Ana SayfaArşivSayı 42-43Kaypakkaya’nın Pratik-Politik Marksizmi

Kaypakkaya’nın Pratik-Politik Marksizmi

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Marksizmin bütünselliği ve politika

Marksist bütünsellik, kendisinden önceki epistemolojilerden ontolojiyi içermesiyle ayrılır. Ontoloji ile ilişki, Marksist bütünsellik açısından, teknik bir uygulama ilişkisi olarak anlaşılamaz. Marksizm, teorik-politika aracılığıyla, pratik-politik devrimcilik bileşeniyle ontolojide, gerçek gerçekte temsil edilir. Pratik-politik devrimciliğin bulunmadığı bir Marksist bütünsellikten söz etmenin olanağı yoktur. “Politikada devrimci nitelik her şeyin önünde ve zeminindedir. Ancak Marksizmin politik olmayan düzlemlerde de aranması meşrudur. İki nedenle meşrudur: Marksizmin politika dışında bileşenleri vardır ve tarihsel olarak Marksizm parçalanmıştır.”[1]

Bilim, felsefe ve politikadan oluşan epistemolojik bütünün, tarihsel oluşla dolaysız ilişkisinden söz edilemez, Marksizmin teorik bütününün ele aldığı nesnesi gereği ontolojiyle ilişkisi, bütünün açık ucu olan politika dolayımıyla gerçekleşir. Marksist bütünselliğin ontolojiyi içermesi nedeniyle teorik-politika, bütünlüğün içerisinde teori ile pratik-politika arasındaki teorik bağ addedilirse, bu ilişkide pratik-politika “gerçek nesne” ile kurduğu dolayımsız ilişkiyle imtiyazlı konumdadır. “Marksist bilim ve felsefenin ‘nesnel gerçek’le (gerçek gerçek) doğrudan ilişkileri yokken ve burada teorik olarak zorunlu bağlantı unsuru politika iken, politikanın gerçek gerçekle ilişkileri dolayımsızdır. Çünkü politikanın ‘nesnesi’ nesnel gerçektir”[2]

Politik düzlemde eylem sözden önce gelir. “Sözle eylem, teoriyle pratik ayrıdır ve birbirini ikame edemez. ‘Söz’de devrimci olmak ‘gerçek’te devrimci olmak anlamına gelmez ve eylemiyle devrimci olmak gerçektir.”[3] Ontolojik alanda Marksizmin belirleyeni pratik-politik devrimciliktir. Burada Marksist devrimciliği, diğer devrimcilik türlerinden ayırmak gerekir.

Ezilenlerin ezenlere karşı yürüttüğü mücadele içinde, bir süreç boyunca kullandıkları araç ve yöntemlerle şiddet pratiği sergileyen, tarihsel bir “öznellik”tir devrimcilik. Marksist devrimcilik, bu anlamda diğer devrimcilik türleriyle aynı düzlemdedir.

Pratik-politik Marksizm, tarihsel koşullara ve mücadele yürütülen coğrafyaya ilişkin aldığı pratik-politik tutum ve yaklaşımlarla diğer devrimcilik türlerinden ayrılır. Ayrım ‘programatik’ ifadeler ya da teori içi ayrıştırma değildir, direkt mücadelenin yürütüldüğü tarihsel koşullarla ve bu koşullarda alınan politik tutumla belirginleşir.

71 devrimciliğinin devraldığı miras

“Hikmet Kıvılcımlı’nın eseri, Türkiye’de Marksizmin teorik özgülleşmesinin ön-tarihini oluşturmasının, İbrahim Kaypakkaya’nın eseri, Marksizmin politik varlık kazanmasının başlangıç momentidir. Tarih, bu anlamda bir Marksistin alabildiğine ‘öznel’ / kendi perspektifiyle ‘tarih’ hüviyetine kavuşmasını bu iki Marksistin eserinin özgülleştirilmiş edinimiyle yerli yerine oturtacaktır.”[4] Türkiye için Marksizmin politik bir eyleyiş olarak oluşumu 1971 devrimci kopuşu ile birlikte Kaypakkaya’nın eserinde anılacaktır. Bir tarih mirası aranacaksa, 71 devrimciliği öncesinde Türkiye koşullarında, politik devrimcilik ‘yok yer’e sahiptir. Mustafa Suphi’nin 4-5 aylık pratiği ile belirginleşen tarihsel varlığı bugünden bakıldığında, katledilmeleri de göz önünde bulundurularak, tam anlamıyla semboliktir. Daha sonrası, sürece damgasını vuran TKP’nin kurumsal yapısı ve politik konumlanışıdır.

TKP, 50 yıllık dönem boyunca izlediği pratikle, devrimci bir konumlanış içinde olmamış, aksine tüm tarihi boyunca istikrarlı reformist politikaların uygulayıcısı olmuştur. 1930’lu yılların başında ΙΙΙ. Enternasyonal’in izlediği sol çizgi ile paralel kimi ‘devrimci’ söylemler ortaya atılmış, ancak pratik-politika açısından bu ifadelerin karşılığı oluşmamıştır. TKP’nin, 71 devrimciliğine kadar gelen 1930’lu yıllardaki tutumu, söylentiden öte bir etkide bulunmamıştır. Kaypakkaya, “1930’ları yaşayan birinden dinleyen eski bir arkadaşın ifade ettiğine göre, o günlerde TKP’nin şiarı şudur: ‘Kahrolsun Kemalistlerin faşist diktatörlüğü!’ “Ama bu şiar, her nedense sonraları terkedilmiştir”[5] sözleriyle, bu dönemde yaşananlardan ancak bu kadar haberdar olduğunu ifade eder. Kayda geçirilmemiş bu tarihsel dönemin politik bir etkisi de olmamıştır. Yine bu yıllarda H. Kıvılcımlı’nın, TKP’ye yazdığı ‘Yol’ çalışmaları vardır. Ancak bu çalışmalar da yazıldığı tarih ve hemen sonrasında bir politik sonuç doğurmamış, 71 devrimciliğine ulaşan kısmi bir söylentiden öteye gitmemiş, ancak her şey olup bittikten sonra ortaya çıkarılmıştır. Bugün için Türkiye Marksizminin teorik-politik özgülleşmesi açısından bir anlam ifade eden bu metinler pratik-politika için yok yere sahiptir. II. emperyalist paylaşım savaşı yıllarında kimi pratikler TKP’ye rağmen hayat bulsa da devrimci çizgi oluşturulamamıştır.

TKP adındaki ‘özne’, Uluslararası Komünist Hareket’in merkezi örgütlenmesi olan ΙΙΙ. Enternasyonal’in bir seksiyonudur. Bu nedenle TKP’nin izlediği politikayı ele almak aynı zamanda ΙΙΙ. Enternasyonal’e bakmayı gerektirir. ΙΙΙ. Enternasyonal, ΙΙ. Enternasyonal’den pratik-politik Marksizm lehine koptuğu yıllar (Lenin dönemi ve hemen sonrası), 1930’lu yılların hemen öncesi ve ilk yılları (SBKP içinde sağ muhalefete karşı izlenen sol çizgi dönemi), ΙΙ. emperyalist paylaşım savaşı yıllarında işgale karşı yürütülen pratik-politik tutumlar haricinde pratik-politik Marksizmin hayat bulması, bir çizgi olarak kurulması yönünde ‘geriye çekme’ siyaseti izlemiştir. ÇKP’de hayat bulan pratik-politik Marksizm dışında devrimci pratik-politik konumlanış, ΙΙΙ. Enternasyonal tarihinin esasında kaydedilemez. Söz konusu süreçte, 1927 ayaklanmasının yenilgisinden sonra ÇKP’nin yürüttüğü ΙΙΙ. Enternasyonal’e rağmen devrimcilik kayda geçer.

TKP çizgisi ΙΙΙ. Enternasyonal’e rağmen değil, ΙΙΙ. Enternasyonal ile birlikte ele alınmalıdır. Kemalizme yönelik geliştirilen politikalar ve onaylama, Kürt ulusal sorununa yaklaşım, Aydınlanmacı ve Batı merkezli tutum, esasta ΙΙΙ. Enternasyonal’in Türkiye seksiyonu olan TKP’nin yerelde izlediği ‘özgülleşmemiş’ politik hattın sonuçlarıdır. Kaypakkaya’nın TKP mirası ile ilgili tavrı bu noktada önemli bir politik ayrımı ortaya koyar. Sahiplenilen, TKP’nin reformist eksende gelişen politik çizgisi değil, “Komünizm davasına devrimci yürekten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzünden, inançları ve enerjileri yanlış yerlere kanalize edilmiş, işçi, köylü ve aydın kadroların, subjektif olarak kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları ‘devrim’ ve ‘komünizm’ ateşinin sarsılmaz inancının”[6] tarihsel mirasıdır.

15-16 Haziran ve 71 kopuşu

“Türkiye için bir devrimci tarih ele alınacak ise bunun başlangıç noktası 71 devrimciliğidir. Türkiye tarihinde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya’dan önce bağlanacağımız bir devrimcilik yoktur.”[7] Bu saptama kaynağını, devrimci olan ile olmayan arasındaki politik ayrımdan almaktadır.

Türkiye’de devrimci pratiğin oluşumu ve gelişim süreci ele alındığında 1971 yılının kopuş belirlemesiyle birlikte anılması uygundur. “1960’dan 1973’e kadar uzanan 27 Mayıs sonrası süreç, kısa kültürel edinim süreci (1960-1968), kopuş süreci (1968-1971), kopuş yılları ve sonrası (1971 ve sonrası 1973’e kadar) olarak üçe ayrılabilir.[8]

Pratik-politik Marksizmin ve devrimciliğin oluştuğu tarihsel kesitin önbelirleyeni 1960’lı yıllarda TİP içindeki MDD (Milli Demokratik Devrim) ve SD (Sosyalist Devrim) ayrışmasıdır. MDD çizgisi, M. Belli ve H. Kıvılcımlı gibi ‘eski kuşak sosyalistler’in etkisi altında, SD’nin parlamentarist çizgisi karşısında sol konumuyla ve gençlik hareketiyle kurduğu yakın ilişkilerle politik devrimciliğin oluştuğu zemin olarak öne çıkar. Dergi çevresinde toplanan MDD çizgisi ‘Türk Solu’nu çıkardı. Yine bu dönemden sonra çıkan Aydınlık Dergisi gençlik hareketinin içinde toplandığı yayın olarak öne çıkar. Gençlik hareketinde yaşanan gelişmeler ve tutum farkları, Ocak 1970’te, ‘Al’ Aydınlık (Aydınlık Sosyalist Dergi / ASD) ve ‘Ak’ Aydınlık (Proleter Devrimci Aydınlık / PDA) ayrışmasını doğurdu. Her iki kesim de, o döneme damgasını vuran M. Belli, D. Avcıoğlu ve H. Kıvılcımlı’nın orducu, Kemalist, hatta sol cunta bekleyen eğilimlerine yakın duruyordu. Ayrılığın ilk döneminde bu iki yayında da M. Belli ve H. Kıvılcımlı’nın yazıları yayınlanıyor, fikirleri referans gösteriliyordu. Kaypakkaya bu ayrılığı, “M. Belli saflarında yeni bir çelişme ortaya çıkmıştı. Bir yanda gençliğin kendiliğinden gelme mücadelesini temsil eden ve bu anlamda aktivizmi savunan küçük burjuva önderleri, öbür yanda da her türlü aktif mücadeleyi reddeden pasifist burjuva unsurlar vardı” diye tasnif ediyor. Kaypakkaya’nın da o dönem içinde bulunduğu PDA, M. Belli’nin tavrını aktivist alandan, yani ASD’den yana netleştirmesinden sonra boşa düştü. PDA, “Bunun üzerine görüşlerinde ufak tefek değişiklikler yapmak zorunda kaldı… Ama Mihrici öz değişmedi.”[9]

PDA daha çok teorik bir kanal olarak gelişirken, “gençliğin gittikçe ağırlaşan faşist baskılara karşı şehitler vererek yürüttüğü militan mücadelesini dışarıdan seyretmekle ve ona sövmekle yetindi. Bu, onun gençlik kitlesinden tamamen kopmasına yol açtı.”[10] Aktüel mücadele içinde konumlanan gençlik kesimlerine göre PDA, Marksizmin genel ilkelerine, teorik çerçevesine ve politik lafzına belirgin şekilde daha fazla önem veriyordu. Çeviri gruplarıyla önemli oranda teorik materyal oluşturmuşlardı.

15-16 Haziran (1970) ayaklanması, Türkiye’de devrimciliğin “gereğinden çok ileri gitmesi”nin[11] tarihsel olay olarak arka planını oluşturmuştur. Aydınlık Sosyalist Dergi içindeki Mahir Çayan ve arkadaşları, derginin Temmuz 1970 tarihli sayısını, içinde yer verilen M. Belli’ye ait “Sıkıyönetim Tarafsız Kalmalıdır” başlıklı yazı nedeniyle dağıtmayı reddettiler. MDD içinde yaşanan bu son ayrım, H. Kıvılcımlı, M. Belli ve D. Perinçek’le beliren orducu eğilime karşı, 15-16 Haziran ayaklanmasının bastırılmasında ordunun pratik rolünü gözetenler içinde ordu karşıtı silahlı mücadelenin oluşturulmasının yolunu açtı. 15-16 Haziran ayaklanmasının politik etkisi “burjuva darbeciliği ile kitlelerin aktif mücadelesi arasında koyu ve kalın bir çizgi çekme”[12] zorunluluğu doğurdu.

Mahir Çayan ve arkadaşları, Ocak 1971’de Kurtuluş dergisini çıkarmaya başladılar. Bu, ‘71 kopuşu’nun başlangıcı olarak alınabilir. Yine aynı sırada, Deniz Gezmiş ve arkadaşları silahlı mücadeleyi başlattılar. Diğer yanda PDA görüşlerini tekrar gözden geçirme gereği duydu. Kaypakkaya bu sıralarda PDA’nın tutumunu şöyle özetliyor: “Burjuva önderlik, devlet, ordu ve sıkıyönetimin sınıf içeriği gibi Marksizm-Leninizmin alfabesi olan konularda eski sağcı görüşlerini terk etmişti. Fakat bu değişme bile oportünistçe ve sahtekarca oldu. Sanki öteden beri, aynı şey savunuluyormuş gibi pişkin bir tavırla, özeleştiriye yan çizdiler.”[13]

15-16 Haziran ayaklanması Türkiye’de devrimci pratiğin gelişmesi için itici bir rol oynarken Kaypakkaya’nın eserinde beliren pratik-politik Marksizm için de zemin oluşturdu. Kaypakkaya’nın 15-16 Haziran’dan çıkardığı derslerin başında, “devrimin şiddete dayanacağı, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğu” teması gelmektedir. Yine bu hareket, orduya bel bağlayan görüşlerin geçersizliğini ve özellikle “M. Belli’nin, D. Avcıoğlu’nun ve H. Kıvılcımlı’nın, cuntacı hayallerinin ve anti-Marksist-Leninist devlet ve ordu tahlillerinin saçmalığını ortaya çıkardı”. Örgütlenme konusunda ise, “legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi koşullarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramadığını gösterdi.”[14]

Kaypakkaya 15-16 Haziran ayaklanmasından dikkat çekici bir sonuç da çıkarmıştı. “Şehirlerin kırlardan kuşatılma stratejisi”nin üzerinde yapılacak tartışmaların ötesinde belirleyici olarak “devrimle karşı-devrim arasındaki güç ilişkisinin köylerde şehirlere oranla daha fazla devrimin lehine olmasıdır. Karşı-devrim zincirinin en zayıf halkasının köylük bölgelerde olmasıdır. Dolayısıyla, devrim cephesinin köylük bölgelerde daha fazla güçlü olmasıdır.”[15]

Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in adlarında simgelenen devrimci kopuşun politik örgütsel karşılığı THKP-C ve THKO oldu. Bu iki örgüt, bir süreç boyunca izledikleri devrimci hat ile Türkiye devrimciliğinin iki ana kanalını oluşturdular. Yine aynı dönemde devrimci olmayan bir ayrışma yaşandı. PDA çizgisi MDD tezlerinden TİİKP’yi oluşturarak ayrıştı. Daha çok programatik yapısıyla bir ayrışmaya denk düşen bu hareket, kendine bağlı bir alt-birim olan Doğu Anadolu Bölge Komitesinin (DABK) eseri olan TKP(ML)’ye zemin oluşturdu.

Kaypakkaya’nın pratik-politik kopuşu THKP-C ve THKO’nun eylemlerinin getirdiği politik ortamda ve bu eylemlerin politik etkisi altında olmuştur. İki hareketin yaşadığı yenilgi atmosferinde Kaypakkaya TİİKP’in sağcı çizgisine karşı devrimci bir pratik önerisiyle çıktı. “Türkiye’de politik Marksizm… küçük burjuva devrimciliğinden koparak değil esasen küçük burjuva sosyalizminden –yer yer ve politik eylem alanında küçük burjuva devrimciliğiyle birlikte– koparak politik arenanın ‘aktörleri’ arasında yerini almıştır.”[16]

TİİKP’den ayrılık sürecinde yapılan değerlendirmelerde Kaypakkaya, politik eylemin niteliğine vurgu yapar; THKP-C ve THKO’nun yenilgisinin, bu hareketlerin izledikleri eylem hattından kaynaklı olduğu yaklaşımını eleştiriye tabi tutar. Kaypakkaya eylemlerin niteliği ile ilgili sağdan gelen eleştirileri, karşı eleştiri ile göğüsler: “Mekanik burjuva kafası, yapay mantık, birçok konuda olduğu gibi, silahlı mücadele konusunda da kendini gösteriyor. Şafak revizyonistleri [TİİKP’in çıkardığı illegal yayın Şafak’tan…], halk kitlelerini terbiyeli maymun gibi işaret ettikleri yerlere bastırarak silahlı mücadele yolunda ilerleyeceklerini sanıyorlar! Oraya basma, yasak! Şuraya değme! Buna vurma! Şunu kırma! Silahlı mücadele değil ip üzerinde cambazlık!..”[17] Adı geçen hareketler için “yanlış olanın bizzat eylemin biçimi” olmadığı belirtiliyor; ona göre “bu eylemlerin mücadelenin bel kemiğini oluşturuyor olması yanlıştır, sakattır.” Silahlı mücadele Kaypakkaya için, “genel olarak siyasi mücadelenin ve özel olarak propaganda ve ajitasyonun bir biçimi”dir.[18]

Kaypakkaya, Türkiye’de komünist hareketin oluşmasını hazırlayan ortamı, “Kahraman işçi sınıfımızın, özverili köylülerimizin ve yiğit gençliğin çığ gibi yükselen mücadelesi, hızla yayılan Marksist-Leninist yapıtlar, Çin’de Başkan Mao’nun önderliğinde yer alan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan etkileri”[19] sözleriyle ortaya koyuyordu. Bu zeminin ilk bileşeni 1960’lı yıllarda gelişen toplumsal mücadeleler, 15-16 Haziran ayaklanması, toprak işgalleri, köylü mitingleri, öğrenci eylemleri ve politik devrimciliğin çıkışı olarak özetlenebilir. Özellikle bunların içinde 15-16 Haziran ayaklanması bir kırılma anı olarak belirtilmelidir. ‘Marksist-Leninist eserlerin hızla yayılması’ konusunda Kaypakkaya görece avantajlıdır. Bu süreçte faaliyet yürüttüğü PDA çevresi teoriye ilişkin yayın faaliyetinde öne çıkan bir konumu temsil eder. Ayrıca ‘Uluslararası Komünist Hareket’ içinde 1956’da SBKP’nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) XX. Kongresiyle başlayan, 1963’te ÇKP ile SBKP arasındaki polemiklere gelen sürece ilişkin aldığı tutumla, PDA, devrimci kanala meyleden, ancak devrimci pratik-politikadan fiilen uzak duran bir bütünlük sunar.

“Kültür Devrimi”nin politik etkisi, Kaypakkaya için önemli sonuçlar doğurmuştur. Marksizmin politik tarihinde Lenin’den Mao’ya uzanan pratik-politik devrimci hat, 1960’lı yıllarda özellikle Mao’nun eseri aracılığıyla geniş bir yankı bulmuştur. Bu etki daha çok ideolojik edinime tabi tutuldu. Özellikle dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan ayrışmalar devrimci bir kanal açtı. O tarihlerde Türkiye’den de izlenen Hindistan’ın Kuzey Bengal bölgesinde Çaru Mazumdar’ın Naksalbari Hareketinin 1967 ayaklanması, bu ayrışmada konumlanan, o dönemki ifadesiyle “Mao Zedung Düşüncesi” ilişkili kesimde dikkat çekici etkiler bıraktı.

Ayaklanmanın yenilgisi sonucu PDA içinde beliren, “Bütün bozkır kurutulmadan ayaklanma yenilgiye mahkumdur. Bu nedenle önce kitleler kazanılmalı, ‘bozkır’ kurutulmalı, daha sonra ayaklanma olmalı, silahlı mücadele başlatılmalı” anlayışı karşısında; pratik-politik Marksizm, “bozkır kuruyan yerlerinden tutuşturulmalıdır”, “devrimci örgüt savaş içinde inşa edilir” anlayışı ve “ihtilalci kitle çizgisi” yaklaşımıyla, devrimci mücadeleyi ertelemeyi reddetti. Kültür Devriminin devrimci yansıması, o güne kadar belirgin bir şekilde gözlenen konformist politika anlayışına devrimci bir darbe vurdu. Türkiye’de merkezi bir örgütlenmenin olmadığı koşullarda, bu etki, devrimci tutum almayan ‘önderliklere’ ve ‘sol’a hakim olan “eski kuşak sosyalistler”e karşı, Mao’nun Kültür Devrimi sürecinde ortaya attığı “burjuva karargahları bombalayın!” sloganıyla pratik-politik devrimciliğin önünü açtı. Marksizm ile teorik ilişkinin daha çok ‘kültürel edinim’ olarak yaşandığı, teorik-politik özgülleşmenin yaratılamadığı ve ağırlıkla “Sovyet Marksizmi”nin damgasını taşıyan bu dönemde, Mao’nun etkisi pratik-politik Marksist kopuşta kayda geçirilmelidir. “Maoculuk, Kaypakkaya’nın deyim yerindeyse iğreti bilincidir”[20] nitelemesi, 1970’li yılların ikinci yarısına denk düşen “okullu Marksizmler” arasındaki tartışmanın bir uzantısı olmaktan öte anlam taşımaz. Kaypakkaya’nın geriye bıraktığı metinlerde, özellikle Mao’nun 1937’de kaleme aldığı ‘Çelişki Üzerine’ adlı makalenin ortaya koyduğu ‘pratik diyalektik’ gözlenebilir.

Marksizmin özgülleşmesi

Marksizm konjonktürde, belirli bir coğrafyada özgülleşme ile politik varlık kazanır. Pratik-politik Marksizmin oluşmasını belirleyen eksen Türkiye için Kemalizm ve Kürt ulusal sorununa yönelik geliştirilen tutumdur. Ayrım politika içidir; teorik ve programatik ayrımlar bu alana dışsaldır. “Politika başka bir şey olduğu için Kemalist bir etkiyle hareket eden Mahir ve Deniz’i devrimci kabul ediyor ve diğer Kemalistlerden ayırıyoruz.”[21] Söz konusu olan Marksist devrimcilik olunca bu kıstaslar politik eylem alanında devreye giriyor; genel olarak devrimcilik ile Marksist devrimciliğin ayrımı da burada beliriyor.

Kaypakkaya’nın eseri politik olarak güç olunmayan bir süreçte, burjuva ideolojisinin Türkiye koşullarındaki yansıması olan Kemalizme karşı cepheden karşı duruşla gelişmiştir. Marksist devrimciliğin ortaya çıktığı konjonktürde izlenen yöntem Kemalizmin total reddidir. Bu, burjuva ideolojisine bulaşık her türlü politik yaklaşımın reddi anlamına gelir.

Kaypakkaya için, “Kurtuluş savaşını izleyen yıllarda devrimin baş düşmanı, Kemalist iktidardır”.[22] Bu yaklaşım temel niteliktedir. İktidardaki Kemalizmle ilişkilenme yolunu açan, ‘ilericilik’, ‘devrimcilik’ atıflarına karşı politik bir barikat oluşturulmuştur. Adı geçen tarihsel dönemde, sol hareket içinde Kemalizmle bulaşıklık göz önünde bulundurulduğunda, bu ayrımı ifade etmenin politik önemi açıktır: “TİP, D. Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı, Şafak ve TKP revizyonistlerinin (geçmişte ve bugün) iddia ettikleri gibi, Kemalist iktidar, devrimci ve ilerici bir iktidar değildir. Kemalist iktidarla ittifak yapmayı düşünmek, karşı-devrim safına iltica etmek demektir. Çünkü Kemalist iktidarın kendisi bizzat karşı-devrimi temsil ediyordu.”[23] Kemalizme alınan tutumla pratik-politik Marksizm Türkiye için ideo-politik bir taraf olarak teşkil edilir. Bir tarafta egemen sınıf siyasetinin farklı renkleri ve devletlû pratikler, diğer tarafta ise tarih sahnesinde gelişen politik devrimcilik.

Kaypakkaya geriye dönük çalışmasıyla ‘modern’ Türkiye tarihi içindeki politik mücadeleleri ve ‘solun’ konumunu ele alır; adı geçen tarih içinde devlet iktidarını onaylayıcı, ona bulaşık hiçbir tarihsel mirası kabul etmez. “M. Kemal halkımızın ilerici tarihinin bir parçasıdır” türünden sahiplenmeye dönük yaklaşımlara Kaypakkaya’nın yanıtı nettir: “Halkımızın tarihi zaten tümden ilericidir. Bütün dünya halklarının tarihi ilericidir. Ama M. Kemal halkımızın tarihinin bir parçası değil… gerici sınıfların tarihinin bir parçasıdır. Örneğin Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa (!) M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır(!)”[24] Bu yaklaşım, “tarihin, devrimci mücadelede silah haline getirilmesi”dir.[25]

Kaypakkaya’yı ayıran diğer bir temel, Kürt ulusal sorununa ilişkin ortaya koyduğu politik tutumdur. Sorunu ortaya koymak ve isimlendirmekle birlikte pratik politiğin bir parçası haline getirmek bu anlamda ayırt edicidir. Kaypakkaya, temelde egemen ulus milliyetçiliğine zemin hazırlayan “halk” ile “ulus” kavramlarının “ulus” kavramı lehine iç içe geçmişliğine karşı çerçeveyi çizmekle işe başlar. Halk kavramı tarihsel olarak ezilen sınıfların adlandırılması olarak içeriklendirilir. Bunun karşısında Stalin’in ulus tanımı, yani; “…dil, toprak, ekonomik yaşantı birliğinin ve ortak kültür biçiminde belirginleşen ruhi şekillenme birliğinin hüküm sürdüğü tarihsel olarak meydana gelmiş istikrarlı bir topluluk”[26] yerleştirilir. Bu farkın belirlenmesiyle, “Halkın kapsamı her devrim aşamasında değişir, oysa ulusun kapsamı devrim aşamalarına bağlı değildir”[27] sonucu ortaya çıkar.

Türkiye için ulusal baskı, “egemen Türk ulusunun egemen sınıflarının sadece Kürt halkına değil bütün Kürt ulusuna, sadece Kürt ulusuna değil bütün azınlık uyruk milliyetlere uyguladığı baskıdır”.[28] Kaypakkaya politik bir değerlendirmeye tabi tuttuğu ulusal sorunu Türkiye için belirginleştirir ve “Türkiyeli komünistler açısından ulusal sorunun esasını (tamamını değil) Kürt sorunu oluşturur” saptamasıyla hareket eder. Sorunun ele alınmasında ve çözümünde ikircikli tutumları eleştiriye tabi tutan Kaypakkaya, sorunun tamamını devlet iktidarı karşısında pratik-politik devrimci konumlanma kriteriyle ele alır. Özellikle tarihteki Kürt isyanlarına yönelik devletin katliamlarının “feodaliteyi tasfiye”, “ilerici ve devrimci hareket” diye onaylanmasının karşısında konum alır: “Bunlar iflah olmaz egemen ulus milliyetçileridir.”[29] Onun perspektifinde, ulusal sorun için alınacak ‘yanlış’ politik tutumun önemli başlıklarından birini, mevcut devlet iktidarını atlamak oluşturur. Devlet iktidarını atlayarak, soruna, “emperyalistlerin parmağı var” gerekçesiyle yaklaşmak, devletlû konumdur ve kesinlikle reddin konusudur. “Bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz, böyle bir iddia ile bir ulusun ‘ezilmesi ve haksızlığa uğraması’ savunulamaz.”[30] Soldan gelen milliyetçi yaklaşıma karşı net bir duruşun ifadesidir bu yaklaşım.

Kaypakkaya’nın ele alınan görüş ve pratiği, pratik-politik Marksizmin özgülleşmesi için Türkiye açısından başlangıç noktasıdır. Pratik-politik Marksizm nesnesi gereği konjonktürde yeniden üretilmek zorundadır. Politika için zamanın durdurulması, belli bir ‘an’da ortaya konan politik pratiğin genelleştirilmesi politikaya doktriner yaklaşım olarak politikanın dışına çıkma, kendine menkul bir eyleyişe dönüşme anlamına gelir. “Birtakım Marksist görüşler ifade etmiş biri olarak değil, bir Marksist olarak”[31].Kaypakkaya’nın pratik-politik kopuşu yeniden üretilme olanaklarını ve temelini taşımaktadır. Kaypakkaya’nın eseri ezilenlerin mücadelesinin tarihine çakılan bir kazıktır ve geri çevrilmez bir sürecin başlatıcısıdır.

Ek: Bir Eleştiri

Mehmet Güneş’in itirazlarına itiraz!

Mehmet Güneş, Teori ve Politika’nın 40. sayısında yer verilen “Kilit Halka: Hikmet Kıvılcımlı” yazısı ile, bu derginin Marksizm anlayışı üzerinden, pratik-politik Marksist kopuşun Kaypakkaya’nın eserinde anılmasına itiraz etmekte. Güneş’in itirazı iki açıdan ele alınabilir: Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışının anlaşılması ve değerlendirilmesi; Marksist politika ve Kaypakkaya’nın eserine yönelik itiraz.

Güneş’in itirazları şöyle sıralanabilir:

TKP(ML)’yi Türkiye’de Marksizmin kaynağı olarak almak, Teori ve Politika’nın savunduğu Marksizm anlayışıyla çelişmektedir.

Marksizm, Teori ve Politika’nın iddia ettiği gibi “teorik bir bütün”se Kaypakkaya böylesi bir Marksizmin bilgisinden mahrumdur.

Yetersiz Marksizm bilincine rağmen kısa yaşamında Kemalizm ve Kürt sorununda devrimci sonuçlara varması Kaypakkaya’nın teorik yeteneğinin gücünü gösterir. Bunlar, yaşasaydı onun teorik sıçrama yapmaya aday olduğunu gösterir, daha fazlasını değil.

Teori ve Politika’nın iki önemli politik sorunda doğru görüşler ileri sürmeyi Türkiye Marksizmine temel alması, tek kelimeyle tutarsızlıktır.

Teori ve Politika, hem Marksizmden pozitivist ve idealist etkiyi silmeyi önüne koyup hem de Kaypakkaya’yı bu biçimde ele alamaz.

Kaypakkaya bu iki sorun dışında başka bir yerde devrim yapmaya çalışır.[32]

Teori ve Politika’nın, ‘Taslak’la başlayan ve 40 sayıyı aşan yayınla süren ‘teorik-politik Marksizm’i kurma çabası, ilk başından beri önemli bir ayırma işleminden hareket eder. Teori ve Politika, Marksizmi bilim, felsefe ve (teorik-pratik) politikadan oluşan epistemolojik-ontolojik bütünsellik olarak tanımlayarak, Marksizmi epistemoloji olarak anlayan, onu teoriyle denkleştiren eğilime ve onu politikaya indirgeyen, yani epistemolojiyi ontolojide arayan anlayışa karşı durmuş ve bu iki yaklaşımın da aynı epistemolojiye dayandığını ifade etmiştir. Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışı, Güneş’in anladığı gibi ‘teorik bütünsellik’le sınırlı değildir. Bütünsellik epistemoloji ve ontolojiyi içerir. Yine Teori ve Politika başından beri bilim ile politika, bilgi nesnesi ile gerçek nesne (gerçek gerçek), süreç ile an ayrımını gözetmeye dikkat etmiştir. Bilim şimdiki zamana, ‘an’a kördür; şimdide, yaşanılan konjonktürde politikanın eylemi gerçektir.

Güneş’in eleştirisinin merkezini, bilmek ile yapmak arasında kurduğu ‘rasyonalist diyalektik’ oluşturuyor. Marksizmi gördüğü yer, eyleyenin pratik-politik tutumu / eylemi değil genel olarak Marksizmin teorik-epistemolojik bütünüdür. Bunun anlamı ise ontolojik alanda epistemolojik bütünlük aranması olarak beliriyor. En doğru sözü edenin, en uygun çözümlemeyi yapanın en devrimci, en ‘iyi Marksist’ diye anlaşıldığı bu ‘teorik bütün’ anlayışıyla Mehmet Güneş Marksizmi ancak akademik alanda bulabilir. Ya da yazının bütünü gözetildiğinde, politikleşmemiş külliyat onun için yeterli bir Marksizm zeminidir!

Tekrarlayalım; evet, politika düzlemindeysek devrimcilerin Marksizminden başka bir Marksizmden söz etme olanağımız yoktur. Politik Marksizm, Marksizm ile ilgili fikir yürütmek, teorik külliyat oluşturmak değildir, bir süreç içinde pratik-politik devrimciliktir. Marksizmin gerçek gerçek içinde tarihsel varlığını belirleyen tam da bu konumudur. Marksizm devrimcilikle eşitlenemez ama devrimci olunmadan da Marksist olunamaz. Marksizmin (ontolojik-epistemolojik) bütünlüğünde pratik-politik Marksizm gerçek gerçekle dolaysız ilişkisi nedeniyle, ve ‘an’da yürütülen mücadeleyle ayrıcalıklı konumdadır.

Güneş, Teori ve Politika’nın pozitivizme ve idealizme karşı konumlanışıyla Kaypakkaya’yı sahiplenmesi arasında gerilim olduğunu iddia ediyor. Ancak, pozitivizmin ‘bilim’ aracılığıyla ‘an’a hükmetmesi, ve teori ile pratik, bilme ile yapma, bilim ile politika arasında oluşturduğu teknik uygulama ilişkisi Güneş’in dikkatinden kaçıyor olsa gerek. Marksizmin epistemolojisine vurgu yapıp ontolojiyi es geçme, bilimi ‘an’da arama, pozitivizme uzanan yolu açıyor. İdealizmin bir yönüyle ontolojide düşünce ve eylem ikiliğinden hareket ederek düşünceyi öne aldığı hatırlanmalı. Ontolojik materyalizmin tanıdığı tek gerçeklik ise maddedir. Bu, politikada eylemdir.

Güneş, Teori ve Politika’nın Kaypakkaya ile ilgili değerlendirmelerine teorist ayrımlarla itiraz ediyor. Onun için Kaypakkaya bir ‘devrimci’, en fazla, teorik yeteneğe sahip genç bir aktivist… Dahası, eğer yaşasaydı gelecek vaat edebilirdi! Güneş tarafından politik bir ayrım yapılmadığı kesin. Mesela bir hoca da tezinin akademik yönetimini üstlendiği öğrencisinin, çalışmalarına devam etmiş olsaydı iyi bir akademisyen olabileceğini söyleyebilir. Bu değerlendirmenin Kaypakkaya’nın politik pratiğini değerlendirme açısından bir anlamı yoktur. Kaypakkaya, “genç yaşına!”, “deneyim eksikliğine!” rağmen pratik-politik Marksizmin Türkiye özgülleşmesiyle eyleminde başlangıç noktasıdır.

Kaypakkaya tam da Güneş’in parantez içine aldığı iki sorun ile, bu sorunları devrimci perspektifle ele almasıyla Marksisttir. Burada, ‘ama ve fakat’a yer yoktur. Devreye sokulmaya çalışılan ‘teori’, ‘program’ pratik-politikaya dışsaldır. Güneş, parantez içine aldığı iki sorunu zaten söylenmiş, yazılmış-çizilmiş, olmuş-bitmiş olarak değerlendiriyor. Kıvılcımlı külliyatı onun için yeterli bir politik kaynak ve “Bütünsel Marksizm”dir. Bu noktada, politikada reformizmden kopamamış bir çizgi ile devrimci olan arasındaki ayrım es geçiliyor. Çubuğu Kıvılcımlı’dan yana bükerken Kaypakkaya’yı Marksizm dışına atıyor! Dolayısıyla eyleyenle eylemeyeni eylemeyen lehinde ele alıyor.

Kaypakkaya, eylemiyle koca bir külliyata, tüm teori birikimine, yılların alışkanlığına satır darbesi indirip geriye çevrilmez bir kopuşun mimarıdır. Evet, iki soruna, Kemalizm ve Kürt Ulusal Sorununa yönelik politik tutum Marksizmin pratik-politik varlığının oluşmasının temelidir. Kaypakkaya’nın eseri bu iki sorunu ele alışı ve pratik-politik devrimciliğiyle ayrışır. Politik düzlemde ‘eleştiri silahı’nın hükmü yoktur; hüküm ‘silahların eleştirisi’nindir.

 

 


[1] Melik Kara, “Devrimcilerin Marksizmi”, Teori ve Politika 12, s. 41

[2] Metin Kayaoğlu, “Marksist Politikanın Teorik Öncülleri”, Teori ve Politika 1, s. 11

[3] Melik Kara, a.g.e., s. 13

[4] A.g.e., s. 13

[5] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayıncılık, İstanbul 1992, s. 190

[6] A.g.e., s. 414

[7] Metin Kayaoğlu, “Marksizm İçin Tartışmalar” içinde, Teori ve Politika 38, s. 236

[8] Ali Osman Alayoğlu, “Bir ‘Yol’ Hikayesi: Kıvılcımlı Geleneğinin Politik Analizi”, Teori ve Politika 23, s. 131

[9] İ. Kaypakkaya, a.g.e., s. 270-271

[10] A.g.e., s. 271

[11] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı (Taslak), Ankara 1995, s. 44

[12] İ. Kaypakkaya, a.g.e., s. 64

[13] A.g.e., s. 283

[14] A.g.e., s. 277-78

[15] A.g.e., s. 388

[16] Taslak, a.g.e., s. 42-43

[17] İ. Kaypakkaya, a.g.e., s. 364

[18] A.g.e., s. 267

[19] A.g.e., s. 167

[20] Melik Kara, “Marksist Tarihyazımı İçin Bir Başlangıç Noktası”, Teori ve Politika 23, s. 182

[21] Ali Osman Alayoğlu, “Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi ve Politik Sonuçları”, Teori ve Politika 12, s. 73

[22] İ. Kaypakkaya, a.g.e., s. 156

[23] A.g.e., s. 143

[24] A.g.e., s. 190-191

[25] A.g.e., s. 196

[26] Stalin’den aktaran: A.g.e., s. 203

[27] A.g.e., s. 203

[28] A.g.e., s. 202

[29] A.g.e., s. 227

[30] A.g.e., s. 229

[31] Metin Kayaoğlu, “Marksizm İçin Tartışmalar” içinde, Teori ve Politika 38, s. 234

[32] Mehmet Güneş, “Kilit Halka: Hikmet Kıvılcımlı”, Teori ve Politika 40, s. 112

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar