Ana SayfaArşivSayı 44Üretken Güçlerin Önceliği

Üretken Güçlerin Önceliği

 

Gerald A. Cohen’in, çevirisi Ahmet Fethi tarafından yapılan Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma (Toplumsal Dönüşüm Yay., İstanbul 1998) başlıklı kitabının altıncı bölümü. Yayıncı ve çevirmenin izniyle.

 

Üretken Güçlerin Önceliği

Gerald A. Cohen
Çeviri: Ahmet Fethi

 

1. Giriş

Bu bölümde, Marx’ın üretken güçlere açıklayıcı öncelik verdiğini gösteriyor ve fiilen öyle yapmanın kimi nedenlerini açıklıyoruz. Bu görevler, temel bir ayrıma uyularak ayrı ayrı yerine getiriliyor: Marx’ın güçlere öncelik verdiği tezi, güçlerin ilksel oldukları tezinden farklıdır. Bu hakikati öne çıkarmaya değer; çünkü Marksistlerin, birinci iddiayı, ikinci iddianın faziletleriyle ilgili kavrayışlarına göre değerlendirme alışkanlığı vardır. Bu prosedür, sadece Marx’ın konuyla ilgili tutumunun doğru olduğu peşinen varsayılırsa, sağlamdır. Bizim de ileri süreceğimiz gibi, bu öyle olabilir; fakat bir varsayım olarak kabul edilemez. Marksist düşüncede zaman zaman örtük olan başka bir ilke daha da kabul edilemezdir: Marx’ın konuyla ilgili her düşüncesi açıkça doğrudur ilkesi. Bu ilke, sadece bir varsayım olarak değil, mutlak bir şekilde kabul edilemez.

Bu bölümde savunulan öncelik, üretken güçlerin üretim- ilişkilerine, ya da bu ilişkilerin oluşturduğu ekonomik yapıya önceliğidir. Öncelik tezi şudur: Bir üretim ilişkileri kümesinin doğası, bu ilişkilerin kucakladığı üretken güçlerin gelişme düzeyiyle açıklanır (tersinden çok daha geniş ölçüde).[1] Açıklayıcı bağın tam yapısı altbölüm (5)’in konusudur.

Marx’ta karşılaştığımız şekliyle öncelik tezi, gelişme tezi denilecek ikinci tezle bağlantılıdır. Buna uygun olarak, aşağıdaki iddia çiftiyle ilgileneceğiz:

(a)   Üretken güçler, tarih boyunca gelişme eğilimindedirler (Gelişme Tezi).

(b)  Bir toplumun üretim ilişkilerinin doğası, o toplumun üretken güçlerinin gelişme düzeyiyle açıklanır (uygun Öncelik Tezi).

(a), (a)’ üretken güçler tarih boyunca gelişmiştir’den hem fazlasını hem azını söyler.

(a), (a)’den fazlasını söyler; çünkü, (a) gelişmeye evrensel bir eğilim yükler. Güçler, bağlantısız nedenler toplamı yüzünden gelişmiş olabilir ve bu, gelişmenin güçlerin doğası olmasını gerektiren (a)’yı değil, (a)”nü kanıtlamaya yeter. Diğer yanda, (a) güçlerin her zaman gelişmesini, hatta asla gerilememesini gerektirmez: Koşullar eğilimin gerçekleşmesini engelleyebilir.

Öncelik tezi ((b)), üretken güçlerdeki değişikliklerin üretim ilişkilerindeki değişikliklere neden olduğunu ima eder. Ne var ki, üretken güçlerdeki kimi değişiklikler, kapsam olarak bu sonucu doğuramayacak kadar sınırlı olur. Üretim ilişkilerinde bir değişikliğin olabilmesi için üretken yetinin ne kadar artması gerektiğine dair genel bir yargıda bulunmak da olanaklı değildir. Bunun yerine, üretim ilişkilerinin üretken güçlere bağımlılığının dinamik yanını şöyle formüle edebiliriz: Herhangi bir üretim ilişkileri kümesi için, kucakladıkları üretken güçlerin bu ilişkilerde bir değişiklik için yeterli bir daha fazla gelişme ölçüsü vardır ve bu daha fazla gelişme gerçekleşme eğilimindedir. Fakat gelişmenin ne kadar geniş olması gerektiği, duruma göre değişir. İddianın mantıksal yapısı, onu, bütün sıvıların bir kaynama noktası vardır, bütün duygulu organizmaların bir ağrı eşitleri vardır vb gibi hakikatlerle eşleştirir. Bunlar, belirttikleri evrenselliklerin hassas düzeylerinin değerini belirtmezler ve aynı durum, bizim benzer formülasyonumuz için de geçerlidir.

Üretken gücün gelişme düzeyleri arasında hem niceliksel hem niteliksel farklılıklar vardır. Eğer L düzeyi, M düzeyinden daha yüksekse, o zaman, (Bölüm II, altbölüm (6)’da benimsenen ölçüte göre), L düzeyindeki artık üretimi M düzeyindekinden daha fazladır. Fakat bu niceliksel farklılık, nitelik olarak farklı türden iki üretken bilgi ve kaynak düzleminde meydana gelir. O halde, üretim ilişkileri üretken gücün gelişme düzeyleriyle açıklanır dersek, buna, açıklamanın bazen gücün katışıksız niteliğine, bazen niceliksel cisimleşmesine, bazen de ikisine ait olduğunu eklemek gerekir.

 

2. Marx’ın Öncelik İddiaları: Önsöz

Gelişme ve öncelik tezleriyle ilgili kimi savlar altbölüm (4)’te verilecek. Bu ve sonraki altbölümde Marx’ın bunlara bağlılığının kesin kanıtlarını veriyoruz.

1859 tarihli Önsöz’le başlıyoruz ve kolaylık olsun diye, Önsöz’deki kimi cümleleri numaralandırarak veriyoruz:

1.   üretim ilişkileri … maddi üretken güçlerin … belirli bir gelişme evresine karşılık gelir.

2.   Gelişmelerinin belli bir evresinde toplumun maddi üretken güçleri o zamana kadar içinde hareket ettikleri … mevcut üretim ilişkileriyle çatışma içine girerler.

3.   Bu ilişkiler, üretken güçlerin gelişme biçimlerinden onların engelleri haline gelirler.

4.   O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar [ekonomik yapıda bir değişikliğe neden olur][2]

5.   İçerebileceği bütün üretken güçler gelişmeden hiçbir toplumsal oluşum yok olmaz…

6.   Varlığının maddi koşulları bizzat eski toplumun rahminde olgunlaşmadan, yeni, daha yüksek bir üretim ilişkisi asla ortaya çıkmaz.

Bu cümleler, gelişme tezine bağlılığı gösterir. Bu şekilde ifade edilmez; fakat, Marx’ın üretken güçlerine yinelenen göndermesinden bu çıkar. Hiç kimse, Marx’ın, kendisinin de kabul edeceği gibi üretken güçlerin gelişme eğilimi göstermediği durumlara karşıt olarak gelişme eğilimi gösterdiği durumlarla ilgilendiğini düşünemez. Ele aldığı konu, bir bütün olarak tarihin yönüdür ve üretken güçlerin tarih boyunca gelişme eğiliminde olduğunu açıkça varsayar ve gerçekten de öyledir.

Uygun öncelik tezine gelince, 1. cümlede zaten yansıtıldığını kabul ediyoruz. Marx, üretim ilişkileri üretken güçlere karşılık gelir dediğinde, biricisinin ikincisine uygun olduğunu anlatmak ister ve ona daha ileri bir düşünce atfedebiliriz: Üretken gelişmeye uygun oldukları için, ilişkiler oldukları gibidirler.

Yine de birçok kişi şunu söyleyecektir: Sorun “karşılık gelmek” (entsprechen) fiilinin anlamıyla ilgilidir: X, y’ye karşılık gelirse y de x’e karşılık gelir, dolayısıyla ilişkiler güçlere karşılık gelirse, güçler de ilişkilere karşılık gelmelidir. Bunlar doğruysa, ileri sürülen ilişkilerin güçlere karşılık gelmesi, hiçbir şekilde önceliği ima etmez ve bizim Marx yorumumuz yanlıştır. Fakat doğru değiller. Karşılık gelme her zaman simetrik değildir. “Futboldaki goller beyzboldaki sayıya karşılık gelir”de olduğu gibi bazen simetriktir; fakat, “karşılık gelme”nin kabaca “nedenini açıklama” anlamına geldiği “sinirsel bozukluk yaşamın baskılarında artışa karşılık gelir”de olduğu gibi bazen de simetrik değildir.

Biraz önce karşıt bir görüş için ileri sürdüğümüz kötü bir savın reddiyle bizim kendi yorumumuzun doğruluğu kanıtlanmaz. 1. cümledeki “karşılık gelmek” fiiliyle gösterilen ilişkinin, simetrik olmaktan çok tek yönlü olduğunu göstermemiz gerekir.

1. cümle Önsöz’ün geri kalan kısmından yalıtılıp alındığında simetrik okuma belki mümkün olabilir; fakat Önsöz’ün tamamını okursak mümkün olmaz ve bizim okumamızın doğru olduğu görülür.

(i) 1’i izleyen cümle -yukarıda aktarılmıyor- toplumsal bilinç biçimlerinin ekonomik yapıya “karşılık geldiğini” belirtir. 1’deki “karşılık gelmek”le ilgili simetrik görüşün savunucusu, yorumunu sözcüğün bu ikinci kullanımına da genişletip, savunma pahasına en akıl almaz bir şekilde iki ardışık cümlede temelden farklı bir içerikle kullanıldığını ileri sürmelidir. Fakat bu kabul edilemez. Zira, Önsöz’ün sonrası toplumsal bilince türev bir rol verir[3] ve 1. cümleden sonraki cümleye bu rolü vermenin özet bir ifadesi olarak almak makuldür.

(ii) 2, 3 ve 4. cümleler üretken gelişmenin güçler ile ilişkiler arasında, ilişkilerin dönüştürülmesiyle gerilimin güçler lehine çözüldüğü bağdaşmazlıkla sonuçlandığını söyler. Peki neden güçler karşısında ilişkiler baskın gelmez? Çünkü ilişkiler güçlere karşılık gelmelidir. Fakat, “karşılık gelmek” bizim önerdiğimiz gibi alınırsa bu iyi bir yanıt olur.

Bu noktada birileri şunu söyleyebilir: 1’in “karşılık gelme”si gerçekten tek yönlü olduğu halde Marx, 1. cümle öyle demese de, ilişkilerin güçler üzerinde karşı yönde epeyce etkide bulunduğunu da savunmuştur. Bizim yorumladığımız şekliyle bile, tek başına alındığında 1’in, üretim ilişkilerinin geliştiği ve gelişirken üretken ilişkilerde değişikliklere neden olduğu anlamında, paralel karşıt iddialarla bağdaşır olduğunu teslim ediyoruz. Ne 1 ne de diğer eserlerdeki benzer pasajlar üretim ilişkilerindeki bütün değişikliklerin üretken güçlerin hareketine yanıt olduğunu belirtir. Dahası, üretken güçlerdeki değişikliklerin kaynağı hakkında fazla bir şey söylemezler ve dolayısıyla bu kaynak, en azından bazı durumlarda üretim ilişkileri içine konumlandırılabilir. 1. cümle ve ona akraba diğer cümleler, soyut olarak düşünüldüğünde, güçler ile ilişkiler arasında hiçbir tarafa öncelik vermeyen bu zik zak “diyalektiğe” yer bırakır ve bu geniş ölçüde kabul görür.

Yine de, varsayılan tersinden hareketi ileri süren hiçbir genellemeye külliyatta rastlanmaz. Eğer Marx, her iki taraf üzerinde de eşit ağırlıkta iki yönlü bir etki düşünmüşse, genelleme yaptığında neden ısrarla sadece bir yöne dikkat çekmiştir? Teorik özetlemelerinde neden sık sık ilişkilerin güçlere karşılık gelmesine işaret eder de asla karşıtına işaret etmez? (Marx, birçok yönde ilişkilerin güçleri koşulladığını kabul eder ve bunun öncelik tezine etkisi altbölüm (5)’te ele alınacak). Şimdiki savımız şudur: Marx’ın genel ifadeleri her zaman güçlere öncelik verir.

Önsöz’ün 1. cümlesinin, kısmen 2, 3 ve 4. cümlelerde geliştirilen anlamda, öncelik tezine (tez (b)) bağlılığın tezahürü olarak alınabileceği sonucuna varıyoruz.

5 ve 6. cümleler daha fazla açıklama verir. 2 ila 6, öncelik tezinin çok katı bir biçimini anlatır -burada, üretken güçlerin üretim ilişkilerini aşırı kesin bir yönetimi ileri sürülür ve öncelik tezini savunmaya geçtiğimizde (altbölüm (4)’te) Önsöz’ün belirttiğinden daha gevşek bir versiyonu bizi meşgul edecek. Fakat şimdi, önce 2 ve 4’ten soyutlanmış olarak, sonra onlarla birlikte 5 ve 6. cümleleri inceleyeceğiz.

5 şunu söyler:

İçerebileceği bütün üretken güçler gelişmeden hiçbir toplumsal oluşum yok olmaz…

Toplumsal oluşumlar, kendi üretim ilişkilerinin yaptığına uygun üretken gelişmeye izin verirler (“içerirler”). Öyleyse 5’i aşağıdaki gibi yeniden yazalım:

Hiçbir ekonomik yapı (üretim ilişkileri kümesi), içerebildiği bütün üretken güçler gelişmeden asla yok olmaz…

(5’in eşi 6’da, “üretim ilişkileri”nin, 5’in lafzı dikkate alındığında, tam da “toplumsal oluşum”u bulabileceğimiz yerde ortaya çıktığına dikkat edin.)

Şimdi, “bir ekonomik yapının içerebileceği bütün üretken güçler” ifadesi, çok açık bir şekilde, o yapıyla bağdaşır maksimum verimlilik düzeyine bir referanstır. (Aktarılan ifadeyi, kelimesi kelimesine belli sayıda üretken güçleri anlatır anlamda almak hatalı olurdu). Dolayısıyla 5 şunu söyler: bir ekonomik yapı yok olursa, onun üretkenlik potansiyeli gerçekleşmiştir. Tarihinin bir noktasında ölü bir ekonomi biçimi, o biçimde bir ekonominin olabileceği kadar üretken açıdan güçlü olmuştur.

Şimdi 5. cümlenin iki hatalı ele alınışı anlatılacak. Birincisi, onu bir hakikatçilik içinde önemsizleştirmektir; ikincisi ise, fiilen olduğundan daha büyük göstermektir.

Bir şey yok oluyorsa, herhangi bir şeyi başaramayacak kadar zayıf bir konumdadır ve 5’in en zayıf okunması, onu bu sıradan hakiki genellemenin bir örneği olarak alır. Bu görüşe göre 5, ekonomik yapı yok olduğunda güçleri daha fazla geliştiremez (yok olan olduğu için) demekten fazla bir şey söylemez. Bir bakıma daha güçlü bir okuma, ekonomik yapının, yok olmaya başlamadan önce -olasılıkla hemen önce- üretken güçleri zaten daha fazla besleyemez durumda katılaşmış olduğunu söylerdi. Fakat bu bile çok zayıftır. Bir insan, ölümünün arifesinde daha fazla gelişemez durumdaysa, bundan, onun bütün yetilerinin o sırada çözülmüş olduğu sonucu çıkmaz; benzer şekilde, bir ekonomik yapının, üretkenliği kendisi için olası maksimum yüksekliğe ulaşmamışken taşlaşmaya uğraması düşünülebilir. 5, böyle bir durumun tarihte fiilileşmediğini söyler.

Çok yüzeysel okumalar bir tarafa bırakılırsa, 5, hem güçlü hem zayıf yorumlara açık kalır. Diyelim ki, Fransız feodalizminin en parlak üretken döneminde ekilen tohum miktarının altı katı verim normaldi[4] (Tek başına tahıl üretkenliği, sanayi öncesi toplumun üretken yetisini belirlesin). 5’in güçlü bir yorumuna göre, 5, bu üretkenlik düzeyine yakın bir şeyin genel olarak feodal biçimin olası en yüksek düzeyi olduğunu ima eder; öyle ki, başka bir feodalizm, söz gelimi 1:10’luk bir girdi/çıktı oram gösterirse, Fransız feodalizmi potansiyeline ulaşmamıştır ve Fransız örneği 5’i yalanlar. 5’in daha zayıf ve daha makul yorumuna göre ise, feodal Fransız toplumunun olası maksimum üretkenliği genel olarak feodal biçimle değil, feodal biçimin özgül Fransız çeşidiyle belirlenir. Bölüm III, altbölüm (6)’nın terimleriyle, tikel bir feodal toplumun potansiyel maksimumu belirlenirken yalnızca bütün feodalizmlere ortak hakim feodal ilişki değil, onun ekonomik yapısının daha özgül özellikleri de hesaba katılır. O halde, diğer feodalizmlerin Fransız feodalizmini geçmesi olgusu, 5’i yalanlamaz.

5’in önemsizleştirici anlatımlarını reddettikten sonra, şimdi, görünenden daha az iddialı kimi yanlarını gösteriyoruz.

Birincisi, 5’in, bir ekonomik yapı giderse ondan daha iyisini temsil eden biri yerine geçer demediğine dikkat edin. 5, gerilemeye -yerine daha geri birinin geçtiği üretkenliğinin zirvesine ulaşmış bir ekonomik yapıya- izin verir.

İkincisi, 5, kendi tersini gerektirmez; yani, “içerebileceği bütün üretken güçler gelişirse bir ekonomik yapı”nın yok olmasını gerektirmez. Kendi maksimumuna ulaşmış, fakat kendisini o noktaya getiren ekonomik biçimin içine kilitlenmiş bir toplum 5’i yalanlamaz. Bu nedenle 5, fosilleşme denilebilecek şeye izin verir. Marx, olasılıkla fosilleşmeyi Hint uygarlığına atfetmiştir ve tarif ettiği örneğin kendisine çıkardığı güçlük ne olursa olsun, 5. cümle ile oldukça tutarlıdır.[5]

6. cümle şunu söyler:

Varlığının maddi koşulları bizzat eski toplumun rahminde olgunlaşmadan, yeni, daha yüksek bir üretim ilişkisi asla ortaya çıkmaz.

Burada “maddi” ifadesinin Bölüm IV’te açıklandığı anlamda kullanıldığım kestiriyoruz.[6] Böyle ise, 6, üretkenliğin gerekli bir gelişme düzeyi, eski ekonomik yapı içinde güçlerin ulaştığı gerekli gelişme düzeyi olmadan daha yüksek bir ekonomik yapıya geçilemeyeceğini söyler.

“Maddi koşullar” ifadesi, gereksiz bir fazlalık olarak, yani “koşullar” sözcüğünün eşanlamlısı olarak alınırsa, 6 değersizleşir; zira o zaman Marx, başka herhangi bir şey gibi yeni bir ekonomik yapının da sadece olanaklı olduğunda ortaya çıkacağını söylemekten fazla bir şey söylememiş olur. Sadece mucizeleri yadsımış olur, yeni üretim ilişkilerinin tözsel önkoşullarını belirtmiş olmaz.

Diğer yanda, 5 gibi 6 da, kendi tersini gerektirmez ve ilk bakışta görünenden daha azını söyler. 6’nın tersi şöyle olur: “Yeni ve daha yüksek bir ekonomik yapı için yeterli üretken güçler gelişmişse, o ekonomik yapı ortaya çıkar.” 6’nın söylediklerine karşın, bunun evrensel olarak doğru olması gerekmez. 6, tarihsel düşük yapmalara izin verir.

O halde, 5 ve 6’nın gerektirmediği birçok önemli tez vardır. Fakat bunları 2, 3 ve 4. cümlelerle birleştirdiğimizde durum değişir. 2-6 karışımı gerçekten çok güçlü öğretidir.

Üretim ilişkilerinin üretken güçleri engellemeye başladığı ve 2’de işaret edilen evre, 4’e göre peşinden bir devrimin geldiği evredir. Fakat 5’ten biliyoruz ki, bir devrim olursa, üretken güçler, eski ekonomik yapıyla tutarlı maksimum düzeye ulaşmış demektir. Bu, tam gelişmiş bir ekonomik biçimin fosilleşmesini dışarıda bırakır. Devrimin daha yüksek bir ekonomik yapı kurduğunu varsayabildiğimize göre, gerileme de yasaklanır. Bundan, 6’nın biçimsel olarak izin verdiği düşük yapmaların gerçekleşmemesinin garanti edildiği sonucu çıkar -bu akıl yürütme altbölüm (8)’de inceleniyor.

(Bir toplumsal devrim çağına işaret eden 4. cümleyi yanlış ele aldığımıza dair itirazda bulunulabilir. Güçler ile ilişkiler çatışma içine girdiğinde ortaya çıkan şey kısacık bir dönüşüm değil, olasılıkla yüzyıllarca süren uzun bir geçiş dönemidir. Fakat bu durum, yukarıdaki belirlemelerde sadece önemsiz değişiklikleri zorunlu kılar. Geçici fosilleşme ve geriye çekilmelerin olanaklı olduğunu ifade eder. Yeni toplumun gelmesi gecikebilir ve bazı geri adımlar söz konusu olabilir; fakat önünde sonunda gelmek zorundadır.)

Önsöz’ün savunduğu geniş bir tezler kümesini açığa çıkarmanın bir aygıtı olarak 5. ve 6. cümlelerin kendi başlarına neyi gerektirmediğini göstermeye çalıştık. Önsöz, birçok iddiada bulunur, (a) ve (b) tezlerini savunmaya geçtiğimizde, ayırt ettiğimiz bütün iddiaları desteklemeyi umut etmemeliyiz. Örneğin, kazara daha uzun ömürlü olmuşlarsa feodal ilişkilerin gerçekte olduğundan daha yüksek bir üretkenlik göstermiş olabileceklerini yadsımayı istememeliyiz. Daha az üretkenlik potansiyelleri gerilemelerini kısmen açıklar; fakat bundan, Önsöz’ün ileri sürdüğü gibi, yok olmadan önce bu potansiyeli fiilileştirmek zorunda oldukları sonucu çıkarılmamalıdır.

3. Marx’ın Öncelik İddiaları: Önsöz’ün dışında

Demek ki, en azından 1859 tarihli Önsöz’de Marx, (a) ve (b) tezlerini kabullenir: Üreten güçlerin gelişmesi sistematik olarak ilerler ve üretim ilişkileri bu gelişmeye uyum gösterir. Fakat bazıları, tarihsel materyalizmin bu versiyonuna sadece Önsöz’de rastlandığını düşünür. Bu nedenle, şimdi, diğer eserlerden, Önsöz’deki bakış açısının Marx’ın olgun düşüncesindeki kalıcılığını kanıtlayan pasajları sergiliyoruz.

Daha sonra terk edilen bir söz dağarcığıyla ifade edilmesine karşın, öncelik tezine bağlılık Alman İdeolojisi’nde (1846) uç verir. Özellikle Alman İdeolojisi’ne özgü önde gelen terimlerden biri, alışılmış biçimde “ilişkiye geçme biçimi (ya da tarzı)” olarak, ya da yanlış bir şekilde “ticaret (yapma) tarzı” olarak çevrilen Verkehrsform terimidir. Verkehrsform, sonradan daha iyi tanımlanan “üretim ilişkileri” teriminin habercisidir. “İnsanlarca ulaşılabilen üretken güçler toplamı toplumun doğasını belirler”[7] deniliyor ve bu, Verkehrsform ‘un Önsöz’ün 2 ila 4. cümlelerini işaret eden güçlere diyakronik bağımlılığı şeklinde açıklanır:

… bir engel haline gelmiş olan daha önceki bir karşılıklı ilişki biçiminin yerine, daha gelişmiş üretken güçlere ve dolayısıyla bireylerin daha gelişmiş öz-faaliyet tarzına uygun yeni bir karşılıklı ilişki biçimi -daha sonra kendisi de bir engel haline gelip yerini başka birine bırakacak bir biçim- konulur.”[8]

Üretim ilişkilerinin kendilerini üretken güçlere uyarlama eğilimi, fetihler sonrası ile ilgili bir çıkarımı gerektirir:

… ele geçirilecek daha fazla bir şey olmadığında, üretmeye koyulmamanız gerekir… Bu üretme zorunluluğundan ötürü, oraya yerleşen fatihlerin benimsediği topluluk biçimi, hazır buldukları üretken güçlerin gelişme evresine karşılık gelmek zorundadır; ya da başlangıçta bu olanaklı olmazsa, üretken güçlere uygun olarak değişmek zorundadır.[9]

Konu, Felsefenin Sefaleti’nde de (1847) ele alınır. Burada “karşılıklı ilişki biçimi” ve “topluluk biçimi” ifadeleri, “üretim ilişkileri” ve “toplumsal ilişkiler” ifadelerine yol veriyor ve ikisinin üretken güçlere bağımlılığı açık seçik belirtilir. Örneğin:

üretken güçlerin içinde geliştiği ilişkiler … insanların ve onların üretken güçlerinin belirli bir gelişme düzeyine karşılık gelir.

Burada “karşılık gelme”nin tek yönlü olduğunu biliyoruz; zira cümle şöyle devam eder:

… ve insanların üretken güçlerindeki bir değişiklik, zorunlu olarak, onların üretim ilişkilerinde de bir değişikliğe neden olur.[10]

Sonra, kötülüğüyle ünlü bir doruğa ulaşan pasaj var:

Toplumsal ilişkiler, üretken güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretken güçler kazanırken insanlar, kendi üretim tarzlarını da değiştirirler; kendi üretim tarzlarını değiştirirken, geçimlerini sağlama yollarını değiştirirken, bütün toplumsal ilişkilerini de değiştirirler.[11] El değirmeni, size feodal beyli toplumu, buharlı değirmen ise sınai kapitalisti toplumu verir.[12]

Sidney Hook, son cümlenin üretken güçlerin hükümranlığını ileri sürmediğini söyler:

Marx, teknolojik gelişimin toplumun gelişmesinin bir göstergesi olarak işe yarayabileceğini sık sık söylemiştir; fakat bu, toplumsal değişimin nedeni ya da bağımsız değişkeni olarak teknolojinin gelişmesine bakmamız gerektiğini söylemekten bütünüyle farklı bir şeydir.[13]

Hook, “x size y’yi verir” ifadesinin salt göstergesel bir bağlantıyı belirtmek için kullanılabileceğini iddia ettiğinde haklıdır: Bu ifade, y’nin x‘le açıklandığını her zaman ima etmez. “Açgözlülük psikolojisi size kapitalist toplumu, sadakat ve onur psikolojisi feodal toplumu verir” diyenin, davranışların ekonomik sistemleri doğurduğunu sanması gerekmez. Fakat, değirmenlerle ilgili belirlemelerden önce gelen cümle, cümlenin “göstergesel” yorumunu yalanlar. İzleyen cümle de yalanlar: “toplumsal ilişkilerini maddi üretkenliklerine uygun olarak kuran … insanlar …”

Güçlerin önceliğine kuşkudan uzak aynı bağlılık Marx’ın P. V. Annenkov’a 1846 tarihli mektubunda da var:

… insanların toplumsal tarihi, ister bilincinde olsunlar ister olmasınlar, asla onların bireysel gelişmelerinin tarihinden başka bir şey değildir. Maddi ilişkileri, bütün ilişkilerinin temelidir.[14]

Yeni üretken yeteneklerin kazanılmasıyla birlikte insanlar kendi üretim tarzlarını ve üretim tarzlarıyla birlikte, sadece tikel bir üretim tarzına uygun ilişkiler olan bütün ekonomik ilişkilerini değiştirirler.[15]

… insanlar kendi üretken güçlerini geliştirirken, yani yaşarken, birbirleriyle belli ilişkiler geliştirirler ve … bu ilişkilerin doğası, bu üretken güçlerin değişmesi ve büyümesiyle birlikte değişmeye mahkumdur.[16]

Komünist Manifesto, üretken güçler ile üretim ilişkileri arasındaki ilişki konusunda, esas konusu bu ilişkilerin belirlediği sınıf çatışması tarihi olduğu için, hiçbir genel yargı sunmaz. Yine de, öncelik öğretisi anlatıya uygulanır:

… tarım ve imalat sanayinin feodal örgütlenmesi, tek sözcükle feodal mülkiyet ilişkileri, hali hazırda gelişmiş bulunan üretken güçlerle artık bağdaşmaz hale geldiler; bir o kadar engel haline geldiler. Kırılmalıydılar, kırıldılar.[17]

Ve model kendisini tekrarlıyor:

Toplumun elindeki üretken güçler, artık burjuva mülkiyet ilişkilerini daha da geliştirme eğiliminde değildir; aksine, kendilerini engelleyen bu ilişkiler için gereğinden fazla güçlü hale gelmişlerdir…[18]

O halde, önceki gibi, üretim ilişkileri kırılabilir, kırılmalıdır ve kırılacaktır: “Proleterlerin … kazanacakları bir dünya var.”[19]

Yine Manifesto’dan:

Burjuvazi, üretim aletlerini, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bütün toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz.[20]

Üretken güçleri değiştiren şey, dolayısıyla üretim ilişkilerini de değiştirir -bu, üretken güçlerin üretim ilişkilerine hakimiyetini gösterir. Ne var ki, burada üretken güçleri değiştiren şey burjuvazidir ve bunu yapmaksızın “var olamaz”larsa, bunun nedeni sadece, üretim ilişkilerindeki mevzilenmeleri olabilir.

Ücretli Emek ve Sermaye (1849), üretim ilişkilerinin üretken güçler tarafından belirlenmesi ile askeri ilişkilerin yıkıcı güçler tarafından belirlenmesi arasında bir benzeşme önerir:

Üreticilerin birbirleriyle girdikleri toplumsal ilişkiler, faaliyetlerini değiş tokuş etme ve tüm üretim eylemine katılma koşulları, doğal olarak, üretim araçlarının niteliğine göre değişiklik gösterir. Yeni bir savaş aletinin, yeni bir ateşli silahın icat edilmesiyle birlikte, ordunun bütün iç örgütlenmesi zorunlu olarak değişmiştir, bireylerin bir ordu oluşturup bir ordu gibi hareket etmek için içine girdikleri ilişkiler ve farklı orduların birbirleriyle ilişkileri değişmiştir.

Demek ki, maddi üretim araçlarının, üretken güçlerin değişmesi ve gelişmesiyle birlikte, bireylerin içinde üretim yaptıkları toplumsal ilişkiler, toplumsal üretim ilişkileri de değişir, dönüşür.[21]

Altbölüm (5)’te bu benzetmeye daha yakından bakacağız.

Yukarıda verilen pasajlar 1840’ların pasajlarıdır; fakat, aşağıdaki özetlerin de kanıtladığı gibi, daha sonraki temel yazılarda da benzer bir bağlılığa rastlanır:

Son kertede topluluk ve topluluğa dayanan mülkiyet, çalışan öznelerin üretim güçlerinin gelişmesinde özgül bir evreye indirgenebilir…[22]

Belli bir noktanın ötesinde, üretken güçlerin gelişimi sermaye için bir engel haline gelir -ve bizzat kapitalist ilişkinin kendisi, emeğin üretken güçlerinin gelişmesi önünde bir engel haline gelir …bu noktaya ulaşmışsa, zorunlu olarak sermaye … bir engel olarak uzaklaştırılır.[23]

Teknoloji, insanın doğayı ele alış tarzını, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açığa çıkarır, dolayısıyla insanın toplumsal ilişkilerinin oluşum tarzını… ortaya koyar…[24]

… verili bir üretim biçimine içkin antagonizmlerin tarihsel gelişimi, bu üretim biçiminin çözülüp yerine yeni bir biçimin kurulmasının tek yoludur.[25]

üretim koşullarının sahiplerinin doğrudan üreticilerle doğrudan ilişkisi … doğal olarak her zaman, emek yöntemlerinde ve dolayısıyla emeğin toplumsal üretkenliğinde belirli bir evreye [karşılık gelir][26]

… ulusların (ekonomik) ilişkileri ve sonuç olarak toplumsal, moral ve siyasal durumları, üretimin maddi güçlerindeki değişiklikle birlikte değişir.[27]

Yorumcuları, Marx’ın üretken güçlere öncelik verdiğini yadsımaya götüren bu metinleri bilmemeleri değildir. O halde bu yaygın isteksizliğin nedeni nedir?

Birinci neden, tarihsel kayıtların öncelik tezini desteklemediğine dair inancın yanı sıra, bu bölümün başında açıkladığımıza benzer varsayımlarda bulunma eğilimidir.

İkinci neden, görünüşe göre üretim ilişkilerinin üretken güçlerin gelişimini kontrol ettiğini gösteren karşıt metinlerin -birisini Manifesto’dan biz aktardık- bilinmesidir. Öncelik tezine karşı duruşun bu nedeni altbölüm (5)’te ele alınacak.

Üçüncü neden, öncelik tezinin insanlığa yakışmaz, dolayısıyla Marx’a atfedemeyeceğimiz bir görüş olarak görülmesidir. Bu çizgidekiler, tezi “teknolojik determinizm” olarak damgalar[28] ve tezin, makineyi ve onunla bağlantılı insan-altı güçleri tarihin aracıları olarak sunmasından yakınırlar. Teknolojik görüşte, insan dışı, insanlara rağmen egemen olur.

Bu değerlendirme, gerçekte ve Marx’ın kavrayışında, üretken güçlerin gelişmesi ile insan yeteneklerinin çoğalması arasındaki kapsayıcı çakışmayı değerlendirme başarısızlığını sergiler. Güçlerin gelişmesinin esasında insanın emek gücünün bir zenginleşmesi olduğunu fark ettiğimizde, teknoloji üzerine vurgu insan dışı görüntüsünü yitirir. Üretken yetinin gelişmesi, “bireylerin öz-faaliyet tarzı”nda bir ilerlemedir. İnsanların gelişmesiyle el ele gider.

İnsanları köleleştirme kapasitesi, öncelikle maddi güçlere değil, toplumsal ilişkilere aittir: Maddi gelişmeyi engellediklerinde engel haline gelen üretim ilişkileridir. Abartılı bir şekilde belirtirsek: İnsanlar kendi kapasitelerinin kölesi olamayacakları için, üretken güçler insanları köleleştirmez.

Bu abartmadır; çünkü bu arada, üretken güçlerin güçleri oldukları, insanlara egemen olabilecekleri anlamı vardır ve Marx’da öyle der:

… işbölümü tarafından belirlendiği şekliyle farklı bireylerin işbirliği yoluyla ortaya çıkan çok katlı üretken güçler, işbirlikleri gönüllü değil doğal olarak gerçekleşmiş olduğu için bu bireylere kendi birleşik güçleri olarak değil, kendileri dışında var olan, kökenini ve amacını bilmedikleri ve bu nedenle de kontrol edemedikleri, aksine insanların irade ve eylemlerinden bağımsız olarak özgül bir dizi evre ve aşamalardan geçen, hatta insanların bu irade ve eylemlerini yöneten yabancı bir güç olarak görünür.[29]

Tarih insan gücünün gelişmesidir; fakat tarihin gelişme seyri, insan iradesine tabi değildir. Bu, insan-dışı bir şeyi tarihin merkezine oturtmak değildir. Kuşkusuz, “insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar” anlamını niteler; fakat, doğrusunu söylemek gerekirse, komünizmle birlikte gelecek “toplumun bilinçli örgütlenmesine” ulaşıncaya kadar, iyi ya da kötü, tarihin seyri insan iradesine tabi olmadan ilerleyecektir.

Bazı Marksistler, üretken güçlerin ve üretim ilişkilerinin tarihteki rolü ile ilgili çetrefil sorundan kaçıp, tarihin “motoru”nun sınıf mücadelesi olduğunu ileri sürerler.

Marx’a göre, belli başlı toplumsal dönüşümlerin dolaysız açıklamasının çoğunlukla sınıflar arası savaşta bulunduğu doğrudur. Fakat toplumsal değişimle ilgili temel açıklama bu değil.

Kısmen benzer devletlerarası savaşı ve bunun açıkladığı şeyi nasıl açıkladığını düşünün. Savaş ve savaşın sonucu, büyük ölçüde, ülkeler arasındaki sınırların Avrupa haritasındaki yerini belirlemiştir. Fakat bu sınırları açıklamak isteyen biri, hasım orduların çeşitli zamanlardaki göreli askeri güçlerini zikretmekten ibaret bir yanıta razı olmaz. Güçlünün niye güçlü zayıfın niye zayıf olduğunu bilmek ister.

Sınıf mücadelesinin açıklayıcı gücü de benzer şekilde sınırlıdır. Burjuvazi, burjuva öncesi egemen sınıflara üstün geldiğinde ve bu nedenle kapitalizm gelişir; ve proletarya burjuvaziyi yenilgiye uğrattığında ve bu nedenle, sosyalizm inşa edilmeye başlanır. Peki başarılı sınıf niçin başarır? Marx, yanıtı üretken güçlerin niteliğinde bulur. “Belirli üretken güçlerin uygulanabildiği koşullar, toplumun belirli bir sınıfının egemenlik koşullarıdır.”[30] Bir dönem boyunca yöneten, ya da çağ değiştirici bir çatışmadan muzaffer çıkan sınıf, verili zamanda üretken güçlerin gelişmesini yönetmeye en uygun, en yetenekli ve en eğilimli sınıftır. Bu nedenle Marx, egemen bir sınıfın sadece kendi çıkarlarını değil, kendi çıkarlarıyla birlikte bir bütün olarak insanlığın çıkarlarını öne çıkarmasına -yönetiminin zamanı geçinceye ve kendisi gericileşinceye kadar- sık sık izin verir ve ilgili çağın üretken gereklilikleri üzerine kurulmayan bir sınıf üstünlüğü açıklaması vermez. Karakteristik bir ifade:

Hayvan ve bitki krallığında olduğu gibi insan krallığında da türün çıkarları, her zaman, bireylerin çıkarları pahasına öne çıkarlar, çünkü türün bu çıkarları sadece belli bireylerin çıkarlarıyla çakışır ve bu ayrıcalıklı bireylerin gücünü oluşturan da bu çakışmadır.[31]

Marx’da üretken güçlerin önceliğine karşı bilinen bir savı Vernon Venable açık bir şekilde belirtir:

… tarihsel materyalizmin teknolojik yorumunu daha da çürütmek gerekliyse, Marksçı devrimci buyruğun, dünya işçilerini enerjilerini mevcut üretim aletlerine karşı değil, içine hapsedildikleri toplumsal ilişkilere karşı yöneltmeye çağırdığına işaret etmek yeter. Kapitalist üretim tarzından sosyalist üretim tarzına geçiş, kapitalist tekniklerin namusluca korunmasını gerektirir; rafa kaldırılan şey, bu üretim aletlerinin meyvelerinin kişisel maledilmesine olanak sağlayan toplumsal ilişkiler kümesidir. Değişime, teknikleri değiştirmek değil, tekniklerin mevcut özel sahipliğinin yerine kamu sahipliğini geçirmek -teknik değil toplumsal bir mesele- eşlik eder.[32]

Fakat Marx, işçilerden toplumsal değişime neden olmalarını ister, toplumsal değişimi açıklayan şeye değil. Toplumsal değişimi açıklayan şey zaten vardır ve ona çağrısına kulak verileceğine dair inancı bu verir -eski düzenin üretken yaratıcılığının tükenmesi, yeni bir düzen kurmaya yeterli üretkenliğinin varlığı.[33] Devrim, üretken güçlerde bir değişikliğe değil, Venable’ın söylediği gibi toplumsal ilişkilerde bir dönüşüme dayanır. Fakat üretken güçlerin genişlemesi engellendiği için devrim gerçekleşir. Devrimci toplumsal değişimin işlevi, üretken güçlerin önünü açmaktır.

Üretken güçlerin gelişimi üzerinde yoğunlaşmakla tarih uyumlu bir öykü halini alır. Tarih, olasılıkla gerçekten uyumlu değildir; fakat Marx, uyumlu olduğunu düşünüyor ve maddi gücün gelişmesinin bunu böyle yaptığını söylüyordu.[34]

4. Öncelik davası

Marx’ın gelişme ve öncelik tezlerine bağlılığı bu kadar. Şimdi daha tehlikeli ve belki de daha çılgınca bir işe, yani, tezlerin doğru olduğunu düşünmek için kimi nedenleri bir araya getirme işine geçiyoruz. Sadece kimi nedenleri ve bu nedenler, farklı okuyucuları farklı biçimde etkileyecektir.

(a) teziyle, gelişme teziyle başlıyoruz: Üretken güçler tarih boyunca gelişme eğilimindedir. (a), aşağıdaki gibi savunulacaktır. Önce, öncülleri insan doğasının iki kalıcı olgusu olan bir savı ve insanoğlunun tarihte karşı karşıya kaldığı durumla ilgili bir olguyu ana hatlarıyla belirliyoruz. Savın vardığı sonuç şudur: Üretken güçlerin gelişme yönünde sistematik bir eğilimi vardır. Fakat savın belirtilen zayıflıkları vardır. Bununla birlikte, çarpıcı bir tarihsel veriyi gündeme getiriyoruz: Toplumların, nadiren üstün üretken güçlerin yerine geri üretken güçleri geçirmesi. Bu veri, bir bakıma dolaylı bir şekilde, bir savı yeniden tartışmaya açmak için kullanılıyor. Gelişme tezinin savunusu inandırıcı değil, fakat sağlam bir yanı olabilir.

Bazı Marksistler insan doğasına yaptığımız göndermeye şaşacak ve insan doğasıyla ilgili varsayılan olguları tarihsel materyalizmin lehine savın kaynağı olarak kullanma niyetimiz karşısında dehşete düşeceklerdir. İnsan doğası, diyeceklerdir, tarihin seyri içinde değişir: Tarihin seyri ile ilgili muhakemenin dayandırılacağı bir tek insan doğası yoktur.

Tarihsel olarak değişmeyen bir insan doğasının varlığını yadsımak Marksist bir gelenektir. Bu nokta, tarihsel olarak kesin bir davranış kalıbını seçip (çoğunlukla hoş olmayan bir kalıbı), buna bir insan doğası atfeden ve buradan, bu kalıbın her toplumda ortaya çıkacağı, ya da sadece aşırı tiranlıkla ortadan kaldırılacağı sonucuna varan muhafazakarlara karşı savunulur. Fakat, buna yanıt olarak, insan doğasının sürekli hiçbir olgusu bulunmadığını iddia etmek gerekmez: Yapılması gereken tek şey, muhafazakarların vurguladığı tikel özelliğin bunlardan biri olduğunu yadsımaktır.

İnsan doğasının kalıcı olgularının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Zira insan, belirli bir biyolojik yapısıyla, bin yıllarca süren tarih boyunca kimi merkezi yanlarının,.hemen hemen hiç evrilmediği bir memelidir. Kuşkusuz, bu memelinin doğasının bir olgusu da, mükemmel beyninin, onun, kendisini ve kendi çevresini dönüştürmesini olanaklı kılmasıdır -ancak, biyolojiden tarih ve toplumla ilgili sonuçlar çıkarmanın sınırları vardır. Fakat kimi sonuçlar çıkarmak da olanaklıdır ve son cümlede bir iki sonuç çıkardık. İnsan doğasının tarih içinde değiştiği önermesi, “insan doğası”nın önemli bir anlamında önemli ölçüde doğrudur; fakat, eşit ölçüde önemli ve belki de aynı anlamda, insan doğasının değişmez özelliklerinin bulunduğu da doğrudur.

Genel bir insan doğasının varlığını yadsıyan Marksistler, insanların içinde yaşadıkları toplumun yapısına nasıl bağımlı olduklarını ilan ederler: Toplum şöyle şöyle ise, kişilik ve davranış da böyle böyle olacaktır. Peki, verili bir toplum biçimin insanların davranışlarını belirli bir şekilde biçimlendirmesi için insanların bir doğasının bulunması gerektiğini kabul etmeleri gerekmiyor mu? Yanıt şöyle olabilir: “Temeldeki” doğanın kendisi geçicidir, daha önceki tarihten miras kalmıştır. Fakat, karmaşık bir katmanlar ve tabakalar resmi gibi bir şeyin bir yerlerinde biyolojinin katkısı kabul edilmelidir.

Tarihsel gelişimin açıklanmasında insan doğasının uygunluğuna karşı ileri sürülen ayrı bir sav da şudur: Kendisi değişen bir şey, değişimi açıklayamaz.[35] Fakat savın öncülü değersizdir. Yemek pişirmenin bilinen yollarından biri, ısıtıcı bir öğenin değişmeyen bir ısıda sürekli uygulanmasıdır. Her gün aynı eksersiz bir cılızı bir atlete dönüştürebilir; vb.

Şu sonuca varıyoruz: Şimdi sunmaya başlayacağımız (a) lehine savın kusurları ne olursa olsun, bütün zaman ve mekanlarda insanların aynı olmasıyla ilgili iddialara dayanması, bu kusurlardan biri değildir.

Gelişme tezinin kabulünün bir ölçüsü, üç olgu üzerine düşünmeyle harekete geçirilebilir:

(c) İnsanlar, tanımlanabilir bir yanıyla, bir bakıma rasyoneldirler.

(d) İnsanların tarihsel[36] durumu, kıtlık durumudur.

(e) İnsanlar, kendi durumlarım iyileştirmelerine olanak tanıyan türde ve derecede zekaya sahiptirler.

İsteklerini nasıl tatmin edeceklerini bilen rasyonel varlıklar, bu istekleri tatmin etmenin araçlarını ele geçirip kullanma eğilimindedirler. Bu bakımdan -ve burada uygun olan da bu yöndür- insanlar, bir ölçüde rasyoneldirler.

İşte kıtlıktan anladığımız: İnsanların istekleri ve dışsal doğanın niteliği nedeniyle, zamanlarının ve enerjilerinin büyük bir kısmını yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya harcamadıkça, kendi başına bir amaç olarak gerçekleştirilmeyen çalışmaya girişmedikçe insanlar isteklerini tatmin edemezler. Tarihsel olarak çeşitli içerikleri ne olursa olsun insan gereksinmesi, desteklenmemiş doğa tarafından nadiren iyi karşılanır. Bazı memeliler, gereksinim duydukları şeyi kolayca elde ederken, bazıları için yaşam sonsuz bir geçim mücadelesidir. İnsanlar, bazı özgül durumlar dışında, kendi çevrelerini kendilerine uygun şekilde yeniden biçimlendiremedikleri sürece şanssız memeliler arasındadırlar. (e)’den ötürü, kendi çevrelerini kendilerine uygun hale getirirler. Daha az zekaya sahip memeliler, her kuşak kendisinden önceki kuşağın başarıları üzeride yükselerek, kendi doğal ortamlarını toptan iyileştirme yeteneğinde değildirler.

(e), insanların yaptıkları şey üzerinde düşünmeye ve daha üstün yapma yollarını ayırt etmeye eğilimli olduklarını söyler. Bilgi genişler; genişlemesi bazen üretken kullanıma açık olur ve öyle olduğu görülüyor. Rasyonellikleri ((c)) ve kötü durumları ((d)) veriliyken, bilgi kendilerine genişleyen üretken güç olanağı sunduğunda onu almaya eğilimli olacaklardır; zira almamak irrasyonel olurdu. Kısaca, gelişme tezini doğrulamanın bir nedeni olarak şunu belirtiyoruz: Genişleme tezinin doğru olmaması, insan rasyonalitesine zarar verir.

Sav taslağımızın iki geniş boşluğu var. Birincisi, (d)’nin insanın maddi sorununun, diğer insan sorunları ve çıkarlarıyla karşılaştırıldığında göreli büyüklüğünü ve çözümündeki çıkarı açığa vurmamasıdır. Herhalde, belli kültürel ve toplumsal iyelikler, insan refahı hesabıyla epeyce maddi fedakârlığa değer. Gelişme tezinin yanlışlığının rasyonelliğe zarar verip vermeyeceği, potansiyel olarak çatışan insan çıkarlarının karşılaştırmalı önemiyle ilgili bir yargıyı gerektirir.

Diyelim ki, doğru yargı bizim durumumuzu destekler. Sav, ciddi biçimde eksik kalır. Zira, toplumların, rasyonalitenin insanları tercih etmeye yönelttiği şeyi ortaya çıkarma eğiliminde oldukları pek belli değil. Akün gösterdiği ile toplumun yaptığı arasında bir gölge var. Gölgenin gereğinden fazla uzun olmadığını göstermek için daha ileri değerlendirmelere gerek var.

Tarihsel materyalizm, egemen sınıflarla bir bütün olarak insanlık arasında kaba bir çıkar çakışmasını savunarak, aklın gerekleri ile tarihin fiili eğilimi arasındaki boşluğu doldurur. Fakat, gelişme tezi, tez (a), lehine mevcut savı onarmanın bir aracı olarak bu iddiayı kullanmak sorundan kaçmak olur; çünkü iddia, öncelik teziyle, tez (b) yakından bağlantılıdır ve (b) lehine savın bir parçası olarak kullanmak niyetindeyiz.

O halde, gelişme tezi lehine savımız eksiklidir. Yine de, toplumların nadiren verili bir üretken güçler kümesi yerine daha geri birini geçirmeleri olgusu açıklanması gereken bir olgudur – ve burada genel savdan, tarihin kayıtlarına geçiyoruz. Bu geniş genellemede belli istisnaların teorik sonuçları yoktur. Doğal afetler üretken güçte gerilemeye neden olabilir; fakat tarih teorisinin bunları ele alması beklenmemelidir. Tarihin seyrini etkileseler bile, “şans” dalgalarının lehine ya da aleyhine yasa koyamaz. Kristallerin nasıl biçimlendiğiyle ilgili bir anlatım, işlem kaplarının şiddetle sarsıldığı durumları hesaba katmaz. Benzer şekilde tarihsel teori de, normal durumları kavramakla yetinmelidir. Biraz sonra bu konuya tekrar döneceğiz.

Geniş genellememiz, işlerin normal gidişinde iyi üretken güçler daha az iyilerini üretmez şeklindedir. Açıklamanın bir kısmı, süredurumdur. İnsan yaşamındaki hemen hemen her şeyde olduğu gibi, miras alınan üretken güçlere de kısmen akla uygun olmayan güçlü bir bağlılık vardır. İnsanlar alıştıkları şeye uyarlanırlar. Yine de, üretken güçler çoğunlukla yerlerini daha iyilerine bırakırlar. Bu nedenle süredurum, çoğunlukla bariz ilerleme karşısında geri çekilme yokluğunu kendi başına açıklayamayacak kadar seçici değildi.

Bu noktada, gelişme tezi lehine başlangıçtaki savımızın öncülleri (c) ila (e) ifadelerini anımsayalım. Bunlar etrafında inşa ettiğimiz savdaki iki boşluğu fark ettiğimizde, bu ifadelerin açıklayıcı erimine olan inancımız zayıflamıştı. Bu boşlukların oylumunu kestirmek, dolayısıyla (c) ile (e) ifadelerinin ağırlığını değerlendirmek güçtü. Fakat dikkat edin; (c) ile (e) gerçekten önemli kabul edilirse, vurgulamakta olduğumuz üretken güçte belirgin bir gerileme yokluğunun üstün bir anlatımını bize verir. Gerilemenin enderliği ile ilerlemenin sıklığı arasında sözü edilen çelişkiyi açıklamaya yardım ederler, (c) ile (e) ifadelerinin korktuğumuzdan daha fazla ağırlığa sahip olmalarına izin vermenin nedeni budur. Fakat bir kez buna izin verildi mi, esas savla ilgili uzak durduğumuzdan daha iyimser bir görüşe sahip olabiliriz, (c) ile (e) önerilen şekilde onarıldı mı, gelişme tezi lehine iyi bir sav sağladıklarım söylemeye yeniden hak kazanırız. Kısaca: Esas savın öncülleri belirgin gerileme yokluğunu açıklamaya yardım ettikleri için, bunları, gelişme tezinde formüle edilen ilerleme eğilimini ileri sürmenin lehine bir sav olarak kullanmanın nedeni var.[37]

Kapitalist topluma özgü üretken güçlerin kesintisiz gelişmesini bir bütün olarak tarih için ileri sürmüyoruz. Bunun yerine, doğanın kötü koşulları bağlamında rasyonellik ve zekadan kaynaklanan sürekli bir üretken ilerleme eğilimini öngörüyoruz. Eğilimin farklı zamanlarda az çok dramatik sonuçlan vardır.

Sanki üretken güçte gerileme bir anlamda her zaman bir seçenekmiş, fakat aklın üstünlüğü nedeniyle nadiren tercih edilirmiş gibi ilerledik. Şimdi, daha ilkel üretken güçlere geri dönüşün çoğunlukla teknik açıdan olanaksız olduğunu ekleyebiliriz. Tarım çiftçiye makine, gübre ve hayvan yemi sağlayan kent sanayisine bağlandıktan sonra, sanayi öncesi tarım ve hayvancılığa geri dönerek insan yaşamını sürdürmek olanaksız, ya da fiilen olanaksız hale gelir.[38] Daha da önemlisi: Artan üretkenlik, sadece o günkü gereksinmeleri daha kolay karşılamakla kalmaz, eski araçların karşılayamadığı yeni gereksinmeler de yaratır. “Buhar makinesinin keşfinden önce insanlar onsuz yapabiliyordu. Şimdi bu artık olanaklı değil.”[39] Örneğin: Demiryolları kullanıma girdikten sonra, kısmen bir süre sonra at nüfusunun azalması ve at arabası yapımı, at bakımı vb. becerilerin ortadan kalkması nedeniyle, kısmen de demiryollarının getirdiği artan hareketlilikten vazgeçmenin çok zor olması nedeniyle, atlı taşımacılığa geri dönmek zordur.

Ne var ki, gerçekte durgunlaşabilir olsalar da, doğal afetler dışında, üretken güçlerin geriye gitmediğine dair genellemenin istisnaları vardır. Örneğin, Roma İmparatorluğu’nun gerilemesine, Avrupa’nın üretken güçlerinde kayda değer bir aşınmanın eşlik ettiğinden kuşku yok. Önce, emperyal düzenin çöküşü, ürünlerin uzun mesafeli mübadelesi için yaşamsal olan güvenliği zayıflattı ve bu durum, ulaşılan işbölümünün sürdürülmesine ve dolayısıyla, ancak bu işbölümüyle ürün verebilen beceri ve tekniklerin aktarılmasına karşı etkide bulundu.

Bir tarih teorisinin anormal durumlara yanıt vermediğini belirttik; fakat normalliğin ölçütünü saptamadık. Yıkıma neden olan bir deprem açıkça anormal bir durumdur; fakat Roma’nınkine benzer birçok durum konusunda karar vermek zordur ve böyle bir karar vermek için bir normallik ölçütüne gerek var. Başka bir alana kısa bir bakış, gerekenin ne olduğunu gösterecektir.

Normal bir şekilde işleyen sağlıklı bir organizma kavramımız var. Organizmanın uygun işlev görmesini inceleyen fizyoloji, bozuk işleyişlerin nedenlerini ve seyrini araştıran patoloji bilimine katkıda bulunur, fakat ondan farklıdır. Fizyoloji, böbreğin ne yaptığını söyler. İfadelerinin tahmini içeriği vardır, fakat açık seçik bir şekilde değil. Kuşkusuz, bu ifadelerin doğruluğu, insanlardaki böbrek hastalığı vakalarıyla birlikte değişmez.

Şimdi, normal bir organizma kavramıyla karşılaştırılabilir normal bir toplum kavramı tasarlayabilseydik, o zaman, tarihsel teori ile tarihsel patolojiyi ayırt edebilir ve gelişme tezini bir hipotez olarak tarihsel teorinin içine sokabilirdik. Uygun bir toplumsal normallik kavramı inşa etmek olanaksız değil, fakat burada yapılmaya girişilmeyecek.

Kuşkusuz, üretken güçlerini arttırma eğiliminde olmasını normal bir toplumun tanımlayıcı bir özniteliği yapamayız; zira o zaman, konumuzla ilgili merkezi hipotezimizin, kapsamına koyduğumuz sınırlamalarla doğruluğu garanti edilirdi. Aynı nedenle, toplumun üretim ilişkilerinin kendi üretken güçlerine uyarlanması da (Marx’ın metaforuyla yeni toplumun “doğum sancı”larının bir parçası olarak, bozuk uyarlanmaların normal olduğu devrimci dönemler dışında) normal bir toplumun tanımlayıcı özelliği olamaz. Öncü tezlerimizin rehberliği altında konumuza bir sınır çekmeye çalışacağız; fakat, kısır bir döngü olmaksızın kendi içlerinde ve kendi başlarına bunu sağlayamazlar. Son olarak, normal bir toplum kavramının, sağlıklı bir organizma kavramından daha az açık ve daha az kolay uygulanacağını beklemeliyiz. Tarihin konusunun çok tanımlanmış kavramlaştırmalara direndiğini unutmamalıyız.

Alman ideolojisinde Marx ve Engels, salt yerel kaldıklarında üretken başarıların kırılgan olduklarını söylerler; zira, yerel kaldıklarında,

barbar halkların ani saldırıları, hatta olağan savaşlar gibi salt rastlantılar, üretici güçleri ve gereksinmeleri gelişmiş bir ülkeyi yeniden sıfırdan başlamak zorunda bırakmaya yeter.[40]

Bu pasaj, “rastlantı” diye adlandırdığı şey nedeniyle, bir normallik düşüncesi önerir; zira, rastlantı olaylar, tanımı gereği, Merin normal gidişini kesintiye uğratır. Öneri şöyledir: Bir toplum, hem doğayla hem de diğer toplumlarla belli bir denge ilişkisi içinde durduğunda o toplumun koşulları normaldir. Fakat uygun dengeyi tatmin edici bir kesinlikle saptamak çetin bir görev olur.

Roma örneğine dönersek, üretken gerilemesi barbar istilasına atfedildiği sürece, Roma örneğinin tarihsel materyalizme bir meydan okuma olarak gücünü yitireceği yargısına varabiliriz. Fakat Roma’nın yozlaşmasının “içsel” nedenleri de vardı ve gerçek sorun, “içsel” ve “dışsal” faktör nosyonlarını gerekli bir kesinlikte saptamaktır.[41]

Uygun tezin önceliğine dönüyoruz; yani,

(b) Bir toplumun üretim ilişkilerinin doğası, o toplumun üretken güçlerinin gelişme düzeyiyle açıklanır.

(b) lehine birinci nokta şudur: Verili bir üretken güç düzeyi, sadece belli tipte, yada belli tiplerde ekonomik yapılarla bağdaşır. Örneğin kölelik, bilgisayar teknolojili bir toplumdaki üreticilerin genel koşulu olamaz; çünkü, o teknolojiyi çalıştırabilen üreticilerde olması gereken kültürel düzey, onları kölelik statüsüne isyana yöneltirdi. Verili üretken güçlerle bağdaşır ekonomik yapıların kapsamı ne kadar geniştir? Bu soruya tam bir yanıt veremeyiz;[42] fakat, verili üretken güçlerle bütün ekonomik yapıların olanaklı olmadığı açıktır.

Güçlerin önceliğini kabul eden bazı Marksistler, sorunu güçlerin üretim ilişkilerine dayattığı kısıtlamayla eşitlemekle yetinirler. Fakat bu doyurucu değil. Zira kısıtlama simetriktir. Yüksek teknoloji köleliği dışlıyorsa, kölelik de yüksek teknolojiyi dışlar. Güçlerin önceliğini kanıtlamak için, karşılıklı kısıtlamaya bir şey daha eklenmelidir.

Gelişme tezi ((a)), gerekli tamamlamayı verir, (a) ve kısıtlama olguları ortak temelinde (b)’yi savunabiliriz, (a), üretken güçlerin gelişme eğiliminde olduğunu söyler. Güçlerin yeterli gelişimiyle birlikte kısıtlamalar nedeniyle, eski ilişkiler artık güçlerle bağdaşmaz. Ya üretken gelişmeyle birlikte geride kalmaksızın değişmiş olacaklardır, ya da -teorik olarak saptanmış seçenek- güçlerle ilişkiler arasında “çelişki” olacaktır. Çelişki söz konusu olursa, üretim ilişkilerinin değiştirilmesiyle çözülecektir. Zira aksi takdirde, (a)’ya göre sonsuza kadar engellemenin olanaklı olmadığı daha ileri üretken gelişmeyi engellerdi. (Pürüzsüz birlikte ilerleme yerine geride kalma ve çelişkinin söz konusu olduğunu kanıtlayan (a) ve kısıtlama olguları değildir. Bu ileri iddia, mevcut düzeni desteklemekle çakışan çıkarlara, düzeni sonsuza kadar sürdürmeye yetecek kadar güçlü olmayan -(a)’nın ısrarı- çıkarlara dayanır.)

Bu, üretken güçlerin önceliği lehine savımızı tamamlar. İnandırıcı olmasa da, ikna edici olduğunu umuyoruz. Olasılıkla buna en umut verici direniş hattı, üretim ilişkileri için bir gelişme tezi önermek, yani, üretim ilişkilerinin, tarih boyunca, fakat kendi içlerindeki üretken güçlerin büyümesinden ötürü değil, belirli bir yönde değişme eğiliminde olduklarına dair bir iddia olacaktır. Ne var ki, böyle bir iddiayı sağlam bir temele oturtmanın son derece güç olacağını ileri sürüyoruz.

Üretken güçlerin önceliği lehine öne çıkardığımız ve insan rasyonalitesi ve zekası gibi genelliklere dayanan savın, Marx öncelik tezini öncelikli olarak ele almış olsaydı onun konuyu savunma şekliyle ortak yanları olur muydu diye merak edilebilir. Marx, inandığı öncelik tezini açıkça anlatmaya koyulmadığı halde, konuyla ilgili bir tutumu açığa vurur ve bu, bizim ana hatlarını çizdiğimiz sava uygundur.

Temel sorun uygarlığın meyvelerinden, kazanılmış üretken güçlerden yoksun kalmamak olduğuna göre, bunların içinde üretilmiş bulundukları geleneksel biçimler yok edilmelidirler.[43]

… ulaşılmış bulunan sonuçlardan yoksun kalmamak ve uygarlığın meyvelerini yitirmemek için, karşılıklı ilişki tarzları kazanılmış üretken güçlere artık karşılık gelmediği andan itibaren, bütün geleneksel toplumsal biçimlerini değiştirmek zorunda kalırlar.[44]

Bu anlar, Marx’ın sık sık söylediği gibi, ilişkilerin engeller haline geldiği anlardır ve güçleri köstekledikleri için, kırılacaklardır. Peki, kıtlık karşısında daha fazla ilerleme fırsatını yitirme pahasına ilişkilerde ısrar etmenin irrasyonel olmasından ötürü değilse, ilişkilerin güçleri sınırlaması olgusu ilişkilerin akıbetini niçin önceden bildirsin? Kapitalist sistemin, ulaşılması kaçınılmaz “belli bir noktadan sonra her rasyonel ilerlemeyi”[45] yasaklamasından ötürüdür.

Marx bu öğretiyi, sadece gelecekteki sosyalizme geçişe değil, 17. yüzyıl İngiliz Devrimi gibi daha az küresel görüngülere de uygular. Bu bölüm, sınıf çatışması düzeyinde incelemeyi gerektirir. Fakat, gördüğümüz gibi Marx, üretken güçlerle uyum içinde yürüdüğü için bir sınıfın güç kazandığını ve güce sahip olduğunu savunur. Elbette, İngiliz Devrimini yapan burjuvaziyi düşünür; fakat bu, devrimin temel açıklaması olarak sunulur:

… ayrıcalıklar, lonca ve korporasyon kurumları, ortaçağın düzenleyici rejimi, yalnızca edinilmiş üretken güçlere ve daha önce var olan ve bu kurumların içinden çıktıkları toplumsal koşullara karşılık gelen toplumsal ilişkilerdi. Korporasyonlar ve düzenlemeler rejiminin koruması altında sermaye birikti, denizaşırı ticaret gelişti, koloniler kuruldu. Fakat eğer insanlar, çatısı altında bu meyveleri olgunlaştıran biçimleri alıkoymaya kalkışsalardı, bu meyvelerden yoksun kalmış olacaklardı.[46]

5. Güçlerin önceliğinin doğası

Güçlerin ve ilişkilerin birbirlerini etkilemelerinin çeşitli biçimlerinin tam bir taksonomisini sunmayacağız. Bunun yerine, aralarındaki teorik olarak merkezi bağlantı, güçlerin önceliğinin doğasını niteleyen bağlantı olduğunu kabul ettiğimiz şeyi tarif etmeye geçiyoruz. Hiçbir koşula bağlı olmayan ifadeyle başlıyor ve sonra bazı güçlükleri ele alıyoruz.

Güçlerin niteliğinin, işlevsel olarak ilişkilerin niteliğini açıkladığını savunuyoruz. (İşlevsel açıklama, tartışmalı bir prosedürdür. IX. ve X. bölümlerde savunuluyor). Savunulan açıklamalar şu biçimi alır: Üretim ilişkileri t zamanında R türden üretim ilişkileridirler; çünkü, R türden üretim ilişkileri, üretken güçlerin t zamanındaki gelişme düzeyi veriliyken, t zamanındaki üretken güçleri kullanmaya ve geliştirmeye uygundur. (Bazı durumlarda, biraz farklı bir şema daha uygundur).

İlişkiler istikrarlı bir şekilde devam ettiklerinde, güçlerin gelişmesini teşvik ettikleri için öyledirler. İlişkiler devrimcileştirildiğinde, artık güçleri kollamadıkları için eski ilişkilerin varlığı son bulur ve bunu yapmaya uygun oldukları için yeni ilişkiler ortaya çıkar. İşlevsizleşen ilişkiler, değiştirilmeden önce bir süre direnirler. Bu süre içinde, ilişkilerin niteliği, güçlerin gelişmesinde geçmiş bir evreye uygunluklarıyla açıklanır (ve yukarıda italik olarak verilenden farklı bir şema uygulanır: Gerekli şemayı elde etmek için, “uygundur”u “uygundu” olarak değiştirin ve ikinci ile üçüncü “t”leri “t-n” olarak değiştirin).

Bu nedenle, ilişkiler güçlerin gelişmesine uygunsa, güçlerin gelişmesine uygun oldukları için vardırlar. İlişkiler güçlerin gelişmesine uygun değilse, yakın geçmişte öyle oldukları için vardırlar. (Sonraki belirlemelerde, ikinci, ya da işlevsizleşme durumu, iktisatlı açıklama nedeniyle ihmal edilecektir).

Artık anlaşılmış olmalı, üretim ilişkileri üretken güçlerin gelişmesini koşullar şeklindeki önerme, güçlerin ilişkileri belirlemesinin en önemli şekli olarak ileri sürdüğümüz şeyle sadece bağdaşmakla kalmaz, onun tarafından gerektirilir de. İlişkilerin güçler üzerindeki etkisi, öncelik tezi okumamızda vurgulanır. İlişkilerin doğasını, neden neyseler o olduklarını açıklayan bu etkidir. İlişkiler farklı olsaydı, güçler geliştikleri gibi gelişmezlerdi, fakat ilişkilerin farklı olmamasının nedeni de budur -çünkü verili türdeki ilişkiler güçlerin gelişmesine uygundur. Kendilerini kucaklayan ekonomik yapının doğasını açıklayan bir üretken güçler kümesinin özniteliği, o doğanın yapısı içinde gelişme eğilimleridir.

Bir bakıma naif bir öykü, önerilen açıklama modelini aydınlatmaya yardım edecektir. Daha iyi geçinmeyi arzulayan üyelerinin geçimlik düzeyde eşit yaşadığı üretkenlik bakımından zayıf bir toplum tasarlayalım. İçlerinden biri, sulama amacıyla yararlandıkları ırmağın kıyısına yapılacak bir ayak değirmeninin toprağa su akışını arttıracağını, toprağın verimini fazlalaştıracağını ve dolayısıyla refahı geliştireceğini düşünür. Düşüncesini topluluğa açar, topluluk etkilenir ve bir grup aygıtı tasarlayıp inşa etmekle görevlendirilir. Irmak kıyısında uygun bir yere tesis kurulur, topluluğun bütün üyelerinin katıldığı bir denemeyle tesis denenir. Değirmenin düzenli kullanımının getireceği yararları doğru bir şekilde kavrarlar ve çalışacak gönüllü adamlara gerek vardır. Fakat hiç kimse gönüllü olarak öne çıkmaz: Toplumda hiç kimsenin hoşlanmadığı bir iştir. Okuyucunun kestirmesine bıraktığımız nedenlerle, herkesin zamanının bir kısmını değirmeni çalıştırmaya ayırması da uygulanabilir değildir. Birçok tam gün değirmenciye gerek vardır. Görevlilerin kurayla belirlenmesinde anlaşılır ve kura çekilir. Ne var ki, iş o kadar sevimsizdir ki, katı bir denetim olmaksızın işin etkili bir şekilde yerine getirilmeyeceği belli olur. Bu rol için aday kıtlığı çekilmez ve bir yolla birkaç kişi bu göreve seçilir. Eşitlikçi olan bir toplulukta giderek bir sınıf yapısı doğar (denetçiler, çiftçiler, değirmenciler). İlişkiler değişmiştir, çünkü başka türlü güçler gelişmemiş olurdu ve ilişkiler değişmiş olduğu için güçler ilerlemiştir denilebilir. Fakat, cümlenin ikinci kısmına rağmen, güçlerdeki değişikliğin ilişkilerdeki değişiklikten daha temel olduğu açıktır: Yeni ilişkiler üretken ilerlemeyi kolaylaştırdığı için ilişkiler değişir. Öykü, Marksçı tarih teorisinde güçlerin sahip olduğu öncelik tipini aydınlatır.

Ekonomik yapıların üretken güçleri geliştirmesi çıplak olgusu, üretken güçlerin önceliğine zarar vermez; çünkü güçler, gelişmeyi teşvik etme kapasitelerine uygun yapıları seçerler.[47] Gelişme, uygun ekonomik yapı türüne bağlıysa, hangi anlamda güçlerin gelişmesi birincildir? Şu anlamda: Uygun ekonomik yapının, güçlerin gelişme gereklerine yanıt olarak var olması anlamında. Diyelim ki, güçler t zamanında L düzeyindedirler ve sadece ve sadece t zamanı ile t + n zamanı arasında R ilişkileri egemense, güçler t + n zamanında daha yüksek M düzeyine gelişeceklerdir. Bundan, güçlerin L’den M’ye gelişip gelişemeyeceğinin, güçlerden bağımsız olarak ekonomik yapının niteliği tarafından kararlaştırıldığı sonucu çıkmaz. Zira, R ilişkileriyle bir toplumun t zamanından t + n zamanına kadar var olması, t zamanında L düzeyinde olan güçlerin bir sonucu olabilir: Ve öncelik tezinin öne sürdüğü de budur. Güçler, sadece uygun ilişkiler içinde gelişirler; fakat, gelişip gelişmeyeceklerinin güçlerden bağımsız olarak ilişkilerin niteliği tarafından belirlendiği yanlıştır, çünkü güçler ilişkilerin niteliğini belirler. Öncelik tezi, üretken ilerleme için belli bir ekonomi biçimi gereklidir şeklindeki hakikatle bağdaşır. Plekhanov, “her verili toplum için, tarihinin her verili döneminde, üretken güçlerinin daha da gelişmesi, söz konusu dönemdeki koşulları tarafından belirlenir” diye iddia ettiğinde,[48] üretim ilişkileri ne durumda olursa olsun daha fazla gelişmenin güvencede olacağını varsaymış ve varsaymak zorunda kalmış olamaz.

Şimdi bazı güçlükler.

Bir bakıma belirsiz bir şekilde, güçler ilişkilerin niteliğini açıklar dediğimizde, ilişkilerin bütün özelliklerini değil bazı özelliklerini açıkladıklarını anlatmak istiyoruz. Örneğin, feodal bey ile köylüler arasındaki kesin hak dağılımını açıklamaksızın ekonominin neden serf-tabanlı olduğunu açıklayabilir. Bütün görüngüler, az çok özgül bir şekilde betimlenebilir ve bir görüngüyle ilgili açıklama, nasıl betimlendiğinden bağımsız olarak, sınırlı bir şekilde özgül betimlemeye bağlı olarak başarılı ya da başarısız olur.[49] Bir türün neden kamuflaj geliştirmiş olduğunu açıklayan genetik ve çevresel değerlendirmeler, kamuflajın neden kırmızı ve yeşil benekli olduğunu açıklayamayabilir. Kazanın salı günü patlaması olgusunu açıklayan şey -salı günü vana kırıldı- kazanın salı günü saat 5:30 patlaması çok daha özgül olgusunu açıklayamayabilir. El değirmeni, belli bir toplumun neden feodal olduğunu açıklayabilir; fakat, üretken güçlerle ilgili olgulardan başka bir şeyle açıklanabilen, haracın neden ayni değil de emek şeklinde ödendiğini açıklamaya yetmeyebilir.

İlişkilerin güçlerle açıklanmaları, güçlerin ilişkilerin hangi özelliklerini açıkladığına bağlı olarak, az çok etkileyici olur. Fakat açıklama gücündeki bu değişkenlik, güçlerin ilişkilere önceliğini azaltmaz. Kendi başına, ilişkilerin, önceliklerini tersine çevirecek şekilde güçleri etkilediğini göstermez. Kamuflajlı bir tür aynı çevrede farklı bir kamuflaj, ya da kamuflaj yerine saldırıya yönelik bir koku geliştirmiş olabilirdi; fakat bu, türün çevreyi etkilediğini göstermez. Bu nedenle, benzer şekilde, güçlerin önceliği, güçlerin ilişkilerin bütün özelliklerini açıklamaması koşulundan doğrudan doğruya etkilenmez. Yine de, daha ileri imaları nedeniyle ilişkilerin bütün özelliklerini açıklamama olgusu güçlerin önceliğini biraz azaltır. Uygun bir örnekle soruna biraz daha yakından bakalım.

Diyelim ki, belirli bir gelişme düzeyindeki bir toplum için ikisi de olanaklı olan iki tip kapitalist ekonomik yapı var. Her biri üretken ilerlemeyi teşvik edecekti; fakat biri demiryolu inşasını kollarken, diğeri, bunun yerine motorlu araç imalatını teşvik ederdi. (Bunun nedeni, demiryolunu geliştirmenin daha büyük sermaye gerektirmesi ve birinci yapıda daha büyük bir servet merkezileşmesinin bulunması olabilir) Birinci tip ekonomik yapıya RF yapısı, ikincisine CF yapısı diyelim. Üretken güçlerin mevcut gelişme düzeyi, RF ile CF arasında seçim yapmaz. İkisi de, başlangıçta eş oranlarda, fakat farklı yönlerde üretken güçte büyümeyi kolaylaştıracaktı: RF ya da CF’nin egemen olmasına göre, farklı araştırma şekilleri, farklı kaynak kullanımları, vb. ortaya çıkacaktı. Elde olanın RF olduğunu varsayalım. O zaman, gördüğümüz gibi, aynı üretken gelişme düzeyinde farklı bir yapının -burada CF- elde edilmiş olması öncelik teziyle bağdaşır. Fakat, örneğimizde olduğu gibi, ortaya çıkmamış olan yapının daha fazla üretken ilerlemenin doğasını farklı bir şekilde etkilediğini varsayalım. Bundan, ilişkilerin, güçleri, aksi durumda olabilecekten farklı kıldığı sonucu çıkardı. Peki, bu durum güçlerin önceliğini ne kadar azaltır?

Etkinin farklılığı niteliksel olduğu sürece -demiryollarından çok karayolları, kömür madenlerinden çok petrol kuyuları, petro-kimya teknolojisinin gelişmesi- üretken güçlerin gelişme düzeyine dayanan üretim ilişkilerinin üretken güçlerle açıklanmasına, o düzeyin gerçeklendiği tikel toplamdan soyutlanmış olarak saf niceliksel anlamda, dokunmaz. Bu nedenle, örneğin, burjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkilerin kimi yanları, gelişme derecesinin cisimleşme şeklinden bağımsız olarak, genel olarak üretken güçlerin gelişme derecesini yansıtır. Dolayısıyla, üretim ilişkileri üretken güçleri burada etkileyecek olsa da, bu durum, yine de ilişkilerin güçlerle açıklanmasını etkilemez.

Fakat, üretim ilişkilerinin üretken güçlerle birçok açıklanması, güçlerin salt niceliksel düzeylerine değil, özgül niteliklerine de bağlıdır. O halde, demiryollarına girişildiğine göre, motorlu araç üretiminin hakim olması durumunda olamayacak kadar güçlü bir sermaye merkezileşmesi eğilimi olacağını varsayabiliriz. Fakat, ekonomik yapının üretken güçlerle açıklanmayan özellikleri nedeniyle demiryolu seçeneği tercih edilmişti. O halde burada, ekonomik yapının üretken güçler tarafından belirlenmesindeki gevşeklik, salt kendi başlarına üretken güçlerin üretim ilişkilerinin ilgili özelliklerini açıklamaları ölçüsünde, bir değişiklikle sonuçlanır.

Son olarak, iki olası yapıdan hangisinin fiili olacağının niceliksel bir farklılık da yaratmasının olası olduğu kabul edilmelidir: CF’ deki daha fazla üretken ilerlemenin tamı tamına RF’de olduğu kadar hızlı gerçekleşmiş olacağını varsayamayız. Yine de, güçlerin düşük düzeyden yüksek düzeye doğru gelişme seyrinin ekonomik yapı tarafından kesilemeyeceğini, fakat seyir oranının, kısmen, güçlerin üzerinde eksikli bir denetime sahip olduğu ekonomik yapı özelliklerine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Ne kadar hızlı büyüyecekleri güçlerde yazılı değildir: Ekonominin niteliği, özerk bir şekilde[50] bunun saptanmasına katkıda bulunur. (Fakat, güçler üzerindeki kuvvet, burada üretim ilişkilerinin sınırlı oluşunu teslim eder. Üretken gelişmenin hızı, sonsuz bir şekilde hızlandırılamaz ya da yavaşlatılamaz.)

Özetlemek için, ilişkilerin güçleri koşullamasının birkaç yanını belirtiyoruz. Birincisi, üretim ilişkileri güçlerin gelişmesini teşvik eder; fakat, sunduğumuz şekliyle öncelik tezi bunu gerektirir: Gelişmeyi teşvik ettiklerinde ve bu nedenle ilişkiler vardır. İkincisi, gelişmenin aldığı tikel yolu belirlemeye yardım ederler ve bu durum, alınan yolun üretim ilişkilerinin özelliğini açıklayan özellikleri üretim ilişkilerinin üretken güçlerle açıklanmayan özelliklerini yansıtması ölçüsünde, güçlerin bağımsız açıklama gücünü sınırlandırır. Son olarak, ilişkiler üretkenliğin gelişme oranını etkiler ve bu da, üretken güçlerin önceliğini niteler.

Bu nitelemelere karşın, nasıl ki türlerin çevreyi etkilemesine rağmen, bir bütün olarak çevrenin niteliğinin bir hayvan türünün niteliğine.hükmettiği söylenebilir, aynı şekilde, kolayca kanıtlanmasa da, bir bütün olarak üretken güçlerin üretim ilişkilerine hükmettiği yine de ileri sürülebilir.

6. Üretken güçler, maddi ilişkiler, toplumsal ilişkiler

Marx’ın Ücretli Emek ve Sermaye’de silahlanma ve askeri örgütlenme üzerine yorumu (birkaç sayfa önce aktarılan), üretken güçlerin üretim ilişkilerini açıklama şekliyle ilgili anlayışımızı geliştirecektir. Aktarılan pasaj, orduların yıkıcı güçlerini maksimize etme ve bu amaca göre örgütlenme eğiliminde olduklarını varsayar. “Yeni bir savaş aletinin, yeni bir ateşli silahın icat edilmesiyle birlikte, ordunun bütün iç örgütlenmesi zorunlu olarak değişmiş” olmasının nedeni budur.

Bir ordunun “iç örgütlenmesi’nin iki boyutunu ayırt edebiliriz. Ordunun piyade tüfeklerinden makineli tüfeklere geçtiğini ve her makineli tüfek için üç askerin görev yapması gerektiğini varsayalım. Bu durumda, topçuluk için her üçlünün bir topla görevli olduğu üçer kişilik gruplara bölünme verimli olacaktır; oysa daha önce bir tüfek için bir adama gerek vardı ve üçer kişilik gruplara ayrılmak için hiçbir neden yoktu. Bu, teknik örgütlenmede bir değişikliktir. Fakat otorite yapısında da bir değişikliğe neden olabilir. Üçlüden birini onbaşı yapıp, ona diğer iki kişi üzerinde belli haklar vermek gerekli olabilir -tüfekli durumda, bu kadar alt düzeyde hiyerarşik ayrıma neden yoktu. Onbaşılar atanırsa, otorite ilişkileri yıkım araçlarında bir gelişmeye yanıt olarak değişir ve bu yıkım araçlarının otorite yapısı üzerindeki etkisi bu araçların gerektirdiği yeni teknik ilişkilerle dolayımlanır. Yıkım güçleri teknik örgütlenmeyi ve dolayısıyla otorite yapısını belirler.

Üretimin toplumsal ilişkilerinin üretken güçler tarafından belirlenmesinde, çoğunlukla birbiriyle bağlantılı karşılaştırılabilir iki evre vardır. Yeni üretken güçler, yeni maddi üretim ilişkileri gerektirebilir[51] ve bu maddi ilişkiler de, üretimin yeni toplumsal ilişkilerini, yeni otorite biçimlerini ve hak dağılımını gerektirir.

Erken ortaçağda kullanılmaya başlanan ağır pulluk (ya da carruca), bir örnektir. Kullanılmaya başlanmadan önce tipik olan küçük toprak parçaları üzerinde bu pulluğu kullanmak olanaksızdı. “Eski kare biçimli tarlalar, yeni pulluğa uygun değildi: Pulluğu verimli bir şekilde kullanmak için, bir köyün bütün topraklan, dar uzun şeritler halinde sürülen geniş, çitsiz ‘açık tarlalar’ şeklinde yeniden düzenlenmeliydi.”[52] Değişen üretim aracı, toprağı sürmede işbirliğini de gerekli hale getirdi. İşbirliği maddi üretim ilişkilerinin bir çeşididir, fakat yerleşmesinin toplumsal sonuçları vardır: Ortaklaşa işlenen açık tarlalar oluşturmak için, toprağın küçük bloklar ya da şeritler halinde sahiplik hakları ortadan kaldırılmalıydı.[53]

İki-evreli belirlenimin (üretken güçlerden maddi ilişkiler yoluyla toplumsal ilişkilere) başka bir örneği de, emek gücünün kullanım hakkıyla ilgilidir. Doğrudan üreticilerin hareketini sınırlayan iskan kanunu,

sanayi devriminin meydana getirdiği yeni koşulların dayanılmaz baskısı [tarafından aşındırıldı]. Geniş ölçekli üretim için emeğin serbest dolaşımı mutlak zorunluluktu. İskan kanunu sürekli ihlal edildiği için yeni sanayiler gelişebilmiştir.[54]

Üretken güçler, emeğin daha büyük yığılmasıyla “geniş ölçekli üretimi” ve dolayısıyla yeni maddi üretim ilişkilerini talep etti. Bu da, o zaman yadsınan “emeğin serbest dolaşımı”nı, hareket hakkını gerektirdi. Kanun hareketi yasakladığı için, ihlal edildi, ihmal edildi ve sonunda ıskartaya çıkarıldı ve enkazı üzerinden yeni toplumsal üretim ilişkileri biçimlendi.

Özgül olarak toplumsal değişim, üretimin toplumsal ilişkilerindeki değişimden ibarettir. Fakat işlevi maddi ilişkilerde ve üretken güçlerde değişimi teşvik etmektir. Örneklerimizde zamanı geçmiş sahiplik ilişkileri, üretken güçlere uygun maddi çalışma ilişkilerinin oluşmasını bloke ederek üretken güçleri engeller.

Hem Acton hem de Plamenatz, gösterilen açıklama ardışıklığının birinci evresinin -maddi çalışma ilişkilerinin üretken güçler tarafından belirlenmesi- olanaksızlığını ileri sürerler. İş ilişkilerinin, üretken güçlerdeki değişikliklerin bir sonucu olarak değişmeyecek kadar üretken güçlerle yakından bağlantılı olduklarını varsayarlar. Yeni çalışma ilişkilerinin, yeni üretim araçlarının kullanılması için iyi bir ortam oluşturdukları için benimsendiklerini göremezler. Acton’ın kastettiği anlamda “teknolojik değişim, insanın çalışma biçiminde değişiklikleri gerekli kılar”[55] şeklindeki yargı yanlıştır; zira, çalışma şeklinde değişiklik olmadan teknolojik değişimin gerçekleşeceğini anlatmak ister. Henüz bir üretim sürecinde kullanılmamış yeni üretim araçları için bu açıkça yanlıştır. Fakat, “teknolojik değişim”i, basitçe tam verimlilikle kullanılmadıkları için, yeni aletlerin kullanıma girmesiyle sınırlarsak da yanlıştır.

Acton şöyle akıl yürütür.[56] Bir toplumun taşımacılığının, tek kişinin kullandığı kürekli botlarla yapıldığını ve bu botların yerini, iki kişinin kullandığı uzun kanoların aldığını varsayalım. Acton’a göre, böyle bir kano iki kürekçiyi gerektirdiği için bunu icat etmek, iki kürekçi için bir şey icat etmektir ve dolayısıyla, kürekli botların yerine kanoları geçirmek, deniz taşımacılığında iki kişilik deniz taşımacılığına geçmektir. Üretken güç kullanılmaya başlanır başlanmaz, gerekli çalışma biçimi onunla birlikte ortaya çıkar.

Aşağıdaki öykü Acton’ı yalanlar. Kano, tek kişilik deniz taşımacılığını güçlü bir şekilde destekleyen kürekli bot toplumunda icat edilir. Bunun nasıl yapıldığı önemli değil; fakat zihnimizde canlandırmak açısından, güçlü bir denizci kahramanlığı ideolojisinin var olduğunu ve işbirliğine dayanan denizciliğin kadınsı görüldüğünü varsayalım. Kültür, botların şeklinde ve bileşiminde yeniliğe hoşgörülüdür; bu nedenle kanoların gelişine izin verir: Daha kolay yapıldıkları için, botları inşa için gerekli sert ağaçlar tükendiği için, ya da daha zarif oldukları için kanolara geçilir. İdeoloji o kadar güçlüdür ki, bir kanoyu yürütmek için birden fazla kişinin gerekli olmasını yasaklar. Dolayısıyla, bir tek kişi tarafından yürütüldüklerinde bile kanoların botlara üstün olduğunu varsaysak da, kanolar verimsiz bir şekilde kullanılır. Bu nedenle, teknolojideki bir değişiklik, üretim ilişkilerinde kastedilen anlamda bir değişikliği gerekli kılmaz. Kuşkusuz, toplumun ideolojisinde rahat ya da sıkıntılı uyarlanmalarla gelecekte iki kişilik kanoların olacağını umabiliriz. O zaman, iki kişinin kullandığı kanoların öne geçmesi, işlevsel açıdan açıklanacaktır. Acton’ın görüşü, iki kişinin kullandığı kanoya geçişin aniden gerçekleşmesini gerektirdiği için, bunu anlaşılmaz kılar.

Kanoyu yürütme şekli rasyonel olduğu için iki kişinin kullanması beklenir ve insanlar bir bakıma rasyoneldirler. Üretken güçler ile maddi çalışma ilişkileri arasındaki bağlantı oldukça derindir, fakat Acton’ın önerdiği kadar basit değil.

Plamenatz, farklı bir yoldan Acton’la aynı sonuca varır. Maddi çalışma ilişkilerinin üretken güçleri engelleyebileceğini yadsır; fakat örneğimizde, kanonun bir kişi tarafından kullanılması tam da bunu yapar. Plamenatz’ın yanılgısı, şunları yazmakla başlar:

Marx, üretim (ya da sık sık belirttiği gibi “üretim güçleri”) üretim ilişkilerini belirler.

Üretim” ile “üretken güçler”i eşanlamlı ele almak zararsız görünebilir ve bazı bağlamlarda öyle de olur; fakat üretim, herşeyden önce, süreç olmayan güçlerin kullanıldığı bir süreçtir”[57] ve Plamenatz’ın savının iki kategorinin birbirine karıştırılması üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Zira şöyle devam eder: “Üretimin gerektirdiği ilişkiler” -maddi çalışma ilişkilerine bu adı verir- “üretim değiştikçe değişmek zorundadırlar ve bu nedenle çok zor engel haline gelebilirler.” Bu ne kadar doğru olursa olsun, Plamenatz’ın sandığı gibi, maddi çalışma ilişkilerinin üretken güçleri engelleyip engelleyemediği sorununu çözmez.[58]

7. ‘Bütün eski üretim tarzları özünde tutucuydu’

Daha önceki sayfalarda Manifesto’dan yapılan aktarmayı anımsayalım: “Burjuvazi üretim aletlerini sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz.”

Burjuvazi, genel olarak ekonomik yapı içindeki mevzileriyle tanımlanan bir insanlar kümesidir, üretken güçleri devrimcileştiren bu mevzidir: Rekabet, bir yenilenme politikasını dayatır. Kapitalist üretim ilişkileri, sonuç olarak, üretken güçlerin gelişmesine fevkalade bir itilim verir. Fakat bu, eklemlediğimiz şekliyle üretken güçlerin önceliği teziyle bağdaşmaktan fazla bir şeydir. Teze yakındır; zira, kapitalist ilişkilerinin işlevinin, üretken güçte artışı teşvik etmek olduğunu ileri sürüyoruz.

Marx, daha önceki hiçbir egemen sınıfın ve daha önceki hiçbir üretim ilişkileri kümesinin benzer bir şekilde üretkenliğe itilim vermediğini savunur. Daha önceki egemen sınıflar, bazı üyeleri başka türlü yapma eğiliminde olsalar da, sınıf olarak, maddi üretim tarzını iyileştirmek de dahil, değişimden sakınırlar. Bu nedenle Marx, üretkenlik bakımından devrimci burjuvaziye karşıt olarak kapitalist olmayan egemen sınıflara “tutucu” der.[59]

Bundan, kapitalizm öncesi çağlarda gerçekleştiği kadarıyla üretkenlikte böylesi artışlara, en azından önemli bir anlamda o zamanın egemen üretim ilişkilerinin yol açmadığı sonucu çıkar. O halde, kapitalizm öncesi toplumlar, ifade ettiğimiz şekliyle öncelik tezine bir sorun çıkarır gibi görünüyor. Kapitalizm, bu tezin çürütülmesinde en çok başvurulan toplumdur; ne var ki, tez işlevsel bakımdan yorumlandığında, kapitalizm tezin en iyi örneği gibi görünür.

Marx’ın kapitalizm öncesi ilişkilerle ilgili kavrayışına uyum sağlamak için, altbölüm (5)’teki başlangıç formülasyonlarını açıklamamız gerekir. Doğru anlaşıldıklarında, burjuva olmayan egemen sınıflarla ilgili söylenenlerden zarar görmezler.

Önce bazı benzeştirmeler. Birisi anayasal monarkların demokrasiyi geliştirdiğini iddia ederse, çeşitli biçimlerde[60] belirtirsek şunlara inanması olasıdır:

Bir toplumda anayasal bir monarkın varlığı o toplumda demokrasiyi geliştirir.

Bir toplumun anayasal bir monarkı bulunduğunda o toplumda demokrasi gelişir.

Bir toplumda anayasal bir monarkın var olması olgusu, o toplumdaki demokrasiyi geliştirir.

Bu kişinin, anayasal monarkların içinde olduğu bir faaliyetin, yani demokrasiyi geliştirme faaliyetinin bulunduğuna inanması gerekmez. Şöyle bir düşünceyi savunabilir: Anayasal monarklar demokrasiyi geliştirse de, herhangi bir anayasal monarkın demokrasi düşmanı olması olasıdır; ya da anayasal monarkların demokrasiyi geliştirmesinin nedeni, anayasal monarkların demokrasi düşmanı olma eğiliminde olmalarıdır. Aynı şekilde: Bir “minimal devlet”in ekonomik kalkınmayı teşvik ettiğine inanan biri, o devletin ekonomik kalkınmayı teşvik etme faaliyetine katıldığına inanmaz. Onun görüşü, devletin böyle bir faaliyetten uzak durmasının ekonomik kalkınma için iyi olduğu yönündedir.

Verili bir zamanda var olan ilişkilerin, o sırada ulaştıkları düzey veri alındığında güçlerinin gelişmesi için en uygun ilişkiler olduğunu söylüyoruz. Bu ilişkilerin ve bu ilişkilerin güç verdiği sınıfın güçlerin gelişmesini teşvik etmesini gerektirir, fakat, Marx’ın kapitalizm öncesi ilişkiler ve sınıflar hakkında söyledikleriyle bağdaşır bir anlamda. Söz konusu ilişkilerin varlığı, falan sınıfın iktidarda oluşu, ilişkiler ve sınıf gelişmelerine birçok engel çıkarsa da, güçlerin gelişmesine en uygunu olabilir.

Kapitalizm öncesi ilişkiler, sadece üretken güçlere doğrudan bir itilim verememelerinden ötürü değil, bu ilişkiler içinde gerçekleşen ilerleme, kapitalizmdekiyle karşılaştırıldığında çok yavaş olmasından ötürü de tutucudur. Ne var ki, kapitalizm üretken güçlerin daha hızlı gelişmesini feodalizmden daha fazla teşvik etse de, kapitalizmin değil feodalizmin egemen olması gerektiği bir zamanda güçler için en iyisinin feodalizm olması doğruluğunu koruyabilir. (Spor arabaları jiplerden daha hızlıdırlar; fakat arazide jipler daha hızlıdır.)

Üretim ilişkileri, üretken güçlerin gelişme biçimleridir” gibi cümlelerde olduğu gibi “gelişme biçimleri” ifadesinde, kapitalist ve kapitalist öncesi ilişkiler arasındaki karşıtlıkla bağlantılı bir belirsizlik var. Gelişme biçimleri, üretken güçlerin geliştiği biçimler olabilir, ya da farklı bir şekilde, bizzat bu biçimler aracılığıyla olmasa da, üretken güçlerin içinde geliştiği biçimler olabilir. Bütün ilişkilerin birinci anlamda gelişme biçimleri olmadığını anlayabiliriz. Fakat, içindeki güçlerin gelişme aracı olmayan bir ilişkiler kümesi bile, mevcut olduğu dönemde güçlerin gelişmesi için optimal olabilir.

8. Ek

İşte, 1859 tarihli Önsöz’ün 5 ve 6. cümlelerinin gerektirdiği ve gerektirmediği şeyle ilgili daha tam bir rapor. Her biri, örtük bir şekilde biçim olarak varsayımsaldır. Biçimi açık hale getirirken, 5 ve 6’nın formülasyonlarını alıyoruz:

5a Bir toplumsal oluşum ortadan kalkarsa, o zaman içerebildiği bütün üretken güçler gelişmiştir.

6a Yeni, daha yüksek ilişkiler ortaya çıkarsa, o zaman, varoluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmıştır.

Kolaylık olsun diye, cümleleri terminolojik açıdan birbirine uyumlu hale getirerek yeniden yazıyoruz:

5b Bir ekonomik yapı ortadan kalkarsa, o zaman, maksimum üretkenlik potansiyelini fiilileştirmiştir.

6b Yeni ve daha yüksek bir ekonomik yapı ortaya çıkarsa, o zaman, ortaya çıkması için yeterli üretkenlik yerini aldığı ekonomik yapı içinde gelişmiştir.

Küçük bir yapay yön değişikliği yaparsak, 5b ve 6b’nin öncesi ve sonrası şunlardır:

p R türden bir ekonomik yapı yok olur.

q R türden bir ekonomik yapı maksimum üretkenlik potansiyelini fiilileştirmiştir.

r S türden bir ekonomik yapı ortaya çıkar.

s S türden bir ekonomik yapının ortaya çıkması için yeterli üretkenlik R türden bir ekonomik yapının içinde gelişmiştir.

(S’nin, R’den daha yüksek bir ekonomik yapı türü olduğu fark edilecektir: “Daha yüksek” demekle Marx neyi kastetmiş olursa olsun, R‘den daha yüksek ve S‘den daha düşük T türden bir ekonomik yapı yoktur).

p, q, r ve s’ye, kendisi dışındakilerden hangisinin 5b ile 6b’niıı tam gerçeğini verdiğini sorabiliriz. Bundan on iki koşullu önerme çıkar. (Yazıyla formüle edilmiş koşullu önermeleri çözerken, önce ile sonrayı doğru ilişkiye sokmak için fiil zamanlarında ve tanım edatlarında ufak tefek değişiklikler yapmak bazen gereklidir)

(1)  p ise q. EVET. 5b’nin söylediği budur.

(2)  r ise s. EVET. 6b’nin dediği budur.

(3)  r ise p. EVET. S türden bir ekonomik yapı ortaya çıkarsa, R  türden bir ekonomik yapı geçip gitmiş olmalı: Marx’ın R’den daha düşük bir ekonomik yapıdan S’ye “sıçramalar”ı dışladığını kabul edebiliriz.

(4)  r ise q. EVET. S ortaya çıkarsa, R maksimum üretkenliğine ulaşmıştır ((4), (1) ve (2)’den çıkar)

(5)  q ise p. HAYIR. Bir ekonomik yapı, maksimum üretkenliğine ulaşmış olsa bile varlığını sürdürebilir. Buna fosilleşme dedik.

(6)  s ise r. HAYIR. S yapısı için yeterli üretkenlik, onun ortaya çıkmasını garantilemez. Buna düşük yapma dedik.

(7)  p ise r. HAYIR. Bir ekonomik yapı, yerine daha üstün biri geçmeden yok olabilir. Geriye düşme dediğimiz şey bunu gösterir.

(8)  p ise s. HAYIR. R, S‘nin ortaya çıkması için yeterli üretkenliği geliştirmeden yok olabilir.

(9)  s ise q. HAYIR. R potansiyel üretkenliğine ulaşmamış olsa da S için yeterli üretkenliğe R‘de ulaşılabilir.

(10) q ise r. HAYIR. R üretkenlik potansiyelini S ortaya çıkma
dan fiilileştirebilir ((3)’ten ve (5)’in yadsınmasından bu çıkar).

(11) p ise s. HAYIR. R, S için yeterli üretkenliği geliştirmeksizin üretkenlik potansiyeline ulaşabilir ((l)’den ve (8)’in yadsınmasından bu çıkar). Böyle bir durumda, S hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktır; çünkü, R zaten kendi potansiyeline ulaşmışken üretkenliği daha fazla geliştiremez.

(12) s ise p;. HAYIR. R, S için yeterli üretkenliği geliştirebilir; fakat yine de R ortadan kalkmayabilir ((l)’den ve (9)’un yadsınmasından bu çıkar).

2, 3 ve 4. cümleler 5 ve 6. cümlelere eklendiğinde durum köklü bir şekilde değişir. Fosilleşme ve geriye düşmeyi dışarıda bırakırlar; bu nedenle (5) ve (7) şimdi doğrulanır. Bu, (8), (10) ve (11)’in doğrulanmasını gerektirir, O halde, sadece (6), (9) ve (12) yadsınıyor. Fakat bunlardan herhangi biri doğrulanırsa, 2, 3 ve 4. cümlelerin zorunlu kıldığı düzeltmelerle diğer ikisinin de doğrulanması gerekir. (9) üzerinde yoğunlaşabiliriz. 2 ila 6. cümleler, (9)’un yadsınmasının gerektirdiği gibi, R’nin maksimum üretkenliğinin S için gerekli minimumdan daha büyük olmasına izin vermelerine karşın, S için gerekli minimuma ulaştıktan sonra, R’nin o anda henüz ulaşmamışsa kısa sürede kendi maksimumuna ulaşmasını gerektirir; çünkü 2 ila 6 kesintisiz üretken gelişmeyi ima eder. O halde, S için gerekli olana ulaşmak ile R‘nin doruğu arasında küçük bir zaman aralığına izin verecek şekilde değiştirilen (9) doğru olacak ve benzer şekilde değişikliğe uğratılan (6) ile (12) onu izleyecektir.

1859 tarihli Önsöz, önemli ölçüde kapsayıcı bir iddialar kümesi geliştirir.

 

Kaynakça

Karl Marx, Capital, (1876 vb.), Cilt 1, Moskova, 1961; Cilt 2, Moskova, 1957; Cilt 3, Moskova, 1962.

Karl Marx-Friedrich Engels, The German Ideology, (1846), Moskova, 1964.

Karl Marx, The Poverty of Philosophy, (1847), Moskova, tarihsiz.

K. Marx – F, Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, 2. baskı 1991.

Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, çev. Sevim Belli. Sol Yayınları, 7. basım, 1992.

Karl Marx, Grundrisse, (1857-1858), Harmondsworth, 1973.

Karl Marx, Theories of Surplus Value, (1862-1863), Cilt 1, Moskova, 1969; Cilt 2, Moskova, 1968; Cilt 3, Moskova, 1972.

Karl Marx, Speech at the Anniversary of the People’s Paper, (1856), MESW, Cilt 1 içinde.

Karl Marx-Friedrich Engels, Selected Correspondence, Moskova, 1975.

Karl Marx-Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, çev. Mihri Belli, Sevim Belli vd. Sol Yayınları, 1979.

M. Bloch, French Rural History, Londra, 1966.

Sidney Hook, Towards the Understanding of Karl Marx, Londra, 1933.

Vernon Venable, Human Nature: The Marxian View, New York, 1945.

G. V. Plekhanov, The Development of The Monist View of History, Moskova, 1956.

G. E. M. De Sainte-Croix, Karl Marx and the History of Classical Antiquity, Arethusa, 1975.

Jr. L. White, Medieval Technology and Social Change, Oxford, 1962.

M. M. Postan, Medieval Economy and Society, Londra, 1972.

P. Mantoux, The Industrial Revolution of The Eighteenth Century, Londra, 1964.

H. B. Acton, On some Critisisms of Historical Materialism, II, Proceedings of the Aristotelian Society, Ek Cilt, 1970.

H. B. Acton, Illusion of the Epoch, Londra, 1955.

J. P. Plamenatz, Man and Society, Cilt 2, Londra, 1963.

 

 

 



[1] Bu türden niteleyici ifadeler, öncelik tezinin ileri sürüldüğü her seferinde böyle anlaşılmalıdır.

[2] Köşeli parantez içindeki ek, burada aktarılmayan bir sonraki cümlede anlatılandır.

[3]“İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, aksine bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır” ve “bilinç, maddi yaşamın çelişkilerinden hareketle açıklanmalıdır…”

[4] Bu yaklaşık rakam, Bloch’un French Rural Historysinden çıkarılmıştır, s.75-26.

[5] Bkz. Kapital, C. 1, s. 372. Marx’ın, Hindistan’da, maksimum üretkenliğine ulaşılmamış bir ekonomik biçime hapsedilmiş gelişmeye karşıt olarak burada tanımlanan fosilleşmeyi ayırt edip etmediği açık değildir. Her iki kavrayış da, biraz sonra tekrar döneceğimiz 2 ila 4. cümlelerle tutarlı olmasa da, 5. cümleyle tutarlıdır.

[6] Bu, bir kestirimdir ve “maddi” ifadesinin Önsöz’deki diğer kullanımlarıyla desteklenmiyor. Sözü edilen maddi koşulların gerekli bir üretkenlik düzeyini de kapsadığı kesindir; fakat Marx, feodalizmdeki tüccar sermayesi ve kapitalizmdeki kooperatif fabrikalar gibi, daha yüksek üretim ilişkilerinin embriyonik biçimlerinin eski düzende tohumlanmasını da düşünmüş olabilir. Diğer yanda, 6’daki “maddi koşullar”la ilgili sınırlı yorumumuz Kapital’deki şu pasajla uyumludur (iii, 254): “Toplumsal emeğin üretken güçlerinin gelişmesi sermayenin tarihsel görevi ve doğrulanmasıdır. Farkında olmadan daha yüksek bir üretim tarzının maddi koşullarını böyle yaratır.” (3. cildin Türkçesinde ve Progress Publishers’ın yayımladığı (Moskova 1966) İngilizcesinde bu iki cümleye rastlanmadı -çev.)

[7] Alman İdeolojisi, s. 51.

[8] Alman İdeolojisi, s. 98.

[9] Alman İdeolojisi, s. 101.

[10] Felsefenin Sefaleti, s. 111.

[11] Buradaki “üretim tarzı”, herhalde maddi tarzdır. Fakat buradaki tarz ne anlama gelirse gelsin, cümle, üretken güçlerin üretim ilişkilerine önceliğini formüle eder.

[12] Felsefenin Sefaleti, s. 100.

[13] Towards the Understanding of Karl Marx, s. 126.

[14] Felsefenin Sefaleti, s. 165.

[15] Felsefenin Sefaleti, s. 166.

[16] Felsefenin Sefaleti, s. 168.

[17] K. Marx – F, Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, 2. baskı 1991, s. 116.

[18] Manifesto, s. 117. Krş. Engels, “Komünizmin İlkeleri,” soru: 13, ibid. s. 194.

[19] Manifesto, s. 157.

[20] Manifesto, s. 113.

[21] Ücretli Emek ve Sermaye, çev. Sevim Belli. Sol Yayınları, 7. basım, 1992, s. 35.

[22] Grundrisse, s. 495.

[23] Grundrisse, s. 794.

[24] Kapital, C1, s. 386-387, dn. 4.:

[25] Kapital, C 1, s. 499.

[26] Kapital, C 3, s. 695.

[27] Theories of Surplus Value, C. 3, s. 430.

[28] Teknolojik determinizm, herhalde iki şeydir: Teknolojiktir ve deterministtir. Teknolojik olmayan bir determinizm ve deyim uygunsa, teknolojik bir determinizm-olmama düşünülebilir. Bizim tarihsel materyalizm versiyonumuza teknolojik denilebilir; fakat determinizm konusu bu kitapta tartışılmayacak. Bu konuda bir belirleme önemlidir: Tarihin seyri ve daha özel olarak sosyalist devrimin geleceği, Marx’a göre, kaçınılmazsa, insanların yaptıklarına rağmen değil, rasyonel insanların yapmak zorunda oldukları şey nedeniyle kaçınılmazdır.

[29] Alman İdeolojisi, s. 56.

[30] Alman ideolojisi, (Türkçe basımında bu cümleye rastlanmadı (İngilizce kaynakta s. 85) -çev).

[31] Theories of Surplus Value, C. 2, s. 118.

[32] Human Nature: The Marxian View, s. 95.

[33] Melodramatik terimlerle: “Tarih yargıçtır -infaz memurlarıysa proleterlerdir.” People’s Paper’ın Yıldönümünde Konuşma, s. 360.

[34] Annenkov’a Mektup, 28 Aralık 1848, Selected Correspondence, s.30-1

[35] Örneğin bkz. Plekhanov, The Monist View, s, 45.

[36] Burada kullanıldığı şekliyle “tarihsel”, doğanın çok “cömert” olduğu durumları dışlar.

[37] Son iki paragraftaki savın, burada açıklanması gereken karmaşık bir yapısı var. İlgili önermeler şöyledir:

(p) Üretken güçler nadiren geriye doğru giderler (“geniş genelleme”)

(q) İnsan toplumunda süredurum vardır.

(r) (c) ile (e) ifadelerinin önemli açıklayıcı ağırlıkları vardır.

(s) Üretken güçler çoğunlukla ileri doğru hareket ederler.

(a) Üretken güçler tarih boyunca gelişme eğilimindedirler (gelişme tezi).

(Dikkat edin; (s), (a) ile aynı değildir. (s), (a)’dan ayırt edilen (a)’’ nün bir gereğidir.)

Sav, şöyle ilerler:

1.(p) doğrudur.

2.(q)- (p)’nin tam açıklaması olsaydı, (s)’nin yanlış olmasını beklerdik. Fakat,

3. (s) doğrudur. Dolayısıyla,

4. (q), (p)’nin tam açıklaması değildir.

5. (r) doğru olsaydı, (p), tek başına (a)’dan daha iyi açıklanırdı. Dolayısıyla,

6. (r)’nin doğru olduğunu düşünmek için iyi bir neden var. Fakat,

7. (r) doğruysa, esas savı kabul etmek için de iyi bir neden var. O halde,

8.O savı kabul etmek için iyi bir neden var.

[38] Grundrisse, s. 527-528.

[39] Engels, “1891 Sosyal Demokrat Program Tasarısının Eleştirisi,” Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, çev. Mihri Belli, Sevim Belli vd. Sol Yayınları, 1979, s. 523 içinde.

[40] Alman İdeolojisi, s. 80.

[41] Bazı Marksistlere göre (Bkz. de Saint Croix, “Karl Marx and the History of Classical Antiquity”) İmparatorluğun iç bozulması yoğunlaşmış sınıf mücadelesini yansıtıyordu; fakat, bunun bizim yorumumuza uygun tarihsel materyalizmi doğrulayıp doğrulamadığı açık değil. Bizim yorumumuza göre, sınıf mücadelesi üretkenliğin gelişmesini geçici olarak gerçekten de engelleyebilir; fakat Roma’nın sergilediği kadar uzun bir gerilemeye neden olmaz

[42] Kısmi bir yanıt için bkz. Bölüm VII.

[43] Felsefenin Sefaleti, s, 111.

[44] Marx’tan Annenkov’a, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti, s. 165 içinde.

[45] Kapital, C. 1., s.492.

[46] Marx’tan Annenkov’a, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti, s. 165-166 içinde.

[47] Güçler, yapıları nasıl seçer? İlgili tartışma için bkz. Bölüm: X.

[48] The Monist View, s. 166.

[49] Krş.Bl. XI.

[50] Özerk bir şekilde: Ekonominin gelişme hızının neden belirli bir oranda olduğunu açıklayan özellikleri, güçlere başvurularak açıklanmaz.

[51] Bkz. Felsefenin Sefaleti, s. 121.

[52] White, Medieval Technology and Social Change, s. 44.

[53] White, Medieval Technology and Social Change, s. 54. White’ın carruca değerlendirmesi, “Technical Determinism” adlı çalışmasında Hilton’ın sert ve inandırıcı eleştirisine konu olmuştur; fakat, kısmen hayali de olsa, örnek yararlıdır, ayrıca bkz. Postan, Medieval Economy and Society, s. 46-48.

[54] Mantoux, The Industrial Revolution, s. 434.

[55] On some Critisisms, s. 143-144.

[56] Illusion of the Epoch, s. 161. Burada Acton’ın örneği basitleştirilmiştir.

[57]Üretim”, bir sürecin sonucunu, yani üretim sürecinin sonucunu da anlatabilir; fakat Plamenatz, bizzat sürecin kendisini anlatmak için kullanıyor olmalı.

[58] Man and Society, C. 2, s. 279-280.

[59] Kapital, C. 1, s. 497.

[60] Bu biçimler eşit derecede iyi değildir; fakat, bunların faziletlerini yargılamanın yeri burası değil. Okuyucu, bir tek düşüncenin nasıl çeşitli biçimlerde ifade edildiğini anlayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar