Ana SayfaSayı 31 Mayıs’ın Ardından Birkaç Söz

1 Mayıs’ın Ardından Birkaç Söz

Melik Kara

1. ’96 1 Mayısının üzerinden aylar geçti. O zaman İs­tanbul Kadıköy’de olanlar birçok ağır ve karmaşık sorunu açığa çı­kardı; fakat çok basit bir ayrımı da ortaya koydu: Barikat. Yaşam genellikle karmakarışık bir görünüm su­nar ve günlük ilişkiler içinde iz sürmek çetin bir iş olur: Barikat kurulamaz ya da buna ihtiyaç duyulmaz.

Koca bir sürecin içinde çok az tesadüf edilebilen bazı anlarda her şey boydan boya ikiye, sadece ikiye bölü­nür. Bu an’da ak ve kara vardır ve ara tonlardan söz edilemez. Bu an’da, her şey kaba-saba ve yalındır; so­fistike yaklaşım­lar, kılı kırk yaran akıl yürütmeler anlam­sızdır, boştur. 1 Mayıs ’96 böyle bir andı.

2.Türkiye’de (sosyalist, devrimci ve Marksist) sol, 1 Ma­yıs’ta bir barikat sınavı verdi ve trajedisini iliklerine kadar yaşadı. Sol, 1 Mayıs’ta, varsayımsal bir gövdenin ikiye bö­lünüşü gibi, onulmaz bir bölünmeyi (bir kez daha) ya­şadı. Genel olarak ilerici ve devrimci nitelikteki sol poli­tika, bütün­lük imkânlarını telafi edilmesi çok güç bir şe­kilde Kadıköy sokaklarında bıraktı. Bu derin bölünme, şu dönemde sol hareket içinde devrimci ya da reformcu yö­nelimler gibi, aslında çok önemli bir ayrımı da aşıyor ve “önemsizleştiriyor”.

Sol hareket, yatay ve dikey çeşitli boyutlarda; politik, toplumsal, ideolojik, hatta kültürel açıdan birbirinden gi­derek kopan iki büyük öbek oluşturuyor.Bunun sonucu; devrimci olanı olmayanıyla solun bir bütün olarak, kud­retli, güçlü ve iktidara aday bir potansiyel sergileme şansını tümden yitirmek olabilir.

Bir kompartmanı ele geçirmek belki bulunulan va­gonda bir etkinlik yakalanmasına yol açacaktır. Ama bu, büyük bir bedel ödemeyi zorunlu kılacaktır.Böyle bir sol, lokomotifi ve dolayısıyla treni ele geçirememeyi garanti edecektir !

Türkiye solu, devrimci ve reformcu tarzlar izleyebile­cek, açık ve gizli çalışmayı eşgüdümlü bir dinamikle yürü­tebilecek, “hali-vakti yerinde” işçiler ve modern emekçi­lerle bütün varoluşuna koyu bir ezilmişliğin damgasını vurduğu sigortasız-işgüvencesiz işçiler, işsizler, “varoş ahalisi” kent yoksullarında bileşimini bulan geniş yığın arasında politik, ideolojik, örgütsel, kültürel kayış olabile­cek bir “özne olmayan özne”ye şiddetle ihtiyaç duyuyor.

“Varoşlar”daki devrimci sol da, metropoliten nitelikler gösteren “özgürlükçü” sol da bu ihtiyaca yanıt verebile­cek bir işaret vermiyorlar. Daha doğrusu, nesnel koşullar , kendi dayattığı bu ihtiyacın giderilmesinin önünü yine kendisi büyük bir dirençle kapatıyor.

3.Germinal filmini izleyenler hatırlar. İyi yürekli, masum ve güzel burjuva kızının yoksulseverliğini pek hoş karşı­lama­yan ve yoksulluktan çıldırmış yaşlı bir işçi resmedilir. Kirli, kaba, sefil, çirkin yaşlı işçi vicdanlı, temiz, iyi yürekli, masum burjuvayı kara elleriyle boğar. Burada doğruluk-yanlışlık, iyi­lik-kötülük ikilikleri üzerinden yükselecek her türlü aklı-ev­vellik geçersiz ve gayrı-meşrudur.

Her türlü vicdan ve değerden bağımsız ve öte, her durum ve koşulda bizimkilerin, ezilenlerin tarafında, içinde olmak. Bu yaklaşım dayanağını, (1 Mayıs’tan he­men önce Nisan’da yayınlanan Teori ve Politika‘nın 2.Sayısındaki) M. Kayaoğlu’nun “Ezilenler ve Marksizm” başlıklı yazısının girişinde bulur. Solculuğun ontolojik te­meli budur.

Bu tür zamanların terimi, haklı-haksız’dır. Konuma bağlı hareket her zaman haklıdır, karşıdaki ise her zaman haksızdır: Acıma istemiyoruz, acıma­yız da...

1 Mayıs’ta Kadıköy’de yoksul, ezilmiş, kaba, kültürsüz ve devrimci genç işçi, burjuvanın kızını oynayan solcuyu boğdu! 1 Mayıs’ta ezilenler (sadece işçiler değil,diğerleri hatta devrimci örgütlerde yer aldığı için politik bakımdan ezilenler de), tarihte birçok örneği görüldüğü üzere, maz­lumperverleri ezenler karşısında bir kez daha mahçup ede­rek, “kendi bildikleri yol”dan kendilerini ortaya koydu­lar. Ezilenler varlığı lanetledi. Lanet; bu sözcüğün hakkını ve­rerek… Ezilen kitlenin genel davranış tarzı budur ve böyle olacaktır. Ezenlerin tarihçileri, birçok başkaldı­rıda,bu arada sol dağarcıkta baş köşelerden birine yer­leşmiş olan Spartaküs’ün önderliğindeki köle ayaklan­masında da, yakıp-yıkmaları, barbarlıkları kaydederler —üstelik, bunla­rın önemli kısmı gerçektir.

O gün Kadıköy’de mazlumlar, saldırıya uğrayanlar yoktu; dişe diş çatışanlar vardı ve mazlumluk edebiyatı yapı­lamazdı. Sadece savunma ve direniş değildir meşru ve haklı olan; saldırı ve savunu en az onlar kadar meşru ve zorunludur. Kendilerini mazlumların savunuculuğuna yetkile­yenler, o gün orada kendilerini gerçek birer fazlalık olarak gördüler. Oysa kurtuluş bizzat ezilenlerin, işçilerin kendi elleriyle olmayacak mıydı?

4. Genel olarak sol politikanın (bir yerde Balibar’ın ifade et­tiği türden) büründüğü trajik karakter, Kadıköy’deki an’da ve onu izleyen süreçte çarpıcı bir çıplaklık kazandı. Bir yanda solcular, onların karşısında, etkilenmeye açık, bilinç­lendirilmeyi bekleyen bir işçi sınıfı ya da kitleler üze­rinden yükselen ve dramını bu ayrılıkta bulan politika anlayışı, 1 Mayıs’ı anlamaya imkân vermez. Söz konusu olan bir traje­didir.

1 Mayıs’ta sol hareketin, işçi sınıfının, kitlelerin, genel olarak ezilenlerin derin bölünmüşlüğünün trajedisi açığa çıktı. İki sol, iki işçi sınıfı, iki kitle ortaya çıkıyor.

Orada iki ayrı sol vardı. Biri 1 Mayıs’a eylemli olarak katı­lan sol, diğeri 1 Mayıs’a katılanları izleyen sol. Solun biri za­ten yasal açıdan gayrı-meşruydu, gelişmelerden sonra sol­culuğu da gayrı-meşru sayılmaya çalışıldı. Bu iki sol ara­sında derin ve karanlık bir uçurum oluşuyor. 1970’lerdeki durumdan daha vahim bir nitelik kazanan uçurumda, artık iki tür solun üzerinde paylaşım kavgası edecekleri bir ortak zeminleri bile kalmıyor. Her birinin, mekânı, kitlesi, kültürü, dünya görüşü ve “solculuğu” farklı. Her biri, kendi arazi­sinde gelişip serpiliyor; fakat bu gelişme başka alanlarda gelişememeyi garanti etmekten başka politik anlam arzetmiyor.

5.Solun biri, ezilenlerin dizginsiz her patlamasında pro­vo­kasyon kokusu alan, ezilenin eylemli varlığının “efen­dice” ortaya çıkmasını isteyen bir yaklaşıma sahip.

Bu sol, devletin, “her şeyi en ince ayrıntısına kadar ön­ceden planlayan” bir bilince sahip olduğunu sanır, 1 Mayıs’ın da bu doğrultuda yönlendirildiğini kabul eder. Bu durumda, yapılacak bir şey yoktur; meydan “mutlak akıl”a terkedilmelidir. Akıl, bir devlette vardır, bir de kendi­lerinde. Aklın dışında şu dünyada tek bir yaprak bile kı­pırdamaz, kı­pırdamamalıdır.Dünyayı böyle görürse­niz, ezilenlerden ürkmenizden, onların “akıldışı” hareket­lerinden uzak dur­manızdan anlaşılır bir şey mi olur? Tarih zaten akıllar savaşı değil mi?… Oysa, Akıl ne tarihte var­dır; ne de Kadıköy’deki politik an’da vardı.

Solun bir bölümü varlığıyla barikat kurmuş ve orada yapı­lan her şeye sahip çıkmıştır, bir başka bölümü de “bu her­cümerce girmemeyi” politik başarı olarak değerlen­dirmiştir. Bunların biri, “şecaat arzederken sırkatin söylü­yor”!

6.İşçi sınıfı ve kitleler de trajik bir bölünme yaşı­yor.Kadıköy’de “iki işçi sınıfı” vardı. Sigortalı ve sendikalı olan ve büyük sendikaların küçük kortejlerinde temsil edi­len “işçi sınıfı” ile; sendikasız-sigortasız, işgüvencesiz veya işsiz, esas olarak genç, ve devrimci örgütlerin saf­larında di­ğer ezilenlerle kol kola yürüyen ve işçiden bile sayılmayan “işçi sınıfı”. Türkiye’de işçi sınıfının bileşimi, ni­teliği ve yönü üzerine görüşler ortaya koymak bir yana, “işçi sınıfı­nın proletaryası” olmaya hangi kesimin aday olacağının ya­nıtını, geleceğin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik tarihi ve­recektir.

Ancak geleceğin tarihinin, politik ve toplumsal duru­mun trajedisini aşmaya gebe olduğu yolundaki ümitvar beklenti­lerin bugün politik karşılığı yok.

7. Çatışmanın açığa çıktığı momentlerde fiilen varolunur ve o kadar eleştirilir. Bir somut durumun fiili unsuru olma­yan­ların, fiili unsurları eleştirme ve beğenmeme hakları yoktur. Çıplak eliyle kızgın demiri kavrayamayanın sözleri, boşlukta çınlayan bir hoş sedadan daha fazla anlam ta­şımaz.

Barikat anlarındaki ansal tutumun mantığını ve ilgili “an”ı sürece dahil olduktan sonra anlamak, Jose Marti’­nin şu sözlerinde müthiş devrimci “sır”rını buluyor: “Şimdi fırınların vakti ve sadece alevleri gör­mek gerek!”

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar