Ana SayfaArşivSayı 28-29YÖK - Hükümet çatışması vesilesiyle öğrenci hareketi

YÖK – Hükümet çatışması vesilesiyle öğrenci hareketi

Emek Aytaç

YÖK başkanının, yeni hükümetin YÖK’ün yeniden yapılandırılması (demokratikleştirilmesi!) planına, ‘Biz üniversiteleri temizlemiştik, bunlar yeniden karmaşa yaratmaya çalışıyorlar’ tepkisiyle ateşlenen YÖK-hükümet çatışması, konunun rektörler, hükümet ve medya nezdinde tartışılmasına yol açtı ve çeşitli politik öğrenci örgütlerini bu meseleye karşı tutum belirlemeye itti.

En son 1996’da harçlara yapılan zamlara karşı yükselen öğrenci hareketi, bu tarihten sonra zaman zaman ve yerel güçlü dinamikler ortaya çıksa da, bütünlük ve kitlesellik sağlayamadı ve 90’ların sonlarında düşüşe geçti. Üniversite öğrenci gençliğine yönelik saldırı, üniversitelerdeki statükonun koruyucusu YÖK başkanının sözlerinde ifadesini bulan ‘temizlik harekatı’ ve üniversiteleri şirketler için çalışır hale getirerek öğrenciyi ve öğretim üyesini olabildiğince sömürmeyi hedefleyen YÖK yasa tasarısı ile sürmektedir.

Söz konusu YÖK uygulamalarına ve YÖK-hükümet çatışmasına kitlesel bir öğrenci hareketliliğiyle alanlardan kayda değer bir cevap gelmese de politik öğrenci örgütlerinin aldıkları tutum önemlidir.

Bu örgütlenmelerden bazıları, hükümetin YÖK’ün yeniden yapılandırılması planı başarıya ulaşırsa gerici öğrencilerin ve öğretim üyelerinin ‘gerçekten temizlenen üniversitelere’ doluşacağının kaygısını taşıyor.

“AKP hükümetinin üniversitelerdeki ‘demokrasi’ meselesine getirdiği çözüm şimdilik ‘genel af’. Çıkması planlanan genel afla 2000 yılından bu yana üniversitelerden çeşitli gerekçelerle atılmış (derslere girmedikleri için devamsızlık dolayısıyla üniversitelerden atılan türbanlı öğrenciler de dahil) ya da ceza almış öğrencilerin üniversitelere geri dönmesi ve sicillerinin silinmesi öngörülüyor.

“Kısacası türban affı, türbanın altına gizlenen İslamcı karşı devrimciliğin üniversitelerde önünün daha da açılmasına yarayacaktır.

“(…) AKP hükümetinin bu planları ayrıntılı biçimde teşhir edilmeyi beklemektedir. Acil olarak! ” (“Üniversitede Su, Ekmek, Sosyalist Siyaset”, Komünist, Sayı: 96, 20 Aralık 2002)

Bu yaklaşımın sahipleri, 28 Şubat döneminden beri gündemdeki bir tartışmanın tarafıydı ve bu tutumun sonuna dek savunulması ise tartışmanın iki kanadından biri olan YÖK tarafında kalmak anlamına geliyordu.

Benzer kaygılarla söze başlayan Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet gazetesinin 11 Ocak tarihli sayısında yer alan yazısında derin bir nefes alıyor: “Bereket, eğitim alanının çok da sahipsiz olmadığı kısa sürede anlaşıldı.(…) Özellikle rektörlerin görüş ve güç birliği, bulanık akılların, karışık kafaların, demokrasi söylemi arkasındaki gericilik heveslerinin önünü keserek yüreklere su serpmiş oldu.”

YÖK-hükümet çatışmasını statükonun bozulması ve öğrenci gençlik hareketinin kendi taleplerini dayatması için faydalanması gereken bir şans olarak değerlendirenler de var.

“YÖK ve AKP arasındaki ikircimlik ortamını bir koza dönüştürüp, faşist disiplin yönetmeliklerini, paralı eğitimi teşhir etmek, YÖK kaldırılsın şiarıyla özgür bir üniversite istemini çoğaltmak ise üniversiteli gençliğin özerk demokratik üniversite yolundaki temel adımlardan biri olmalıdır.” (“Ne AKP Ne YÖK, Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek”, Sosyalizm Yolunda Özgür Gençlik, 11 Ocak 2003)

***

YÖK-hükümet çatışmasını, İslamcı-Kemalist/ilerici-gerici çelişkisi dışında değerlendirenler ise farklı bir tartışmayı başka politik alanlarda yürüttüler. Öğrenci gençlik mücadelesi, akademik-demokratik mücadele olarak mı kalacak, yoksa YÖK’ün kaldırılması politik talebini mi içerecek?

Yurtsever öğrencilerin anadilde eğitim kampanyasıyla akademik-demokratik mücadelede açtığı kanal geçtiğimiz dönemin öğrenci hareketinde en önemli gelişmelerden biriydi. Önümüzdeki dönemde ise yine başını yurtsever öğrencilerin çektiği, (SDP Gençliği, Partizan Gençlik, Emek Gençliği, Demokratik Öğrenci Birlikleri, TÖDEF gibi) politik öğrenci örgütlenmelerinin geniş bir birlikteliğini sağlayan, gündemde olan YÖK yasa tasarısı benzeri YÖK uygulamalarına karşı kampanya yürütmeyi hedefleyen Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi‘nden beklentiler büyük. İnisiyatif içindeki ve dışındaki devrimci öğrenci örgütlerinin tartışmalarının ana eksenini, akademik-demokratik mücadele ile politik mücadelenin ayrımı oluşturuyor. İnisiyatif’in YÖK kampanyasının genel çerçevesinin akademik-demokratik taleplerle sınırlı olması, bazı öğrenci örgütlerini bu oluşumun dışında bıraktı.

Özgür Gençlik, kampanyanın dışında kalma nedenini şöyle açıklıyor: “Yurtsever Gençlik’in ‘YÖK’ün demokratikleştirilmesi ve üniversiteler arası koordinasyon kuruluna dönüştürülmesi’ eksenindeki yaklaşımı ve Partizan Gençlik başta gelmek üzere ‘YÖK kaldırılsın’ talebinin kampanyada yer almasına karşı çıkılması bir politik mücadele anlayışını resmediyordu. Komünist gençlik, kampanyanın doğrudan YÖK’ü hedefleyen bir içerikte olması gerektiğini ve YÖK kaldırılsın talebini tartışırken; Partizan Gençlik, ‘YÖK’ün kaldırılması politik bir taleptir, gençlik hareketi bugün dibe vurmuştur, mücadelenin çerçevesi akademik taleplerle sınırlı kalmalıdır ve YÖK’ün kaldırılması gibi fazla bir karar içermemelidir’ şeklinde özetlenebilecek bir tutum aldı.” (“YÖK Kampanyası, Yaklaşımlar ve Tutumumuz”, Sosyalizm Yolunda Özgür Gençlik, 11 Ocak 2003)

Özgür Gençlik bu anlayışı, “Kitlelerin kendiliğinden bilincini devrimci-politik bilinç düzeyine ulaştırmak ve mücadeleyi politikleştirmek yerine, kendiliğinden bilincinin düzeyine inerek kitle kuyrukçuluğunda demirlemek” olarak eleştiriyor.

Bir süredir platform çalışması yürüten Ekim Gençliği, İnisiyatif’e yaklaşımını şöyle ifade ediyor: “Ufku akademizm-demokratizmle sınırlı siyasal çevreler, Kürt hareketinin ‘demokratik cumhuriyet’ eksenli siyasal bakışına çok geçmeden büyük bir coşku ile yedeklendiler.(…) Ve çalışma, geldiği yer ve talepleri itibarı ile, adeta mevcut AKP iktidarının ‘demokratik eğitim programının’ sol maske ve terminoloji içindeki savunusu halini almıştır.” (“Gençlik Hareketinde Tasfiyecilik ve Devrimci Önderlik Sorumluluğu”, Ekim Gençliği, Sayı: 57, 15 Ocak-15 Şubat 2003)

Devrimci öğrenci grupları arasında akademik-demokratik mücadele ile politik mücadelenin ayrımı üzerinden yürütülen tartışma, bu mücadele tür veya tarzlarından hangisinin genel öğrenci kitlesinin kendiliğinden hareketiyle bağ kurmada etkili olduğu veya kendiliğinden harekete itilim vereceği belirlemesine göre biçimlenmektedir. Yürütülen mücadelenin belirlenmesinde genel öğrenci kitlesinin bilinç düzeyi baz alınmaktadır. Genel öğrenci kitlesi ve devrimci öğrenci kitlesi arasındaki bağ politik bir bağ olarak değil ideolojik bir bağ olarak kurgulanmaktadır. Bu durum, öğrencilerin kendiliğinden hareketinin söz konusu bile olmadığı bugün devrimci öğrenci gruplarını politik inisiyatif koymaktan yoksun bırakmaktadır.

Oysa, devletin öğrenim düzenini sarsacak her hareketin politik bir anlamı olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi’nin pratikleri önem kazanacaktır.

Öğrenciler, YÖK-polis-medya üçgeninde ideolojik kuşatmaya ve fiziksel baskıya maruz kalmıştır. Genel öğrenci kitlesinin politikleşme düzeyi düşüktür. Genel öğrenci kitlesi ile sol öğrenci kitlesi arasındaki bağların nasıl kurulacağı şu soruya verilen cevapta aranır: Öğrenci hareketinin meşruluğu nereye kadardır?

Örneğin bugün diğer öğrenci gruplarından çok farklı bir alanda politika yapan TKP’li öğrencilere göre, öğrenci hareketinin radikalliği-vandalizmi bahane edilerek üniversitelerde sol siyasetin meşruluğu yok edilmektedir. Gençlik mücadelelerinin amacı sol siyasete meşruluk kazandırmak olmalıdır. Bunun için TKP’liler, olabildiğince “temiz” bir sol kültür oluşturmayı hedefliyorlar.

Devletin ideolojik kurumları olan üniversitelerde politika yapan, mücadelelerinde YÖK’ü kaldırmayı hedefleyen devrimci öğrencilerin karşısına ise yine, ‘politikanın güç ilişkilerine değil ideolojik tahakküm ilişkilerine dayandığı’ yollu ideoloji engel olarak çıkmaktadır.

Bir örnek

İstanbul’da büyük üniversitelerden birinde her yıl yapılan yemekhane zammından duyulan rahatsızlık, politik öğrenci gruplarının bir araya gelerek bir platform altında ortak bir mücadele yürütmeye karar vermelerine neden oldu. Ancak kendilerine öncü misyon biçen grupların ve ‘öğrenci kitlesi’nin katıldığı toplantılarda eylem sloganları üzerinden yapılan tartışma ortamı bulandırdı: Sloganlar YÖK’e mi, özelleştirmeye mi, yoksa kapitalizme mi karşı atılacaktı?. Bu soruya ortak bir cevap vermek güçtü ve doğal olarak her bir cevap politik bir anlam da içermekteydi. Sonuçta, belirlenen sloganların bazı gruplara uygun gelmemesi ve bu grupların platformdan ayrılmalarıyla boykotlar, eylemler ve -durumun medyada görülmesinin etkili olacağına inanılarak- basın açıklamalarıyla yola devam edildi.

Bir gelenek haline gelen yemekhane eyleminin örgütleyicileri, kitleselliğin düşeceği gerekçesiyle, eylemlerin yemek fiyatı zammı sorunu çerçevesinde tutulmasına ve ülke gündemindeki politik meselelere değinilmemesine karar verdiler.

Örneğin Filistin’de İntifada ilan edildiği ve İslamcıların bu nedenle Beyazıt’a çıktığı gün, bu üniversitede yemekhane eylemi vardır ve onbeşbin öğrencinin okuduğu üniversitenin yüzelli öğrencisi ‘açız açız’ diye haykırmaktadır. Bu iki eylem bir gazetede, yan yana ve fotoğraflı olarak basılır. Yemekhane eylemleri, az katılımla, cezaevlerinde açlık grevleri başlayana kadar sürer. Ölüm oruçlarının yakıcılığı, yemekhane eylemine önderlik eden öğrencilerin kampus dışındaki alanlara yönelmesine sebep olur.

Burada yaşanan sorunun kaynağı, öğrencilerin özlük hak taleplerinin dillendirildiği eylemlerle politik taleplerin dile getirildiği eylemler arasında, meşruiyet zemini üzerinden yaratılan farktır. Politik taleplerin dillendirilmesinin kitleyi korkutup kaçıracağı kaygısı duyulmuştur. Seçilen eylem tarzı ve sloganlarıyla öğrencinin sesinin medyada duyurulması amaçlanmıştır. Bu durumun kitleselliği artıracağı düşünülmüş, ancak eylem alanının politik inisiyatifin kullanıldığı bir platform olması akıl edilememiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar