararası çelişkilerin derinliği belirleyecekse, Demir Ökçenin henüz ilk yıllarını, emekleme sürecini yaşıyor olduğumuz acı gerçeğini de kabul etmemiz gerekmektedir. Bu yönüyle London romanında karamsar bir tablo çiziyor görünmekle beraber, aslında Demir Ökçe bir umut ve direnç çığlığıdır. ”Umut sosyalistlerin kaderidir..!” deyişini haklı kılarcasına, romanında Demir Ökçenin yüzlerce yıl sürmesine (üç yüzyıl gibi, bir yoruma göre gerçekten karamsar sayılabilecek bir vade biçmiştir); devrimin özünü kavramış, inançlı bir savaşçı olan kahramanı Everhart’ın ölümüne rağmen, London güzel bir geleceğe olan umudunu yitirmemiştir:

”Bu akşam, hepiniz de sosyalizmin olanaksız olduğunu söylediniz. Şimdi size olanaksız olduğunu söylediğiniz şeyin, kaçınılmaz olduğunu göstereceğim. Değil yalnız siz küçük kapitalistlerin, büyük kapitalistlerin ve de tekellerin de tarih sahnesinden çekilmesi kaçınılmaz bir olgudur. Unutmayınız baylar, tarih geri gitmez. Akar, akar ve rekabetten birleşmeye doğru [burada tekelleşme kastedilmektedir] akar, büyük birleşmelerden daha büyük birleşmelere, ve hepsinden daha büyük bir birleşme olan sosyalizme doğru akar.”[3]

Onun karamsarlık olarak yorumlanan kurgusu; aslında tersine, gerçeği görüş, emperyalist iktidarları hafife almayış olarak okunmalıdır. O, sınıf savaşının, kriz ve çatışma yeterince derinleşmeden başarısız olacağını ‘biliyordu’:

”İkinci ihtilal aslında evrensel bir ihtilaldir. Plan çok geniş kapsamlıydı. Öyle ki, bunun tek bir zeka tarafından yapılması olanaksızdı. Emek bütün dünyanın oligarşilerinde ayaklanmak için işaret bekliyordu. Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya, emekçi devletleriydi. Devrime yardım etmeye hazırdılar ve de cömertçe yardım ellerini uzattılar; bu nedenledir ki İkinci İhtilal kırıldığında, onlar da, dünyanın birleşik oligarşileri tarafından ezildiler ve bunların sosyalist hükümetleri yerine oligarşi hükümetleri geçti..”[4]

Bu kurgu, London’ın, sınıf mücadelesinin ne denli çetin olacağına ilişkin öngörüsüdür, karamsarlık değil..

***

London, üç yüzyıllık bir Demir Ökçe döneminden sonra, kendi ideal toplum düzenini de bu roman içinde kurgulamıştır bir yandan. Adı aslında belirsiz bir anlatıcıdan öğreniyoruz ki; ”üç Demir Ökçe yüzyılı ve dört İnsanlığın Kardeşliği çağı geçti..”[5] London bütün ipuçlarını verdiği bir nihai başarıyı da varsaymış; bu yöndeki umudunu, ”İnsan Kardeşliği” çağı olarak tanımladığı dönemin toplumsal yaşam, ahlak, ekonomik düzen gibi konularda ortaya koyduğu hiç de örtülü olmayan ‘dipnotlar’ı ile açıklamıştır. Roman çift izlekli sürmektedir: Bir yandan Avis Everhart’ın yoldaşı ve eşi Ernest Everhat’ın yaşamöyküsü özelinde anlatılan anılarda Demir Ökçe çağı; öte yandan adı belirtilmeyen gerçek anlatıcının ‘ d i p n o t l a r ‘ ında ”İnsan Kardeşliği” çağı.

Daha Irak’ın işgal süreci tamamlanmadan, fütursuzca saldırgan pençelerini sağa sola göstermeye başlayan ABD ve onun müttefikleri, destekçileri olan çok uluslu şirketler, olanca açgözlülükleriyle yağmalarına devam etmektedir. ”Yeni Dünya Düzeni” henüz dünyanın yağmasını tamamlamadı, Demir Ökçe, London’ın da öngördüğü şekliyle ancak başlangıç dönemini yaşıyor olsa olsa…

***

Lenin’in Emperyalizm’inde ortaya koyduğu bütün temel varsayımların izlerini Demir Ökçe’de bulmak mümkündür. Lenin’e, onun emperyalizm tanımına dönelim:

”Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlanmış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”[6]

Lenin, emperyalizmin bütün bileşenlerini ortaya koyup, teorik politik çözümlemeler yapmış; London ise bunu bir romana aktarmıştır dersek abartılı olmaz. Ama daha da ilginç olan, London’ın Demir Ökçe’yi 1906’da, Lenin’in Emperyalizm’i 1916’da yazmış olmalarıdır. Tarihler tam tersi olsaydı bunda ilginç bir yan olmayabilirdi; hatta olağan süreç deyip geçebilirdik. Ama Demir Ökçe’yi olağanüstüleştiren, London’ın toplumsal ve ekonomik derin bir sezgiyle, çağını aşan bir öngörüyü barındırması; bir ekonomistin, bir toplumbilimcinin, bir pratik politik devrimcinin özelliklerini romancı olarak taşımasıdır. Bu anlamda London, kitabında, sistemin kendi tıkanıklıklarını aşma yöntemlerinden sermaye ihracına değin birçok konudan detaylı ve anlaşılır biçimde söz etmektedir.

***

”Bilim-kurgu” olma özelliklerini de taşıyan, sürprizlerle dolu bir romandır Demir Ökçe. Teknolojik olarak 1906’da estetik ameliyatların sözü bile edilmiyordu:

”(…) insanın yüzünü öyle değiştirirlerdi ki, yaptıklarının izi bile kalmazdı. Burun, üzerinde en çok çalışılan organdı. Deri germe, saç değiştirme, (…) göz, kaş, dudak ve kulaklar kökten değiştirilebiliyordu.(…) yapılan değişiklikle insanın sesi bile bambaşka çıkıyordu. Çaresizlik çareyi yaratıyor ve devrimin cerrahları, çareyi buluyordu.(…) Onların geliştirdikleri bu sanat, kaybolup gitti. Ona gereksinimimiz yok artık.”[7]

Devrimin cerrahlarına yöntemler bulduran London, bugün hepsi gerçek olmuş estetik cerrahinin fikirlerini, bilim-kurgunun her zamanki öngörüleriyle ortaya koymuştur. Gerçi ironik olarak bu ‘sanat’ devrimin değil, üst sınıfların oyuncağı olmuşsa da, günümüz cerrahi teknolojisi içinde hiçbiri hayal değil. Anlatımının zenginliği, çok yönlülüğü, kurmacanın bütün yöntemlerinden yararlanılmış olması ve Demir Ökçe’yi ilginç ve özgün kılan ”romansal hakikat”e ulaşmasında; London’ın toplumsal bilinci kadar; yaratıcı zekasının da payı olduğunu görmemek imkansızdır.

Nerdeyse sıradışı bir ders kitabıdır Demir Ökçe… Ama roman’ın heyecan duygusunu, roman’ın ruhunu, roman’ın olay örgüsünü, roman’ın karakter betimlemelerini asla ihmal etmeden okunabilecek bir ders kitabı. Bütün bu özellikleriyle; gerek roman olarak Demir Ökçe; gerekse dahiyane yaratımıyla, toplumsal, tarihsel sezgisiyle bir yazar olarak Jack London, başköşeyi hak etmektedir.

***

Bu romanı özellikli kılan başka ayrıntılardan da bahsetmek gerekiyor. Demir Ökçe sınıf savaşının sadece bir yönüyle değil, birçok yönüyle ilgilidir. Öyle ki; bu uzun soluklu mücadele içinde, bütün iyi niyetli ayrışmalardan, hiziplerden, solun pratik politikasının zaman zaman (“çoğu zaman” mı demeli?) hastalıklı bir şekilde, kendine zarar verircesine bölünmesinden, bir yandan kristalize bir mücadele oluşurken, öte yandan bu mücadelenin bizzat kendi içinden gelen unsurlarca zarara uğratılmasına kadar; sıcak politikaya, sınıf savaşına dair nerdeyse her ayrıntıya yer verilmiştir. Aynı şekilde karşı-devrimin nerdeyse bütün kirli yöntemlerinden, sahte sendikalardan, iktidarın kitle önderlerini satın alma biçimlerinden, provokasyonlardan, gizli ve açık taktik ve stratejilerinden, olanaklarından bahsedilmektedir. Bu kitap yayımlanışından yüzyıl sonra bile alınacak dersleri tüketmemiştir. Uluslararası savaşlardan, ‘savaşa hayır’ diyen dünya emekçilerine, hatta emeğin kimi başarılarına değin, 1900’lerin başından beri yaşadığımız birçok temel olayla paralellik kurabileceğimiz ayrıntı zenginliğindedir Demir Ökçe. Ülke isimlerini değiştiriverin, İkinci Paylaşım Savaşını bulursunuz; örgüt isimlerini değiştiriverin, II. Enternasyonalle karşılaşıverirsiniz; bir grevin, bir şirketin, ya da bir devrimcinin tarihini, yerini, adını değiştiriverin, kendinizi Rusya’da, Fransa’da, İtalya’da, 15-16 Haziranda Türkiye’de buluverirsiniz; bir uydurma savaşın ülke isimlerinde oynayın, 2002’de Afganistan’da, 2003’de Irak’ta gerekçeleri değişmeksizin aynı manzaraların fotoğrafını çektiğini görürsünüz London’ın..

Bir yenilgi sonrasında, Everhart’ın Avis’e söylediği cümle eğer karamsarlıksa, bu roman karamsardır.. Yok eğer gerçekçi buluyorsanız; emeğin nihai başarısını ve Everhart’ın göremediği, ancak London’ın ”İnsanlığın Kardeşliği” çağından olan ikinci anlatıcısı ağzıyla çerçevesini çizdiği ‘hayal’in, hayal olmadığını çıkarsarsınız:

”Toplumsal evrim, insanı çatlatacak kadar yavaş gelişiyor, değil mi sevgilim?”[8].



[1] Nuray Mert, Radikal, 9 Haziran 2003.

[2] Jack London, Demir Ökçe, Çev.: Şemsa Yeğin, İstanbul 1995, Oda Yay., Sekizinci Basım, s.81

[3] A.g.e., s.114

[4] A.g.e., s.9

[5] A.g.e., s.175

[6] Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev.: Cemal Süreya, Sol Yay., Onuncu Basım, Ankara 1998, s.101

[7] Jack London, a.g.e., s.232-33

[8] A.g.e., s.176

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar